1 |
strain |
baskı |
n. |
|
- There will be reverses that will place this commitment under severe strain.
- Bu taahhüdü ciddi bir baskı altına sokacak geri dönüşler olacaktır.
- It therefore puts a strain on the poorest households.
- Bu nedenle en yoksul haneler üzerinde bir baskı oluşturmaktadır.
- The strain on the Europeans will be greater.
- Avrupalılar üzerindeki baskı daha büyük olacaktır.
- The floods that put Central Europe under such immense strain this summer were a huge natural catastrophe.
- Bu yaz Orta Avrupa'yı böylesine büyük bir baskı altına alan seller büyük bir doğal felaketti.
- This way companies that have opted in will not be under strain.
- Bu şekilde, katılmayı tercih eden şirketler baskı altında kalmayacaktır.
- It is creaking under the strain of the mass movement of 21 million migrants a year.
- Yılda 21 milyon göçmenin kitlesel hareketinin baskısı altında çatırdıyor.
- This way companies that have opted in will not be under strain.
- Bu şekilde katılmayı tercih eden şirketler baskı altında kalmayacaktır.
- Those effects must therefore be minimised and the strain on the soil thus reduced.
- Dolayısıyla bu etkiler en aza indirilmeli ve toprak üzerindeki baskı azaltılmalıdır.
- Tom has been under a lot of strain recently.
- Tom son zamanlarda çok fazla baskı altında.
- Air traffic controllers are under severe mental strain.
- Hava trafik kontrolörleri ciddi zihinsel baskı altındadır.
- Great strain was put on Tom and Mary's marriage by the constant meddling of Mary's mother.
- Tom ve Mary'nin evliliğine Mary'nin annesinin sürekli karışması büyük bir baskı yaratıyordu.
- Tom has been under a great deal of strain lately.
- Tom son zamanlarda büyük bir baskı altında.
Show More (9)
|
2 |
strain |
süzmek |
v. |
|
- You need to strain the canned chickpeas.
- Konservelenmiş nohutları süzmeniz gerekir.
- I'm not straining your tea.
- Çayınızı süzmüyorum.
- Did you keep the whey after you strained the yogurt?
- Yoğurdu süzünce suyunu saklıyor musun?
- Mary uses a paper filter to strain coffee.
- Mary kahveyi süzmek için kağıt filtre kullanır.
- I'm not straining your tea.
- Çayını süzmüyorum.
- Mary uses a paper filter to strain coffee.
- Mary kahveyi süzmek için kağıt filtre kullanıyor.
- Did you keep the whey after you strained the yogurt?
- Yoğurdu süzdükten sonra peynir altı suyunu sakladın mı?
Show More (4)
|
3 |
strain |
zorlamak |
v. |
|
- My dog Buddy was straining against the fence.
- Köpeğim Buddy çitleri zorluyordu.
- There will be reverses that will place this commitment under severe strain.
- Bu taahhüdü ciddi şekilde zorlayacak geri dönüşler olacaktır.
- Take care not to strain your eyes.
- Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
- He strained his eyes by reading too much.
- Çok okumaktan gözlerini zorlamıştı.
- Tom strained his back.
- Tom sırtını zorladı.
Show More (2)
|
4 |
strain |
gerginlik |
n. |
|
- This strain is unbearable; I quit!
- Bu gerginlik dayanılmaz; bırakıyorum!
- That we are emerging from a period of strain in the transatlantic relationship is not in dispute.
- Transatlantik ilişkilerde bir gerginlik döneminden çıkmakta olduğumuz tartışma götürmez.
- The incident led to deep strains in diplomatic relations with the United States.
- Olay, Amerika Birleşik Devletleri ile diplomatik ilişkilerde derin gerginliklere yol açtı.
- The rope broke under the strain.
- İp gerginlikten koptu.
Show More (1)
|
5 |
strain |
yük |
n. |
|
- Using a phone puts too much strain on my wrists.
- Telefon kullanmak bileklerime çok fazla yük bindiriyor.
- They want more training and can take the strain.
- Daha fazla eğitim istiyorlar ve bu yükü kaldırabilirler.
- Does the Commission proposal put the present Member States under excessive financial strain?
- Komisyon'un önerisi mevcut Üye Devletleri aşırı mali yük altına sokuyor mu?
- Air traffic controllers are under severe mental strain.
- Hava trafik kontrolörleri ağır zihinsel yük altındadırlar.
Show More (1)
|
6 |
strain |
germek |
v. |
|
- His weight strained the rope.
- Ağırlığı ipi geriyordu.
- His weight strained the rope.
- Onun ağırlığı ipi gerdi.
- I want to strain your nerves.
- Ben sinirlerini germek istiyorum.
- I want to strain your nerves.
- Sinirlerini germek istiyorum.
Show More (1)
|
7 |
strain |
gerilmek |
v. |
|
- Their marriage has been strained lately because of financial problems.
- Mali sıkıntılar nedeniyle evlilikleri son zamanlarda gerildi.
- Their marriage has been strained lately because of financial problems.
- Evlilikleri son zamanlarda mali sorunlar yüzünden gerilmişti.
- The atmosphere became strained when he came.
- O geldiğinde ortam gerildi.
Show More (0)
|
8 |
strain |
incitmek |
v. |
|
- I strained a muscle in my back, trying to replace a lightbulb.
- Ampul değiştirmeye çalışırken sırtımdaki bir kası incittim.
- Tom strained his back.
- Tom sırtını incitti.
Show More (-1)
|
9 |
strain |
gerilim |
n. |
|
- There are recurrent strains in relations with Syria and Iraq, particularly over water rights and the Kurdish question.
- Özellikle su hakları ve Kürt sorunu konusunda, Suriye ve Irak ile ilişkilerde sık sık gerilimler yaşanmaktadır.
- The incident led to deep strains in diplomatic relations with the United States.
- Olay, ABD ile diplomatik ilişkilerde derin gerilime neden oldu.
Show More (-1)
|
10 |
strain |
tür (bitki için) |
n. |
|
- France has banned a strain of genetically modified maize.
- Fransa, genetiği değiştirilmiş bir mısır türünü yasakladı.
- France has banned a strain of genetically modified maize.
- Fransa genetiği değiştirilmiş bir mısır türünü yasakladı.
Show More (-1)
|
11 |
strain |
yormak |
v. |
|
- He strained his eyes by reading too much.
- Çok fazla okuyarak gözlerini yordu.
- Take care not to strain your eyes.
- Gözlerinizi yormamaya dikkat edin.
Show More (-1)
|
12 |
strain |
özellik |
n. |
|
- A strain of extraordinary kindness runs in the family.
- Ailede kuşaktan kuşağa aktarılan olağanüstü bir nezaket özelliği var.
Show More (-2)
|
13 |
strain |
zora sokmak |
v. |
|
- This rumor will strain our relations with clients.
- Bu söylenti müşterilerimizle olan ilişkilerimizi zora sokacaktır.
Show More (-2)
|
14 |
strain |
çalışmak |
v. |
|
- I pressed my ear against the door, straining to hear them.
- Kulağımı kapıya dayadım ve onları duymaya çalıştım.
Show More (-2)
|
15 |
strain |
varyant |
n. |
|
- The UK has announced a new strain of Corona Virus.
- Birleşik Krallık yeni bir Corona Virüsü varyantını duyurdu.
Show More (-2)
|
16 |
strain |
anlatım |
n. |
|
- You can sense a strain of despair in his earlier work.
- Daha önceki çalışmalarında umutsuzluk içeren bir anlatım hissedebilirsiniz.
Show More (-2)
|
17 |
strain |
zor |
n. |
|
- Trust issues can put a strain on work relationships.
- Güven sorunları iş ilişkilerini zora sokabilir.
Show More (-2)
|
18 |
strain |
incinme |
n. |
|
- I'm not allowed to play football for a while due to an ankle strain.
- Ayak bileğimdeki incinme nedeniyle bir süre futbol oynamama izin yok.
Show More (-2)
|
19 |
strain |
zorlama |
n. |
|
- Hundreds of billions in paying off goodwill are putting a serious strain on business and are hampering recovery.
- Yüz milyarlarca dolarlık iyi niyet ödemeleri iş dünyasını ciddi şekilde zorlamakta ve toparlanmayı engellemektedir.
Show More (-2)
|