| 1 |
bound |
bağlı |
adj. |
|
- He is bound by a vow of silence.
- Sessizlik yeminine bağlı.
- No, they were not; but there are trend-setting countries that do not feel sufficiently bound by the promises.
- Hayır, değillerdi; ancak vaatlere yeterince bağlı hissetmeyen trend belirleyici ülkeler var.
- The Union is bound by the provisions of the Treaties and the acts signed by its institutions.
- Birlik, Antlaşmaların hükümleri ve kurumları tarafından imzalanan kanunlarla bağlıdır.
- Procedurally, we in the European Parliament are bound by this report.
- Prosedürel olarak Avrupa Parlamentosu olarak bu rapora bağlıyız.
- Russia and the rest of Europe are bound to one another by destiny.
- Rusya ve Avrupa'nın geri kalanı birbirlerine kader bağıyla bağlıdır.
- Consequently they are, and must remain bound to these constituencies.
- Sonuç olarak bu seçim bölgelerine bağlıdırlar ve bağlı kalmalıdırlar.
- Is Deby aware that he is irrevocably bound to honour the agreements he has made?
- Deby, yaptığı anlaşmalara geri dönülmez bir şekilde bağlı olduğunun farkında mı?
- They are closely bound up with one another.
- Birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar.
- Procedurally, we in the European Parliament are bound by this report.
- Avrupa Parlamentosu olarak usulen bu rapora bağlıyız.
- According to the UN Charter, all Member States are bound by decisions taken by the UN Security Council.
- BM Şartına göre, tüm Üye Devletler BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan kararlara bağlıdır.
- Procedurally, we in the European Parliament are bound by this report.
- Usul açısından, Avrupa Parlamentosu olarak bu raporla bağlıyız.
- In fact, the ECB is bound merely by the obligation to report to the European Parliament.
- Aslında ECB sadece Avrupa Parlamentosu'na rapor verme yükümlülüğü ile bağlıdır.
- Of course, I would point out that the medical staff are also bound by professional secrecy.
- Tabii ki sağlık personelinin de mesleki gizlilikle bağlı olduğunu belirtmek isterim.
- They are bound together by common interests.
- Ortak çıkarlarla birbirlerine bağlıdırlar.
- We are bound to each other by a close friendship.
- Biz yakın bir dostluk ile birbirimize bağlıyız.
- He was bound hand and foot.
- Elleri ve ayakları bağlıydı.
- We are bound to each other by a close friendship.
- Birbirimize yakın bir dostlukla bağlıyız.
- They are bound together by common interests.
- Birbirlerine ortak menfaatlerle bağlılar.
- He was bound hand and foot.
- Onun eli kolu bağlıydı.
- The thief was bound hand and foot.
- Hırsızın eli ayağı bağlıydı.
Show More (17)
|
| 2 |
bound |
kesin |
adj. |
|
- The truth is bound to come out sooner or later.
- Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkacağı kesin.
- Jack is bound to succeed this time.
- Jack, bu sefer kesin başaracak.
- He is bound to pass the entrance examination.
- Giriş sınavını geçeceği kesin.
- She is bound to pass the examination.
- Sınavı geçmesi kesin gibi.
- She is bound to pass the examination.
- Sınavı geçeceği kesin.
- He is bound to succeed.
- Başarılı olacağı kesin.
- He is bound to pass the test.
- Sınavı geçeceği kesin.
- Tom is bound to get wet.
- Tom kesin ıslanacak.
- He is bound to succeed.
- Başarması kesin gibi.
- He's bound to notice your mistake.
- Onun hatanı farketmesi kesin.
- It's bound to rain.
- Kesin yağmur yağacak.
Show More (8)
|
| 3 |
bound |
yakından bağlantılı |
adj. |
|
- We have to deal with three issues that are closely bound up with each other.
- Birbiriyle yakından bağlantılı olan üç konuyu ele almak zorundayız.
- The democratic legitimacy of our institutions, for example, is closely bound up with their functions.
- Örneğin kurumlarımızın demokratik meşruiyeti, işlevleriyle yakından bağlantılıdır.
- Thirdly, the question of children's rights is closely bound up with the gender problem in general.
- Üçüncü olarak çocuk hakları sorunu genel olarak toplumsal cinsiyet sorunuyla yakından bağlantılıdır.
Show More (0)
|
| 4 |
bound |
mecbur |
adj. |
|
- Tom's bound to need help to move into his new apartment.
- Tom, yeni dairesine taşınmak için yardım almaya mecbur.
- He's bound to forget.
- O unutmaya mecbur.
Show More (-1)
|
| 5 |
bound |
seke seke gitmek |
v. |
|
- We could see a dear bounding towards the woods.
- Ormana doğru seke seke giden bir geyik görebiliyorduk.
Show More (-2)
|
| 6 |
bound |
e giden |
adj. |
|
- The couple boarded the plane bound for the Netherlands.
- Çift Hollanda'ya giden uçağa bindi.
Show More (-2)
|
| 7 |
bound |
sarmak |
adj. |
|
- The nurse bound his wound with gauze.
- Hemşire yarasını gazlı bezle sardı.
Show More (-2)
|
| 8 |
bound |
hamle |
n. |
|
- The cat reached the top of the cupboard with a single bound.
- Kedi tek bir hamlede dolabın tepesine ulaştı.
Show More (-2)
|
| 9 |
bound |
(kitap) ciltli |
suf. |
|
- Have you seen my diary? It should be green and leather-bound.
- Günlüğümü gördünüz mü? Yeşil ve deri ciltli olacak.
Show More (-2)
|
| 10 |
bound |
çevrilmek |
v. |
|
- Our land is bound by hills on both sides.
- Arazimizin iki tarafı tepelerle çevrili.
Show More (-2)
|
| 11 |
bound |
(belli bir yerden) çıkamayan |
suf. |
|
- Our organization delivers food to the housebound elderly.
- Kuruluşumuz evinden çıkamayan yaşlılara yemek dağıtmaktadır.
Show More (-2)
|
| 12 |
bound |
sınır |
n. |
|
- They made sure not to go outside the bounds of the law.
- Yasal sınırların dışına asla çıkmamaya özen gösterdiler.
Show More (-2)
|
| 13 |
bound |
had |
n. |
|
- I'm sorry, I didn't mean to overstep my bounds.
- Özür dilerim, haddimi aşmak istememiştim.
Show More (-2)
|
