Tureng - stick - Englisch Türkisch Sätze

Verlauf

	Englisch	Türkisch
1	stick	sopa	n.
	The Danish Foreign Minister did not talk about using a stick against the applicant countries. Danimarka Dışişleri Bakanı, başvuran ülkelere karşı bir sopa kullanmaktan bahsetmedi. You are also going to need a stick to impose order within the Council. Ayrıca Konsey içinde düzeni sağlamak için bir sopaya da ihtiyacınız olacak. You are also going to need a stick to impose order within the Council. Konsey içerisinde düzeni sağlamak için bir sopaya da ihtiyacınız olacak. In other words, we risk suffering the blows of the stick without even tasting the carrot. Başka bir deyişle havucun tadına bile bakmadan sopanın darbelerine maruz kalma riskiyle karşı karşıyayız. Until now we have used more stick than carrot. Şimdiye kadar havuçtan çok sopa kullandık. In this case, we must wield the carrot and the stick. Bu durumda, hem havuç hem de sopa kullanmalıyız. Layla got brutally beaten with sticks. Layla sopalarla vahşice dövüldü. John picked up a stick and shook it. John bir sopa aldı ve salladı. Tom poked the ant hill with a stick. Tom karınca tepesini bir sopayla dürttü. The dog can bring back a stick. Köpek bir sopa getirebilir. He was walking with a stick in his hand. Elinde bir sopayla yürüyordu. Tom threw a stick for his dog. Tom köpeğine bir sopa fırlattı. Your arms are more important than that stick, so instead of using your arm, use the stick. Kollarınız o sopadan daha önemli, bu yüzden kolunuzu kullanmak yerine sopayı kullanın. If you want to beat a dog, you can always find a stick. Eğer bir köpeği dövmek istiyorsan, her zaman bir sopa bulabilirsin. He wrote an opera about a stick insect going through high school. Liseye giden bir sopa böceği hakkında bir opera yazdı. Tom's father beat him with a stick. Tom'un babası onu bir sopayla dövdü. Tom wrote his name in the sand with a stick. Tom adını bir sopayla kuma yazdı. The rat was killed by him with a stick. Fareyi sopayla o öldürdü. He beat the dog with a stick. Köpeği bir sopayla dövdü. The rat was killed by Tom with a stick. Fare, Tom tarafından bir sopayla öldürüldü. I killed the rat with a stick. Bir sopayla fareyi öldürdüm. Hit it with a stick. Bir sopayla vur. I'm looking for a stick. Bir sopa aramaktayım. She always keeps a stick in her hand. Her zaman elinde bir sopa tutar. Throw a stick and watch the dog fetch it. Bir sopa at ve köpeğin onu yakalamasını izle. Sticks and stones may break my bones, but words will never hurt me. Sopalar ve taşlar kemiklerimi kırabilir ama kelimeler bana asla zarar vermez. Tom wrote on the ground with a stick. Tom bir sopayla yere yazı yazdı. Tom killed the mouse with a stick. Tom fareyi bir sopayla öldürdü. I'm looking for a stick. Ben bir sopa arıyorum. Tom poked the ground with a stick. Tom bir sopayla yeri dürttü. Tom's father beat him with a stick. Tom'un babası onu sopayla dövdü. The shadow of the stick is visible. Sopanın gölgesi görünüyor. The rat was killed by Tom with a stick. Fare, bir sopayla Tom tarafından öldürüldü. I cannot walk without a stick. Sopa olmadan yürüyemiyorum. The dog can bring back a stick. Köpek bir sopayı geri getirebilir. Mary poked Tom in the eye with a stick. Mary, Tom'un gözüne bir sopa soktu. She poked her sister in the eye with a stick. Kız kardeşinin gözüne sopa soktu. The general, without interrupting his speech, hit him on the head with his heavy ivory stick; the barbarian fell. General, konuşmasını kesmeden, ağır fildişi sopasıyla kafasına vurdu; barbar düştü. Tom threw a stick for his dog. Tom köpeği için bir sopa fırlattı. He supported himself with a stick. Kendini bir sopayla destekliyordu. Hit it with a stick. Ona bir sopayla vur. Tom wrote on the ground with a stick. Tom bir sopayla yere yazdı. We cook with a stick. Bir sopayla yemek pişiriyoruz. I killed the rat with a stick. Fareyi bir sopayla öldürdüm. The dog sniffed the stick. Köpek sopayı kokladı. Tom's father beat Tom with a stick. Tom'un babası Tom'u sopayla dövdü. Throw a stick and watch the dog fetch it. Bir sopa at ve köpeğin onu alıp getirmesini izle. Tom drew a circle in the sand with a stick. Tom bir sopayla kumda bir daire çizdi. Until 1986, in the schools of England, it was legal to punish children with belts, sticks, and clubs. 1986'ya kadar İngiltere'deki okullarda çocukları kemer, sopa ve copla cezalandırmak yasaldı. She always keeps a stick in her hand. Her zaman elinde bir sopa taşır. She always keeps a stick in her hand. Elinde daima bir sopa bulundurur. He beat the dog with a stick. O, bir sopayla köpeği dövdü. The rat was killed by him with a stick. Fare onun tarafından bir sopayla öldürüldü. Layla got brutally beaten with sticks. Leyla sopalarla acımasızca dövüldü. Tom poked the fire with a stick. Tom bir sopa ile ateşi karıştırdı. Tom poked the ant hill with a stick. Tom bir sopa ile karınca yuvasını karıştırdı. Show More (53)
2	stick	çubuk	n.
	The children made a tiny raft from sticks. Çocuklar çubuklardan minik bir sal yaptılar. She gave him a stick of candy. Oğlana bir şeker çubuğu verdi. Stir the paint with a stick. Boyayı bir çubukla karıştır. Stir the paint with a stick. Boyayı bir çubuk yardımıyla karıştır. I tied a stick to the plant to straighten it. Düzeltmek için bitkiye bir çubuk bağladım. Tom poked the fire with a stick. Tom bir çubukla ateşi dürttü. Tom skewered the marshmallow with his stick. Tom çubukla marşmelovu şişledi. John picked up a stick and shook it. John bir çubuk aldı ve salladı. I tied a stick to the plant to straighten it. Onu düzeltmek için bitkiye bir çubuk bağladım. I killed the rat with a stick. Bir çubukla fareyi öldürdüm. Measure the length of the stick with a ruler. Bir cetvelle çubuğun uzunluğunu ölçün. Measure the length of the stick with a ruler. Çubuğun uzunluğunu bir cetvelle ölçün. Your arms are more important than that stick, so instead of using your arm, use the stick. Kollarınız o çubuktan daha önemlidir, bu nedenle kolunuzu kullanmak yerine çubuğu kullanın. The dog sniffed the stick. Köpek çubuğu kokladı. We cook with a stick. Biz bir çubukla yemek yaparız. Tom drew a circle in the sand with a stick. Tom bir çubukla kuma bir daire çizdi. Stir the paint with a stick. Boyayı bir çubukla karıştırın. Tom poked the ground with a stick. Tom bir çubukla yeri dürttü. Show More (15)
3	stick	sokmak	v.
	He stuck his hand into the pouch, and felt around for one of the stones. Elini kesenin içine soktu ve yoklayarak taşlardan birini bulmaya çalıştı. He stuck his hand into the pouch, and felt around for one of the stones. Elini keseye soktu ve taşlardan birini bulmaya çalıştı. Tom stuck his fingers in his ears. Tom parmaklarını kulaklarına soktu. Tom is sticking his neck out. Tom kendini zor bir duruma sokuyor. Don't stick your hands where they don't belong! Ellerini ait olmadıkları yerlere sokma! He stuck a straw into an anthill. O bir karınca yuvasına bir saman çöpü soktu. Don't stick your hands where they don't belong! Ellerini ait olmadıkları yere sokma. Don't stick your nose where it doesn't belong. Burnunu ait olmadığı yere sokma. Tom stuck his nose where it didn't belong. Tom burnunu ait olmadığı bir yere soktu. He stuck his nose where it didn't belong. Burnunu ait olmadığı yerlere soktu. Tom stuck his hands in his pockets. Tom ellerini ceplerine soktu. My mother always sticks her nose in my private business. Annem her zaman özel işlerime burnunu sokar. I stuck my hands in my pockets. Ellerimi ceplerime soktum. She stuck her nose where it didn't belong. Burnunu ait olmadığı yerlere soktu. Tom stuck his nose where it didn't belong. Tom başkalarının işine burnunu soktu. He stuck a straw into an anthill. Bir karınca yuvasına pipet soktu. Show More (13)
4	stick	yapıştırmak	v.
	The only thing left is sticking the files onto a USB flash drive. Geriye kalan tek şey dosyaları bir USB flash sürücüye yapıştırmak. I am sticking a picture on the cupboard. Dolabın üstüne bir resim yapıştırıyorum. Stick another stamp on the envelope. Zarfın üstüne bir pul daha yapıştırın. Tom stuck a poster on the wall. Tom duvara bir poster yapıştırdı. Tom is sticking a bill on the wall. Tom duvara bir fatura yapıştırıyor. Tom stuck the broken pieces together. Tom kırık parçaları birbirine yapıştırdı. Stick a notice on the board. Tahtaya bir not yapıştırın. I am sticking a picture on the cupboard. Dolabın üzerine bir resim yapıştırıyorum. Stick another stamp on the envelope. Zarfa bir pul daha yapıştır. Have you ever stuck a poster on a wall? Hiç duvara bir poster yapıştırdın mı? Stick a notice on the board. Tahtaya bir not yapıştır. Show More (8)
5	stick	yapışmak	v.
	Metal springs were sticking through the couch cushions. Metal yaylar kanepenin minderlerine yapışmıştı. My coat stuck to the newly painted door. Paltom yeni boyanmış kapıya yapıştı. I got a fish bone stuck in my throat. Boğazımda yapışmış bir balık kılçığı var. They stuck with me. Bana yapıştılar. They stick together like glue. Birbirlerine tutkal gibi yapışırlar. This tape sticks well. Bu bant iyi yapışıyor. This tape sticks well. Bu bant iyi yapışır. Show More (4)
6	stick	baston	n.
	My grandfather used a wooden walking stick. Büyükbabam tahta bir baston kullanırdı. My grandfather cannot walk without a stick. Büyükbabam bir baston olmadan yürüyemiyor. This is the first time I've ever walked with a stick. İlk defa bir bastonla yürüyorum. I cannot walk without a stick. Ben bir baston olmadan yürüyemem. My grandfather cannot walk without a stick. Dedem bastonsuz yürüyemez. He was walking with a stick in his hand. Elinde bir bastonla yürüyordu. He supported himself with a stick. O, kendisini bir baston ile destekledi. Show More (4)
7	stick	koymak	v.
	Could you stick this cake in the fridge? Bu pastayı buzdolabına koyabilir misin? We must protect the privacy of our citizens and stick our necks out for this. Vatandaşlarımızın mahremiyetini korumalı ve bunun için elimizi taşın altına koymalıyız. You should stick those pictures in your album. O fotoğrafları albümünüze koymalısınız. Show More (0)
8	stick	uzatmak	v.
	Tom is sticking his neck out. Tom boynunu uzatıyor. While travelling on the train, I stuck my head out the window, and my cap flew off. Trende seyahat ederken kafamı pencereden dışarı uzattım ve şapkam uçtu. Don't stick your hand out of the window. Elini pencerenin dışına uzatma. Show More (0)
9	stick	sadık kalmak	v.
	But it will not be a tragedy if we fail to stick precisely to 2004 as the accession date. Ancak katılım tarihi olarak 2004'e tam olarak sadık kalamazsak bu bir trajedi olmayacaktır. Tom didn't stick around. Tom sadık kalmadı. Show More (-1)
10	stick	takılmak	v.
	It was one of the sticking points in the discussion of the guidelines for the health fund. Sağlık fonuna ilişkin kılavuz ilkelerin tartışılmasında takıldığımız noktalardan biriydi. I'm sticking with them. Ben onlara takılıyorum. Show More (-1)
11	stick	ayrılmamak	v.
	We three will stick together. Biz üçümüz birbirimizden ayrılmayacağız. We'll stick together. Birbirimizden ayrılmayacağız. Show More (-1)
12	stick	değnek	n.
	Until 1986, in the schools of England, it was legal to punish children with belts, sticks, and clubs. 1986'ya kadar İngiltere'nin okullarında, çocukları kemerlerle, değneklerle ve sopalarla cezalandırmak yasaldı. Speak softly and carry a big stick. Aba altından değnek göster. Show More (-1)
13	stick	saplamak	v.
	He stuck his knife into the tree. Bıçağını ağaca sapladı. Tom stuck a poster on the wall. Tom duvarın üzerine bir poster sapladı. Show More (-1)
14	stick	(spor) sopa	n.
	I can balance a puck on a hockey stick. Hokey sopası üzerinde diski dengede tutabiliyorum. Show More (-2)
15	stick	üstüne yapışmak	v.
	The teacher called me "Tiny Tina," and the name stuck. Öğretmen bana "Minik Tina" dedi ve bu isim üstüme yapışıp kaldı. Show More (-2)
16	stick	(dışarı) çıkarmak	v.
	Don't stick your head out the window of a moving vehicle. Hareket eden bir aracın camından başınızı dışarı çıkarmayın. Show More (-2)
17	stick	dayanmak	v.
	She can't stick the sight of blood. Kan görmeye dayanamıyor. Show More (-2)
18	stick	kol	n.
	Slowly push the stick forward to descend. Alçalmak için kolu yavaşça ileri itin. Show More (-2)
19	stick	sıkışmak	v.
	I can't open this jar; the lid is stuck. Bu kavanozu açamıyorum; kapağı sıkışmış. Show More (-2)
20	stick	(akılda) kalmak	v.
	A good brand name sticks in your mind. İyi bir marka ismi aklınızda kalır. Show More (-2)
21	stick	vitesli araç	n.
	Are you sure you can drive a stick? Vitesliyi sürebileceğinden emin misin? Show More (-2)
22	stick	baget	n.
	All grocery shopping bags contain at least one stick of French bread. Tüm market alışverişi poşetlerinde en az bir baget Fransız ekmeği bulunur. Show More (-2)
23	stick	direnmek	v.
	Tom stuck it out. Tom direndi. Show More (-2)
24	stick	sırtına yüklemek	v.
	Even though Tom had promised to pay, he stuck Mary with the bill. Tom ödemeye söz vermiş olmasına rağmen faturayı Mary'nin sırtına yükledi. Show More (-2)