1 |
spark |
kıvılcım |
n. |
|
- He rubbed stones together and produced sparks to start a fire.
- Taşları birbirine sürttü ve ateş yakmak için kıvılcımlar çıkardı.
- The successes of populist parties across Europe demonstrate that the spark can all of a sudden ignite.
- Popülist partilerin Avrupa genelindeki başarıları, kıvılcımın aniden ateşlenebileceğini göstermektedir.
- The successes of populist parties across Europe demonstrate that the spark can all of a sudden ignite.
- Avrupa genelinde popülist partilerin başarıları, kıvılcımın aniden ateşlenebileceğini göstermektedir.
- Layla's dark fantasies found their spark.
- Layla'nın karanlık fantezileri kıvılcımını buldu.
- A tiny spark may become a great flame.
- Küçük bir kıvılcım büyük bir aleve dönüşebilir.
- Layla's dark fantasies found their spark.
- Leyla'nın karanlık fantezileri kıvılcımlarını buldu.
- A tiny spark may become a great flame.
- Cılız bir kıvılcım kocaman bir aleve dönüşebilir.
- A spark would be enough to burn a forest.
- Bir ormanı yakmak için bir kıvılcım yeterli olur.
- A small spark often ignites a big flame.
- Küçük bir kıvılcım genellikle büyük bir alevi tutuşturur.
- A spark would be enough to burn a forest.
- Bir kıvılcım bir ormanı yakmaya yeter.
- A tiny spark may become a great conflagration.
- Küçük bir kıvılcım büyük bir yangına dönüşebilir.
Show More (8)
|
2 |
spark |
tetiklemek |
v. |
|
- It sparked the crisis in Kosovo.
- Bu durum Kosova'daki krizi tetikledi.
- It provides for public and private investment to spark growth and employment.
- Büyüme ve istihdamı tetiklemek için kamu ve özel sektör yatırımları sağlar.
- It provides for public and private investment to spark growth and employment.
- Bu alan, büyüme ve istihdamı tetiklemek üzere kamu ve özel sektör yatırımlarının yapılmasını sağlamaktadır.
Show More (0)
|
3 |
spark |
(elektrikli sistemde) kıvılcım |
n. |
|
- There were sparks coming out of the transmitter.
- Vericiden kıvılcımlar çıkıyordu.
Show More (-2)
|
4 |
spark |
parıltı |
n. |
|
- My grandmother's eyes still have a spark of life in them.
- Büyükannemin gözlerinde hâlâ bir yaşam parıltısı var.
Show More (-2)
|
5 |
spark |
fitilini ateşlemek |
v. |
|
- Her blunt comments sparked off a serious argument.
- Açık sözlü yorumları ciddi bir tartışmanın fitilini ateşledi.
Show More (-2)
|
6 |
spark |
kıvılcım çıkarmak |
v. |
|
- The wood in the potbelly stove crackled and sparked.
- Bombeli sobadaki odunlar çatırdayarak kıvılcımlar çıkardı.
Show More (-2)
|
7 |
spark |
(teşvik anlamında) kıvılcım |
n. |
|
- That idea was the spark that eventually led to the project.
- Nihayetinde projeye yol gösteren kıvılcım bu fikir oldu.
Show More (-2)
|