| 1 |
trouble |
sorun |
n. |
|
- The trouble with Joey is that he can't take a joke.
- Joey'nin sorunu şaka kaldıramaması.
- We've had a lot of trouble with our old car.
- Eski arabamızla bir sürü sorun yaşadık.
- Everyone was terribly concerned about violence and trouble and such.
- Herkes şiddet, sorun ve benzeri konularda son derece endişeliydi.
- The trouble is we do not know how to use it.
- Sorun şu ki bunu nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz.
- We have enough trouble at the moment with the normal judiciary.
- Şu anda normal yargı ile yeterince sorunumuz var.
- Lack of transparency in this area is case-by-case across the world the real reason for a lot of trouble.
- Bu alandaki şeffaflık eksikliği, dünya genelinde birçok sorunun gerçek sebebidir.
- Last year, late season, I started having shoulder trouble.
- Geçen yıl, sezon sonunda, omzumda sorun yaşamaya başladım.
- If there must be trouble, let it be in my day, that my child may have peace.
- Eğer bir sorun olacaksa, benim günümde olsun ki çocuğum huzur bulsun.
- Nicola was so welcoming and nothing was too much trouble.
- Nicola çok misafirperverdi ve hiçbir şey çok fazla sorun olmuyordu.
- I have been having trouble with Blogger since Sunday.
- Pazar gününden beri Blogger'da sorun yaşıyorum.
- Every time, they cause a big trouble in the mission.
- Her seferinde, görevde büyük bir soruna neden olurlar.
- Every time, they cause a big trouble in the mission.
- Her seferinde görevde büyük bir soruna sebep olurlar.
- Last year, late season, I started having shoulder trouble.
- Geçen sene, sezonun sonlarında omuz sorunu yaşamaya başladım.
- Last year, late season, I started having shoulder trouble.
- Geçen yıl, sezon sonuna doğru omzumda sorun yaşamaya başladım.
- If you're having trouble remembering that formula, just ask Denise; she can tick it off with no problem.
- Eğer bu formülü hatırlamakta zorlanıyorsanız Denise'e sorun; o hiç zorlanmadan sayabilir.
- If there must be trouble, let it be in my day, that my child may have peace.
- Eğer bir sorun olacaksa, benim dönemimde olsun ki çocuğum huzur bulsun.
- Tom is having a bit of trouble with his new car.
- Tom yeni arabasıyla biraz sorun yaşıyor.
- I heard there was some trouble at Tom's house last night.
- Dün gece Tom'un evinde bir sorun olduğunu duydum.
- These patients have trouble walking.
- Bu hastaların yürüme sorunu var.
- We've never had any trouble with it so far.
- Şimdiye kadar hiç sorun yaşamadık.
- If you had taken my advice, you wouldn't be in such trouble.
- Tavsiyemi dinleseydin, böyle bir sorunun içinde olmazdın.
- I have kidney trouble.
- Böbrek sorunum var.
- She's been having trouble with back pain for years.
- Sırt ağrısı ile yıllardır sorun yaşıyor.
- You should help your friends when they're in trouble.
- Sorunlarının olduğu zamanlarda arkadaşlarına yardım etmelisin.
- Tom had a lot of trouble doing that.
- Tom bunu yaparken çok fazla sorun yaşadı.
- That could mean real trouble.
- Bu gerçek bir sorun anlamına gelebilir.
- In my profession, I always expect trouble.
- Mesleğimde her zaman sorun beklerim.
- Tom has trouble socializing with people.
- Tom insanlarla sosyalleşmekte sorun yaşıyor.
- Tom caused quite a lot of trouble.
- Tom oldukça çok soruna sebep oldu.
- The rich have trouble as well as the poor.
- Zenginlerin fakirler kadar sorunu vardır.
- Tom has trouble breathing.
- Tom'un nefes alma sorunu var.
- He is in trouble.
- Onun sorunları var.
- Here's a tip for your trouble.
- İşte senin sorunun için bir ipucu.
- The trouble is you cannot work while watching TV.
- Sorun şu ki, televizyon izlerken çalışamazsınız.
- We're having a lot of trouble with our car.
- Arabamızla bir sürü sorun yaşıyoruz.
- Look, I don't want any trouble.
- Bak, ben herhangi bir sorun istemiyorum.
- I don't want to cause you any more trouble.
- Sana daha fazla soruna neden olmak istemiyorum.
- That was the trouble.
- Sorun oydu.
- Jane is in serious trouble.
- Jane'in ciddi bir sorunu var.
- Your present trouble is on my mind all the time.
- Senin şu anki sorunun her zaman aklımda.
- I anticipate that there will be trouble.
- Sorun çıkacağını tahmin ediyorum.
- Tom has no trouble climbing trees.
- Tom ağaçlara tırmanmada sorun yaşamadı.
- They had trouble understanding each other.
- Birbirlerini anlama sorunları vardı.
- The trouble with you, Tom, is that you never listen to what other people say.
- Senin sorunun şu ki Tom, başkalarının söylediklerini hiç dinlemiyorsun.
Show More (41)
|
| 2 |
trouble |
bela |
n. |
|
- The drunk man wandered the town looking for trouble.
- Sarhoş adam kasabada dolaşıp belasını arıyordu.
- To stay out of trouble, just say nothing.
- Beladan uzak durmak istiyorsanız, hiçbir şey söylemeyin.
- Tom is in big trouble.
- Tom'un başı büyük belada.
- I'm in a bit of trouble.
- Başım biraz belada.
- You're in trouble again, aren't you?
- Başın yine belada, değil mi?
- Tom has caused us a lot of trouble.
- Tom başımıza çok bela açtı.
- Why should Tom be in trouble?
- Tom'un başı neden belada olsun ki?
- If not, he may cause you trouble.
- Yoksa, başınıza bela açabilir.
- Don't trouble trouble until trouble troubles you.
- Başına bela gelene kadar belaya bulaşma.
- Tom doesn't want to get in trouble again.
- Tom başını tekrar belaya sokmak istemiyor.
- Sami was in deep trouble.
- Sami'nin başı büyük beladaydı.
- Tom is in real trouble.
- Tom'un başı gerçekten belada.
- I'm holding you personally responsible for getting us in trouble with the police.
- Başımızı polisle belaya soktuğun için seni şahsen sorumlu tutuyorum.
- We were in very big trouble.
- Çok büyük bir belanın içindeydik.
- Tom got into trouble because of Mary.
- Tom'un başı Mary yüzünden belaya girdi.
- I don't want any more trouble.
- Daha fazla bela istemiyorum.
- Tom got into trouble with the cartel in Mexico.
- Tom'un başı Meksika'dayken kartelle belaya girdi.
- We never got into any trouble.
- Başımız hiç belaya girmedi.
- You're in a lot of trouble.
- Başın büyük belada.
Show More (16)
|
| 3 |
trouble |
sıkıntı |
n. |
|
- These troubles are even more keenly felt in developing countries, even where education is compulsory.
- Bu sıkıntılar, eğitimin zorunlu olduğu gelişmekte olan ülkelerde daha da yoğun bir şekilde hissedilmektedir.
- US steel has been uncompetitive and in deep trouble over a long period; it has not become so suddenly.
- ABD çeliği uzun bir süredir rekabetsiz ve büyük sıkıntılar içindeydi; birdenbire bu hale gelmedi.
- Is it any wonder that stocks are actually in trouble?
- Rezervlerin gerçekten sıkıntı içinde olması şaşırtıcı mı?
- If there must be trouble, let it be in my day, that my child may have peace.
- Eğer sıkıntı yaşanacaksa benim zamanımda olsun ki çocuğum rahat etsin.
- We had no trouble in getting through the French lines.
- Fransız hatlarını geçmekte hiçbir sıkıntı yaşamadık.
- There's always plenty of trouble.
- Her zaman bol sıkıntı vardır.
- He was clearly in trouble.
- O açıkça sıkıntıdaydı.
- If penguins ever learn to fly, we'll be in serious trouble.
- Penguenler uçmayı öğrenirlerse ciddi sıkıntı içinde oluruz.
- Tom knew he was in serious trouble.
- Tom ciddi bir sıkıntı içinde olduğunu biliyordu.
Show More (6)
|
| 4 |
trouble |
rahatsız etmek |
v. |
|
- You seem distracted. Is something troubling you?
- Dikkatin dağınık görünüyor. Seni rahatsız eden bir şey mi var?
- I can assure Parliament that we will continue to raise this deeply troubling issue.
- Parlamentoyu temin ederim ki bu son derece rahatsız edici konuyu gündeme getirmeye devam edeceğiz.
- This is, as every Member who has spoken in this debate has pointed out, an extremely troubling case.
- Bu tartışmada söz alan her Üyenin de belirttiği gibi bu son derece rahatsız edici bir durumdur.
- We are troubled by the conduct of the trial and the speed and manner of the court's decision.
- Davanın yürütülme şekli ve mahkemenin karar verme hızı ve şekli bizi rahatsız etmektedir.
- I thank the Minister for his reply, which troubles me of course.
- Bakan'a beni rahatsız eden cevabı için teşekkür ederim.
- What I want you to do is to tick off any of these items here that particularly trouble you.
- Sizden yapmanızı istediğim şey, sizi özellikle rahatsız eden bu maddelerden herhangi birini işaretlemeniz.
- I find that terribly troubling.
- Onu korkunç derecede rahatsız edici buluyorum.
- I'm sorry to trouble you, but could you tell me the way to the station?
- Rahatsız ettiğim için özür dilerim ama bana istasyonun yolunu tarif edebilir misiniz?
Show More (5)
|
| 5 |
trouble |
dert |
n. |
|
- Don't let your troubles hold you back.
- Dertlerinizin sizi bir şeylerden alıkoymasına izin vermeyin.
- I hope our troubles are over.
- Umarım dertlerimiz biter.
- The lie got him in trouble when his boss found out the truth.
- Patronu gerçeği öğrendiğinde, yalan onun başını derde soktu.
- It seems like Tom is having trouble.
- Görünüşe göre Tom'un başı dertte.
- Tom is in more trouble than I thought.
- Tom'un başı düşündüğümden daha büyük dertte.
- Fadil is the person you would go to to share your troubles.
- Fadıl, dertlerinizi paylaşmak için gideceğiniz kişidir.
Show More (3)
|
| 6 |
trouble |
zahmet |
n. |
|
- My favorite professor took the trouble to write a very detailed recommendation letter.
- En sevdiğim hocam zahmet edip çok detaylı bir tavsiye mektubu yazdı.
- It does not even take the trouble to talk about the issue.
- Konu hakkında konuşma zahmetine bile katlanmıyor.
- Mr Haarder has gone to a great deal of trouble to provide a number of contributions.
- Bay Haarder bir dizi katkı sağlamak için büyük bir zahmete girmiştir.
- He took the trouble to show me the way to the station.
- Bana istasyonun yolunu gösterme zahmetinde bulundu.
- I just saved Tom the trouble of going there himself.
- Tom'u oraya kendi başına gitme zahmetinden kurtardım.
Show More (2)
|
| 7 |
trouble |
güçlük |
n. |
|
- Tom often has trouble remembering things.
- Tom sık sık bir şeyleri hatırlamakta güçlük çeker.
- They had trouble understanding each other.
- Birbirlerini anlamakta güçlük çekiyorlardı.
- Tom had trouble believing that Mary would actually want to go out with him.
- Tom, Mary'nin gerçekten onunla çıkmak isteyeceğine inanmakta güçlük çekiyordu.
Show More (0)
|
| 8 |
trouble |
rahatsızlık |
n. |
|
- Excessive drinking may cause kidney trouble.
- Aşırı içki tüketimi böbrek rahatsızlıklarına neden olabilir.
Show More (-2)
|
| 9 |
trouble |
arıza |
n. |
|
- Dear passengers, we are currently experiencing engine trouble.
- Sayın yolcularımız, şu anda motor arızası yaşamaktayız.
Show More (-2)
|
| 10 |
trouble |
rahatsızlık vermek |
v. |
|
- My neck has been troubling me again.
- Boynum yine bana rahatsızlık vermeye başladı.
Show More (-2)
|
| 11 |
trouble |
endişelendirmek |
v. |
|
- Low sales were troubling investors.
- Düşük satışlar yatırımcıları endişelendiriyordu.
Show More (-2)
|
| 12 |
trouble |
bunaltmak |
v. |
|
- I don’t want to trouble him with the details of the dispute.
- Tartışmanın detaylarıyla onu bunaltmak istemiyorum.
Show More (-2)
|
| 13 |
trouble |
zorluk |
n. |
|
- He had trouble breathing.
- Nefes alma zorluğu vardı.
Show More (-2)
|
