define - English Turkish Sentences
English Turkish
define tanımlamak v.
  • Now we must define the political project for the enlarged Union.
  • Şimdi genişlemiş Birlik için siyasi projeyi tanımlamalıyız.
  • We must define civil society and ensure that it is not exploited by any party.
  • Sivil toplumu tanımlamalı ve herhangi bir tarafça istismar edilmemesini sağlamalıyız.
  • The Rio Summit defined a new arena, that of sustainable development.
  • Rio Zirvesi yeni bir alanı, sürdürülebilir kalkınmayı tanımladı.
Show More (98)
define belirlemek v.
  • Since 1996, the EU's links with Cuba have been defined by the EU's common position on Cuba.
  • 1996'dan bu yana AB'nin Küba ile olan bağları, AB'nin Küba'ya ilişkin ortak tutumuyla belirlenmiştir.
  • We have to set up an efficient disaster fund, give it sufficient funds and define criteria for it.
  • Etkili bir afet fonu kurmalı, bu fona yeterli kaynak sağlamalı ve bunun için kriterler belirlemeliyiz.
  • Kosovo's status is currently defined under UN Security Council Resolution 1244 of 10 June 1999.
  • Kosova'nın statüsü halihazırda BM Güvenlik Konseyi'nin 10 Haziran 1999 tarihli ve 1244 sayılı Kararı ile belirlenmiştir.
Show More (9)
define açıklamak v.
  • I also defined the limits ECOFIN and the ministers themselves have already set.
  • Ayrıca Ekonomik ve Mali İşler Konseyi ile bakanların kendilerinin de zaten açıklamış olduğu sınırları tanımladım.
  • Some words are hard to define.
  • Bazı kelimeleri açıklamak zordur.
Show More (-1)
define tarif etmek v.
  • One can define 'love' in many ways.
  • Sevgi' birçok şekilde tarif edilebilir.
Show More (-2)
define görülmek v.
  • The tall oak trees were clearly defined against the light of the full moon.
  • Uzun meşe ağaçlarının dalları dolunayın ışığında net bir şekilde görülüyordu.
Show More (-2)
define belirtmek v.
  • If you want to talk to me, you must define the words you will use.
  • Benimle konuşmak istiyorsanız, kullanacağınız kelimeleri belirtmelisiniz.
Show More (-2)
English Turkish
treasure define n.
  • The treasure was buried in the deepest of the sea.
  • Define denizin derinliklerine gömülmüştü.
  • The treasure was buried on an island.
  • Define bir adaya gömülmüş.
Show More (-1)