|
- We have rarely seen such a miserly and nationalistic spectacle in this House!
- Bu Meclis'te böylesine cimri ve milliyetçi bir gösteriyi nadiren gördük!
- Besides, ethical issues rarely arise in isolation in some moral vacuum.
- Ayrıca, etik meseleler nadiren ahlaki bir boşlukta tek başına ortaya çıkar.
- As our esteemed former colleague the President-in-Office has said, decisions involving money rarely are.
- Saygıdeğer eski meslektaşımız Dönem Başkanının da söylediği gibi, para ile ilgili kararlar nadiren öyle olur.
- A large number of new medicines now coming onto the market are, unfortunately, rarely innovative.
- Şu anda piyasaya sürülen çok sayıda yeni ilaç ne yazık ki nadiren yenilikçidir.
- Very rarely have I seen reports on energy of this calibre.
- Çok nadiren bu çapta enerji raporları gördüm.
- Events in the real world can rarely be dealt with by means of a predetermined, prescriptive set of rules.
- Gerçek dünyadaki olaylar nadiren önceden belirlenmiş, kuralcı bir kurallar dizisi aracılığıyla ele alınabilir.
- But in Parliament we rarely have days or votes of such significance as today.
- Ancak Parlamento'da nadiren bugünkü gibi önemli günlerimiz ya da oylamalarımız olur.
- The fish on our plates comes more and more rarely from European Union waters.
- Tabaklarımızdaki balıklar giderek daha nadiren Avrupa Birliği sularından geliyor.
- Rarely in my career as an MEP have I experienced the degree of interest awakened throughout Europe by this committee.
- Bir AP üyesi olarak kariyerim boyunca bu komitenin Avrupa çapında uyandırdığı ilginin derecesini nadiren deneyimledim.
- Even where social partners function as delegates in advisory bodies, these delegates are very rarely women.
- Sosyal ortakların danışma organlarında delege olarak görev yaptığı yerlerde bile, bu delegeler çok nadiren kadındır.
- Rarely enough are there real political decisions.
- Gerçek siyasi kararlar nadiren alınmaktadır.
- In addition, the way the organisations are selected is very rarely based on objective criteria.
- Ayrıca kuruluşların seçilme şekli çok nadiren objektif kriterlere dayanmaktadır.
- This seems a logical course of action which, until now, has very rarely been taken, hence my appreciation.
- Bu, şimdiye kadar çok nadiren uygulanmış olan mantıklı bir hareket tarzı gibi görünüyor, bu nedenle takdir ediyorum.
- Rarely enough are there real political decisions.
- Nadiren gerçek siyasi kararlar alınır.
- The authorities rarely have much desire to throw light on such matters.
- Yetkililer nadiren bu tür konulara ışık tutmak isterler.
- It addresses individual trees but rarely the wood as a whole.
- Tek tek ağaçları ele alır, ancak nadiren bir bütün olarak ormanı ele alır.
- Rarely does one see such excellent reports.
- Bu kadar mükemmel raporlara nadiren rastlanır.
- What is interesting is that the qualifications demanded are rarely defined.
- İlginç olan, talep edilen niteliklerin nadiren tanımlanmış olmasıdır.
- Rarely glimpsed, this baby may be only a day old.
- Nadiren görülen bu bebek sadece bir günlük olabilir.
- Rarely glimpsed, this baby may be only a day old.
- Nadiren görülen bu bebek yalnızca bir günlük olabilir.
- He was powerful, rarely lost a battle.
- Güçlüydü, nadiren savaş kaybediyordu.
- He was powerful, rarely lost a battle.
- Güçlü biriydi, nadiren savaşta yenilirdi.
- President Tom Jackson rarely appears in public.
- Başkan Tom Jackson nadir olarak toplum içinde görünür.
- I used to go fishing quite often, but now I rarely go.
- Balık tutmaya oldukça sık giderdim ama şimdi nadiren gidiyorum.
- I rarely drink instant coffee.
- Nadiren hazır kahve içerim.
- I rarely eat meat.
- Ben nadiren et yerim.
- That rarely happens.
- Bu nadiren olur.
- The children rarely go outside.
- Çocuklar nadiren dışarı çıkar.
- The hostess complained that I visit her so rarely these days.
- Ev sahibesi bu günlerde onu çok nadir ziyaret ettiğimden şikayet etti.
- I see it rarely.
- Nadiren görüyorum.
- I rarely talk on the phone.
- Telefonda nadiren konuşurum.
- Our meeting rarely starts on time.
- Toplantılarımız nadiren zamanında başlar.
- Tom rarely writes to us.
- Tom bize nadiren yazar.
- President Tom Jackson rarely appears in public.
- Başkan Tom Jackson nadiren halkın karşısına çıkar.
- Tom and Mary rarely go out together.
- Tom ve Mary nadiren birlikte dışarı çıkar.
- Tom rarely goes to bed before midnight.
- Tom nadiren gece yarısından önce yatar.
- Tom rarely does that before lunch.
- Tom nadiren bunu öğle yemeğinden önce yapar.
- He believes in God, but he rarely attends Church.
- Tanrı'ya inanıyor ama kiliseye nadiren gidiyor.
- I rarely make mistakes.
- Ben nadiren hata yapıyorum.
- President Tom Jackson rarely appears in public.
- Başkan Tom Jackson nadiren halka görünür.
- Although she lives nearby, I rarely see her.
- Yakında yaşamasına rağmen , onu nadiren görürüm.
- They rarely ever wake up this early.
- Onlar nadiren bu kadar erken uyanır.
- Tom rarely says anything.
- tom nadiren bir şey söyler.
- Tom rarely goes out after dark.
- Tom hava karardıktan sonra nadiren dışarı çıkar.
- Tom rarely goes to Boston.
- Tom Boston'a nadiren gider.
- She rarely stays home on Sunday.
- O, pazar günü nadiren evde kalır.
- Tom is rarely at home.
- Tom nadiren evde olur.
- I rarely make a mistake.
- Nadiren hata yaparım.
- I have a sewing machine, but I rarely use it.
- Bir dikiş makinem var ama onu nadiren kullanırım.
- Weather reports rarely come true.
- Hava durumu raporları nadiren gerçekleşir.
- I rarely watch television.
- Nadiren televizyon izlerim.
- She is rarely late.
- Nadiren geç kalır.
- Tom rarely kisses his wife anymore.
- Tom artık eşini nadiren öpüyor.
- I rarely see Tom.
- Ben nadiren Tom'u görüyorum.
- He rarely puts sugar in his coffee.
- Kahvesine nadiren şeker koyar.
- The children rarely go outside.
- Çocuklar nadiren dışarıya çıkar.
- Rarely does he go out on Sunday.
- O, pazar günü nadiren dışarı çıkar.
- Tom rarely wears dark colors.
- Tom nadiren koyu renkler giyer.
- Tom and I rarely eat together.
- Tom ve ben nadiren birlikte yiyoruz.
- I rarely come to Boston.
- Boston'a nadiren gelirim.
- You rarely smile.
- Nadiren gülümsüyorsun.
- Compared with those in America, Japanese marriages rarely end in divorce.
- Amerika'dakilerle karşılaştırıldığında, Japon evlilikleri nadiren boşanmayla sonuçlanıyor.
- These days, people rarely wear patches on their elbows and knees.
- Bugünlerde insanlar dirseklerine ve dizlerine nadiren yama takıyorlar.
- I rarely ever do that.
- Ben bunu nadiren yaparım.
- Tom and I rarely eat together.
- Tom ve ben nadiren birlikte yemek yeriz.
- Tom rarely goes to Boston.
- Tom nadiren Boston'a gider.
- Tom rarely talks to anybody.
- Tom nadiren birileriyle konuşur.
- Mary rarely wears dresses.
- Mary nadiren elbise giyer.
- I very rarely eat meat.
- Ben çok nadiren et yerim.
- Weather forecasts are rarely accurate.
- Hava tahminleri nadiren doğru çıkar.
- I rarely wear a tie.
- Ben nadiren kravat takıyorum.
- Tom rarely does that.
- Tom bunu nadiren yapar.
- She rarely stays home on Sundays.
- Pazar günleri nadiren evde kalır.
- Tom rarely goes to church.
- Tom kiliseye nadiren gider.
- I rarely sing.
- Nadiren şarkı söylerim.
- Tom says that rarely happens.
- Tom onun nadiren olduğunu söylüyor.
- Weather reports rarely come true.
- Hava raporları nadiren gerçekleşir.
- Tom very rarely laughs.
- Tom çok nadiren güler.
- I rarely use plastic bags.
- Nadiren plastik poşet kullanırım.
- I rarely read magazines.
- Nadiren dergi okurum.
- Tom rarely ever hugs Mary anymore.
- Tom artık nadiren Mary'ye sarılır.
- Tom rarely goes out anymore.
- Tom artık nadiren dışarıya çıkıyor.
- I rarely watch documentaries.
- Nadiren belgesel izlerim.
- Tom rarely stays home on Monday.
- Tom nadiren pazartesi günü evde kalır.
- She rarely sings, but I think she will tonight.
- Nadiren şarkı söyler, ama sanırım bu gece söyleyecek.
- I have a sewing machine, but I rarely use it.
- Dikiş makinem var ama nadiren kullanıyorum.
- She is rarely late for appointments.
- Randevularına nadiren geç kalır.
- I see it rarely.
- Ben onu nadiren görüyorum.
- Tom rarely does that anymore.
- Tom artık bunu nadiren yapmaktadır.
- It's not wrong, but it's rarely written like that.
- Yanlış değil ama nadiren öyle yazılır.
- In Australia, it very rarely snows in December.
- Avustralya'da Aralık ayında çok nadiren kar yağar.
- Tom rarely drinks coffee.
- Tom nadiren kahve içiyor.
- Tom rarely walks anywhere.
- Tom nadiren bir yere yürür.
- Tom rarely does that anymore.
- Tom artık bunu nadiren yapıyor.
- She rarely stays home on Sunday.
- Pazar günleri nadiren evde kalır.
- Tom rarely ever spoke.
- Tom nadiren konuşurdu.
- Tom rarely hugs Mary anymore.
- Tom artık Mary'ye nadiren sarılıyor.
- Tom's family rarely eats together.
- Tom'un ailesi nadiren birlikte yemek yer.
Show More (95)
|