1 |
sharp |
keskin |
adj. |
|
- This lack of real significance is in sharp contrast, however, to the importance of the underlying subject.
- Ancak bu gerçek önem eksikliği, konunun temelindeki önemle keskin bir tezat oluşturmaktadır.
- The last two decades have unfortunately seen a sharp decline in the number of EU seafarers.
- Ne yazık ki son yirmi yılda AB denizcilerinin sayısında keskin bir düşüş yaşanmıştır.
- In particular, we need to bring our political dialogue into sharper focus.
- Özellikle de siyasi diyaloğumuzu daha keskin bir odak noktasına getirmemiz gerekiyor.
- May I remind colleagues that short, sharp questions are better.
- Meslektaşlarıma kısa ve keskin soruların daha iyi olduğunu hatırlatmak isterim.
- In particular, we need to bring our political dialogue into sharper focus.
- Özellikle siyasi diyaloğumuzu daha keskin bir odak noktasına getirmemiz gerekiyor.
- It requires a rapid and sharp reaction, including from Europe.
- Avrupa da dahil olmak üzere hızlı ve keskin bir tepki verilmesini gerektirmektedir.
- I think that a sharp mind must have worked on this report.
- Bu rapor üzerinde keskin bir zekânın çalışmış olması gerektiğini düşünüyorum.
- During the 1990s, a sharp fall in contributions penalised health funds.
- 1990'larda katkı paylarındaki keskin düşüş sağlık fonlarına darbe vurmuştur.
- This is still a sharp drop compared to the 0.33 % of the early '90s.
- Bu, 90'ların başındaki %0,33'lük orana kıyasla hala keskin bir düşüştür.
- A guest has sharp eyes.
- Bir misafirin keskin gözleri vardır.
- Birds have sharp eyes.
- Kuşların keskin gözleri vardır.
- The tongue is sharper than the sword.
- Dil, kılıçtan daha keskindir.
- The knife is sharp.
- Bıçak keskin.
- Vinegar has a sharp taste.
- Sirkenin keskin bir tadı vardır.
- Piranhas are big, voracious fish with sharp teeth.
- Piranalar keskin dişleri olan büyük, obur balıklardır.
- What's more dangerous than a sharp knife?
- Keskin bir bıçaktan daha tehlikeli olan nedir?
- A sharp tongue is more dangerous than a sharp knife.
- Keskin bir dil, keskin bir bıçaktan daha tehlikelidir.
- The truck made a sharp turn to the right.
- Kamyon sağa keskin bir dönüş yaptı.
- An anxious mother has sharp eyes.
- Endişeli bir annenin keskin gözleri vardır.
- This spider has big sharp fangs.
- Bu örümceğin büyük keskin dişleri var.
- Is your stomach pain dull, sharp, cramping, or something else?
- Mide ağrınız donuk mu, keskin mi, kramplı mı yoksa başka bir şey mi?
- A sharp knife is nothing without a sharp eye.
- Keskin bir göz olmadan keskin bir bıçak işe yaramaz.
- That knife wasn't sharp and I couldn't cut the meat with it, so I resorted to using my pocket knife.
- Bıçak keskin değildi ve eti onunla kesemedim, bu yüzden son çare olarak çakımı kullandım.
- The tip of the knife blade is sharp.
- Bıçak ağzının ucu keskindir.
- The Swiss keyboard contains no sharp S.
- İsviçre klavyesinde keskin S harfi yoktur.
- The truck made a sharp turn to the left.
- Kamyon sola doğru keskin bir dönüş yaptı.
- A sharp knife is nothing without a sharp eye.
- Keskin bir bıçak, keskin bir göz olmadan hiçbir şeydir.
- He needs a sharp knife.
- Ona keskin bir bıçak gerekiyor.
- The truck made a sharp right turn.
- Kamyon keskin bir sağa dönüş yaptı.
- The sharp tone of his words chilled the atmosphere.
- Sözlerinin keskin tonu ortamı soğuttu.
- This imbecile has sharp teeth.
- Bu embesilin keskin dişleri var.
- This is sharp.
- Bu keskin.
- He made a sharp turn to the left.
- O, sola keskin bir dönüş yaptı.
- Tom is pretty sharp.
- Tom, oldukça keskin biri.
- A sharp pain shot through Tom's body and he slumped to the ground.
- Tom'un vücuduna keskin bir acı saplandı ve o yere yığıldı.
- He has a sharp eye for painting.
- Resim için keskin bir gözü var.
- A sharp tongue is the only edged tool that grows keener with constant use.
- Keskin bir dil, sürekli kullanıldıkça daha da keskinleşen kenarlı tek alettir.
- The landscape was cold and sharp as flint.
- Manzara soğuk ve çakmaktaşı kadar keskindi.
- The knife we used to cut the bread with was sharp.
- Ekmeği kesmek için kullandığımız bıçak keskindi.
- They need a sharp knife.
- Onların keskin bir bıçağa ihtiyaçları var.
- Tom cut himself with a sharp knife.
- Tom keskin bir bıçakla kendini kesti.
- A guest has sharp eyes.
- Bir konuğun keskin gözleri var.
- It is sharp.
- O keskindir.
- He felt a sharp pain.
- O, keskin bir acı hissetti.
- I have a sharp knife.
- Keskin bir bıçağım var.
- Birds have sharp eyes.
- Kuşlar keskin gözlere sahiptirler.
- I received a knife with a sharp blade.
- Keskin ağızlı bir bıçak aldım.
- Piranhas are big, voracious fish with sharp teeth.
- Piranhalar büyük, obur ve keskin dişlidirler.
- Tom has a sharp mind.
- Tom'un keskin bir zekası var.
- There was a sharp rise in prices last year.
- Geçen yıl fiyatlarda keskin bir artış vardı.
- This cheese has a sharp taste.
- Bu peynirin keskin bir tadı var.
- Birds have sharp vision.
- Kuşların keskin görüşleri vardır.
- Nobody anticipated such a sharp decline in interest rates.
- Kimse faiz oranlarında bu kadar keskin bir düşüş beklemiyordu.
- He made a sharp turn to the right.
- O, sağa doğru keskin bir dönüş yaptı.
- What's more dangerous than a sharp knife?
- Keskin bir bıçaktan daha tehlikeli ne olabilir?
- Mayuko has sharp eyes.
- Mayuko'nun keskin gözleri var.
- You have a sharp sense of direction.
- Keskin bir yön duygusuna sahipsin.
- A lion's teeth are sharp.
- Bir aslanın dişleri keskindir.
- A dog has a sharp sense of smell.
- Bir köpek keskin bir koku alma duyusuna sahiptir.
- They're quite sharp.
- Onlar oldukça keskin.
- Baby teeth are sharp.
- Bebek dişleri keskindir.
- The scissors are not sharp.
- Makas keskin değil.
- There is nothing worse than a sharp image of a vague perception.
- Belirsiz bir algının keskin bir görüntüsünden daha kötü bir şey yoktur.
- Crocodiles have sharp teeth.
- Timsahların keskin dişleri vardır.
- Tom felt a sharp pain in his chest.
- Tom göğsünde keskin bir acı hissetti.
- He felt a sharp pain.
- Keskin bir acı hissetti.
- He has a sharp tongue.
- Onun keskin bir dili var.
- His observation is sharp, but he says very little.
- Gözlemleri keskindir ama çok az olduğunu söyler.
Show More (66)
|
2 |
sharp |
tam |
adv. |
|
- This train departs at nine o'clock sharp.
- Bu tren saat tam dokuzda kalkıyor.
- This train departs at nine o'clock sharp.
- Bu tren tam olarak saat dokuzda kalkar.
- He got home at seven sharp.
- Eve tam yedide geldi.
- The meeting began at nine o'clock sharp.
- Toplantı tam dokuzda başladı.
- I would like my breakfast in my room at eight o'clock sharp.
- Kahvaltımı saat tam sekizde odamda istiyorum.
- Come at ten o'clock sharp.
- Saat tam 10'da gel.
- Kate came at five sharp.
- Kate tam beşte geldi.
- I would like my breakfast in my room at eight o'clock sharp.
- Kahvaltımı saat tam sekizde odamda yapmak istiyorum.
- I'd like breakfast in my room at 8 sharp.
- Saat tam sekizde kahvaltıyı odamda istiyorum.
- The meeting began at nine o'clock sharp.
- Toplantı saat tam dokuzda başladı.
- Be here at six o'clock sharp.
- Saat tam altıda burada ol.
Show More (8)
|
3 |
sharp |
zeki |
adj. |
|
- I think Tom is sharp.
- Sanırım Tom zeki.
- You're very sharp.
- Çok zekisin.
- Tom is quite sharp.
- Tom oldukça zeki.
- Tom is really sharp, isn't he?
- Tom çok zeki, değil mi?
- Tom was certainly sharp.
- Tom kesinlikle zekiydi.
- Tom looked sharp.
- Tom zeki görünüyordu.
Show More (5)
|
4 |
sharp |
sivri |
adj. |
|
- Our group has tabled compromise amendments which would trim the sharp edges.
- Grubumuz, sivri uçları törpüleyecek uzlaşmacı değişiklik önerileri sunmuştur.
- This pole is sharp at the end.
- Bu direğin ucu sivri.
- Tom is sharp, isn't he?
- Tom sivri zekalı biri, değil mi?
- Tom is very sharp, isn't he?
- Tom çok sivri zekalı, değil mi?
- This spider has big sharp fangs.
- Bu örümceğin büyük, sivri dişleri var.
Show More (2)
|
5 |
sharp |
şiddetle |
adv. |
|
- I therefore voted against the resolution despite my sharp condemnation of terrorism.
- Bu nedenle, terörü şiddetle kınamama rağmen karara karşı oy kullandım.
- I therefore voted against the resolution despite my sharp condemnation of terrorism.
- Bu nedenle terörizmi şiddetle kınamama rağmen karara karşı oy kullandım.
Show More (-1)
|
6 |
sharp |
şiddetli |
adj. |
|
- It requires a rapid and sharp reaction, including from Europe.
- Bu durum, Avrupa da dahil olmak üzere hızlı ve şiddetli bir tepki verilmesini gerektirmektedir.
- I felt a sharp pain in my stomach.
- Midemde şiddetli bir ağrı hissettim.
Show More (-1)
|
7 |
sharp |
kurnaz |
adj. |
|
- You're a sharp one.
- Kurnaz birisin.
Show More (-2)
|
8 |
sharp |
çok net |
adj. |
|
- The birthday pictures are very sharp.
- Doğum günü fotoğrafları çok net.
Show More (-2)
|
9 |
sharp |
sert |
adj. |
|
- Don't be so sharp with the children.
- Çocuklara karşı çok sert olma.
Show More (-2)
|