| 1 |
throw |
atmak |
v. |
|
- Boys, stop throwing rocks at each other!
- Çocuklar, birbirinize taş atmayı kesin!
- Then you will have thrown all that taxpayers' money away!
- O zaman vergi mükelleflerinin tüm parasını çöpe atmış olacaksınız!
- There must be no benefit from throwing things away.
- Bir şeyleri çöpe atmanın hiçbir faydası olmamalıdır.
- So let us keep a sense of proportion and make sure we do not throw the baby out with the bath water.
- Bu yüzden ölçülü olalım ve bebeği banyo suyuyla birlikte atmadığımızdan emin olalım.
- That is simply a question that I am throwing out into the room for the benefit of these countries.
- Bu sadece bu ülkelerin yararı için ortaya attığım bir sorudur.
- We should throw ourselves behind the process of regime change which is taking place in Turkey.
- Kendimizi Türkiye'de gerçekleşmekte olan rejim değişikliği sürecinin arkasına atmalıyız.
- They join forces in organisations, and the most extreme also throw stones.
- Örgütler içinde güçlerini birleştirirler ve en aşırıları taş da atar.
- The public will thank us if we do not oblige their mayors to throw the money out of the window with both hands.
- Belediye başkanlarını parayı iki elleriyle pencereden dışarı atmaya mecbur bırakmazsak halk bize teşekkür edecektir.
- We also need to recognise that people who live in glasshouses should not throw stones.
- Ayrıca camdan evlerde yaşayan insanların taş atmaması gerektiğini de kabul etmeliyiz.
- He would kill them en masse and throw them into the sea.
- Onları topluca öldürüp denize atacaktı.
- We should therefore be careful not to throw the baby out with the bathwater.
- Bu nedenle, bebeği banyo suyuyla birlikte atmamaya dikkat etmeliyiz.
- Yes, by all means protect workers, but do not throw workers out of work!
- Evet, elbette işçileri koruyun, ancak işçileri işten atmayın!
- Throwing stones and causing damage is not politics but criminal behaviour.
- Taş atmak ve zarar vermek siyaset değil, suç teşkil eden bir davranıştır.
- But when he threw a mattress on the ground, it became clear that he had something other than a game in mind.
- Ancak yere bir şilte attığında, aklında oyundan başka bir şey olduğu anlaşıldı.
- Finally, there is a very small group which demonstrates and throws stones.
- Son olarak, gösteri yapan ve taş atan çok küçük bir grup var.
- That is throwing money away.
- Bu parayı çöpe atmaktır.
- Secondly, I would also like to respond to another question thrown up by the Eurostat affair.
- İkinci olarak Eurostat meselesinin ortaya attığı bir başka soruya da yanıt vermek istiyorum.
- The Lisbon Summit of 1997 threw down the gauntlet of the risk capital action plan for Europe to pick up.
- 1997'deki Lizbon Zirvesi, Avrupa'nın risk sermayesi eylem planını hayata geçirmesi için gerekli adımları atmıştır.
- Look, that kid threw your present in the garbage, and he called you a poser, and everyone laughed.
- Bak, o çocuk hediyeni çöpe attı, ve sana gösterişçi dedi, ve herkes güldü.
- Now you know how to throw the game on a flash drive without problems.
- Artık oyunu sorunsuz bir şekilde bir flash sürücüye nasıl atacağınızı biliyorsunuz.
- So I threw out those old ratty ones and designed these myself.
- Ben de o eski püskü olanları attım ve bunları kendim tasarladım.
- Look, that kid threw your present in the garbage, and he called you a poser, and everyone laughed.
- Bakın, o çocuk hediyenizi çöpe attı, size sahtekâr dedi ve herkes güldü.
- Look, that kid threw your present in the garbage, and he called you a poser, and everyone laughed.
- Bak, o velet hediyeni çöpe atıp sana özenti dedi, sonra herkes güldü.
- Mary threw the Bible in the fire.
- Mary İncil'i ateşe attı.
- He loved to throw the cat amongst the pigeons.
- Kediyi güvercinlerin arasına atmaya bayılırdı.
- Tom threw Mary off the boat.
- Tom Mary'yi tekneden attı.
- Sami threw Layla's books away.
- Sami, Layla'nın kitaplarını attı.
- Layla threw a blanket over Sami's body.
- Leyla, Sami'nin cesedinin üzerine bir battaniye attı.
- Who threw a stone at my dog?
- Köpeğime kim taş attı?
- The bartender threw Tom out of the bar.
- Barmen Tom'u bardan dışarı attı.
- I thought I told you to throw that away.
- Sana onu atmanı söylediğimi düşündüm.
- It's hard to throw things out.
- Eşyaları dışarı atmak zordur.
- Why did you throw that away?
- Onu niye attın?
- Please don't throw anything out.
- Lütfen bir şey atmayın.
- You should throw it out.
- Onu atmalısın.
- Do you want me to throw it away?
- Onu atmamı ister misin?
- Tom threw Mary's book into the fire.
- Tom Mary'nin kitabını ateşe attı.
- Sami threw his bag on the table.
- Sami çantasını masaya attı.
- Tom stripped off his dirty clothes and threw them into the washing machine.
- Tom kirli elbiselerini çıkardı ve onları çamaşır makinesine attı.
- Throw a stick and watch the dog fetch it.
- Bir sopa at ve köpeğin onu yakalamasını izle.
- He asked me to throw the ball back.
- Benden topu geri atmamı istedi.
- Tom removed the tomato slices from his sandwich and threw them to the birds.
- Tom domates dilimlerini sandviçinden çıkarıp kuşlara attı.
- Tom threw a pillow at Mary.
- Tom, Mary'ye bir yastık attı.
- Tom threw Mary's phone into the pool.
- Tom Mary'nin telefonunu havuza attı.
- He pulled up the weeds and threw them away.
- Kötü otları kopardı ve onları attı.
- The teacher threw me out of the classroom.
- Öğretmen beni sınıftan attı.
- The boy knows how to throw a curve.
- Çocuk nasıl falsolu atış yapılacağını biliyor.
- It is forbidden to throw things out of the window.
- Pencereden dışarı bir şeyler atmak yasaktır.
- Mary threw the photos of her boyfriend in the fire.
- Mary erkek arkadaşının fotoğraflarını ateşe attı.
- Throw another log on the fire, will you?
- Ateşe bir odun daha atar mısın?
- Tom's wife has just thrown him out.
- Tom'un karısı onu dışarı attı.
- I didn't want to throw that out.
- Onu dışarı atmak istemiyordum.
- A boy was throwing stones at the dog.
- Bir çocuk köpeğe taş atıyordu.
- Tom threw the photos in the fire.
- Tom fotoğrafları ateşe attı.
- Tom threw Mary a rope.
- Tom Mary'ye bir ip attı.
- Tom threw the clothes in the fire.
- Tom giysileri ateşe attı.
- Tom caught the ball and threw it back to Mary.
- Tom topu yakaladı ve onu Mary'ye geri attı.
- Throw the papers in the basket.
- Kağıtları sepete at.
- We can't really throw it away!
- Biz gerçekten onu atamayız!
- Don't throw a stone at the dog.
- Köpeğe taş atma.
- Why don't we throw it away?
- Neden onu atmıyoruz?
- Throw him out.
- Onu dışarı atın.
- I might need this again, so don't throw it away.
- Buna tekrar ihtiyacım olabilir, o yüzden atma.
- I threw the paper into the fire.
- Kağıdı ateşe attım.
- Where'd you learn to throw that curveball?
- Bu falsolu topu atmayı nereden öğrendin?
- We can't really throw it away!
- Bunu gerçekten atamayız!
- Dan threw his phone into the swimming pool.
- Dan telefonunu yüzme havuzuna attı.
- Tom threw the ball to Mary.
- Tom topu Mary'ye attı.
- Tom threw the anchor overboard.
- Tom çapayı denize attı.
- Tom and Mary threw the ball back and forth.
- Tom ve Mary topu ileri geri attılar.
- He threw his credit cards into the fire.
- Kredi kartlarını ateşe attı.
- I ripped up the note and threw it away.
- Notu yırtıp attım.
Show More (69)
|
| 2 |
throw |
fırlatmak |
v. |
|
- Hooded demonstrators threw paving stones at the police and smashed up shops without being caught.
- Kapüşonlu göstericiler yakalanmadan polise kaldırım taşları fırlattı ve dükkanları tahrip etti.
- Mark threw the ball higher than he wanted.
- Mark topu istediğinden daha yükseğe fırlattı.
- What's the idea of throwing that stone?
- O taşı fırlatmanın amacı nedir?
- Tom threw Mary the ball.
- Tom Mary'ye topu fırlattı.
- Tom threw Mary the baseball.
- Tom, Mary'ye beyzbol topunu fırlattı.
- Tom picked up a stone and threw it at Mary.
- Tom bir taş aldı ve Mary'ye fırlattı.
- In baseball, the pitcher is the player who throws the ball.
- Beyzbolda atıcı topu fırlatan oyuncudur.
- Tom threw me an apple.
- Tom bana bir elma fırlattı.
- Who threw the bottle?
- Şişeyi kim fırlattı?
- The boys are throwing a ball in the back yard.
- Çocuklar arka bahçede top fırlatıyorlar.
- He threw a rock at the dog.
- Köpeğe bir taş fırlattı.
Show More (8)
|
| 3 |
throw |
koymak |
v. |
|
- The European Parliament must unite and throw its political weight behind the European Commission.
- Avrupa Parlamentosu birleşmeli ve siyasi ağırlığını Avrupa Komisyonu'nun arkasına koymalıdır.
- Don't throw garbage where it does not belong.
- Çöpünüzü ait olmadığı yere koymayın.
Show More (-1)
|
| 4 |
throw |
(parti, ziyafet) vermek |
v. |
|
- Why do we throw those refugees back into the hands of the regime we want to change?
- Neden bu mültecileri değiştirmek istediğimiz rejimin eline geri veriyoruz?
- Tom wants me to throw him a birthday party next Monday evening.
- Tom önümüzdeki pazartesi akşamı ona doğum günü partisi vermemi istiyor.
Show More (-1)
|
| 5 |
throw |
(kol vb.) dolamak |
v. |
|
- She threw her arms around him and thanked him for the gift.
- Kollarını ona dolayarak hediye için teşekkür etti.
Show More (-2)
|
| 6 |
throw |
zar atma |
n. |
|
- The next throw is yours.
- Bir sonraki zar atma sırası senin.
Show More (-2)
|
| 7 |
throw |
(at) üstünden atmak |
v. |
|
- The horse suddenly started to gallop and threw the rider off.
- At aniden dörtnala koşmaya başlayarak binicisini üzerinden attı.
Show More (-2)
|
| 8 |
throw |
sarsmak |
v. |
|
- The news of my grandfather's death completely threw me.
- Büyükbabamın ölüm haberi beni derinden sarstı.
Show More (-2)
|
| 9 |
throw |
fırlatıp atmak |
v. |
|
- I hate it when you throw your socks on the floor.
- Çoraplarını yerlere fırlatıp atmandan nefret ediyorum.
Show More (-2)
|
| 10 |
throw |
örtü |
n. |
|
- On the chair were a colorful throw and two pillows.
- Sandalyenin üzerinde renkli bir örtü ile iki yastık vardı.
Show More (-2)
|
| 11 |
throw |
yere sermek |
v. |
|
- The experienced boxer threw his opponent.
- Tecrübeli boksör rakibini yere serdi.
Show More (-2)
|
| 12 |
throw |
atış |
n. |
|
- He always takes a deep breath before a throw.
- Atıştan önce daima derin bir nefes alır.
Show More (-2)
|
| 13 |
throw |
savurmak |
v. |
|
- If she hadn't been wearing a seat belt, she would be thrown sharply forward.
- Eğer emniyet kemeri takmamış olsaydı, hızla öne doğru savrulacaktı.
Show More (-2)
|
| 14 |
throw |
atım |
n. |
|
- Lebanon is just a stone's throw away.
- Lübnan sadece bir taş atımı uzaklıkta.
Show More (-2)
|
| 15 |
throw |
(enerji, ilgi) adamak |
v. |
|
- I have thrown myself into it from the outset.
- Başından beri kendimi bu işe adadım.
Show More (-2)
|
| 16 |
throw |
(gösteri) yapmak |
v. |
|
- I love to throw curveballs.
- Ters köşe yapmayı severim.
Show More (-2)
|
| 17 |
throw |
taş atım mesafesi |
n. |
|
- He lives within a stone's throw of the sea.
- Denize bir taş atımı mesafede yaşıyor.
Show More (-2)
|
