|
- The European Parliament has also pointed out the weaknesses on several occasions.
- Avrupa Parlamentosu ayrıca çeşitli vesilelerle zayıflıklara da dikkat çekmiştir.
- The second weakness was the sacrifice of the fire prevention measures recommended for rural development programmes.
- İkinci zayıflık ise kırsal kalkınma programları için önerilen yangın önleme tedbirlerinin feda edilmesidir.
- This weakness should therefore be remedied.
- Dolayısıyla bu zayıflık giderilmelidir.
- The Eurostat affair exposed the existing weaknesses in the channels of communication.
- Eurostat olayı, iletişim kanallarındaki mevcut zayıflıkları ortaya çıkarmıştır.
- The study points to both progress and continuing weaknesses.
- Çalışma hem ilerlemeye hem de devam eden zayıflıklara işaret ediyor.
- Furthermore, the lack of opportunity for local product processing is one great weakness of these economies.
- Ayrıca, yerel ürün işleme fırsatının olmaması, bu ekonomilerin büyük bir zayıflığıdır.
- But the weaknesses in the system also need to be pointed out.
- Ancak sistemdeki zayıflıklara da dikkat çekilmesi gerekiyor.
- These weaknesses in the foundations of the internal market will be exposed even more strongly after enlargement.
- İç pazarın temellerindeki bu zayıflıklar genişlemeden sonra daha da güçlü bir şekilde ortaya çıkacaktır.
- We would lose face and the public would quite rightly ridicule us for our weakness.
- İtibarımızı kaybederiz ve kamuoyu zayıflığımız nedeniyle haklı olarak bizimle alay eder.
- It is illustrative of the weaknesses and difficulties inherent in European unification.
- Bu durum, Avrupa'nın birleşmesinin doğasında var olan zayıflık ve zorlukların bir göstergesidir.
- I deplore the weakness of the political message delivered by Parliament's report.
- Parlamento raporu ile verilen siyasi mesajın zayıflığından üzüntü duyuyorum.
- Of course, this image does not make us also forget its major weaknesses.
- Elbette bu imaj bize Rusya'nın temel zayıflıklarını da unutturmuyor.
- The weakness in cooperation between the Member States' law and order authorities is a fundamental weakness of the Union.
- Üye Devletler'in emniyet ve asayiş makamları arasındaki işbirliğinin zayıflığı Birliğin temel bir eksikliğidir.
- The European Parliament has also pointed out the weaknesses on several occasions.
- Avrupa Parlamentosu da çeşitli vesilelerle zayıflıklara işaret etmiştir.
- We need to get over this period of weakness, as it says in the report.
- Raporda da belirtildiği üzere bu zayıflık dönemini aşmamız gerekiyor.
- The event is, rather, an expression of weakness.
- Bu olay daha ziyade bir zayıflık ifadesidir.
- Indeed, there are a lot of positive developments highlighted in the report, but there are also considerable weaknesses.
- Aslında raporda vurgulanan pek çok olumlu gelişme var, ancak önemli zayıflıklar da mevcut.
- Here too, the conceptual weakness of the Commission communication manifests itself.
- Komisyon bildirisinin kavramsal zayıflığı burada da kendini göstermektedir.
- The balance of payments in some candidate countries has structural weaknesses.
- Bazı aday ülkelerin ödemeler dengesi yapısal zayıflıklara sahiptir.
- This is a strength, not a weakness.
- Bu bir zayıflık değil, bir güçtür.
- The fact that the system cannot talk to itself is also a very great weakness.
- Sistemin kendi kendine konuşamıyor olması da çok büyük bir zayıflıktır.
- I merely want to point out that this abysmal state of affairs is not just a weakness in the market.
- Sadece bu berbat durumun sadece pazardaki bir zayıflık olmadığını belirtmek istiyorum.
- However, let us not dwell on Europe's weaknesses.
- Ancak Avrupa'nın zayıflıkları üzerinde durmayalım.
- The way in which OMC has been applied, however, reveals certain weaknesses.
- Ancak OMC'nin uygulanma şekli bazı zayıflıkları ortaya koymaktadır.
- It is clear that the major weakness in this respect is in relation to sheep.
- Bu konudaki en büyük zayıflığın koyunlarla ilgili olduğu açıktır.
- These reports, which found serious weaknesses, are already available on the Internet.
- Ciddi zayıflıklar tespit eden bu raporlar halihazırda internette mevcuttur.
- You sometimes hear that recourse to the law is a sign of weakness.
- Bazen hukuka başvurmanın bir zayıflık işareti olduğunu duyuyorsunuz.
- Therein lies our weakness, however.
- Ancak zayıflığımız da burada yatıyor.
- We have to learn from earlier weaknesses or failures.
- Daha önceki zayıflık veya başarısızlıklardan ders almalıyız.
- It is illustrative of the weaknesses and difficulties inherent in European unification.
- Avrupa birleşmesinin doğasında var olan zayıflıkların ve zorlukların bir göstergesidir.
- European air transport policy had and still has serious structural weaknesses.
- Avrupa hava taşımacılığı politikasının ciddi yapısal zayıflıkları vardı ve hala da var.
- Cooperation is the EU's strength but also its weakness.
- İşbirliği AB'nin gücü olduğu kadar zayıflığıdır da.
- I merely want to point out that this abysmal state of affairs is not just a weakness in the market.
- Ben sadece bu berbat durumun sadece piyasadaki bir zayıflıktan kaynaklanmadığını belirtmek istiyorum.
- If there is a major weakness then it has to be the salaries of the overwhelming majority of European workers.
- Eğer ortada büyük bir zayıflık varsa, o da Avrupalı çalışanların ezici çoğunluğunun maaşları olmalıdır.
- Infectious animal diseases, like swine fever, show the weaknesses of current agricultural policy.
- Domuz vebası gibi bulaşıcı hayvan hastalıkları, mevcut tarım politikasının zayıflıklarını göstermektedir.
- This has been one of the weaknesses down the years, for as long as I can remember.
- Hatırlayabildiğim kadarıyla bu, yıllar boyunca zayıflıklardan biri olmuştur.
- The way in which OMC has been applied, however, reveals certain weaknesses.
- Ancak Açık Koordinasyon Yöntemi'nin uygulanma şekli bazı zayıflıkları ortaya koymaktadır.
- The report acknowledges the overall success in the operation of the directive, while identifying a number of weaknesses.
- Rapor, direktifin işleyişindeki genel başarıyı kabul etmekle birlikte bir dizi zayıflığı da tespit etmektedir.
- Religion is the outcome of human weakness or the limitation of human knowledge.
- Din, insan zayıflığının ya da insan bilgisinin sınırlılığının sonucudur.
- We were in a state of incredible weakness.
- İnanılmaz bir zayıflık içindeydik.
- John took advantage of Bill's weakness.
- John, Bill'in zayıflığından istifade etti.
- What is your biggest weakness?
- En büyük zayıflığın ne?
- Thou shalt respect all weaknesses, and shalt constitute thyself the defender of them.
- Tüm zayıflıklara saygı duymalı ve kendinizi onların savunucusu olarak görmelisiniz.
- Expressing your feelings is not a sign of weakness.
- Duygularını ifade etmek, zayıflık belirtisi değildir.
- I want you to stop preying on people's weaknesses.
- İnsanların zayıflıklarından faydalanmayı bırakmanı istiyorum.
- Expressing your feelings is not a sign of weakness.
- Duygularınızı ifade etmek bir zayıflık işareti değildir.
- You should not take advantage of others' weakness.
- Başkalarının zayıflığından yararlanmamalısın.
- Tom had few weaknesses.
- Tom'un çok az zayıflığı vardı.
- Tom never admits that he's wrong, because he thinks that's a sign of weakness.
- Tom asla hatalı olduğunu kabul etmez, çünkü onun bir zayıflık işareti olduğunu düşünür.
- What is your greatest weakness?
- En büyük zayıflığınız nedir?
- Believing everything is weakness, and believing nothing is foolishness.
- Her şeye inanmak zayıflık, hiçbir şeye inanmamak ise aptallıktır.
- Stop taking advantage of his weakness.
- Onun zayıflığından faydalanmayı bırak.
- My biggest weakness is spending money on shoes.
- Benim en büyük zayıflığım ayakkabılara para harcamak.
- Men sometimes perceive expressing emotions as a sign of weakness.
- Erkekler bazen duygularını ifade etmeyi bir zayıflık işareti olarak algılar.
- Our weaknesses were exposed.
- Zayıflıklarımız ortaya çıktı.
- Unfair advantage was taken of Bill's weakness.
- Bill'in zayıflığından haksız yere yararlanıldı.
- That's one of my weaknesses.
- Bu benim zayıflıklarımdan biri.
- That's one of my weaknesses.
- O benim zayıflıklarımdan biri.
- I want you to stop preying on people's weaknesses.
- İnsanların zayıflıklarını istismar etmeye son vermeni istiyorum.
- His greatest strength became his greatest weakness.
- Onun en büyük kuvveti en büyük zayıflığı hâline geldi.
- Tom never admits that he's wrong, because he thinks that's a sign of weakness.
- Tom asla hatalı olduğunu kabul etmez, çünkü bunun bir zayıflık işareti olduğunu düşünür.
- I have one weakness.
- Bir zayıflığım var.
- His greatest strength became his greatest weakness.
- En büyük gücü, en büyük zayıflığı oldu.
- Our weaknesses were exposed.
- Zayıflıklarımız ortaya çıkarıldı.
- You have to allow for human weakness.
- İnsan zayıflığına izin vermelisin.
- Everybody has weaknesses.
- Herkesin zayıflıkları vardır.
- Tom has no weaknesses.
- Tom'un hiç zayıflığı yok.
- What is your biggest weakness?
- En büyük zayıflığınız nedir?
- You're taking advantage of her weakness.
- Onun zayıflığından faydalanıyorsun.
- It isn't hard to overcome your weaknesses.
- Zayıflıklarının üstesinden gelmek zor değil.
- You should not take advantage of others' weakness.
- Başkalarının zayıflığından faydalanmamalısın.
- Tom knows Mary's weaknesses.
- Tom, Mary'nin zayıflıklarını biliyor.
- The warrior is conscious of both his strength and his weakness.
- Savaşçı hem gücünün hem de zayıflığının bilincindedir.
- Stop taking advantage of his weakness.
- Onun zayıflığından yararlanmaktan vazgeç.
- I know what my weaknesses are.
- Zayıflıklarımın ne olduğunu biliyorum.
- Religion is the outcome of human weakness or the limitation of human knowledge.
- Din, insan zayıflığının veya insan bilgisinin sınırlılığının sonucudur.
- Men sometimes perceive expressing emotions as a sign of weakness.
- Erkekler duyguları ifade etmeyi bazen bir zayıflık işareti olarak algılarlar.
- Believing everything is weakness, and believing nothing is foolishness.
- Her şeye inanmak zayıflıktır ve hiçbir şeye inanmamak aptallıktır.
- My biggest weakness is spending money on shoes.
- En büyük zayıflığım ayakkabılara para harcamak.
- John took advantage of Bill's weakness.
- John Bill'in zayıflığından yararlandı.
Show More (77)
|
|
- SME's weaknesses reside in the low level of management skills, and access to technology.
- KOBİ’lerin zaafları, yönetim becerilerinin düşük düzeyde olması ve teknolojiye erişim konularında yatmaktadır.
- Weaknesses in the sector include enforcement of health standards and inefficient processing methods.
- Sektördeki zaaflar arasında, sağlık standartlarının yetersiz uygulanması ve verimsiz işleme yöntemleri vardır.
- Once under pressure from more competition, these weaknesses might pose a real problem.
- Daha büyük bir rekabetin baskısı altına girdiklerinde, bu zaaflar gerçek bir sorun yaratabilir.
- I suddenly recalled my terrible weakness for gorgeous French architects.
- Birdenbire çekici Fransız mimarlara karşı duyduğum korkunç zaafı hatırladım.
- I suddenly recalled my terrible weakness for gorgeous French architects.
- Birden muhteşem Fransız mimarlara olan korkunç zaafımı hatırladım.
- Ann has a weakness for chocolate.
- Ann'in çikolataya karşı zaafı var.
- Everybody has weaknesses.
- Herkesin zaafları vardır.
- Tom has a weakness for pretty girls.
- Tom'un güzel kızlara karşı zaafı var.
Show More (5)
|