1 |
grave |
mezar |
n. |
|
- She might well have turned in her grave at the recent events in Geneva.
- Cenevre'de yaşanan son olaylar karşısında mezarında ters dönmüş olabilir.
- The black magic witch doctor would then go to the grave, dig up the body, and chant incantations.
- Kara büyücü cadı doktor sonra mezara gider, cesedi çıkarır ve büyülü sözler söylermiş.
- Let's pray this secret goes to the grave with T-Bone.
- Dua edelim de bu sır T-Bone'la birlikte mezara gitsin.
- The room was as still as the grave.
- Oda mezar gibi hareketsizdi.
- After killing Tom, Mary buried him in a shallow grave.
- Tom'u öldürdükten sonra Mary onu sığ bir mezara gömdü.
- I went to visit my grandfather's grave today.
- Ben bugün dedemin mezarını ziyarete gittim.
- Tom visited Mary's grave.
- Tom, Mary'nin mezarını ziyaret etti.
- Tom took his secret to the grave.
- Tom sırrını mezara götürdü.
- It's very important for Tom to visit his father's grave.
- Babasının mezarını ziyaret etmek Tom için çok önemlidir.
- Her grave is there.
- Onun mezarı orada.
- Tom wasn't able to find Mary's grave.
- Tom Mary'nin mezarını bulamadı.
- You may feast all night, but return to your grave before dawn!
- Bütün gece ziyafet çekebilirsin, ama şafaktan önce mezarına dön!
- I went to visit my grandfather's grave today.
- Bugün büyükbabamın mezarını ziyarete gittim.
- Layla buried Sami in the shallow grave.
- Layla Sami'yi sığ bir mezara gömdü.
- I'll carry that to my grave.
- Onu mezarıma taşıyacağım.
- A simple wooden cross marks Tom's grave.
- Tom'un mezarı basit bir tahta haçla işaretlenmiş.
- I've visited my father's grave.
- Babamın mezarını ziyaret ettim.
- They are sitting around the graves of their dead ancestors.
- Ölmüş atalarının mezarlarının etrafında oturuyorlar.
- The police found Tom's body in a shallow grave behind the barn.
- Polis Tom'un cesedini ahırın arkasında sığ bir mezarda buldu.
- We visited our father's grave.
- Babamızın mezarını ziyaret ettik.
- I spit on your mother's grave!
- Annenin mezarına tükürdüm!
- Sami put some of his hair in Layla's grave.
- Sami saçının bir kısmını Layla'nın mezarına koydu.
- Your crimes have desecrated your ancestor's graves.
- İşlediğiniz suçlar atalarınızın mezarlarını kirletti.
- I will dance on your grave.
- Ben senin mezarının üzerinde dans edeceğim.
- His grave is there.
- Mezarı orada.
- Tom put flowers on Mary's grave.
- Tom, Mary'nin mezarına çiçek koydu.
- I will dance on your grave.
- Mezarının üstünde dans edeceğim.
- The police found Tom's body in a shallow grave behind the barn.
- Polis, Tom'un cesedin ahırın arkasındaki sığ bir mezarda buldu.
- The archaeologists discovered over a hundred graves, a few of which belonged to infants.
- Arkeologlar yüzden fazla mezar keşfetti, bunlardan birkaçı bebeklere aitti.
- You're digging your own graves.
- Siz kendi mezarlarınızı kazıyorsunuz.
- Tom placed the flowers on Mary's grave.
- Tom, Mary'nin mezarına çiçek koydu.
- She took her secrets to the grave.
- Sırlarını mezara götürdü.
- Sami recited Surah Yaseen at his grandfather's grave.
- Sami dedesinin mezarı başında Yasin Suresi'ni okudu.
- Tom is digging his own grave.
- Tom kendi mezarını kazıyor.
- Tom laid flowers at Mary's grave.
- Tom, Mary'nin mezarına çiçek bıraktı.
- Tom was buried in an unmarked grave.
- Tom işaretsiz bir mezara gömüldü.
- Fadil was buried in an unmarked grave.
- Fadıl isimsiz bir mezara gömüldü.
- Tom was buried in an unmarked grave.
- Tom isimsiz bir mezara gömüldü.
- Layla buried Sami in the shallow grave.
- Leyla, Sami'yi sığ mezara gömdü.
- Sami recited Surah Yaseen at his grandfather's grave.
- Sami dedesinin mezarı başında Yasin okudu.
- Tom lies in this grave.
- Tom bu mezarda yatıyor.
- She carried that habit to her grave.
- Bu alışkanlığını mezara kadar taşıdı.
- Tom placed flowers on Mary's grave.
- Tom, Mary'nin mezarına çiçek koydu.
- Tom wasn't able to find Mary's grave.
- Tom, Mary'nin mezarını bulamadı.
- They buried him in his grave.
- Onu mezarına gömdüler.
- We're just digging our own graves.
- Kendi mezarımızı kazıyoruz işte.
- Tom put some flowers on Mary's grave.
- Tom, Mary'nin mezarına çiçek koydu.
- Sami sent Layla's son to an early grave.
- Sami, Layla'nın oğlunu erken bir mezara gönderdi.
- After killing Tom, Mary buried him in a shallow grave.
- Tom'u öldürdükten sonra, Mary onu sığ bir mezara gömdü.
- This is Tom's grave.
- Bu, Tom'un mezarı.
- It's very important for Tom to visit his father's grave.
- Tom için babasının mezarını ziyaret etmek çok önemliydi.
- Tom put flowers on Mary's grave.
- Tom Mary'nin mezarına çiçekler koydu.
- Tom placed the flowers on Mary's grave.
- Tom çiçekleri Mary'nin mezarına koydu.
- We visited our father's grave.
- Biz babamızın mezarını ziyaret ettik.
- His grave is there.
- Onun mezarı orada.
- The secret remained buried in the grave of the famous philosopher.
- Sır ünlü filozofun mezarında gömülü kaldı.
Show More (53)
|
2 |
grave |
ciddi |
adj. |
|
- I believe that there are grave dangers in what we are doing.
- Yaptığımız şeyin ciddi tehlikeler içerdiğine inanıyorum.
- I still have grave concerns about the state of health of our colleagues in the various institutions.
- Çeşitli kurumlardaki meslektaşlarımızın sağlık durumları hakkında hala ciddi endişelerim var.
- There was a grave danger of this House's reputation being damaged.
- Bu Meclis'in itibarının zedelenmesi gibi ciddi bir tehlike söz konusuydu.
- It is, in my judgement, in grave crisis because its reference value of 3% was laid down arbitrarily and is too rigid.
- Benim kanaatime göre, %3'lük referans değeri keyfi olarak belirlendiği ve çok katı olduğu için ciddi bir kriz içindedir.
- This report, and the original proposal behind it, would have grave implications for business and individuals alike.
- Bu rapor ve arkasındaki orijinal teklif, hem iş dünyası hem de bireyler için ciddi sonuçlar doğuracaktır.
- That is our grave criticism of the approach taken in this report.
- Bu raporda benimsenen yaklaşıma yönelik ciddi eleştirimiz budur.
- We remain deeply concerned regarding the grave deterioration of the human rights situation in the country.
- Ülkedeki insan hakları durumunun ciddi şekilde kötüleşmesinden derin endişe duymaya devam ediyoruz.
- I also have grave reservations about the sweeping provisions suggested for Members' immunity.
- Üyelerin dokunulmazlığı için önerilen kapsamlı hükümler konusunda da ciddi çekincelerim var.
- These attacks on innocent civilians remind us all of the grave security threat that terrorism poses.
- Masum sivillere yönelik bu saldırılar hepimize terörizmin yarattığı ciddi güvenlik tehdidini hatırlatmaktadır.
- The PSE Group expresses grave concern about India and Pakistan.
- PSE Grubu Hindistan ve Pakistan'a ilişkin ciddi endişelerini dile getirmektedir.
- This is a point of grave concern and something which will require attention particularly in future.
- Bu ciddi bir endişe kaynağıdır ve özellikle gelecekte dikkat edilmesi gereken bir husustur.
- We have grave reservations about this directive.
- Bu yönerge konusunda ciddi çekincelerimiz var.
- That should already be cause for grave concern.
- Bu zaten ciddi bir endişe kaynağı olmalıdır.
- This is a point of grave concern and something which will require attention particularly in future.
- Bu ciddi bir endişe kaynağıdır ve özellikle gelecekte dikkat edilmesi gereken bir konudur.
- The PSE Group expresses grave concern about India and Pakistan.
- PSE Grubu Hindistan ve Pakistan ile ilgili ciddi endişelerini dile getirmektedir.
- In Northern Ireland we are going through a grave crisis.
- Kuzey İrlanda'da ciddi bir krizden geçiyoruz.
- The president has grave responsibilities.
- Başkanın ciddi sorumlulukları var.
- The president has grave responsibilities.
- Başkanın ciddi sorumlulukları bulunuyor.
- The family had grave doubts regarding the explanation it received from the army.
- Ailenin ordudan aldığı açıklamayla ilgili ciddi şüpheleri vardı.
- The members of the family had grave doubts regarding the explanation they received from the army.
- Aile üyeleri ordudan aldıkları açıklamayla ilgili ciddi şüpheler taşıyordu.
- Sami faced some grave challenges.
- Sami bazı ciddi zorluklarla karşı karşıya kaldı.
- She looked on his decision as a grave mistake.
- O, kararına ciddi bir hata olarak baktı.
- He made a grave mistake.
- O ciddi bir hata yaptı.
- The family had grave doubts regarding the explanation it received from the army.
- Ailenin ordudan alınan açıklama ile ilgili ciddi şüpheleri vardı.
- This is a grave matter.
- Bu ciddi bir mesele.
- This was obviously a grave mistake.
- Açıkçası bu ciddi bir hataydı.
Show More (23)
|
3 |
grave |
vahim |
adj. |
|
- That is why the appearance of these new conditions at this juncture is a grave political error.
- İşte bu nedenle, bu yeni koşulların bu noktada ortaya çıkması vahim bir siyasi hatadır.
- The grave situation in the Yugoslav economy has been discussed at length.
- Yugoslav ekonomisinin içinde bulunduğu vahim durum uzun uzun tartışılmıştır.
- The absence of the Council in this debate is a grave error.
- Konseyin bu tartışmada yer almaması vahim bir hatadır.
- The situation is extremely grave.
- Durum son derece vahimdir.
- We are talking about something extremely grave; life or death.
- Son derece vahim bir konudan bahsediyoruz; ölüm kalım meselesi.
- It is unacceptable to turn a blind eye to this grave problem.
- Bu vahim sorunun görmezden gelinmesi kabul edilemez.
- This is just one more example of the grave human rights situation in Northern Ireland.
- Bu, Kuzey İrlanda'daki vahim insan hakları durumuna sadece bir örnektir.
- It would be an extremely grave political error not to heal the present divisions.
- Mevcut bölünmeleri iyileştirmemek son derece vahim bir siyasi hata olacaktır.
Show More (5)
|
4 |
grave |
önemli |
adj. |
|
- This is a grave matter.
- Bu önemli bir konu.
- The international situation is becoming grave.
- Uluslararası durum önemli hâle geliyor.
- Tom made a grave mistake.
- Tom önemli bir hata yaptı.
- I have grave concerns.
- Önemli endişelerim var.
- The situation is grave.
- Durum önemli.
Show More (2)
|
5 |
grave |
çukur |
n. |
|
- He's got one foot in the grave.
- Bir ayağı çukurda.
- He's got one foot in the grave.
- Onun bir ayağı çukurda.
- He has one foot in the grave.
- Bir ayağı çukurda.
- Tom has one foot in the grave.
- Tom'un bir ayağı çukurda.
Show More (1)
|
6 |
grave |
ağır |
adj. |
|
- The social security system continues to be in grave financial difficulty.
- Sosyal güvenlik sistemi, ağır mali güçlük içinde olmaya devam etmektedir.
Show More (-2)
|