1 |
affair |
ilişki |
n. |
|
- They need Russia to regularise and establish its affairs with them effectively.
- Rusya'nın kendileriyle olan ilişkilerini etkin bir şekilde düzenlemesi ve tesis etmesine ihtiyaçları var.
- This includes work on Foreign Affairs, and the Common Security and Defence Policy.
- Buna Dış İlişkiler ile Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası çalışmaları da dahildir.
- The delegation is led by Senator Gabriel Valdés, Chairman of the Senate's Foreign Affairs Committee.
- Heyete Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Senatör Gabriel Valdés başkanlık ediyor.
- The violation of women's rights in international affairs is an extremely serious issue.
- Uluslararası ilişkilerde kadın haklarının ihlal edilmesi son derece ciddi bir konudur.
- The issue of the Union's external representation is also relevant to economic affairs.
- Birliğin dış temsili konusu ekonomik ilişkilerle de ilgilidir.
- I have already passed this information on to the Committee on Foreign Affairs.
- Bu bilgiyi halihazırda Dış İlişkiler Komitesi'ne ilettim.
- Another failure on our part to show unity would further undermine the EU's credibility in foreign affairs.
- Birlik olma konusundaki bir başka başarısızlık AB'nin dış ilişkilerdeki güvenilirliğini daha da zayıflatacaktır.
- We often say, when discussing Euro-American affairs, that the Americans are our allies.
- Avrupa-Amerika ilişkilerini tartışırken sık sık Amerikalıların müttefikimiz olduğunu söyleriz.
- We live at a vital juncture of European and international affairs.
- Avrupa ve uluslararası ilişkilerin hayati bir kavşağında yaşıyoruz.
- This has had the full support of the Committee on Foreign Affairs, Human Rights, Common Security and Defence Policy.
- Dış İlişkiler, İnsan Hakları, Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası Komitesi'nin tam desteğini almıştır.
- I think this is an excellent set of reports and that the Committee on Foreign Affairs has done a good job.
- Bunun mükemmel bir rapor seti olduğunu ve Dış İlişkiler Komitesi'nin iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum.
- That is a valid maxim for the conduct of international affairs.
- Bu, uluslararası ilişkilerin yürütülmesi için geçerli bir düsturdur.
- She had an affair with her boss.
- Patronuyla bir ilişkisi vardı.
- Your dad is having an affair with that slut.
- Babanın o sürtükle bir ilişkisi var.
- Tom approved of his wife's extra-marital affair.
- Tom karısının evlilik dışı ilişkisini onaylıyordu.
- He knew about the affair.
- İlişkiyi biliyordu.
- Linda knew about Dan's affair.
- Linda, Dan'in ilişkisini biliyordu.
- Sami and Layla began a scandalous affair.
- Sami ve Layla skandal bir ilişkiye başladılar.
- Layla ended her affair with Sami.
- Leyla, Sami ile olan ilişkisini bitirdi.
- I'd never imagine you'd have an affair with someone working for the company.
- Şirket içinden biriyle ilişki yaşayacağını hiç tahmin etmezdim.
- Is Layla having an affair?
- Layla'nın bir ilişkisi mi var?
- Sami's affair is over.
- Sami'nin ilişkisi bitti.
- Why do men always seem to have affairs with their secretaries?
- Neden erkeklerin her zaman sekreterleriyle ilişkileri olduğu görülüyor?
- Sami was having an affair with a married woman.
- Sami evli bir kadınla bir ilişki yaşıyordu.
- Sami has ended this affair months ago.
- Sami bu ilişkiyi aylar önce bitirdi.
- Tom and Mary had been carrying on a torrid affair for years.
- Tom ve Mary yıllardır ateşli bir ilişki yaşıyorlardı.
- Do you want to talk about the affair?
- İlişki hakkında konuşmak ister misin?
- Tom denied that he had been involved in the affair.
- Tom ilişkiye dahil olduğunu inkar etti.
- Fadil was having an affair with Layla.
- Fadıl'ın Leyla ile bir ilişki yaşıyordu.
- Sami started an affair with Layla.
- Sami, Layla ile bir ilişkiye başladı.
- Sami had a long-time affair with Layla.
- Sami, Layla ile uzun süreli bir ilişki yaşadı.
- Is he having an affair?
- O bir ilişki yaşıyor mu?
- Sami was having an affair with his secretary.
- Sami'nin sekreteriyle bir ilişkisi vardı.
- Sami's forbidden affair exploded.
- Sami'nin yasak ilişkisi patladı.
- Sami was heartbroken when he heard about the affair.
- İlişkiyi duyunca Sami'nin kalbi kırıldı.
- Fadil had an affair with Layla for seven years.
- Fadıl yedi yıl boyunca Leyla ile ilişki yaşadı.
- Don't you want to talk about the affair?
- İlişki hakkında konuşmak istemiyor musun?
- What a strange affair!
- Ne tuhaf bir ilişki!
- Dan admitted to Linda that he had been having an affair.
- Dan bir ilişkisi olduğunu Linda'ya itiraf etti.
- Fadil and Layla had an illicit affair.
- Fadıl ve Layla'nın yasak bir ilişkisi vardı.
- Tom's wife had an extramarital affair.
- Tom'un karısının evlilik dışı bir ilişkisi vardı.
- Tom and Mary had been carrying on a torrid affair for years.
- Tom ve Mary yıllardır ihtiraslı bir ilişki sürdürüyorlardı.
- Tom understands foreign affairs.
- Tom dış ilişkilerden anlıyor.
- Sami wanted to continue his affair.
- Sami ilişkisine devam etmek istiyordu.
- Tom had a torrid affair with a coworker.
- Tom'un bir iş arkadaşıyla ateşli bir ilişkisi vardı.
- Sami's birth resulted from an extramarital affair.
- Sami'nin doğumu evlilik dışı bir ilişkiden kaynaklandı.
- Sami deserves to know about the affair.
- Sami ilişki hakkında bilgi sahibi olmayı hak ediyor.
- His business affairs are in good shape.
- Onun iş ilişkileri iyi durumda.
Show More (45)
|
2 |
affair |
mesele |
n. |
|
- But the choice of financial products across borders inside Europe is even more recent an affair.
- Ancak Avrupa içinde sınır ötesi finansal ürün seçimi daha da yeni bir meseledir.
- We all will regret it, because that reality is no longer the internal affair of one Member State.
- Hepimiz bundan pişmanlık duyacağız, çünkü bu gerçeklik artık tek bir Üye Devletin iç meselesi değildir.
- The Zakayev affair has not been resolved, however.
- Ancak Zakayev meselesi çözüme kavuşturulmamıştır.
- To conclude this reflection on the Eurostat affair, I will now come to OLAF.
- Eurostat meselesine ilişkin bu değerlendirmeyi sonlandırmak üzere şimdi OLAF'a geliyorum.
- Please allow me to remark on how well-versed and well-informed he is on European affairs.
- Lütfen kendisinin Avrupa meseleleri konusunda ne kadar bilgili ve donanımlı olduğunu belirtmeme izin verin.
- Let us not therefore turn the discussion into an internal and national affair.
- Bu nedenle tartışmayı iç ve ulusal bir mesele haline getirmeyelim.
- Mr President, work on the Bösch report was obviously overshadowed by the Eurostat affair.
- Sayın Başkan, Bösch raporu üzerindeki çalışmalar Eurostat meselesinin gölgesinde kalmıştır.
- But this must not be a purely Anglo-Saxon affair.
- Ancak bu sadece Anglosaksonlara özgü bir mesele olmamalıdır.
- Secondly, I would also like to respond to another question thrown up by the Eurostat affair.
- İkinci olarak Eurostat meselesinin ortaya attığı bir başka soruya da yanıt vermek istiyorum.
- The Iraqi affair is merely revealing the true picture.
- Irak meselesi sadece gerçek tabloyu ortaya koymaktadır.
- If this turns out to be absolutely impossible from a legal perspective, the law will settle the affair.
- Bunun yasal açıdan kesinlikle imkansız olduğu ortaya çıkarsa hukuk meseleyi çözecektir.
- Some Member States were even against mentioning social affairs or new rights.
- Bazı Üye Devletler sosyal meselelerden ya da yeni haklardan bahsetmeye bile karşı çıkmaktadır.
- Let us not therefore turn the discussion into an internal and national affair.
- Bu nedenle tartışmayı dahili ve milli bir mesele haline getirmeyelim.
- The Eurostat affair does nothing to further that cause.
- Eurostat meselesi bu amaca yönelik hiçbir şey yapmıyor.
- Many issues surrounding the flow of information are raised by the Eurostat affair.
- Eurostat meselesi bilgi akışıyla ilgili pek çok konuyu gündeme getirmiştir.
- Firstly, we want Europe to commit itself to playing a leading role in global affairs.
- İlk olarak, Avrupa'nın küresel meselelerde öncü bir rol oynamaya kendini adamasını istiyoruz.
- Religion must remain a private affair and secularism must be the rule in public affairs.
- Din özel bir mesele olarak kalmalı ve laiklik kamu işlerinde kural olmalıdır.
- We want the current affairs debate, which is soon to be introduced, to make us more political.
- Yakında başlayacak olan güncel meseleler tartışmasının bizi daha politik hale getirmesini istiyoruz.
- At the same time, there was the so-called European nuclear affair.
- Aynı zamanda, Avrupa nükleer meselesi olarak adlandırılan bir mesele vardı.
- Why did you interfere in an affair that did not concern you at all?
- Sizi hiç ilgilendirmeyen bir meseleye neden karıştınız?
- That affair doesn't concern me.
- Bu mesele beni ilgilendirmiyor.
- Do you think she has nothing to do with the affair?
- Onun mesele ile ilgisi olmadığını anlıyor musun?
Show More (19)
|
3 |
affair |
olay |
n. |
|
- We now know that the bulk of the blame for this tragic affair lies with the State, with the world of politics.
- Artık biliyoruz ki bu trajik olayda suçun büyük bir kısmı devlete, siyaset dünyasına aittir.
- We noticed this when we had to investigate the Flechard affair, which, as it happens, has still not been sorted out.
- Bunu, Flechard olayını soruşturmak zorunda kaldığımızda fark ettik, ki bu olay hala çözülememiştir.
- The whole affair illustrates exactly what it means by competition on the single internal market.
- Bütün bu olay, tek iç pazarda rekabetin tam olarak ne anlama geldiğini göstermektedir.
- Failure to do so gives this whole affair a rather sinister undertone.
- Bunu yapmamak, tüm bu olaya oldukça uğursuz bir hava katmaktadır.
- The Pechiney, Crédit Lyonnais and Vivendi Universal affairs, show this all to well.
- Pechiney, Crédit Lyonnais ve Vivendi Universal olayları bunu çok iyi göstermektedir.
- It is therefore my opinion that we can introduce an additional current affairs hour; I have nothing against that.
- Bu nedenle ek bir güncel olaylar saati getirebileceğimizi düşünüyorum; buna karşı değilim.
- The Commission has been notified, but, unlike the affair in Belgium, no complaints have been lodged against Germany.
- Komisyon bilgilendirilmiştir, ancak Belçika'daki olayın aksine Almanya'ya karşı herhangi bir şikayette bulunulmamıştır.
- We want the current affairs debate, which is soon to be introduced, to make us more political.
- Yakında başlayacak olan güncel olaylar tartışmasının bizi daha politik hale getirmesini istiyoruz.
- G8 summits looked like they were becoming a routine sort of affair.
- G8 zirveleri rutin bir olay haline gelmeye başlamış gibi görünüyordu.
- G8 summits looked like becoming a routine sort of affair.
- G8 zirveleri rutin bir olay haline gelmiş gibi görünüyordu.
- The Angolagate scandal has revealed the role of Europeans in this affair.
- Angolagate skandalı Avrupalıların bu olaydaki rolünü ortaya çıkarmıştır.
- The Eurostat affair exposed the existing weaknesses in the channels of communication.
- Eurostat olayı, iletişim kanallarındaki mevcut zayıflıkları ortaya çıkarmıştır.
- That is what constitutes the real scandal in the Fléchard affair.
- Fléchard olayında gerçek skandalı oluşturan da budur.
- They are going to investigate the affair.
- Olayı araştıracaklar.
- He denied having been involved in the affair.
- O, olaya karıştığını inkar etti.
- We expect an early settlement of the affair.
- Olayın bir an önce çözülmesini bekliyoruz.
- He denied having been involved in the affair.
- Olaya karıştığını inkar etti.
- The dance was the most brilliant affair of the season.
- Dans, sezonun en parlak olayıydı.
- He has no connection with this affair.
- Bu olayla hiçbir bağlantısı yok.
- The newspapers gave a lot of space to the affair.
- Gazeteler bu olaya geniş yer ayırdı.
- He was accused of having lied about the affair.
- Olay hakkında yalan söylemekle suçlandı.
Show More (18)
|
4 |
affair |
konu |
n. |
|
- Parliament's dialogue with the European Central Bank on monetary affairs has made a real contribution to this.
- Parlamento'nun Avrupa Merkez Bankası ile parasal konulardaki diyaloğu buna gerçek bir katkı sağlamıştır.
- Parliament's dialogue with the European Central Bank on monetary affairs has made a real contribution to this.
- Parlamento'nun Avrupa Merkez Bankası ile parasal konulardaki diyaloğu bu konuda gerçek bir katkı sağlamıştır.
- I do not believe I can improvise a five-minute speech on budgetary affairs.
- Bütçe konularında beş dakikalık bir konuşmayı doğaçlama yapabileceğime inanmıyorum.
- The WTO has explicitly recognised the right in this affair of each member to set its own level of protection.
- DTÖ, bu konuda her üyenin kendi koruma düzeyini belirleme hakkını açıkça tanımıştır.
- However, Europe did obtain a victory in the environment and social affairs.
- Ancak Avrupa çevre ve sosyal konularda bir zafer elde etti.
Show More (2)
|
5 |
affair |
iş |
n. |
|
- Promoting employment, however, is a long-winded affair and comes under structural policy.
- İstihdamı teşvik etmek ise uzun soluklu bir iştir ve yapısal politika kapsamına girer.
- Do you want to talk about the affair?
- İş hakkında konuşmak ister misin?
- Tend to your own affairs first.
- Önce kendi işinize bakın.
- That is my own affair.
- O benim kendi işim.
Show More (1)
|