strain - English Turkish Sentences
English Turkish
strain baskı n.
  • There will be reverses that will place this commitment under severe strain.
  • Bu taahhüdü ciddi bir baskı altına sokacak geri dönüşler olacaktır.
  • It therefore puts a strain on the poorest households.
  • Bu nedenle en yoksul haneler üzerinde bir baskı oluşturmaktadır.
  • The strain on the Europeans will be greater.
  • Avrupalılar üzerindeki baskı daha büyük olacaktır.
Show More (9)
strain süzmek v.
  • You need to strain the canned chickpeas.
  • Konservelenmiş nohutları süzmeniz gerekir.
  • I'm not straining your tea.
  • Çayınızı süzmüyorum.
  • Did you keep the whey after you strained the yogurt?
  • Yoğurdu süzünce suyunu saklıyor musun?
Show More (4)
strain zorlamak v.
  • My dog Buddy was straining against the fence.
  • Köpeğim Buddy çitleri zorluyordu.
  • There will be reverses that will place this commitment under severe strain.
  • Bu taahhüdü ciddi şekilde zorlayacak geri dönüşler olacaktır.
  • Take care not to strain your eyes.
  • Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
Show More (2)
strain gerginlik n.
  • This strain is unbearable; I quit!
  • Bu gerginlik dayanılmaz; bırakıyorum!
  • That we are emerging from a period of strain in the transatlantic relationship is not in dispute.
  • Transatlantik ilişkilerde bir gerginlik döneminden çıkmakta olduğumuz tartışma götürmez.
  • The incident led to deep strains in diplomatic relations with the United States.
  • Olay, Amerika Birleşik Devletleri ile diplomatik ilişkilerde derin gerginliklere yol açtı.
Show More (1)
strain yük n.
  • Using a phone puts too much strain on my wrists.
  • Telefon kullanmak bileklerime çok fazla yük bindiriyor.
  • They want more training and can take the strain.
  • Daha fazla eğitim istiyorlar ve bu yükü kaldırabilirler.
  • Does the Commission proposal put the present Member States under excessive financial strain?
  • Komisyon'un önerisi mevcut Üye Devletleri aşırı mali yük altına sokuyor mu?
Show More (1)
strain germek v.
  • His weight strained the rope.
  • Ağırlığı ipi geriyordu.
  • His weight strained the rope.
  • Onun ağırlığı ipi gerdi.
  • I want to strain your nerves.
  • Ben sinirlerini germek istiyorum.
Show More (1)
strain gerilmek v.
  • Their marriage has been strained lately because of financial problems.
  • Mali sıkıntılar nedeniyle evlilikleri son zamanlarda gerildi.
  • Their marriage has been strained lately because of financial problems.
  • Evlilikleri son zamanlarda mali sorunlar yüzünden gerilmişti.
  • The atmosphere became strained when he came.
  • O geldiğinde ortam gerildi.
Show More (0)
strain incitmek v.
  • I strained a muscle in my back, trying to replace a lightbulb.
  • Ampul değiştirmeye çalışırken sırtımdaki bir kası incittim.
  • Tom strained his back.
  • Tom sırtını incitti.
Show More (-1)
strain gerilim n.
  • There are recurrent strains in relations with Syria and Iraq, particularly over water rights and the Kurdish question.
  • Özellikle su hakları ve Kürt sorunu konusunda, Suriye ve Irak ile ilişkilerde sık sık gerilimler yaşanmaktadır.
  • The incident led to deep strains in diplomatic relations with the United States.
  • Olay, ABD ile diplomatik ilişkilerde derin gerilime neden oldu.
Show More (-1)
strain tür (bitki için) n.
  • France has banned a strain of genetically modified maize.
  • Fransa, genetiği değiştirilmiş bir mısır türünü yasakladı.
  • France has banned a strain of genetically modified maize.
  • Fransa genetiği değiştirilmiş bir mısır türünü yasakladı.
Show More (-1)
strain yormak v.
  • He strained his eyes by reading too much.
  • Çok fazla okuyarak gözlerini yordu.
  • Take care not to strain your eyes.
  • Gözlerinizi yormamaya dikkat edin.
Show More (-1)
strain özellik n.
  • A strain of extraordinary kindness runs in the family.
  • Ailede kuşaktan kuşağa aktarılan olağanüstü bir nezaket özelliği var.
Show More (-2)
strain zora sokmak v.
  • This rumor will strain our relations with clients.
  • Bu söylenti müşterilerimizle olan ilişkilerimizi zora sokacaktır.
Show More (-2)
strain çalışmak v.
  • I pressed my ear against the door, straining to hear them.
  • Kulağımı kapıya dayadım ve onları duymaya çalıştım.
Show More (-2)
strain varyant n.
  • The UK has announced a new strain of Corona Virus.
  • Birleşik Krallık yeni bir Corona Virüsü varyantını duyurdu.
Show More (-2)
strain anlatım n.
  • You can sense a strain of despair in his earlier work.
  • Daha önceki çalışmalarında umutsuzluk içeren bir anlatım hissedebilirsiniz.
Show More (-2)
strain zor n.
  • Trust issues can put a strain on work relationships.
  • Güven sorunları iş ilişkilerini zora sokabilir.
Show More (-2)
strain incinme n.
  • I'm not allowed to play football for a while due to an ankle strain.
  • Ayak bileğimdeki incinme nedeniyle bir süre futbol oynamama izin yok.
Show More (-2)
strain zorlama n.
  • Hundreds of billions in paying off goodwill are putting a serious strain on business and are hampering recovery.
  • Yüz milyarlarca dolarlık iyi niyet ödemeleri iş dünyasını ciddi şekilde zorlamakta ve toparlanmayı engellemektedir.
Show More (-2)