run - İngilizce Türkçe Cümleler
İngilizce Türkçe
run yürütmek v.
  • This is not the right way to run a chamber that is supposed to be having a serious debate on these subjects.
  • Bu konular üzerinde ciddi bir tartışma yürütmesi gereken bir meclisin bu şekilde yönetilmesi doğru değildir.
  • This is not the right way to run a chamber that is supposed to be having a serious debate on these subjects.
  • Bu konularda ciddi bir tartışma yürütmesi gereken bir meclisi yönetmenin doğru yolu bu değildir.
  • Is everything to be run on market principles, on private-sector principles?
  • Her şey piyasa ilkelerine, özel sektör ilkelerine göre mi yürütülecek?
Show More (10)
run koşmak v.
  • She ran up the stairs to get her toys.
  • Oyuncaklarını almak için merdivenlerden yukarı koştu.
  • The European Union persuaded them by teaching the Kyoto baby to walk, but now it needs to learn to run.
  • Avrupa Birliği, Kyoto bebeğine yürümeyi öğreterek onları ikna etti ancak şimdi koşmayı öğrenmesi gerekiyor.
  • We wish you good speed in the marathon that you are running on our behalf.
  • Bizim adımıza koştuğunuz maratonda size başarılar diliyoruz.
Show More (5)
run işlemek v.
  • Hybrid cars run on gas and electricity.
  • Hibrit arabalar gaz ve elektrikle işlemektedir.
  • Parliament should let the legal process run its course and allow the Court to reach a proper decision.
  • Parlamento yasal sürecin işlemesine ve Mahkemenin doğru bir karara varmasına izin vermelidir.
  • Mr Maaten's proposals attempt to make that process run faster and more efficiently.
  • Bay Maaten'in önerileri bu sürecin daha hızlı ve verimli işlemesini sağlamayı amaçlamaktadır.
Show More (4)
run çalışmak v.
  • The two must run in parallel, but must not block each other.
  • İkisi paralel olarak çalışmalı ancak birbirlerini engellememelidir.
  • The project will not be fully operational before the programme management unit is up and running.
  • Proje, program yönetim birimi hazır ve çalışır hale gelmeden tam olarak faaliyete geçmeyecektir.
  • In fact, all European passenger lines are running at a loss today, and liberalisation will not change that.
  • Aslında bugün tüm Avrupa yolcu hatları zararına çalışmaktadır ve serbestleşme bu durumu değiştirmeyecektir.
Show More (4)
run işletmek v.
  • She runs a bed and breakfast upstate.
  • Şehir dışında bir pansiyon işletiyor.
  • It costs 200 pounds a month to run an average car.
  • Ortalama bir arabayı işletmek ayda 200 sterline mal oluyor.
  • Those farms are well run, they provide churches, schools and hospital treatment in those areas.
  • Bu çiftlikler iyi işletiliyor, o bölgelerde kilise, okul ve hastane tedavisi sağlıyorlar.
Show More (1)
run uzanmak v.
  • The electricity cables run along the exterior walls.
  • Elektrik kabloları dış duvarlar boyunca uzanmaktadır.
  • There are important financial channels that run from authorities to port companies.
  • Yetkili makamlardan liman şirketlerine uzanan önemli mali kanallar bulunmaktadır.
  • Petition 318/2000 runs to seven lever-arch A4 files.
  • Petition 318/2000, yedi kollu A4 dosyasına kadar uzanmaktadır.
Show More (0)
run taşımak v.
  • Instead, they run the risk of becoming his hostages and getting in the way of the work of the inspectors.
  • Bunun yerine, onun rehineleri olma ve müfettişlerin çalışmalarına engel olma riskini taşıyorlar.
  • In fact I would go further and say that the EU Convention runs the risk of blurring the enlargement process.
  • Aslında daha da ileri giderek AB Sözleşmesinin genişleme sürecini bulanıklaştırma riski taşıdığını söyleyebilirim.
  • It is a prospect that runs the risk of discouraging and deterring people from using the net and e-commerce.
  • İnsanları internet ve e-ticaret kullanımından caydırma ve vazgeçirme riski taşıyan bir ihtimaldir.
Show More (0)
run gitmek v.
  • The road to a European Union common foreign policy runs via New York, via the United Nations.
  • Avrupa Birliği'nin ortak dış politikasına giden yol New York'tan, Birleşmiş Milletler'den geçer.
  • I will run through the four points, although the honourable Members know them very well.
  • Sayın Üyeler çok iyi bilseler de ben dört madde üzerinden gideceğim.
  • Rather like the Irish population when they run a referendum, you can never rely on it to behave.
  • Referanduma gittiklerinde İrlanda halkının nasıl davranacağına asla güvenemezsiniz.
Show More (0)
run akmak v.
  • By the end of the training, sweat was running down my neck.
  • Antrenmanın sonunda boynumdan aşağı terler akıyordu.
  • Despite all my efforts, some of the paint ran on the floor.
  • Tüm çabalarıma rağmen boyanın bir kısmı yere aktı.
Show More (-1)
run sayı n.
  • Jeremy was appointed to record all runs scored in the game.
  • Jeremy oyunda atılan tüm sayıları kaydetmekle görevlendirilmişti.
  • The book is available now in a limited run of 500 copies
  • Kitap 500 adet olmak üzere sınırlı sayıda basılmıştır.
Show More (-1)
run devam etmek v.
  • My phone contract only has a couple of months to run.
  • Telefon sözleşmem yalnızca birkaç ay daha devam edecek.
  • This is the seventh year running.
  • Bu, yedi yıldır devam ediyor.
Show More (-1)
run koşu n.
  • If I'm feeling stressed, I go for a run.
  • Kendimi stresli hissediyorsam koşuya çıkarım.
  • It is very important that the White Paper is discussed because there is still one run to go.
  • Beyaz Kitap'ın tartışılması çok önemli çünkü önümüzde hala bir koşu var.
Show More (-1)
run çalıştırmak v.
  • I was unable to run both programs at the same time.
  • İki programı aynı anda çalıştıramadım.
  • My understanding was that there was an intention to run one.
  • Anladığım kadarıyla bir tane çalıştırma niyeti vardı.
Show More (-1)
run ulaşmak v.
  • Their themes are fraud, irregularities, and mistakes running to DM 8 billion.
  • Konuları 8 milyar DM'ye ulaşan dolandırıcılık, usulsüzlük ve hatalardır.
  • These subsidies account for 8% of the agricultural budget, which runs to EUR 40 billion.
  • Bu sübvansiyonlar, 40 milyar Euro'ya ulaşan tarım bütçesinin %8'ini oluşturmaktadır.
Show More (-1)
run pist n.
  • The resort has several ski runs for beginners.
  • Tesiste yeni başlayanlara yönelik çeşitli kayak pistleri bulunmaktadır.
Show More (-2)
run (miktar) seyretmek v.
  • Unemployment is running at 18%.
  • İşsizlik oranı %18'lerde seyrediyor.
Show More (-2)
run almaya gitme n.
  • I bumped into her on my morning coffee run.
  • Sabah kahvemi almaya giderken ona rastladım.
Show More (-2)
run musluk v.
  • I left the tap running, and now the bathroom has flooded.
  • Musluğu açık unutmuşum, şimdi de banyoyu su bastı.
Show More (-2)
run sahnelenmek v.
  • Cats the Musical ran for 18 years.
  • Cats Müzikali 18 yıl boyunca sahnelenmiştir.
Show More (-2)
run (çorap) kaçmak v.
  • The hole in the stocking ran all the way down to my ankles.
  • Çoraptaki kaçık ayak bileklerime kadar uzanıyordu.
Show More (-2)
run (motor) çalışmak v.
  • She left the engine running and went to open the gate.
  • Motoru çalışır halde bırakarak kapıyı açmaya gitti.
Show More (-2)
run tur atma n.
  • He took his new bike out for a run.
  • Yeni bisikletini bir tur atmaya çıkarmış.
Show More (-2)
run (sümük) akmak v.
  • My nose is running, but I don't have a fever.
  • Burnum akıyor ama ateşim yok.
Show More (-2)
run hizmetini vermek v.
  • They run shuttle service to and from all the main airports.
  • Tüm büyük havaalanlarına gidiş ve dönüş servis hizmeti vermektedirler.
Show More (-2)
run dolanıp durmak v.
  • There were all kinds of thoughts running through her mind.
  • Aklında türlü türlü düşünceler dolanıp duruyordu.
Show More (-2)
run (kaset) sarmak v.
  • Could you run the tape forward a couple of frames?
  • Kaseti birkaç kare ileri sarabilir misiniz?
Show More (-2)
run (işler) yürümek v.
  • Will you please keep everything running smoothly while we are away?
  • Lütfen biz yokken işlerin sorunsuz yürümesini sağlar mısınız?
Show More (-2)
run (araç) uçmak v.
  • The truck ran off the bridge and into the river.
  • Kamyon köprüden çıkarak nehre uçtu.
Show More (-2)
run anlatmak v.
  • The story runs that she killed her husband with an ax.
  • Rivayette anlatılana göre kocasını baltayla öldürmüş.
Show More (-2)
run (kumaş) boya vermek v.
  • My new pants ran and ruined all my other clothes.
  • Yeni pantolonum boya vererek diğer tüm kıyafetlerimi mahvetmiş.
Show More (-2)
run kümes n.
  • They built a chicken run next to the stables.
  • Ahırların yanına bir tavuk kümesi inşa ettiler.
Show More (-2)
run arabayla bırakmak v.
  • I asked Tom to run me to the airport.
  • Tom'dan beni havaalanına arabayla bırakmasını istedim.
Show More (-2)
run ezgi n.
  • I've learned this cool Blues run; shall I play it for you?
  • Bu harika Blues ezgisini öğrendim; sizin için çalayım mı?
Show More (-2)
run (kamera) çekmek v.
  • She forgot her lines when the camera started running.
  • Kamera çekmeye başladığında repliklerini unuttu.
Show More (-2)
run adaylığını koymak v.
  • She is determined to run for a second term.
  • İkinci dönem için adaylığını koymaya kararlı.
Show More (-2)
run mesafe koşmak v.
  • Jimmy ran 10 km just this morning.
  • Jimmy daha bu sabah 10 km mesafe koştu.
Show More (-2)
run kaçık (çorapta) n.
  • I noticed there were several runs in the stockings.
  • Çoraplarda birkaç tane kaçık olduğunu fark ettim.
Show More (-2)
run koşuvermek v.
  • She ran to the store to buy shampoo.
  • Şampuan almak için bir koşu dükkana gitti.
Show More (-2)
run yayınlamak v.
  • All the local newspapers ran the story of the lost boy.
  • Tüm yerel gazeteler kayıp çocuğun hikayesini yayınladı.
Show More (-2)
run adaylık n.
  • This is his third run for office.
  • Bu onun üçüncü aday oluşu.
Show More (-2)
run silsile n.
  • He thought that his run of good luck would last forever.
  • Yaşadığı talihli olaylar silsilesinin sonsuza dek süreceğini sanıyordu.
Show More (-2)
run (yarış vb.) gerçekleştirmek v.
  • The bicycle race will be run in spite of the bad weather.
  • Bisiklet yarışı olumsuz hava koşullarına rağmen gerçekleştirilecektir.
Show More (-2)
run usulca gezdirmek v.
  • Mary ran her fingers lightly through the sleeping child's hair.
  • Mary, parmaklarını uyuyan çocuğun saçlarında usulca gezdirdi.
Show More (-2)
run (kod, program) çalışmak v.
  • This software only runs on iOS.
  • Bu yazılım yalnızca iOS üzerinde çalışmaktadır.
Show More (-2)
run (müsabakada) koşmak v.
  • Linda has been training to run a marathon.
  • Linda maraton koşmak için antrenman yapıyor.
Show More (-2)
run gösterim n.
  • During its two-month run, the play didn't attract much attention.
  • İki aylık gösterim süresince oyun fazla ilgi görmedi.
Show More (-2)
run gösterilmek v.
  • The famous TV series 'Friends' ran for ten seasons.
  • Ünlü TV dizisi 'Friends' on sezon boyunca gösterilmiştir.
Show More (-2)
run (iskambil) dizi n.
  • In his hand was a run of ace through four.
  • Elinde astan dörde kadar bir dizi vardı.
Show More (-2)
run (taşıt vb.) çalışmak v.
  • Trains don’t run after midnight.
  • Gece yarısından sonra trenler çalışmıyor.
Show More (-2)
run artmak v.
  • Currently, fears about GM foods run high.
  • Şu anda GDO'lu gıdalarla ilgili korkular artmaktadır.
Show More (-2)
run yürürlükte kalmak v.
  • The Treaty establishing the European Coal and Steel Community was signed in 1952, and was to run for fifty years.
  • Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu kuran Antlaşma 1952 yılında imzalandı ve elli yıl boyunca yürürlükte kalacaktı.
Show More (-2)
run kalkmak v.
  • Every household needs electricity and no one can run the risk of its non-availability.
  • Her hanenin elektriğe ihtiyacı vardır ve hiç kimse elektriksiz kalma riskini göze alamaz.
Show More (-2)
run bitmek v.
  • Tourism must not run dry, which is exactly what will happen if there is a civil war.
  • Turizm bitmemeli, ki iç savaş çıkarsa tam da bu olacak.
Show More (-2)
run üzerinden geçmek v.
  • I shall just run through a few of the problems that I still see with the legislation.
  • Mevzuatla ilgili hala gördüğüm birkaç sorunun üzerinden geçeceğim.
Show More (-2)