1 |
leave |
gitmek |
v. |
|
- It is indeed important for a strong and united Union to leave for Doha.
- Güçlü ve birleşik bir Birliğin Doha'ya gitmesi gerçekten de önemlidir.
- Unfortunately, democracy in Africa often leaves a great deal to be desired.
- Ne yazık ki Afrika'da demokrasi çoğu zaman arzulanan bir şey olmaktan öteye gidemiyor.
- The question of Chechnya is being raised because we have a delegation leaving for Chechnya, and I am its chairman.
- Çeçenistan meselesi gündeme geliyor çünkü Çeçenistan'a giden bir heyetimiz var ve ben de bu heyetin başkanıyım.
- So let us say that I am allowed to speak because I have to leave for the front.
- Diyelim ki konuşmama izin verildi çünkü cepheye gitmem gerekiyor.
- Many only realised just how bad things were once the fire brigade, the army and the emergency services had left.
- Birçoğumuz durumun ne kadar kötü olduğunu ancak itfaiye, ordu ve acil servisler gittikten sonra fark ettik.
- So let us say that I am allowed to speak because I have to leave for the front.
- Diyelim ki konuşmama izin verildi çünkü cepheye gitmek zorundayım.
- Many only realised just how bad things were once the fire brigade, the army and the emergency services had left.
- Birçok kişi durumun ne kadar kötü olduğunu ancak itfaiye, ordu ve acil servisler gittikten sonra fark etti.
- Senior, since my father is unwilling to see me, I can leave.
- Beyefendi, mademki babam beni görmek istemiyor, gidebilirim.
- Senior, since my father is unwilling to see me, I can leave.
- Efendim, madem babam beni görmek istemiyor, o zaman giderim ben de.
- He is only home tonight and leaves tomorrow.
- Sadece bu gece evde ve yarın gidiyor.
- When he left, I thought I would help her overcome the wall.
- O gittiğinde, duvarı aşmasına yardım edeceğimi düşünmüştüm.
- Let's find out why he left so fast.
- Neden bu kadar aceleyle gittiğini öğrenelim.
- One president is leaving and a new one is coming.
- Bir başkan gidiyor ve yeni bir başkan geliyor.
- Senior, since my father is unwilling to see me, I can leave.
- Efendim, babam beni görmek istemediği için gidebilirim.
- Instead of flying out at once, Maybe we could leave the following day.
- Hemen uçmak yerine, belki ertesi gün gidebiliriz.
- I don't think we should leave yet.
- Bence henüz gitmemeliyiz.
- How soon do we have to leave?
- Ne kadar sürede gitmek zorundayız?
- Tom told Mary that she must leave.
- Tom, Mary'ye gitmesi gerektiğini söyledi.
- Tom said he would leave on Monday.
- Tom pazartesi gideceğini söyledi.
- How soon do we have to leave?
- Ne zaman gitmemiz gerekiyor?
- I can't leave just yet.
- Henüz gidemem.
- Tom knew why Mary wanted him to leave.
- Tom, gitmesini Mary'nin neden istediğini biliyordu.
- Tom said he didn't want to leave.
- Tom gitmek istemediğini söyledi.
- Tom allowed us to leave.
- Tom gitmemize izin verdi.
- It's too bad you're leaving.
- Gidiyor olman çok kötü.
- Tom begged me to leave.
- Tom gitmek için yalvardı.
- I'm telling you to leave.
- Sana gitmeni söylüyorum.
- I leave for Boston tomorrow.
- Yarın Boston'a gidiyorum.
- We plan to leave as soon as possible.
- Mümkün olduğunca çabuk gitmeyi planlıyoruz.
- Are we already leaving?
- Gidiyor muyuz?
- The train left two hours ago.
- Tren iki saat önce gitti.
- Tom has some things he has to do tomorrow morning before he can leave for Boston.
- Tom'un yarın sabah Boston'a gitmeden önce yapması gereken bazı şeyler var.
- Did you really think I'd leave without you?
- Gerçekten sensiz gideceğimi mi düşündün?
- Why would Tom want Mary to leave?
- Tom neden Mary'nin gitmesini istiyor?
- I'm leaving, but you don't have to cry.
- Ben gidiyorum ama ağlamana gerek yok.
- Mary just left.
- Mary daha yeni gitti.
- We left by train.
- Biz trenle gittik.
- I'll leave right away.
- Hemen gideceğim.
- If you don't leave now, you'll die.
- Eğer şimdi gitmezsen, öleceksin.
- If you want to leave, you may.
- Gitmek istiyorsan, gidebilirsin.
- Dan lost his temper, insulted Linda and left.
- Dan kendini kaybetti, Linda'ya hakaret etti ve gitti.
- She left France for the United States.
- Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmek için Fransa'dan ayrıldı.
- Tom may already have left for Boston.
- Tom çoktan Boston'a gitmiş olabilir.
- She kissed me and left.
- O beni öptü ve gitti.
- He was preparing to leave.
- Gitmeye hazırlanıyordu.
- I don't think Tom wants to leave.
- Tom'un gitmek istediğini sanmıyorum.
- I leave in three days.
- Üç gün içinde gideceğim.
- It's almost time to leave.
- Gitme vakti neredeyse geldi.
- I get the feeling that you want to leave.
- Ben gitmek istediğin hissine kapılıyorum.
- After you leave, I'll be lonely.
- Sen gittikten sonra yalnız olacağım.
- Tom is ready to leave now.
- Tom artık gitmeye hazır.
- I'll leave when Tom gets here.
- Tom buraya geldiğinde ben gideceğim.
- Did Tom just leave?
- Tom az önce gitti mi?
- I think Tom has left.
- Sanırım Tom gitti.
- I want everybody to leave.
- Herkesin gitmesini istiyorum.
- I felt uncomfortable and wanted to leave, but I stayed.
- Kendimi rahatsız hissettim ve gitmek istedim ama kaldım.
- I don't mind leaving at six o'clock.
- Saat altıda gitmemizin sakıncası yok.
- I thought you guys had already left.
- Çoktan gittiğinizi sanıyordum.
- We must leave now, or we will die.
- Şimdi gitmeliyiz, yoksa öleceğiz.
- We're just about ready to leave.
- Gitmeye hazırız.
- Hey, you can't leave now.
- Hey, şimdi gidemezsin.
- He's already left.
- Çoktan gitti.
- I think we should leave.
- Bence gitmeliyiz.
- You don't have to leave yet.
- Henüz gitmek zorunda değilsin.
- I think Tom left.
- Bence Tom gitti.
- Tom saw Mary getting ready to leave.
- Tom, Mary'nin gitmeye hazırlandığını gördü.
- I wonder whether or not Tom has already left.
- Acaba Tom çoktan gitti mi, gitmedi mi?
- He left for America the day before yesterday.
- Dünden önceki gün Amerika'ya gitti.
- I couldn't understand why Tom wanted to leave.
- Tom'un neden gitmek istediğini anlayamıyordum.
- Let's get ready to leave.
- Gitmek için hazırlanalım.
- We can't just let them leave.
- Gitmelerine izin veremeyiz.
- We have to leave in five minutes.
- Beş dakika içinde gitmemiz gerekiyor.
- I'll leave as soon as I can.
- En kısa zamanda gideceğim.
- I left after Tom left.
- Tom gittikten sonra ben de ayrıldım.
- I don't think I'm ready to leave yet.
- Henüz gitmeye hazır olduğumu sanmıyorum.
- I'm not leaving without you.
- Sensiz gitmiyorum.
- We were supposed to tell everyone to leave.
- Herkese gitmesini söylememiz gerekiyordu.
- I would leave if I were you.
- Yerinizde olsam giderdim.
- Dan left for school at seven thirty.
- Dan 7.30'da okula gitmek için yola çıktı.
- They left together.
- Birlikte gittiler.
- All you have to do is tell Tom to leave.
- Tek yapman gereken Tom'a gitmesini söylemek.
- She is leaving for the United States tonight.
- O bu gece Amerika Birleşik Devletlerine gitmek için ayrılıyor.
- When do you plan to leave for Japan?
- Japonya'ya ne zaman gitmeyi planlıyorsun?
- I believe Tom asked you to leave.
- İnanıyorum ki Tom senden gitmeni istedi.
- You can't leave yet, Tom.
- Henüz gidemezsin, Tom.
- Everyone left except us.
- Biz hariç herkes gitti.
- Would you prefer that we leave?
- Gitmemizi mi tercih edersin?
- I don't really want to leave yet.
- Henüz gitmek istemiyorum.
- The President is leaving for Paris next month.
- Başkan gelecek ay Paris'e gidiyor.
- Tom just told Mary to leave.
- Tom az önce Mary'ye gitmesini söyledi.
- We have to leave now.
- Şimdi gitmeliyiz.
- I'd like you to leave now.
- Şimdi gitmeni istiyorum.
- Tom hasn't yet asked Mary to leave.
- Tom henüz Mary'den gitmesini istemedi.
- Don't leave without telling me.
- Bana söylemeden gitme.
- They know I want to leave now.
- Şu anda gitmek istediğimi biliyorlar.
- Don't leave without saying goodbye.
- Vedalaşmadan gitme.
- Sami took Layla's car keys and left.
- Sami Layla'nın arabasının anahtarlarını aldı ve gitti.
- Do you want me to leave?
- Gitmemi ister misin?
- I didn't want to leave without saying goodbye.
- Veda etmeden gitmek istemedim.
- Sami will have to leave.
- Sami gitmek zorunda.
- Tom has already been told not to leave.
- Tom'a çoktan gitmemesi söylendi.
- I have to leave immediately.
- Hemen gitmek zorundayım.
- I really think you should leave.
- Gerçekten gitmen gerektiğini düşünüyorum.
- Tom and Mary aren't leaving.
- Tom ve Mary gitmiyorlar.
- Leave immediately!
- Hemen git!
- We've decided to leave Boston.
- Boston'dan gitmeye karar verdik.
- My brothers left and we stayed here.
- Erkek kardeşlerim gitti ve biz burada kaldık.
- I don't know if they've decided to leave.
- Gitmeye karar verdiler mi bilmiyorum.
- You can't let Tom leave.
- Tom'un gitmesine izin veremezsin.
- We're not leaving.
- Gitmiyoruz.
- Maybe we should just leave.
- Belki de gitmeliyiz.
- Does this mean I have to leave?
- Bu gitmem gerektiği anlamına mı geliyor?
- Everyone has left except Tom and Mary.
- Tom ve Mary dışında herkes gitti.
- My advice would be to leave as soon as you can.
- Benim tavsiyem mümkün olduğunca çabuk gitmeniz.
- Do you know why Tom left?
- Tom'un neden gittiğini biliyor musun?
- I must ask you to leave.
- Gitmenizi istemek zorundayım.
- Why did they just leave?
- Neden az önce gittiler?
- I saw Tom and Mary leave together.
- Tom ve Mary'yi birlikte giderken gördüm.
- I wonder whether Tom has left or not.
- Acaba Tom gitti mi, gitmedi mi?
- Tom wants to leave.
- Tom gitmek istiyor.
- Tell Tom I had to leave.
- Tom'a gitmek zorunda olduğumu söyle.
- I feel like this is a good time to leave.
- Gitmek için iyi bir zaman olduğunu hissediyorum.
- I want to talk to you before you leave.
- Sen gitmeden önce seninle konuşmak istiyorum.
- Has Tom left?
- Tom gitti mi?
- Tom may never leave.
- Tom asla gitmeyebilir.
- What do you mean I have to leave?
- Ne demek gitmem gerekiyor?
- I watched Tom leave.
- Tom'un gidişini izledim.
- I just wish Tom wasn't leaving tomorrow.
- Keşke Tom yarın gitmiyor olsaydı.
- You don't have to leave if you don't want to.
- İstemiyorsan gitmek zorunda değilsin.
- Tom forced us to leave.
- Tom gitmemiz için bizi zorladı.
- I thought Tom would leave with Mary.
- Tom'un Mary ile gideceğini düşündüm.
- The rain just stopped, so let's leave.
- Yağmur az önce durdu, bu yüzden gidelim.
- I think we'd better leave.
- Bence gitsek iyi olur.
- It looks like everyone has left.
- Herkes gitmiş gibi görünüyor.
- What time does Tom leave for work?
- Tom işe kaçta gidiyor?
- I wish that Tom would leave.
- Tom'un gitmesini isterdim.
- We can't let Tom leave with Mary.
- Tom'un Mary ile gitmesine izin veremeyiz.
- I'll be ready to leave soon.
- Yakında gitmeye hazır olacağım.
- It looks like Tom has left.
- Tom gitmiş gibi görünüyor.
- They had no choice but to leave.
- Onların gitmekten başka seçenekleri yoktu.
- You should just leave.
- Gitmen gerek.
- I must leave now.
- Şimdi gitmeliyim.
- It looks like we'd better leave.
- Gitsek iyi olur gibi görünüyor.
- Why did you want Tom to leave?
- Niçin Tom'un gitmesini istedin?
- I'll leave now.
- Ben gidiyorum.
- Tom likely won't leave.
- Tom muhtemelen gitmeyecek.
- Don't let him leave.
- Gitmesine izin vermeyin.
- Aren't you ready to leave?
- Gitmeye hazır değil misin?
- I'm surprised Tom didn't notice Mary leave.
- Tom'un Mary'nin gittiğini fark etmemesine şaşırdım.
- I'm waiting for everybody to leave.
- Herkesin gitmesini bekliyorum.
- Don't you think it's time you left?
- Gitme vaktinin geldiğini düşünmüyor musun?
- Tom didn't want to leave early.
- Tom erken gitmek istemiyordu.
- Tom is leaving for Boston tomorrow.
- Tom yarın Boston'a gidiyor.
- We would like to leave.
- Gitmek istiyoruz.
- I guess both of us want to leave.
- Sanırım ikimiz de gitmek istiyoruz.
- I convinced Tom not to leave.
- Tom'u gitmemeye ikna ettim.
- Tom allowed me to leave.
- Tom gitmeme izin verdi.
- He will leave for Paris next month.
- Önümüzdeki ay Paris'e gidecek.
- I promise I won't leave without you.
- Söz veriyorum, sensiz gitmeyeceğim.
- Tom is the only one who has to leave.
- Gitmesi gereken tek kişi Tom.
- At what time did he leave?
- Saat kaçta gitti?
- I wanted Tom to leave.
- Tom'un gitmesini istedim.
- Tom prepared to leave.
- Tom gitmek için hazırlandı.
- I'm afraid I'll have to ask you to leave.
- Maalesef gitmeni istemek zorunda kalacağım.
- We saw them leave.
- Gittiklerini gördük.
- Is he leaving or is he staying?
- Gidiyor mu, kalıyor mu?
- There's something I need to tell you before you leave.
- Gitmeden önce sana söylemem gereken bir şey var.
- He's leaving for Leningrad tonight.
- O bu gece Leningrad'a gidiyor.
- He must leave now.
- Şimdi gitmeli.
- Tom said we needed to leave at once.
- Tom hemen gitmemiz gerektiğini söyledi.
- I think I should leave.
- Sanırım gitmeliyim.
- No one is to leave.
- Kimse gitmeyecek.
- I didn't give you permission to leave.
- Sana gitmen için izin vermedim.
- Why don't you leave?
- Niçin gitmiyorsun?
- Tom said it was time to leave.
- Tom gitme vaktinin geldiğini söyledi.
- Tom said he had to leave.
- Tom gitmesi gerektiğini söyledi.
- I think you should leave now.
- Bence hemen gitmelisin.
- Please leave immediately.
- Lütfen hemen gidin.
- Tom tried to convince Mary to leave.
- Tom, Mary'yi gitmeye ikna etmeye çalıştı.
- He said two or three words and left.
- İki ya da üç kelime söyledi ve gitti.
- What time did they leave?
- Ne zaman gittiler?
- Can I leave?
- Gidebilir miyim?
- I didn't know Tom would leave.
- Tom'un gideceğini bilmiyordum.
- She is leaving for America tonight.
- Bu gece Amerika'ya gidiyor.
- I'm almost ready to leave.
- Neredeyse gitmeye hazırım.
- Tom asked me to leave.
- Tom gitmemi istedi.
- I forbid you to leave.
- Gitmenizi yasaklıyorum.
- She seems to have left for Tokyo yesterday.
- Dün Tokyo'ya gitmiş gibi görünüyor.
- Tom will probably leave next week.
- Tom muhtemelen gelecek hafta gidecek.
- I want you to leave.
- Gitmeni istiyorum.
- You can leave at any time.
- Her zaman gidebilirsin.
- The train left.
- Tren gitti.
- We're leaving now.
- Şimdi gidiyoruz.
- I know Tom can't leave until Mary gets here.
- Mary buraya gelene kadar Tom'un gidemeyeceğini biliyorum.
- I can leave whenever I want.
- Ne zaman istersem gidebilirim.
- Tom left for Boston three hours ago.
- Tom üç saat önce Boston'a gitmek üzere yola çıktı.
- Why are we leaving?
- Neden gidiyoruz?
- I think that Tom is suggesting that we should leave.
- Sanırım Tom gitmemizi öneriyor.
- He wanted to see his boss in Tokyo before leaving for America.
- O, Amerikaya gitmeden önce Tokyo'da patronunu görmek istiyordu.
- Why don't you just stay here and I leave?
- Neden sen burada kalmıyorsun ve ben gitmiyorum?
- You must all leave.
- Hepiniz gitmelisiniz.
- Tom left without saying goodbye.
- Tom hoşçakal demeden gitti.
- Tom needs to be told that he has to leave.
- Tom'a gitmesi gerektiğinin söylenmesi gerekiyor.
- I haven't seen Tom since he left.
- Gittiğinden beri Tom'u görmedim.
- Tom arrived after Mary had already left.
- Mary gittikten sonra Tom geldi.
- Tom is just about ready to leave.
- Tom gitmeye hazır.
- Tom's car isn't here, so he must've already left.
- Tom'un arabası burada değil, o yüzden çoktan gitmiş olmalı.
- As far as I know, she hasn't left yet.
- Bildiğim kadarıyla henüz gitmedi.
- Sami can't leave.
- Sami gidemez.
- I'm about to leave.
- Gitmek üzereyim.
- He left through a secret passageway.
- O gizli bir geçitten gitti.
- Tom expected Mary to leave early.
- Tom Mary'nin erken gitmesini bekliyordu.
- I insist that we leave immediately.
- Hemen gitmemiz konusunda ısrar ediyorum.
- My husband usually leaves for work at 8 o'clock.
- Kocam genellikle saat 8'de işe gidiyor.
- I'll leave if Tom comes.
- Tom gelirse giderim.
- I'd like you to leave now.
- Artık gitmeni istiyorum.
- He left Japan for Europe.
- Avrupa'ya gitmek için japonya'dan ayrıldı.
- I suggest you leave.
- Gitmeni öneririm.
- Did Tom tell Mary why he was leaving?
- Tom, Mary'ye neden gittiğini söyledi mi?
- I've decided not to leave.
- Gitmemeye karar verdim.
- Tom tried to keep Mary from leaving.
- Tom, Mary'nin gitmesini engellemeye çalıştı.
- The President left for America this morning.
- Başkan bu sabah Amerika'ya gitti.
- Tom doesn't know why Mary wanted him to leave.
- Tom, Mary'nin neden onun gitmesini istediğini bilmiyor.
- Tom will be lonely if you leave.
- Eğer gidersen Tom yalnız kalacak.
- In an army no man is permitted to leave without permission.
- Orduda hiç kimsenin izinsiz olarak gitmesine izin verilmez.
- Tom is waiting for you to leave.
- Tom gitmenizi bekliyor.
- Ready or not, we have to leave right now.
- Hazır ya da değil, hemen gitmeliyiz.
- Tom came after Mary left.
- Tom, Mary gittikten sonra geldi.
- Tom didn't even know Mary had left.
- Tom, Mary'nin gittiğini bile bilmiyordu.
- I heard you tell Tom not to leave.
- Tom'a gitmemesini söylediğini duydum.
- I have to leave.
- Gitmem lazım.
- The colleague whose husband is French has left for Paris.
- Kocası Fransız olan meslektaşım Paris'e gitti.
- Tom didn't think Mary would leave without him.
- Tom, Mary'nin onsuz gideceğini düşünmemişti.
- If we don't leave soon, we'll be late.
- Hemen gitmezsek, geç kalacağız.
- Does this mean I have to leave?
- Bu, gitmek zorunda olduğum anlamına mı geliyor?
- May I leave?
- Gidebilir miyim?
- No one can leave.
- Hiç kimse gidemez.
- Tom can't just leave.
- Tom öylece gidemez.
- I really think you should leave.
- Bence gerçekten gitmelisin.
- Should we tell Tom we're leaving?
- Tom'a gideceğimizi söyleyelim mi?
- I need to leave before Tom gets here.
- Tom buraya gelmeden gitmem lâzım.
- As soon as Tom finished eating, he left for work.
- Tom yemeği bitirir bitirmez işe gitti.
- Tom will be lonely if Mary leaves.
- Mary giderse Tom yalnız kalacak.
- Tom wouldn't let me leave.
- Tom gitmeme izin vermedi.
- Tom tried to leave once.
- Tom bir kez gitmeye çalıştı.
- I will leave as soon as the bell rings.
- Zil çalar çalmaz gideceğim.
- To the best of my knowledge, she hasn't left yet.
- Bildiğim kadarıyla, henüz gitmedi.
- You have to leave here at once.
- Buradan hemen gitmelisiniz.
- Tom motioned for me to leave.
- Tom gitmemi işaret etti.
- They all left.
- Hepsi gitti.
- I thought you'd left.
- Gittiğini sanmıştım.
- He told me he is leaving tomorrow.
- O bana yarın gideceğini söyledi.
- I had to respect Tom's wishes, so I left.
- Tom'un isteklerine saygı göstermek zorundaydım, bu yüzden gittim.
- I wouldn't leave without you.
- Sensiz gitmezdim.
- I'd be almost there by now if I'd left right after breakfast.
- Sabah kahvaltısından hemen sonra gitseydim şimdiye kadar neredeyse orada olurdum.
- I'm not leaving with Tom.
- Ben Tom'la gitmiyorum.
- Yes, but she just left.
- Evet, ama o az önce gitti.
- I have to leave.
- Gitmeliyim.
- I didn't know he had decided to leave.
- Gitmeye karar verdiğini bilmiyordum.
- Tom is just getting ready to leave.
- Tom da gitmeye hazırlanıyor.
- I've made up my mind to leave.
- Gitmek için kararımı verdim.
- It's time to leave.
- Gitme vakti geldi.
- I need to leave before Tom gets here.
- Tom gelmeden gitmeliyim.
- We might as well leave.
- Biz de gidebiliriz.
- Fadil took Layla's car keys and left.
- Fadıl Leyla'nın arabasının anahtarlarını aldı ve gitti.
- She left on a Monday.
- Pazartesi günü gitti.
- I'm leaving this town tonight.
- Bu gece bu şehirden gidiyorum.
- Tom has told Mary to leave.
- Tom, Mary'ye gitmesini söyledi.
- Tom left three days ago.
- Tom, üç gün önce gitti.
- Tom and Mary stood to leave.
- Tom ve Mary gitmek için ayağa kalktılar.
- Tom has already convinced me not to leave.
- Tom beni gitmemeye ikna etti bile.
- Tell Tom why you want to leave.
- Tom'a neden gitmek istediğini söyle.
- I was about to leave, but Tom came, so I stayed.
- Gitmek üzereydim fakat Tom geldi bu yüzden kaldım.
- I'm leaving now.
- Ben şimdi gidiyorum.
- Tom noticed Mary leaving.
- Tom, Mary'nin gittiğini fark etti.
- They are leaving for London.
- Onlar Londra'ya gidiyorlar.
- Tom didn't notice that Mary had left.
- Tom, Mary'nin gittiğini fark etmedi.
- That's why we must leave.
- Bu yüzden gitmeliyiz.
- We need to leave here at once.
- Buradan hemen gitmeliyiz.
- Tom decided not to tell Mary that he was leaving.
- Tom, Mary'ye gideceğini söylememeye karar verdi.
- Tell her to get ready to leave.
- Ona gitmeye hazırlanmasını söyle.
- I've decided to leave on Monday.
- Pazartesi günü gitmeye karar verdim.
- I reckon it's time for us to leave.
- Sanırım gitme vaktimiz geldi.
- Which airport do I leave from?
- Hangi havaalanından gidiyorum?
- You can't leave.
- Gidemezsin.
- I'm ready to leave now.
- Artık gitmeye hazırım.
- Yanni left Algeria for Tunisia.
- Yanni Tunus'a gitmek için Cezayir'den ayrıldı.
- I leave in an hour.
- Bir saat içinde gidiyorum.
- Tom has been told not leave.
- Tom'a gitmemesi söylendi.
- I don't know why Tom wanted me to leave.
- Tom'un neden gitmemi istediğini bilmiyorum.
- I thought Tom had left.
- Tom'un gittiğini sanıyordum.
- We need to leave right now.
- Hemen gitmemiz gerek.
- I'd like stay longer, but I have to leave.
- Daha uzun süre kalmak istiyorum ama gitmek zorundayım.
- What time did Tom say he wanted to leave?
- Tom ne zaman gitmek istediğini söyledi?
- Maybe I should leave.
- Belki de gitmeliyim.
- Tom wasn't happy about leaving.
- Tom gittiği için mutlu değildi.
- Tom doesn't know why Mary wanted him to leave.
- Tom, Mary'nin neden gitmesini istediğini bilmiyor.
- My flight back to Boston leaves in three hours.
- Boston'a geri giden uçağım üç saat içinde kalkar.
- He leaves for Tokyo at ten.
- Saat 10'da Tokyo'ya gidiyor.
- Do you need to leave now?
- Şimdi gitmeniz gerekiyor mu?
- You are free to leave any time you wish.
- İstediğinde gitmekte özgürsün.
- I leave in an hour.
- Bir saat içinde gideceğim.
- Tell him to get ready to leave.
- Gitmek için hazırlanmasını söyle.
- That's the reason we have to leave.
- Bu yüzden gitmeliyiz.
- Do you want to leave with them?
- Onlarla gitmek istiyor musun?
- If you don't leave, I'm going to call the police.
- Eğer gitmezsen, polisi arayacağım.
- By the time I arrived, he had already left.
- Ben geldiğimde o çoktan gitmişti.
- I think it's time for me to leave for school.
- Sanırım okula gitme vakti geldi.
- It wasn't raining when I left.
- Ben gittiğimde yağmur yağmıyordu.
- Tom arrived after Mary had left.
- Tom Mary gittikten sonra geldi.
- Tom is eager to leave.
- Tom gitmeye hevesli.
- Tom wanted to leave, but he couldn't.
- Tom gitmek istedi ama gidemedi.
- Tom looks like he wants to leave.
- Tom gitmek istiyor gibi görünüyor.
- I didn't want him to leave.
- Onun gitmesini istemedim.
- Tom is leaving for India next Friday.
- Tom önümüzdeki Cuma Hindistan'a gidiyor.
- Nobody but Tom left.
- Tom'dan başka kimse gitmedi.
- Tom left without telling us.
- Tom bize söylemeden gitti.
- Tom thinks that Mary will leave.
- Tom, Mary'nin gideceğini düşünüyor.
- How long ago did Tom leave?
- Tom gideli ne kadar oldu?
- I watched them leave.
- Gitmelerini izledim.
- It's been days since Tom left.
- Tom gittiğinden beri günler oldu.
- I'm afraid I have to ask you to leave.
- Ne yazık ki gitmeni istemek zorundayım.
- Tom didn't tell Mary he was leaving.
- Tom Mary'ye gideceğini söylemedi.
- Maybe I should leave.
- Belki gitmeliyim.
- I'm kind of hoping you won't leave tomorrow.
- Yarın gitmeyeceğini umuyorum.
- Tom said that Mary left.
- Tom, Mary'nin gittiğini söyledi.
- Tom left without saying goodbye.
- Tom veda etmeden gitti.
- I think it's time we asked Tom to leave.
- Bence Tom'dan gitmesini istemenin zamanı geldi.
- Upon seeing what was happening, we decided to leave.
- Neler olduğunu görünce, gitmeye karar verdik.
- I don't have to leave yet.
- Henüz gitmek zorunda değilim.
- We leave tonight.
- Bu gece gideriz.
- I really do wish you'd leave.
- Gerçekten gitmeni diliyorum.
- Did anyone see Tom leave?
- Tom'un gittiğini gören oldu mu?
- I wonder whether Tom has left.
- Acaba Tom gitti mi?
- I'm not leaving with Tom.
- Tom'la gitmiyorum.
- We must leave immediately.
- Hemen gitmeliyiz.
- Tell them to leave.
- Gitmelerini söyle.
- Of course, you can leave.
- Tabii ki gidebilirsiniz.
- She came on Monday, and left again the following day.
- Pazartesi geldi ve ertesi gün tekrar gitti.
- They left without me.
- Onlar ben olmadan gitti.
- You'll never guess what happened just after you left.
- Sen gittikten hemen sonra ne olduğunu asla tahmin edemezsin.
- Let's leave as soon as Tom gets here.
- Tom buraya gelir gelmez gidelim.
- He left for London yesterday.
- Dün Londra'ya gitti.
- I'm leaving on Monday.
- Pazartesi gidiyorum.
- Why is Tom leaving?
- Tom niçin gidiyor?
- I'm getting ready to leave.
- Gitmeye hazırlanıyorum.
- I have to leave first thing tomorrow morning.
- Yarın sabah ilk iş gitmem gerekiyor.
- We had to leave for America on short notice.
- Kısa sürede Amerika'ya gitmek zorunda kaldık.
- I think it's time for me to leave now.
- Sanırım şimdi gitmemin zamanıdır.
- When will she leave for Athens?
- Atina'ya ne zaman gidecek?
- Tom said that he left before Mary did.
- Tom, Mary'den önce gittiğini söyledi.
- I can't leave until I know what has happened to my parents.
- Aileme ne olduğunu öğrenmeden gidemem.
- I'm afraid I have to ask you to leave.
- Korkarım senden gitmeni istemek zorundayım.
- Tom phoned just before he left.
- Tom gitmeden hemen önce telefon etti.
- We don't know why Tom had to leave?
- Tom'un neden gitmesi gerektiğini bilmiyor muyuz?
- I was thinking of leaving.
- Ben de gitmeyi düşünüyordum.
- Tom has to finish what he's doing before he can leave.
- Tom gitmeden önce yaptığı işi bitirmek zorunda.
- Tom came after everyone else had left.
- Tom herkes gittikten sonra geldi.
- Tom wants me to leave.
- Tom gitmemi istiyor.
- The bad weather kept us from leaving.
- Kötü hava bizim gitmemizi engelledi.
- You're not leaving until I say it's OK.
- Ben tamam diyene kadar gitmiyorsun.
- Leaving behind is the best thing she does.
- Onun en iyi bildiği şey, arkasını dönüp gitmektir.
- Tom didn't notice Mary leave.
- Tom, Mary'nin gittiğini fark etmedi.
- You guys can't leave yet.
- Henüz gidemezsiniz.
- I want to leave as soon as possible.
- En kısa sürede gitmek istiyorum.
- I'll just leave.
- Sadece giderim.
- Tom wouldn't let us leave.
- Tom gitmemize izin vermezdi.
- Tom wouldn't allow me to leave.
- Tom gitmeme izin vermedi.
- Tom has already left for Boston.
- Tom çoktan Boston'a gitti.
- I'm leaving in a week.
- Bir hafta içinde gidiyorum.
- Tom left for school at the break of dawn.
- Tom şafak sökerken okula gitmek için ayrıldı.
- Are you leaving soon?
- Yakında gidiyor musunuz?
- Tom didn't even know that Mary had left.
- Tom, Mary'nin gittiğini bile bilmiyordu.
- You must leave immediately.
- Hemen gitmelisin.
- As soon as Tom gets here, we'll leave.
- Tom gelir gelmez, gideceğiz.
- Tom left half an hour ago.
- Tom yarım saat önce gitti.
- If we don't leave soon, we'll be late.
- Hemen gitmezsek geç kalacağız.
- Don't let Tom leave.
- Tom'un gitmesine izin verme.
- You should leave, Tom.
- Gitmelisin, Tom.
- He did not want her to leave.
- Onun gitmesini istemedi.
- I'm not leaving until you tell me where I can find Tom.
- Tom'u nerede bulabileceğimi söyleyene kadar gitmiyorum.
- I don't know if we will leave this week or next week.
- Bu hafta mı yoksa gelecek hafta mı gideceğimizi bilmiyorum.
- Please leave.
- Lütfen git.
- We don't want you to leave.
- Gitmeni istemiyoruz.
- Am I supposed to leave now?
- Şimdi gitmem gerekiyor mu?
- Tom thinks that Mary will leave.
- Tom Mary'nin gideceğini düşünüyor.
- Let's leave as soon as Tom arrives.
- Tom gelir gelmez gidelim.
- How did they leave?
- Nasıl gittiler?
- I thought you left with her.
- Onunla gittiğini sanıyordum.
- Tom must've left.
- Tom gitmiş olmalı.
- I think you ought to leave.
- Bence gitmelisin.
- We are leaving for Hawaii tonight.
- Bu akşam Hawaii'ye gidiyoruz.
- Is Tom leaving?
- Tom gidiyor mu?
- The next day Jesus decided to leave for Galilee.
- İsa, ertesi gün Celile'ye gitmeye karar verdi.
- Did you see her leave?
- Onun gidişini gördün mü?
- I suspect Tom didn't leave when he was supposed to.
- Tom'un gitmesi gereken zamanda gitmediğinden şüpheleniyorum.
- Tom arrived after Mary had left.
- Tom, Mary gittikten sonra geldi.
- I am leaving at four.
- Ben dörtte gidiyorum.
- I think we should leave now.
- Bence hemen gitmeliyiz.
- The people who left yesterday are from Scotland.
- Dün gidenler İskoçya'dan.
- Please just leave.
- Lütfen git.
- Did you notice Tom leaving?
- Tom'un gittiğini fark ettin mi?
- I'll leave tomorrow, weather permitting.
- Hava izin verirse yarın gideceğim.
- Tom ought to leave.
- Tom gitmeli.
- President Jackson left a few minutes later.
- Başkan Jackson birkaç dakika sonra gitti.
- How long after that did you leave?
- Ne kadar sonra gittin?
- I told Tom to leave.
- Tom'a gitmesini söyledim.
- Leave while you can.
- Gidebiliyorken git.
- He'll leave by plane tomorrow.
- Yarın uçakla gidecek.
- Tom said everyone would have to leave.
- Tom herkesin gitmesi gerektiğini söyledi.
- I often think about leaving.
- Sık sık gitmeyi düşünüyorum.
- I think it would be better if you left.
- Bence gitsen daha iyi olur.
- The bad weather's preventing me from leaving.
- Kötü hava benim gitmemi engelliyor.
- Tom and Mary didn't leave together.
- Tom ve Mary birlikte gitmediler.
- I don't care whether he leaves or stays.
- Gitmesi ya da kalması umurumda değil.
- Why should I have to leave?
- Neden gitmek zorundayım?
- Did you see her leave?
- Kadının gittiğini gördün mü?
- Tom may have already left.
- Tom zaten gitmiş olabilir.
- I leave for Paris tomorrow.
- Yarın Paris'e gidiyorum.
- You can leave tomorrow.
- Yarın gidebilirsin.
- Don't leave without saying goodbye.
- Veda etmeden gitme.
- I thought they'd never leave.
- Asla gitmeyeceklerini düşündüm.
- I haven't decided yet, but I'll let you know by the time we leave.
- Henüz karar vermedim ama gitmeden önce sana bildireceğim.
- After the waiter left, Tom and Mary continued their conversation.
- Garson gittikten sonra Tom ve Mary sohbetlerine devam ettiler.
- Tom said everyone would have to leave.
- Tom herkesin gitmek zorunda olacağını söyledi.
- Tom didn't think Mary would leave.
- Tom Mary'nin gideceğini düşünmüyordu.
- Now that Mary has left, Tom is happier.
- Mary gittiğine göre Tom daha mutlu.
- Tom didn't want Mary to leave.
- Tom, Mary'nin gitmesini istemedi.
- Did Tom say anything to you before he left?
- Tom gitmeden önce sana bir şey söyledi mi?
- I was forced to leave.
- Gitmek zorunda kaldım.
- You can't leave now.
- Şimdi gidemezsin.
- We're not supposed to leave yet.
- Henüz gitmememiz gerekiyordu.
- If you left now, the consequences would be devastating.
- Eğer şimdi gidersen, sonuçları yıkıcı olur.
- You shouldn't leave at once.
- Hemen gitmemelisin.
- If you want to leave, leave.
- Eğer gitmek istiyorsan, git.
- Please be sure to turn off the light before you leave.
- Lütfen gitmeden önce ışığı kapattığından emin ol.
- All the crew left except for Tom.
- Tom hariç tüm ekip gitti.
- Why did you tell her I'd left?
- Neden ona gittiğimi söyledin?
- Tom and Mary both left together.
- Tom ve Mary her ikisi de birlikte gitti.
- We're waiting for you to leave.
- Gitmenizi bekliyoruz.
- Tell him you'd like to leave.
- Ona gitmek istediğini söyle.
- I told Tom to leave right away.
- Tom'a hemen gitmesini söyledim.
- Tom was told to leave.
- Tom'a gitmesi söylendi.
- I'd rather die than leave.
- Gitmektense ölmeyi tercih ederim.
- I'll have to ask you to leave.
- Gitmenizi istemek zorundayım.
- Tom will try to convince Mary not to leave.
- Tom, Mary'yi gitmemesi için ikna etmeye çalışacak.
- It's now time to leave.
- Artık gitme zamanı.
- Tell Tom I'll leave.
- Tom'a gideceğimi söyle.
- I am leaving right away.
- Ben hemen gidiyorum.
- We're leaving.
- Biz gidiyoruz.
- He left without saying a word.
- Tek kelime etmeden çekip gitti.
- I'm waiting for him to leave.
- Onun gitmesini bekliyorum.
- We're leaving here.
- Buradan gidiyoruz.
- The children left for camp this morning.
- Çocuklar bu sabah kampa gittiler.
- How much time do we have before we leave?
- Gitmeden önce ne kadar zamanımız var?
- Tom said he'd leave.
- Tom gideceğini söyledi.
- Tom doesn't know when Mary left.
- Tom Mary'nin ne zaman gittiğini bilmiyor.
- Lyusya decided to give up on everything and leave for Siberia.
- Lyusya her şeyden vazgeçmeye ve Sibirya'ya gitmeye karar verdi.
- She left without saying a word.
- O tek kelime söylemeden gitti.
- I think you'd better leave now.
- Bence şimdi gitsen iyi olur.
- Tom never wanted Mary to leave.
- Tom, Mary'nin gitmesini hiç istemedi.
- I figured you might know why Tom left early.
- Tom'un niçin erken gittiğini bilebileceğini düşündüm.
- I wasn't the one who told Tom to leave.
- Tom'a gitmesini söyleyen ben değildim.
- I'm leaving on Sunday.
- Pazar günü gidiyorum.
- Do I really have to leave?
- Gerçekten gitmek zorunda mıyım?
- I guess you want me to leave.
- Sanırım benim gitmemi istiyorsun.
- It's time for you to leave.
- Gitme vaktiniz geldi.
- When do you want to leave?
- Ne zaman gitmek istiyorsun??
- I'm not leaving until you tell me what I want to know.
- Bana bilmek istediğim şeyi söyleyene kadar gitmiyorum.
- I leave this afternoon.
- Bu öğleden sonra gidiyorum.
- We need to leave real soon.
- Çok yakında gitmemiz gerekiyor.
- He is leaving for Peru tomorrow, isn't he?
- Yarın Peru'ya gidiyor, değil mi?
- Tom is likely to cry if Mary leaves.
- Mary giderse Tom muhtemelen ağlayacak.
- I want you to have a definite plan before you leave.
- Gitmeden önce kesin bir plan yapmanı istiyorum.
- What time do you usually leave for work?
- Genellikle ne zaman işe gidersin?
- He left for the United States by air.
- O, hava yoluyla Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti.
- I really see no reason to leave.
- Gitmek için bir neden göremiyorum.
- You're free to leave.
- Gitmekte özgürsün.
- I want to talk to you before you leave.
- Gitmeden önce seninle konuşmak istiyorum.
- Why did you ask Tom to leave?
- Neden Tom'un gitmesini istedin?
- I'll leave now.
- Şimdi gideceğim.
- We all need to leave before Tom gets back.
- Tom dönmeden önce hepimiz gitmeliyiz.
- Tom may never leave.
- Tom hiç gitmeyebilir.
- Tom didn't even say goodbye to Mary before he left.
- Tom gitmeden önce Mary'ye veda bile etmedi.
- Tom looks like he'd like to leave.
- Tom gitmek istiyor gibi görünüyor.
- Tom left as soon as he had the chance.
- Tom da fırsat bulduğu an gitti.
- The President is leaving for Paris next month.
- Başkan önümüzdeki ay Paris'e gidiyor.
- I thought Tom had left with Mary.
- Tom'un Mary ile gittiğini düşündüm.
- Did you ask them to leave?
- Gitmelerini istediniz mi?
- Tom can leave if he wants to.
- Tom eğer isterse gidebilir.
- Tom will leave for Boston first thing tomorrow morning.
- Tom yarın sabah ilk iş Boston'a gidecek.
- Tom left just after Mary left.
- Tom Mary gittikten hemen sonra gitti.
- This morning, I left for school without washing my face.
- Bu sabah yüzümü yıkamadan okula gittim.
- Tom must've left early.
- Tom erken gitmiş olmalı.
- I got Tom to leave.
- Tom'un gitmesini sağladım.
- I'm glad I caught you before you left.
- Gitmeden önce seni yakaladığıma sevindim.
- I cannot leave.
- Çekip gidemem.
- Tom left just a while ago.
- Tom da az önce gitti.
- We almost left.
- Neredeyse gidiyorduk.
- Tom saw Mary leave.
- Tom, Mary'nin gittiğini gördü.
- I told Tom you'd leave on Monday.
- Tom'a pazartesi gideceğini söyledim.
- Must I leave at once?
- Hemen gitmeli miyim?
- I need you to leave now.
- Şimdi gitmeni istiyorum.
- Tom wanted Mary to leave right away.
- Tom, Mary'nin hemen gitmesini istedi.
- When will Tom leave for Boston?
- Tom ne zaman Boston'a gidecek?
- If you don't leave, I'm going to call the cops.
- Eğer gitmezsen polisleri arayacağım.
- Tom will soon leave.
- Tom yakında gidecek.
- You leave because of me.
- Benim yüzümden gidiyorsun.
- We'll leave as soon as it quits raining.
- Yağmur durur durmaz gideceğiz.
- You must leave here at once.
- Buradan hemen gitmelisiniz.
- What time do you leave your house for school?
- Evinden saat kaçta okula gidiyorsun?
- I'll leave when Tom comes.
- Tom geldiğinde ben gideceğim.
- You're lucky nobody saw you leave.
- Gittiğini kimse görmediği için şanslısın.
- We should leave immediately.
- Hemen gitmeliyiz.
- Tom says he'll leave on Monday.
- Tom pazartesi gideceğini söyledi.
- Tom wanted to talk to Mary before she left.
- Tom gitmeden önce Mary ile konuşmak istedi.
- You'd better leave at once.
- Hemen gitsen iyi olur.
- You should've left while you had the chance.
- Fırsatın varken gitmeliydin.
- I'm ready to leave now.
- Şimdi gitmeye hazırım.
- I'll come back after you leave.
- Sen gittikten sonra geri geleceğim.
- I won't leave tomorrow morning.
- Yarın sabah gitmeyeceğim.
- He is leaving for New York next week.
- Gelecek hafta New York'a gidiyor.
- Tom tried to persuade Mary not to leave.
- Tom Mary'yi gitmemesi için ikna etmeye çalıştı.
- Why didn't you ask Tom to leave?
- Neden Tom'un gitmesini istemedin?
- Did you hear Tom is leaving?
- Tom'un gideceğini duydun mu?
- Tom has no choice but to leave.
- Tom'un gitmekten başka seçeneği yok.
- You are free to leave any time you wish.
- Dilediğiniz zaman gitmekte özgürsünüz.
- Tom forced me to leave.
- Tom beni gitmeye zorladı.
- I think it would be best if you do as Tom says and leave.
- Tom'un dediği gibi yaparsan ve gidersen en iyi olacağını düşünüyorum.
- Tom may leave any minute.
- Tom her an gidebilir.
- When will he leave for Beijing?
- Pekin'e ne zaman gidecek?
- I'd hate to see Tom leave.
- Tom'un gittiğini görmekten nefret ediyorum.
- I can't leave until he comes.
- O gelene kadar gidemem.
- Tom told us that we should leave right away.
- Tom bize hemen gitmemiz gerektiğini söyledi.
- We'll leave as soon as you are ready.
- Siz hazır olur olmaz gideceğiz.
- Tom didn't know why Mary wanted him to leave.
- Tom, Mary'nin neden onun gitmesini istediğini bilmiyordu.
- She left for Boston.
- O Boston'a gitti.
- I leave in the morning.
- Sabah gidiyorum.
- When did Tom leave for Boston?
- Tom ne zaman Boston'a gitti?
- Ready or not, we have to leave right now.
- Hazır olsan da olmasan da, hemen gitmeliyiz.
- Tom chose to leave.
- Tom gitmeyi seçti.
- Let's leave immediately.
- Hemen gidelim.
- Did anybody see her leave?
- Onun gidişini gören kimse oldu mu?
- I'd like you to leave immediately.
- Hemen gitmenizi istiyorum.
- I agreed to leave early.
- Erken gitmeyi kabul ettim.
- Tom didn't notice Mary leave.
- Tom Mary'nin gittiğini fark etmedi.
- I demand that he leave at once.
- Derhal gitmesini talep ediyorum.
- I think it's time for me to leave now.
- Sanırım artık gitme vaktim geldi.
- Maybe you should just leave.
- Belki de gitmelisin.
- I want you to leave right away.
- Hemen gitmeni istiyorum.
- What happens after we leave?
- Biz gittikten sonra ne olacak?
- Tom encouraged Mary to leave right away.
- Tom Mary'yi hemen gitmesi için cesaretlendirdi.
- I left for London.
- Londra'ya gitmek için ayrıldım.
- We all need to leave before Tom gets back.
- Tom dönmeden hepimiz gitmeliyiz.
- Tom seems to be leaving.
- Tom gidiyor gibi görünüyor.
- We'll leave when it stops raining.
- Yağmur durduğunda gideceğiz.
- By the time you came back, I'd already left.
- Sen döndüğünde ben çoktan gitmiştim.
- I thought we should leave.
- Gitmemiz gerektiğini düşündüm.
- Tom nodded and left.
- Tom başını salladı ve gitti.
- I guess Tom just doesn't want to leave.
- Sanırım Tom gitmek istemiyor.
- I must leave.
- Gitmeliyim.
- I'll miss this place once I leave.
- Gider gitmez bu yeri özleyeceğim.
- I let Tom leave early.
- Tom'un erken gitmesine izin verdim.
- Tom left for a month.
- Tom bir aylığına gitti.
- Get ready to leave.
- Gitmek için hazırlan.
- Get Tom to leave.
- Tom'un gitmesini sağla.
- He came after you left.
- Sen gittikten sonra o geldi.
- You guys can't leave yet.
- Siz henüz gidemezsiniz.
- We can't just let him leave.
- Gitmesine izin veremeyiz.
- The two of them left.
- İkisi gitti.
- I've already told Tom to leave early.
- Tom'a erken gitmesini söyledim.
- Too bad, you need to leave for Japan.
- Çok kötü, Japonya'ya gitmen gerekiyor.
- How long ago did Tom leave?
- Tom ne kadar süre önce gitti?
- Tom told me I had to leave.
- Tom bana gitmem gerektiğini söyledi.
- When will Tom leave for Boston?
- Tom Boston'a ne zaman gidecek?
- I’ll call you before I leave.
- Gitmeden önce seni arayacağım.
- Tom had no choice but to leave.
- Tom'un gitmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom left after me.
- Tom benden sonra gitti.
- Tom and I have to leave.
- Tom ve ben gitmek zorundayız.
- I will badly miss you if you leave Japan.
- Japonya'dan gidersen, seni fena halde özlerim.
- Tom wanted to see Mary before she left.
- Tom Mary'yi gitmeden önce görmek istedi.
- When will you leave for New York?
- New York'a ne zaman gideceksin?
- Tom has told Mary he has to leave.
- Tom, Mary'e gitmesi gerektiğini söyledi.
- I suggest we leave immediately.
- Hemen gitmemizi öneririm.
- Who made Tom leave?
- Tom'un gitmesine kim sebep oldu?
- My parents leave for New Zealand next Saturday.
- Ailem önümüzdeki Cumartesi Yeni Zelanda'ya gidiyor.
- Yanni left Algeria for Tunisia.
- Yanni Tunus'a gitmek üzere Cezayir'den ayrıldı.
- Maybe you shouldn't leave.
- Belki de gitmemelisin.
- The ship leaves for Honolulu tomorrow.
- Gemi yarın Honolulu'ya gidiyor.
- I want to have a word with you before you leave.
- Ben sen gitmeden önce seninle konuşmak istiyorum.
- I know why Tom left.
- Tom'un neden gittiğini biliyorum.
- What time do we leave?
- Ne zaman gidiyoruz?
- Let's leave as soon as he arrives.
- O gelir gelmez gidelim.
- I want Tom to leave immediately.
- Tom'un hemen gitmesini istiyorum.
- We leave in a week.
- Bir hafta içinde gidiyoruz.
- They already left.
- Onlar zaten gittiler.
- I haven't slept well since Tom left.
- Tom gittiğinden beri iyi uyumadım.
- Tom asked Mary not to leave.
- Tom Mary'den gitmemesini istedi.
- I said you could leave.
- Gidebilirsin dedim.
- She left early.
- O erken gitti.
- Tom didn't tell Mary that he was leaving.
- Tom Mary'ye gideceğini söylemedi.
- Which airport do I leave from?
- Hangi havalanından gideceğim?
- Hurry, or the plane will leave you behind.
- Çabuk ol, yoksa uçak sensiz gidecek.
- Tom should leave before it rains.
- Tom yağmur yağmadan gitmeli.
Show More (604)
|
2 |
leave |
bırakmak |
v. |
|
- Can I leave my cats with you this weekend?
- Bu hafta sonu kedilerimi sana bırakabilir miyim?
- She left her homework until the last minute.
- Ödevlerini son dakikaya bırakmış.
- To my mind, leaving things as they are is not an option.
- Bana göre her şeyi olduğu gibi bırakmak bir seçenek değildir.
- As it is, I can only leave colleagues to make their own judgements as to the efforts made.
- Hal böyle olunca, meslektaşlarımı gösterilen çabalar konusunda kendi kararlarını vermeye bırakabilirim.
- The financing scheme leaves no doubt about it.
- Finansman planı bu konuda hiçbir şüpheye yer bırakmıyor.
- Today, I leave it to you to judge whether this chasm has widened or become narrower in the meantime.
- Bugün, bu uçurumun genişleyip genişlemediğini ya da daralıp daralmadığını değerlendirmeyi size bırakıyorum.
- Rapporteur Cappato suggests leaving the choice of opting in or out to the Member States.
- Raportör Cappato, katılma veya katılmama tercihinin Üye Devletlere bırakılmasını önermektedir.
- We should not leave it all to the Commission, still less to the Council.
- Her şeyi Komisyon'a ya da Konsey'e bırakmamalıyız.
- It would be irresponsible to leave it to the market sector alone.
- Bu işi sadece piyasa sektörüne bırakmak sorumsuzluk olur.
- We politicians wanted to leave our mark only because we were elected to this Parliament.
- Biz politikacılar sadece bu Parlamentoya seçildiğimiz için iz bırakmak istedik.
- We leave them to the judgment of our peoples.
- Bunları halklarımızın kararına bırakıyoruz.
- It is my belief that liberalisation would leave us with nothing but a cemetery filled with passengers!
- Benim inancım odur ki, serbestleşme bize yolcularla dolu bir mezarlıktan başka bir şey bırakmayacaktır!
- The procedures and deadlines leave us, in practical terms, no other choice.
- Prosedürler ve son tarihler, uygulamada bize başka bir seçenek bırakmıyor.
- It seemed to me madness to leave the response element of this problem out of the question.
- Bu sorunun yanıt unsurunu soru dışında bırakmak bana çılgınlık gibi geldi.
- The new rule, however, leaves us no option but to vote against certain reports.
- Ancak yeni kural bize bazı raporlara karşı oy kullanmaktan başka seçenek bırakmıyor.
- Actual practice leaves a lot to be desired, however.
- Ancak fiili uygulama arzulanan çok şey bırakıyor.
- Or are we going to leave that all up to the Convention?
- Yoksa tüm bunları Kongre'ye mi bırakacağız?
- Much worse is that it also leaves the field wide open for misleading the buying public.
- Daha da kötüsü, bu teklif, satın alan halkın yanıltılmasına da açık kapı bırakıyor.
- I feel that if we leave the choice of competent authority to companies, we encourage the lowest-bidding regulator.
- Yetkili otorite seçimini şirketlere bırakırsak, en düşük teklifi veren düzenleyiciyi teşvik edeceğimizi düşünüyorum.
- We cannot leave it just to the ALTENER programme to achieve these goals.
- Bu hedeflere ulaşmayı sadece ALTENER programına bırakamayız.
- It is obvious that the way the budget is managed by the Commission leaves much to be desired.
- Bütçenin Komisyon tarafından yönetilme şeklinin arzulanan çok şey bıraktığı açıktır.
- We had no choice but to take them or leave them.
- Onları almak ya da bırakmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- To my mind, leaving things as they are is not an option.
- Bana göre, her şeyi olduğu gibi bırakmak bir seçenek değildir.
- Complementarity in this form leaves a nasty taste in my mouth.
- Bu haliyle tamamlayıcılık ağzımda kötü bir tat bırakıyor.
- We must not leave ourselves open to that reproach.
- Kendimizi bu suçlamaya açık bırakmamalıyız.
- I would prefer to leave these questions to my colleague, Franz Fischler.
- Bu soruları meslektaşım Franz Fischler'e bırakmayı tercih ederim.
- We should not minimise the ongoing debate in the United States on those key issues or leave them isolated.
- Bu kilit konularda ABD'de devam eden tartışmaları küçümsememeli veya izole bırakmamalıyız.
- It leaves the decision concerning a hostile bid to the shareholders.
- Düşmanca bir teklifle ilgili kararı hissedarlara bırakır.
- The new rule, however, leaves no option but to vote against certain reports.
- Ancak yeni kural, bazı raporların aleyhinde oy kullanmaktan başka seçenek bırakmamaktadır.
- I therefore believe we should either hold the debate now or leave it for another day this week.
- Bu nedenle tartışmayı ya şimdi yapmamız ya da bu hafta başka bir güne bırakmamız gerektiğine inanıyorum.
- My advice therefore would be to leave the Charter as it is, except for technical changes.
- Bu nedenle benim tavsiyem, teknik değişiklikler dışında Bildirge'yi olduğu gibi bırakmak olacaktır.
- A country as wealthy as Argentina has no right to leave the majority of its population in poverty.
- Arjantin kadar zengin bir ülkenin, nüfusunun çoğunluğunu yoksulluk içinde bırakmaya hakkı yoktur.
- The new rule, however, leaves no option but to abstain on certain reports.
- Ancak yeni kural, bazı raporlarda çekimser kalmaktan başka bir seçenek bırakmamaktadır.
- We cannot leave it at that, however.
- Ancak bunu bu şekilde bırakamayız.
- I would prefer to leave these questions to my colleague, Franz Fischler.
- Bu soruları meslektaşım Franz Fischler'e bırakmayı tercih ediyorum.
- Those few days leave little scope for counterfeiting.
- Bu birkaç gün sahtecilik için çok az alan bırakıyor.
- We should not leave it all to the Commission, still less to the Council.
- Her şeyi Komisyon'a bırakmamalıyız, hele hele Konsey'e hiç bırakmamalıyız.
- In any case, the Convention leaves room for a generous interpretation.
- Her halükarda, Sözleşme cömert bir yoruma yer bırakmaktadır.
- The protocol does indeed leave the Member States a great deal of discretion, based on the precautionary principle.
- Protokol gerçekten de ihtiyatlılık ilkesi temelinde Üye Devletlere büyük bir takdir yetkisi bırakmaktadır.
- It thus leaves the way open to certain maritime transport mafias that operate in an area without law.
- Böylece kanunsuz bir alanda faaliyet gösteren bazı deniz taşımacılığı mafyalarına açık kapı bırakıyor.
- Having made these points, I shall leave it there.
- Bu noktaları belirttikten sonra konuyu burada bırakacağım.
- I will leave the rest to the rapporteurs.
- Gerisini raportörlere bırakıyorum.
- If we leave it to the goodwill of, let us say, men, nothing will change.
- Diyelim ki, erkeklerin iyi niyetine bırakırsak, hiçbir şey değişmeyecek.
- The second reason, however, is that such a scheme would leave consumers completely in the lurch.
- İkinci neden ise, böyle bir planın tüketicileri tamamen zor durumda bırakacak olmasıdır.
- The Council wants to follow the subsidiarity principle and leave this in the competence of the Member States.
- Konsey, yetki ikamesi ilkesini takip etmek ve bu konuyu Üye Devletlerin yetkisine bırakmak istemektedir.
- We do not believe it will, however, because the 35% given leave room for manoeuvre.
- Ancak bunun olacağına inanmıyoruz, çünkü verilen %35'lik oran manevra alanı bırakmaktadır.
- Because leaders everywhere leave a great deal to be desired.
- Çünkü liderler her yerde arzulanan çok şey bırakırlar.
- It thus leaves the way open to certain maritime transport mafias that operate in an area without law.
- Böylece kanunsuz bir alanda faaliyet gösteren bazı deniz taşımacılığı mafyalarının önünü açık bırakmaktadır.
- We should not leave them out in the Year of Disabled People.
- Engelliler Yılı'nda onları da dışarıda bırakmamalıyız.
- The Koran too leaves no room for mutilation.
- Kur'an da sakatlamaya yer bırakmaz.
- The report is guarded on a number of issues so that we leave Turkey room for manoeuvre.
- Rapor, Türkiye'ye manevra alanı bırakmak için bazı konularda ihtiyatlı davranmaktadır.
- This leaves us with a balance of some EUR 4 million.
- Bu da bize yaklaşık 4 milyon Avro'luk bir bakiye bırakmaktadır.
- This is good because it was just going to leave the door open for multinational companies to use this as a way out.
- Bu iyi bir şey çünkü çok uluslu şirketlerin bunu bir çıkış yolu olarak kullanması için kapıyı açık bırakacaktı.
- I should like to leave it here.
- Bunu burada bırakmak istiyorum.
- Complementarity in this form leaves a nasty taste in my mouth.
- Bu formdaki tamamlayıcılık ağzımda kötü bir tat bırakıyor.
- We should leave the matter of increasing the market share of biofuels for a later appraisal.
- Biyoyakıtların pazar payının arttırılması konusunu daha sonraki bir değerlendirmeye bırakmalıyız.
- This leaves Member States sufficient options to achieve the best possible percentages.
- Bu da Üye Devletlere mümkün olan en iyi yüzdeleri elde etmek için yeterli seçenek bırakmaktadır.
- We should not leave them out in the Year of Disabled People.
- Engelliler Yılı'nda onları dışarıda bırakmamalıyız.
- This is good because it was just going to leave the door open for multinational companies to use this as a way out.
- Bu iyi bir şey çünkü çok uluslu şirketlerin bunu bir çıkış yolu olarak kullanması için açık kapı bırakacaktı.
- We want to integrate, not leave part of the world standing on the doorstep.
- Bütünleşmek istiyoruz, dünyanın bir kısmını kapının eşiğinde bırakmak değil.
- The new rule, however, leaves no option but to vote against certain reports.
- Ancak yeni kural, belirli raporlara karşı oy kullanmaktan başka seçenek bırakmıyor.
- We cannot leave this to the free market.
- Bunu serbest piyasaya bırakamayız.
- Women are no longer expected to leave the most important decisions to men.
- Kadınlardan artık en önemli kararları erkeklere bırakmaları beklenmiyor.
- The Commission itself would leave this matter somewhat in abeyance.
- Komisyon'un kendisi bu konuyu biraz askıda bırakacaktır.
- We must not leave that out of the equation when we look at the rights of minorities.
- Azınlıkların haklarına baktığımızda bunu denklemin dışında bırakmamalıyız.
- It leaves me speechless, however, to hear things like genes entering the environment.
- Bununla birlikte, genlerin çevreye karışması gibi şeyler duymak beni suskun bırakıyor.
- Lastly, the document as a whole leaves a nasty taste in the mouth.
- Son olarak, belge bir bütün olarak ağızda kötü bir tat bırakmaktadır.
- We need to support the trans-European networks and leave the rest to the Member States.
- Trans-Avrupa ağlarını desteklememiz ve geri kalanını Üye Devletlere bırakmamız gerekiyor.
- It requires us not to just say that Durban was chaotic, therefore we will leave it that way for history.
- Bu, Durban'ın kaotik olduğunu söylemekle yetinmememizi gerektiriyor; bu nedenle tarihe bu şekilde bırakacağız.
- This seems important to me, for we cannot leave democracy to the NGOs.
- Bu bana önemli görünüyor çünkü demokrasiyi STK'lara bırakamayız.
- No longer when you join the Church should have you have to leave your basic civil rights at the door.
- Artık Kilise'ye katıldığınızda temel vatandaşlık haklarınızı kapıda bırakmak zorunda değilsiniz.
- The situation still leaves a lot to be desired in this area.
- Bu alanda durum hala arzulanan çok şey bırakmaktadır.
- The new Rule, however, leaves no option but to abstain on certain reports.
- Ancak yeni Kural, belirli raporlarda çekimser kalmaktan başka bir seçenek bırakmamaktadır.
- It leaves the decision concerning a hostile bid to the shareholders.
- Düşmanca bir teklife ilişkin kararı hissedarlara bırakmaktadır.
- Our growing responsibilities will leave no room for the vacillation and inaction we have displayed in the past.
- Artan sorumluluklarımız, geçmişte sergilediğimiz kararsızlık ve eylemsizliğe yer bırakmayacaktır.
- The MAGP's objectives are correct, but their implementation by the Member States still leaves much to be desired.
- MAGP'nin hedefleri doğrudur ancak bunların Üye Devletler tarafından uygulanması hala arzulanan çok şey bırakmaktadır.
- Lastly, the document as a whole leaves a nasty taste in the mouth.
- Son olarak, belge bir bütün olarak ağızda kötü bir tat bırakıyor.
- They want to leave room for effects which may be harmful to others but beneficial to themselves.
- Başkaları için zararlı ama kendileri için yararlı olabilecek etkilere yer bırakmak istiyorlar.
- If we leave an area out, it will only be half a job and we will have wasted an opportunity.
- Bir alanı dışarıda bırakırsak, bu sadece yarım bir iş olur ve bir fırsatı boşa harcamış oluruz.
- White Paper, by definition, is not something you can take or leave.
- Beyaz Kitap, tanımı gereği, alabileceğiniz ya da bırakabileceğiniz bir şey değildir.
- Developing countries also leave a great deal to be desired.
- Gelişmekte olan ülkeler de arzulanan çok şey bırakıyor.
- We are all aware that failure in this area would leave the process of enlargement compromised for many years to come.
- Bu alandaki başarısızlığın genişleme sürecini uzun yıllar boyunca tehlikede bırakacağının hepimiz farkındayız.
- The Court of Auditors itself admits that even the current Member States leave a great deal to be desired on this score.
- Sayıştay'ın kendisi de mevcut Üye Devletlerin bile bu konuda arzulanan çok şey bıraktığını kabul etmektedir.
- It is important that we leave it in the Commission's budget.
- Bunu Komisyon'un bütçesinde bırakmamız önemlidir.
- In that connection, I would like to make an urgent appeal to our Socialist MEPs to leave the agenda as it stands.
- Bu bağlamda Sosyalist AP üyelerimize gündemi olduğu gibi bırakmaları için acil bir çağrıda bulunmak istiyorum.
- The new rule, however, leaves us no option but to vote against certain reports.
- Ancak yeni kural, bizlere bazı raporların aleyhinde oy kullanmaktan başka seçenek bırakmamaktadır.
- The procedures and deadlines leave us, in practical terms, no other choice.
- Prosedürler ve süreler bize pratik anlamda başka bir seçenek bırakmıyor.
- We cannot leave everything to the market with no regulation at all.
- Hiçbir düzenleme yapmadan her şeyi piyasaya bırakamayız.
- I am happy to leave it to children's parents to decide about this issue.
- Bu konudaki kararı çocukların ebeveynlerine bırakmaktan mutluluk duyuyorum.
- That is why I advocated leaving the regulation of travel restrictions to the Member States.
- Bu nedenle seyahat kısıtlamalarının düzenlenmesinin Üye Devletlere bırakılmasını savundum.
- The current policy in many Member States leaves something to be desired in this respect.
- Birçok Üye Devletteki mevcut politika bu açıdan arzulanan bir şey bırakmaktadır.
- Yet it is prepared to state that this resolution leaves Parliament's rights intact.
- Yine de Konsey, bu kararın Parlamentonun haklarını olduğu gibi bıraktığını ifade etmeye hazırdır.
- The Commission itself would leave this matter somewhat in abeyance.
- Komisyon'un kendisi bu konuyu bir şekilde askıda bırakacaktır.
- Rather, it leaves a certain amount of room in which negotiations can be conducted in a sensible way.
- Aksine, müzakerelerin mantıklı bir şekilde yürütülebilmesi için belli bir alan bırakmaktadır.
- It is therefore a good idea to leave some leeway for the Member States in this regulation.
- Bu nedenle bu düzenlemede Üye Devletler için bir miktar hareket alanı bırakmak iyi bir fikirdir.
- This leaves a very sound basis for his successor and my group would also like to add their thanks for his work.
- Bu, halefi için çok sağlam bir temel bırakıyor ve grubum da çalışmaları için teşekkürlerini eklemek istiyor.
- There is also talk of leaving unmanned American aeroplanes on Bulgarian territory.
- İnsansız Amerikan uçaklarının Bulgaristan topraklarında bırakılmasından da bahsediliyor.
- We cannot leave the Copenhagen European Council to decide on dozens and dozens of details.
- Kopenhag Avrupa Konseyi'ni onlarca ve düzinelerce ayrıntı üzerinde karar vermeye bırakamayız.
- The message about reform that they are sending to the Council is 'take it or leave it'.
- Reform konusunda Konsey'e gönderdikleri mesaj 'al ya da bırak' şeklindedir.
- The Basel Convention is very clear and leaves no room for interpretation.
- Basel Sözleşmesi çok açıktır ve yoruma yer bırakmamaktadır.
- Well, this regional cooperation still leaves too much to be desired.
- Bu bölgesel işbirliği hala arzulanan çok şey bırakıyor.
- He did this without leaving any marks and without causing any pain.
- Bunu herhangi bir iz bırakmadan ve herhangi bir acıya neden olmadan yaptı.
- I shall leave it there, as I have covered the agricultural scene totally.
- Tarım konusunu tamamen ele aldığım için burada bırakacağım.
- Neither of them leave room for concern or take any steps towards bringing the conflict to an end.
- Her ikisi de endişeye yer bırakmamakta ya da çatışmayı sona erdirmeye yönelik herhangi bir adım atmamaktadır.
- In those countries, the rights of the Roma and those of homosexuals, for example, leave a great deal to be desired.
- Bu ülkelerde, örneğin Romanların ve eşcinsellerin hakları, arzulanan çok şey bırakmaktadır.
- Much worse is that it also leaves the field wide open for misleading the buying public.
- Daha da kötüsü, satın alan kamuoyunun yanlış yönlendirilmesine de açık kapı bırakıyor.
- This formula would be much more flexible, and would leave the Member States much more room for manoeuvre.
- Bu formül çok daha esnek olacak ve Üye Devletlere çok daha fazla manevra alanı bırakacaktır.
- The rest we can leave to the markets.
- Gerisini piyasalara bırakabiliriz.
- Today, I leave it to you to judge whether this chasm has widened or become narrower in the meantime.
- Bugün bu uçurumun genişleyip genişlemediğini ya da daralıp daralmadığını değerlendirmeyi size bırakıyorum.
- Where does this leave the Community?
- Bu durum Topluluğu nerede bırakıyor?
- As it stands, it leaves it between the two of us.
- Bu haliyle, işi ikimizin arasında bırakıyor.
- Yet it is prepared to state that this resolution leaves Parliament's rights intact.
- Yine de Konsey, bu kararın Parlamento'nun haklarını olduğu gibi bıraktığını ifade etmeye hazırdır.
- Mr President, the clarity of the resolution on which we are now voting leaves nothing to be desired.
- Sayın Başkan, şu anda oylamakta olduğumuz önergenin açıklığı arzu edilen hiçbir şeyi bırakmamaktadır.
- We will leave it to you to push the agenda forward as quickly as you can.
- Gündemi olabildiğince hızlı bir şekilde ilerletme görevini size bırakıyoruz.
- It is therefore better to leave the introduction of any taxes to the individual Member States.
- Bu nedenle, herhangi bir verginin getirilmesini münferit Üye Devletlere bırakmak daha iyidir.
- It leaves me speechless, however, to hear things like genes entering the environment.
- Bununla birlikte, çevreye giren genler gibi şeyler duymak beni suskun bırakıyor.
- This therefore leaves a loophole for trade in puppies and kittens particularly.
- Dolayısıyla bu durum, özellikle yavru köpek ve kedi ticareti için bir boşluk bırakmaktadır.
- That leaves you and me looking through a lot of amendments that can sometimes be rather confusing.
- Bu da size ve bana bazen oldukça kafa karıştırıcı olabilen çok sayıda değişikliği incelemek zorunda bırakıyor.
- The European Union should not just leave the Latin American market to the USA.
- Avrupa Birliği Latin Amerika pazarını sadece ABD'ye bırakmamalıdır.
- But if it only scores an own goal, it would be better to leave it out.
- Ama sadece kendi kalesine gol atıyorsa onu dışarıda bırakmak daha iyi olacaktır.
- The second reason, however, is that such a scheme would leave consumers completely in the lurch.
- Ancak ikinci neden, böyle bir planın tüketicileri tamamen zor durumda bırakacak olmasıdır.
- They want to leave room for effects which may be harmful to others but beneficial to themselves.
- Başkaları için zararlı ancak kendileri için faydalı olabilecek etkilere yer bırakmak istiyorlar.
- It is to your honour that, like earlier Commission presidents, you want to leave your personal mark on the Commission.
- Daha önceki Komisyon başkanları gibi sizin de Komisyonda kişisel izinizi bırakmak istemeniz onur vericidir.
- Let me raise an issue where I think that the final result from Johannesburg leaves a great deal to be desired.
- Johannesburg'dan çıkan nihai sonucun arzulanan çok şey bıraktığını düşündüğüm bir konuyu gündeme getirmeme izin verin.
- We must leave raw materials so that local manufacturers can process them.
- Yerel üreticilerin işleyebilmesi için hammadde bırakmalıyız.
- We should leave this to the discretion of the Management Committee.
- Bunu Yönetim Komitesi'nin takdirine bırakmalıyız.
- Yet positive developments can sometimes leave a stale after-taste.
- Ancak olumlu gelişmeler bazen ağızda bayat bir tat bırakabilir.
- In this connection, I am of the view that Amendment No 16 concerns a change that leaves no room for doubt.
- Bu bağlamda, 16 No'lu Değişikliğin hiçbir şüpheye yer bırakmayacak bir değişiklik olduğu görüşündeyim.
- Finally, this programme leaves many questions unanswered.
- Son olarak, bu program birçok soruyu cevapsız bırakıyor.
- It cannot simply be left to individual Member States to act alone.
- Tek başına hareket etmek Üye Devletlere bırakılamaz.
- It allows us to move forward but still leaves this discussion open for us to reach a sensible conclusion to that debate.
- Bu, ilerlememize imkan vermekle birlikte, bu tartışmayı mantıklı bir sonuca varabilmemiz adına ucu açık bırakmaktadır.
- Rather, it leaves a certain amount of room in which negotiations can be conducted in a sensible way.
- Aksine, müzakerelerin mantıklı bir şekilde yürütülebilmesi için belirli bir alan bırakmaktadır.
- I will then leave my colleagues from the Commission the task of developing the themes and exploring them in more detail.
- Daha sonra temaları geliştirme ve daha ayrıntılı olarak inceleme görevini Komisyon'daki meslektaşlarıma bırakacağım.
- The law of the jungle leaves no room for social and environmentally-friendly agriculture.
- Orman kanunu sosyal ve çevre dostu tarıma yer bırakmamaktadır.
- We will therefore leave this conflict for what it was.
- Dolayısıyla bu anlaşmazlığı olduğu gibi bırakacağız.
- This is where I shall leave my contribution, as time is getting on.
- Zaman ilerlediği için katkımı burada bırakıyorum.
- It is for that reason that we cannot leave those regions alone.
- Bu nedenle o bölgeleri kendi başına bırakamayız.
- The problem is that we cannot leave it without support.
- Sorun şu ki, onu desteksiz bırakamayız.
- The basic agreement in the Council has reduced the donation to 75 million, leaving the rest for loans.
- Konsey'deki temel anlaşma, bağışı 75 milyona indirerek geri kalanını kredilere bıraktı.
- Or are we going to leave that all up to the Convention?
- Yoksa tüm bunları Kongreye mi bırakacağız?
- You tell us to proclaim it and leave it at that.
- Bize bunu ilan etmemizi ve öylece bırakmamızı söylüyorsunuz.
- That would be to leave the door open to abuses of an ethical, eugenic or even racial nature.
- Bu, etik, öjenik ve hatta ırksal nitelikteki suiistimallere açık kapı bırakmak anlamına gelecektir.
- Foot-and-mouth is leaving tremendous grief and helplessness in its wake.
- Şap hastalığı ardında muazzam bir keder ve çaresizlik bırakıyor.
- However, the situation still leaves a great deal to be desired, certainly in the area of development cooperation.
- Bununla birlikte, özellikle kalkınma işbirliği alanında durum hala arzulanan çok şey bırakmaktadır.
- This therefore leaves a loophole for trade in puppies and kittens particularly.
- Bu nedenle, özellikle yavru köpek ve kedi ticareti için bir boşluk bırakmaktadır.
- We cannot leave it for another day.
- Bu konuyu başka bir güne bırakamayız.
- It is therefore better to leave the introduction of any taxes to the individual Member States.
- Bu nedenle, herhangi bir verginin uygulanmasının Üye Devletlere bırakılması daha iyi olacaktır.
- It is my belief that liberalisation would leave us with nothing but a cemetery filled with passengers.
- Benim inancıma göre serbestleşme bize yolcularla dolu bir mezarlıktan başka bir şey bırakmayacaktır.
- At first reading, we still have a lot of opportunities, but we should also leave the way open for the second reading.
- İlk okumada hala pek çok fırsatımız var, ancak ikinci okuma için de yolu açık bırakmalıyız.
- The protocol does indeed leave the Member States a great deal of discretion, based on the precautionary principle.
- Protokol gerçekten de ihtiyatlılık ilkesi temelinde Üye Devletlere büyük ölçüde takdir yetkisi bırakmaktadır.
- This leaves Member States sufficient options to achieve the best possible percentages.
- Bu da Üye Devletlere mümkün olan en iyi yüzdelere ulaşmak için yeterli seçenek bırakmaktadır.
- I shall leave it there, as I have covered the agricultural scene totally.
- Tarım konusunu tamamen ele aldığım için bu konuyu burada bırakıyorum.
- It is important that we leave it in the Commission's budget.
- Bunu Komisyon bütçesinde bırakmamız önemlidir.
- It leaves no room for development of Africa, which only has 2% of world trade to its name.
- Dünya ticaretinin sadece %2'sine sahip olan Afrika'nın kalkınması için hiçbir alan bırakmamaktadır.
- The new rule, however, leaves no option but to vote against certain reports.
- Ancak yeni kural, bazı raporlara karşı oy kullanmaktan başka bir seçenek bırakmıyor.
- UN Resolution 1441 leaves no room for a game of hide and seek.
- BM'nin 1441 sayılı kararı saklambaç oyununa yer bırakmamaktadır.
- If we leave an area out, it will only be half a job and we will have wasted an opportunity.
- Eğer bir bölgeyi dışarıda bırakırsak, bu sadece yarım bir iş olur ve bir fırsatı heba etmiş oluruz.
- Are we going to leave it at that?
- Bu konuyu burada bırakacak mıyız?
- Now, you leave that gun in its holster and come down here slow and easy.
- Şimdi, o silahı kılıfında bırak ve yavaşça aşağı in.
- We have no other planet to leave for future generations.
- Gelecek nesillere bırakacağımız başka bir gezegen daha yok.
- No, leaving the probe there could cause permanent damage.
- Hayır, sondayı orada bırakmak kalıcı hasara neden olabilir.
- And I usually also leave space in the spreadsheet to write comments.
- Ayrıca genellikle e-tabloda yorum yazmak için de yer bırakıyorum.
- Now take these off of me and leave me the hell alone.
- Şimdi bunları üzerimden çıkar ve beni rahat bırak.
- No, leaving the probe there could cause permanent damage.
- Hayır, sondayı burada bırakmak kalıcı hasara sebep olabilir.
- I don't know why people have to leave such negative comments.
- İnsanların neden bu kadar olumsuz yorumlar bırakmak zorunda olduklarını bilmiyorum.
- This leaves purchasing the books from black market sources as the only option.
- Bu da kitapları karaborsadan satın almayı tek seçenek olarak bırakıyor.
- And I usually also leave space in the spreadsheet to write comments.
- Ve genellikle e-tabloya yorum yazmak için boşluk da bırakırım.
- I feel bad about leaving you all by yourself at work too.
- Seni işte tek başına bıraktığım için de kendimi kötü hissediyorum.
- Gentlemen, the world leaves us full of wonder most nights.
- Beyler, dünya çoğu gece bizi merak içinde bırakır.
- I feel bad about leaving you all by yourself at work too.
- Ben de seni işyerinde tek başına bıraktığım için üzülüyorum.
- We have no other planet to leave for future generations.
- Gelecek nesillere bırakılacak başka bir dünyamız yok.
- Many materials break down in a more harmful manner, leaving chemicals or other toxic substances in the soil.
- Birçok malzeme daha zararlı bir şekilde parçalanarak toprağa kimyasallar veya diğer zehirli maddeler bırakır.
- He'd leave a flash drive somewhere, and I'd find it.
- Bir yere flaş bellek bırakırdı ve ben onu bulurdum.
- Please check out our videos and leave a comment.
- Lütfen videolarımıza göz atın ve yorum bırakın.
- Of course, that leaves little time for a social life.
- Tabii bu da sosyal hayata çok az zaman bırakıyor.
- Specific vitamins break down over time, leaving astronauts at risk of inadequate nutrition.
- Belirli vitaminler zamanla parçalanarak astronotları yetersiz beslenme riski altında bırakır.
- Do you mind me leaving the lights on?
- Işıkları açık bırakmamın sakıncası var mı?
- I would like to leave this girl with you.
- Bu kızı sana bırakmak istiyorum.
- Why didn't you leave me a note?
- Neden bana bir not bırakmadın?
- I left my umbrella in the phone booth.
- Şemsiyemi telefon kulübesinde bırakmışım.
- Tom didn't leave me any choice.
- Tom bana başka seçenek bırakmadı.
- I'd like to know where I left my umbrella.
- Şemsiyemi nerede bıraktığımı bilmek istiyorum.
- He leaves you breathless.
- O seni nefes nefese bırakır.
- Tom must've hated leaving it behind.
- Tom onu arkasında bırakmaktan nefret etmiş olmalı.
- Sami shot Layla and left her naked in the basement.
- Sami, Leyla'yı vurdu ve onu çıplak halde bodrumda bıraktı.
- Someone has left a bag on the bench.
- Birisi bankın üzerine bir çanta bırakmış.
- Mother left me a message.
- Annem bana bir mesaj bırakmış.
- He left a window open.
- Pencereyi açık bırakmıştı.
- Tom left within a few months.
- Tom birkaç ay içinde bıraktı.
- The property left him by his father enables him to live in comfort.
- Babasının ona bıraktığı mülk rahat yaşamasını sağlıyor.
- Tom has no idea where he left his keys.
- Tom'un anahtarlarını nerede bıraktığına dair hiçbir fikri yok.
- You leave me no choice in the matter.
- Bana bu konuda başka seçenek bırakmıyorsun.
- I left my phone in the conference room.
- Ben telefonumu konferans salonunda bıraktım.
- I left you a couple messages.
- Sana birkaç mesaj bıraktım.
- Tom didn't leave me much choice.
- Tom bana fazla seçenek bırakmadı.
- You might have left it in the car.
- Arabada bırakmış olabilirsin.
- Why did you leave her alone?
- Neden onu tek başına bıraktın?
- I left my textbooks somewhere.
- Ders kitaplarımı bir yerde bıraktım.
- You can't leave me hanging.
- Beni öylece bırakamazsın.
- Please leave a urine sample in this cup.
- Lütfen bu kaba idrar örneği bırakın.
- Fadil left Layla in the house.
- Fadıl Layla'yı evde bıraktı.
- She left me the keys.
- Anahtarları bana bıraktı.
- You must leave the diagnosis to your doctor.
- Teşhisi doktorunuza bırakmalısınız.
- You left the car headlights on.
- Arabanın farlarını açık bırakmışsın.
- I left my umbrella here, but now I can't find it.
- Şemsiyemi burada bırakmıştım ama şimdi bulamıyorum.
- Leave the matter to us.
- Bu işi bize bırak.
- Why don't you leave her alone?
- Neden onu rahat bırakmıyorsun?
- Leave the lights on.
- Işıkları açık bırak.
- We'll leave it there.
- Orada bırakalım.
- May I leave this with you?
- Bunu size bırakabilir miyim?
- I left school early.
- Ben okulu erken bıraktım.
- Please leave him alone.
- Lütfen onu rahat bırakın.
- She left this.
- O bunu bıraktı.
- Layla left her keys and phone in her car.
- Layla anahtarlarını ve telefonunu arabasında bıraktı.
- I leave it to you.
- Onu sana bırakıyorum.
- They decided to leave the bullet where it was.
- Kurşunu olduğu yerde bırakmaya karar verdiler.
- Leave your message after the beep.
- Bip sesinden sonra mesajınızı bırakın.
- I didn't leave the door open.
- Kapıyı açık bırakmadım.
- He left the last page blank.
- O, son sayfayı boş bıraktı.
- I always leave something behind at work, like a jacket, my coffee cup, or my hat.
- İş yerinde her zaman ceketim, kahve fincanım ya da şapkam gibi bir şeyimi arkamda bırakırım.
- How long should we leave it in the oven?
- Ne kadar süre onu fırında bırakmalıyız?
- Did you leave the window open?
- Pencereyi açık mı bıraktın?
- Leave Tom's things alone.
- Tom'un eşyalarını rahat bırak.
- He got tired of the work, and left it half-done.
- İşten usandı ve onu yarım bıraktı.
- You left the car headlights on.
- Sen arabanın farlarını açık bıraktın.
- I'm leaving it to you.
- Sana bırakıyorum.
- Where did you leave your bike?
- Bisikletini nerede bıraktın?
- Tom had to leave his job.
- Tom işini bırakmak zorunda kaldı.
- Tom left a gift for you.
- Tom sizin için bir hediye bıraktı.
- Tom must've left his umbrella on the bus.
- Tom şemsiyesini otobüste bırakmış olmalı.
- Leave Tom alone.
- Tom'u rahat bırak.
- Fadil would never leave his wife.
- Fadıl karısını asla bırakmazdı.
- We can't leave Tom there without supervision.
- Denetim olmadan Tom'u oraya bırakamayız.
- He left the boxes unmonitored.
- Kutuları başıboş bıraktı.
- Tom left the radio on.
- Tom radyoyu açık bıraktı.
- Tom left Mary three million dollars.
- Tom, Mary'ye üç milyon dolar bıraktı.
- He left me in the lurch.
- O beni zor durumda bıraktı.
- Tom left his phone in his car.
- Tom telefonunu arabasında bıraktı.
- We won't leave anyone here by themselves.
- Kimseyi burada kendi başına bırakmayız.
- Sami left his house in disarray.
- Sami evini darmadağınık bıraktı.
- We can't leave him behind.
- Biz onu arkada bırakamayız.
- I left three questions unanswered.
- Cevaplanmamış üç soru bıraktım.
- I've left you three messages.
- Sana üç tane mesaj bıraktım.
- Don't leave the water running.
- Suyu açık bırakmayın.
- Tom left everything to Mary.
- Tom her şeyi Mary'ye bıraktı.
- I'll leave a key with my next-door neighbour in case you get here before I do.
- Benden önce gelirseniz diye kapı komşuma bir anahtar bırakacağım.
- Fadil shot Layla and left her naked in the basement.
- Fadıl, Leyla'yı vurdu ve onu çıplak olarak bodrumda bıraktı.
- They left the situation unsettled.
- Durumu belirsiz bıraktılar.
- Tom left his passport at home.
- Tom pasaportunu evde bıraktı.
- Tom left the lights on all night.
- Tom, bütün gece ışıkları açık bıraktı.
- Leave the bottle.
- Şişeyi bırak.
- I don't know where I put my keys, but I left them in here somewhere.
- Anahtarlarımı nereye koyduğumu bilmiyorum ama buralarda bir yerde bırakmışım.
- It was careless of you to leave your umbrella on the train.
- Şemsiyeni trende bırakman büyük dikkatsizlikti.
- Tom will leave the door open.
- Tom kapıyı açık bırakacak.
- Leave the books here.
- Kitapları burada bırak.
- I know I left it somewhere down here in the basement.
- Onu bodrumda bir yerde bıraktığımı biliyorum.
- Mary blamed Jack for leaving their children unattended.
- Mary, Jack'i çocuklarını gözetimsiz bıraktığı için suçladı.
- I left my umbrella on the bus.
- Şemsiyemi otobüste bıraktım.
- Leave the matter to us.
- Meseleyi bize bırak.
- Tom left everything to you.
- Tom her şeyi sana bıraktı.
- I thought I'd left it at home.
- Evde bıraktığımı sandım.
- I left everything in my room.
- Her şeyi odamda bıraktım.
- He left his luggage at the station.
- Bagajını istasyonda bıraktı.
- I had left the key in the office the day before.
- Bir gün önce anahtarı ofiste bırakmıştım.
- Take it, or leave it.
- Ya al, ya bırak.
- They left this.
- Bunu bıraktılar.
- I left my tennis racket on the train.
- Tenis raketimi trende bıraktım.
- Tom leaves his TV on all day.
- Tom bütün gün televizyonu açık bırakıyor.
- Don't leave your dog inside all day.
- Köpeğinizi bütün gün içeride bırakmayın.
- Tom was in a hurry so he left his second cup of coffee undrunk.
- Tom'un acelesi vardı, bu yüzden ikinci fincan kahvesini içmeden bıraktı.
- I left my book here yesterday.
- Kitabımı dün burada bırakmıştım.
- Leave that box where it is.
- Kutuyu olduğu yerde bırak.
- They left that for us.
- Bunu bizim için bırakmışlar.
- I'm not leaving you, Layla.
- Seni bırakmayacağım, Layla.
- I can't leave that document here with you.
- O belgeyi burada seninle bırakamam.
- Aren't you going to leave me any cookies?
- Bana hiç kurabiye bırakmayacak mısın?
- Leave the window open for a while.
- Pencereyi bir süre açık bırak.
- I told you to leave it up to me.
- Onu bana bırakmanı söyledim.
- Leave Layla and come to live with me.
- Leyla'yı bırak ve benimle yaşamaya gel.
- It was careless of her to leave her umbrella in the bus.
- Şemsiyesini otobüste bırakması onun dikkatsizliğiydi.
- We always leave that window closed.
- Biz her zaman şu pencereyi kapalı bırakıyoruz.
- I can't just leave Tom.
- Tom'u öylece bırakamam.
- Layla wasn't leaving Fadil without a fight.
- Layla, Fadıl'ı kavgasız bir şekilde bırakmayacaktı.
- We can't leave this here.
- Bunu buraya bırakamayız.
- Tom purposely left the last page blank.
- Tom bilerek son sayfayı boş bıraktı.
- Don't leave your hands outside the window.
- Ellerinizi pencerenin dışında bırakmayın.
- Tom left his gloves in the car.
- Tom eldivenlerini arabada bıraktı.
- I couldn't drink both bottles, so I left one for you.
- İki şişeyi de içemedim, o yüzden birini sana bıraktım.
- Don't leave valuable items in the car.
- Değerli eşyaları arabada bırakmayın.
- Don't leave everything to chance.
- Her şeyi şansa bırakma.
- I left the keys in the ignition.
- Anahtarları kontakta bıraktım.
- Leave the windows open.
- Pencereleri açık bırakın.
- I left my coat here last night.
- Dün gece ceketimi burada bıraktım.
- This room is pretty much the way Tom left it.
- Bu oda neredeyse Tom'un onu bıraktığı şekilde.
- I wish they'd leave it alone.
- Keşke bu işin peşini bıraksalar.
- I leave that to you.
- Bunu sana bırakıyorum.
- Tom left his suitcase in the trunk of his car.
- Tom bavulunu arabasının bagajında bıraktı.
- I thought I'd left it at home.
- Onu evde bıraktığımı düşündüm.
- Sami left his door unlocked.
- Sami kapısını kilitlemeden bırakmıştı.
- Leave the bottle.
- Şişeyi bırakın.
- He left a window open.
- O, bir pencereyi açık bırakmış.
- You leave me no choice.
- Bana başka seçenek bırakmadın.
- Please leave the lights off.
- Lütfen ışıkları kapalı bırak.
- We can't leave him there.
- Biz onu orada bırakamayız.
- I left the cat outside the house.
- Kediyi evin dışında bıraktım.
- Don't leave things half finished.
- İşlerini yarım bırakma.
- Don't leave valuables in your vehicle.
- Değerli eşyalarınızı aracınızda bırakmayınız.
- Tom didn't leave any witnesses.
- Tom hiçbir tanık bırakmadı.
- My father left me a large fortune.
- Babam bana büyük bir servet bıraktı.
- A bicycle will rust if you leave it in the rain.
- Eğer yağmurda bırakırsan, bisiklet paslanır.
- Tom left the box unprotected.
- Tom kutuyu korumasız bıraktı.
- Unfortunately, I left my homework at home.
- Maalesef, ev ödevimi evde bıraktım.
- It was careless of you to leave your bag.
- Çantanı bırakmakla dikkatsizlik ettin.
- A childhood illness left her blind.
- Bir çocukluk hastalığı onu kör bıraktı.
- Did anybody leave me a message?
- Herhangi biri bana mesaj bıraktı mı?
- We can't leave her alone.
- Biz onu tek başına bırakamayız.
- I want to leave school.
- Okulu bırakmak istiyorum.
- My mother left me a message.
- Annem bana bir mesaj bıraktı.
- I'm never going to leave you.
- Seni asla bırakmayacağım.
- I leave the matter to your judgement.
- Meseleyi senin muhakemene bırakıyorum.
- I don't leave the doors open, because there are animals in my neighborhood.
- Kapıları açık bırakmıyorum, çünkü mahallemde hayvanlar var.
- Are you going to leave us?
- Bizi bırakacak mısın?
- Tom put on some rubber gloves so he wouldn't leave fingerprints.
- Tom parmak izi bırakmamak için lastik eldiven giydi.
- I'll leave a key for you on the table.
- Masada senin için bir anahtar bırakacağım.
- Tom left Mary and John by themselves.
- Tom, Mary ve John'u tek başlarına bıraktı.
- He left a large fortune to his son.
- Oğluna büyük bir servet bıraktı.
- Tom left the groceries in the back seat of the car.
- Tom yiyecekleri arabanın arka koltuğunda bıraktı.
- Please leave nothing behind.
- Lütfen geride hiçbir şey bırakmayın.
- Leave your message after hearing the beep.
- Bip sesini işittikten sonra mesajınızı bırakın.
- They decided to leave extra food behind.
- Geride fazladan yiyecek bırakmaya karar verdiler.
- Tom left the water running.
- Tom suyu açık bıraktı.
- I'll just leave this here.
- Bunu buraya bırakacağım.
- Don't leave the windows open.
- Pencereleri açık bırakmayın.
- Tom leaves his clothes all over the house.
- Tom elbiselerini evin her tarafına bırakıyor.
- I could have left my umbrella in the bus.
- Şemsiyemi otobüste bırakmış olabilirim.
- Years of heavy drinking has left John with a beer gut.
- Yıllar boyu çok içki içmek John'a bir bira göbeği bıraktı.
- Don't leave things half done.
- İşlerinizi yarım yapılmış bırakmayın.
- After suffering from hikikomori for several months, Hiroshi turned into a johatsu without leaving a single trace.
- Birkaç ay hikikomori'den acı çektikten sonra, Hiroshi tek bir iz bile bırakmadan bir johatsu'ya dönüştü.
- Tom left his hat in the car.
- Tom şapkasını arabada bıraktı.
- I left you a message at the front desk.
- Resepsiyona bir mesaj bıraktım.
- Don't leave the key in the lock.
- Anahtarı kilitte bırakma.
- Leave us some sentences to translate.
- Bize çevirecek birkaç cümle bırak.
- Don't leave the doors open.
- Kapıları açık bırakmayın.
- I leave it up to you.
- Sana bırakıyorum.
- Don't leave it open.
- Açık bırakmayın.
- The bag I left on the passenger seat is missing!
- Yolcu koltuğuna bıraktığım çanta kayıp!
- Tom left his bag.
- Tom çantasını bıraktı.
- Tom left his car at the parking lot.
- Tom arabasını park yerinde bıraktı.
- He left high school at seventeen.
- On yedi yaşında liseyi bıraktı.
- Where did I leave my glasses?
- Gözlüklerimi nerede bıraktım?
- Don't leave me behind!
- Beni arkada bırakma!
- We were supposed to leave that in Boston.
- Bunu Boston'da bırakmamız gerekiyordu.
- Tom often leaves the lights on all night.
- Tom sık sık bütün gece ışıkları açık bırakır.
- The dirty clothes left a foul odor in the air of the locker room.
- Kirli giysiler soyunma odasının havasında kötü bir koku bırakıyordu.
- I left my guitar in your office.
- Gitarımı ofisinde bıraktım.
- I'm not leaving the door open.
- Kapıyı açık bırakmıyorum.
- I'm sorry, I left my homework at home.
- Üzgünüm, ev ödevimi evde bıraktım.
- She left her keys in the car.
- O, anahtarlarını arabada bıraktı.
- I left the door open.
- Kapıyı açık bırakmışım.
- I'm sure I left the door open.
- Kapıyı açık bıraktığımdan eminim.
- Leave the poor boy alone.
- Zavallı çocuğu rahat bırak.
- I'll leave that to you.
- Onu sana bırakıyorum.
- Do you want me to leave a light on for you?
- Senin için bir lambayı açık bırakmamı ister misin?
- I will leave everything about the party up to you.
- Parti hakkındaki her şeyi sana bırakacağım.
- I can't leave Tom here.
- Tom'u burada bırakamam.
- Why don't you leave her?
- Neden onu bırakmıyorsun?
- Tom left some books for you on that table over there.
- Tom şuradaki masaya senin için birkaç kitap bıraktı.
- The chemotherapy left Layla almost deaf.
- Kemoterapi, Leyla'yı neredeyse sağır bıraktı.
- You may leave the baby with me for two days.
- İki gün boyunca bebeği benimle bırakabilirsin.
- I don't like the idea of leaving you at home by yourself.
- Evde seni tek başına bırakma fikrini sevmiyorum.
- I left school early.
- Okulu erken bıraktım.
- He's left me.
- O beni bıraktı.
- The father left all his money to his daughters.
- Babası tüm parasını kızlarına bıraktı.
- Tom left his umbrella in the classroom.
- Tom şemsiyesini sınıfta bıraktı.
- I don't leave the doors open, because there are animals in my neighborhood.
- Kapıları açık bırakmıyorum çünkü benim semtimde hayvanlar var.
- Tom had to leave Mary at home by herself.
- Tom, Mary'yi evde tek başına bırakmak zorunda kaldı.
- Please, leave it to me.
- Lütfen, onu bana bırakın.
- I'll leave that decision to you.
- O kararı sana bırakacağım.
- They didn't leave me any other options.
- Bana başka bir yol bırakamadılar.
- I ate about half of it and left the rest on my plate.
- Yarısını yedim ve kalanını tabağımda bıraktım.
- You left the lights on.
- Işıkları açık bırakmışsın.
- His injury left him paralyzed.
- Yaralanması onu felç bıraktı.
- I'm never going to leave you again.
- Seni bir daha asla bırakmayacağım.
- I'd like to leave this book with you.
- Bu kitabı sana bırakmak istiyorum.
- I don't like to leave things up in the air.
- İşleri sürüncemede bırakmayı sevmem.
- Tom is still where we left him.
- Tom hâlâ onu bıraktığımız yerde.
- I think you should leave Tom alone.
- Sanırım Tom'u tek başına bırakmalısın.
- Don't leave your belongings unattended at the beach.
- Eşyalarınızı plajda gözetimsiz bırakmayın.
- We'll leave it to her.
- Bunu ona bırakacağız.
- The musician left his family poor.
- Müzisyen, ailesini yoksul bıraktı.
- Sami left his wallet at home.
- Sami cüzdanını evde bıraktı.
- I never wanted to leave you, but I had no choice.
- Seni asla bırakmak istemedim ama başka seçeneğim yoktu.
- I only left Tom one message.
- Ben sadece Tom'a bir mesaj bıraktım.
- You left your keys in the door.
- Anahtarlarını kapının üzerinde bırakmışsın.
- You left your headlights on.
- Farlarını açık bıraktın.
- I am going to leave my present job.
- Şimdiki işimi bırakacağım.
- Leave it there.
- Onu oraya bırakın.
- Do you want to leave it like that?
- Öylece bırakmak mı istiyorsun?
- Sami had to leave Layla there.
- Sami Layla'yı orada bırakmak zorunda kaldı.
- I don't think we should leave Tom here by himself.
- Tom'u burada tek başına bırakmamız gerektiğini sanmıyorum.
- I will leave the experiment to you.
- Deneyi sana bırakacağım.
- You always leave your bikes filthy.
- Bisikletlerini hep kirli bırakıyorsun.
- Someone left the door open.
- Biri kapıyı açık bıraktı.
- I had no idea that Tom was going to leave me his estate.
- Tom'un mirasını bana bırakacağından haberim yoktu.
- Sami left his business in Cairo and move in with Layla.
- Sami Kahire'deki işini bırakıp Layla'nın yanına taşındı.
- Please do not leave your luggage unattended.
- Lütfen bavullarınızı gözetimsiz bırakmayın.
- Sami left his keys on the floor.
- Sami anahtarlarını yere bıraktı.
- Tom left the door open a crack.
- Tom kapıyı biraz açık bıraktı.
- Tom intentionally left the last page blank.
- Tom bilerek son sayfayı boş bıraktı.
- Mary can't abide Tom leaving his dirty clothes on the floor.
- Mary, Tom'un kirli kıyafetlerini yerde bırakmasına tahammül edemiyor.
- All Tom left was a note.
- Tom'un bıraktığı tek şey bir nottu.
- What time do you leave work?
- Ne zaman çalışmayı bırakıyorsun?
- I left the dog out all day.
- Köpeği bütün gün dışarıda bıraktım.
- Don't leave me here.
- Beni burada bırakma.
- I'll leave it at that.
- Bu kadarla bırakıyorum.
- He left all his property to his wife in his will.
- Vasiyetinde tüm mal varlığını karısına bıraktı.
- I left Tom in charge.
- Tom'u sorumlu bıraktım.
- We simply can't just leave Tom here by himself.
- Tom'u burada tek başına bırakamayız.
- I told Tom he shouldn't leave his door unlocked.
- Tom'a kapısını açık bırakmamasını söyledim.
- I left my umbrella here last week.
- Geçen hafta şemsiyemi burada bıraktım.
- I wonder who left these.
- Bunları kimin bıraktığını merak ediyorum.
- We have left undone what we ought to have done.
- Yapmamız lazım geleni yapmadan bıraktık.
- Tom left the door open.
- Tom kapıyı açık bıraktı.
- Sami killed Layla and left her decapitated body inside her own apartment.
- Sami, Layla'yı öldürdü ve kafası kesilmiş cesedini kendi dairesinde bıraktı.
- I'll leave you to it.
- Ben seni ona bırakacağım.
- I left Tom a message this morning.
- Bu sabah Tom'a bir mesaj bıraktım.
- Tom isn't going to leave Mary here by herself.
- Tom, Mary'yi burada tek başına bırakmayacak.
- I only left Tom one message.
- Tom'a sadece bir mesaj bıraktım.
- Tom's roommate often leaves dirty dishes in the sink.
- Tom'un oda arkadaşı sık sık kirli bulaşıkları lavaboda bırakıyor.
- Leave the poor girl alone.
- Zavallı kızı rahat bırak.
- Tom left his clothes lying all over the floor.
- Tom eşyalarını her yere saçıp bıraktı.
- Tom left a gift for you.
- Tom sana bir hediye bıraktı.
- May I leave my luggage here where it is and go out?
- Bavulumu olduğu yerde bırakıp dışarı çıkabilir miyim?
- Just leave it on my desk.
- Masamın üzerine bırak.
- Leave it in my hands.
- Onu bana bırak.
- I want to leave these packages for a while.
- Bu paketleri bir süreliğine bırakmak istiyorum.
- The snowstorm left more than 30 inches of snow on the ground.
- Kar fırtınası yerde 30 inçten fazla kar bıraktı.
- Leave it to me.
- Onu bana bırak.
- I only left him one message.
- Ona sadece bir mesaj bıraktım.
- Tom wondered who had left the package.
- Tom paketi kimin bıraktığını merak etti.
- Tom left a lot behind.
- Tom geride çok şey bıraktı.
- Tom has left the door open.
- Tom kapıyı açık bıraktı.
- I am leaving the books here.
- Kitapları burada bırakıyorum.
- I don't know where I left sunglasses.
- Güneş gözlüklerini nerede bıraktığımı bilmiyorum.
- Brian left the door open.
- Brian kapıyı açık bıraktı.
- At what age do children leave school?
- Çocuklar kaç yaşında okulu bırakır?
- He left all his property to his wife in his will.
- O vasiyetinde tüm servetini karısına bıraktı.
- Leave him in peace.
- Onu rahat bırak.
- I left everything on the porch.
- Her şeyi verandada bıraktım.
- You wouldn't leave me here, would you?
- Beni burada bırakmazsın, değil mi?
- The thought of her going alone left me uneasy.
- Onun yalnız gitmesi düşüncesi beni huzursuz bıraktı.
- Do not leave valuable items in the vehicle.
- Değerli eşyalarınızı araçta bırakmayın.
- I left my gold fish alone and without food for too long and it eventually died!
- Altın balığımı çok uzun süre yalnız ve yemsiz bıraktım ve sonunda öldü!
- Now leave it to me, Tom.
- Şimdi bana bırak, Tom.
- Leave them with me.
- Onları benimle bırak.
- We could leave our suitcases here.
- Bavullarımızı buraya bırakabiliriz.
- Did Tom leave anything behind?
- Tom arkasında bir şey bıraktı mı?
- Tom might've left the door unlocked.
- Tom kapıyı kilitlemeden bırakmış olabilir.
- Why don't you leave them?
- Neden onları bırakmıyorsun?
- Tom won't leave Mary.
- Tom'un Mary'yi bırakacağı yok.
- I wish I could remember where I left my umbrella.
- Keşke şemsiyemi nerede bıraktığımı hatırlayabilseydim.
- He left his wife an enormous fortune.
- Karısına büyük bir servet bıraktı.
- I won't leave you behind.
- Seni arkada bırakmayacağım.
- Tom has no idea where he left his keys.
- Tom'un anahtarlarını nerede bıraktığı hakkında fikri yoktu.
- I have to go soon because I left the engine running.
- Birazdan gitmem gerek çünkü motoru çalışır durumda bıraktım.
- Tom left some food for Mary.
- Tom Mary için biraz yiyecek bıraktı.
- Sami left his girlfriend here.
- Sami kendi kız arkadaşını burada bıraktı.
- Someone left a burning cigarette on the table.
- Birisi masanın üstünde yanan bir sigara bıraktı.
- We can't just leave her here.
- Onu burada bırakamayız.
- She left school two years ago.
- O, iki yıl önce okulu bıraktı.
- I'll leave everything to you.
- Her şeyi sana bırakacağım.
- Sami left his door unlocked.
- Sami kapısını açık bırakmış.
- Tom left Mary a message on her answering machine.
- Tom, Mary'nin telesekreterine bir mesaj bıraktı.
- Tell me where you think you left your umbrella.
- Şemsiyeni nerede bıraktığını düşündüğünü söyle.
- I'll leave the planning to you.
- Planlamayı sana bırakıyorum.
- Dan left a lot of evidence at the crime scene.
- Dan olay yerinde birçok kanıt bıraktı.
- He left his umbrella on the bus.
- O, şemsiyesini otobüste bıraktı.
- Tom left the back door open.
- Tom arka kapıyı açık bırakmış.
- I'd like to leave the windows open.
- Pencereleri açık bırakmak istiyorum.
- You should've left it to me.
- Bana bırakmalıydın.
- Would you please not leave the door open?
- Lütfen kapıyı açık bırakmaz mısınız?
- Layla left her husband out in the cold.
- Leyla, kocasını soğuk havada dışarıda bıraktı.
- Tom left some books for you on that table over there.
- Tom oradaki masanın üstünde senin için bazı kitaplar bıraktı.
- I often leave dirty dishes in the sink.
- Sıklıkla kirli bulaşıkları lavaboda bırakırım.
- Leave the food on the table.
- Yemeği masanın üzerine bırak.
- I left Tom a couple messages.
- Tom'a birkaç mesaj bıraktım.
- I don't like the idea of leaving you at home by yourself.
- Seni evde tek başına bırakma fikrinden hoşlanmıyorum.
- We're not leaving you here.
- Sizi burada bırakmıyoruz.
- Tom has already been told to leave Mary alone.
- Tom'a Mary'yi rahat bırakması söylendi bile.
- We can't just leave them behind.
- Onları öylece arkamızda bırakamayız.
- He left an immense fortune to his children.
- Çocuklarına çok büyük bir servet bıraktı.
- Tom left his wife at home with the children.
- Tom karısını evde çocuklarla bıraktı.
- It is not recommended to leave phone handsets out of the charger for long periods of time.
- Telefon ahizelerinin uzun süre şarj cihazının dışında bırakılması tavsiye edilmez.
- My father died, leaving a large sum of money.
- Babam öldü ve büyük miktarda para bıraktı.
- I know I left it somewhere down here in the basement.
- Onu bodrumda burada bir yerde bıraktığımı biliyorum.
- What will you leave behind?
- Arkanda ne bırakacaksın?
- This deodorant leaves white stains on the shirt.
- Bu deodorant, gömlek üzerinde beyaz lekeler bırakıyor.
- We left him some cake.
- Ona biraz kek bıraktık.
- Leave your hat and overcoat in the hall.
- Şapkanı ve paltonu koridorda bırak.
- We left him some cake.
- Biz ona biraz kek bıraktık.
- Whenever I leave my window open, bugs fly into my room.
- Her ne zaman penceremi açık bıraksam, böcekler odama uçuyorlar.
- You can't leave us here.
- Bizi burada bırakamazsın.
- Please don't leave me with her.
- Lütfen beni onunla bırakma.
- Leave the key.
- Anahtarı bırak.
- She left her dog in my room.
- O, köpeğini odamda bıraktı.
- Somebody left the lights on.
- Biri ışıkları açık bıraktı.
- Sami called 911 and left the line open.
- Sami 911'i aradı ve hattı açık bıraktı.
- You wouldn't leave me here, would you?
- Beni burada bırakmazdın, değil mi?
- What I saw left me speechless.
- Gördüğüm şey beni dilsiz bıraktı.
- I want to leave this box here.
- Bu kutuyu buraya bırakmak istiyorum.
- It is not easy to understand why you want to leave.
- Niçin bırakmak istediğini anlamak kolay değil.
- Tom left the lights on all night.
- Tom bütün gece ışıkları açık bıraktı.
- Has anyone left me a message?
- Kimse bana mesaj bıraktı mı?
- Error never leaves us.
- Hata asla bizi bırakmaz.
- He left his key on the desk, as he usually did.
- Her zaman yaptığı gibi anahtarını masanın üzerine bıraktı.
- I left three questions unanswered.
- Üç soruyu cevapsız bıraktım.
- She left her son a lot of money.
- Oğluna çok para bıraktı.
- Leave the rest to me.
- Gerisini bana bırak.
- May I leave this book with you?
- Bu kitabı size bırakabilir miyim?
- Leave this here.
- Bunu burada bırak.
- Tom left his son a fortune.
- Tom oğluna bir servet bıraktı.
- Do you want me to leave the light on?
- Işığı açık bırakmamı ister misiniz?
- You leave me no choice.
- Bana seçenek bırakmıyorsun.
- Is it safe to leave my suitcase here?
- Bavulumu burada bırakmak güvenli mi?
- Don't leave us.
- Bizi bırakma.
- I left him behind.
- Ben onu arkada bıraktım.
- Everyone wants to leave footprints.
- Herkes ayak izi bırakmak ister.
- I left the key at the reception desk.
- Anahtarı resepsiyona bıraktım.
- I'd like to know where I left my umbrella.
- Şemsiyemi nereye bıraktığımı bilmek istiyorum.
- You can't just leave us.
- Bizi öylece bırakamazsın.
- Don't leave the entrance unprotected.
- Girişi korunmasız bırakmayın.
- I left my medicine in there.
- Orada ilacımı bıraktım.
- We can't just leave him.
- Onu öylece bırakamayız.
- Sami left his six children behind.
- Sami altı çocuğunu arkada bıraktı.
- He left the motor running.
- O motoru çalışırken bıraktı.
- I left one.
- Ben bir tane bıraktım.
- Leave everything.
- Her şeyi bırak.
- You're the one that I plan to leave all my money to.
- Bütün paramı bırakmayı planladığın kişi sensin.
- Tom didn't leave me any options.
- Tom bana hiç seçenek bırakmadı.
- Tom left his keys in the car.
- Tom anahtarlarını arabada bıraktı.
- I don't know where I left my umbrella.
- Şemsiyemi nerede bıraktığımı bilmiyorum.
- Tom left his wife at home with the children.
- Tom eşini çocuklarla birlikte evde bıraktı.
- We can't leave them there.
- Onları orada bırakamayız.
- Mike left his brother in the lurch.
- Mike kardeşini yüzüstü bıraktı.
- I can't leave you like this.
- Seni bu şekilde bırakamam.
- You left the light on in the kitchen.
- Mutfağın ışığını açık bırakmışsın.
- It was careless of you to leave the door unlocked.
- Kapıyı açık bırakmak, senin dikkatsizliğindi.
- You'd better leave him alone.
- Onu yalnız başına bıraksan iyi olur.
- A week before she died she changed her will and left her entire fortune to her dog Pookie.
- Ölmeden bir hafta önce vasiyetini değiştirdi ve tüm servetini köpeği Pookie'ye bıraktı.
- Will you leave this with me for a while?
- Bunu bir süreliğine bana bırakır mısın?
- What did I leave behind?
- Geride ne bıraktım?
- Tom left a detailed message on Mary's cell phone.
- Tom, Mary'nin cep telefonuna ayrıntılı bir mesaj bıraktı.
- We're not leaving you here.
- Seni burada bırakmayacağız.
- Tom thought it wasn't a good idea to leave Mary at home without a babysitter.
- Tom bir çocuk bakıcısı olmadan Mary'yi evde bırakmanın iyi bir fikir olmadığını düşündü.
- This is all I have left.
- Tüm bıraktığım bu.
- Leave my family alone!
- Ailemi rahat bırak!
- My parents left me here all by myself.
- Ailem beni burada tek başıma bıraktı.
- Leaving unattended packages in front of the door is relatively safe in Japan.
- Japonya'da kapı önlerine sahipsiz kargo bırakmak nispeten güvenlidir.
- Tom wouldn't leave us here, would he?
- Tom bizi burada bırakmaz, değil mi?
- He always leaves his work half done.
- Her zaman işlerini yarım bırakır.
- You left me no choice.
- Bana seçenek bırakmadın.
- Let's leave the problem until tomorrow.
- Sorunu yarına bırakalım.
- I've left my charger at home.
- Şarj cihazımı evde bıraktım.
- Sami shot Layla and left her naked in the basement.
- Sami Layla'yı vurdu ve bodrumda çıplak vaziyette bıraktı.
- Tom advised Mary to not leave her door opened.
- Tom, Mary'ye kapısını açık bırakmamasını tavsiye etti.
- My guilt leaves no room for doubt.
- Suçluluğum şüpheye yer bırakmıyor.
- There is none other than you to whom I can leave this.
- Bunu bırakabileceğim senden başka kimse yok.
- I left my wallet at home.
- Cüzdanımı evde bıraktım.
- Please leave next Saturday afternoon free.
- Lütfen gelecek Cumartesi öğleden sonrayı boş bırak.
- Dan left a good job in London to live with Linda in Glasgow.
- Dan, Glasgow'da Linda ile yaşamak için Londra'daki iyi bir işi bıraktı.
- Tom left a lot behind.
- Tom arkasında çok şey bıraktı.
- One of the children left the door open.
- Çocuklardan biri kapıyı açık bırakmış.
- Leave the documents in my office.
- Belgeleri ofisime bırak.
- Tom told Mary he wouldn't ever leave her.
- Tom Mary'ye onu hiç bırakmayacağını söyledi.
- Someone left the water running.
- Biri suyu açık bıraktı.
- We can't leave Tom here.
- Tom'u burada bırakamayız.
- Just leave them there.
- Onları orada bırak.
- Tom's camera was just where he'd left it.
- Tom'un kamerası bıraktığı yerdeydi.
- Layla left her keys and phone in her car.
- Leyla, anahtarlarını ve telefonunu arabasında bıraktı.
- Don't leave me here like this.
- Beni burada böyle bırakma.
- I wouldn't leave Tom.
- Ben olsam Tom'u bırakmazdım.
- We'll leave it to Tom.
- Onu Tom'a bırakacağız.
- I left Tom a message.
- Tom'a bir mesaj bıraktım.
- He left me the keys.
- Bana anahtarları bıraktı.
- Don't leave me.
- Beni bırakma.
- Don't leave it open.
- Onu açık bırakma.
- Why did you leave like that?
- Neden böyle bıraktın?
- I hope you won't leave me here.
- Umarım beni burada bırakmayacaksın.
- We can't just leave Tom.
- Tom'u öylece bırakamayız.
- Tom left the door unlocked.
- Tom kapıyı açık bıraktı.
- Tom left his umbrella on the train.
- Tom trende şemsiyesini bıraktı.
- He left her in town.
- Onu şehirde bıraktı.
Show More (590)
|
3 |
leave |
ayrılmak |
v. |
|
- Tina left her job after she had her baby.
- Tina bebeği olduktan sonra işinden ayrıldı.
- Mr Souchet has left I think, but his question on nuclear energy is clearly a general one.
- Sayın Souchet sanırım ayrıldı ama nükleer enerjiyle ilgili sorusunun genel bir soru olduğu açık.
- This is why I should like to leave at 11 a.m.
- Bu nedenle saat 11.00'de ayrılmak istiyorum.
- Since then, the authorities in Pakistan have prevented the seven members of the crew from leaving Pakistan.
- O tarihten bu yana Pakistan'daki yetkililer mürettebatın yedi üyesinin Pakistan'dan ayrılmasını engelledi.
- That person left the Commission's employment on 31 December 2001.
- Bu kişi 31 Aralık 2001 tarihinde Komisyon'daki görevinden ayrılmıştır.
- Young people are leaving because they see no future there.
- Gençler orada bir gelecek görmedikleri için ayrılıyorlar.
- Mr Souchet has left I think, but his question on nuclear energy is clearly a general one.
- Sayın Souchet sanırım ayrıldı, ancak nükleer enerji konusundaki sorusu açıkça genel bir soruydu.
- I saw it for myself on more than one occasion and things have not improved since I left.
- Birden fazla kez kendim gördüm ve ayrıldığımdan beri işler düzelmedi.
- We must make it our concern to have more common leaving certificates.
- Daha fazla ortak ayrılma sertifikasına sahip olmayı önemsemeliyiz.
- Please, before you leave us, can you give me this political Christmas present.
- Lütfen, aramızdan ayrılmadan önce, bana bu siyasi Noel hediyesini verebilir misiniz?
- Once you have been to Cork, you will never wish to leave.
- Cork'a bir kez gittiğinizde asla ayrılmak istemeyeceksiniz.
- I am genuinely sorry that he will be leaving.
- Ayrılacağı için gerçekten üzgünüm.
- The soldiers ordered us to leave immediately, threatening to shoot us.
- Askerler bizi vurmakla tehdit ederek derhal ayrılmamızı emrettiler.
- When they leave the body, they are often still toxic, also to the environment.
- Vücuttan ayrıldıklarında, genellikle çevre için de toksik olmaya devam ederler.
- Otherwise, we would not grow old, but would leave this mortal coil at the age of 15.
- Aksi takdirde yaşlanmayacak, 15 yaşında bu fani dünyadan ayrılacaktık.
- The train cannot leave the station until the requirement of a seven-day period of complete calm has been fulfilled.
- Yedi günlük tam bir sükûnet dönemi şartı yerine getirilmeden tren istasyondan ayrılamaz.
- We know that a lot of people will leave this afternoon.
- Bu öğleden sonra pek çok insanın ayrılacağını biliyoruz.
- We must make it our concern to have more common leaving certificates.
- Daha yaygın ayrılma sertifikalarına sahip olmayı kendimize dert edinmeliyiz.
- The soldiers ordered us to leave immediately, threatening to shoot us.
- Askerler bizi vurmakla tehdit ederek derhal oradan ayrılmamızı emrettiler.
- Had they been there, it might have prevented the American and Israeli delegations from leaving.
- Eğer orada olsalardı Amerikan ve İsrail heyetlerinin ayrılmasını engelleyebilirlerdi.
- He was working on the anti-trust investigation into Microsoft and he leaves to join that company.
- Microsoft'a yönelik anti-tröst soruşturması üzerinde çalışıyordu ve bu şirkete katılmak için ayrılıyor.
- They are allowed to leave the camp only under strict surveillance.
- Kamptan ancak sıkı gözetim altında ayrılmalarına izin veriliyor.
- I am afraid I must leave now.
- Korkarım şimdi ayrılmak zorundayım.
- It is therefore to be expected that many people will feel unsafe there and will want to leave.
- Bu nedenle pek çok insanın kendini orada güvende hissetmeyeceği ve ayrılmak isteyeceği beklenmelidir.
- Too many young, new officials are leaving their jobs after just a few years.
- Çok sayıda genç ve yeni yetkili, sadece birkaç yıl sonra görevlerinden ayrılıyor.
- I am genuinely sorry that he will be leaving.
- Kendisi ayrılacağı için gerçekten üzgünüm.
- There have been workers who, in spite of everything, have been given permission to leave Palestine and work in Israel.
- Her şeye rağmen Filistin'den ayrılmalarına ve İsrail'de çalışmalarına izin verilen işçiler olmuştur.
- Two ships left two weeks ago and two ships left last week.
- İki hafta önce iki gemi ayrıldı ve geçen hafta da iki gemi ayrıldı.
- It is therefore to be expected that many people will feel unsafe there and will want to leave.
- Bu nedenle pek çok kişinin orada kendini güvende hissetmeyeceği ve ayrılmak isteyeceği beklenmelidir.
- Let's find out why he left so fast.
- Hadi neden bu kadar çabuk ayrıldığını öğrenelim.
- Remember, bury your army outfits before leaving the forest.
- Unutmayın, ormandan ayrılmadan önce askeri kıyafetlerinizi gömün.
- You need to leave the city at once.
- Derhâl şehirden ayrılmanız gerek.
- I've been thinking about tonight every day since I left that jewelry store.
- Kuyumcudan ayrıldığımdan beri her gün bu geceyi düşünüyorum.
- See how nice everyone is, once you leave the city.
- Şehirden ayrıldığınızda herkesin ne kadar iyi olduğunu görün.
- See how nice everyone is, once you leave the city.
- Şehirden ayrılınca herkes bak ne kadar nazik.
- Anna left the hospital two days before the massacre.
- Anna katliamdan iki gün önce hastaneden ayrıldı.
- See how nice everyone is, once you leave the city.
- Şehirden ayrılınca herkesin ne kadar iyi olduğunu görüyorsun.
- Remember, bury your army outfits before leaving the forest.
- Ormandan ayrılmadan önce asker kıyafetlerinizi gömmeyi unutmayın.
- He is only home tonight and leaves tomorrow.
- O sadece bu gece evde ve yarın ayrılıyor.
- He left home early in the morning so he wouldn't miss the train.
- Treni kaçırmamak için sabah evden erken ayrıldı.
- I got to the bus stop just after the bus had left.
- Otobüs ayrıldıktan hemen sonra otobüs durağına vardım.
- Tom has already decided when he wants to leave.
- Tom ne zaman ayrılmak istediğine çoktan karar verdi.
- Tom is going to try to find out why Mary left.
- Tom, Mary'nin neden ayrıldığını öğrenmeye çalışacak.
- Tom will leave tomorrow morning.
- Tom yarın sabah ayrılacak.
- I have seen him twice since I left school.
- Okuldan ayrıldığımdan beri onu iki kez gördüm.
- I thought you might've left town.
- Kasabadan ayrılmış olabileceğini düşünüyordum.
- I think we should leave now.
- Sanırım şimdi ayrılmamız gerek.
- Layla was getting ready to leave the restaurant.
- Layla restorandan ayrılmaya hazırlanıyordu.
- Tom regrets leaving Boston.
- Tom Boston'tan ayrıldığına pişman oluyor.
- Tom left the building and walked down the street.
- Tom binadan ayrıldı ve caddede yürüdü.
- She has already left the office.
- Ofisten çoktan ayrıldı.
- Tom left after lunch.
- Tom öğle yemeğinden sonra ayrıldı.
- They were leaving Japan the next day.
- Ertesi gün Japonya'dan ayrılacaklardı.
- She left with her friends.
- O, arkadaşları ile birlikte ayrıldı.
- I never wanted to leave Boston.
- Asla Boston'dan ayrılmak istemedim.
- The man left the restaurant without paying.
- Adam hesabı ödemeden restorandan ayrıldı.
- Tom decided to leave.
- Tom ayrılmaya karar verdi.
- Tom is refusing to leave.
- Tom ayrılmayı reddediyor.
- Tom left Boston a few days after Christmas.
- Tom, Noel'den birkaç gün sonra Boston'dan ayrıldı.
- Tom is going to leave the day after tomorrow.
- Tom yarından sonraki gün ayrılacak.
- I regret leaving Boston.
- Boston'dan ayrıldığım için pişmanım.
- That's why we must leave.
- Bu nedenle ayrılmalıyız.
- We're leaving Boston next Monday.
- Gelecek pazartesi Boston'dan ayrılıyoruz.
- I never wanted to leave Boston.
- Boston'dan ayrılmayı hiç istemedim.
- I can't leave work until five o'clock.
- Beşe kadar iş yerinden ayrılamam.
- The huge tanker has just left the dock.
- Dev tanker az önce rıhtımdan ayrıldı.
- Tom and Mary left the party together.
- Tom ve Mary partiden beraber ayrıldı.
- Sami considers Layla an enemy because she left his cult.
- Sami, tarikatından ayrıldığı için Layla'yı düşmanı olarak görüyordu.
- You may leave now.
- Şimdi ayrılabilirsin.
- Tom will probably leave next week.
- Tom muhtemelen önümüzdeki hafta ayrılacak.
- Tom is going to leave tonight.
- Tom bu gece ayrılacak.
- Don't leave without us.
- Biz olmadan ayrılmayın.
- I thought if I left Boston, I could forget you.
- Boston'dan ayrılırsam, seni unutabileceğimi düşündüm.
- I didn't know Tom had left home.
- Tom'un evden ayrıldığını bilmiyordum.
- I've decided not to leave.
- Ben ayrılmamaya karar verdim.
- After the residents leave, the house is empty.
- Sakinleri ayrıldıktan sonra, ev boştu.
- I saw Tom leave the room.
- Tom'un odadan ayrıldığını gördüm.
- I heard that he left town and moved east.
- Kasabadan ayrıldığını ve doğuya taşındığını duydum.
- I'm not leaving without Tom.
- Tom olmadan ayrılmıyorum.
- She left home after three days.
- O, üç gün sonra evden ayrıldı.
- Tom left three hours ago so he should've arrived by now.
- Tom üç saat önce ayrıldı, o yüzden şimdiye kadar varmış olmalı.
- Don't leave town.
- Kasabadan ayrılma.
- I'll be leaving this evening.
- Bu akşam ayrılacağım.
- Tom eventually left Boston.
- Tom sonunda Boston'dan ayrıldı.
- When are we going to leave?
- Ne zaman ayrılacağız?
- How can I leave?
- Nasıl ayrılabilirim ki?
- A reporter asked Tom some questions as he left the courthouse.
- Bir muhabir Tom'a adliyeden ayrılırken bazı sorular sordu.
- Tom left the party drunk.
- Tom partiden sarhoş ayrıldı.
- Tom is leaving Boston tomorrow, isn't he?
- Tom yarın Boston'dan ayrılıyor, değil mi?
- Tom left here a while ago.
- Tom bir süre önce buradan ayrıldı.
- Fadil left his house at 10 am.
- Fadıl saat 10'da evden ayrıldı.
- He left three days ago.
- Üç gün önce ayrıldı.
- Tom wants Mary to know he's planning to leave town.
- Tom Mary'nin kasabadan ayrılmayı planladığını bilmesi gerekiyor.
- Sami made preparations to leave.
- Sami ayrılmak için hazırlıklar yaptı.
- I'll miss you so much when you leave in June.
- Haziran'da ayrıldığın zaman seni çok özleyeceğim.
- It isn't easy to understand why you want to leave.
- Neden ayrılmak istediğinizi anlamak kolay değil.
- We were just about to leave when it started to rain.
- Yağmur yağmaya başladığında tam ayrılmak üzereydik.
- I left the building before Tom did.
- Tom ayrılmadan önce binadan ayrıldım.
- Tom had to leave the movie theater before the movie was over.
- Tom film bitmeden sinemadan ayrılmak zorunda kaldı.
- There's something I need to tell you before you leave.
- Siz ayrılmadan önce size söylemem gereken bir şey var.
- I don't want to leave Tom.
- Ben Tom'dan ayrılmak istemiyorum.
- At what age do children leave school?
- Hangi yaşta çocuklar okuldan ayrılıyor?
- We should leave here as soon as possible.
- En kısa sürede buradan ayrılmalıyız.
- Tom told Mary he wanted to leave.
- Tom, Mary'ye ayrılmak istediğini söyledi.
- What time do you usually leave?
- Genellikle saat kaçta ayrılırsın?
- He is leaving the city tomorrow morning.
- Yarın sabah şehirden ayrılıyor.
- Don't forget to take your umbrella when you leave here.
- Buradan ayrılırken şemsiyeni almayı unutma.
- We ate a hasty meal and left immediately.
- Acele bir yemek yedik ve hemen ayrıldık.
- May I leave?
- Ayrılabilir miyim?
- Tom left his apartment earlier this morning than usual.
- Tom bu sabah her zamankinden daha erken dairesinden ayrıldı.
- I'll tell you when to leave.
- Ne zaman ayrılacağını söyleyeceğim.
- Tom said good night to Mary and left.
- Tom, Mary'ye iyi geceler dedi ve ayrıldı.
- I wonder if Tom has left.
- Tom'un ayrılıp ayrılmadığını merak ediyorum.
- Tom has told Mary to leave.
- Tom Mary'ye ayrılmasını söyledi.
- Tom realized that Mary wanted to leave.
- Tom, Mary'nin ayrılmak istediğini fark etti.
- I was leaving home when you telephoned me.
- Sen bana telefon ettiğinde evden ayrılıyordum.
- I'll never leave Boston again.
- Boston'dan bir daha asla ayrılmayacağım.
- I left Boston three years ago.
- Üç yıl önce Boston'dan ayrıldım.
- We are leaving Narita next Monday.
- Önümüzdeki Pazartesi Narita'dan ayrılıyoruz.
- Tom left after he had lunch.
- Tom öğle yemeğini yedikten sonra ayrıldı.
- Tom left home when he was eighteen.
- Tom on sekiz yaşındayken evden ayrıldı.
- I've left Boston already.
- Çoktan Boston'dan ayrıldım.
- He left the Mexican capital to return to Texas.
- Teksas'a dönmek için Meksika başkentinden ayrıldı.
- We must leave at once.
- Hemen ayrılmalıyız.
- Tom certainly wasn't crying when we left his house.
- Biz onun evinden ayrıldığımızda Tom kesinlikle ağlamıyordu.
- When does Tom want to leave?
- Tom ne zaman ayrılmak istiyor?
- You have to leave here now.
- Buradan hemen ayrılmak zorundasın.
- Tom decided not to leave home until he was a little older.
- Tom biraz daha büyüyene kadar evden ayrılmamaya karar verdi.
- Tom is never going to leave Boston.
- Tom Boston'dan asla ayrılmayacak.
- Tom will be leaving tomorrow.
- Tom yarın ayrılacak.
- She won't leave the room, because she doesn't want to catch another cold.
- O, başka bir soğuk algınlığına yakalanmak istemediğinden dolayı odadan ayrılmayacak.
- I felt uncomfortable, so I left.
- Kendimi rahatsız hissettim, bu yüzden ayrıldım.
- Tom left Boston a few days before Christmas.
- Tom, Noel'den birkaç gün önce Boston'tan ayrıldı.
- When I left the train station, I saw a man.
- Tren istasyonundan ayrıldığımda bir adam gördüm.
- I think we should ask Tom why he left his last job.
- Bence Tom'a son işinden neden ayrıldığını sormalıyız.
- I don't want to leave him.
- Ondan ayrılmak istemiyorum.
- I don't know when she decided to leave Rome.
- Onun Roma'dan ne zaman ayrılmaya karar verdiğini bilmiyorum.
- Do you really want to leave Boston tomorrow?
- Gerçekten yarın Boston'dan ayrılmak istiyor musun?
- I was still asleep when Tom left this morning.
- Tom bu sabah ayrıldığında ben hala uyuyordum.
- Tom said Mary should've left earlier.
- Tom, Mary'nin daha önce ayrılması gerektiğini söyledi.
- Mary left the building at about 6 p.m.
- Mary saat 6 gibi binadan ayrıldı.
- That's why I left.
- Bu yüzden ayrıldım.
- They asked me to leave.
- Ayrılmamı istediler.
- Tom told Mary he was going to leave Boston.
- Tom, Mary'ye Boston'dan ayrılacağını söyledi.
- I left the building at about 6 p.m.
- Binadan akşam 6 gibi ayrıldım.
- I want to leave this place quickly.
- Buradan hemen ayrılmak istiyorum.
- I promise I won't leave without you.
- Sen olmadan ayrılmayacağıma söz veriyorum.
- Tom said it was time to leave.
- Tom ayrılmanın vakti geldiğini söyledi.
- You might want to leave a little earlier today.
- Bugün biraz daha erken ayrılmak isteyebilirsin.
- We haven't done that since we left Boston.
- Boston'dan ayrıldığımızdan beri bunu yapmadık.
- Tom is likely to be leaving soon.
- Tom muhtemelen yakında ayrılacak.
- Tom said he wanted to leave.
- Tom ayrılmak istediğini söyledi.
- Tom will be leaving Boston next month.
- Tom önümüzdeki ay Boston'dan ayrılacak.
- Tom left school right after class.
- Tom dersten hemen sonra okuldan ayrıldı.
- We're leaving this afternoon.
- Bu öğleden sonra ayrılıyoruz.
- Tom reluctantly left.
- Tom isteksizce ayrıldı.
- We paid for our food and then left.
- Yemeğimizin parasını ödeyip ayrıldık.
- It's going to be very tough to leave here.
- Buradan ayrılmak çok zor olacak.
- Tomorrow morning we're leaving Japan.
- Yarın sabah Japonya'dan ayrılıyoruz.
- We're leaving next year.
- Gelecek yıl ayrılıyoruz.
- Tom is waiting for you to leave.
- Tom sizin ayrılmanızı bekliyor.
- Tom left the house early on Monday morning.
- Tom pazartesi sabahı evden erken ayrıldı.
- She left Osaka yesterday.
- O dün Osaka'dan ayrıldı.
- Tom never really wanted to leave Boston.
- Tom hiçbir zaman Boston'dan ayrılmak istemedi.
- Sami was leaving the parking lot.
- Sami park yerinden ayrılıyordu.
- Tom left school early.
- Tom okuldan erken ayrıldı.
- Tom regrets leaving Boston.
- Tom Boston'dan ayrıldığı için pişman.
- She is leaving at nine o'clock.
- O dokuzda ayrılıyor.
- I left Shanghai last year and I've never been back.
- Geçen sene Shanghai'dan ayrıldım ve bir daha asla geri dönmedim.
- I have seen him twice since leaving school.
- Okuldan ayrıldığımdan beri onu iki kez gördüm.
- He always forgets to say goodbye to people when leaving.
- Ayrılırken insanlara veda etmeyi hep unutur.
- I haven't had that much fun since I left college.
- Üniversiteden ayrıldığımdan beri bu kadar eğlenmemiştim.
- I often think about leaving.
- Ben sık sık ayrılmayı düşünmem.
- We left immediately.
- Biz derhal ayrıldık.
- He had to leave the city, so he moved to Berlin.
- Şehirden ayrılması gerekiyordu, o yüzden Berlin'e taşındı.
- We're leaving Boston tomorrow morning.
- Yarın sabah Boston'dan ayrılıyoruz.
- Tom plans on leaving Australia next year.
- Tom gelecek yıl Avustralya'dan ayrılmayı planlıyor.
- According to you, why did I leave?
- Sana göre, neden ayrıldım?
- Tom will leave in an hour.
- Tom bir saat içinde ayrılacak.
- We left soon after that.
- Kısa süre sonra ayrıldık.
- We're scheduled to leave tomorrow.
- Yarın ayrılmayı planlıyoruz.
- Tom paid for dinner and left the restaurant.
- Tom yemeğin parasını ödedi ve restorandan ayrıldı.
- We'll all miss you when you leave.
- Sen ayrıldığında hepimiz seni özleyeceğiz.
- I wouldn't want you to leave too soon.
- Çok erken ayrılmanı istemem.
- I told him to leave the room.
- Ona odadan ayrılmasını söyledim.
- I refuse to leave Boston.
- Boston'dan ayrılmayı reddediyorum.
- He will leave Japan in April.
- Nisanda o, Japonya'dan ayrılacak.
- We are about to leave here.
- Buradan ayrılmak üzereyiz.
- Tom said we needed to leave at once.
- Tom derhal ayrılmamız gerektiğini söyledi.
- Nobody but Tom left.
- Tom'dan başka kimse ayrılmadı.
- Tom left without paying the bill.
- Tom faturayı ödemeden ayrıldı.
- As he left the room, he turned off the light.
- O odadan ayrılırken lambayı kapattı.
- Just tell me when you want to leave.
- Ne zaman ayrılmak istediğini söyle.
- I saw Andrea leaving home.
- Andrea'yı evden ayrılırken gördüm.
- Tom has been asked to leave.
- Tom'dan ayrılması istendi.
- Tom is leaving in a few minutes.
- Tom birkaç dakika içinde ayrılıyor.
- I left Boston the next day.
- Ertesi gün Boston'dan ayrıldım.
- Mary has already left.
- Mary zaten ayrıldı.
- I want to leave here as soon as possible.
- Buradan bir an önce ayrılmak istiyorum.
- The train leaves at six o'clock.
- Tren saat altıda ayrılıyor.
- I didn't want to leave without seeing you.
- Seni görmeden ayrılmak istemedim.
- I've left Boston already.
- Boston'dan çoktan ayrıldım.
- Does Tom still want to leave today?
- Tom hâlâ bugün ayrılmak istiyor mu?
- Why did we leave?
- Neden ayrıldık?
- Do Tom and I have to leave today?
- Tom ve ben bugün ayrılmak zorunda mıyız?
- I know both Tom and Mary have to leave tomorrow.
- Tom ve Mary'nin yarın ayrılmak zorunda olduklarını biliyorum.
- Tom left the bar with Mary.
- Tom, Mary ile bardan ayrıldı.
- Tom left Boston three days ago.
- Tom üç gün önce Boston'dan ayrıldı.
- Tom is leaving.
- Tom ayrılıyor.
- I might be leaving soon.
- Yakında ayrılabilirim.
- Tom told Mary not to leave.
- Tom, Mary'ye ayrılmamasını söyledi.
- Tom is reluctant to leave.
- Tom ayrılmak için isteksizdir.
- Tom is leaving Boston tomorrow.
- Tom yarın Boston'dan ayrılıyor.
- Tom seemed to be leaving.
- Tom ayrılıyor gibi görünüyordu.
- Tom said that he wasn't ready to leave.
- Tom ayrılmaya hazır olmadığını söyledi.
- Tom will be leaving soon.
- Tom yakında ayrılacak.
- We left together.
- Birlikte ayrıldık.
- Tom smiled at Mary as he left the room.
- Tom odadan ayrılırken Mary'ye gülümsedi.
- Did Tom and Mary leave early?
- Tom ve Mary erken mi ayrıldılar?
- What time are you leaving tomorrow?
- Yarın ne zaman ayrılıyorsun?
- Tom just left a few minutes ago.
- Tom sadece birkaç dakika önce ayrıldı.
- Tom always leaves home before seven.
- Tom her zaman evden yediden önce ayrılır.
- I don't know when he decided to leave Rome.
- Roma'dan ne zaman ayrılmaya karar verdiğini bilmiyorum.
- I'm leaving in ten minutes.
- On dakika içinde ayrılıyorum.
- The train already left the station.
- Tren çoktan istasyondan ayrıldı.
- The train left the station on time.
- Tren istasyondan tam zamanında ayrıldı.
- I got back in my car and left.
- Arabama bindim ve ayrıldım.
- I've never left Boston.
- Boston'dan hiç ayrılmadım.
- I left Shanghai last year and I've never been back.
- Geçen yıl Şanghay'dan ayrıldım ve bir daha geri dönmedim.
- When did Tom leave Boston?
- Tom Boston'dan ne zaman ayrıldı?
- Children all leave the nest one day.
- Çocukların hepsi bir gün yuvadan ayrılır.
- They don't want to leave.
- Onlar ayrılmak istemiyorlar.
- He bowed to me as he left the room.
- O, odadan ayrılırken başıyla beni selamladı.
- Susan left an hour ago.
- Susan bir saat önce ayrıldı.
- Tom left Mary's house looking dejected.
- Tom, Mary'nin evinden kederli bir şekilde ayrıldı.
- Dan will never leave this school.
- Dan bu okuldan asla ayrılmayacak.
- Tom has left Boston.
- Tom, Boston'dan ayrıldı.
- When I was about to leave, it began to rain.
- Ayrılmak üzereyken yağmur yağmaya başladı.
- They're leaving.
- Onlar ayrılıyorlar.
- Tom left within a few months.
- Tom birkaç ay içinde ayrıldı.
- Tom says he doesn't know why Mary left.
- Tom Mary'nin neden ayrıldığını bilmediğini söylüyor.
- You have to leave Boston.
- Boston'dan ayrılmalısın.
- We shall leave tomorrow, weather permitting.
- Hava iyi olursa yarın ayrılacağım.
- When do you think Tom will want to leave?
- Sence Tom ne zaman ayrılmak isteyecek?
- Tom and Mary were among the last to leave.
- Tom ve Mary en son ayrılanlar arasındaydı.
- I couldn't wait any longer, so I left.
- Daha fazla bekleyemedim, bu yüzden ayrıldım.
- I'm ready to leave Boston.
- Boston'dan ayrılmaya hazırım.
- Tom peeked out the window to see if it was safe to leave.
- Tom ayrılmanın güvenli olup olmadığını görmek için pencereden dışarı baktı.
- Tom is going to leave here tomorrow.
- Tom yarın buradan ayrılacak.
- Do you want to leave Boston?
- Boston'dan ayrılmak istiyor musun?
- The bus left the stop.
- Otobüs duraktan ayrıldı.
- I'm sleepy, so I'm leaving now.
- Uykuluyum bu nedenle şimdi ayrılıyorum.
- We must leave the hotel before 10 a.m., otherwise we will miss the train for Miami.
- Sabah 10'dan önce otelden ayrılmalıyız, aksi halde Miami trenini kaçıracağız.
- When did you leave your house?
- Evinden ne zaman ayrıldın?
- He left home.
- Evden ayrıldı.
- Tom eventually left Boston.
- Tom nihayet Boston'dan ayrıldı.
- My wife is leaving town for a few days.
- Karım kasabadan birkaç günlüğüne ayrılıyor.
- Sami left the store.
- Sami dükkândan ayrıldı.
- Tom said he had no intention of leaving Boston.
- Tom Boston'dan ayrılmaya niyeti olmadığını söyledi.
- When does your father leave his office?
- Baban ofisinden ne zaman ayrılıyor?
- When did Tom finally leave?
- Tom son olarak ne zaman ayrıldı?
- Tom left about three hours ago with Mary.
- Tom yaklaşık üç saat önce Mary ile ayrıldı.
- I won't be leaving until tomorrow.
- Yarına kadar ayrılmayacağım.
- He is leaving in three days.
- O, üç gün içinde ayrılıyor.
- Tom asked Mary when she intended to leave.
- Tom, Mary'yi ne zaman ayrılmak istediğinde sordu.
- Tom paid the bill and left the restaurant.
- Tom hesabı ödedi ve restorandan ayrıldı.
- They said they were leaving.
- Ayrılacaklarını söylediler.
- Are you leaving soon?
- Yakında ayrılıyor musun?
- Tom didn't even realize Mary had left.
- Tom Mary'nin ayrıldığının farkında bile değildi.
- Did you know that Tom had left town?
- Tom'un kasabadan ayrıldığını biliyor muydun?
- His airplane had already left when I got to Narita Airport.
- Onun uçağı, Narita Havaalanına vardığımda zaten ayrılmıştı.
- We're leaving tomorrow.
- Yarın ayrılıyoruz.
- Tom left before the concert was over.
- Tom konser bitmeden önce ayrıldı.
- She left here in a hurry.
- Buradan aceleyle ayrıldı.
- We've decided to leave Boston.
- Boston'dan ayrılmaya karar verdik.
- Tom left without saying anything.
- Tom bir şey söylemeden ayrıldı.
- Tom is leaving here tomorrow.
- Tom yarın buradan ayrılıyor.
- Tom told Mary that he was ready to leave.
- Tom, Mary'ye ayrılmaya hazır olduğunu söyledi.
- I'll leave Tokyo tonight.
- Bu gece Tokyo'dan ayrılacağım.
- Tom left only a few minutes ago.
- Tom sadece birkaç dakika önce ayrıldı.
- I think Tom is about to leave.
- Bence Tom ayrılmak üzere.
- You really should've left earlier.
- Sen gerçekten daha önce ayrılmalıydın.
- When do you leave here?
- Buradan ne zaman ayrılacaksın?
- Tom's girlfriend threatened to leave him.
- Tom'un kız arkadaşı, ondan ayrılmakla tehdit etti.
- All bugs should be fixed today before we leave.
- Biz ayrılmadan önce tüm hatalar giderilmiş olmalı.
- When will you leave here?
- Ne zaman buradan ayrılacaksın?
- He ordered me to leave the room at once.
- Derhal odadan ayrılmamı emretti.
- Tom is leaving Boston tomorrow morning.
- Tom yarın sabah Boston'dan ayrılıyor.
- We left on October 20th.
- 20 Ekim'de ayrıldık.
- I was about to leave when Mary appeared out of the blue.
- Mary birdenbire ortaya çıktığında ben ayrılmak üzereydim.
- Tom will be very sad if Mary leaves.
- Tom, Mary ayrılırsa çok üzülür.
- It was the custom in old times that as soon as a Japanese boy reached manhood he should leave his home and roam through the land in search of adventures.
- Eski zamanlarda bir Japon delikanlısı erkekliğe erişir erişmez evinden ayrılır ve macera aramak için diyar diyar dolaşırdı.
- I didn't really want to leave the party early, but something came up.
- Gerçekten partiden erken ayrılmak istemiyordum, ama bir şey çıktı.
- You need to leave here at once.
- Buradan hemen ayrılmalısınız.
- Tom left about an hour ago with Mary.
- Tom, Mary ile bir saat önce ayrıldı.
- We can't leave.
- Ayrılamayız.
- I'm leaving in the afternoon.
- Öğleden sonra ayrılıyorum.
- You must leave now.
- Hemen ayrılmalısın.
- You aren't leaving until tomorrow, right?
- Yarına kadar ayrılmıyorsun, değil mi?
- Tom was worried Mary wouldn't leave.
- Tom, Mary ayrılmayacağından endişeliydi.
- I left Shanghai last year and have not yet been back.
- Geçen yıl Şangay'dan ayrıldım ve henüz geri dönmedim.
- As I left the railway station, I saw a man.
- Tren istasyonundan ayrılırken bir adam gördüm.
- I must leave here today.
- Bugün buradan ayrılmalıyım.
- We're leaving Boston next month.
- Gelecek ay Boston'dan ayrılıyoruz.
- Tom left here three days ago.
- Tom üç gün önce buradan ayrıldı.
- Is Tom going to leave today?
- Tom bugün erken ayrılacak mı?
- I left Boston on October 20th.
- Boston'dan 20 Ekim'de ayrıldım.
- Tom is going to leave tomorrow.
- Tom yarın ayrılacak.
- I'm about to leave.
- Ben ayrılmak üzereyim.
- Everybody left thirty minutes ago.
- Herkes otuz dakika önce ayrıldı.
- When did they leave?
- Ne zaman ayrıldılar?
- Tom asked us to leave.
- Tom ayrılmamızı rica etti.
- Do you know when Tom left Boston?
- Tom'un Boston'dan ne zaman ayrıldığını biliyor musun?
- Because of the storm, the ship couldn't leave port.
- Fırtına yüzünden gemi limandan ayrılamadı.
- I'm leaving the day after tomorrow.
- Yarından sonra ayrılacağım.
- I never leave home without it.
- Onsuz asla evden ayrılmam.
- Tom is going to leave in an hour.
- Tom bir saat içinde ayrılacak.
- They shall leave.
- Ayrılmalılar.
- She's about to leave.
- O ayrılmak üzere.
- Why did you leave?
- Neden ayrıldın?
- The weather was lovely when I left home.
- Evden ayrıldığımda hava güzeldi.
- I got on my bicycle and left.
- Bisikletime bindim ve ayrıldım.
- Tom is leaving Kobe tomorrow morning.
- Tom yarın sabah Kobe'den ayrılıyor.
- Tom wouldn't open the door, so I left.
- Tom kapıyı açmadı, ben de ayrıldım.
- Tom briefly left his store to go get a sandwich for lunch.
- Tom öğle yemeği için bir sandviç almaya gitmek için kısa bir süreliğine dükkanından ayrıldı.
- She left the farm to go to the city.
- O, şehre gitmek için çiftlikten ayrıldı.
- The bus has just left.
- Otobüs az önce ayrıldı.
- Tom is likely to leave tomorrow.
- Tom muhtemelen yarın ayrılacak.
- I haven't spoken to Tom since I left Boston.
- Boston'dan ayrıldığımdan beri Tom'la konuşmadım.
- We leave tomorrow afternoon.
- Yarın öğleden sonra ayrılırız.
- I had a hard time leaving.
- Ayrılırken çok zorlandım.
- He will leave Japan in April.
- Nisan ayında Japonya'dan ayrılacak.
- We'll be leaving shortly.
- Birazdan ayrılacağız.
- The bus leaves in five minutes.
- Otobüs, beş dakika içinde ayrılacak.
- Sami never leaves without saying goodbye.
- Sami hoşça kal demeden asla ayrılmaz.
- Why did you leave your last job?
- Son işinden neden ayrıldın?
- You have to leave Boston.
- Boston'dan ayrılmak zorundasın.
- Tom left Boston in 2013.
- Tom Boston'dan 2013'te ayrıldı.
- Tom saw Mary leaving the post office.
- Tom, Mary'yi postaneden ayrılırken gördü.
- She looked at me in a deliberate way and left the meeting room.
- Kasıtlı bir şekilde bana baktı ve toplantı salonundan ayrıldı.
- The train has already left.
- Tren ayrıldı bile.
- Tom is leaving soon.
- Tom yakında ayrılıyor.
- Tom never leaves home without his phone.
- Tom asla telefonu olmadan evden ayrılmaz.
- He can leave tomorrow.
- O yarın ayrılabilir.
- They lost no time in leaving their home.
- Evlerinden ayrılmakta hiç zaman kaybetmediler.
- Don't leave the room.
- Odadan ayrılma.
- How soon can I leave?
- Ne kadar erken ayrılabilirim?
- It's time to leave this place.
- Buradan ayrılma vakti geldi.
- I'm leaving Boston tomorrow morning.
- Yarın sabah Boston'dan ayrılıyorum.
- Tom won't be very happy to leave here.
- Tom buradan ayrıldığı için pek mutlu olmayacak.
- Tom has left Boston already.
- Tom Boston'dan çoktan ayrıldı.
- Mary left about an hour ago with Tom.
- Mary, Tom'la beraber bir saat önce ayrıldı.
- Tom has been getting ready to leave.
- Tom ayrılmaya hazırlanıyordu.
- Layla left Sami.
- Leyla, Sami'den ayrıldı.
- I'm sorry that you are leaving here.
- Buradan ayrılacağın için üzgünüm.
- The plane had already left the airport.
- Uçak zaten havaalanından ayrılmıştı.
- May I leave school early today?
- Bugün okuldan erken ayrılabilir miyim?
- I'm sorry you're leaving us.
- Bizden ayrıldığınız için üzgünüm.
- Tom left the room without saying a word to anyone.
- Tom kimseye tek kelime söylemeden odadan ayrıldı.
- Tom and Mary left the bar together.
- Tom ve Mary birlikte bardan ayrıldılar.
- I'm leaving, goodbye!
- Ben ayrılıyorum, elveda!
- We can leave.
- Ayrılabiliriz.
- When did she leave the classroom?
- Sınıftan ne zaman ayrıldı?
- Is he leaving or is he staying?
- Ayrılıyor mu yoksa kalıyor mu?
- I'd like to leave.
- Ayrılmak istiyorum.
- Tom and Mary will leave today.
- Tom ve Mary bugün ayrılacaklar.
- That's why we need to leave.
- Bu yüzden ayrılmamız gerekir.
- Tom left after just one year.
- Tom sadece bir yıl sonra ayrıldı.
- I won't leave this house voluntarily.
- Bu evden kendi isteğimle ayrılmayacağım.
- Your friend left town.
- Arkadaşın kasabadan ayrıldı.
- Tom's train left five minutes ago.
- Tom'un treni beş dakika önce ayrıldı.
- Tom got an emergency call and had to leave work.
- Tom acil bir telefon aldı ve işten ayrılmak zorunda kaldı.
- Tom and I'll leave this afternoon.
- Tom ve ben bu öğleden sonra ayrılıyoruz.
- Let Tom leave.
- Tom'un ayrılmasına izin ver.
- I had to leave Boston.
- Boston'dan ayrılmak zorunda kaldım.
- We should lose no time in leaving here.
- En kısa sürede buradan ayrılmalıyız.
- Tom and I both left Boston in 2013.
- Tom ve ben ikimiz de 2013'te Boston'tan ayrıldık.
- We're about to leave here.
- Buradan ayrılmak üzereyiz.
- I don't ever want to leave this room.
- Asla bu odadan ayrılmak istemiyorum.
- He left Japan for good.
- Japonya'dan temelli ayrıldı.
- I don't know when you will leave there.
- Oradan ne zaman ayrılacağını bilmiyorum.
- Tom suggested we leave.
- Tom ayrılmamızı önerdi.
- Tom's problems began soon after Mary left.
- Tom'un sorunları, Mary ayrıldıktan kısa süre sonra başladı.
- Tom left the room to make a phone call.
- Tom bir telefon görüşmesi yapmak için odadan ayrıldı.
Show More (382)
|
4 |
leave |
terk etmek |
v. |
|
- We shall adjourn the sitting and leave the Chamber immediately.
- Oturuma ara vereceğiz ve derhal Meclis'i terk edeceğiz.
- Yet we are leaving them to fight alone.
- Yine de onları yalnız savaşmaya terk ediyoruz.
- Northerners are leaving Lagos after riots that have led to deaths.
- Kuzeyliler, ölümlere yol açan ayaklanmaların ardından Lagos'u terk ediyor.
- In the end, people will take their leave of such a Europe.
- Sonunda insanlar böyle bir Avrupa'yı terk edeceklerdir.
- In the last two years, more than five million people have been forced to leave their homes.
- Son iki yılda beş milyondan fazla insan evlerini terk etmek zorunda kaldı.
- If we want peace restored in the Congo, he must leave that country.
- Kongo'da barışın yeniden tesis edilmesini istiyorsak, o ülkeyi terk etmelidir.
- He must leave the Congo in accordance with the international agreements in Lusaka.
- Lusaka'daki uluslararası anlaşmalara uygun olarak Kongo'yu terk etmelidir.
- Otherwise, we would not grow old, but would leave this mortal coil at the age of 15.
- Aksi takdirde yaşlanmaz, 15 yaşında bu fani dünyayı terk ederdik.
- Odysseus forces all his men to leave the island at once.
- Odysseus tüm adamlarını bir an önce adayı terk etmeye zorlar.
- When a human being has an accident and the spinal cord is completely severed, it leaves the body innate.
- Bir insan kaza geçirdiğinde ve omuriliği tamamen koptuğunda, bedeni doğuştan terk eder.
- All the workers are now ordered to leave this factory at once.
- Tüm işçilere fabrikayı bir an önce terk etmeleri emredildi.
- If you were to leave Boston, it would be better for both of us.
- Eğer Boston'u terk edersen, ikimiz için de daha iyi olur.
- I don't want you to leave me.
- Beni terk etmeni istemiyorum.
- Leave my room immediately.
- Hemen odamı terk edin.
- Most of the Dutch in New Amsterdam did not leave.
- New Amsterdam'daki Hollandalıların çoğu ülkeyi terk etmedi.
- He has left his family.
- O ailesini terk etti.
- Tom left the building.
- Tom binayı terk etti.
- Tom didn't know Mary had decided to leave him.
- Tom, Mary'nin onu terk etmeye karar verdiğini bilmiyordu.
- Nobody knows why Tom left the city.
- Kimse Tom'un şehri neden terk ettiğini bilmiyor.
- Don't ever leave me.
- Beni hiç terk etme.
- How would you feel if your wife left you?
- Karın seni terk etseydi ne hissederdin?
- I couldn't leave you there.
- Seni orada terk edemedim.
- I must leave you.
- Seni terk etmek zorundayım.
- He left the house without even saying goodbye.
- Evi hoşça kal bile demeden terk etti.
- I can't just leave her.
- Onu terk edemem.
- He immediately left us.
- Bizi hemen terk etti.
- I would've died if you'd left me.
- Beni terk etmiş olsaydın ölecektim.
- I don't want him to leave.
- Onun terk etmesini istemiyorum.
- Tom never really wanted to leave Boston.
- Tom gerçekten Boston'u hiç terk etmek istemedi.
- I don't want Mary to leave me.
- Mary'nin beni terk etmesini istemiyorum.
- He couldn't bear the thought of leaving her.
- Onu terk etme düşüncesine dayanamadı.
- Tom has decided to leave Boston.
- Tom Boston'u terk etmeye karar verdi.
- It's time for us to leave this place.
- Bu yeri terk etme zamanımız geldi.
- If you leave me, my life will be nothing.
- Beni terk edersen, hayatım bir hiç olur.
- No one went to the station to see Tom off when he left town.
- Kasabayı terk ettiğinde hiç kimse Tom'u uğurlamak için istasyona gitmedi.
- She left home bag and baggage.
- O, pılısını pırtısını toplayıp evi terk etti.
- I will never leave you.
- Seni asla terk etmeyeceğim.
- Tom hasn't been the same since Mary left him.
- Mary onu terk ettiğinden beri Tom eskisi gibi değil.
- She's left me.
- Beni terk etti.
- We have to leave you.
- Seni terk etmek zorundayız.
- Your mom left you when you were three.
- Sen üç yaşındayken annen seni terk etti.
- They gave us 24 hours to leave our homes.
- Evlerimizi terk etmemiz için bize 24 saat süre verdiler.
- Tom left the next year.
- Tom ertesi yıl terk etti.
- He left his country two years ago.
- İki yıl önce ülkesini terk etti.
- It makes me sad that you're going to leave this city.
- Senin bu şehri terk edecek olman beni üzüyor.
- Why don't you leave them?
- Onları neden terk etmiyorsun?
- I couldn't leave Tom.
- Tom'u terk edemedim.
- No one knows why Tom left the city.
- Tom'un şehri neden terk ettiğini kimse bilmiyor.
- Tom would never leave Mary.
- Tom, Mary'yi asla terk etmez.
- Tom made Mary leave.
- Tom Mary'yi terk ettirdi.
- Mary is depressed because her husband left her.
- Mary kocası onu terk ettiği için depresyondadır.
- Layla was under house arrest and couldn't leave her residence without permission.
- Leyla ev hapsindeydi ve evini izinsiz terk edemezdi.
- Don't try to leave town.
- Kasabayı terk etmeye çalışma.
- Everybody but Tom knows why his wife left him.
- Tom dışında herkes karısının onu neden terk ettiğini biliyor.
- Are you going to leave Tom?
- Tom'u terk edecek misin?
- Tom left home when he was very young.
- Tom çok gençken evi terk etti.
- His wife would probably leave him if she knew the truth.
- Karısı gerçeği bilseydi muhtemelen onu terk ederdi.
- Please don't leave me.
- Lütfen beni terk etme.
- I saw Tom leave the auditorium.
- Tom'un oditoryumu terk ettiğini gördüm.
- The architect left his wife after two years.
- Mimar iki yıl sonra karısını terk etti.
- Tom left Mary a few days after Christmas.
- Tom, Noel'den birkaç gün sonra Mary'yi terk etti.
- I don't want to leave town.
- Kasabayı terk etmek istemiyorum.
- I didn't know he had decided to leave his job.
- Onun işini terk etmek için karar verdiğini bilmiyordum.
- I promise I'll never leave you.
- Söz veriyorum, seni asla terk etmeyeceğim.
- Tom told Mary he'd never leave her.
- Tom Mary'ye onu asla terk etmeyeceğini söyledi.
- I'm going to leave you.
- Seni terk edeceğim.
- You left us, mate.
- Sen bizi terk ettin, dostum.
- Sami left Egypt.
- Sami Mısır'ı terk etti.
- The police told me not to leave town.
- Polis bana şehri terk etmememi söyledi.
- Tom doesn't know why Mary left him.
- Tom, Mary'nin onu neden terk ettiğini bilmiyor.
- Tom has left the building.
- Tom binayı terk etti.
- Didn't I tell you not to leave your room?
- Sana odanı terk etmemeni söylemedim mi?
- I know why Tom left Boston.
- Tom'un neden Boston'u terk ettiğini biliyorum.
- We should leave soon.
- Yakında terk etmeliyiz.
- We can't leave her there.
- Biz onu orada terk edemeyiz.
- The train leaves Rome at eight.
- Tren saat sekizde Roma'yı terk ediyor.
- I'd like you to leave my house.
- Evimi terk etmeni istiyorum.
- Tom got an emergency call and had to leave work.
- Tom bir acil durum çağrısı aldı ve işi terk etmek zorunda kaldı.
- Dan left the island on a sailboat.
- Dan adayı bir yelkenliyle terk etti.
- The king never leaves his castle.
- Kral kalesini asla terk etmez.
- The man left the restaurant without paying his bill.
- Adam hesabı ödemeden restoranı terk etti.
- Tom left Mary.
- Tom Mary'yi terk etti.
- We should've left earlier.
- Daha önce terk etmeliydik.
- Leave immediately!
- Derhal terk edin!
- We must leave.
- Terk etmeliyiz.
- Tom left here three hours ago.
- Tom üç saat önce burayı terk etti.
- I was about to leave home when the telephone rang.
- Telefon çaldığında evi terk etmek üzereydim.
- Tom wondered why his wife left him.
- Tom karısının onu neden terk ettiğini merak etti.
- I want you to leave my house.
- Ben evimi terk etmeni istiyorum.
- Someone told me you left your husband.
- Birisi bana kocanı terk ettiğini söyledi.
- I'd never leave my wife.
- Karımı asla terk etmem.
- I don't think Tom would leave his wife.
- Tom'un karısını terk edeceğini sanmıyorum.
- Tom wanted to leave Mary.
- Tom, Mary'yi terk etmek istedi.
- There are still 750 000 people who haven't left the city.
- Şehri henüz terk etmemiş olan 750 bin kişi var.
- Tom threatened to leave Mary.
- Tom Mary'yi terk etmekle tehdit etti.
- I'm going to leave tomorrow.
- Yarın terk ediyorum.
- Tom left his wife for Mary.
- Tom, Mary için karısını terk etti.
- Tom told Mary he wouldn't leave her.
- Tom, Mary'ye onu terk etmeyeceğini söyledi.
- It is still a mystery why he suddenly left the town.
- Onun kasabayı aniden terk etmesinin nedeni hala bir sır.
- She left her hometown.
- Memleketini terk etti.
- Are you going to leave us?
- Bizi terk edecek misin?
- You are not to leave this building.
- Bu binayı terk edemezsiniz.
- She's leaving the country in six months.
- O, ülkeyi altı ay içinde terk ediyor.
- I can't believe that Great Britain has voted to leave the European Union.
- İngiltere'nin Avrupa Birliğini terk etmek için oy kullandığına inanamıyorum.
- I want you to leave my house and never come back.
- Evimi terk etmeni ve asla geri gelmemeni istiyorum.
- Tom left the house without saying goodbye.
- Tom veda etmeden evi terk etti.
- Mary begged Tom not to leave her.
- Mary, Tom'a onu terk etmemesi için yalvardı.
- You're not to leave this house again.
- Bu evi tekrar terk etmeyeceksin.
- Dan decided to leave town.
- Dan kasabayı terk etmeye karar verdi.
- I can't leave him.
- Ben onu terk edemem.
- He was in low spirits for months after his girlfriend left him.
- Kız arkadaşı onu terk ettikten sonra aylarca morali bozuktu.
- Don't ever leave me again.
- Beni bir daha asla terk etme.
- I have to leave you.
- Seni terk etmek zorundayım.
- It's time for us to leave here.
- Burayı terk etmemizin vakti geldi.
- When I was 10, my brother left our home.
- Ben 10 yaşındayken, kardeşim evimizi terk etti.
- You have to leave Boston now.
- Bostonu şimdi terk etmelisiniz.
- Can you leave my office, please?
- Ofisimi terk edebilir misiniz, lütfen?
- We can't leave him here.
- Biz onu burada terk edemeyiz.
- He'll have to leave the building.
- Binayı terk etmek zorunda kalacak.
- Tom sang three songs and then left the stage.
- Tom üç şarkı söyledi ve sonra sahneyi terk etti.
- I thought Tom had left town.
- Tom'un kasabayı terk ettiğini düşündüm.
- We'll have to leave town.
- Kasabayı terk etmek zorunda olacağız.
- He has left his family.
- Ailesini terk etti.
- Tom was fired from his job and his wife left him.
- Tom işinden kovuldu ve karısı onu terk etti.
- Tom threatened to leave Mary.
- Tom Mary'yi tehdit etmekle terk etti.
- Tom began to suspect Mary would leave him.
- Tom, Mary'nin onu terk edeceğinden şüphelenmeye başladı.
- Can you leave my office, please?
- Lütfen ofisimi terk eder misin?
- I'm not leaving you, Layla.
- Seni terk etmiyorum, Leyla.
- It's been ten years since I left college.
- Üniversiteyi terk ettiğimden beri on yıl geçti.
- You got me pregnant and now you're leaving me.
- Beni hamile bıraktın ve şimdi terk ediyorsun.
- Tom never thought Mary would leave him.
- Tom, Mary'nin onu terk edeceğini hiç düşünmemişti.
- Maybe I should leave Boston.
- Belki de Boston'u terk etmem gerekir.
- He left his children.
- O, çocuklarını terk etti.
- We left Africa forever.
- Ebediyen Afrika'yı terk ettik.
- I'll never leave you.
- Seni asla terk etmeyeceğim.
- Tomorrow I'll leave this city forever.
- Yarın bu şehri sonsuza kadar terk edeceğim.
- I'd die if you left me.
- Beni terk edersen ölürüm.
- Tom left the office immediately after work.
- Tom işten sonra hemen ofisi terk etti.
- Dan became depressed after Linda left him.
- Linda onu terk ettikten sonra Dan depresyona girdi.
- I can't believe he left me for that whore!
- Beni o fahişe için terk ettiğine inanamıyorum!
- He left the house without even saying goodbye.
- Veda bile etmeden evi terk etti.
- Tom can still remember the pain caused when Mary left him.
- Tom, Mary onu terk ettiğinde çektiği acıyı hala hatırlayabiliyor.
- The soldiers ordered the miners to leave.
- Askerler madencilerin terk etmelerini emretti.
- I thought you'd all gone and left me.
- Hepinizin beni terk edip gittiğinizi sanmıştım.
- I'd never leave my wife.
- Ben asla karımı terk etmezdim.
- Tom seems to have left town in a hurry.
- Tom aceleyle şehri terk etmiş gibi görünüyor.
- I don't really want to leave you.
- Seni gerçekten terk etmek istemiyorum.
- His wife left him.
- Karısı onu terk etti.
- Tom hasn't slept well since Mary left him.
- Tom Mary onu terk ettiğinden beri iyi uyumadı.
- Someone told me Mary left her husband.
- Birisi bana Mary'nin kocasını terk ettiğini söyledi.
- I'd hate to see Tom leave.
- Tom'un terk ettiğini görmekten nefret ediyorum.
- She left me simply because I had a small income.
- Beni sırf gelirim az diye terk etti.
- Tom left Mary and went to live with another woman.
- Tom Mary'yi terk etti ve başka bir kadınla yaşamak için gitti.
- Why did you leave Australia?
- Avustralya'yı neden terk ettin?
- Tom told me to leave.
- Tom bana terk etmemi söyledi.
- Tom will probably tell Mary he won't leave her.
- Tom muhtemelen Mary'ye onu terk etmeyeceğini söyleyecek.
- You left us, mate.
- Bizi terk ettin, dostum.
- Why did you leave us?
- Bizi neden terk ettiniz?
- The last hope left her.
- Son umudu onu terk etti.
- It makes me sad that you're going to leave this city.
- Bu şehri terk edecek olman beni üzüyor.
- Sami wanted to leave the town.
- Sami kasabayı terk etmek istiyordu.
- Layla left Sami.
- Layla Sami'yi terk etti.
- Tom wanted you to think he'd left town.
- Tom onun kasabayı terk ettiğini düşünmeni istedi.
- His wife would probably leave him if she knew the truth.
- Karısı gerçeği bilse muhtemelen onu terk eder.
- My wife left me in October.
- Karım beni Ekim ayında terk etti.
- Yanni left his beautiful mansion to rot.
- Yanni malikanesini çürümeye terk etti.
- I thought Tom had left town.
- Tom'un şehri terk ettiğini düşündüm.
- He commanded me to leave the bedroom immediately.
- Yatak odasını hemen terk etmemi emretti.
- He left in a rush.
- Telaş içerisinde terk etti.
- Someone told me you left your husband.
- Biri bana kocanı terk ettiğini söyledi.
- They left the house after the fire.
- Yangından sonra evi terk ettiler.
- I didn't leave my house because I figured I was pretty safe there.
- Evimi terk etmedim çünkü orada güvende olduğumu düşündüm.
- Sami wanted to leave the town.
- Sami şehri terk etmek istedi.
- You aren't going to leave me, are you?
- Beni terk etmeyeceksin, değil mi?
Show More (171)
|
5 |
leave |
çıkmak |
v. |
|
- Don’t leave the house without your keys.
- Anahtarlarınız olmadan evden çıkmayın.
- We have seen people looting and others leaving with jerry cans on their heads, going in search of petrol.
- İnsanların yağma yaptıklarını ve bazılarının da başlarında bidonlarla benzin aramaya çıktıklarını gördük.
- Leaks are a regular occurrence as soon as papers leave my office.
- Belgeler ofisimden çıkar çıkmaz düzenli olarak sızıntılar meydana geliyor.
- Anna left the hospital two days before the massacre.
- Anna katliamdan iki gün önce hastaneden çıkmıştı.
- And there's a flash drive that never leaves his wrist.
- Ve bileğinden hiç çıkmayan bir flash bellek var.
- I've been there since I left the hospital on day one.
- Hastaneden çıktığım ilk günden beri oradayım.
- Remember, bury your army outfits before leaving the forest.
- Unutma, asker üniformalarını ormandan çıkmadan önce gömeceksin.
- I've been thinking about tonight every day since I left that jewelry store.
- Kuyumcudan çıktığımdan beri her gün bu geceyi düşünüyorum.
- Before you leave home, make sure your pets have enough food.
- Evden çıkmadan önce evcil hayvanlarınızın yeterli yiyeceği olduğundan emin olun.
- I think that I'll leave early today.
- Sanırım bugün erken çıkacağım.
- The last to leave was a tall man, with a pale face and smooth, black hair.
- En son çıkan uzun boylu, solgun yüzlü ve pürüzsüz, siyah saçlı bir adamdı.
- Please make sure Tom doesn't leave his room.
- Lütfen Tom'un odasından çıkmadığından emin olun.
- Tom didn't leave early.
- Tom erken çıkmadı.
- I was about to leave home when an old friend of mine dropped in.
- Tam evden çıkmak üzereydim ki eski bir arkadaşım uğradı.
- Sami left.
- Sami çıkıp gitti.
- Tom and Mary left through different doors.
- Tom ve Mary farklı kapılardan çıktılar.
- Do you mind our leaving a little earlier?
- Daha erken çıkmamızın senin için sakıncası var mı?
- I almost never leave the house.
- Neredeyse hiç evden çıkmıyorum.
- Tom left in tears.
- Tom ağlayarak çıktı.
- He left early.
- Erken çıktı.
- Tom left this morning without finishing his breakfast.
- Tom bu sabah kahvaltısını bitirmeden çıktı.
- We saw Tom as we were leaving the hotel.
- Otelden çıkarken Tom'u gördük.
- You are not to leave your room.
- Odandan dışarı çıkmayacaksın.
- Tom left ten minutes ago.
- Tom on dakika önce çıktı.
- I wouldn't be surprised if Tom left early.
- Tom erken çıkarsa şaşırmam.
- Tom left just a moment ago.
- Tom daha az önce çıktı.
- Tom is usually the last to leave, but last night Mary left after he did.
- Tom genellikle işten en son çıkar ama dün gece Mary ondan sonra çıktı.
- Tom admits he's left early.
- Tom erken çıktığını itiraf etti.
- What time did Tom leave the hotel?
- Tom otelden ne zaman çıktı?
- What time do you usually leave your house in the morning?
- Sabahları evden genellikle kaçta çıkarsınız?
- When Peter got up, Jean had already left home.
- Peter kalktığında, Jean çoktan evden çıkmıştı.
- We must leave early.
- Biz erken çıkmalıyız.
- Tom is afraid to leave his house.
- Tom evinden çıkmaya korkuyor.
- The reporters started asking Tom questions as soon as he left the courtroom.
- Tom mahkeme salonundan çıkar çıkmaz muhabirler ona sorular sormaya başladı.
- I was just about to leave.
- Ben de tam çıkıyordum.
- Tom put on his hat and left.
- Tom şapkasını takıp çıktı.
- Tom was asleep when I left.
- Ben çıktığımda Tom uyuyordu.
- I was about to leave when you telephoned.
- Sen telefon ettiğinde ben çıkmak üzereydim.
- Tom should've asked Mary if she could leave early.
- Tom, Mary'ye erken çıkıp çıkamayacağını sormalıydı.
- We almost left.
- Biz neredeyse yola çıktık.
- He left five minutes ago.
- Beş dakika önce çıktı.
- As I left the railway station, I saw a man.
- Tren istasyonundan çıkarken bir adam gördüm.
- I saw Tom leaving his house.
- Tom'u evinden çıkarken gördüm.
- I was unable to leave home last Saturday, with my mother being ill.
- Annem hasta olduğu için geçen Cumartesi evden çıkamadım.
- I was about to leave my house when she called.
- O aradığında evimden çıkmak üzereydim.
- Have you left the country within the last 30 days?
- Son 30 gün içinde ülke dışına çıktınız mı?
- I know Tom didn't leave the house.
- Tom'un evden çıkmadığını biliyorum.
- No sooner had I left the house than it started to rain.
- Evden çıkar çıkmaz yağmur yağmaya başladı.
- We didn't leave early.
- Biz erken çıkmadık.
- Tom wasn't the last one to leave the classroom.
- Tom sınıftan en son çıkan kişi değildi.
- Tom left through the back door.
- Tom arka kapıdan çıktı.
- I've already told Tom not to leave early.
- Tom'a erken çıkmamasını söyledim bile.
- I hope you don't mind if I leave early.
- Umarım erken çıkmamın bir sakıncası yoktur.
- Don't forget to close the door after yourself when you leave.
- Çıkarken kapıyı arkandan kapatmayı unutma.
- Tom hardly ever leaves his room.
- Tom neredeyse hiç odasından çıkmaz.
- Tom asked for Mary's permission to leave early.
- Tom erken çıkmak için Mary'nin iznini istedi.
- Tom stopped me from leaving the classroom.
- Tom, benim sınıftan çıkmama engel oldu.
- Tom advised Mary to leave early in the morning.
- Tom, Mary'ye sabah erken çıkmasını tavsiye etti.
- Tom saw Mary leaving the post office.
- Tom, Mary'yi postaneden çıkarken görmüş.
- I saw Tom leave early.
- Tom'un erken çıktığını gördüm.
- He left on an expedition to the North Pole.
- O, Kuzey Kutbu'na bir sefere çıktı.
- Everyone needs to leave right now.
- Herkesin derhal çıkması lazım.
- Do you want to know why Tom left early?
- Tom'un neden erken çıktığını bilmek ister misin?
- I don't ever want to leave this room.
- Bu odadan hiç çıkmak istemiyorum.
- I will leave when John comes.
- Ben, John geldiğinde çıkacağım.
- I couldn't wait any longer, so I left.
- Daha fazla bekleyemedim ve çıktım.
- As soon as he left, the bank closed.
- O çıkar çıkmaz, banka kapandı.
- I think Tom never leaves early.
- Bence Tom hiç erken çıkmaz.
- Tom is usually the last to leave, but last night Mary left ten minutes after he did.
- Tom genellikle en son çıkar, ama dün gece Mary ondan on dakika sonra çıktı.
- Mary and the other women left thirty minutes ago.
- Mary ve diğer kadınlar otuz dakika önce çıktı.
- Tom says he saw Mary leaving early.
- Tom, Mary'yi erken çıkarken gördüğünü söylüyor.
- I would rather leave early than travel on rush-hour trains.
- Trenin yoğun olduğu saatlerde seyahat etmektense erken çıkmayı tercih ederim.
- My father was about to leave when the telephone rang.
- Telefon çaldığında babam çıkmak üzereydi.
- I had hardly left home when it began raining.
- Yağmur yağmaya başladığında evden daha yeni çıkmıştım.
- Tom left work early.
- Tom işten erken çıktı.
- I have to leave early to catch the train.
- Trene yetişmek için erken çıkmam lazım.
- I left home early so I wouldn't miss the train.
- Treni kaçırmamak için evden erken çıktım.
- She left against her boss's wishes.
- Patronunun isteklerine karşı çıktı.
- I've got to shave before leaving.
- Ben çıkmadan önce tıraş olmalıyım.
- She left home ten minutes ago.
- On dakika önce evden çıktı.
- We don't want to leave the house before three.
- Saat üçten önce evden çıkmak istemiyoruz.
- Please make sure that we leave on time.
- Lütfen zamanında çıktığımızdan emin olun.
- I wasn't able to leave my house.
- Evimden çıkamadım.
- Leaving the train station, I saw a man.
- Tren istasyonundan çıkarken bir adam gördüm.
- He left just a moment ago.
- Az önce çıktı.
- What time does Tom think we should leave in order to get to the airport on time?
- Tom havaalanına zamanında varmak için ne zaman çıkmamız gerektiğini düşünüyor?
- Tom left his office in a hurry.
- Tom ofisinden aceleyle çıktı.
- I'm leaving now.
- Ben şimdi çıkıyorum.
- He came just as I was leaving.
- Tam çıkarken geldi.
- May I leave now?
- Şimdi çıkabilir miyim?
- Tom should have left earlier.
- Tom daha erken çıkmalıydı.
- Make sure that the lights are turned off before you leave.
- Çıkmadan önce, ışıkların kapalı olduğundan emin olun.
- Why did you leave the class yesterday?
- Dün neden dersten çıktın?
- May I leave early?
- Erken çıkabilir miyim?
- What time do you leave your house for school?
- Okul için evinden saat kaçta çıkıyorsun?
- She usually watches the weather report in the morning before leaving home.
- Sabahları evden çıkmadan genelde hava durumuna bakar.
- Tom probably got tired of waiting for Mary and left.
- Muhtemelen Tom, Mary'i beklemekten yoruldu ve çıktı.
- He left the bedroom and entered the living room.
- Yatak odasından çıktı ve oturma odasına girdi.
- I left early so as not to be late.
- Geç kalmamak için erken çıktım.
- He suggested that we leave right away before it started to rain.
- Yağmur bastırmadan çıkmamızı önerdi.
- We shouldn't leave early.
- Erken çıkmamalıyız.
- Tom left school an hour ago.
- Tom bir saat önce okuldan çıktı.
- You'd better not leave early today.
- Bugün erken çıkmasan iyi olur.
- It was still dark when Tom left home for school.
- Tom okula gitmek için evden çıktığında hava hâlâ karanlıktı.
- Leaving the restroom we must wash our hands!
- Tuvaletten çıkarken ellerimizi yıkamalıyız!
- I'll be leaving in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde çıkacağım.
- Tom and I often leave early.
- Tom ve ben genellikle erken çıkarız.
- How could Tom be late for work if he left home early?
- Tom evden erken çıktıysa işe nasıl geç kalabilir?
- Tom is leaving on a trip on Friday.
- Tom Cuma günü bir seyahate çıkıyor.
- The king never leaves his castle.
- Kral şatosundan hiç çıkmaz.
- Tom told Mary that she shouldn't leave early.
- Tom, Mary'ye erken çıkmaması gerektiğini söyledi.
- They're going to leave a night earlier.
- Bir gece erken çıkacaklar.
- Tom left the room in a hurry.
- Tom odadan aceleyle çıktı.
- He left home early in the morning so he wouldn't miss the train.
- Treni kaçırmamak için sabah erkenden evden çıktı.
- I wouldn't have left early if Tom hadn't told me I could.
- Tom yapabileceğimi söylemeseydi erken çıkmazdım.
- Tom never leaves home without his phone.
- Tom telefonu olmadan asla evden çıkmaz.
- You should've left early.
- Erken çıkmalıydın.
- Don't let anyone leave this building.
- Kimsenin bu binadan çıkmasına izin verme.
- What time did Tom leave this morning?
- Tom bu sabah kaçta çıktı?
- Make sure Tom doesn't leave his room.
- Tom'un odasından çıkmadığından emin olun.
- The weather was lovely when I left home.
- Evden çıktığımda hava güzeldi.
- I know why Tom left early.
- Tom'un neden erken çıktığını biliyorum.
- Let's leave as soon as he gets back.
- O, geri döner dönmez çıkalım.
- Let's leave early in the morning, OK?
- Sabah erken çıkalım, tamam mı?
- Why did Tom leave so suddenly?
- Tom neden aniden çıkıp gitti?
- He's only just left.
- Biraz önce çıktı.
- Tom was the last student to leave the classroom.
- Tom sınıftan çıkan son öğrenciydi.
- All that you have to do to get a good seat is to leave early.
- İyi bir koltuk kapmak için tek yapmanız gereken erken çıkmak.
- It started raining just as I was leaving home.
- Tam evden çıkarken yağmur yağmaya başladı.
- Tom left five minutes ago.
- Tom beş dakika önce çıktı.
- He usually watches the weather report in the morning before leaving home.
- Genellikle sabah evden çıkmadan önce hava durumunu izler.
- I'm the one who has to leave early.
- Erken çıkması gereken benim.
- Tom left on Christmas Day.
- Tom noel gününde yola çıktı.
- I'm leaving in ten minutes.
- On dakika içinde yola çıkıyorum.
- I will be leaving the house in one hour.
- Bir saat içinde evden çıkacağım.
- Anne was just about to leave the house when the phone began ringing.
- Anne tam evden çıkmak üzereydi ki telefon çalmaya başladı.
- I almost left early.
- Neredeyse erken çıkıyordum.
- Tom never left the house that night.
- Tom o gece evden çıkmadı.
Show More (135)
|
6 |
leave |
unutmak |
v. |
|
- Look, Gary left his headlights on.
- Bak, Gary farlarını açık unutmuş.
- I left my umbrella in the phone booth.
- Şemsiyemi telefon kulübesinde unutmuşum.
- I left my hat in the classroom.
- Şapkamı sınıfta unutmuşum.
- Mary left her purse in her car.
- Mary çantasını arabasında unutmuş.
- Tom left his umbrella behind.
- Tom şemsiyesini unuttu.
- I left my hat on the plane.
- Şapkamı uçakta unutmuşum.
- I left my wallet in the car.
- Cüzdanımı arabada unutmuşum.
- I left my umbrella on the bus.
- Şemsiyemi otobüste unutmuşum.
- I left my textbooks in the lunch room.
- Ders kitaplarımı yemekhanede unutmuşum.
- Tom left his suitcase in the trunk of his car.
- Tom bavulunu arabasının bagajında unutmuş.
- I left my card in the room.
- Kartımı odada unutmuşum.
- I left my briefcase on the bus.
- Çantamı otobüste unutmuşum.
- He left the money at home.
- Parayı evde unutmuş.
- I left my textbooks somewhere.
- Ders kitaplarımı bir yerde unuttum.
- Tom must've left his umbrella on the bus.
- Tom şemsiyesini otobüste unutmuş olmalı.
- I think I left something here.
- Sanırım burada bir şey unuttum.
- I left my umbrella in the cab.
- Şemsiyemi takside unuttum.
- I left your flash drive at home.
- Flaşbelleğinizi evde unutmuşum.
- Tom left his umbrella on the bus.
- Tom şemsiyesini otobüste unuttu.
- I left my tennis racket at the club.
- Tenis raketimi kulüpte unuttum.
- Tom thinks he left his French textbook at Mary's.
- Tom Fransızca ders kitabını Mary'de unuttuğunu düşünüyor.
- I left my credit card at home.
- Kredi kartımı evde unutmuşum.
- Tom left his wallet at home.
- Tom cüzdanını evde unutmuş.
- Tom can't buy anything today, because he left his wallet at home.
- Tom bugün hiçbir şey alamaz, çünkü cüzdanını evde unutmuştur.
- I left something in the room.
- Odada bir şey unuttum.
- Tom left his bag on the train.
- Tom çantasını trende unutmuş.
- I left my bag on the overhead rack in the train.
- Çantamı trenin baş üstü rafında unutmuşum.
- I left my briefcase in the bus.
- Çantamı otobüste unuttum.
- Tom left his briefcase on the subway.
- Tom çantasını metroda unuttu.
- I'm pretty sure that I've left the keys to my office in my raincoat pocket.
- Ofisimin anahtarlarını yağmurluğumun cebinde unuttuğuma eminim.
- Tom left his phone at home.
- Tom telefonunu evde unutmuş.
- Tom might have left his umbrella in Mary's car.
- Tom şemsiyesini Mary'nin arabasında unutmuş olabilir.
- Tom left his sunglasses in my car.
- Tom güneş gözlüklerini arabamda unutmuş.
- I left my passport at home.
- Pasaportumu evde unutmuşum.
- She may have left her car key in her room.
- Araba anahtarını odasında unutmuş olabilir.
- She left her ticket at home.
- Biletini evde unutmuş.
- Sami left his keys on the floor.
- Sami anahtarlarını yerde unuttu.
Show More (34)
|
7 |
leave |
kalkmak |
v. |
|
- There are too many of them and not enough planes leaving.
- Sayıları çok fazla ve yeterli sayıda uçak kalkmıyor.
- It leaves every thirty minutes.
- Her otuz dakikada bir kalkıyor.
- What time does the next bus leave?
- Bir sonraki otobüs ne zaman kalkıyor?
- What time does your flight leave?
- Uçağın ne zaman kalkıyor?
- How many times an hour do the buses here leave?
- Buradaki otobüsler saatte kaç kez kalkıyor?
- My plane leaves at six o'clock.
- Uçağım saat 6'da kalkıyor.
- What platform does the train for Boston leave from?
- Boston treni hangi perondan kalkıyor?
- What time does the train for Milan leave?
- Milano treni saat kaçta kalkıyor?
- What platform does the train leave from?
- Tren hangi perondan kalkar?
- What time does the next train leave?
- Bir sonraki tren ne zaman kalkıyor?
- What time does the next train going to Tokyo leave?
- Tokyo'ya giden bir sonraki tren saat kaçta kalkar?
- What platform does the downtown train leave from?
- Şehir merkezi treni hangi perondan kalkıyor?
- How many times an hour do the buses here leave?
- Burada otobüsler saatte kaç kez kalkar?
- The train has just left.
- Tren az önce kalktı.
- What time does the shuttle bus leave for the airport?
- Servis otobüsü havaalanına gitmek için saat kaçta kalkıyor?
- The bus will be leaving pretty soon.
- Otobüs birazdan kalkacak.
- The train leaves Rome at eight.
- Tren Roma'dan sekizde kalkıyor.
- Our train leaves at eight-thirty.
- Trenimiz sekiz buçukta kalkıyor.
- What time does the train leave?
- Tren ne zaman kalkıyor?
- My train leaves at six o'clock and arrives there at ten o'clock.
- Trenim saat altıda kalkıyor ve oraya saat onda varıyor.
- What platform does the downtown train leave from?
- Şehir merkezine giden tren hangi platformdan kalkıyor?
- What time does our plane leave tomorrow?
- Uçağımız yarın kaçta kalkıyor?
- About how many times an hour do these buses leave?
- Bu otobüsler saatte kaç kez kalkıyor?
- By the time I got to the station, my train had already left.
- İstasyona vardığımda trenim çoktan kalkmıştı.
- Tom's train left five minutes ago.
- Tom'un treni beş dakika önce kalktı.
- When does the next train leave?
- Bir sonraki tren ne zaman kalkıyor?
- What time does the bus leave?
- Otobüs saat kaçta kalkıyor?
- The train leaves at nine o'clock.
- Tren saat dokuzda kalkar.
- The policeman told me that the last bus leaves at ten.
- Polis bana son otobüsün saat 10'da kalkacağını söyledi.
- My flight leaves in three hours.
- Uçağım üç saat içinde kalkıyor.
Show More (27)
|
8 |
leave |
yola çıkmak |
v. |
|
- You made a radical decision and decided to leave everything behind to hit the road.
- Radikal bir karar aldınız ve her şeyi geride bırakıp yola çıkmaya niyetlendiniz.
- You made a radical decision and decided to leave everything behind to hit the road.
- Radikal bir kararla, her şeyi arkanızda bırakıp yola çıkmaya karar verdiniz.
- You made a radical decision and decided to leave everything behind to hit the road.
- Radikal bir karar alarak, her şeyi ardınızda bırakıp yola çıkmayı seçtiniz.
- We leave in three hours.
- Biz üç saat içinde yola çıkıyoruz.
- We shall leave for home as soon as it stops raining.
- Yağmur durur durmaz eve doğru yola çıkacağız.
- Let's leave tomorrow.
- Yarın yola çıkalım.
- Sami planned to leave that day.
- Sami o gün yola çıkmayı planlıyordu.
- Leave now, or you'll miss the train.
- Hemen yola çık, yoksa treni kaçıracaksın.
- My flight was canceled and I can't leave until tomorrow.
- Uçuşum iptal edildi ve yarına kadar yola çıkamam.
- You had better leave at once.
- Hemen yola çıksan iyi olur.
Show More (7)
|
9 |
leave |
izin |
n. |
|
- Please don’t call me when I’m on leave.
- Lütfen izindeyken beni aramayın.
- I was granted leave to visit the palace.
- Sarayı ziyaret etmek için izin aldım.
- Members of armed forces (excluding residence of military barracks) and women on child-care leave are included.
- Silahlı kuvvetler mensupları (kışlalarda ikamet edenler hariç) ve çocuk bakım izninde olan kadınlar dahildir.
- I hope you'll enjoy your leave.
- Umarım izninizin keyfini çıkarırsınız.
- I hope you'll enjoy your leave.
- Umarım izninizin tadını çıkarırsınız.
- He resumed his work after a medical leave.
- Tıbbi iznin ardından işine yeniden başlamıştır.
Show More (3)
|
10 |
leave |
geride bırakmak |
v. |
|
- In this area, however, we have left this code of ethics far behind.
- Ancak bu alanda etik kuralları çok gerilerde bıraktık.
- We can't leave Tom behind.
- Tom'u geride bırakamayız.
- Hurry, or the train will leave you behind.
- Acele et, yoksa tren seni geride bırakacak.
- We can't leave them behind.
- Biz onları geride bırakamayız.
Show More (1)
|
11 |
leave |
kalmak |
v. |
|
- That would leave about five remaining amendments which I would advise the House to vote down.
- Bu durumda geriye, Meclis'in reddetmesini tavsiye edeceğim yaklaşık beş değişiklik kalıyor.
- That would leave about five remaining amendments which I would advise the House to vote down.
- Bu durumda geriye Meclisin reddetmesini tavsiye edeceğim yaklaşık beş değişiklik kalıyor.
- Make sure to leave some space between them for more even roasting.
- Daha eşit bir kavurma için aralarında biraz boşluk kalmasını sağlayın.
Show More (0)
|
12 |
leave |
terketmek |
v. |
|
- Eight years ago, I was a drug addict and left my son.
- Sekiz yıl önce uyuşturucu bağımlısıydım ve oğlumu terkettim.
- Leave your house.
- Evini terket.
- I might not leave Boston.
- Boston'u terketmeyebilirim.
Show More (0)
|
13 |
leave |
hareket etmek |
v. |
|
- The train is about to leave.
- Tren hareket etmek üzere.
- When does the bus leave?
- Otobüs ne zaman hareket ediyor?
Show More (-1)
|
14 |
leave |
(iz vb.) bırakmak |
v. |
|
- A severe case of chickenpox can leave you with scars.
- Şiddetli bir suçiçeği vakası insanda yara izleri bırakabilir.
Show More (-2)
|
15 |
leave |
(tabağına) dokunmamak |
v. |
|
- He ate the meatballs but left the peas untouched.
- Köfteleri yedi ama bezelyelere dokunmadı.
Show More (-2)
|
16 |
leave |
(mesaj, hediye vb.) bırakmak |
v. |
|
- I left a birthday gift on his doorstep.
- Kapısına bir doğum günü hediyesi bıraktım.
Show More (-2)
|
17 |
leave |
(miras) bırakmak |
v. |
|
- His father died, leaving him an old car and some cash.
- Babası ölmüştü, ona eski bir araba ve biraz da para bırakarak.
Show More (-2)
|
18 |
leave |
(ilişki) terk etmek |
v. |
|
- Fiona left Tim for another man.
- Fiona, Tim'i başka bir adam için terk etti.
Show More (-2)
|
19 |
leave |
(matematik işleminde) etmek |
v. |
|
- Two from ten leaves eight.
- Ondan iki çıkarsa sekiz eder.
Show More (-2)
|
20 |
leave |
(kararı bir başkasına) bırakmak |
v. |
|
- I can’t make up my mind, so I’ll leave it up to you.
- Karar veremiyorum, o yüzden sana bırakayım.
Show More (-2)
|
21 |
leave |
kendi haline bırakmak |
v. |
|
- As is so often the case, Parliament and the European Union should leave things alone.
- Çoğu zaman olduğu gibi Parlamento ve Avrupa Birliği işleri kendi haline bırakmalıdır.
Show More (-2)
|