1 |
meet |
tanışmak |
v. |
|
- They met online and married several months later.
- İnternette tanışıp birkaç ay sonra da evlenmişler.
- When I first met him he was an Ulivo representative.
- Onunla ilk tanıştığımda Ulivo temsilcisiydi.
- I met many of these women and men in Kabul last week.
- Geçen hafta Kabil'de bu kadın ve erkeklerin birçoğuyla tanıştım.
- After all, it is you who meet the Europeans out there.
- Ne de olsa Avrupalılarla orada tanışan sizsiniz.
- I met a group called 'September 11 Families for Peaceful Tomorrows'.
- Barışçıl Yarınlar için 11 Eylül Aileleri' adlı bir grupla tanıştım.
- Let us go to meet the inhabitants of our fifteen countries and try to understand them.
- On beş ülkemizin sakinleriyle tanışmaya gidelim ve onları anlamaya çalışalım.
- Many of you met him and were impressed by his intellect and his human qualities.
- Birçoğunuz onunla tanıştınız ve onun zekasından ve insani niteliklerinden etkilendiniz.
- In my profession, I meet people with health problems caused by noise.
- Mesleğim gereği gürültüden kaynaklanan sağlık sorunları olan insanlarla tanışıyorum.
- I actually met him on Tuesday 11 September when I was in Italy attending a meeting of 500 young people in Rome.
- Aslında onunla 11 Eylül Salı günü İtalya'dayken Roma'da 500 gencin katıldığı bir toplantıda tanıştım.
- Looking around, I thought we could have met in the bar.
- Etrafa bakınca barda tanışmış olabileceğimizi düşündüm.
- Mr Vitorino and I met for the first time in the Committee on Citizens' Freedoms and Rights, Justice and Home Affairs.
- Sayın Vitorino ile ilk kez Vatandaşların Özgürlükleri ve Hakları, Adalet ve İçişleri Komisyonu'nda tanışmıştık.
- We have night sittings and virtually no opportunity even to meet the visitors' groups who come here.
- Gece oturumlarımız var ve buraya gelen ziyaretçi gruplarıyla tanışmak için bile neredeyse hiç fırsatımız yok.
- We have now met both.
- Şimdi her ikisiyle de tanışmış bulunuyoruz.
- Seven years ago tonight, we met at my parents' house.
- Yedi yıl önce bu gece ailemin evinde tanışmıştık.
- And you'll meet some French girl who speaks your own language.
- Sen de kendi dilini konuşan bir Fransız kızıyla tanışırsın.
- I never met this man before tonight.
- Bu adamla bu geceden önce hiç tanışmadım.
- She met many nice people, in her course and in the city.
- Kursunda ve şehirde birçok güzel insanla tanıştı.
- I never met this man before tonight.
- Bu adamla bu geceden önce hiç tanışmamıştım.
- Before she'll meet anyone new, usually the earth has to move.
- Genellikle yer yerinden oynamadıkça yeni biriyle tanışmaz.
- Then dump him fast and meet some new men.
- O zaman onu hemen terk et ve yeni erkeklerle tanış.
- And you'll meet some French girl who speaks your own language.
- Ve kendi dilinizi konuşan bir Fransız kızla tanışacaksınız.
- Then dump him fast and meet some new men.
- Sonra onu hemen terk et ve yeni adamlarla tanış.
- She met many nice people, in her course and in the city.
- Kursunda ve şehirde pek çok güzel insanla tanıştı.
- Well, I met a new kid at school that wants to play.
- Okulda bunu oynamak isteyen yeni bir çocukla tanıştım.
- She meets a nice man, and they become friends.
- Hoş bir adamla tanışır ve arkadaş olurlar.
- Well, I met a new kid at school that wants to play.
- Okulda oyunu oynamak isteyen yeni bir çocukla tanıştım.
- You should come down and meet them.
- Aşağı inip onlarla tanışmalısın.
- Well, I met a new kid at school that wants to play.
- Okulda oyun oynamak isteyen bir çocukla tanıştım.
- I wanted to meet a medicine man.
- Bir büyücüyle tanışmak istiyordum.
- I travel, I trade, I meet people, I hear things.
- Çok gezer, alışveriş yapar, yeni insanlarla tanışırım ve bir sürü şey duyarım.
- She met many nice people, in her course and in the city.
- Kursunda ve şehirde birçok tatlı insanla tanışmış.
- It's not hard to meet people, even in a new country.
- Yeni bir ülkede bile insanlarla tanışmak zor değil.
- And amazingly enough, I met someone who liked that person.
- Ve şaşırtıcı bir şekilde, o kişiden hoşlanan biriyle tanıştım.
- I travel, I trade, I meet people, I hear things.
- Seyahat ediyorum, ticaret yapıyorum, birileriyle tanışıyorum, bir şeyler duyuyorum.
- Before she'll meet anyone new, usually the earth has to move.
- O yeni biriyle tanışmışsa muhtemelen yer yerinden falan oynamıştır.
- I travel, I trade, I meet people, I hear things.
- Seyahat ediyorum, ticaret yapıyorum, insanlarla tanışıyorum, kulağıma bir şeyler geliyor.
- And you'll meet some French girl who speaks your own language.
- Ve sizin dilinizi konuşan bir Fransız kızla tanışacaksınız.
- The girls when I met them, and only one liked me.
- Kızlarla tanıştığımda sadece biri benden hoşlandı.
- I've met people like that.
- Böyle insanlarla tanıştım.
- I can't wait to meet you.
- Seninle tanışmak için sabırsızlanıyorum.
- Two months after they met, Fadil and Layla married.
- Fadıl ve Leyla tanıştıklarından iki ay sonra evlendiler.
- Haven't we met before?
- Daha önce tanışmadık mı?
- We're here to meet her.
- Onunla tanışmak için buradayız.
- Sami met Farid in jail.
- Sami hapishanede Ferit ile tanıştı.
- I can't wait to tell Tom that I met you.
- Tom'a seninle tanıştığımı söylemek için sabırsızlanıyorum.
- I'm glad we met.
- Tanıştığımıza sevindim.
- Where did Tom meet Mary?
- Tom, Mary ile nerede tanıştı?
- I'm really looking forward to meeting Tom.
- Tom'la tanışmayı dört gözle bekliyorum.
- I don't know where Tom and Mary met.
- Tom ve Mary'nin nerede tanıştığını bilmiyorum.
- I met a nice woman.
- Hoş bir kadınla tanıştım.
- We'll meet them later.
- Onlarla daha sonra tanışacağız.
- I've met them a few times.
- Onlarla birkaç kez tanıştım.
- Tom met Mary when he was in Australia.
- Tom, Avustralya'dayken Mary ile tanıştı.
- The first time I met Tom, he was only thirteen years old.
- Tom'la ilk tanıştığımda sadece on üç yaşındaydı.
- I'm so glad I met you.
- Seninle tanıştığıma memnun oldum.
- Where did you meet your girlfriend?
- Kız arkadaşınla nerede tanıştın?
- We just met.
- Yeni tanıştık.
- I met a girl who knows Tom.
- Tom'u bilen bir kızla tanıştım.
- I met her in the winter three years ago.
- Üç yıl önce kışın onunla tanıştım.
- I met Tom three summers ago.
- Üç yaz önce Tom'la tanıştım.
- I can't forget the day I met him.
- Onunla tanıştığım günü unutamam.
- She met a new friend at school today.
- O bugün okulda yeni bir arkadaşla tanıştı.
- He was always very eager to meet people.
- İnsanlarla tanışmak için her zaman çok hevesliydi.
- Are there any girls here you haven't met yet?
- Burada henüz tanışmadığın kızlar var mı?
- Meeting you is one of the best things that ever happened to me.
- Seninle tanışmak başıma gelen en güzel şeylerden biri.
- Tom was married to Mary when I first met him.
- Onunla tanıştığımda Tom, Mary ile evliydi.
- I had never met any of them before.
- Daha önce hiçbiriyle tanışmamıştım.
- You haven't met Tom yet, have you?
- Tom'la henüz tanışmadın, değil mi?
- I'd like to meet them someday.
- Bir gün onlarla tanışmak istiyorum.
- Come and meet everyone!
- Gelin ve herkesle tanışın!
- I know Tom and John, but I've never met their wives.
- Tom ve John'u tanıyorum ama eşleriyle hiç tanışmadım.
- Tom, I'd like you to meet someone.
- Tom, biriyle tanışmanı istiyorum.
- It's a great honor to be able to meet you.
- Sizinle tanışmak büyük bir onur.
- Come meet some of your new classmates.
- Gel de yeni sınıf arkadaşlarınla tanış.
- I met her earlier this morning.
- Bu sabahın erken saatlerinde onunla tanıştım.
- Where did you guys meet?
- Nerede tanıştınız?
- I met your father last week, so in the last week of June.
- Haziran ayının son haftasında, geçen hafta babanla tanıştım.
- They met on the way to work.
- İşe giderken tanıştılar.
- How did you meet Tom initially?
- Tom'la ilk olarak nasıl tanıştınız?
- Tom has never told me how he met Mary.
- Tom Mary ile nasıl tanıştığını bana hiç söylemedi.
- How did you two meet?
- Siz ikiniz nasıl tanıştınız?
- I'm glad I was able to meet you yesterday.
- Dün seninle tanışabildiğime sevindim.
- I'd like you to meet my husband.
- Kocamla tanışmanı istiyorum.
- I met him in Boston last week.
- Geçen hafta Boston'da tanıştım.
- I met her by chance at a restaurant yesterday.
- Dün bir restoranda onunla tesadüfen tanıştım.
- I finally met them today.
- Sonunda bugün onlarla tanıştım.
- It's a pleasure to finally meet you.
- Sonunda seninle tanışmak bir zevk.
- Tom met Mary on his way home from school.
- Tom okuldan eve dönerken Mary ile tanıştı.
- We met through a mutual friend in Boston.
- Biz ortak bir arkadaş aracılığıyla Boston'da tanıştık.
- I don't remember where I met Tom for the first time.
- Tom'la ilk kez nerede tanıştığımı hatırlamıyorum.
- I have met this girl before.
- Bu kızla daha önce tanışmıştım.
- I never actually met Tom.
- Tom'la hiç tanışmadım.
- I'd like to meet them some day.
- Bir gün onlarla tanışmak isterim.
- Well, I didn't exactly meet Tom.
- Yani, ben Tom'la tam olarak tanışmadım.
- I met her in the winter several years ago.
- Birkaç yıl önce sonbaharda onunla tanıştım.
- Have you met the new boss?
- Yeni patronla tanıştın mı?
- The reason I came to Boston is to meet the woman I hope to marry.
- Boston'a gelme sebebim evlenmeyi umduğum kadınla tanışmak.
- How did you first meet Tom?
- Tom'la ilk kez nasıl tanıştınız?
- I just met the most amazing woman.
- Az önce çok harika bir kadınla tanıştım.
- I'm also glad we met.
- Tanıştığımıza da memnunum.
- Tom can't wait to meet you.
- Tom sizinle tanışmak için sabırsızlanıyor.
- Have your parents met Tom yet?
- Annenle baban Tom'la tanıştı mı?
- I'm supposed to meet him.
- Onunla tanışmam gerekiyor.
- I met a young man whose name was Tom.
- Ben, adı Tom olan genç bir adamla tanıştım.
- How did you and your wife meet?
- Siz ve eşiniz nasıl tanıştınız?
- I'm glad I finally met you.
- Nihayet seninle tanıştığıma sevindim.
- I met him just now.
- Onunla az önce tanıştım.
- I wish I could have met my real parents before they passed away.
- Keşke ölmeden önce gerçek ebeveynlerimle tanışabilseydim.
- You'll meet her tomorrow.
- Onunla yarın tanışacaksın.
- I wish I'd met her.
- Keşke onunla tanışsaydım.
- Tom has never told me how he met Mary.
- Tom bana Mary ile nasıl tanıştığını hiç anlatmadı.
- Tom told Mary he'd never met John.
- Tom Mary'ye John'la hiç tanışmadığını söyledi.
- I'd really love to meet him.
- Gerçekten onunla tanışmak istiyorum.
- Tom says that he's met you.
- Tom seninle tanıştığını söylüyor.
- Guess who I met today!
- Bil bakalım bugün kiminle tanıştım!
- I want them to meet you.
- Onların seninle tanışmasını istiyorum.
- I met a girl.
- Bir kızla tanıştım.
- If I'm not mistaken, I think I've met you somewhere before.
- Yanılmıyorsam, sanırım seninle daha önce bir yerde tanışmıştık.
- Before Tom met Mary, he never seemed to be happy.
- Tom, Mary ile tanışmadan önce hiç mutlu görünmüyordu.
- I've got to go meet him.
- Gidip onunla tanışmalıyım.
- I've never met my mother.
- Annemle hiç tanışmadım.
- Did I ever tell you about how I met Tom?
- Tom'la nasıl tanıştığımı sana hiç anlattım mı?
- I'm pleased to meet you.
- Seninle tanıştığıma memnun oldum.
- Tom is the guy we met in the park yesterday.
- Tom dün parkta tanıştığımız adam.
- The day when I met you was rainy and cold.
- Seninle tanıştığım gün yağmurlu ve soğuktu.
- I met him in the town centre.
- Onunla şehir merkezinde tanıştım.
- I've never met her, but I recognize her.
- Onunla hiç tanışmadım ama onu tanıyorum.
- My name's Cyril; pleased to meet you!
- Benim adım Cyril; tanıştığımıza memnun oldum!
- I met an old man who says that he's never eaten at a restaurant in his whole life.
- Hayatı boyunca hiç restoranda yemek yemediğini söyleyen yaşlı bir adamla tanıştım.
- I never met him.
- Onunla hiç tanışmadım.
- I met them a few weeks ago.
- Onlarla birkaç hafta önce tanıştım.
- I met her in Boston last week.
- Geçen hafta Boston'da tanıştım.
- I met them for dinner.
- Onlarla yemekte tanıştım.
- Tom said he was dying to meet Mary.
- Tom, Mary ile tanışmak için can attığını söyledi.
- We've met some nice people.
- Bazı iyi insanlarla tanıştık.
- I haven't met Tom's parents yet.
- Tom'un ailesiyle henüz tanışmadım.
- I never actually met her.
- Aslında onunla tanışmadım.
- Tom and Mary met when they were both walking their dogs.
- Tom ve Mary her ikisi de köpeklerini gezdiriyorken tanıştılar.
- I once met a boy.
- Bir keresinde bir çocukla tanışmıştım.
- Have you met him?
- Onunla tanıştın mı?
- It's a good way to meet girls.
- Bu kızlarla tanışmak için iyi bir yol.
- Have any of you ever met Tom?
- Aranızda Tom'la tanışan var mı?
- I met Tom at the party.
- Tom'la partide tanıştım.
- It was nice to meet you, Tom.
- Seninle tanışmak güzeldi, Tom.
- Don't you want to meet Tom?
- Tom'la tanışmak istemiyor musun?
- Tom met John in prison.
- Tom cezaevinde John'la tanıştı.
- I met them tonight.
- Onlarla bu gece tanıştım.
- I don't remember when I first met Tom.
- Tom'la ilk ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum.
- Let me tell you about a girl I met yesterday.
- Sana dün tanıştığım bir kızdan bahsedeyim.
- I wish you could meet Tom.
- Keşke Tom'la tanışabilsen.
- I'm happy I met you.
- Seninle tanıştığım için mutluyum.
- I'm very pleased to meet you, too.
- Ben de seninle tanıştığıma çok memnun oldum.
- I've never met him.
- Onunla hiç tanışmadım.
- I remember having met him in Paris.
- Onunla Paris'te tanıştığımızı hatırlıyorum.
- You'll meet them tomorrow.
- Onlarla yarın tanışacaksın.
- Have you ever met a guy named Tom Jackson?
- Sen hiç Tom Jackson adında bir adamla tanıştın mı?
- Tom went to the park to meet Mary.
- Tom, Mary ile tanışmak için parka gitti.
- I met him last night.
- Düm gece onunla tanıştım.
- I met Tom a few months ago.
- Tom'la birkaç ay önce tanıştım.
- I am very happy and honored to meet you in person.
- Sizinle şahsen tanıştığım için çok mutlu ve onurluyum.
- I've never met someone that I love as much as I love you.
- Seni sevdiğim kadar sevdiğim biriyle hiç tanışmadım.
- How did you meet the other members of your band?
- Grubunuzun diğer üyeleriyle nasıl tanıştınız?
- I'm very happy to have met you.
- Seninle tanıştığım için çok mutluyum.
- Sami met an imam from Egypt.
- Sami Mısırlı bir imamla tanıştı.
- Do you know how Tom met Mary?
- Tom'un Mary ile nasıl tanıştığını biliyor musun?
- Tom and Mary were only thirteen when they first met.
- Tom ve Mary ilk tanıştıklarında sadece on üç yaşındaydılar.
- Have you met them?
- Onlarla tanıştınız mı?
- I want to meet the teacher.
- Öğretmenle tanışmak istiyorum.
- While staying in Paris, I happened to meet him.
- Paris'te kalırken, tesadüfen onunla tanıştım.
- I can't remember where I first met Tom.
- Tom'la ilk nerede tanıştığımı hatırlayamıyorum.
- I'm going to North Korea to meet my dear little enemy.
- Sevgili küçük düşmanımla tanışmak için Kuzey Kore'ye gidiyorum.
- Tom said that he wanted to meet Mary.
- Tom, Mary ile tanışmak istediğini söyledi.
- Tom and Mary met at a party.
- Tom ve Mary bir partide tanıştılar.
- Tom never got to meet Mary.
- Tom asla Mary ile tanışmadı.
- I haven't met our new neighbors.
- Yeni komşularımızla tanışmadım.
- John was a lazy person until he met you.
- John seninle tanışana kadar tembel biriydi.
- We just met last week.
- Daha geçen hafta tanıştık.
- Why don't you go meet her?
- Neden gidip onunla tanışmıyorsun?
- It was awesome to meet you in real life!
- Seninle gerçek hayatta tanışmak harikaydı!
- Did you meet someone else?
- Başka biriyle tanıştın mı?
- Today, I met my new philosophy teacher.
- Bugün yeni bir felsefe öğretmeni ile tanıştım.
- I've never met a woman as stupid as you.
- Senin kadar aptal bir kadınla hiç tanışmadım.
- Mary was wearing a black sweater when I met her.
- Onunla tanıştığımda, Mary siyah bir kazak giyiyordu.
- I appreciate you agreeing to meet with me.
- Benimle tanışmayı kabul etmeni takdir ediyorum.
- I've never met anyone like them.
- Onlar gibi biriyle hiç tanışmadım.
- I never even met him.
- Onunla hiç tanışmadım bile.
- Tom first met Mary when he was thirteen.
- Tom, Mary ile ilk kez on üç yaşındayken tanıştı.
- We met last night.
- Dün gece tanıştık.
- It's a pleasure to finally meet you.
- Sonunda sizinle tanışmak bir zevk.
- Can you remember the first time we met each other?
- Birbirimizle ilk tanıştığımız zamanı hatırlıyor musun?
- Did you ever meet Tom?
- Hiç Tom'la tanıştın mı?
- It is a great honor to meet you.
- Sizinle tanışmak büyük bir onur.
- I remember meeting the queen.
- Kraliçeyle tanıştığımı hatırlıyorum.
- I first met Tom when I was a little kid.
- Tom'la ilk kez küçük bir çocukken tanıştım.
- I'd like to meet Tom sometime.
- Bir gün Tom'la tanışmak isterim.
- Tom and I met at a New Year's Eve party.
- Tom ve ben bir yılbaşı partisinde tanıştık.
- I never got to meet Tom.
- Tom'la hiç tanışamadım.
- I met him by chance in the city.
- Onunla şehirde tesadüfen tanıştım.
- I don't believe we've officially met.
- Resmen tanıştığımıza inanmıyorum.
- I had never met anyone quite like Tom before.
- Daha önce Tom gibi biriyle hiç tanışmamıştım.
- It was a pleasure meeting you, Mr Tamori.
- Sizinle tanışmak bir zevkti, Bay Tamori.
- I met her last winter.
- Ben onunla geçen kış tanıştım.
- You'll meet Tom tomorrow.
- Yarın Tom'la tanışacaksın.
- She is anxious to meet you.
- Sizinle tanışmak için sabırsızlanıyor.
- Nice to meet you too.
- Ben de tanıştığımıza memnun oldum.
- Tom told me that he wants to meet my parents.
- Tom bana ailemle tanışmak istediğini söyledi.
- Tom and I met at a party.
- Tom ve ben bir partide tanıştık.
- Mayuko wasn't able to meet Meg.
- Mayuko Meg'le tanışamadı.
- Tom married a woman he met in Boston.
- Tom Boston'da tanıştığı bir kadınla evlendi.
- Pleased to meet you, Tom.
- Seninle tanıştığıma memnun oldum, Tom.
- I'd like you to meet him.
- Onunla tanışmanı isterim.
- A person named Itoh wants to meet you.
- Itoh adında biri seninle tanışmak istiyor.
- I remember that I met her somewhere.
- Onunla bir yerde tanıştığımı hatırlıyorum.
- I want to meet your older sister.
- Ablanla tanışmak istiyorum.
- Who did you meet?
- Kiminle tanıştın?
- I want you to meet them.
- Onlarla tanışmanı istiyorum.
- Where did you first meet?
- İlk nerede tanıştınız?
- I've never met anyone like Tom.
- Tom gibi biriyle hiç tanışmadım.
- Tom met Mary in the lobby.
- Tom, Mary ile lobide tanıştı.
- All he is thinking about is meeting her.
- Onun düşündüğü bütün şey onunla tanışmak.
- Where on earth did you meet Tom?
- Tom'la nerede tanıştın?
- Tom said he's never met Mary.
- Tom Mary ile hiç tanışmadığını söyledi.
- He met Mary.
- Mary ile tanıştı.
- My friends would like to meet you.
- Arkadaşlarım sizinle tanışmak istiyor.
- Tom met a new girlfriend named Mary.
- Tom, Mary adında yeni bir kız arkadaşla tanıştı.
- I just wish I'd met Tom sooner.
- Keşke Tom ile daha önce tanışsaydım.
- My parents met each other in the mountains.
- Annemle babam birbirleriyle dağlarda tanışmışlar.
- Tom wants to meet the Dalai Lama before he dies.
- Tom o ölmeden önce Dalai Lama ile tanışmak istiyor.
- I think you've already met them.
- Sanırım zaten onlarla tanıştın.
- You should try to meet with Tom.
- Tom ile tanışmaya çalışmalısın.
- I wish I could've met Tom.
- Keşke Tom'la tanışabilseydim.
- I met him at a dinner party.
- Onunla bir akşam yemeği partisinde tanıştım.
- Have you met Tom's girlfriend?
- Tom'un kız arkadaşıyla tanıştın mı?
- She was only seventeen when they met.
- Tanıştıklarında o sadece on yedi yaşındaydı.
- Do you remember how we met?
- Nasıl tanıştığımızı hatırlıyor musun?
- He wanted to meet me.
- O benimle tanışmak istedi.
- That's where Tom and I met.
- Tom ve ben orada tanıştık.
- Neither Tom nor Mary has met John.
- Ne Tom ne de Mary John ile tanıştı.
- I really want to meet them.
- Onlarla gerçekten tanışmak istiyorum.
- I met Tom there.
- Tom'la orada tanıştım.
- I met him last night.
- Onunla dün gece tanıştım.
- I met a friend of mine yesterday.
- Dün bir arkadaşımla tanıştım.
- I'm glad I finally met you.
- Sonunda seninle tanıştığıma sevindim.
- She brought him to our place to meet my parents.
- Ailemle tanışması için onu bizim eve getirdi.
- Tom met his wife in Boston.
- Tom karısıyla Boston'da tanıştı.
- We're dying to meet her.
- Onunla tanışmaya can atıyoruz.
- Sami had never met a Muslim in his life.
- Sami hayatında hiç Müslümanla tanışmamıştı.
- We met him here.
- Biz onunla burada tanıştık.
- I'm charmed to meet you.
- Sizinle tanışmak beni büyüledi.
- Meeting new people and making new friends is hard.
- Yeni insanlarla tanışmak ve yeni arkadaşlar edinmek zordur.
- Tom met his third wife at a gym.
- Tom bir spor salonunda üçüncü karısıyla tanıştı.
- I wish you could meet Tom.
- Keşke Tom'la tanışabilseydin.
- Tom met Mary on the beach.
- Tom sahilde Mary ile tanıştı.
- I really want you to meet her.
- Onunla tanışmanı gerçekten istiyorum.
- When I was traveling from Boston to New York, I met a nice girl on the bus.
- Boston'dan New York'a seyahat ederken otobüste hoş bir kızla tanıştım.
- It was nice to meet you, and I look forward to hearing from you.
- Sizinle tanışmak hoştu. Sizden dört gözle haber bekliyorum.
- I really want to meet Kumiko.
- Kumiko'yla gerçekten tanışmak istiyorum.
- The man you met yesterday was Tom.
- Dün tanıştığın adam Tom'du.
- You may not remember me, but we met last summer.
- Beni hatırlamıyor olabilirsin ama geçen yaz tanışmıştık.
- I'm very pleased to meet you.
- Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum.
- He met Mary.
- O Mary'yle tanıştı.
- I met Tom tonight.
- Bu gece Tom'la tanıştım.
- I'm especially pleased to meet you.
- Seninle tanıştığıma özellikle memnun oldum.
- I met your father last week, so in the last week of June.
- Babanla geçen hafta tanıştım, yani Haziran'ın son haftasında.
- I'd like you to meet him.
- Onunla tanışmanı istiyorum.
- Tom admits he's despised Mary since he first met her.
- Tom, Mary ile ilk tanıştığından beri Mary'yi küçümsediğini itiraf ediyor.
- I've never met a man as stupid as you.
- Senin kadar aptal bir adamla hiç tanışmadım.
- I first met Tom at a football game in Boston.
- Tom'la ilk kez Boston'da bir futbol maçında tanıştım.
- When I first met him, I thought he was putting on airs.
- Onunla ilk tanıştığımda onun hava attığını düşündüm.
- Tom, meet your new nanny.
- Tom, yeni dadınla tanış.
- It is quite common now to meet with young people who do not know the Bible.
- Artık İncil'i bilmeyen insanlarla tanışmak oldukça yaygın.
- The first time you meet people, you should be careful about how near you stand to them.
- İnsanlarla ilk kez tanıştığınızda, onlara ne kadar yakın durduğunuza dikkat etmelisiniz.
- I didn't meet anyone.
- Kimseyle tanışmadım.
- You're certain that you've never met her before?
- Onunla daha önce hiç tanışmadığına emin misin?
- I don't want to meet her.
- Onunla tanışmak istemiyorum.
- I thought you two should meet each other.
- Birbirinizle tanışmanız gerektiğini düşündüm.
- How did you and Tom meet?
- Tom ve sen nasıl tanıştınız?
- When you meet someone for the first time, be careful about how close you stand to that person.
- Biriyle ilk kez tanıştığınızda, o kişiye ne kadar yakın durduğunuza dikkat edin.
- I am delighted to have met you today.
- Bugün seninle tanıştığım için mutluyum.
- I met your Arabic teacher.
- Arapça öğretmeninizle tanıştım.
- You have no idea how delighted I am to meet you.
- Sizinle tanıştığıma ne kadar memnun olduğumu bilemezsiniz.
- Have any of you ever met him?
- Hiç sizden biri onunla tanıştı mı?
- A little while ago I met Jean.
- Kısa bir süre önce Jean ile tanıştım.
- You can meet me tonight.
- Bu gece benimle tanışabilirsin.
- Sami met Layla.
- Sami, Layla ile tanıştı.
- I met a man who made himself known to me as Tom.
- Kendini Tom olarak tanıtan bir adamla tanıştım.
- I know Tom wants to meet you.
- Tom'un seninle tanışmak istediğini biliyorum.
- Have you told Tom how you and Mary met?
- Tom'a Mary ile nasıl tanıştığınızı anlattın mı?
- Tom and I met at a party.
- Tom ve ben bir partide tanışmıştık.
- Sami met Layla in college.
- Sami, Leyla ile üniversitede tanıştı.
- I want them to meet you.
- Seninle tanışmalarını istiyorum.
- Mary dreamed that one day she would meet a prince and they would get married.
- Mary bir gün bir prensle tanışacağını ve evleneceklerini hayal ediyordu.
- I met Tom when I was in Boston.
- Tom'la Boston'dayken tanışmıştım.
- I met Tom at a party.
- Tom'la bir partide tanıştım.
- Have you met them before?
- Onlarla daha önce tanıştın mı?
- I hope to meet this man.
- Umarım bu adamla tanışırım.
- Sami met Layla in college.
- Sami üniversitede Layla ile tanıştı.
- I was hoping I'd meet you.
- Seninle tanışacağımı umuyordum.
- I've already met them.
- Onlarla zaten tanıştım.
- I met somebody yesterday who knows Tom.
- Dün Tom'u bilen biriyle tanıştım.
- Have you ever even met Tom Jackson?
- Hiç Tom Jackson'la tanıştın mı?
- Sami and Layla met a Muslim couple in Toronto.
- Sami ve Leyla Toronto'da Müslüman bir çiftle tanıştı.
- Before Tom met Mary, he never seemed to be happy.
- Tom Mary ile tanışmadan önce, asla mutlu görünmedi.
- I wish I could have met my real parents before they passed away.
- Keşke onlar ölmeden önce gerçek anne ve babamla tanışabilseydim.
- I met him at a dinner party.
- Onunla bir akşam yemeği partisinde tanıştık.
- We met at the church.
- Biz kilisede tanıştık.
- Yesterday I met one of the most popular actors in the world.
- Dün dünyanın en popüler aktörlerinden biriyle tanıştım.
- I hope I have an opportunity to meet Tom when I'm in Boston.
- Umarım Boston'dayken Tom'la tanışma fırsatım olur.
- Sami met some new friends.
- Sami yeni arkadaşlarla tanıştı.
- Where did the three of you meet?
- Üçünüz nerede tanıştınız?
- I've never met anybody like you before.
- Daha önce senin gibi biriyle hiç tanışmadım.
- Tom was on vacation when he met Mary.
- Tom, Mary ile tanıştığında tatildeydi.
- Beth was looking forward to meeting him, but he never showed up.
- Beth, onunla tanışmak için sabırsızlanıyordu ama o hiç gelmedi.
- Tom can hardly wait to meet you.
- Tom seninle tanışmak için sabırsızlanıyor.
- Let me tell you how Tom and Mary met.
- Tom ve Mary'nin nasıl tanıştıklarını size anlatayım.
- She met him on the beach.
- Onunla sahilde tanıştı.
- Tom went to Chuck's Diner to meet Mary.
- Tom, Mary ile tanışmak için Chuck's Diner'a gitti.
- I don't believe you've met Tom.
- Tom'la tanıştığına inanmıyorum.
- This is where Tom told us to meet him.
- Bu, Tom'un onunla tanışmamızı söylediği yer.
- I would like to meet them.
- Onlarla tanışmak isterim.
- I've never even met her.
- Onunla hiç tanışmadım bile.
- I met someone the other day that I think I could fall in love with.
- Geçen gün âşık olabileceğimi düşündüğüm biriyle tanıştım.
- I've met so many new people.
- Pek çok yeni insanla tanıştım.
- Mr Ichiro Fukuoka, a close friend of mine, would very much like to meet you.
- Yakın bir arkadaşım olan Bay Ichiro Fukuoka sizinle tanışmayı çok istiyor.
- You can meet them tonight.
- Bu gece onlarla tanışabilirsin.
- This is where I first met Tom.
- Tom'la ilk burada tanıştım.
- It is her that I want to meet.
- Tanışmak istediğim odur.
- Have I ever told about how I met your mother?
- Annenle nasıl tanıştığımı hiç anlattım mı?
- I met him at a club.
- Ben onunla bir kulüpte tanıştım.
- It has been a week since they met.
- Tanışalı bir hafta oldu.
- I'd like to meet your older sister.
- Senin ablan ile tanışmak istiyorum.
- I have met her before.
- Onunla daha önce tanışmıştım.
- It makes no difference who I meet.
- Kimle tanıştığım hiç fark etmez.
- I met her there.
- Onunla orada tanıştım.
- I met them three months ago.
- Onlarla üç ay önce tanıştım.
- I met them after work.
- Onlarla işten sonra tanıştım.
- I met him the other day.
- Onunla geçen gün tanıştım.
- Did you meet Tom?
- Tom'la tanıştın mı?
- It is her that I want to meet.
- Tanışmak istediğim kişi o.
- We met in the American history class.
- Amerikan tarihi dersinde tanıştık.
- I'm dying to meet her.
- Onunla tanışmaya can atıyorum.
- Have you met the new family on the block?
- Bloktaki yeni aileyle tanıştınız mı?
- I met them backstage.
- Onlarla sahne arkasında tanıştım.
- I need to meet your boss.
- Patronunla tanışmam gerek.
- I'm really glad I got to meet you.
- Seninle tanıştığıma çok memnun oldum.
- Tom and Mary met on the terrace of a cafe.
- Tom ve Mary bir kafenin terasında tanıştılar.
- Have you met any interesting people recently?
- Son zamanlarda ilginç insanlarla tanıştın mı?
- During my stay in London, I met him.
- Londra'da kalırken onunla tanıştım.
- Tom thought he was going to be able to meet Mary.
- Tom, Mary ile tanışabileceğini düşündü.
- Sami and Layla met in college in the mid-90's.
- Sami ve Layla 90'ların ortasında üniversitede tanıştılar.
- I met Tom last spring.
- Tom'la geçen bahar tanıştım.
- Don't you want to meet them?
- Onlarla tanışmak istemiyor musun?
- Mr Ichiro Fukuoka, a close friend of mine, would very much like to meet you.
- Benim yakın arkadaşım olan Bay Ichiro Fukuoka seninle tanışmayı çok ister.
- Did Tom tell you how he met Mary?
- Tom Mary ile nasıl tanıştığını sana söyledi mi?
- I remember the day we met.
- Tanıştığımız günü hatırlıyorum.
- I couldn't stand Tom when I first met him.
- Tom'la ilk tanıştığımda ona katlanamamıştım.
- He met Tom here.
- Tom'la burada tanıştı.
- You need to start meeting women.
- Kadınlarla tanışmaya başlamalısın.
- He denied having met her last week.
- Geçen hafta onunla tanıştığını inkar etti.
- You might meet her.
- Onunla tanışabilirsin.
- He's been saying the same things since I first met him.
- Onunla ilk tanıştığımdan beri aynı şeyleri söylüyor.
- Have you guys ever met?
- Siz hiç tanıştınız mı?
- I have someone I want you to meet.
- Tanışmanı istediğim biri var.
- That's where Layla and Sami met.
- Layla ve Sami orada tanıştılar.
- I've been dying to meet him.
- Onunla tanışmak için can atıyordum.
- John said that he had met this man at the conference.
- John bu adamla konferansta tanıştığını söyledi.
- I met him for dinner.
- Onunla yemekte tanıştım.
- I want to meet Mary.
- Mary ile tanışmak istiyorum.
- I had a chance to meet him in Paris.
- Onunla Paris'te tanışma şansım oldu.
- I met him here.
- Onunla burada tanıştım.
- I'd like you to meet Tom.
- Tom'la tanışmanı isterdim.
- I would like you to meet my parents.
- Anne-babamla tanışmanı istiyorum.
- We need to meet with them.
- Onlarla tanışmalıyım.
- I've always wanted to meet you.
- Hep seninle tanışmak istemiştim.
- Tom met Mary in high school.
- Tom Mary ile lisede tanıştı.
- Have you met them?
- Onlarla tanıştın mı?
- When did you first meet her?
- Onunla ilk olarak ne zaman tanıştın?
- Aren't you glad to meet me?
- Benimle tanıştığına memnun değil misin?
- You were wearing a blue coat the day I first met you.
- Seninle ilk tanıştığım gün mavi bir ceket giyiyordun.
- I wondered if we ever would meet Tom.
- Tom'la tanışıp tanışmayacağımızı merak ettim.
- Tom had to mind his P's and Q's when he met Mary's parents for the first time.
- Tom Mary'nin ebeveynleriyle ilk kez tanıştığında söz ve hareketlerine dikkat etmek zorundaydı.
- I'm on my way to meet them now.
- Şimdi onlarla tanışmaya gidiyorum.
- People usually shake hands when they meet for the first time.
- İnsanlar ilk kez tanıştıklarında genellikle el sıkışırlar.
- Tom and Mary have never met.
- Tom ve Mary hiç tanışmadı.
- She denied having met him.
- Onunla tanıştığını inkar etti.
- Have you met any of Tom's friends?
- Tom'un arkadaşlarından biriyle tanıştın mı?
- I met Tom this October.
- Tom'la bu ekim ayında tanıştım.
- My life has changed since I met him.
- Onunla tanıştığımdan beri hayatım değişti.
- We met along the way.
- Yolda tanıştık.
- Tom couldn't speak French when I first met him.
- Onunla ilk tanıştığımda Tom Fransızca konuşamıyordu.
- Layla met Sami at high school.
- Layla, Sami ile lisede tanıştı.
- I met a tall man named Ken.
- Ken adında uzun boylu bir adamla tanıştım.
- I'm glad we met.
- Tanıştığımıza memnun oldum.
- Have you already met him?
- Onunla tanıştın mı?
- I met her one winter day.
- Bir kış günü onunla tanıştım.
- I met Tom three months ago.
- Tom'la üç ay önce tanıştım.
- We've waited a long time to meet you.
- Seninle tanışmak için uzun zamandır bekliyoruz.
- The guy I met yesterday didn't give me his real name.
- Dün tanıştığım adam bana gerçek adını vermedi.
- I met him at the airport.
- Onunla hava alanında tanıştım.
- Let me tell you about a girl I met yesterday.
- Dün tanıştığım bir kızdan bahsedeyim.
- Where did you meet each other?
- Birbirinizle nerede tanıştınız?
- I want you to meet my cousin.
- Kuzenimle tanışmanı istiyorum.
- Tom tried to remember the name of the girl he'd met in Boston.
- Tom Boston'da tanıştığı kızın adını hatırlamaya çalıştı.
- Tom went backstage to see if he could meet some of the band members.
- Tom, grup üyelerinden bazılarıyla tanışıp tanışamayacağını görmek için sahne arkasına gitti.
- I thought you two should meet each other.
- Siz ikinizin birbirinizle tanışmanız gerektiğini düşündüm.
- I met Christine yesterday.
- Dün Christine ile tanıştım.
- We're about to meet Tom.
- Tom'la tanışmak üzereyiz.
- Dan met Linda at the church.
- Dan, Linda ile kilisede tanıştı.
- Tom met Mary here.
- Tom, Mary ile burada tanıştı.
- It seems like just yesterday that we first met.
- Daha dün tanışmışız gibi geliyor.
- Tom and I met three months ago.
- Tom ve ben üç ay önce tanıştık.
- Tom wanted to meet Mary's family.
- Tom Mary'nin ailesiyle tanışmak istedi.
- The moment we met, we fell in love with each other.
- Tanıştığımız anda birbirimize aşık olduk.
- Tom is the most patient person I've ever met.
- Tom şimdiye kadar tanıştığım en sabırlı kişidir.
- Nice to meet you, Ken.
- Sizinle tanışmak hoştu, Ken.
- When did you meet Tom?
- Tom'la ne zaman tanıştın?
- I haven't met him before.
- Onunla daha önce tanışmadım.
- I've already met her.
- Onunla zaten tanıştım.
- I met Tom the year that Mary died.
- Mary'nin öldüğü yıl Tom'la tanıştım.
- You've met Tom already, haven't you?
- Tom'la tanışmıştınız zaten, değil mi?
- I first met Tom in a little bar outside of town.
- Tom'la ilk kez şehrin dışındaki küçük bir barda tanıştım.
- How did the two of you meet each other?
- Siz ikiniz nasıl tanıştınız?
- I met them last night.
- Onlarla dün gece tanıştım.
- Tom wants to meet me.
- Tom benimle tanışmak ister.
- I wish you could've met him.
- Keşke onunla tanışabilsen.
- I never even met Tom.
- Tom'la hiç tanışmadım bile.
- I haven't actually met them yet.
- Aslında onlarla henüz tanışmadım.
- Dan met a prostitute named Linda.
- Dan Linda adında bir fahişe ile tanıştı.
- That's where I met Tom.
- Tom'la burada tanıştım.
- I think Tom has the right to meet his birth parents.
- Tom'un doğum ebeveynleriyle tanışma hakkı olduğunu düşünüyorum.
- My life has changed since I met her.
- Onunla tanıştığımdan beri hayatım değişti.
- This is the place where Tom and Mary met.
- Burası Tom ve Mary'nin tanıştığı yer.
- The man that I met is a lawyer.
- Tanıştığım adam bir avukat.
- Let's meet Edgar Degas and look at his pictures with him.
- Edgar Degas ile tanışalım ve resimlerine onunla beraber bakalım.
- When I first met Tom, I thought he was a little obnoxious.
- Tom'la ilk tanıştığımda onun biraz iğrenç olduğunu düşündüm.
- Tom and Mary met at a New Year's party.
- Tom ve Mary Yılbaşı partisinde tanıştı.
- I hope to meet this man.
- Bu adamla tanışmayı umuyorum.
- I met him in the city centre.
- Onunla şehir merkezinde tanıştım.
- Where did Tom meet his wife?
- Tom karısıyla nerede tanıştı?
- I met Tom this January.
- Bu Ocak ayında Tom'la tanıştım.
- I remember the day I met her.
- Onunla tanıştığım günü hatırlıyorum.
- Do you want to meet her?
- Onunla tanışmak istiyor musun?
- I thought you might like to meet Tom.
- Tom'la tanışmak istersin diye düşünmüştüm.
- Tell them who you met today.
- Onlara bugün kiminle tanıştığını söyle.
- When did you meet?
- Ne zaman tanıştınız?
- I remember meeting him in Paris.
- Onunla Paris'te tanıştığımı hatırlıyorum.
- I'd like you to meet her.
- Onunla tanışmanı istiyorum.
- You can meet Tom tonight.
- Tom ile bu gece tanışabilirsiniz.
- I fell in love with her the moment I met her.
- Onunla tanıştığım anda ona aşık oldum.
- Nice to meet you, Ken.
- Tanıştığımıza memnun oldum, Ken.
- Sami met many Muslim students in Toronto.
- Sami Toronto'da birçok Müslüman öğrenciyle tanıştı.
- I've never actually met them.
- Onlarla hiç tanışmadım.
- You've never told us how you met Tom.
- Tom'la nasıl tanıştığını bize hiç söylemedin.
- All my life I've wanted to meet someone like you.
- Hayatım boyunca senin gibi biriyle tanışmak istedim.
- I met José when I was in Bilbao.
- José ile Bilbao'dayken tanıştım.
- I would like to meet his father.
- Onun babasıyla tanışmak isterim.
- She liked Charles as soon as she met him.
- Charles'la tanışır tanışmaz ondan hoşlandı.
- I met my boyfriend there.
- Erkek arkadaşımla orada tanıştım.
- He is the man you met the other day.
- Geçen gün tanıştığınız adam.
- I met Tom last summer when I was in Boston.
- Geçen yaz Boston'dayken Tom'la tanıştım.
- Tom and I have never met.
- Tom ve ben hiç tanışmadık.
- I have never met you in person.
- Seninle kişisel olarak hiç tanışmadım.
- Tom said he's never met Mary's parents.
- Tom, Mary'nin ailesiyle hiç tanışmadığını söyledi.
- Tom met Mary this morning.
- Tom bu sabah Mary ile tanıştı.
- I'm looking forward to meeting with you the next time I visit your town.
- Kasabanıza bir sonraki ziyaretimde sizinle tanışmak için sabırsızlanıyorum.
- I'm delighted to meet you.
- Seninle tanıştığıma memnun oldum.
- I'm especially pleased to meet you.
- Sizinle tanıştığıma özellikle memnun oldum.
- I'd like to meet them some day.
- Bir gün onunla tanışmak istiyorum.
- I didn't agree to meet him.
- Onunla tanışmayı kabul etmedim.
- I met her once before.
- Onunla daha önce tanışmıştım.
- Tom didn't know when Mary met John.
- Tom, Mary'nin John'la ne zaman tanıştığını bilmiyordu.
- Pleased to meet you, Tom.
- Tanıştığımıza memnun oldum, Tom.
- I met Tom decades ago.
- Tom'la yıllar önce tanışmıştım.
- Tom met a girl about his age.
- Tom yaklaşık kendi yaşında bir kızla tanıştı.
- This a popular place for young people to meet each other and hang out.
- Burası gençlerin birbirleriyle tanışmaları ve takılmaları için popüler bir yer.
- I just met him yesterday.
- Onunla daha dün tanıştım.
- That was the first time I met Tom.
- Tom'la ilk tanışmamızdı.
- Tom and I met while we were both walking our dogs in the park.
- Tom ve ben, ikimiz de parkta köpeklerimizi gezerken tanıştık.
- I met them before you were born.
- Onlarla sen doğmadan önce tanıştım.
- I don't think we've ever met.
- Tanıştığımızı sanmıyorum.
- Notice the hands of the people you meet and you will be surprised to see how different and how interesting they are.
- Tanıştığınız insanların ellerine dikkat edin ve onların ne kadar farklı ve ilginç olduklarını gördüğünüze şaşıracaksınız.
- Tom doesn't remember the first time he met Mary.
- Tom, Mary ile ilk tanıştığı zamanı hatırlamıyor.
- When do you want to meet her?
- Onunla ne zaman tanışmak istiyorsunuz?
- I don't think Tom has met either of Mary's sisters.
- Tom'un Mary'nin kızkardeşlerinin herhangi biri ile tanıştığını sanmıyorum.
- She met her uncle.
- Amcasıyla tanıştı.
- Tom had long hair when I first met him.
- Onunla ilk tanıştığımda Tom'un uzun saçları vardı.
- I met him backstage.
- Onunla sahne arkasında tanıştım.
- Have you ever even met Tom Jackson?
- Tom Jackson'la hiç tanıştın mı?
- Tom and I met while we were both walking our dogs in the park.
- Tom ve ben parkta köpeklerimizi gezdirirken tanıştık.
- I just met the most beautiful woman I've ever seen.
- Hayatımda gördüğüm en güzel kadınla tanıştım.
- When did we meet?
- Ne zaman tanıştık?
- I've never actually met her.
- Aslında onunla tanışmadım.
- How did your parents meet?
- Ebeveynlerin nasıl tanıştı?
- I met them before.
- Onlarla daha önce tanışmıştım.
- I've never even met them.
- Onlarla hiç tanışmadım bile.
- I met them at a dinner party.
- Onlarla bir akşam yemeği partisinde tanıştık.
- Did you get to meet Tom?
- Tom'la tanıştın mı?
- When did you meet her?
- Onunla ne zaman tanıştın?
- Did you meet him?
- Onunla tanıştın mı?
- I am pleased to meet you in Japan.
- Japonya'da tanıştığımız için memnunum.
- When I first met Tom, he was still a teenager.
- Tom'la ilk tanıştığımda hâlâ bir ergendi.
- Tom used to drink a lot before he met Mary.
- Tom, Mary ile tanışmadan önce çok içerdi.
- I meet a lot of people.
- Bir sürü insanla tanışıyorum.
- I bet you don't remember the first time we met.
- Eminim ilk tanıştığımız zamanı hatırlamıyorsundur.
- I met your dad yesterday.
- Dün babanla tanıştım.
- When did you meet him?
- Onunla ne zaman tanıştınız?
- Tom's first wife fleeced him, and he was broke when he met Mary.
- Tom'un ilk karısı onu soymuş ve Mary ile tanıştığında beş parasızmış.
- I met her in the winter three years ago.
- Onunla üç yıl önce kışın tanıştım.
- Tom doesn't know Mary, but he'd like to meet her.
- Tom Mary'yi tanımıyor ama onunla tanışmak istiyor.
- I met some friends while I was waiting for a bus.
- Otobüs beklerken birkaç arkadaşla tanıştım.
- I thought you might like to meet Tom.
- Sizin Tom'la tanışmak isteyebileceğinizi düşündüm.
- I can't wait to meet you all.
- Ben hepinizle tanışmak için sabırsızlanıyorum.
- Have we met?
- Biz tanıştık mı?
- Nice to meet you.
- Tanıştığımıza memnun oldum.
- I met Tom while we were both in high school.
- Tom'la ikimiz de lisedeyken tanıştık.
- During this trip I met several interesting and very kind individuals.
- Bu yolculuk sırasında birçok ilginç ve çok nazik insanla tanıştım.
- We're dying to meet them.
- Onlarla tanışmaya can atıyoruz.
- I met the man, who showed me the way.
- Bana yolu gösteren adamla tanıştım.
- I haven't met him even once.
- Onunla bir kez bile tanışmadım.
- I met Tom at an auction a few years ago.
- Tom'la birkaç yıl önce bir müzayedede tanışmıştım.
- It's been nice meeting you.
- Seninle tanışmak hoştu.
- He really wants to meet you.
- Seninle gerçekten tanışmak istiyor.
- Christopher Columbus once met the child in Sentence 47456 and opened his eyes to the world.
- Kristof Kolomb bir keresinde 47456 numaralı cümledeki çocukla tanıştı ve onun dünyaya gözlerini açtı.
- In a way, I'm glad I never met Tom.
- Bir bakıma Tom'la hiç tanışmadığıma memnunum.
- Tom is looking forward to meeting you.
- Tom seninle tanışmayı dört gözle bekliyor.
- The first person I met when I became a student here was Tom.
- Burada öğrenci olduğumda tanıştığım ilk kişi Tom'du.
- Tom met Mary while he was staying in Boston.
- Tom Boston'da kalırken Mary ile tanıştı.
- Tom can't wait to meet Mary.
- Tom, Mary ile tanışmak için sabırsızlanıyor.
- I met them on Friday the 13th.
- Onlarla ayın 13'ünde Cuma günü tanıştım.
- You have to meet my children.
- Sen benim çocuklarımla tanışmak zorundasın.
- I met her last night.
- Dün gece onunla tanıştım.
- None of us have met him.
- Hiçbirimiz onunla tanışmadık.
- Dan met Matt in prison.
- Dan cezaevinde Matt'le tanıştı.
- I met Tom while I was staying in Boston.
- Tom'la Boston'da kalırken tanıştım.
- I met him downtown.
- Onunla şehir merkezinde tanıştım.
- She met a boy at the county fair.
- İlçe fuarında bir çocukla tanıştı.
- I met Tom here.
- Tom'la burada tanıştım.
- It was in Kyoto that I first met her.
- Onunla ilk Kyoto'da tanışmıştım.
- I met a man whose brother knows you.
- Kardeşi seni tanıyan bir adamla tanıştım.
- I met him last year at a party.
- Onunla geçen sene bir partide tanışmıştım.
- I met her at a club.
- Onunla bir kulüpte tanıştım.
- I met an American girl.
- Bir Amerikalı kızla tanıştım.
- The guy I met yesterday didn't give me his real name.
- Dün tanıştığım adam bana gerçek adını söylemedi.
- We met each other again completely by accident.
- Birbirimizle tamamen tesadüfen tanıştık.
- Sami and Layla met in the summer of 2006.
- Sami ve Layla 2006 yazında tanıştılar.
- I met him three months ago.
- Onunla üç ay önce tanıştım.
- I met him.
- Onunla tanıştım.
- I've never met those people.
- O insanlarla hiç tanışmadım.
- I met him at the coffee shop.
- Onunla kafede tanıştım.
- Sami wanted to meet a Muslim woman.
- Sami Müslüman bir kadınla tanışmak istiyordu.
- The guy we met yesterday in the park was Tom.
- Dün parkta tanıştığımız adam Tom'du.
- I've never met anyone who knows as much about Australian history as Tom does.
- Avustralyalı tarihi hakkında Tom'un bildiği kadar çok bilen biriyle asla tanışmadım.
- I have never met Maria.
- Maria'yla hiç tanışmadım.
- How did you first meet her?
- Onunla ilk nasıl tanıştın?
- Layla met Sami at high school.
- Leyla lisede Sami ile tanıştı.
- I remember the day I met Tom.
- Tom'la tanıştığım günü hatırlıyorum.
- Tom never told me how he met Mary.
- Tom bana Mary ile nasıl tanıştığını hiç söylemedi.
- You'll meet her.
- Onunla tanışacaksın.
- I'd like you to meet my brother, Tom.
- Kardeşim Tom ile tanışmanı istiyorum.
- Where did you two meet?
- Siz ikiniz nerede tanıştınız?
- Dan didn't want to tell how he and Linda had met.
- Dan, Linda ile nasıl tanıştıklarını söylemek istemedi.
- Tom and I both don't remember where we first met.
- Tom ve ben ikimiz de ilk tanıştığımız yeri hatırlamıyoruz.
- I met a lot of nice people in Boston.
- Boston'da bir sürü hoş insanla tanıştım.
- The first time I met Betty, I was nervous.
- Betty ile ilk tanıştığımda gergindim.
- My parents met on a blind date.
- Annemle babam görücü usulü tanışmışlardı.
- Tom doesn't want to meet you.
- Tom seninle tanışmak istemiyor.
- I never met Tom.
- Tom'la hiç tanışmadım.
- Do you remember where we first met?
- İlk kez nerede tanıştığımızı hatırlıyor musun?
- I've already met them.
- Çoktan tanıştım.
- I've never actually ever met Tom.
- Ben aslında Tom'la hiç tanışmadım.
- You might meet Tom.
- Tom'la tanışabilirsin.
- This is the first time I've ever met Mary.
- Mary ile ilk kez tanışıyorum.
- Tom and Mary met in Boston.
- Tom ve Mary Boston'da tanıştılar.
- I'm very happy to meet you.
- Seninle tanıştığım için mutluyum.
- We met in a chat room, around ten years ago.
- Yaklaşık on yıl önce bir sohbet odasında tanıştık.
- We just met yesterday.
- Daha dün tanıştık.
- Have you met Tom's mother-in-law?
- Tom'un kayınvalidesiyle tanıştınız mı?
- I remember the day we met.
- Tanıştığımız günü hatırlarım.
- Mary started to date a man she met at a dinner party.
- Mary bir akşam yemeği partisinde tanıştığı bir adamla çıkmaya başladı.
- We'll meet her.
- Onunla tanışacağız.
- Sami wanted to meet Muslims.
- Sami Müslümanlarla tanışmak istedi.
- We met in winter.
- Biz kışın tanıştık.
- Had you come a little earlier, you could have met her.
- Biraz daha erken gelseydiniz, onunla tanışabilirdiniz.
- So, when did you two meet?
- Peki, siz ikiniz ne zaman tanıştınız?
- She fell in love with him the first time she met him.
- Onunla ilk tanıştığında ona aşık oldu.
- Why don't you go meet him?
- Neden gidip onunla tanışmıyorsun?
- Tom first met Mary when he was thirteen.
- Tom, on üç yaşındayken ilk kez Mary ile tanıştı.
- Tom met his wife while he was studying in Australia.
- Tom karısıyla Avustralya'da okurken tanıştı.
- Where did you meet my father?
- Babamla nerede tanıştın?
- Tom would never had met his wife if he hadn't signed up for a painting class.
- Tom resim kursuna yazılmasaydı karısıyla asla tanışamayacaktı.
- I'm happy to finally meet you in person.
- Sonunda seninle şahsen tanıştığım için çok mutluyum.
- We never met.
- Biz hiç tanışmadık.
- I'm glad I met Tom.
- Tom'la tanıştığıma memnunum.
- Where did Tom meet Mary?
- Tom nerede Mary ile tanıştı?
- I've always wanted to meet you.
- Seninle her zaman tanışmak istedim.
- Actually, we've already met.
- Aslında, biz zaten tanışmıştık.
- Tom told me he's never met you.
- Tom bana seninle hiç tanışmadığını söyledi.
- I don't believe we've officially met.
- Resmi olarak tanıştığımıza inanmıyorum.
- That's where your mom and I met.
- Annenle ben orada tanıştık.
- We met a writer.
- Bir yazar ile tanıştık.
- Can you still remember where we first met?
- İlk nerede tanıştığımızı hatırlıyor musun?
- I'm pleased to meet you.
- Sizinle tanıştığıma memnun oldum.
- Sami met a woman in a bar.
- Sami barda bir kadınla tanıştı.
- This is the place where Tom met Mary.
- Burası Tom'un Mary ile tanıştığı yer.
- None of us have met them.
- Hiçbirimiz onlarla tanışmadık.
- Mary met an American and went with him to the States.
- Mary bir Amerikalıyla tanıştı ve onunla Amerika'ya gitti.
- I don't remember when I first met him.
- Onunla ilk tanışmamı hatırlamıyorum.
- I've got to go meet her.
- Gidip onunla tanışmalıyım.
- It is a great honor to meet him.
- Onunla tanışmak büyük bir onur.
- I'd like him to meet her.
- Onunla tanışmasını istiyorum.
- I know Mary and Alice, but I've never met their husbands.
- Mary ve Alice'i tanıyorum ama kocalarıyla hiç tanışmadım.
- I never felt this way before I met you.
- Seninle tanışmadan önce hiç böyle hissetmemiştim.
- I want you to meet my new friend, Tom.
- Yeni arkadaşımla tanışmanı istiyorum, Tom.
- I've always wanted to meet them.
- Her zaman onlarla tanışmak istemişimdir.
- I'm the one who met him.
- Onunla tanışan kişi benim.
- I met Tom a few weeks before he died.
- Tom'la ölmeden birkaç hafta önce tanıştım.
- Have you met the new girl?
- Yeni kızla tanıştın mı?
- I haven't actually met him yet.
- Aslında henüz onunla tanışmadım.
- Have I ever told about how I met your mother?
- Ben hiç annenle nasıl tanıştığımı söyledim mi?
- Let's go meet her.
- Gidip onunla tanışalım.
- I don't believe you've met him.
- Onunla tanıştığını sanmıyorum.
- I've never met a Canadian before.
- Daha önce hiç Kanadalı biriyle tanışmamıştım.
- He says he met my father.
- O, babamla tanıştığını söylüyor.
- Tom wants to meet the Dalai Lama before he dies.
- Tom ölmeden önce Dalai Lama ile tanışmak istiyor.
- Tom said Mary has only met John once.
- Tom, Mary'nin sadece bir kez John ile tanıştığını söyledi.
- I didn't expect to meet you.
- Seninle tanışacağımı ummuyordum.
- I would like to meet her.
- Onunla tanışmak isterim.
- I am honored to meet you.
- Sizinle tanışmaktan onur duydum.
- I'm on my way to meet her now.
- Şimdi onunla tanışmak için geliyorum.
- Have you met a lot of Esperantists here?
- Burada çok Esperantistle tanıştın mı?
- I met him once before.
- Onunla daha önce tanışmıştım.
- I met Tom at his office in Boston.
- Tom'la Boston'daki ofisinde tanıştım.
- Tom is going to be there to meet you.
- Tom seninle tanışmak için orada olacak.
- I'm going to meet them there.
- Onlarla orada tanışacağım.
- I don't remember the first time I met him.
- Onunla ilk tanıştığım zamanı hatırlamıyorum.
- Tom said that Mary has never met John.
- Tom, Mary'nin John'la hiç tanışmadığını söyledi.
- I can't remember when I first met Tom.
- Tom ile ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum.
- I'm glad to meet you.
- Sizinle tanıştığıma memnun oldum.
- Tom and Mary met when they were both walking their dogs.
- Tom ve Mary, ikisi de köpeklerini gezdirirken tanışmışlar.
- We met earlier.
- Daha önce tanıştık.
- The girls hope to meet white boys in Blackpool.
- Kızlar Blackpool'da beyaz erkeklerle tanışmayı umuyorlar.
- Tom admits he's despised Mary since he first met her.
- Tom, Mary ile ilk tanıştığından beri onu hor gördüğünü itiraf ediyor.
- How did your parents meet?
- Annenle baban nasıl tanıştı?
- I hope that I will meet her this evening.
- Umarım bu akşam onunla tanışırım.
- He is one of the nicest people I have ever met.
- O şimdiye kadar tanıştığım en güzel insanlardan biridir.
- I met them on my way here.
- Onlarla buraya gelirken tanıştım.
- She met her uncle.
- O, amcası ile tanıştı.
- I met them at a party.
- Onlarla bir partide tanıştım.
- Sami met Layla through his sister.
- Sami, Layla ile kız kardeşi aracılığıyla tanıştı.
- I met her before you were born.
- Onunla sen doğmadan önce tanıştım.
- I'm glad to meet you, too.
- Ben de sizinle tanıştığıma memnun oldum.
- I met them.
- Onlarla tanıştım.
- Have you ever met Tom's French teacher?
- Tom'un Fransızca öğretmeniyle hiç tanıştın mı?
- I don't remember the first time I met Tom.
- Tom'la ilk tanıştığım zamanı hatırlamıyorum.
- Haven't I met you somewhere before?
- Seninle daha önce bir yerde tanışmamış mıydık?
- Did you meet Tom there?
- Tom'la orada mı tanıştın?
- Tom wants to meet you.
- Tom sizinle tanışmak istiyor.
- I met a friend while I was waiting for a bus.
- Otobüs beklerken bir arkadaşımla tanıştım.
- My parents still haven't met my girlfriend.
- Ailem hala kız arkadaşımla tanışmadı.
- I've been looking foward to meeting you.
- Seninle tanışmayı dört gözle bekliyordum.
- I can't remember exactly how old I was when I first met Tom.
- Tom'la ilk tanıştığımda kaç yaşında olduğumu tam hatırlayamıyorum.
- I'm not sure why Tom didn't want to meet Mary.
- Tom'un niçin Mary ile tanışmak istemediğinden emin değilim.
- I met a girl who knows Tom.
- Tom'u tanıyan bir kızla tanıştım.
- I've loved you since I first met you.
- Seni ilk tanıştığımdan beri seviyorum.
- I'd love to meet her.
- Ben de onunla tanışmak isterim.
- I have met this girl before.
- Daha önce bu kızla tanıştım.
- I'd love to meet Tom.
- Tom'la tanışmayı çok isterim.
- I didn't know Tom was a criminal when I first met him.
- Onunla ilk tanıştığımda Tom'un bir suçlu olduğunu bilmiyordum.
- Did you meet in Seoul?
- Seul'de mi tanıştınız?
- I met her by chance.
- Onunla tesadüfen tanıştım.
- I recently met Tom.
- Geçenlerde Tom'la tanıştım.
- Don't you want to meet him?
- Onunla tanışmak istemiyor musun?
- I thought you'd want to meet my family.
- Ailemle tanışmak isteyeceğini düşündüm.
- I met him in Boston last week.
- Geçen hafta Boston'da onunla tanıştım.
- Have you already met each other?
- Önceden birbirinizle tanıştınız mı?
- We met a few weeks ago.
- Birkaç hafta önce tanışmıştık.
- He finally made up his mind to marry the girl he had met in Paris.
- Sonunda Paris'te tanıştığı kızla evlenmeye karar verdi.
- I'd like to meet him someday.
- Bir gün onunla tanışmak isterim.
- I don't ever remember meeting Tom.
- Tom'la tanıştığımı hiç hatırlamıyorum.
- I met too many people to remember all their names.
- İsimlerini hatırlayamayacağım kadar çok insanla tanıştım.
- I think I've met Tom before.
- Sanırım Tom'la daha önce tanıştım.
- I don't think you're going to have the chance to meet Tom.
- Tom'la tanışma şansın olacağını sanmıyorum.
- We've actually met before.
- Biz aslında daha önce tanıştık.
- I've met some interesting people here.
- Burada bazı ilginç insanlarla tanıştım.
- Tom was dying to meet Mary.
- Tom Mary ile tanışmak için can atıyordu.
- We met each other at a party.
- Birbirimizle bir partide tanıştık.
- Are you sure you've never met him?
- Onunla hiç tanışmadığına emin misin?
- Tom and Mary first met a month ago.
- Tom ve Mary ilk kez bir ay önce tanıştılar.
- I'd really love to meet Tom.
- Tom'la tanışmayı çok isterim.
- I wish I'd never met you.
- Keşke seninle tanışmasaydım.
- I met your dad yesterday.
- Ben dün sizin babanızla tanıştım.
- Tom met a girl named Mary last night.
- Tom dün gece Mary adında bir kızla tanıştı.
- I met some hikers on the mountain.
- Dağda bazı yürüyüşçülerle tanıştım.
- I've never even met him.
- Onunla hiç tanışmadım bile.
- In my senior year of college, I met Tom through a mutual friend.
- Üniversitedeki son yılımda, ortak bir arkadaş aracılığıyla Tom'la tanıştım.
- It was very nice meeting you.
- Seninle tanışmak çok hoştu.
- I wish we could have met under better circumstances.
- Keşke daha iyi şartlar altında tanışabilseydik.
- I'd like to meet them.
- Onlarla tanışmak istiyorum.
- I met Mary and John when in London.
- Mary ve John'la Londra'dayken tanıştım.
- I want you to meet a friend of mine.
- Bir arkadaşımla tanışmanı istiyorum.
- I haven't met them yet.
- Henüz onlarla tanışmadım.
- Nice to meet all of you!
- Hepinizle tanıştığıma memnun oldum!
- Sami met Layla at Farid's office.
- Sami, Layla ile Farid'in ofisinde tanıştı.
- I've always wanted to meet Tom.
- Her zaman Tom'la tanışmak istedim.
- I'm dying to meet him.
- Onunla tanışmaya can atıyorum.
- I met a student from America yesterday.
- Dün Amerikalı bir öğrenci ile tanıştım.
- My girlfriend hasn't met my parents yet.
- Kız arkadaşım henüz ebeveynlerimle tanışmadı.
- I wish I'd gotten a chance to meet Tom.
- Keşke Tom'la tanışma fırsatını yakalasaydım.
- Tom met Mary through one of his friends.
- Tom arkadaşlarından biri vasıtasıyla Mary ile tanıştı.
- I can't believe I finally managed to meet you.
- Sonunda seninle tanışabildiğime inanamıyorum.
- I've never met anyone like you before.
- Daha önce senin gibi biriyle hiç tanışmamıştım.
- How did you guys first meet each other?
- Birbirinizle ilk nasıl tanıştınız arkadaşlar?
- Everyone's dying to meet you.
- Herkes seninle tanışmak için can atıyor.
- I met one of your students.
- Öğrencilerinizden biriyle tanıştım.
- I met him before you were born.
- Sen doğmadan önce onunla tanıştım.
- I've never met Mary.
- Ben Mary ile hiç tanışmadım.
- I met Tom last spring.
- Geçen baharda Tom'la tanıştım.
- I met two foreigners, one was from Canada, and the other from England.
- İki yabancı ile tanıştım, biri Kanadalı idi ve diğeri İngiltereli.
- Tom met a girl about his age.
- Tom kendi yaşlarında bir kızla tanıştı.
- It was so nice to meet you.
- Seninle tanışmak çok güzeldi.
- Having met the girl before, I recognized her at once.
- Kızla daha önce tanıştığım için onu hemen tanıdım.
- How lucky I am to meet you here!
- Sizinle burada tanıştığım için ne şanslıyım!
- The first person I met in Boston was Tom.
- Boston'da ilk tanıştığım kişi Tom'du.
- He was the first actor I had met in my life.
- Hayatımda tanıştığım ilk aktördü.
- Where did you meet them?
- Onlarla nerede tanıştınız?
- Have you ever met Taninna at the bookstore?
- Hiç kitapçıda Taninna ile tanıştınız mı?
- I never actually met him.
- Aslında onunla tanışmadım.
- How did Tom and Mary first meet?
- Tom ve Mary ilk nasıl tanıştılar?
- How did Tom and Mary meet?
- Tom ve Mary nasıl tanıştılar?
- I'm dying to meet her.
- Onunla tanışmak için can atıyorum.
- Where do you think I met her?
- Sence onunla nerede tanıştım?
- I just met a boy named Tom.
- Ben az önce Tom adında bir çocukla tanıştım.
- She met Tom while working part-time on the ranch.
- Çiftlikte yarı zamanlı çalışırken Tom'la tanıştı.
- Tom was Mary's boyfriend before she met John.
- Tom, Mary'nin John'la tanışmadan önceki erkek arkadaşıydı.
- Tom wanted to meet some of Mary's friends.
- Tom, Mary'nin bazı arkadaşlarıyla tanışmak istedi.
- If Tom had stayed in his hometown, he never would've met Mary.
- Tom memleketinde kalsaydı, Mary ile asla tanışmazdı.
- I met him there.
- Onunla orada tanıştım.
- You've met Tom already, haven't you?
- Tom'la tanıştın, değil mi?
- I never for a moment imagined that I'd be able to meet so many famous people.
- Bir an bile bu kadar ünlü insanla tanışabileceğimi hayal etmemiştim.
- I met Mattias in Spain.
- Mattias'la İspanya'da tanıştım.
- Tom was really skinny when I first met him.
- Onunla ilk tanıştığımda Tom gerçekten sıskaydı.
- I think you've already met them.
- Bence onlarla çoktan tanıştın.
- I met her by chance on a train.
- Onunla trende tesadüfen tanıştım.
- I want to meet with Tom.
- Tom'la tanışmak istiyorum.
- I met her one winter day.
- Onunla bir kış günü tanıştım.
- He goes there to meet people.
- Oraya insanlarla tanışmak için gidiyor.
- I only just met Tom.
- Tom'la daha yeni tanıştım.
- Sami met an imam and he's from Egypt.
- Sami Mısırlı bir imamla tanıştı.
- I've been dying to meet him.
- Onunla tanışmak için can atıyorum.
- As you know, I met your daughter a long time ago, and we want to tell you that we've decided to get married.
- Bildiğiniz gibi, kızınızla uzun zaman önce tanıştık ve size evlenmeye karar verdiğimizi söylemek istiyoruz.
- He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him.
- Genellikle açık sözlü ve samimidir ve bu sayede kendisiyle tanışanların güvenini kazanır.
- I thought Tom and Mary should meet.
- Tom ve Mary'nin tanışması gerektiğini düşündüm.
- I didn't expect to meet you.
- Seninle tanışmayı beklemiyordum.
- I met them when I was in Boston.
- Onlarla Boston'dayken tanıştım.
- She was only seventeen when they met.
- Tanıştıklarında sadece on yedi yaşındaydı.
- One day I will meet him.
- Bir gün onunla tanışacağım.
- I'm glad you were able to meet Tom.
- Tom'la tanışabildiğine sevindim.
- I met nice people.
- İyi insanlarla tanıştım.
- You can meet her tonight.
- Bu gece onunla tanışabilirsin.
- Tom has never told me where he met Mary.
- Tom bana Mary ile nerede tanıştığını hiç söylemedi.
- Three months after Tom and Mary met, they got married.
- Tom ve Mary tanıştıktan üç ay sonra evlendiler.
- I can't remember where we met.
- Nerede tanıştığımızı hatırlamıyorum.
- The men I meet are all very nice.
- Tanıştığım erkeklerin hepsi çok hoş.
- I met him while I was staying in Paris.
- Onunla Paris'te kalırken tanıştım.
- I'm really curious how the two of you met.
- İkinizin nasıl tanıştığını gerçekten merak ediyorum.
- She met Tom here.
- Tom'la burada tanıştı.
- When did you meet them?
- Onlarla ne zaman tanıştın?
- We need to meet with Tom.
- Tom'la tanışmamız gerekiyor.
- I met her at the coffee shop.
- Onunla kafede tanıştım.
- Sami met Farid while he was in jail.
- Sami, Farid hapisteyken onunla tanıştı.
- I met Tom at Mary's house.
- Mary'nin evinde Tom ile tanıştım.
- When I first met him, I thought he was putting on airs.
- Onunla ilk tanıştığımda, hava attığını düşünmüştüm.
- Have you met Tom and Mary?
- Tom ve Mary ile tanıştınız mı?
- We've just met.
- Daha yeni tanıştık.
- I met him when I was thirteen.
- Onunla 13 yaşındayken tanıştım.
- Tom and I are good friends now, but we didn't like each other the first time we met.
- Tom ve ben şimdi iyi arkadaşız ama ilk tanıştığımızda birbirimizden hoşlanmamıştık.
- Tom met Mary at a dinner party.
- Tom bir akşam yemeği partisinde Mary ile tanıştı.
- Tom wanted to meet Mary.
- Tom Mary ile tanışmak istedi.
- Tom met Mary while on holiday in Germany.
- Tom Almanya'da tatildeyken Mary'le tanıştı.
- I'd love to meet your family.
- Ailenle tanışmak isterim.
- Tom will be there to meet you.
- Tom seninle tanışmak için orada olacaktır.
- I met a lot of interesting people at the party last night.
- Dün geceki partide bir sürü ilginç insanla tanıştım.
- I met him at the library.
- Onunla kütüphanede tanıştım.
- I'm on my way to meet her now.
- Şimdi onunla tanışmaya gidiyorum.
- I think I was about thirteen when I first met Tom.
- Sanırım Tom'la ilk tanıştığımda 13 yaşındaydım.
- Do you remember the day when we met first?
- İlk tanıştığımız günü hatırlıyor musun?
- We met in Xi'an.
- Xi'an'da tanıştık.
- I just wish I'd met Tom sooner.
- Keşke Tom'la daha önce tanışsaydım.
- We just met today.
- Daha bugün tanıştık.
- That was the first time I met Tom.
- Tom'la ilk kez o zaman tanıştım.
- He met many fascinating people in the course of his travels.
- Seyahatleri sırasında birçok büyüleyici insanla tanıştı.
- Boston is where Tom and Mary met.
- Boston, Tom ve Mary'nin tanıştığı yer.
- I would like you to meet a friend of mine.
- Bir arkadaşımla tanışmanı istiyorum.
- We just met tonight.
- Bu gece daha yeni tanıştık.
- Are there any girls here you haven't yet met?
- Burada henüz tanışmadığın kızlar var mı?
- I met a woman who knows Tom.
- Tom'u bilen bir kadınla tanıştım.
- Tom said Mary has never met John.
- Tom, Mary'nin John ile hiç tanışmadığını söyledi.
- Did you just meet him?
- Onunla yeni mi tanıştınız?
- I met them when I was thirteen.
- Onlarla 13 yaşındayken tanıştım.
- You might meet him if you go to the library.
- Kütüphaneye gidersen onunla tanışabilirsin.
- I met a man whose father knows Tom.
- Babası Tom'u tanıyan bir adamla tanıştım.
- Tom says he has never met Mary.
- Tom, Mary ile hiç tanışmadığını söylüyor.
- Tom met Mary at a party, and it was love at first sight.
- Tom Mary ile bir partide tanıştı ve ilk görüşte aşk oldu.
- Tom wanted to meet you.
- Tom sizinle tanışmak istedi.
- I'd like you to meet my brother, Tom.
- Kardeşimle tanışmanı istiyorum, Tom.
- I'd like to meet Tom if I could.
- Mümkünse Tom'la tanışmak isterim.
- I met her only once.
- Onunla sadece bir kez tanıştım.
- This is the unforgettable place where we met each other for the first time.
- Burası birbirimizle tanıştığımız unutulmaz yerdir.
- Tom and I met each other at a party.
- Tom ve ben bir partide tanıştık.
- I haven't met any of Tom's brothers.
- Tom'un erkek kardeşlerinden hiç biri ile tanışmadım.
- I recently met them.
- Onlarla yeni tanıştım.
- Meeting boys is hard.
- Erkek çocuklarla tanışmak zordur.
- Tom first met Mary when he was thirteen years old.
- Tom, Mary ile ilk kez on üç yaşındayken tanıştı.
- And that's how I met your mother.
- Ve işte annenizle böyle tanıştım.
- I don't want to meet your parents.
- Ailenle tanışmak istemiyorum.
- I met him on my way here.
- Onunla buraya gelirken tanıştım.
- I've met Tom before.
- Tom'la daha önce tanışmıştım.
- Tom fell in love with Mary the moment he met her.
- Tom, Mary ile tanıştığı anda ona aşık oldu.
- Tom and Mary got married three weeks after they met.
- Tom ve Mary tanıştıktan üç hafta sonra evlendiler.
- When I had met her in Bucharest, Anca was a student.
- Onunla Bükreş'te tanıştığımda Anca öğrenciydi.
- I've never met anyone quite like Tom before.
- Daha önce Tom gibi biriyle hiç tanışmamıştım.
- Do you remember the day when you and I first met?
- Seninle ilk tanıştığımız günü hatırlıyor musun?
- I hope I have an opportunity to meet Tom when I'm in Boston.
- Umarım Boston'a gittiğimde Tom'la tanışma fırsatım olur.
- We've waited a long time to meet you.
- Seninle tanışmak için uzun bir zaman bekledik.
- That's why I need to meet Tom.
- Bu yüzden Tom'la tanışmalıyım.
- Tom Jackson is the man you met the other day.
- Tom Jackson geçen gün tanıştığınız adam.
- I met Mary.
- Mary ile tanıştım.
- We're about to meet them.
- Onlarla tanışmak üzereyiz.
- Come meet Tom.
- Gel Tom'la tanış.
- I love the girl I met yesterday.
- Dün tanıştığım kızı seviyorum.
- I'm starting to think I'm never going to meet Tom.
- Tom'la asla tanışmayacağımı düşünmeye başlıyorum.
- Tom and I met three years ago.
- Tom ve ben üç yıl önce tanıştık.
- I met Tom in the library yesterday.
- Tom'la dün kütüphanede tanıştım.
- Neither Tom nor Mary has met John.
- Ne Tom ne de Mary John'la tanıştı.
- You'll meet Tom tomorrow night.
- Yarın gece Tom'la tanışacaksın.
- How did you meet them?
- Onlarla nasıl tanıştın?
- Dan met Matt in prison.
- Dan, Matt ile hapishanede tanıştı.
- I don't think you've ever met Tom.
- Tom'la tanıştığını hiç sanmıyorum.
- Let's meet Tom.
- Tom'la tanışalım.
- Tom wanted to meet me.
- Tom benimle tanışmak istedi.
- We met in a chat room, around ten years ago.
- Yaklaşık on yıl önce bir sohbet odasında tanışmıştık.
- Having met him before, I recognized him at once.
- Onunla önceden tanışmış olduğum için onu hemen tanıdım.
- Before Tom met Mary, he drank heavily.
- Tom Mary ile tanışmadan önce, çok içerdi.
- The first time Mary met Tom, he came across as a guy who wouldn't stick his neck out for anyone.
- Mary Tom'la ilk tanıştığında, ona kimse için kendini tehlikeye atmayan bir adam gibi gelmişti.
- Have you met anyone yet?
- Henüz kimseyle tanışmadın mı?
- I can't meet her now.
- Onunla şimdi tanışamam.
- Before I met you, I never felt this way.
- Seninle tanışmadan önce hiç bu şekilde hissetmedim.
- Tom wants Mary to meet John.
- Tom, Mary'nin John'la tanışmasını istiyor.
- I can't forget the day I met him.
- Onunla tanıştığım günü unutamıyorum.
- You'll meet him tomorrow night.
- Yarın gece onunla tanışacaksın.
- He said that he had met her, which was a lie.
- Onunla tanıştığını söyledi, ki bu yalandı.
- You'll meet Tom.
- Tom'la tanışacaksın.
- Tom is looking forward to meeting you.
- Tom seninle tanışmak için sabırsızlanıyor.
- We met them yesterday.
- Onlarla dün tanıştık.
- I really wish I could've met Tom.
- Keşke Tom ile tanışabilseydim.
- Let's go and meet them.
- Gidip onlarla tanışalım.
- You were wearing a blue coat the day I first met you.
- Seninle ilk tanıştığım gün mavi bir palto giyiyordun.
- Sami met Layla for the first time.
- Sami, Layla ile ilk kez tanıştı.
- Tom invited Mary out just minutes after they met.
- Tom, tanışmalarından hemen birkaç dakika sonra Mary'yi gezmeye davet etti.
- I feel as if we have already met.
- Sanki daha önce tanışmışız gibi hissediyorum.
- Layla came to Egypt to meet Sami in person.
- Layla Mısır'a Sami ile şahsen tanışmak için geldi.
- I can't remember exactly how old I was when I first met Tom.
- Tom'la ilk tanıştığımda kaç yaşında olduğumu tam olarak hatırlayamıyorum.
- Tom and I want to meet you.
- Tom ve ben seninle tanışmak istiyoruz.
- I never actually met them.
- Aslında onlarla tanışmadım.
- I'd like to meet Tom someday.
- Bir gün Tom'la tanışmak istiyorum.
- When did you meet your wife?
- Karınla ne zaman tanıştın?
- Did I ever tell you about how I met Tom?
- Tom'la nasıl tanıştığımı hiç sana söyledim mi?
- I do not remember where I met Tom the first time.
- Tom'la ilk kez nerede tanıştığımı hatırlamıyorum.
- He was anxious to meet you.
- Seninle tanışmak için sabırsızlanıyordu.
- Notice the hands of the people you meet and you will be surprised to see how different and how interesting they are.
- Tanıştığınız insanların ellerine dikkat edin; ne kadar farklı ve ilginç olduklarını görünce şaşıracaksınız.
- I met a lot of nice people.
- Bir sürü iyi insanla tanıştım.
- Tom was thrilled to meet Mary.
- Tom, Mary ile tanıştığı için çok heyecanlıydı.
- I fell in love with you the first day we met.
- Tanıştığımız ilk gün sana aşık oldum.
- When did you first meet Tom?
- Tom'la ilk ne zaman tanıştınız?
- Tom doesn't want to meet me.
- Tom benimle tanışmak istemiyor.
- Sami met an imam from Egypt.
- Sami Mısır'dan bir imamla tanıştı.
- Tom, here's someone I want you to meet.
- Tom, burada tanışmanı istediğim biri var.
- Mary told me that she wants to meet my parents.
- Mary bana anne ve babamla tanışmak istediğini söyledi.
- It's so nice to finally meet you.
- Sonunda seninle tanışmak çok güzel.
- I've always wanted to meet them.
- Hep onlarla tanışmak istemişimdir.
- Can you remember the first time you met Tom?
- Tom'la ilk tanıştığınız zamanı hatırlıyor musunuz?
- I believe you've met them.
- Onlarla tanıştığına inanıyorum.
- She wanted to meet you.
- O seninle tanışmak istedi.
- We're here to meet him.
- Onunla tanışmak için buradayız.
- I've never met Tom, either.
- Ben de Tom'la hiç tanışmadım.
- I met him yesterday.
- Onunla dün tanıştım.
- I met some of Tom's friends yesterday.
- Dün Tom'un bazı arkadaşlarıyla tanıştım.
- You can meet Tom tonight.
- Tom'la bu gece tanışabilirsiniz.
- Tom and Mary met in the hospital cafeteria the day Mary's father died.
- Tom ve Mary, Mary'nin babasının öldüğü gün hastanenin kafeteryasında tanıştılar.
- I've met that girl before.
- O kızla daha önce tanışmıştım.
- I've never actually met him.
- Onunla hiç tanışmadım.
- We need to meet with him.
- Onunla tanışmalıyım.
- I want to meet you.
- Seninle tanışmak istiyorum.
- She first met him when they were students.
- Onunla ilk kez öğrenciyken tanışmış.
- Tom is the smartest boy I've ever met.
- Tom şimdiye kadar tanıştığım en zeki çocuk.
- I've never met a woman as stupid as you.
- Ben senin kadar aptal bir kadınla tanışmadım.
- Did you want to meet with Tom?
- Tom'la tanışmak istedin mi?
- Sami and Layla met for the first time in 2006.
- Sami ve Layla ilk kez 2006 yılında tanıştılar.
- How did you meet Tom?
- Tom'la nasıl tanıştın?
- I am glad I met you.
- Seninle tanıştığım için memnunum.
- Sami met Layla when he as sixteen years old.
- Sami, on altı yaşındayken Leyla ile tanıştı.
- Fadil met a charming girl named Dania.
- Fadıl, Dania adında çekici bir kızla tanıştı.
- I didn't meet anyone new at the party.
- Partide yeni biriyle tanışmadım.
- We met there yesterday.
- Biz dün orada tanıştık.
- Sami met women online.
- Sami kadınlarla internetten tanıştı.
- I assume you would like to meet Tom.
- Tom'la tanışmak istediğini varsayıyorum.
- Can you still remember when we first met?
- İlk ne zaman tanıştığımızı hatırlıyor musun?
- I met Tom who said he had just been to the store.
- Tom'la tanıştım, az önce dükkana gittiğini söyledi.
- I met Christine yesterday.
- Dün Christine'le tanıştım.
- She said that she had met him three months before.
- Onunla üç ay önce tanıştığını söyledi.
- I'm glad to finally meet you.
- Sonunda seninle tanıştığıma sevindim.
- Tom is coming here to meet you.
- Tom sizinle tanışmak için buraya geliyor.
- Tom was on vacation when he met Mary.
- Tom Mary ile tanıştığında tatildeydi.
- I met a man whose brother knows you.
- Erkek kardeşi seni tanıyan bir adamla tanıştım.
- I'd like you to meet João.
- Senin João ile tanışmanı istiyorum.
- I met Tom at a UFO conference.
- Ben Tom'la bir UFO konferansında tanıştım.
- I'll meet him.
- Onunla tanışacağım.
- I have never met a more sinful man.
- Daha hiç günahkâr bir adamla tanışmadım.
- You do not really understand a man till you have met him.
- Bir adamla tanışana kadar onu gerçekten anlamazsınız.
- How can we meet new people?
- Yeni insanlarla nasıl tanışabiliriz?
- We'll meet him there.
- Orada onunla tanışacağız.
- Even Tom was excited to meet Mary.
- Tom bile Mary ile tanışacağı için heyecanlıydı.
- Tom had to mind his P's and Q's when he met Mary's parents for the first time.
- Tom Mary'nin ebeveynleriyle ilk kez tanıştığında terbiyesini takınmak zorundaydı.
- Tom can't wait to meet you.
- Tom seninle tanışmak için sabırsızlanıyor.
- I am sure I met him somewhere, but I do not remember who he is.
- Onunla bir yerde tanıştığıma eminim ama kim olduğunu hatırlamıyorum.
- I haven't actually met Tom yet.
- Tom'la henüz tanışmadım.
- I met her by chance at a restaurant yesterday.
- Onunla dün bir restoranda tesadüfen tanıştım.
- I met her on my way here.
- Onunla buraya gelirken tanıştım.
- I really want to meet them.
- Gerçekten onlarla tanışmak istiyorum.
- When do you want to meet her?
- Onunla ne zaman tanışmak istiyorsun?
- The man you met at the station is my father.
- İstasyonda tanıştığınız adam benim babam.
- Tom wants to meet you.
- Tom seninle tanışmak istiyor.
- They met in high school.
- Onlar lisede tanıştılar.
- That's where Tom and I met.
- Tom ve benim tanıştığım yer bu.
- That's why I need to meet him.
- Bu yüzden onunla tanışmalıyım.
- Tom had never met Mary before that time.
- Tom o zamana kadar Mary ile hiç tanışmamıştı.
- I'm looking forward to meeting Tom.
- Tom'la tanışmayı iple çekiyorum.
- The question is whether Tom was planning to meet Mary or just met her by chance.
- Asıl soru, Tom'un Mary ile tanışmayı planladığı mı yoksa tesadüfen mi tanıştığıdır.
- I haven't had the honor of meeting him.
- Onunla tanışma şerefine nail olamadım.
- When was it that you first met her?
- Onunla ilk ne zaman tanıştınız?
- I thought Tom had met Mary before.
- Tom'un Mary ile daha önce tanıştığını düşündüm.
- I met Tom recently.
- Tom'la yeni tanıştım.
- I want him to meet you.
- Onun seninle tanışmasını istiyorum.
- We met last year in Boston.
- Geçen yıl Boston'da tanışmıştık.
- I wonder if Tom still remembers where we first met.
- Acaba Tom hala ilk tanıştığımız yeri hatırlıyor mudur?
- I'm very happy to meet you.
- Sizinle tanıştığıma çok sevindim.
- I met some nice people in Boston.
- Boston'da bazı hoş insanlarla tanıştım.
- I met him by pure chance.
- Onunla tamamen şans eseri tanıştım.
- I met Tom backstage.
- Tom'la sahne arkasında tanıştım.
- Where did you meet?
- Nerede tanıştınız?
- I've never met those people.
- Bu insanlarla hiç tanışmadım.
- I met an old student in London.
- Londra'da eski bir öğrencimle tanıştım.
- I met her in the winter of last year.
- Onunla geçen yılın kışında tanıştım.
- How did you first meet him?
- Onunla ilk olarak nasıl tanıştın?
- I really want to meet him.
- Onunla gerçekten tanışmak istiyorum.
- I've brought you here to meet Tom.
- Seni buraya Tom'la tanışman için getirdim.
- We've just met.
- Biz az önce tanıştık.
- I remember meeting that man before.
- O adamla daha önce tanıştığımı hatırlıyorum.
- My life hasn't been the same since I met Tom.
- Tom'la tanıştığımdan beri hayatım aynı değil.
- Tom denied having met Mary.
- Tom Mary ile tanıştığını inkar etti.
- I met your father just now.
- Az önce babanla tanıştım.
- I met Tom in Boston last year.
- Tom'la geçen yıl Boston'da tanıştım.
- The orphan met up with his two sisters when he was five years old.
- Yetim, iki kız kardeşiyle beş yaşındayken tanıştı.
- I met a friend there.
- Orada bir arkadaşımla tanıştım.
- He was anxious for his brother to meet you.
- Kardeşinin sizinle tanışması için sabırsızlanıyordu.
- She might have met him yesterday.
- Dün tanışmış olabilir.
- Tom met his life mate, Mary, at the age of twenty six.
- Tom, hayat arkadaşı Mary ile yirmi altı yaşında tanıştı.
- He met the girl on his way home yesterday.
- Dün eve giderken kızla tanıştı.
- I met again the girl who I had met in the park the other day.
- Geçen gün parkta tanıştığım kızla tekrar karşılaştım.
- I haven't met her yet.
- Henüz onunla tanışmadım.
- Tom says he hasn't met any of Mary children.
- Tom, Mary'nin çocuklarından hiçbiriyle tanışmadığını söylüyor.
- I'm on my way to meet them now.
- Şimdi onlarla tanışmak için geliyorum.
- She liked to party and meet boys.
- Partileri ve erkeklerle tanışmayı seviyordu.
- How did you first meet Tom?
- Tom'la ilk nasıl tanıştın?
- I've got to go meet them.
- Gidip onlarla tanışmalıyım.
- You can meet Tom tonight.
- Bu gece Tom'la tanışabilirsin.
- They were excited to meet Jamal.
- Jamal'la tanışacakları için heyecanlandılar.
- Where did you first meet him?
- Onunla ilk olarak nerede tanıştınız?
- I met someone yesterday who knows Tom.
- Dün Tom'u bilen biriyle tanıştım.
- I met them last night.
- Dün gece onlarla tanıştım.
- When was the first time you met her?
- Onunla ilk ne zaman tanıştınız?
- I met a new friend today.
- Bugün yeni bir arkadaşla tanıştım.
- I dreamed about the girl I met yesterday whose name I do not know.
- Dün tanıştığım ve adını bilmediğim kızı rüyamda gördüm.
- Do you remember the night when we first met?
- İlk tanıştığımız geceyi hatırlıyor musun?
- I have never met you in person.
- Sizinle bizzat tanışmadım.
- Where did you first meet Tom?
- Tom'la ilk nerede tanıştınız?
- Sami met Farid in jail.
- Sami, Farid'le hapishanede tanıştı.
- Have you met each other?
- Birbirinizle tanıştınız mı?
- I don't believe we've ever met.
- Daha önce tanıştığımıza inanmıyorum.
- Tom didn't want to meet you.
- Tom seninle tanışmak istemedi.
- She didn't know the information till she met him.
- Onunla tanışana kadar bu bilgiyi bilmiyordu.
- I met her in Boston last week.
- Geçen hafta Boston'da onunla tanıştım.
- They want to meet you.
- Seninle tanışmak istiyorlar.
- I never actually met her.
- Onunla hiç tanışmadım.
- I can't wait for you to meet my friends.
- Arkadaşlarımla tanışman için sabırsızlanıyorum.
- I am delighted to have met you today.
- Bugün seninle tanıştığıma çok memnun oldum.
- I met them only once.
- Onlarla sadece bir kez tanıştım.
- I met this guy in one of my college classes and we became friends.
- Bu adamla üniversite sınıflarımdan birinde tanıştım ve arkadaş olduk.
- I met him at church.
- Onunla kilisede tanıştım.
- Thank you for agreeing to meet me here.
- Burada benimle tanışmayı kabul ettiğin için teşekkür ederim.
- I can't remember when I first met Tom.
- Tom'la ilk ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum.
- Have you ever met Taninna at the library?
- Hiç kütüphanede Taninna ile tanıştın mı?
- I met him on the street by chance.
- Onunla sokakta, tesadüfen tanıştım.
- I met somebody yesterday who knows you.
- Dün seni tanıyan biriyle tanıştım.
- It looks like I'll finally get a chance to meet Tom.
- Sonunda Tom'la tanışmak için bir fırsatım olacak gibi görünüyor.
- I never actually met them.
- Onlarla hiç tanışmadım.
- I don't know if you remember me, but we met a couple of years ago in Boston.
- Beni hatırlıyor musun bilmiyorum ama birkaç yıl önce Boston'da tanışmıştık.
- Have you met Tom's new girlfriend?
- Tom'un yeni kız arkadaşıyla tanıştın mı?
Show More (1005)
|
2 |
meet |
buluşmak |
v. |
|
- Let's meet at the coffee shop at noon.
- Öğlen kafede buluşalım.
- Our eyes met across the room.
- Gözlerimiz odanın diğer ucunda buluştu.
- We meet once a week to discuss the group project.
- Grup projesini tartışmak için haftada bir buluşuyoruz.
- He went with a friend to meet a supposed gay man.
- Bir arkadaşıyla birlikte sözde eşcinsel bir adamla buluşmaya gitmiş.
- Milan meets Malmö, if you like.
- Milano Malmö ile buluşuyor, istediğin buysa.
- Looking around we could have met in the bar.
- Etrafımıza bakıyorum da, barda da buluşabilirmişiz.
- Davos, where the elite were to meet, against Porto Alegre, where popular opinion would meet.
- Seçkinlerin buluşacağı Davos'a karşı halkın görüşünün alınacağı Porto Alegre.
- He will say he has met us most of the way.
- Yolun çoğunda bizimle buluştuğunu söyleyecektir.
- This is in contrast to those who would like to meet in Brussels.
- Bu, Brüksel'de buluşmak isteyenlerin aksine bir durumdur.
- We met at the protocol entrance and it is bitterly cold outside this morning.
- Protokol girişinde buluştuk ve bu sabah dışarısı çok soğuk.
- More people are meeting across the line of demarcation, which was formerly hermetically sealed.
- Daha önce hava geçirmez bir şekilde kapatılmış olan sınır hattında artık daha fazla insan buluşuyor.
- We met at the protocol entrance and it is bitterly cold outside this morning.
- Protokol girişinde buluştuk ve bu sabah dışarısı çok soğuktu.
- That shows that we are meeting your people and their interests halfway!
- Bu, halkınızla ve onların çıkarlarıyla yarı yolda buluştuğumuzu gösteriyor!
- He went with a friend to meet a supposed gay man.
- Bir arkadaşıyla sözde eşcinsel bir adamla buluşmaya gitmiş.
- That shows that we are meeting your people and their interests halfway!
- Bu, halkınızla ve onların çıkarlarıyla yarı yolda buluştuğumuzu gösterir!
- Milan meets Malmö, if you like.
- Milan, Malmö ile buluşuyor, eğer isterseniz.
- The northern and eastern dimensions meet in the Baltic Sea area.
- Kuzey ve doğu boyutları Baltık Denizi bölgesinde buluşmaktadır.
- If there is another side, I will meet you there.
- Eğer öteki taraf varsa, sizinle orada buluşacağım.
- I bought some nice clothes to meet all your lovely friends in.
- Tüm sevimli arkadaşlarınla buluşmak için şık giysiler aldım.
- Each night friends and relatives meet in a different house to break the fast.
- Her gece dostlar ve akrabalar farklı bir evde iftar için buluşurlar.
- Each night friends and relatives meet in a different house to break the fast.
- Arkadaşlarım ve akrabalarım her gece farklı bir evde buluşup iftar yapacaklar.
- I bought some nice clothes to meet all your lovely friends in.
- Güzel arkadaşlarınla buluşmak için şık kıyafetler aldım.
- Two weeks later, we met for a coffee downtown.
- İki hafta sonra, şehir merkezinde kahve içmek için buluştuk.
- If there is another side, I will meet you there.
- Eğer öbür dünya varsa seninle orada buluşuruz.
- If there is another side, I will meet you there.
- Başka bir taraf varsa seninle orada buluşuruz.
- I will meet him at the bus stop.
- Ben onunla otobüs durağında buluşacağım.
- We'll meet at the usual place.
- Biz her zamanki yerde buluşacağız.
- Tom will be meeting me here today.
- Tom bugün benimle burada buluşacak.
- Tom and Mary met for lunch.
- Tom ve Mary öğle yemeği için buluştular.
- The Cabinet is meeting today to discuss the crisis.
- Kabine krizi görüşmek üzere bugün buluşuyor.
- Tom promised to meet me last night, but he never showed up.
- Tom dün gece benimle buluşacağına söz verdi ama gelmedi.
- Tom and Mary were supposed to meet us here.
- Tom ve Mary'nin bizimle burada buluşması gerekiyordu.
- Where would you like me to meet you?
- Sizinle nerede buluşmamı istersiniz?
- Tom and Mary met for lunch.
- Tom ve Mary öğle yemeği için buluştu.
- She said that she had met him three months before.
- Onunla üç ay önce buluştuğunu söyledi.
- Sami and Layla have to meet.
- Sami ve Layla buluşmalı.
- I'm meeting them in an hour.
- Onlarla bir saat içinde buluşacağım.
- We'll meet him.
- Onunla buluşacağız.
- We'll meet at my house.
- Benim evimde buluşacağız.
- We'll meet you later.
- Seninle sonra buluşacağız.
- I'm meeting him in an hour.
- Bir saat içinde onunla buluşuyorum.
- What time shall we meet tomorrow?
- Yarın ne zaman buluşalım?
- I'll meet him downstairs.
- Onunla aşağıda buluşacağım.
- I never got to meet Tom.
- Hiç Tom'la buluşmadım.
- Someone will be meeting you.
- Birisi sizinle buluşacak.
- Let's meet in front of the station.
- İstasyonun önünde buluşalım.
- Tom and I meet every week.
- Tom ve ben her hafta buluşuruz.
- We'll meet next time at ten o'clock, June the first, next year.
- Gelecek yıl 1 Haziran'da saat 10'da buluşuruz.
- We'll meet at the usual place.
- Her zamanki yerde buluşacağız.
- Tom is meeting with Mary.
- Tom Mary ile buluşuyor.
- How about we meet tomorrow?
- Yarın buluşmaya ne dersin?
- Let's meet after work.
- İşten sonra buluşalım.
- Let's meet at my office.
- Ofisimde buluşalım.
- I'm meeting Tom for lunch at Chuck's Bar and Grill.
- Tom'la öğle yemeği için Chuck's Bar and Grill'de buluşuyorum.
- Where should we meet?
- Nerede buluşalım?
- I'm meeting him next Monday.
- Onunla gelecek pazartesi buluşacağım.
- I'll meet Tom next Monday.
- Gelecek pazartesi Tom'la buluşacağım.
- They meet once a week.
- Haftada bir kez buluşuyorlar.
- Tom met Mary there.
- Tom Mary ile orada buluştu.
- Tom met Mary for breakfast.
- Tom kahvaltı için Mary ile buluştu.
- We were supposed to meet in front of the library.
- Kütüphanenin önünde buluşacaktık.
- I'll meet you there in five minutes.
- Beş dakika içinde orada buluşalım.
- Tom is meeting with Mary right now.
- Tom şu anda Mary ile buluşuyor.
- Do you still want us to meet?
- Hala buluşmamızı istiyor musun?
- No sooner had he met his family than he burst into tears.
- Ailesiyle buluşur buluşmaz gözyaşlarına boğuldu.
- Tom is supposed to meet me here.
- Tom'un benimle burada buluşması gerekiyordu.
- I'll meet Tom in Boston.
- Tom'la Boston'da buluşacağım.
- Are you going to meet Tom tonight?
- Bu gece Tom'la buluşacak mısın?
- Can you meet me in the auditorium?
- Benimle oditoryumda buluşabilir misin?
- Tom and Mary decided to meet there again the following week.
- Tom ve Mary, ertesi hafta yine orada buluşmak için karar verdi.
- You should meet Tom.
- Tom'la buluşmalısınız.
- Why don't you go meet them?
- Neden onlarla buluşmaya gitmiyorsun?
- I'm going to meet Tom.
- Tom'la buluşacağım.
- We'll meet him at the gate.
- Onunla kapıda buluşacağız.
- I'll meet with him.
- Onunla buluşacağım.
- I'm on my way to meet Tom at the station right now.
- Tom'la karakolda buluşmaya gidiyorum.
- I'm not sure why Tom didn't want to meet Mary.
- Tom'un neden Mary ile buluşmak istemediğinden emin değilim.
- I have to go meet Tom at the mall.
- Tom'la alışveriş merkezinde buluşmalıyım.
- Sami wanted to meet his biological mother.
- Sami biyolojik annesiyle buluşmak istedi.
- I'll meet with him tonight.
- Bu gece onunla buluşacağım.
- I met your friend.
- Ben senin arkadaşınla buluştum.
- I met Tom after work.
- İşten sonra Tom'la buluştum.
- I'm going to meet a certain student.
- Bir öğrenciyle buluşacağım.
- We'll meet again in three hours.
- Biz üç saat içinde tekrar buluşacağız.
- Have you told Tom where to meet us?
- Tom'a bizimle nerede buluşacağını söyledin mi?
- We're going to meet Tom tonight.
- Bu gece Tom'la buluşacağız.
- Let's meet at the hospital.
- Hastanede buluşalım.
- I told Tom to meet me here.
- Tom'a benimle burada buluşmasını söyledim.
- Let's meet at five.
- Saat beşte buluşalım.
- I'm meeting them for breakfast.
- Sabah kahvaltısı için onlarla buluşuyorum.
- I'll meet them in Boston.
- Onlarla Boston'da buluşacağım.
- Tom went to Chuck's Diner to meet Mary.
- Tom, Mary ile buluşmak için Chuck's Diner'a gitti.
- Meet me in an hour.
- Bir saat sonra buluşalım.
- I met him for dinner.
- Akşam yemeği için onunla buluştum.
- I occasionally meet him at the club.
- Ara sıra kulüpte buluşuyoruz.
- I'm meeting her for dinner.
- Onunla akşam yemeğinde buluşacağım.
- We met in Boston.
- Biz Boston'da buluştuk.
- I met Tom at the airport.
- Tom'la havaalanında buluştum.
- I'll meet you later.
- Seninle sonra buluşuruz.
- I told you to meet me here.
- Sana burada buluşalım demiştim.
- This is the unforgettable place where we met each other for the first time.
- Burası birbirimizle ilk kez buluştuğumuz unutulmaz yer.
- I'm meeting Tom downstairs in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde alt katta Tom'la buluşacağım.
- I told him to meet me here.
- Ona benimle burada buluşmasını söyledim.
- He told me to meet him at his house.
- Bana evinde onunla buluşmamı söyledi.
- We'll meet her there.
- Onunla orada buluşacağız.
- They first met on a summer afternoon.
- Bir yaz öğleden sonrasında ilk defa buluştular.
- Where can I meet him?
- Onunla nerede buluşabilirim?
- I'll meet to you at eight.
- Sekizde seninle buluşacağım.
- We'll meet her at the gate.
- Onunla kapıda buluşacağız.
- I thought Tom would meet Mary.
- Tom'un Mary'yle buluşacağını düşündüm.
- You can meet Tom there.
- Tom ile orada buluşabilirsiniz.
- I met her here.
- Onunla burada buluştum.
- I met Tom in the library on Monday.
- Pazartesi günü kütüphanede Tom'la buluştum.
- I won't be able to meet you tomorrow because something unexpected has come up.
- Yarın seninle buluşamayacağım çünkü beklenmedik bir şey çıktı.
- We've met on occasion.
- Ara sıra buluştuk.
- When will we meet?
- Ne zaman buluşacağız?
- Tell Tom I'd like to meet with him immediately.
- Tom'a hemen onunla buluşmak istediğimi söyle.
- I'm supposed to meet Tom here in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde Tom'la burada buluşmam gerekiyor.
- Where did you two meet?
- Siz ikiniz nerede buluştunuz?
- We just met yesterday.
- Biz sadece dün buluştuk.
- Where can we meet?
- Nerede buluşabiliriz?
- Tom knew who Mary was going to meet.
- Tom, Mary'nin kiminle buluşacağını biliyordu.
- I can't meet you on Monday.
- Pazartesi günü seninle buluşamam.
- We meet once a month.
- Ayda bir kez buluşuyoruz.
- I'll meet Tom downstairs.
- Tom'la aşağıda buluşacağım.
- You're supposed to meet Tom in front of his hotel in about an hour.
- Tom'la bir saat içinde otelinin önünde buluşman gerekiyor.
- Our group meets in the basement of our church every Monday evening.
- Grubumuz her pazartesi akşamı kilisemizin bodrumunda buluşur.
- I'm meeting someone later.
- Daha sonra biriyle buluşacağım.
- Where are we meeting?
- Nerede buluşuyoruz?
- Let's meet for a drink.
- Bir şeyler içmek için buluşalım.
- Where can I meet you?
- Seninle nerede buluşabilirim?
- I'm meeting them in ten minutes.
- On dakika sonra onlarla buluşacağım.
- We're meeting Tom in three hours.
- Üç saat içinde Tom'la buluşacağız.
- Tom made an appointment to meet Mary the following day.
- Tom ertesi gün Mary ile buluşmak için randevu aldı.
- I'll meet Tom.
- Tom'la buluşacağım.
- I'm meeting her in an hour.
- Bir saat içinde onunla buluşuyorum.
- Do you want to meet tomorrow?
- Yarın buluşmak ister misin?
- I met them for dinner.
- Akşam yemeği için onlarla buluştum.
- This a popular place for young people to meet each other and hang out.
- Bu, gençlerin birbirleriyle buluşmaları ve takılmaları için popüler bir yerdir.
- I'll meet you in the baggage claims area.
- Bagaj teslim alanında seninle buluşurum.
- I met her late in the evening.
- Onunla akşam geç saatte buluştum.
- We'll meet again in the future.
- İleride tekrar buluşacağız.
- This evening we can meet in the cocktail lounge of the hotel.
- Bu akşam otelin kokteyl salonunda buluşabiliriz.
- I have never met Maria.
- Ben Maria'yla hiç buluşmadım.
- We're about to meet him.
- Onunla buluşmak üzereyiz.
- We've got a couple of hours to kill before we meet Tom.
- Tom'la buluşmadan önce birkaç saatimiz var.
- Mary met Tom here.
- Mary Tom'la burada buluştu.
- I look forward to meeting him.
- Onunla buluşmayı sabırsızlıkla bekliyorum.
- Tom meets Mary in the school library two or three times a week.
- Tom haftada iki ya da üç kez Mary ile okul kütüphanesinde buluşuyor.
- They agreed to meet again the next morning.
- Ertesi sabah tekrar buluşmak üzere anlaştılar.
- Tell Tom to meet us at the subway station.
- Tom'a bizimle metro istasyonunda buluşmasını söyle.
- You should meet Tom.
- Tom'la buluşmalısın.
- Did Tom tell Mary where she was supposed to meet us?
- Tom Mary'ye bizimle nerede buluşacağını söyledi mi?
- Sami drove to Cairo to meet Layla.
- Sami, Leyla ile buluşmak için araçla Kahire'ye gitti.
- Let's meet him at the station.
- Onunla istasyonda buluşalım.
- Why don't you meet me out front in a few minutes?
- Neden birkaç dakika sonra ön tarafta buluşmuyoruz?
- Do you want to meet somewhere later?
- Daha sonra bir yerde buluşmak ister misin?
- He meets his girlfriend on Saturdays.
- Cumartesi günleri kız arkadaşıyla buluşuyor.
- Tom wants to meet Mary again.
- Tom, Mary'yle tekrar buluşmak istiyor.
- You'll have to go to Boston to meet Tom next week.
- Gelecek hafta Tom'la buluşmak için Boston'a gitmek zorunda kalacaksın.
- I'm meeting Tom for dinner.
- Akşam yemeği için Tom'la buluşacağım.
- Our eyes should meet when we shake hands.
- El sıkışırken gözlerimiz buluşmalı.
- We could meet at my house for once.
- Bir kereliğine benim evimde buluşabiliriz.
- Tom is going to meet Mary at the airport.
- Tom, Mary ile havaalanında buluşacak.
- I met Tom for lunch.
- Tom'la öğle yemeği için buluştum.
- The father and son met after a long separation.
- Baba ve oğul uzun bir ayrılıktan sonra buluştu.
- I'll meet you right after school.
- Okuldan hemen sonra seninle buluşacağım.
- We'll meet again.
- Biz tekrar buluşacağız.
- Tom promised to meet Mary at the usual time and the usual place.
- Tom, Mary ile her zamanki saatte ve her zamanki yerde buluşacağına söz verdi.
- Ah, when will they meet again?
- Ah, bir daha ne zaman buluşacaklar?
- Let's meet for a chat.
- Konuşmak için buluşalım.
- What time tomorrow do you want to meet?
- Yarın saat kaçta buluşmak istersin?
- Where can we meet you?
- Sizinle nerede buluşabiliriz?
- I've told Tom where to meet us.
- Tom'a bizimle nerede buluşacağını söyledim.
- Tom had a chance to meet Mary in Boston.
- Tom'un Boston'da Mary ile buluşma fırsatı vardı.
- Tom wasn't sure who he was supposed to meet.
- Tom kiminle buluşması gerektiğinden emin değildi.
- He came to meet me yesterday afternoon.
- Dün öğleden sonra benimle buluşmaya geldi.
- I'll meet you where we always meet.
- Seninle her zaman buluştuğumuz yerde buluşacağım.
- I met him once.
- Onunla bir kez buluştum.
- You should meet Tom.
- Tom'la buluşman gerekir.
- The leaders of seven industrial democracies will meet in Okinawa in 2000.
- Yedi endüstriyel demokrasinin liderleri 2000 yılında Okinawa'da buluşacak.
- Tom met Mary at school.
- Tom okulda Mary'yle buluştu.
- I met Tom for a few drinks after work.
- İşten sonra birkaç içki için Tom'la buluştum.
- I am to meet him at ten.
- Onunla saat 10'da buluşacağım.
- What time are you meeting Tom?
- Tom'la ne zaman buluşacaksın?
- Tom and Mary met to discuss what happened.
- Tom ve Mary ne olduğunu görüşmek için buluştular.
- I'll meet you at my office.
- Ofisimde buluşuruz.
- I am meeting my mother at the station at 4 o'clock.
- Saat 4'te annemle istasyonda buluşacağım.
- They would never meet again.
- Bir daha asla buluşmayacaklardı.
- When did she promise to meet him?
- Onunla ne zaman buluşmaya söz verdi?
- Tom told me to meet him at his house.
- Tom onunla evinde buluşmamı söyledi.
- I'll meet you there in one hour.
- Bir saat içinde orada buluşuruz.
- You're supposed to meet Tom at the club.
- Tom'la kulüpte buluşman gerekiyordu.
- I've got to meet Tom.
- Tom'la buluşmalıyım.
- Tom promised Mary that he'd meet her after school.
- Tom, Mary'ye okuldan sonra buluşacaklarına dair söz verdi.
- You'll meet them.
- Onlarla buluşacaksın.
- Tom and I'll meet again next week.
- Tom ve ben gelecek hafta tekrar buluşacağız.
- We're meeting Tom in three hours.
- Biz üç saat içinde Tom'la buluşacağız.
- I'm meeting him for dinner.
- Akşam yemeği için onunla buluşuyorum.
- Their eyes met for a brief moment.
- Gözleri kısa bir an için buluştu.
- I'll meet Tom in the library.
- Kütüphanede Tom'la buluşacağım.
- I'll meet Tom some other time.
- Tom'la başka bir zaman buluşurum.
- Tom snuck out to meet Mary.
- Tom, Mary ile buluşmak için gizlice dışarı çıktı.
- Dan met Linda outside.
- Dan, Linda ile dışarıda buluştu.
- Tom came to meet me yesterday afternoon.
- Tom dün öğleden sonra benimle buluşmaya geldi.
- I'm meeting Tom next Monday.
- Önümüzdeki pazartesi Tom'la buluşuyorum.
- We'll meet in three hours.
- Üç saat içinde buluşacağız.
- I'm going to meet Tom there.
- Tom'la orada buluşacağım.
- Tom met Mary for breakfast.
- Tom sabah kahvaltısı için Mary ile buluştu.
- I am to meet him at five at the station.
- Onunla saat beşte istasyonda buluşacağım.
- We'll meet Tom tomorrow.
- Yarın Tom'la buluşacağız.
- We are to meet in front of his house.
- Onun evinin önünde buluşacağız.
- You'll meet him tomorrow.
- Onunla yarın buluşacaksın.
- I met an old student of mine in London.
- Londra'da eski bir öğrencimle buluştum.
- What time are you meeting me?
- Benimle ne zaman buluşacaksın?
- Tom and Mary met on the terrace of a cafe.
- Tom ve Mary bir kafenin terasında buluştular.
- We'll meet in the theater.
- Biz tiyatroda buluşacağız.
- We'll meet when you are back!
- Sen geri döndüğünde buluşacağız!
- I will see to it that you meet her at the party.
- Onunla partide buluşmanı sağlayacağım.
- I'll go meet her soon.
- Yakında onunla buluşacağım.
- We'll meet you there.
- Orada buluşuruz.
- I can't meet you tomorrow.
- Yarın seninle buluşamam.
- Let's meet on Tuesday.
- Salı günü buluşalım.
- We met her here.
- Onunla burada buluştuk.
- We are to meet in front of his house.
- Evinin önünde buluşacağız.
- I'm going to meet a customer in his office today.
- Bugün bir müşteriyle onun ofisinde buluşacağım.
- We're dying to meet them.
- Onlarla buluşmak için ölüyoruz.
- I went to the airport to meet my father.
- Babamla buluşmak için havaalanına gittim.
- I'll meet them at six.
- Altıda onlarla buluşacağım.
- I'll be meeting him today at 6 o'clock this evening.
- Bugün akşam saat 6'da onunla buluşacağım.
- We met for lunch at Chuck's Bar and Grill.
- Öğle yemeği için Chuck's Bar and Grill'de buluştuk.
- Let's meet for a drink.
- Bir içki için buluşalım.
- We'll meet Tom.
- Tom'la buluşacağız.
- Those who want to meet, will meet.
- Buluşmak isteyenler buluşur.
- Why don't we meet there?
- Neden orada buluşmuyoruz?
- I am supposed to meet him at four.
- Saat dörtte onunla buluşmam gerekiyor.
- You'll have to go to Boston to meet Tom next week.
- Gelecek hafta Tom'la buluşmak için Boston'a gitmen gerekecek.
- We'll meet some time soon.
- Yakında bir ara buluşuruz.
- He ran off to meet his teacher.
- Öğretmeniyle buluşmak için kaçtı.
- Tell Tom to meet me here right away.
- Tom'a hemen burada benimle buluşmasını söyle.
- We'll meet Tom later.
- Tom'la sonra buluşuruz.
- I'll meet him at the library.
- Onunla kütüphanede buluşacağım.
- I'll meet you Monday night.
- Pazartesi akşamı buluşuruz.
- We'll meet again in October.
- Ekim'de tekrar buluşacağız.
- I'll meet him downstairs.
- Onunla alt katta buluşacağım.
- Tom said to meet him at the little restaurant across from the post office.
- Tom postanenin karşısındaki küçük bir restoranda onunla buluşacağını söyledi.
- I'll meet her there.
- Onunla orada buluşacağım.
- We met at two in the afternoon.
- Öğleden sonra ikide buluştuk.
- I met the usual people at the usual place.
- Her zamanki yerde her zamanki insanlarla buluştum.
- I think you should meet Tom in Boston.
- Bence Tom'la Boston'da buluşmalısın.
- The Sorbonne students meet in the cafés.
- Sorbonne öğrencileri kafelerde buluşur.
- I have to go meet Tom at the mall.
- Alışveriş merkezinde Tom'la buluşmaya gitmeliyim.
- I'm supposed to meet Tom.
- Tom'la buluşmam gerekiyor.
- I'll meet her.
- Onunla buluşacağım.
- I'm meeting Tom for lunch.
- Öğle yemeği için Tom'la buluşacağım.
- He told me to meet him at his house.
- Onunla evinde buluşmamı söyledi.
- Where should we meet tomorrow?
- Yarın nerede buluşalım?
- You forgot to tell Tom where to meet us, didn't you?
- Tom'a bizimle nerede buluşacağını söylemeyi unuttun, değil mi?
- We met last Thursday.
- Geçen perşembe buluştuk.
- I meet him sometimes in the club.
- Onunla bazen kulüpte buluşuyoruz.
- I met a young man whose name was Tom.
- Adı Tom olan genç bir adamla buluştum.
- We met them here.
- Onlarla burada buluştuk.
- Tom met Mary in the cafe.
- Tom, Mary ile kafede buluştu.
- We'll meet Tom there.
- Tom'la orada buluşuruz.
- Let's meet in front of the main entrance at two-thirty.
- Saat iki buçukta ana girişin önünde buluşalım.
- I'll meet her downstairs.
- Onunla alt katta buluşacağım.
- We met under a lonely tree.
- Yalnız bir ağacın altında buluştuk.
- I can't meet you now.
- Şimdi seninle buluşamam.
- I've asked Tom to go to the bus stop to meet Mary.
- Tom'dan Mary ile buluşmak için otobüs durağına gitmesini istedim.
- Let's meet somewhere near the station.
- İstasyonun yakınında bir yerde buluşalım.
- Where do you want to meet?
- Nerede buluşmak istiyorsunuz?
- When and where can you meet her?
- Onunla ne zaman ve nerede buluşabilirsin?
- I meet him at the club.
- Onunla kulüpte buluşurum.
- Did Tom say where we should meet him?
- Tom onunla nerede buluşacağımızı söyledi mi?
- I'll meet you back at the hotel.
- Seninle otelde buluşuruz.
- I'll meet you there in an hour.
- Bir saat içinde orada buluşacağız.
- I'll meet them at six.
- Onlarla saat altıda buluşacağım.
- In the evening he met Minda in the park.
- Akşam Minda ile parkta buluştu.
- If you are interested, let us meet again tomorrow.
- İlgiliyseniz, yarın tekrar buluşalım.
- He told me to meet him at the restaurant.
- Onunla restoranda buluşmamı söyledi.
- I met them in Australia.
- Onlarla Avustralya'da buluştum.
- You can meet Tom tonight.
- Tom ile bu gece buluşabilirsiniz.
- How would you like to meet Tom?
- Tom'la buluşmaya ne dersin?
- Tom said he didn't know when he was supposed to meet Mary at the airport.
- Tom, Mary ile havaalanında ne zaman buluşacağını bilmediğini söyledi.
- I meet Tom once every three months.
- Tom'la üç ayda bir buluşuruz.
- Tom and I meet every week.
- Tom'la her hafta buluşuyoruz.
- Mayuko came running to meet us.
- Mayuko bizimle buluşmak için koşarak geldi.
- I have to go meet with them.
- Gidip onlarla buluşmalıyım.
- I'll be meeting Tom in Boston early next week.
- Gelecek hafta başında Tom'la Boston'da buluşuyor olurum.
- Can we meet somewhere?
- Bir yerde buluşabilir miyiz?
- Tom is eager to meet Mary again.
- Tom Mary ile yeniden buluşmak için istekli.
- I'll meet her downstairs.
- Onunla aşağıda buluşacağım.
- We're about to meet them.
- Onlarla buluşmak üzereyiz.
- Tom told me to meet him in front of the theater.
- Tom onunla tiyatronun önünde buluşmamı söyledi.
- He promised to meet him at the coffee shop.
- Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
- Onunla kafede buluşacağına söz verdi.
- I'm meeting a friend after school.
- Okuldan sonra bir arkadaşım ile buluşacağım.
- I think I want to meet Tom.
- Sanırım Tom'la buluşmak istiyorum.
- Tell Tom to meet us at the station.
- Tom'a bizimle karakolda buluşmasını söyle.
- Tom has asked Mary to meet him at his office tomorrow.
- Tom, Mary'den yarın ofisinde onunla buluşmasını istedi.
- I'll meet you tomorrow.
- Yarın seninle buluşacağım.
- Tom is going to meet Mary somewhere in Boston.
- Tom Boston'da bir yerde Mary ile buluşacak.
- We're prepared to meet to discuss your terms.
- Şartlarınızı görüşmek için buluşmaya hazırız.
- I met him in Australia.
- Onunla Avustralya'da buluştum.
- We'll meet him there.
- Onunla orada buluşacağız.
- I'm dying to meet them.
- Onunla buluşmak için ölüyorum.
- Where can I meet them?
- Onlarla nerede buluşabilirim?
- I can't meet you.
- Seninle buluşamam.
- What time do you want to meet tomorrow?
- Yarın saat kaçta buluşmak istersin?
- Where did you meet?
- Nerede buluştunuz?
- I met them.
- Onlarla buluştum.
- I'll meet them at six.
- Onlarla altıda buluşacağım.
- I met them after work.
- İşten sonra onlarla buluştum.
- We're about to meet her.
- Onunla buluşmak üzereyiz.
- You can meet him tonight.
- Bu gece onunla buluşabilirsin.
- Tom and Mary meet in downtown Boston once a month.
- Tom ve Mary ayda bir kez Boston şehir merkezinde buluşurlar.
- We meet every Monday night.
- Her pazartesi gecesi buluşuruz.
- I want you to meet him in order to hear his opinion.
- Fikrini duymak için onunla buluşmanı istiyorum.
- They decided to meet there again after twenty years.
- Onlar yirmi yıldan sonra tekrar orada buluşmaya karar verdi.
- Let's meet here again tomorrow.
- Yarın tekrar burada buluşalım.
- I'll meet you where we always meet.
- Seni her zaman buluştuğumuz yerde karşılayacağım.
- I'm sorry that I can't meet you tonight.
- Bu akşam seninle buluşamayacağım için üzgünüm.
- We're going to meet tomorrow.
- Yarın buluşacağız.
- We'll meet at three o'clock in the afternoon.
- Öğlen saat üçte buluşacağız.
- I'm looking forward to meeting Tom again.
- Tom'la yine buluşmayı sabırsızlıkla bekliyorum.
- I met my friends last Wednesday morning.
- Geçen çarşamba sabahı arkadaşlarımla buluştum.
- Let's meet at one o'clock.
- Saat birde buluşalım.
- On Friday evenings, a group of us with spouses working overseas meet at Chuck's Bar and Grill.
- Cuma akşamları, eşleri yurtdışında çalışan bir grup arkadaşımız Chuck's Bar and Grill'de buluşuyoruz.
- For the time being we two had better not meet too often.
- Şimdilik biz ikimiz çok sık buluşmasak iyi olur.
- We met at summer camp.
- Yaz kampında buluştuk.
- Sami met Layla for lunch.
- Sami öğle yemeği için Layla ile buluştu.
- I've told you where to meet us.
- Bizimle nerede buluşacağını söyledim.
- I'll meet you up there.
- Seninle orada buluşuruz.
- Tom went down to the lobby to meet Mary.
- Tom, Mary ile buluşmak için lobiye indi.
- Tom said to meet him at the little restaurant across from the post office.
- Tom onunla postanenin karşısındaki küçük restoranda buluşmasını söyledi.
- Tom told me to meet him at his house.
- Tom bana onunla onun evinde buluşmamı söyledi.
- Whenever they meet, they quarrel.
- Ne zaman buluşsalar kavga ediyorlar.
- I want you to meet him in order to hear his opinion.
- Onun fikrini duymak için onunla buluşmanı istiyorum.
- I don't know why Tom wants me to meet him in the park.
- Tom'un neden onunla parkta buluşmamı istediğini bilmiyorum.
- When did you meet them?
- Onlarla ne zaman buluştun?
- Never did I dream of meeting you here.
- Burada seninle buluşmayı asla hayal etmedim.
- I'll meet you later.
- Ben seninle sonra buluşacağım.
- Tom may have met Mary yesterday.
- Tom dün Mary ile buluşmuş olabilir.
- Tom and I will meet you there.
- Tom ve ben seninle orada buluşacağız.
- Tom and I'll meet again next week.
- Tom ve ben önümüzdeki hafta tekrar buluşacağız.
- Tom met Mary for brunch.
- Tom, Mary ile brunch için buluştu.
- What time are you meeting us?
- Bizimle ne zaman buluşacaksın?
- The other day I met Meg in Kyoto.
- Geçen gün Kyoto'da Meg'le buluştum.
- She promised that she would meet him after school.
- Okuldan sonra onunla buluşacağına söz verdi.
- I'll meet you there in five minutes.
- Beş dakika içinde seninle orada buluşacağım.
- Are you going to meet Jane tonight?
- Bu gece Jane'le buluşacak mısın?
- I finally met them today.
- Nihayet bugün onlarla buluştum.
- Tom and Mary never met again.
- Tom ve Mary bir daha hiç buluşmadılar.
- I look forward to meeting them.
- Onlarla buluşmayı sabırsızlıkla bekliyorum.
- Tom and Mary agreed to meet in the lobby.
- Tom ve Mary lobide buluşmaya karar verdiler.
- Tom is going to meet you tomorrow morning.
- Tom yarın sabah seninle buluşacak.
- Where can I meet Tom?
- Tom ile nerede buluşabilirim?
- I'll meet Tom there.
- Tom ile orada buluşacağım.
- I met them at a party.
- Onlarla bir partide buluştum.
- I'm going to meet her there.
- Onunla orada buluşacağım.
- It was in Boston that Tom met Mary.
- Tom Boston'da Mary ile buluştu.
- I'm going to meet my brother's girlfriend tonight.
- Bu gece kardeşimin sevgilisiyle buluşacağım.
- Shall we meet at the library?
- Kütüphanede buluşalım mı?
- I thought you said someone was going to meet us.
- Birinin bizimle buluşacağını söylediğini sanmıştım.
- You can meet Tom tonight.
- Tom'la bu gece buluşabilirsin.
- I want you to meet someone.
- Biriyle buluşmanı istiyorum.
- That was the night I first met Tom.
- O gece Tom'la ilk buluştuğum geceydi.
- I met Tom at a club.
- Tom ile bir kulüpte buluştum.
- I can't meet her now.
- Şimdi onunla buluşamam.
- I met Tom this January.
- Tom'la bu Ocak ayında buluştum.
- Where shall we meet?
- Biz nerede buluşalım?
- I'll meet Tom there.
- Tom'la orada buluşacağım.
- I asked Tom to meet me at the train station.
- Tom'dan benimle tren istasyonunda buluşmasını istedim.
- Let's meet in front of the station.
- Karakolun önünde buluşalım.
- You need to meet with him.
- Onunla buluşmalısın.
- Where will we meet?
- Biz nerede buluşacağız?
- I was supposed to meet Tom here.
- Tom'la burada buluşmam gerekiyordu.
- Thanks for meeting me here.
- Benimle burada buluştuğun için teşekkürler.
- We are to meet at noon.
- Biz öğleyin buluşacağız.
- Ah, when will they meet again?
- Ah, onlar ne zaman tekrar buluşacak?
- I want to ask Tom to meet us at the bank today.
- Tom'a bugün bizimle bankada buluşmasını söylemek istiyorum.
- I sometimes meet her at the beauty salon.
- Bazen onunla güzellik salonunda buluşuyorum.
- Would you like to meet tomorrow?
- Yarın buluşmak ister misiniz?
- You can meet her tonight.
- Bu gece onunla buluşabilirsin.
- I met her in Australia.
- Onunla Avustralya'da buluştum.
- I met Tom for a drink after work.
- İşten sonra bir içki için Tom'la buluştum.
- Tom met some of his friends in the park.
- Tom parkta bazı arkadaşlarıyla buluştu.
- Meg was happy about meeting Tom again.
- Meg, Tom'la tekrar buluştuğu için mutluydu.
- I finally met her today.
- Nihayet bugün onunla buluştum.
- They shook hands when they met at the airport.
- Havaalanında buluştuklarında tokalaştılar.
- I'm going to meet Tom at 2.30.
- Tom'la 2.30'da buluşacağım.
- We met in front of the school.
- Okulun önünde buluştuk.
- He's meeting with a Japanese girl.
- O bir Japon kızla buluşuyor.
- We'll meet again this afternoon.
- Bu öğleden sonra tekrar buluşacağız.
- Tom told Mary to meet him at the library.
- Tom Mary'ye onunla kütüphanede buluşmasını söyledi.
- I'll meet Tom at the usual place.
- Tom'la her zamanki yerde buluşacağım.
- You can meet Tom tonight.
- Tom ile bu gece buluşabilirsin.
- Tom will meet me back at my house.
- Tom benimle evimde buluşacak.
- Tom promised to meet me there.
- Tom benimle orada buluşacağına söz verdi.
- We made an agreement to meet exactly at ten.
- Saat tam 10'da buluşmak için anlaşmıştık.
- Tom told me to meet him at the restaurant next to the hotel.
- Tom bana otelin yanındaki restoranda onunla buluşmamı söyledi.
- Sami went to meet Layla.
- Sami, Layla ile buluşmaya gitti.
- I met Tom for dinner.
- Akşam yemeği için Tom'la buluştum.
- I'll meet you right after school.
- Okuldan sonra seninle buluşacağım.
- We're dying to meet him.
- Onunla buluşmak için ölüyoruz.
- I'll be meeting Tom's parents tonight.
- Bu gece Tom'un ebeveynleriyle buluşacağım.
- I'm meeting them for breakfast.
- Onlarla kahvaltıda buluşacağım.
- We'll meet again one day.
- Bir gün tekrar buluşacağız.
- Tom hopes that he'll meet Mary this evening.
- Tom bu akşam Mary ile buluşacağını umuyor.
- Call Tom and tell him I can't meet him this afternoon.
- Tom'u ara ve bu öğleden sonra onunla buluşamayacağımı söyle.
- I'm meeting Tom in ten minutes.
- On dakika içinde Tom'la buluşacağım.
- I'll meet you there in a little bit.
- Birazdan orada buluşuruz.
- We made a promise to meet the next week.
- Bir sonraki hafta buluşmak için söz verdik.
- We'll meet at the station.
- Biz istasyonunda buluşacağız.
- I'm meeting them next Monday.
- Gelecek pazartesi onlarla buluşuyorum.
- Tom is meeting with a client.
- Tom bir müşteri ile buluşuyor.
- What time are you meeting her?
- Ne zaman onunla buluşuyorsun?
- Tom called Mary and asked her to meet him for a drink at the bar across from his office.
- Tom Mary'yi aradı ve ofisinin karşısındaki barda bir içki için onunla buluşmasını rica etti.
- Did you meet her?
- Onunla buluştun mu?
Show More (416)
|
3 |
meet |
karşılaşmak |
v. |
|
- I met Tony on the way out; he seemed nervous.
- Çıkarken Tony ile karşılaştım; gergin gibi bir hali vardı.
- The Lakers will meet the Bulls tonight.
- Lakers bu akşam Bulls ile karşılaşacak.
- How often will it meet?
- Ne kadar sıklıkla karşılaşacağız?
- Nevertheless, I am very anxious about the way this is going and the resistance that is met along the way.
- Bununla birlikte, bu gidişattan ve yol boyunca karşılaşılan dirençten dolayı çok endişeliyim.
- I have to tell you that I often meet Erasmus students.
- Erasmus öğrencileriyle sık sık karşılaştığımı söylemeliyim.
- I would like to tell you about the difficulties that the people I meet in my country complain of every day.
- Size ülkemde karşılaştığım insanların her gün şikayet ettikleri zorluklardan bahsetmek istiyorum.
- Women I meet throughout the Member States are also extremely weary.
- Üye Devletler genelinde karşılaştığım kadınlar da son derece yorgun.
- I met an old friend of mine the other day.
- Geçen gün eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- They would never meet again.
- Bir daha asla karşılaşmayacaklardı.
- We've never met.
- Hiç karşılaşmadık.
- I met your brother in the street by chance.
- Caddede tesadüfen erkek kardeşinle karşılaştım.
- It's been ages since we last met.
- Son karşılaştığımızdan beri uzun süre oldu.
- Did you meet Tom there?
- Orada Tom'la karşılaştın mı?
- Tom and Mary fell in love the moment their eyes met.
- Tom ve Mary gözleri karşılaştıkları anda âşık oldular.
- I met a man who made himself known to me as Tom.
- Kendisini bana Tom olarak tanıtan bir adamla karşılaştım.
- I met him in the street.
- Onunla caddede karşılaştım.
- I met up with her on the street.
- Onunla sokakta karşılaştım.
- I remember the day when we first met.
- İlk karşılaştığımız günü hatırlıyorum.
- We've met only once.
- Sadece bir kez karşılaştık.
- Walking along the street, I met an old friend of mine.
- Cadde boyunca yürürken eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- You may meet him.
- Onunla karşılaşabilirsin.
- It's been ten years since we last met.
- Son karşılaştığımızdan beri on yıl oldu.
- I wouldn't like to meet him in a dark place.
- Ben karanlık bir yerde onunla karşılaşmak istemiyorum.
- I met a girl who knows Tom.
- Tom'u tanıyan bir kızla karşılaştım.
- Can you remember the first time we met each other?
- Birbirimizle karşılaştığımız ilk anı hatırlayabiliyor musun?
- I've only met Tom twice.
- Tom'la sadece iki kez karşılaştım.
- I didn't meet anyone new at the party.
- Partide yeni biriyle karşılaşmadım.
- I've met them a few times.
- Onlarla birkaç kez karşılaştım.
- You might meet Tom if you go to the library.
- Kütüphane giderseniz Tom'la karşılaşabilirsiniz.
- I met a friend there.
- Orada bir arkadaşla karşılaştım.
- I've been anxious to meet you.
- Ben sizinle karşılaşmaya can atıyorum.
- Walking in the park, I met a friend of mine.
- Parkta yürürken bir arkadaşımla karşılaştım.
- By chance, I met my professor at a restaurant last night.
- Şans eseri, dün gece profesörümle bir restoranda karşılaştım.
- We met last Thursday.
- Geçen perşembe karşılaştık.
- We met on the plane.
- Biz uçakta karşılaştık.
- I met again the girl who I had met in the park the other day.
- Geçen gün parkta karşılaştığım kızla tekrar karşılaştım.
- We met him on the way there.
- Onunla oraya giderken karşılaştık.
- I only met Tom once.
- Tom ile bir kez karşılaştım.
- I've never met Tom.
- Tom'la hiç karşılaşmadım.
- I do remember meeting you before.
- Seninle daha önce karşılaştığımı hatırlıyorum.
- Who did you meet there?
- Orada kimle karşılaştın.
- My French hasn't gotten any better since the last time we met.
- Son karşılaştığımızdan beri Fransızcam hiç gelişmedi.
- We've met several times.
- Birkaç kez karşılaştık.
- Tell him who you met today.
- Ona bugün kimle karşılaştığını söyle.
- I remember meeting you a few years ago.
- Birkaç yıl önce seninle karşılaştığımı hatırlıyorum.
- I met them on my way here.
- Buraya gelirken onlarla karşılaştım.
- I met him on the streets by chance after many years.
- Yıllar sonra onunla sokakta tesadüfen karşılaştım.
- I met your father just now.
- Az önce babanla karşılaştım.
- I met him in front of the store.
- Onunla dükkânın önünde karşılaştım.
- I met Tom at the coffee shop.
- Kafeteryada Tom'la karşılaştım.
- Whenever I meet her, I get the desire to kiss her.
- Ne zaman onunla karşılaşsam, onu öpme isteği duyuyorum.
- The last time we met, Tom called me a liar.
- Son karşılaşmamızda Tom bana yalancı dedi.
- When was the last time we met?
- En son ne zaman karşılaştık?
- I've met Tom a few times.
- Tom'la birkaç kez karşılaştım.
- I remember meeting her somewhere.
- Onunla bir yerde karşılaştığımı hatırlıyorum.
- Walking along the street, I met an old friend of mine.
- Sokakta yürürken, eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- Tom met Mary at the top of the stairs.
- Tom, Mary ile merdivenlerin başında karşılaştı.
- He was the first actor I had met in my life.
- Hayatımda karşılaştığım ilk aktördü.
- What did you think when you actually met me for the first time?
- Aslında benimle ilk kez karşılaştığında ne düşündün?
- We met them by accident at the bus terminal.
- Onlarla otobüs terminalinde tesadüfen karşılaştık.
- I met him once before.
- Onunla daha önce bir kez karşılaştım.
- I remember meeting them somewhere.
- Onlarla bir yerde karşılaştığımı hatırlıyorum.
- How lucky I am to meet you here!
- Seninle burada karşılaştığım için ne kadar şanslıyım!
- I've never met anyone like them.
- Onlar gibi kimseyle karşılaşmadım.
- Every time I meet him, I think of my father.
- Onunla her karşılaştığımda babamı düşünüyorum.
- People usually shake hands when they meet for the first time.
- İnsanlar ilk kez karşılaştıklarında genellikle el sıkışırlar.
- I met him by chance at the airport yesterday.
- Onunla dün havaalanında tesadüfen karşılaştım.
- Tom asked someone he met on the street how to get to the station.
- Tom yolda karşılaştığı birine istasyona nasıl gideceğini sordu.
- You must have been surprised to meet me in such a place the other day.
- Geçen gün benimle böyle bir yerde karşılaştığınız için şaşırmış olmalısınız.
- I haven't met him before.
- Daha önce onunla karşılaşmadım.
- I've never met anyone like you.
- Senin gibi kimseyle karşılaşmadım.
- I never dreamed that I would meet her again.
- Onunla tekrar karşılaşacağımı asla düşünmedim.
- I met Tom just the other day in front of the station.
- Sadece geçen gün istasyonun önünde Tom'la karşılaştım.
- I met Tom on my way here.
- Buraya gelirken Tom'la karşılaştım.
- The two of you are the most annoying people I've ever met.
- Siz ikiniz şimdiye kadar karşılaştığım en can sıkıcı insanlarsınız.
- Tom happened to meet Mary at the supermarket.
- Tom, Mary ile süpermarkette karşılaştı.
- Have you ever met Taninna at the bookstore?
- Taninna ile hiç kitapçıda karşılaştın mı?
- I've met Tom quite a few times.
- Tom'la birkaç kez karşılaştım.
- I hope we meet again someday soon.
- Umarım yakında bir gün tekrar karşılaşırız.
- She was approaching thirty when I first met her.
- Onunla ilk karşılaştığımda otuzuna yaklaşıyordu.
- I just met her on the street.
- Onunla sokakta karşılaştım.
- He told the news to everyone he met there.
- Orada karşılaştığı herkese haberi verdi.
- We might meet again in the near future.
- Yakın gelecekte tekrar karşılaşabiliriz.
- I don't meet someone like you every day.
- Her gün senin gibi biriyle karşılaşmıyorum.
- We met him on the way there.
- Yolda onunla karşılaştık.
- I have a feeling I've met her somewhere before.
- İçimde onunla daha önce karşılaştığım hissine sahibim.
- Tom told me he first met Mary in Boston.
- Tom, Mary ile ilk kez Boston'da karşılaştığını söyledi.
- He may have met her yesterday.
- Dün onunla karşılaşmış olabilir.
- They had not gone very far when they met an old man.
- Yaşlı bir adamla karşılaştıklarında çok uzağa gitmemişlerdi.
- Though I had never met Jim, I could pick him out right away.
- Jim ile hiç karşılaşmamış olmama karşın onu tanıyabildim.
- Yesterday I met an old friend of mine whom I had not seen for a long time.
- Dün uzun zamandır görmediğim eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- I vaguely remember meeting him.
- Onunla karşılaştığımı hayal meyal hatırlıyorum.
- I met Tom once.
- Tom'la bir kez karşılaştım.
- It was in Kyoto that I first met her.
- Onunla ilk kez Kyoto'da karşılaştım.
- Tom met a friend of Mary's at the airport.
- Tom havaalanında Mary'nin bir arkadaşıyla karşılaştı.
- This is the boy whom I met there yesterday.
- Bu, dün orada karşılaştığım çocuk.
- I didn't meet anyone there.
- Orada kimseyle karşılaşmadım.
- You'd never meet a kinder, more loving person than Mary.
- Mary'den daha nazik, daha sevgi dolu biriyle asla karşılaşamazsın.
- In Japan, it is polite to bow when one meets someone.
- Japonya'da birisiyle karşılaştığında eğilmek kibarlıktır.
- I fell in love with her the moment I met her.
- Onunla karşılaştığım anda ona âşık oldum.
- I forgot that I met her last month.
- Geçen ay onunla karşılaştığımı unuttum.
- It was not long before we met again by chance.
- Çok geçmeden tesadüfen tekrar karşılaştık.
- When I was in New York, I happened to meet my old friend.
- New York'tayken, tesadüfen eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- I meet people like you every day.
- Her gün senin gibi insanlarla karşılaşıyorum.
- I met Tom who said he had just been to the store.
- Mağazada olduğunu söyleyen Tom'la karşılaştım.
- I met Tom today.
- Bugün Tom'la karşılaştım.
- I met my friend on the street.
- Arkadaşımla sokakta karşılaştım.
- On his way home, Tom met a man who he thought was an American.
- Tom eve dönerken Amerikalı olduğunu düşündüğü bir adamla karşılaştı.
- I met your son yesterday and he politely greeted me.
- Dün oğlunuzla karşılaştım ve beni kibarca selamladı.
- Tom couldn't remember where he'd first met Mary.
- Tom Mary ile ilk kez nerede karşılaştığını hatırlayamadı.
- We met completely by coincidence.
- Biz tamamen tesadüfen karşılaştık.
- They shook hands when they met at the airport.
- Havaalanında karşılaştıklarında el sıkıştılar.
- I haven't met him.
- Ben onunla karşılaşmadım.
- Whenever I meet you, I think of your mother.
- Ne zaman seninle karşılaşsam, anneni düşünüyorum.
- Walking along the street, I met an old friend.
- Cadde boyunca yürürken eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- Tom and Mary never met again.
- Tom ve Mary bir daha hiç karşılaşmadılar.
- Tom had never met Mary before.
- Tom daha önce Mary ile hiç karşılaşmamıştı.
- I met him on my way home.
- Eve dönerken onunla karşılaştım.
- She never dreamed she'd meet him in a foreign country.
- Onunla yabancı bir ülkede karşılaşacağını hiç hayal etmemişti.
- She met him on the way to school.
- Okula giderken yolda onunla karşılaştı.
- Every time he meets me, he brags about his car.
- Benimle ne zaman karşılaşsa arabası hakkında övünür.
- Yes, I met her in the library yesterday.
- Evet, dün onunla kütüphanede karşılaştım.
- I met your son yesterday and he greeted me politely.
- Dün senin oğlununla karşılaştım ve o beni kibarca selamladı.
- We happened to meet our teacher on the street yesterday.
- Dün sokakta tesadüfen öğretmenimizle karşılaştık.
- I met Tom in the library.
- Tom ile kütüphanede karşılaştım.
- We happened to meet at the station.
- Tesadüfen istasyonda karşılaştık.
- Tom remembered how beautiful Mary had been when he first met her.
- Tom ilk karşılaştığında Mary'nin ne kadar güzel olduğunu hatırladı.
- I met a friend I hadn't seen for three years.
- Üç yıldır görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım.
- Tom met Mary in Boston.
- Tom, Boston'da Mary'yle karşılaştı.
- I met her on my way to school.
- Okula giderken onunla karşılaştım.
- Tom never said where he'd first met Mary.
- Tom Mary ile ilk kez nerede karşılaştığını söylemedi.
- It's strange that we've never met before.
- Daha önce hiç karşılaşmamış olmamız tuhaf.
- During a walk in the park she accidentally met her old friend.
- Parkta yürürken tesadüfen eski bir arkadaşıyla karşılaştı.
- When I was in New York, I happened to meet my old friend.
- Ben New York'ta iken, tesadüfen eski arkadaşımla karşılaştım.
- I met an American girl.
- Bir Amerikalı kızla karşılaştım.
- Remember what I told you the last time we met.
- Son kez karşılaştığımızda sana ne söylediğimi hatırla.
- We've met a few times before.
- Biz daha önce birkaç kez karşılaştık.
- I meet him sometimes in the club.
- Ben bazen onunla kulüpte karşılaşıyorum.
- I sometimes meet her at the beauty salon.
- Bazen onunla güzellik salonunda karşılaşıyorum.
- Sami met Farid in jail.
- Sami hapishanede Ferit'le karşılaştı.
- I have never met a more sinful person.
- Daha günahkar bir kişiyle hiç karşılaşmadım.
- She met the man of her dreams.
- O, hayallerindeki adamla karşılaştı.
- I once met him when I was a student.
- Öğrenciyken onunla bir kez karşılaşmıştım.
- You must've been surprised to meet your teacher in such a place.
- Öğretmeninle böyle bir yerde karşılaştığına şaşırmış olmalısın.
- You might meet him if you go to the library.
- Kütüphaneye gidersen onunla karşılaşabilirsin.
- Tom was the last person I expected to meet in Boston.
- Tom, Boston'da karşılaşmayı beklediğim son kişiydi.
- I met him then for the first time.
- Onunla ilk kez o zaman karşılaştım.
- Since I had met him once before, I recognized him right away.
- Onunla daha önce bir kez karşılaştığım için onu hemen tanıdım.
- As soon as she met him, she burst into tears.
- Onunla karşılaştığı anda gözyaşlarına boğuldu.
- I never would've thought that I'd meet you here.
- Seninle burada karşılaşacağımı hiç düşünmezdim.
- We met her by accident.
- Onunla tesadüfen karşılaştık.
- I wouldn't like to meet him in a dark place.
- Onunla karanlık bir yerde karşılaşmak istemem.
- I met Tom on my way to school this morning.
- Bu sabah okula giderken Tom'la karşılaştım.
- She was the last person I expected to meet that day.
- O gün karşılaşmayı beklediğim son kişiydi.
- I met her by accident on Third Avenue.
- Üçüncü caddede rastlantı sonucu onunla karşılaştım.
- I met him on the way.
- Onunla yolda karşılaştım.
- Where did you two first meet?
- Siz ikiniz ilk olarak nerede karşılaştınız?
- Tom and Mary met while walking their dogs.
- Tom ve Mary köpeklerini yürütürken karşılaştılar.
- He met her on his way to school.
- Okula giderken onunla karşılaştı.
- I had hoped to meet you there.
- Orada seninle karşılaşmayı ummuştum.
- It's been a long time since we last met.
- Son karşılaştığımızdan beri uzun süre geçti.
- We met while we were both visiting Australia.
- Her ikimizde Avustralya'yı ziyaret ederken karşılaştık.
- I met Tom on my way home from school.
- Okuldan eve dönerken Tom'la karşılaştım.
- I've met Tom several times.
- Tom'la birkaç kez karşılaştım.
- I don't remember when and where I met you.
- Sizinle ne zaman ve nerede karşılaştığımı hatırlamıyorum.
- It's been quite ages since we last met.
- Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.
- I occasionally meet him at the club.
- Onunla ara sıra kulüpte karşılaşırım.
- I have a feeling I've met her somewhere before.
- Onunla daha önce bir yerde karşılaşmışım gibi bir his var içimde.
- I met the girl in the park the other day, and I saw her again.
- Geçen gün parkta bir kızla karşılaştım ve onu bir daha gördüm.
- Have you met any Canadians here in Boston?
- Burada Boston'da herhangi bir Kanadalıyla karşılaştın mı?
- We met the other day.
- Biz geçen gün karşılaştık.
- I sometimes meet him at the club.
- Bazen onunla kulüpte karşılaşırım.
- How soon can I meet Tom?
- Ne kadar kısa sürede Tom'la karşılaşabilirim?
- I met Tom on my way home yesterday.
- Tom'la dün eve dönerken karşılaştım.
- I never actually met Tom.
- Aslında Tom'la hiç karşılaşmadım.
- I met a friend in town, and I drank a cup of coffee with her in a café.
- Şehirde bir arkadaşla karşılaştım ve onunla bir kafede bir fincan kahve içtim.
- Tom happened to meet Mary at the supermarket.
- Tom tesadüfen Mary ile süpermarkette karşılaştı.
- I met your father once.
- Babanla bir kez karşılaşmıştım.
- I met them backstage.
- Onlarla kuliste karşılaştım.
- I want to apologize for the way I talked to you the last time we met.
- Son karşılaşmamızda seninle konuşma şeklim için özür dilemek istiyorum.
- Every time I meet him, I think of my father.
- Onunla her karşılaşmamda, babam aklıma geliyor.
- I met an old friend of mine.
- Eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- I never dreamed I would meet you here.
- Seninle burada karşılaşacağımı hiç hayal etmemiştim.
- Every time they meet, they quarrel.
- Her karşılaştıklarında, tartışırlar.
- Since I had met him once before, I recognized him right away.
- Daha önce bir zamanlar onunla karşılaştığım için, onu derhal tanıdım.
- I suppose we won't meet again.
- Sanırım bir daha karşılaşmayacağız.
- Today in the morning walking from the school I met Tom.
- Bugün sabahleyin okuldan gelirken Tom'la karşılaştım.
Show More (184)
|
4 |
meet |
karşılamak |
v. |
|
- Her husband was supposed to meet her at the airport.
- Kocasının onu havaalanında karşılaması lazımdı.
- The European Union needs to use the latest technology available to meet these needs.
- Avrupa Birliği'nin bu ihtiyaçları karşılamak için mevcut en son teknolojiyi kullanması gerekmektedir.
- The Europeans want a Union that meets their new demands.
- Avrupalılar yeni taleplerini karşılayan bir Birlik istiyor.
- That border will have to meet the security needs of today's EU citizens.
- Bu sınırın günümüz AB vatandaşlarının güvenlik ihtiyaçlarını karşılaması gerekecektir.
- It is a product of the Cold War, and no longer meets today's needs.
- Bu politika Soğuk Savaş döneminin bir ürünüdür ve artık günümüzün ihtiyaçlarını karşılamamaktadır.
- I also believe that it is important for us to meet these demands ourselves.
- Ayrıca bu talepleri kendimizin karşılamasının da önemli olduğuna inanıyorum.
- Do we not want supply to meet demand?
- Arzın talebi karşılamasını istemiyor muyuz?
- Nevertheless, it is planned to expand the cable TV system via revenue partnership, in order to meet increasing demand.
- Ancak, artan talebi karşılamak için, gelir ortaklığı yoluyla kablolu TV sisteminin genişletilmesi planlanmaktadır.
- The indigenous supply cannot meet European demand.
- Yerli arz Avrupa'nın talebini karşılayamıyor.
- We will in fact be asked to vote tomorrow on two amendments that partially meet our concerns.
- Aslında yarın endişelerimizi kısmen karşılayan iki değişikliği oylamamız istenecek.
- The programme that was proposed to us today meets the challenges facing us.
- Bugün bize önerilen program karşı karşıya olduğumuz güçlükleri karşılamaktadır.
- With all its imperfections and limitations, this text meets these needs.
- Tüm eksiklikleri ve sınırlamaları ile bu metin bu ihtiyaçları karşılamaktadır.
- I do not know whether his election meets all the democratic criteria, but he is elected.
- Seçilmesinin tüm demokratik kriterleri karşılayıp karşılamadığını bilmiyorum ama seçildi.
- The recycling plants required to meet this directive are highly capital-intensive.
- Bu direktifi karşılamak için gerekli olan geri dönüşüm tesisleri oldukça sermaye yoğunlukludur.
- Those having to deal with these risks should therefore meet stringent requirements.
- Bu risklerle başa çıkmak zorunda olanlar bu nedenle katı gereklilikleri karşılamalıdır.
- High-quality food is produced nowadays and it has to meet a wide range of requirements.
- Günümüzde yüksek kaliteli gıdalar üretiliyor ve bunların çok çeşitli gereksinimleri karşılaması gerekiyor.
- It is with satisfaction that I have been able to note that Parliament has met us in the same positive spirit.
- Parlamentonun da bizi aynı olumlu ruhla karşıladığını memnuniyetle ifade etmek isterim.
- Once again, ladies and gentlemen, this association agreement constitutes a challenge, which we must meet.
- Bir kez daha, hanımefendiler ve beyefendiler, bu ortaklık anlaşması karşılamamız gereken bir zorluk teşkil etmektedir.
- Nevertheless, the result does not yet entirely meet our expectations.
- Bununla birlikte sonuç henüz beklentilerimizi tam olarak karşılamamaktadır.
- An important point here is, of course, who meets the costs.
- Burada önemli bir nokta da elbette masrafları kimin karşıladığıdır.
- If we make a success of enlargement, we will also meet their expectations.
- Genişleme konusunda başarılı olursak, onların beklentilerini de karşılamış olacağız.
- Both countries still need more time to meet the accession criteria.
- Her iki ülkenin de katılım kriterlerini karşılamak için hala daha zamana ihtiyacı var.
- But neither must there be any waiver from meeting the Maastricht criteria.
- Ancak Maastricht kriterlerini karşılamaktan da feragat edilmemelidir.
- I have been able to ascertain that Slovakia meets the market requirements.
- Slovakya'nın pazar gereksinimlerini karşıladığını tespit edebildim.
- We want you to meet it by such and such a date and if you do we will open negotiations.
- Şu tarihe kadar bunu karşılamanızı istiyoruz ve karşıladığınız takdirde müzakereleri başlatacağız.
- It would set the standards that business will have to meet when dealing with consumers.
- İşletmelerin tüketicilerle ilgilenirken karşılaması gereken standartları belirleyecektir.
- Irish industry is currently paying a levy to Repak to meet commitments that are not being met.
- İrlanda endüstrisi şu anda yerine getirilmeyen taahhütleri karşılamak için Repak'a bir vergi ödemektedir.
- MHP is the only open, interoperable standard which meets the requirements which need to be imposed on this system.
- MHP, bu sisteme uygulanması gereken gereklilikleri karşılayan tek açık, birlikte çalışabilir standarttır.
- What we want to do is promote the technology that incontrovertibly meets the requirements.
- Yapmak istediğimiz şey, gereksinimleri tartışmasız bir şekilde karşılayan teknolojiyi teşvik etmektir.
- We shall continue to work for a final outcome which will meet with our stated policy requirements.
- Belirttiğimiz politika gerekliliklerini karşılayacak nihai bir sonuç için çalışmaya devam edeceğiz.
- In any event, it would be able to meet its own requirements and double its level of production.
- Her halükarda, kendi gereksinimlerini karşılayabilecek ve üretim seviyesini iki katına çıkarabilecektir.
- What the Commission has proposed does not actually meet its own conditions.
- Komisyon'un önerdiği şey aslında kendi koşullarını karşılamamaktadır.
- The new directive does not meet any of the relevant needs.
- Yeni direktif ilgili ihtiyaçların hiçbirini karşılamamaktadır.
- I must point out to her that the UK already meets the 70% employment rate target.
- Birleşik Krallık'ın %70 istihdam oranı hedefini zaten karşıladığını belirtmeliyim.
- Since we are using the wrong method, we still do not have the essential elements to meet our common defence needs.
- Yanlış yöntemi kullandığımız için ortak savunma ihtiyaçlarımızı karşılayacak temel unsurlara hala sahip değiliz.
- Meeting our requirements as it does, though, this directive is extremely important.
- Gereksinimlerimizi karşıladığı için bu direktif son derece önemlidir.
- The EU cannot reasonably meet all the wishes of the candidate countries.
- AB, aday ülkelerin tüm isteklerini makul bir şekilde karşılayamaz.
- Airports such as Orly, Schiphol and Barcelona already meet strict requirements.
- Orly, Schiphol ve Barselona gibi havaalanları halihazırda katı gereklilikleri karşılamaktadır.
- The Swedish economy is in good shape and can meet the necessary requirements.
- İsveç ekonomisi iyi durumda ve gerekli ihtiyaçları karşılayabilir.
- We would like to respond to an offensive against the market by meeting our citizens' needs.
- Piyasaya yönelik saldırıya vatandaşlarımızın ihtiyaçlarını karşılayarak karşılık vermek istiyoruz.
- On the basis of information available to us, it is very feasible for the automobile industry to meet these standards.
- Elimizdeki bilgilere dayanarak otomobil endüstrisinin bu standartları karşılaması çok mümkündür.
- They all meet the ineffective noise limits proposed by the Council.
- Hepsi Konsey tarafından önerilen etkisiz gürültü sınırlarını karşılıyor.
- Sufficient Commission officials will be seconded to the agency to meet job requirements.
- İş gereksinimlerini karşılamak için yeterli sayıda Komisyon yetkilisi ajansa atanacaktır.
- We have all made every effort to meet the budgetary conditions.
- Hepimiz bütçe koşullarını karşılamak için her türlü çabayı gösterdik.
- I think the directive under consideration meets our legitimate expectations for improvements in working conditions.
- Söz konusu direktifin, çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik meşru beklentilerimizi karşıladığını düşünüyorum.
- Nevertheless, the result does not yet entirely meet our expectations.
- Bununla birlikte, sonuç henüz beklentilerimizi tam olarak karşılamamaktadır.
- That is an opportunity for Turkey, and I also believe that Turkey is capable of meeting these requirements.
- Bu Türkiye için bir fırsattır ve Türkiye'nin bu gereklilikleri karşılayabilecek kapasitede olduğuna da inanıyorum.
- The candidate countries still have to meet our standards and they must not be allowed to slacken their efforts.
- Aday ülkeler hala standartlarımızı karşılamak zorundadır ve çabalarını gevşetmelerine izin verilmemelidir.
- The Reverend Owen seems to meet all the criteria for being an employee.
- Papaz Owen bir çalışan olmak için tüm kriterleri karşılıyor gibi görünüyor.
- In fact, Honda can produce overhead valve four-stroke engines that easily meet these requirements.
- Aslında Honda, bu gereksinimleri kolayca karşılayan üstten supaplı dört zamanlı motorlar üretebilir.
- The advice given by the Committee on Constitutional Affairs meets these criteria, in my opinion.
- Anayasa İşleri Komitesi tarafından verilen tavsiye, bence bu kriterleri karşılamaktadır.
- If the political will is there, you can meet tight deadlines.
- Siyasi irade varsa, sıkı teslim tarihlerini karşılayabilirsiniz.
- Turkey does not at present meet the political Copenhagen criteria.
- Türkiye şu anda siyasi Kopenhag kriterlerini karşılamamaktadır.
- Our own roadmap could consist of seeking to meet this expectation.
- Bizim kendi yol haritamız bu beklentiyi karşılamaya çalışmaktan ibaret olabilir.
- Products are required to meet the highest purity and quality standards.
- Ürünlerin en yüksek saflık ve kalite standartlarını karşılaması gerekmektedir.
- Both countries still need more time to meet the accession criteria.
- Her iki ülkenin de katılım kriterlerini karşılamak için daha fazla zamana ihtiyacı vardır.
- The signing of the Accession Treaties beneath the Acropolis and seven successful referenda have amply met this goal.
- Akropolis'in altında Katılım Antlaşmalarının imzalanması ve yedi başarılı referandum bu hedefi fazlasıyla karşılamıştır.
- Changes are going to have to take place to meet the requirements of this proposal.
- Bu teklifin gerekliliklerini karşılamak için değişiklikler yapılması gerekecektir.
- Any meat preparation produced within the Community must meet that criterion.
- Topluluk içinde üretilen her türlü et preparatı bu kriteri karşılamalıdır.
- The Iron Rhine project meets all these conditions, that are listed in the report and in the Commission's White Paper.
- Demir Ren projesi, raporda ve Komisyon'un Beyaz Kitabında sıralanan tüm bu koşulları karşılamaktadır.
- The advice given by the Committee on Constitutional Affairs meets these criteria, in my opinion.
- Anayasal İşler Komitesi tarafından verilen tavsiye de bence bu kriterleri karşılamaktadır.
- The annual report would, therefore, need to meet a number of standards.
- Bu nedenle yıllık raporun bir dizi standardı karşılaması gerekmektedir.
- It does not, however, adequately meet the obligations under the Kyoto Protocol.
- Bununla birlikte Kyoto Protokolü kapsamındaki yükümlülükleri yeterince karşılamamaktadır.
- It would set the standards that business will have to meet when dealing with consumers.
- Bu, iş dünyasının tüketicilerle ilişkilerinde karşılaması gereken standartları belirleyecektir.
- As has been said, there is still a budgetary margin in the Union which can be used to meet these needs.
- Söylendiği üzere Birlik içerisinde bu ihtiyaçları karşılamak için kullanılabilecek bir bütçe marjı hala mevcuttur.
- If next year payment appropriations do not meet payment needs, the sunset clause will cause a new kind of problem.
- Gelecek yıl ödeneklerin ödeme ihtiyaçlarını karşılamaması halinde, sona erme hükmü yeni bir tür soruna yol açacaktır.
- Unless we use the flexibility instrument, it will be very difficult for us to meet the amounts stated.
- Esneklik aracını kullanmadığımız sürece, belirtilen miktarları karşılamamız çok zor olacaktır.
- On the one hand, do additives meet a technological need?
- Öte yandan katkı maddeleri teknolojik bir ihtiyacı karşılıyor mu?
- What happens to the shrimps, poultry meat and turkey that is imported into the Union and does not meet our requirements?
- Birliğe ithal edilen ve gereksinimlerimizi karşılamayan karides, kümes hayvanı eti ve hindiye ne olacak?
- Others will find them impossible to meet.
- Diğerleri bunları karşılamayı imkansız bulacaktır.
- The acceding Member States boast a large number of nuclear power plants which do not meet our safety standards.
- Birliğe katılan Üye Devletler, güvenlik standartlarımızı karşılamayan çok sayıda nükleer enerji santraline sahiptir.
- It is with satisfaction that I have been able to note that Parliament has met us in the same positive spirit.
- Parlamentonun da bizi aynı olumlu ruhla karşıladığını memnuniyetle müşahede ettim.
- Parliament requested this a few years ago and the Commission is now meeting this request.
- Parlamento bunu birkaç yıl önce talep etti ve Komisyon şimdi bu talebi karşılıyor.
- The objective is that, by 2010, all models of car should meet the requirements of the four EEVC documents.
- Hedef, 2010 yılına kadar tüm otomobil modellerinin dört EEVC belgesinin gerekliliklerini karşılamasıdır.
- If next year payment appropriations do not meet payment needs, the sunset clause will cause a new kind of problem.
- Gelecek yıl ödeme ödenekleri ödeme ihtiyaçlarını karşılamazsa, gün batımı maddesi yeni bir tür soruna neden olacaktır.
- It already meets all the common minimum rules that we are talking about, and even goes beyond them.
- Bahsettiğimiz tüm genel asgari kuralları zaten karşılıyor ve hatta bunların ötesine geçiyor.
- The truth is though, that the Commission's guidelines do not fully meet these objectives.
- Ancak gerçek şu ki, Komisyon'un kılavuz ilkeleri bu hedefleri tam olarak karşılamamaktadır.
- Whether or not SEAFO meets the high expectations and ambitious objectives remains to be seen.
- SEAFO'nun yüksek beklentileri ve iddialı hedefleri karşılayıp karşılamayacağını göreceğiz.
- We do not consider that meeting the requirements of the ERRF should be the "absolute priority" for defence procurement.
- ERRF'nin gerekliliklerini karşılamanın savunma tedariki için "mutlak öncelik" olması gerektiğini düşünmüyoruz.
- We have to meet this need for information, especially in those areas where ignorance gives rise to fears.
- Özellikle bilgisizliğin korkulara yol açtığı alanlarda bu bilgi ihtiyacını karşılamak zorundayız.
- We need public funding that is sufficient to meet these needs.
- Bu ihtiyaçları karşılamak için yeterli kamu fonuna ihtiyacımız var.
- The annual report would, therefore, need to meet a number of standards.
- Bu nedenle yıllık raporun bir dizi standardı karşılaması gerekecektir.
- Whether or not SEAFO meets the high expectations and ambitious objectives remains to be seen.
- SEAFO'nun yüksek beklentileri ve iddialı hedefleri karşılayıp karşılamayacağını da göreceğiz.
- This year, we shall have a lot of difficulty meeting our priorities where the Global Health Fund is concerned.
- Bu yıl, Küresel Sağlık Fonu söz konusu olduğunda önceliklerimizi karşılamakta çok zorlanacağız.
- In my view, the Commission proposal does not meet these criteria.
- Benim görüşüme göre Komisyon'un teklifi bu kriterleri karşılamamaktadır.
- In short, to give priority to older sub-standard ships over ships which meet all quality requirements.
- Kısacası, tüm kalite gerekliliklerini karşılayan gemiler yerine eski standart altı gemilere öncelik vermek.
- The recycling plants required to meet this directive are highly capital-intensive.
- Bu direktifi karşılamak için gerekli olan geri dönüşüm tesisleri oldukça sermaye yoğundur.
- The authorities of Member States which fail to meet Eurojust's request will need to justify their actions.
- Eurojust'ın talebini karşılamayan Üye Devletlerin yetkili makamlarının eylemlerini gerekçelendirmeleri gerekecektir.
- The Iron Rhine project meets all these conditions, that are listed in the report and in the Commission's White Paper.
- Iron Rhine projesi, raporda ve Komisyon'un Beyaz Kitabında sıralanan tüm bu koşulları karşılamaktadır.
- Meeting our requirements as it does, though, this directive is extremely important.
- Yine de ihtiyaçlarımızı karşılayan bu direktif son derece önemlidir.
- It is obvious that Turkey itself has a long way to go before it can meet the Copenhagen criteria.
- Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini karşılayabilmesi için önünde kat etmesi gereken uzun bir yol olduğu açıktır.
- What the Commission has proposed does not actually meet its own conditions.
- Komisyon'un önerdiği şey aslında kendi koşullarını karşılamıyor.
- That is what is also called meeting each other halfway at the expense of fisheries.
- Buna balıkçılık pahasına birbirlerini yarı yolda karşılamak da deniyor.
- The Commission's proposal meets this requirement.
- Komisyonun teklifi bu gerekliliği karşılamaktadır.
- However, it seems that none of the Member States meets this figure due to a lack of inspectors.
- Ancak görünen o ki, müfettiş eksikliği nedeniyle Üye Devletlerin hiçbiri bu rakamı karşılayamamaktadır.
- First of all, many of the candidate countries do not meet the Copenhagen criteria.
- Öncelikle, aday ülkelerin birçoğu Kopenhag kriterlerini karşılamamaktadır.
- We need public funding that is sufficient to meet these needs.
- Bu ihtiyaçları karşılamak için yeterli kamu finansmanına ihtiyacımız var.
- It also contains exceptions that we could meet.
- Ayrıca karşılayabileceğimiz istisnalar da içeriyor.
- I think the directive under consideration meets our legitimate expectations for improvements in working conditions.
- Söz konusu direktifin çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik meşru beklentilerimizi karşıladığını düşünüyorum.
- I think that this major debate will entirely meet your expectations.
- Bu büyük tartışmanın beklentilerinizi tamamen karşılayacağını düşünüyorum.
- In order to meet the trade, the non-vaccination policy was implemented.
- Ticareti karşılamak amacıyla aşısızlık politikası uygulanmıştır.
- In my view, the Commission proposal does not meet these criteria.
- Benim görüşüme göre, Komisyon teklifi bu kriterleri karşılamamaktadır.
- The draft budget meets most of the demands of the Group of the European Liberal, Democrat and Reform Party.
- Taslak bütçe Avrupa Liberal, Demokrat ve Reform Partisi Grubunun taleplerinin çoğunu karşılamaktadır.
- It is a product of the Cold War, and no longer meets today's needs.
- Soğuk Savaş'ın bir ürünüdür ve artık günümüzün ihtiyaçlarını karşılamamaktadır.
- Our own roadmap could consist of seeking to meet this expectation.
- Kendi yol haritamız bu beklentiyi karşılamaya çalışmaktan ibaret olabilir.
- We will meet her tomorrow in front of the train station.
- Onu yarın tren istasyonunun önünde karşılayacağız.
- He was on the way to the airport to meet Mr West.
- O Bay West'i karşılamak için havaalanına gidiyordu.
- I think this meets a social need.
- Bence bu sosyal bir ihtiyacı karşılıyor.
- We're here to meet Tom.
- Tom'u karşılamak için buradayız.
- I couldn't meet his expectations.
- Beklentilerini karşılayamadım.
- Tom promised to meet me there.
- Tom beni orada karşılamak için söz verdi.
- This offer does not meet our requirement.
- Bu teklif ihtiyacımızı karşılamıyor.
- I'll go meet them soon.
- Yakında onları karşılamaya gideceğim.
- It won't be possible for us to meet your needs.
- İhtiyaçlarınızı karşılamamız mümkün olmayacak.
- I'll meet you in the lobby at three.
- Saat üçte sizi lobide karşılayacağım.
- I could not find my brother who was to meet me at the station.
- Beni istasyonda karşılayacak erkek kardeşimi bulamadım.
- We'll meet Tom at the gate.
- Tom'u kapıda karşılayacağız.
- I'm on my way to meet Tom at the station right now.
- Şu anda Tom'u istasyonda karşılamak için yoldayım.
- Will this amount of money meet your need?
- Bu miktar para ihtiyacınızı karşılayacak mı?
- Will anybody be at the station to meet us?
- istasyonda biri bizi karşılayacak mı?
- I'll meet Tom downstairs.
- Tom'u aşağıda karşılayacağım.
- Meet me there at midnight.
- Gece yarısı beni orada karşıla.
- Tom met us last night.
- Tom dün gece bizi karşıladı.
- Tell Tom we're going to meet him at the airport.
- Tom'a onu havaalanında karşılayacağımızı söyle.
- I've told them where to meet us.
- Bizi nerede karşılayacaklarını onlara söyledim.
- Someone's meeting me here.
- Biri beni burada karşılayacak.
- I forgot to tell you who would meet you at the station.
- Seni istasyonda kimin karşılayacağını söylemeyi unuttum.
- Tom said he didn't know when he was supposed to meet Mary at the airport.
- Tom havaalanında Mary'yi ne zaman karşılaması gerektiğini bilmediğini söyledi.
- I have to go to the airport to meet my family.
- Ailemi karşılamak için havaalanına gitmeliyim.
- I told you to meet me here.
- Sana beni burada karşılamanı söyledim.
- When I got there, Tom met me at the door.
- Oraya vardığımda, Tom beni kapıda karşıladı.
- She took the trouble to meet her friend at the airport.
- O, arkadaşını havaalanında karşılama zahmetine katlandı.
- He came to meet me yesterday afternoon.
- Dün öğleden sonra beni karşılamaya geldi.
- She asked me to meet her at the station.
- İstasyonda onu karşılamamı söyledi.
- Tom was there to meet Mary's plane.
- Tom Mary'nin uçağını karşılamak için oradaydı.
- I am supposed to meet him at four this afternoon.
- Bu öğleden sonra saat dörtte onu karşılamam gerekiyor.
- I went to the airport to meet him.
- Onu karşılamak için havaalanına gittim.
- Roy needn't have hurried to the airport to meet his parents.
- Roy'un, ailesini karşılamak için aceleyle havaalanına gitmesine gerek yoktu.
- You'll find it difficult to meet her.
- Onu karşılamayı zor bulacaksın.
- I didn't agree to meet Tom.
- Tom'u karşılamayı kabul etmedim.
- I'll meet you there.
- Seni orada karşılayacağım.
- You have three hours to meet our demands.
- Taleplerimizi karşılamak için üç saatiniz var.
- I have to go to the airport to meet my family.
- Ailemi karşılamam için havaalanına gitmem gerekiyor.
- In many parts of the world, there is not enough food to meet everyone's needs.
- Dünyanın pek çok yerinde, herkesin ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli yiyecek yoktur.
- Will anybody be at the station to meet me?
- Beni karşılamak için istasyonda birisi olacak mı?
- We arranged that a car meet you at the station.
- Sizi istasyonda karşılayacak bir araç ayarladık.
- He finally met my demands.
- Sonunda taleplerimi karşıladı.
- We cannot meet your demands.
- Biz taleplerinizi karşılayamayız.
- Tom wanted me to meet him at the station.
- Tom onu istasyonda karşılamamı istedi.
- Our company's agent in Rio will meet you at the airport.
- Firmamızın Rio'daki vekili sizi havaalanında karşılayacak.
- Our company's first priority is meeting our customers' needs.
- Şirketimizin birinci önceliği müşterilerimizin ihtiyaçlarını karşılamaktır.
- I have to go to the airport to meet Tom.
- Tom'u karşılamak için hava alanına gitmek zorundayım.
- The hijackers threatened to kill the hostages if their demands were not met.
- Korsanlar talepleri karşılanmazsa rehineleri öldürmekle tehdit etti.
- The young man came running to meet her.
- Genç adam onu karşılamak için koşarak geldi.
- I am sorry, but I cannot meet your requirement.
- Üzgünüm ama talebinizi karşılayamam.
- Will anyone be at the station to meet us?
- Biri bizi istasyonda karşılayacak mı?
- Can you guys meet me in the lobby?
- Siz beni lobide karşılayabilir misiniz?
- Thank you for meeting me.
- Beni karşıladığın için teşekkür ederim.
- Tom promised to meet Mary in front of the library.
- Tom Mary'yi kütüphanenin önünde karşılayacağına söz verdi.
- Tom was sent to meet the warden.
- Tom müdürü karşılamak için gönderildi.
- I meet her demands.
- Taleplerini karşılıyorum.
- Meet me in an hour.
- Bir saat içinde beni karşıla.
- Tom meets all those requirements.
- Tom tüm o gereksinimleri karşılıyor.
- I know who you're supposed to meet.
- Kimi karşılaman gerektiğini biliyorum.
- Tom told me to meet him in front of the theater.
- Tom onu tiyatronun önünde karşılamamı söyledi.
- Tom asked me to meet Mary at the station.
- Tom istasyonda Mary'yi karşılamamı istedi.
- They had to meet Jacques.
- Onlar Jacques'ı karşılamak zorundaydılar.
- This new bus service will meet the residents' needs.
- Bu yeni otobüs servisi sakinlerin ihtiyaçlarını karşılayacak.
- We'll meet them at the gate.
- Onları kapıda karşılayacağız.
- I have to go to the airport to meet my cousin.
- Kuzenimi karşılamak için havaalanına gitmeliyim.
- Let's go meet Tom.
- Tom'u karşılamaya gidelim.
- He meets me today evening at six o'clock.
- O bugün akşam saat altıda beni karşılar.
Show More (169)
|
5 |
meet |
görüşmek |
v. |
|
- I have already said this to our Algerian counterparts when I met them last week, but I would like to repeat it today.
- Bunu Cezayirli mevkidaşlarımızla geçen hafta görüştüğümde de söylemiştim, ancak bugün tekrarlamak istiyorum.
- I have met the Catholic bishop, Monsignor Mandagi and the leader of the Protestant churches, the Reverend Hendrix.
- Katolik piskopos Monsenyör Mandagi ve Protestan kiliselerinin lideri Muhterem Hendrix ile görüştüm.
- Yesterday, in the Lebanon, I and an Italian delegation met President Lahoud.
- Dün Lübnan'da ben ve bir İtalyan heyeti Cumhurbaşkanı Lahoud ile görüştük.
- We met the Russian, Ingushetian and Chechnyan leaders and members of their governments.
- Rus, İnguşetya ve Çeçen liderler ve hükümet üyeleriyle görüştük.
- My reply would be 'okay, we will meet in Court'.
- Benim cevabım "tamam, mahkemede görüşürüz" olacaktır.
- We met the former opposition leader, who is now the Head of Government.
- Şu anda Hükümet Başkanı olan eski muhalefet lideriyle görüştük.
- We have now met both.
- Şimdi her ikisiyle de görüştük.
- We met the Russian, Ingushetian and Chechnyan leaders and members of their governments.
- Rus, İnguşetya ve Çeçen liderler ve hükûmet üyeleriyle görüştük.
- I made an appointment and, on behalf of the European Parliament, I went to meet the former king of Afghanistan.
- Bir randevu aldım ve Avrupa Parlamentosu adına Afganistan'ın eski kralıyla görüşmeye gittim.
- Women I meet throughout the Member States are also extremely weary.
- Üye Devletler genelinde görüştüğüm kadınlar da son derece bezgin.
- We have night sittings and virtually no opportunity even to meet the visitors' groups who come here.
- Gece oturumlarımız var ve buraya gelen ziyaretçi gruplarıyla görüşmek için bile neredeyse hiç fırsatımız yok.
- You have announced that the ministers are about to meet.
- Bakanların görüşmek üzere olduğunu duyurmuştunuz.
- She wrote to you and met you, and you chose to ignore here.
- Size yazdı ve sizinle görüştü ve siz burayı görmezden gelmeyi seçtiniz.
- While we were in Uzbekistan, we also met the British Ambassador, Craig Murray.
- Özbekistan'da bulunduğumuz sırada İngiliz Büyükelçisi Craig Murray ile de görüştük.
- Three hundred of us crossed the Kalandia checkpoint to go to meet Yasser Arafat.
- Üç yüz kişi Yaser Arafat'la görüşmek için Kalandia kontrol noktasını geçtik.
- What do we do when we meet the Moldovan Minister of Foreign Affairs, as we did in February?
- Şubat ayında olduğu gibi Moldova Dışişleri Bakanı ile görüştüğümüzde ne yapacağız?
- Not until this month did European and Iranian human rights experts meet for a series of exploratory talks in Teheran.
- Bu aya kadar Avrupalı ve İranlı insan hakları uzmanları Tahran'da bir dizi keşif görüşmesi için bir araya gelmemişlerdi.
- My reply would be 'okay, we will meet in Court'.
- Cevabım 'tamam, mahkemede görüşürüz' olurdu.
- I met the mayor of Jerusalem and the mayor of Gaza last year.
- Geçen yıl Kudüs Belediye Başkanı ve Gazze Belediye Başkanı ile görüştüm.
- I don't know who you want to meet.
- Kimle görüşmek istediğini bilmiyorum.
- I don't wish to meet with him again.
- Onunla bir daha görüşmek istemiyorum.
- Tell Tom I'd like to meet with him immediately.
- Tom'a derhal onunla görüşmek istediğimi söyle.
- You can meet Tom tonight.
- Bu gece Tom'la görüşebilirsin.
- Tom was sent to meet the warden.
- Tom müdürle görüşmeye gönderildi.
- Tom will be meeting Mary in three hours.
- Tom üç saat içinde Mary ile görüşecek.
- I really want to meet Kumiko.
- Kumiko ile gerçekten görüşmek istiyorum.
- Tom agreed to meet Mary.
- Tom Mary ile görüşmeyi kabul etti.
- We hope to meet you again.
- Sizinle tekrar görüşmeyi umuyoruz.
- I'll meet you tomorrow.
- Yarın görüşürüz.
- I'll meet with him.
- Onunla görüşeceğim.
- We won't meet again.
- Bir daha görüşmeyeceğiz.
- We need to meet with him.
- Onunla görüşmeliyiz.
- Let's meet sometime in the near future.
- Yakın gelecekte bir ara görüşelim.
- We need to meet with you.
- Seninle görüşmemiz lazım.
- We met in Shanghai.
- Biz Şanghay'da görüştük.
- You can meet Tom there.
- Tom'la orada görüşebilirsiniz.
- I met with him today.
- Bugün onunla görüştüm.
- Someone named Henry said he wants to meet with you.
- Henry adında biri sizinle görüşmek istediğini söyledi.
- You should meet Tom.
- Tom'la görüşmelisiniz.
- We soon recognized each other, although we had not met for years.
- Yıllardır görüşmemiş olsak da kısa sürede birbirimizi tanıdık.
- Where can I meet her?
- Onunla nerede görüşebilirim?
- Let's meet sometime in the near future.
- Yakın bir gelecekte görüşelim.
- I met with him again.
- Onunla tekrar görüştüm.
- I've met Tom quite a few times.
- Tom'la birçok kez görüştüm.
- I want to meet you.
- Seninle görüşmek istiyorum.
- You need to meet with him.
- Onunla görüşmen gerekir.
- It's been a while since we last met.
- Son görüşmemizden bu yana uzun zaman geçti.
- Have you met them?
- Onlarla görüştün mü?
- Call me immediately after you meet him.
- Onunla görüştükten hemen sonra beni ara.
- I remember meeting him in Paris.
- Paris'te onunla görüştüğümü hatırlıyorum.
- He knows I don't like face to face meetings.
- Yüz yüze görüşmeyi sevmediğimi biliyor.
- I meet Tom once every three months.
- Tom'la her üç ayda bir görüşüyorum.
- Do you want to meet tomorrow?
- Yarın görüşmek ister misin?
- Tom is meeting with Mary right now.
- Tom şu anda Mary ile görüşüyor.
- The couple parted, never to meet again.
- Çift bir daha görüşmemek üzere ayrıldı.
- Could we meet privately?
- Özel olarak görüşebilir miyiz?
- I'd like you to meet with him.
- Onunla görüşmeni istiyorum.
- I'll go and meet him, if it's necessary.
- Gerekirse gidip onunla görüşürüm.
- My lawyers said I should meet with you.
- Avukatlarım seninle görüşmem gerektiğini söyledi.
- He is eager to meet her again.
- Onunla tekrar görüşmek için sabırsızlanıyor.
- It's been a long time since we last met.
- Son görüşmemizden bu yana uzun zaman geçti.
- Tom can't meet us on Monday.
- Tom pazartesi günü bizimle görüşemez.
- Tom and Mary want to meet you.
- Tom ve Mary seninle görüşmek istiyorlar.
- Tom is eager to meet Mary again.
- Tom, Mary ile tekrar görüşmek için sabırsızlanıyor.
- We'll meet again in the future, I'm sure.
- Gelecekte yine görüşeceğiz, eminim.
- Two men met face to face.
- İki adam yüz yüze görüştüler.
- You should meet Tom.
- Tom'la görüşmen gerekir.
- I wanted to meet Tom again.
- Tom'la tekrar görüşmek istedim.
- Two years have passed since I last met you.
- Seninle son görüşmemizin üzerinden iki yıl geçti.
- He said that he had met her on the previous day.
- Önceki gün onunla görüştüğünü söyledi.
- The two of them were never to meet again.
- İkisi bir daha asla görüşmeyecekti.
- Who should I meet but Tom?
- Tom'un dışında kimle görüşmeliyim?
- Can you meet me after the play?
- Oyundan sonra benimle görüşebilir misin?
- When would you like to meet?
- Ne zaman görüşmek istersiniz?
- Do you meet him often?
- Onunla sık sık görüşüyor musun?
- You should meet Tom.
- Tom'la görüşmelisin.
- He's busy, so he can't meet you.
- O meşguldür, bu yüzden seninle görüşemez.
- Tom doesn't want to meet me.
- Tom benimle görüşmek istemiyor.
- I am meeting him next Friday.
- Onunla gelecek Cuma görüşeceğim.
- Layla came to Egypt to meet Sami in person.
- Leyla, Sami ile kişisel olarak görüşmek için Mısır'a geldi.
- The last time we met, Tom called me a liar.
- Son görüşmemizde Tom bana yalancı demişti.
- I've never met you in person.
- Seninle hiç yüz yüze görüşmedim.
- I appreciate you agreeing to meet with me.
- Benimle görüşmeyi kabul ettiğin için minnettarım.
- Could we meet privately?
- Biz özel olarak görüşebilir miyiz?
- Every Monday, I have a face-to-face meeting with my manager.
- Her pazartesi, müdürümle yüz yüze görüşüyorum.
- Tom is busy and can't meet with you right now.
- Tom meşgul ve şu anda seninle görüşemez.
- Did you want to meet with him?
- Onunla görüşmek mi istedin?
- As far as I can remember, it was three years ago that we last met.
- Hatırladığım kadarıyla en son üç yıl önce görüşmüştük.
Show More (85)
|
6 |
meet |
toplanmak |
v. |
|
- But the matter will be given full discussion when the Bureau meets again tomorrow.
- Ancak Büro yarın tekrar toplandığında konu enine boyuna tartışılacaktır.
- At present, the Council meets behind closed doors and legislates for millions upon millions of Europeans.
- Halihazırda Konsey kapalı kapılar ardında toplanmakta ve milyonlarca Avrupalı için yasa çıkarmaktadır.
- The standing committee will meet again on Friday to review developments.
- Daimi komite gelişmeleri gözden geçirmek üzere Cuma günü yeniden toplanacak.
- With regard to Turkey, the Association Committee and Council met in January and April respectively.
- Türkiye ile ilgili olarak, Ortaklık Komitesi ve Konsey sırasıyla Ocak ve Nisan aylarında toplanmıştır.
- It will meet twice a year and there is no particular budget to service the forum.
- Yılda iki kez toplanacaktır ve foruma hizmet etmek için belirli bir bütçe yoktur.
- The Economic and Social Council has met twice in 1999.
- Ekonomik ve Sosyal Konsey, 1999 yılında iki defa toplanmıştır.
- They meet every week in Brussels and negotiate the larger part of our laws.
- Her hafta Brüksel'de toplanıyor ve yasalarımızın büyük bölümünü müzakere ediyorlar.
- The EC-Turkey Joint Parliamentary Committee met in June and adopted a joint resolution for the first time.
- AT-Türkiye Karma Parlamento Komisyonu Haziran ayında toplanmış ve ilk defa ortak bir karar kabul etmiştir.
- Those who voted for me can meet in room R31 at midday and decide when I am to withdraw.
- Bana oy verenler öğle saatlerinde R31 numaralı odada toplanarak ne zaman çekileceğime karar verebilirler.
- Their vote will determine whether we meet in Brussels or in Strasbourg on that particular day.
- O gün Brüksel'de mi yoksa Strazburg'da mı toplanacağımızı onların oyları belirleyecek.
- This Committee has not yet met.
- Bu Komite henüz toplanmamıştır.
- The fact that the Council of Ministers is to meet openly when discussing legislation is a step in the right direction.
- Bakanlar Konseyi'nin mevzuatı tartışırken açık bir şekilde toplanacak olması doğru yönde atılmış bir adımdır.
- The Association Council met in April 2000 for the first time in three years and was chaired by Turkey.
- Ortaklık Konseyi, üç yıldan beri ilk defa olarak Nisan 2000’de toplandı ve bu toplantıya Türkiye başkanlık etti.
- It arises from the fact that we are legally obliged to meet in Strasbourg 12 times a year.
- Bu durum, yasal olarak yılda 12 kez Strazburg'da toplanmak zorunda olmamızdan kaynaklanmaktadır.
- It was here, fifty years ago, that a European Parliament met for the first time.
- Elli yıl önce bir Avrupa Parlamentosu ilk kez burada toplanmıştı.
- It met twice a year, it provided excellent training and it enabled experts to attend meetings.
- Yılda iki kez toplanıyor, mükemmel eğitimler veriyor ve uzmanların toplantılara katılmasını sağlıyordu.
- The fact that the Council of Ministers is to meet openly when discussing legislation is a step in the right direction.
- Bakanlar Kurulu'nun mevzuatı görüşürken açık bir şekilde toplanacak olması doğru yönde atılmış bir adımdır.
- The euro group meets once a month at ministerial level to take stock of preparations for the changeover to the euro.
- Avro grubu, avroya geçiş hazırlıklarını değerlendirmek üzere ayda bir kez bakanlar düzeyinde toplanır.
- Moreover, the European works councils usually meet once a year.
- Ayrıca Avrupa çalışma konseyleri genellikle yılda bir kez toplanmaktadır.
- The group of Member State experts meets tomorrow to finalise these details.
- Üye Devlet uzmanlarından oluşan grup, bu ayrıntılara son şeklini vermek üzere yarın toplanıyor.
- Meanwhile, at the Council level, the 133 Committee meets behind closed doors.
- Bu arada, Konsey düzeyinde 133 Komitesi kapalı kapılar ardında toplanıyor.
- The aim is for all other sub-committees to meet before the end of the year.
- Bütün diğer alt-komitelerin yıl sonundan önce toplanmaları hedeflenmektedir.
- The Council of Justice and Home Affairs Ministers will meet on 20 September.
- Adalet ve İçişleri Bakanları Konseyi 20 Eylül'de toplanacak.
- We certainly do not support the idea that the ACP-EU Parliamentary assembly should meet in Sudan next year.
- ACP-AB Parlamenter asamblesinin önümüzdeki yıl Sudan'da toplanması fikrini kesinlikle desteklemiyoruz.
- Each night friends and relatives meet in a different house to break the fast.
- Her gece arkadaş ve akrabalar oruç açmak için başka bir evde toplanırlar.
- We meet every Monday night.
- Her pazartesi akşamı toplanıyoruz.
- The committee will meet next Friday.
- Komite, önümüzdeki Cuma günü toplanacak.
- The committee will meet next Monday.
- Komite gelecek pazartesi toplanacak.
- We've got to stop meeting like this.
- Böyle toplanmayı durdurmak zorundayız.
- The revolutionary council met to plan strategy.
- Devrim konseyi strateji planlamak için toplandı.
- The committee met Monday morning.
- Komite pazartesi sabahı toplandı.
- The Diet will meet on Tuesday.
- Meclis Salı günü toplanacak.
Show More (29)
|
7 |
meet |
yerine getirmek |
v. |
|
- The European Union can be justly proud of its efforts to meet the commitments entered into at Kyoto.
- Avrupa Birliği, Kyoto'da üstlendiği taahhütleri yerine getirme çabalarından haklı olarak gurur duyabilir.
- This is essential if we are all to meet our commitments under the Kyoto Protocol.
- Kyoto Protokolü kapsamındaki taahhütlerimizi yerine getirebilmemiz için bu şarttır.
- Mercifully the UK is still online to meet its Kyoto commitments.
- Neyse ki Birleşik Krallık Kyoto taahhütlerini yerine getirmek için hala çevrimiçi durumda.
- Ireland fully meets the legal commitments under the multi-annual guidance programmes.
- İrlanda çok yıllı rehberlik programları kapsamındaki yasal taahhütlerini tam olarak yerine getirmektedir.
- People do not vote in order to meet a ritual obligation which they do not experience as useful.
- İnsanlar faydalı olduğunu düşünmedikleri ritüel bir yükümlülüğü yerine getirmek için oy vermiyorlar.
- Those countries that do not meet the conditions cannot yet expect to join the European Union.
- Koşulları yerine getirmeyen ülkeler henüz Avrupa Birliği'ne katılmayı bekleyemezler.
- Many unmarried couples will be unable to meet these conditions.
- Evli olmayan pek çok çift bu koşulları yerine getiremeyecektir.
- Ireland fully meets the legal commitments under the multi-annual guidance programmes.
- İrlanda, çok yıllı rehberlik programları kapsamındaki yasal taahhütlerini tam olarak yerine getirmektedir.
- This House must meet the challenge of bridging that gap with vigour and authority.
- Bu Meclis, bu boşluğu doldurma görevini canla başla ve yetkili bir şekilde yerine getirmelidir.
- Those having to deal with these risks should therefore meet stringent requirements.
- Bu nedenle bu risklerle başa çıkmak zorunda olanlar daha sıkı gereklilikleri yerine getirmelidir.
- This means that they meet all the conditions of the origin rules protocol.
- Bu da menşe kuralları protokolünün tüm koşullarını yerine getirdikleri anlamına gelmektedir.
- We would greatly welcome it if Turkey were enabled to meet the political criteria by the autumn of 2004.
- Türkiye'nin 2004 sonbaharına kadar siyasi kriterleri yerine getirmesi sağlanırsa bundan büyük memnuniyet duyarız.
- The candidate states have spared no effort to meet the requirements.
- Aday ülkeler gereklilikleri yerine getirmek için hiçbir çabadan kaçınmadılar.
- How a Member State meets its obligations is an issue of subsidiarity.
- Bir Üye Devletin yükümlülüklerini nasıl yerine getireceği bir yetki ikamesi meselesidir.
- After all, there are now no fewer than ten countries that have to meet a whole host of new requirements.
- Ne de olsa artık bir dizi yeni gerekliliği yerine getirmesi gereken en az on ülke var.
- The efforts which we are making to meet our international commitments cannot be challenged or called into question.
- Uluslararası taahhütlerimizi yerine getirmek için gösterdiğimiz çabalara karşı çıkılamaz veya bu çabalar sorgulanamaz.
- If the industry is unable to meet these conditions, we need to abandon the marketing of genetically modified food.
- Eğer endüstri bu koşulları yerine getiremiyorsa, genetiği değiştirilmiş gıdaların pazarlanmasından vazgeçmeliyiz.
- Mercifully the UK is still online to meet its Kyoto commitments.
- Ne yazık ki Birleşik Krallık Kyoto taahhütlerini yerine getirmek için hala çevrimiçi durumda.
- It is obvious that Turkey itself has a long way to go before it can meet the Copenhagen criteria.
- Türkiye'nin de Kopenhag kriterlerini yerine getirebilmesi için önünde uzun bir yol olduğu açıktır.
- The decisions that were made in March 1999 do not help us to meet these obligations in the long term.
- Mart 1999'da alınan kararlar, uzun vadede bu yükümlülükleri yerine getirmemize yardımcı olmamaktadır.
- People do not vote in order to meet a ritual obligation which they do not experience as useful.
- İnsanlar, yararlı olduğunu düşünmedikleri törensel bir yükümlülüğü sırf yerine getirmiş olmak için oy kullanmazlar.
- Moreover, we as Parliament must also meet the commitments entered into in 2001.
- Ayrıca Parlamento olarak 2001 yılında üstlendiğimiz taahhütleri de yerine getirmeliyiz.
- Moreover, we as Parliament must also meet the commitments entered into in 2001.
- Ayrıca Parlamento olarak 2001 yılında verdiğimiz taahhütleri de yerine getirmeliyiz.
- The promise is that, if they meet the conditions, they can accede.
- Verilen söz, koşulları yerine getirdikleri takdirde katılım sağlayabilecekleri yönündedir.
- Just how much must the Member States do to meet her requirements?
- Üye Devletler onun gerekliliklerini yerine getirmek için ne kadarını yapmalıdır?
Show More (22)
|
8 |
meet |
rastlamak |
v. |
|
- You remind me of your mother whenever I meet you.
- Ne zaman sana rastlasam bana anneni hatırlatıyorsun.
- Tom met his former schoolmate in the street and acted as if he hadn't known him.
- Tom yolda eski bir okul arkadaşına rastladı ama tanımamazlıktan geldi.
- I remember that I met her somewhere.
- Ona bir yerde rastladığımı hatırlıyorum.
- When I went to Tokyo, I met him.
- Ben Tokyo'ya gittiğim zaman ona rastladım.
- I met her in the street.
- Caddede ona rastladım.
- Tom met Mary on his way to school.
- Tom, okula giderken Mary'ye rastladı.
- He is the man you met the other day.
- O, geçenlerde rastladığın adamdır.
- I met an old friend of mine the other day.
- Geçen gün eski bir arkadaşıma rastladım.
- I have never met a more sinful man.
- Daha günahkar bir erkeğe hiç rastlamadım.
- It was George that I met in the street this morning.
- Bu sabah caddede rastladığım George'du.
- I met Tom on my way here.
- Buraya gelirken Tom'a rastladım.
- I met my teacher on the way.
- Yolda öğretmenime rastladım.
- Walking in the park, I met a friend of mine.
- Parkta dolaşırken, bir arkadaşıma rastladım.
- I met him the other day.
- Geçen gün ona rastladım.
- Walking along the street, I met an old friend.
- Yolda yürürken eski bir arkadaşa rastladım.
- I met an old student in London.
- Londra'da eski bir öğrenciye rastladım.
- I met him on the streets by chance after many years.
- Yıllar sonra şans eseri ona caddede rastladım.
- I met her on my way to school.
- Okula giderken ona rastladım.
- I've never met anyone who knows as much about Australian history as Tom does.
- Avustralya tarihini Tom kadar bilen birine hiç rastlamadım.
- If you meet the Buddha on the road, kill him.
- Yolda Buda'ya rastlarsanız, onu öldürün.
- The reason I came to Boston is to meet the woman I hope to marry.
- Boston'a gelmemin nedeni, evlenmeyi umduğum kadına rastlamaktır.
- I met Tom recently.
- Geçenlerde Tom'a rastladım.
- Walking along the street, I met Mr Smith.
- Sokakta yürürken Bay Smith'e rastladım.
Show More (20)
|
9 |
meet |
üstesinden gelmek |
v. |
|
- We need to find answers within our own society in order to meet these challenges.
- Bu zorlukların üstesinden gelebilmek için kendi toplumumuz içinde cevaplar bulmamız gerekiyor.
- We all have to meet this challenge, at both European and national level.
- Hepimiz hem Avrupa hem de ulusal düzeyde bu zorluğun üstesinden gelmeliyiz.
- This is a vital challenge that our Union must meet.
- Bu, Sendikamızın üstesinden gelmesi gereken hayati bir zorluktur.
- We must bear in mind that we have to work together closely if we are to meet these challenges.
- Bu zorlukların üstesinden gelebilmemiz için birlikte çalışmamız gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
- This is a vital challenge that our Union must meet.
- Bu, Birliğimizin üstesinden gelmesi gereken hayati bir zorluktur.
- I am positive that the Greek Presidency will meet the challenges and play its historic part.
- Yunanistan Dönem Başkanlığının zorlukların üstesinden geleceğinden ve tarihi rolünü oynayacağından eminim.
- This is a challenge, but it is a challenge which must be met.
- Bu bir zorluktur, ancak üstesinden gelinmesi gereken bir zorluktur.
- Enlargement is a great challenge that can only be met if all the players are ready.
- Genişleme, ancak tüm oyuncuların hazır olması halinde üstesinden gelinebilecek büyük bir meydan okumadır.
- We hope that your work will continue to meet with such success and that you will also prove equal to these challenges.
- Çalışmalarınızın bu tür başarılarla buluşmaya devam etmesini ve sizin de bu zorlukların üstesinden gelmenizi umuyoruz.
- The outcome of the 2002 budget negotiations is evident and this outcome will once again enable the challenges to be met.
- 2002 bütçe müzakerelerinin sonucu ortadadır ve bu sonuç bir kez daha zorlukların üstesinden gelinmesini sağlayacaktır.
- It is a challenge which can and must be met in the forthcoming mid-term review.
- Bu, önümüzdeki orta vadeli gözden geçirme sürecinde üstesinden gelinebilecek ve gelinmesi gereken bir zorluktur.
- We must bear in mind that we have to work together closely if we are to meet these challenges.
- Bu zorlukların üstesinden gelebilmemiz için birlikte sıkı bir şekilde çalışmamız gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
- The country-of-origin principle should meet the challenge of offering financial services electronically.
- Menşe ülke ilkesi, finansal hizmetlerin elektronik ortamda sunulmasının getirdiği zorlukların üstesinden gelmelidir.
Show More (10)
|
10 |
meet |
ile karşılaşmak |
v. |
|
- Regularly met by mob violence and police brutality, hundreds of freedom riders were beaten and jailed.
- Düzenli olarak mafya şiddeti ve polis vahşeti ile karşılaşan yüzlerce özgürlük savaşçısı dövüldü ve hapse atıldı.
- Regularly met by mob violence and police brutality, hundreds of freedom riders were beaten and jailed.
- Düzenli olarak çete şiddeti ve polis vahşeti ile karşılaşan yüzlerce özgürlük savunucusu dövüldü ve hapse atıldı.
- She met her uncle at the shop.
- O, dükkânda amcası ile karşılaştı.
- When Tom met Mary at the station, he asked her how her vacation had been.
- Tom karakolda Mary ile karşılaştığında ona tatilinin nasıl geçtiğini sordu.
- I never expected to meet Tom in a place like that.
- Böyle bir yerde Tom ile karşılaşmayı hiç beklemiyordum.
- Peter met Pearl when they were at school together.
- Birlikte okuldayken Peter Pearl ile karşılaştı.
- Tom hasn't met Mary even once.
- Tom bir kez bile Mary ile karşılaşmadı.
- He met Sam purely by chance.
- O, tamamen şans eseri Sam ile karşılaştı.
- I met Yoko on my way to the theater.
- Tiyatroya giderken Yoko ile karşılaştım.
- Sally met Harry at the station.
- Sally, istasyonda Harry ile karşılaştı.
- When I met Hanako last Sunday, she said she had returned three days before.
- Ben geçen Pazar Hanako ile karşılaştığımda, üç gün önce döndüğünü söyledi.
- Tom met Mary outside.
- Tom dışarıda Mary ile karşılaştı.
- Tom met a friend of Mary's at the airport.
- Tom havaalanında Mary'nin bir arkadaşı ile karşılaştı.
Show More (10)
|
11 |
meet |
buluşma |
v. |
|
- I don't feel like meeting her now.
- Onunla şimdi buluşmak istemiyorum.
- It was nice meeting you here.
- Seninle burada buluşmak güzeldi.
- Meeting is the beginning of separation.
- Buluşmak ayrılığın başlangıcıdır.
- I've been looking forward to meeting you again.
- Seninle tekrar buluşmak için sabırsızlanıyordum.
- I look forward to meeting them.
- Onlarla buluşmak için sabırsızlanıyorum.
- I look forward to meeting him.
- Onunla buluşmak için sabırsızlanıyorum.
- I look forward to meeting her.
- Onunla buluşmak için sabırsızlanıyorum.
Show More (4)
|
12 |
meet |
bulmak |
v. |
|
- In the last year and a half, the Palestinian Authority has not had the opportunity to meet physically.
- Son bir buçuk yıldır Filistin Yönetimi fiziksel olarak bir araya gelme fırsatı bulamadı.
- Plenty of time for you to meet another geriatric boy toy.
- Kendine gönül eğlendirecek yaşlı bir adam bulman için daha çok zaman var.
- Plenty of time for you to meet another geriatric boy toy.
- Kendine yaşlı bir erkek damızlık bulman için daha çok vakit var.
- Meet your match.
- Kendi seviyende birini bul.
Show More (1)
|
13 |
meet |
karşılaşma |
n. |
|
- Even though it's against company policy, Tom and Mary kiss and hug every time they meet.
- Şirket politikasına ters olmasına rağmen, Tom ve Mary her karşılaşmada öpüşür ve birbirlerine sarılırlardı.
- Rain or shine, the athletic meet will be held.
- Her durumda, atletik karşılaşma düzenlenecek.
- It was inevitable that they would meet.
- Karşılaşmaları kaçınılmazdı.
- I don't think you're going to have the chance to meet Tom.
- Tom'la karşılaşma fırsatın olacağını sanmıyorum.
Show More (1)
|
14 |
meet |
uymak |
v. |
|
- Your first priority, rightly, was to meet the timetable for enlargement of the European Union.
- Haklı olarak ilk önceliğiniz Avrupa Birliği'nin genişleme takvimine uymaktı.
- The Russians signed up to stringent standards when they joined these organisations, and now they must meet them.
- Ruslar bu örgütlere katıldıklarında katı standartlara imza attılar ve şimdi de bu standartlara uymak zorundalar.
- It is important that the deadlines are met.
- Son teslim tarihlerine uyulması önemlidir.
Show More (0)
|
15 |
meet |
karşılanmak |
v. |
|
- Her speech was met with murmurs of discontent.
- Konuşması hoşnutsuzluk mırıltılarıyla karşılandı.
Show More (-2)
|
16 |
meet |
görüşme |
v. |
|
- I am looking forward to meeting you when you come.
- Geldiğinde seninle görüşmeye can atıyorum.
Show More (-2)
|