poor... - Türkisch Englisch Wörterbuch

poor...

Play ENTRENus
Play ENTRENuk
Play ENTRENau

Bedeutungen, die der Begriff "poor..." mit anderen Begriffen im Englisch Türkisch Wörterbuch erhalten hat: 500 Ergebniss(e)

Englisch Türkisch
Common Usage
poor adj. kötü
The combination of high temperatures, poor ventilation, overcrowding and lack of water can be lethal.
Yüksek sıcaklıklar, kötü havalandırma, aşırı kalabalık ve su eksikliğinin birleşimi ölümcül olabilir.

More Sentences
poor adj. fakir
Robbing a poor Peter to pay Paul is an inverse Robin Hood policy and is at best perverse.
Paul'e ödeme yapmak için fakir Peter'i soymak ters bir Robin Hood politikasıdır ve en iyi ihtimalle sapkınlıktır.

More Sentences
poor adj. zavallı
And what is the poor consumer supposed to do?
Peki zavallı tüketicinin ne yapması gerekiyor?

More Sentences
poor adj. yoksul
Seafarers must not be exploited on European ships just because they come from poor regions of the world.
Denizciler sırf dünyanın yoksul bölgelerinden geldikleri için Avrupa gemilerinde sömürülmemelidir.

More Sentences
General
poor boy n. zavallı çocuk
Leave the poor boy alone.
Zavallı çocuğu rahat bırak.

More Sentences
poor fellow n. zavallı adam
I feel very sorry for Tom, poor fellow.
Tom için çok üzülüyorum, zavallı adam.

More Sentences
the poor n. yoksullar
The poor are hungry, have no jobs, and fear disease.
Yoksullar aç, işsiz ve hastalıktan korkuyorlar.

More Sentences
poor health n. sağlıksız
President Polk was old, tired and in poor health.
Başkan Polk yaşlı, yorgun ve sağlıksızdı.

More Sentences
poor children n. yoksul çocuklar
They don't think about the poor children who are dying of hunger.
Açlıktan ölen yoksul çocukları düşünmüyorlar.

More Sentences
poor women n. yoksul kadınlar
The application of Sharia law affects women in particular, especially poorer women.
Şeriat hukukunun uygulanması en başta kadınları, özellikle de yoksul kadınları etkilemektedir.

More Sentences
poor country n. fakir ülke
The split between rich and poor countries is becoming increasingly wide.
Zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurum giderek açılmaktadır.

More Sentences
poor conditions n. kötü koşullar
Women are often easy prey, given the poor conditions they live under.
Kadınlar, yaşadıkları kötü koşullar göz önüne alındığında genellikle kolay avdır.

More Sentences
poor neighbourhood n. yoksul mahallesi
In Mexico there are many poor neighbourhoods.
Meksika'da birçok yoksul mahalle vardır.

More Sentences
the poor n. yoksul kesim
These elements are, of course, of crucial importance, particularly for the poorer sections of the world's population.
Bu unsurlar elbette özellikle dünya nüfusunun daha yoksul kesimleri için hayati önem taşımaktadır.

More Sentences
poor n. fakir kimse
Why doesn't anyone care to listen to the poor?
Neden fakirler kimsenin umurunda değil?

More Sentences
poor n. fakir insanlar
He dedicated his life to helping the poor.
O, hayatını fakir insanlara yardım etmeye adadı.

More Sentences
poor people n. fakir insanlar
Majority of his clientele are poor people.
Müşterilerinin çoğunluğu fakir insanlardan oluşuyor.

More Sentences
poor people n. fakirler
Santa doesn’t give presents to poor people.
Noel Baba fakirlere hediye vermiyor.

More Sentences
become poor v. fakirleşmek
It is becoming poorer and poorer, with regions in which the per capita income is falling.
Kişi başına düşen gelirin düştüğü bölgelerle birlikte İngiltere gittikçe fakirleşiyor.

More Sentences
grow poor v. fakirleşmek
From year to year they were growing poorer.
Onlar yıldan yıla daha fakirleşiyorlar.

More Sentences
get poor v. fakirleşmek
The poor are getting poorer.
Fakirler daha da fakirleşiyor.

More Sentences
become poor v. yoksullaşmak
This is a terrible prospect, since it indicates that a large group of people are becoming poorer.
Bu korkunç bir olasılık çünkü büyük bir insan grubunun daha da yoksullaştığını gösteriyor.

More Sentences
be poor v. fakir olmak
Don't look down on him merely because he is poor.
Sadece fakir olduğu için ona tepeden bakmayın.

More Sentences
poor adj. perişan
Tom seemed so poor and so sad.
Tom çok perişan ve çok üzgün görünüyordu.

More Sentences
poor adj. sefil
You poor thing.
Seni sefil şey.

More Sentences
poor adj. yoksul
The greatest proportion of the world’s poor live in Asia.
Dünyadaki yoksulların en büyük bölümü Asya'da yaşamaktadır.

More Sentences
poor adj. zavallı
We need uniform tariffs so as to make the job of the poor airport staff easier.
Zavallı havaalanı personelinin işini kolaylaştırmak için tek tip tarifelere ihtiyacımız var.

More Sentences
poor adj. zayıf
In many of these countries the judicial system is still very poor and deficient.
Bu ülkelerin birçoğunda yargı sistemi hala çok zayıf ve yetersizdir.

More Sentences
poor adj. yetersiz
In my view, this is partly due to poor preparation.
Benim görüşüme göre bu kısmen yetersiz hazırlıktan kaynaklanmaktadır.

More Sentences
poor adj. fakir
If we allow this to happen elsewhere we will have a Europe that will be much poorer.
Eğer bunun başka yerlerde de olmasına izin verirsek çok daha fakir bir Avrupa'ya sahip olacağız.

More Sentences
poor adj. kalitesiz
First of all, because of the poor quality of the report.
Her şeyden önce, raporun kalitesizliği nedeniyle.

More Sentences
poor adj. verimsiz
A poor rice harvest will get us into real trouble.
Verimsiz bir pirinç hasadı başımızı belaya sokacaktır.

More Sentences
poor adj. berbat
It was a poor concert.
Berbat bir konserdi.

More Sentences
poor adj. düşük
At that time I had a poor income and couldn't live on it.
O zamanlar düşük bir gelirim vardı ve onunla geçinemezdim.

More Sentences
Colloquial
dirt-poor adj. çok fakir
His parents were dirt-poor and could not afford to send their son to college.
Ebeveynleri çok fakirdi ve oğullarını üniversiteye göndermeyi göze alamadılar.

More Sentences
poor thing expr. zavallı şey
Poor thing!
Zavallı şey!

More Sentences
Speaking
you poor thing expr. seni zavallı şey
You poor thing.
Seni zavallı şey.

More Sentences
Common Usage
poor nutrition n. yetersiz beslenme
of poor quality adj. kalitesiz
General
someone who helps poor people n. fukaraperver
poor debtor's oath n. fakir borçlunun yemini
poor sport n. mızıkçı
poor man n. adamcağız
rural poor n. kırsal yoksulluk
poor quarter n. fakir semt
this poor little thing n. buncağız
poor woman n. kadıncağız
the poor n. gureba
poor box n. sadaka kutusu
a poor shot n. nişancı olmayan kimse
the poor n. aceze
gap between rich and poor n. zengin ile fakir arasındaki uçurum
poor mixture n. fakir karışım
urban poor n. kentsel yoksulluk
poor in health n. sağlığı bozuk
poor person n. fakir
poor person n. yoksul
poor attention span n. kısa dikkat süresi
the poor n. fakir fukara
a poor shot n. hedefi iyi vuramayan kimse
poor law n. yoksulları koruma kanunu
gift or money for poor guests in ottoman empire n. diş kirası
poor child n. yoksul çocuk
got a poor response n. zayıf tepki aldı
poor line n. bozuk hat
poor line n. kötü hat
poor line n. uğultulu hat
poor relief n. yoksul yardımı
poor kid n. çocukcağız
legal assistance to the poor n. yoksullara hukuki yardım
poor family n. düşük gelirli aile
poor fabrication n. kötü fabrikasyon
poor design n. kötü tasarım
poor workmanship n. kötü işçilik
poor result n. başarısız sonuç
poor record n. bozuk kayıt
poor record n. kötü kayıt
poor-law infirmary n. yoksullar hastanesi
poor-box of the ottoman empire n. atiyye-i seniyye
poor-fellow n. gariban
poor person n. fukara
poor performer n. performansı düşük
poor performer n. performansı kötü
poor performer n. kötü performans gösteren
a poor chance n. zayıf ihtimal
poor imitation n. kötü taklit
poor imitation n. düşük kalite taklit
poor conditions n. kalitesiz koşullar
urban poor n. kent fakiri
poor conditions n. kötü şartlar
urban poor n. kent yoksulu
poor appetite n. iştah kaybı
poor appetite n. iştah azalması
poor morale n. düşük moral
poor morale n. zayıf moral
the deserving poor n. gerçekten muhtaç kişi
poor neighbourhood n. fukara mahallesi
poor neighbourhood n. fakir mahallesi
poor fellow n. zavallı adamcağız
poor degree n. zayıf derece
poor conditions n. kötü/zayıf/olumsuz koşullar
poor mans nappy sack n. çöp poşeti
poor assumptions n. zayıf varsayımlar
people with poor vision n. görme kusuru olan/kusurlu insanlar
poor memory n. zayıf hafıza
poor neighborhood n. yoksul/fakir semt
poor neighborhood n. yoksul/fakir mahalle
a poor relation n. zayıf bir ilişki
poor black people n. fakir siyah insanlar
poor concentration n. konsantrasyon eksikliği
poor communicator n. insanlar ile sağlıklı/iyi iletişim kuramayan kimse
poor communicator n. insanlar ile iletişimi iyi olmayan/zayıf olan kimse
poor child n. çocukcağız
water poor country n. su fakiri ülke
a poor swimmer n. kötü yüzücü
poor selection n. zayıf seçim
poor light n. zayıf ışık
poor quality of life n. kalitesiz yaşam
poor quality of life n. düşük yaşam kalitesi
poor access n. zayıf erişim
poor reading n. yavaş okuma
poor reading n. ağır okuma
joke in poor taste n. tatsız şaka
poor education n. kötü eğitim
poor concentration n. konsantrasyon bozukluğu
poor n. yetersiz kimse
poor n. gariban kimse
poor n. zavallı kimse
poor n. biçare kimse
poor n. fakir halklar
poor n. fakirler
poor [dialect] n. güç
poor [dialect] n. yetki
poor [dialect] n. kudret
poor devil n. acınılan kimse
poor devil n. gariban kimse
poor devil n. aciz kimse
poor devil n. zavallı kimse
poor farm n. kimsesizler evi
poor farm n. düşkünler evi
poor farm n. ihtiyaç sahiplerinin barındığı devlet destekli yapı
poor fish n. aptal kimse
poor fish n. ahmak kimse
poor fish n. mankafa
poor people n. fakir halklar
poor rate n. yoksulluk vergisi
poor rate n. yoksullar için toplanan vergi
poor rates n. yoksulluk vergisi
poor rates n. yoksullar için toplanan vergi
poor relation n. düşük seviye kimse
poor relation n. yetersiz şey
poor relation n. yetersiz kimse
poor relation n. diğerlerinin gerisinde kalan üye
poor speller n. sözcükleri heceleyen kimse
poor speller n. kekeleyen kimse
poor speller n. kötü telaffuzlu kimse
poor richard n. zavallı richard (benjamin franklin'in almanaklarında kullandığı mahlas, richard saunders)
be a poor loser v. yenilince kızıp küsmek
get a poor mark v. zayıf almak
be in poor health v. sağlığı iyi olmamak
feed the poor v. aç doyurmak
put up a poor show v. yaptığı iyi olmamak
help and nurture the poor v. aç doyurmak
lead a poor life v. aç susuz kalmak
cut a poor figure v. beklenen ilgiyi çekememek
be poor v. aç kalmak
make poor v. fakirleştirmek
be poor v. açlık çekmek
put up a poor show v. başarılı olmamak
become poor v. fakir düşmek
be in a poor condition v. kötü durumda olmak
be in poor condition v. kötü durumda olmak
be extremely poor v. acından ölmek
help the poor v. aç doyurmak
get poor mark v. kırık not almak
get poor mark v. zayıf not almak
remain poor v. fakir/yoksul kalmak
struggle along under these poor conditions v. kötü şartlar altında mücadeleye devam etmek
take from the rich and gives to the poor v. zenginden alıp fakire vermek
poor-mouth v. fakirlik edebiyatı yapmak
poor-mouth v. fakir edebiyatı yapmak
poor-mouth v. yoksulluk edebiyatı yapmak
be poor at something v. ...i zayıf olmak
be poor at something v. ....i yeterli olmamak
get poor mark v. düşük not almak
be poor at something v. içeriği yeterli olamamak
poor [dialect] v. çalıştırmak
poor [dialect] v. güç sağlamak
poor adj. bayağı
as poor as adj. kadar zayıf
poor quality adj. düşük kalite
poor adj. beş parasız
poor adj. varlıksız
poor adj. kuru
poor adj. kıt
poor adj. fukara
poor adj. kuvvetsiz
poor adj. çulsuz
poor adj. garip
poor adj. abalı
poor adj. çorak
poor adj. miskin
poor adj. biçare
poor adj. düşkün
of poor physique adj. cılız
poor adj. beklenen düzeyde olmayan
poor adj. aç biilaç
poor adj. düşük kaliteli
poor adj. muhtaç
poor adj. beli bükük
poor adj. dar gelirli
in poor spirits adj. mutsuz
poor adj. az
poor soul adj. acınacak halde
poor quality adj. düşük nitelikte
poor quality adj. kalitesi bozuk
land-poor adj. yeteri kadar araziye sahip olup nakit para sıkıntısı çeken kişi
land-poor adj. toprağı verimsiz olup bunu geliştirmek için yeterince nakde sahip olmayan
poor-spirited adj. korkak
poor-quality adj. dandik
poor-looking adj. gösterişsiz
poor-spirited adj. keyifsiz
poor graded adj. düşük kaliteli
poor adj. düşük dozlu
poor adj. sağlıksız
poor adj. kısır
dirt poor adj. çok fakir
dirt poor adj. çok yoksul
poor performer adj. düşük performanslı
of poor quality adj. dandik
of poor taste adj. zevksiz
resource-poor adj. kaynak yönünden fakir
resource-poor adj. az kaynaklı
resource-poor adj. kaynak yönünden zayıf
of poor quality adj. çakaralmaz
time-poor adj. boş vakti olmayan
time-poor adj. işlerini hızla tamamlama baskısı altında olan
poor adj. (kireç taşı) pürüzlü
poor adj. mütevazı
poor adj. gösterişsiz
poor adj. alçakgönüllü
poor adj. önemsiz
poor adj. değersiz
poor [dialect] adj. elektrikli
poor [dialect] adj. motorlu
poor adj. yoksullar
poor fellow! interj. vah zavallı!
poor little thing interj. yavrucak
poor soul interj. zavallı
poor heart exclam. zavallım
poor heart exclam. ah canım
poor heart exclam. vah vah
Phrases
in my poor opinion n. acizane fikrimce
with such poor grades expr. bunun gibi düşük notlarla
Proverb
one law for the rich and another for the poor zengine şekerden helva basarlar fakire pekmez bile bulunmaz
one law for the rich and another for the poor zengin kağnısını dağdan aşırır fakirin eşeği düz yolda şaşırır
it is a poor heart that never rejoices üzgün olmayı alışkanlık edinenler bile her zaman üzgün olamaz
the rich man's wealth tires the poor man's jaw zenginin malı züğürdün çenesini yorar
a poor craftsman blames his tools oynamayı bilmeyen gelin yerim dar dermiş
a poor craftsman blames his tools alet işler, el övünür
a poor craftsman blames his tools beceriksiz usta aletlerini suçlarmış
a poor craftsman blames his tools oynamasını bilmeyen gelin yerim dar dermiş
it's a poor carpenter who blames his tools beceriksiz marangoz aletlerini suçlarmış/suçu aletlerde bulur
it's a poor carpenter who blames his tools oynamasını bilmeyen gelin yerim dar dermiş
it's a poor carpenter who blames his tools alet işler, el övünür
it's a poor workman who blames his tools beceriksiz işçi aletlerini suçlarmış/suçu aletlerde bulur
it's a poor workman who blames his tools oynamasını bilmeyen gelin yerim dar dermiş
it's a poor workman who blames his tools alet işler, el övünür
one law for the rich and another (law) for the poor zengin kağnısını dağdan aşırır fakirin eşeği düz yolda şaşırır
one law for the rich and another (law) for the poor zengine şekerden helva basarlar fakire pekmez bile bulunmaz
Colloquial
poor mouth n. fakir edebiyatı
a poor excuse n. kötü bir mazeret
poor mouth n. mağdur edebiyatı
poor helpless people n. zavallı çaresiz insanlar
poor man's orange [obsolete] [new zealand] n. greyfurt
poor mouth v. kötülemek
poor mouth v. ileri geri konuşmak
poor mouth v. küçümseyerek konuşmak
poor mouth v. bok atmak
poor in money adj. beş parasız
poor in money adj. maddi açıdan fakir
dirt-poor adj. çok yoksul
house rich cash poor expr. evi barkı var harcayacak parası yok
you poor thing expr. yazık sana
hope is the poor man's bread expr. umut fakirin ekmeği
Idioms
a sad, poor, etc. reflection on something n. (mecazi) kötü vitrin
a poor reflection on something n. (mecazi) kötü vitrin
a sad, poor, etc. reflection on something n. kötü örnek/yansıma
a poor reflection on something n. kötü örnek/yansıma
a sad, poor, etc. reflection on something n. (mecazi) kötü gösteren
a poor reflection on something n. (mecazi) kötü gösteren şey
a poor reflection on something n. kötü temsil eden şey
poor little rich girl/boy/kid n. (bazen alay yollu) zavallı küçük zengin kız/oğlan/çocuk
poor little rich girl/boy/kid n. (bazen alay yollu) mutsuz/zavallı zengin kız/oğlan/çocuk/çocuğu
poor little rich girl n. (bazen alay yollu) zavallı küçük zengin kız
poor little rich girl n. (bazen alay yollu) mutsuz/zavallı zengin kız/çocuk/çocuğu
poor boy n. uzun sandviç
poor boy n. (bütün) bir ekmek/francala arasına yapılan sandviç
poor boy n. bütün bir francala içine et
poor boy n. peynir ve diğer malzemeler konularak yapılan sandviç
poor boy n. öksüz doyuran sandviç
a poor man's somebody n. birinin kötü bir kopyası
land so poor it wouldn't even raise a fuss n. çorak arazi
land so poor it wouldn't even raise a fuss n. çorak toprak/arazi
land too poor to raise a racket on n. çorak toprak/arazi
land too poor to raise a racket on n. çorak arazi
poor person n. fukara
poor person n. fakir
poor person n. fakir fukara
land too poor to raise a racket on n. verimsiz toprak
land so poor it wouldn't even raise a fuss n. verimsiz toprak
poor person n. yoksul
a sad, poor, reflection on something n. bir şeyin üzücü/kötü bir yansıması
a sad, poor, reflection on something n. bir şeyin üzücü/kötü bir temsili
a sad, poor, reflection on something n. bir şeyin itibarını zedeleyen bir görüntü
poor form n. uygunsuz davranış
poor form n. antipatik hareket
poor form n. kaba davranış
poor form n. sevimsiz hareket
poor form n. münasebetsizlik
a poor relation n. diğerlerine göre daha az önemli kimse/şey
a poor relation n. diğerlerine göre daha az saygın kimse/şey
a poor relation n. diğerlerine göre daha az güçlü kimse/şey
land so poor you couldn't raise a fuss on it [old-fashioned] [us] n. çorak arazi/toprak
land so poor you couldn't raise a fuss on it [old-fashioned] [us] n. aşırı verimsiz toprak
land so poor you couldn't raise a fuss on it [old-fashioned] [us] n. üzerinde bir şey yetiştirmeye elverişsiz arazi/toprak
the poor man's something n. bir şeyin ucuz bir kopyası
the poor man's something n. bir şeyin kötü bir kopyası
be a poor second [uk] v. açık ara ikinci olmak
be a poor second [uk] v. çok büyük bir farkla ikinci olmak
be a poor second [uk] v. birinciyle/kazananla arasında çok fark olmak
be a poor second [uk] v. yarışı kazananın epey gerisinde/arkasında bitirmek
be a poor third [uk] v. açık ara üçüncü olmak
be a poor third [uk] v. çok büyük bir farkla üçüncü olmak
be a poor third [uk] v. ilk ikiyle arasında çok fark olmak
be a poor third [uk] v. yarışı ilk ikinin epey gerisinde/arkasında bitirmek
come a poor second [uk] v. açık ara ikinci olmak
come a poor second [uk] v. çok büyük bir farkla ikinci olmak
come a poor second [uk] v. birinciyle/kazananla arasında çok fark olmak
come a poor second [uk] v. yarışı kazananın epey gerisinde/arkasında bitirmek
come a poor third [uk] v. açık ara üçüncü olmak
come a poor third [uk] v. çok büyük bir farkla üçüncü olmak
come a poor third [uk] v. ilk ikiyle arasında çok fark olmak
come a poor third [uk] v. yarışı ilk ikinin epey gerisinde/arkasında bitirmek
make a poor fist of (something) v. çok kötü bir iş çıkarmak
make a poor fist of (something) v. bir işi becerememek
make a poor fist of (something) v. kötü yapmak
make a poor fist of (something) v. iyi yapamamak
be as poor as church mice v. çok fakir/yoksul olmak
be as poor as church mice v. çulsuz olmak
be as poor as church mice v. çok fakir olmak
be as poor as a church mouse v. kül fukara olmak
put up a poor show v. kötü bir performans segilemek
make a poor fist of (something) v. kalitesiz (bir iş) yapmak
make a poor fist of (something) v. (bir işi) kalitesiz yapmak
make a poor fist of (something) v. yetersiz bir iş çıkarmak
put on a good/poor show v. iyi, zayıf bir performans sergilemek
put on a good/poor show v. iyi, zayıf bir performans çıkarmak
put on a good/poor show v. iyi, zayıf bir performans sahneye koymak
put on a good/poor show v. iyi, zayıf bir performans sahnelemek
take a poor view of (someone or something) [uk] v. (birine/bir şeye) iyi gözle bakmamak
take a poor view of (someone or something) [uk] v. (birine/bir şeye) olumsuz bakmak
take a poor view of (someone or something) [uk] v. (birine/bir şeye) olumlu bakmamak
take a poor view of (someone or something) [uk] v. (birini/bir şeyi) onaylamamak
take a poor view of (someone or something) [uk] v. (birini/bir şeyi) tasvip etmemek
take a poor view of (someone or something) [uk] v. (birini/bir şeyi) hoş görmemek
take a poor view of (someone or something) [uk] v. (birini/bir şeyi) doğru bulmamak
take a poor view of something [uk] v. bir şeye iyi gözle bakmamak
take a poor view of something [uk] v. bir şeye olumsuz bakmak
take a poor view of something [uk] v. bir şeye olumlu bakmamak
take a poor view of something [uk] v. bir şeyi onaylamamak
take a poor view of something [uk] v. bir şeyi tasvip etmemek
take a poor view of something [uk] v. bir şeyi hoş görmemek
take a poor view of something [uk] v. bir şeyi doğru bulmamak
take a dim/poor view of somebody/something v. birinden/bir şeyden hoşlanmamak
take a dim/poor view of somebody/something v. birine/bir şeye katılmamak
take a dim/poor view of somebody/something v. biriyle/bir şeyle aynı fikirde olmamak
take a dim/poor view of somebody/something v. birini/bir şeyi doğru bulmamak
be a poor man's (someone or something) v. (birinin veya bir şeyin) kötü bir kopyası olmak
be a poor man's (someone or something) v. züğürdün/fakirin (mercedes'i vb.) olmak
be a poor man's (someone or something) v. (birinin veya bir şeyi) ucuz bir kopyası olmak
be the poor man's (someone or something) v. (birinin veya bir şeyin) kötü bir kopyası olmak
be the poor man's (someone or something) v. züğürdün/fakirin (mercedes'i vb.) olmak
be the poor man's (someone or something) v. (birinin veya bir şeyi) ucuz bir kopyası olmak
be a poor second [uk] v. (birinci ile arasında) açık ara ikinci olmak/gelmek
be a poor second [uk] v. (birinci ile arasında) çok büyük bir farkla ikinci gelmek
be a poor second [uk] v. önde bitirenle arasında çok fark olmak
be a poor second [uk] v. yarışı önde bitirenin epey gerisinde/arkasında bitirmek
come a poor second [uk] v. (birinci ile arasında) açık ara ikinci olmak/gelmek
come a poor second [uk] v. (birinci ile arasında) çok büyük bir farkla ikinci gelmek
come a poor second [uk] v. önde bitirenle arasında çok fark olmak
come a poor second [uk] v. yarışı önde bitirenin epey gerisinde/arkasında bitirmek
be in poor voice v. sesi kötü olmak
be in poor voice v. sesi kötü gelmek
be in poor voice v. sesi kötü olmak/gelmek
be in poor voice v. kötü (şarkı) söylemek
be in poor voice v. sesi cırtlak olmak
be a poor man's (someone or something) v. (birinin/bir şeyin) kötü bir kopyası olmak
be a poor man's (someone or something) v. (birinin/bir şeyin) ucuz bir kopyası olmak
be the poor man's (someone or something) v. (birinin/bir şeyin) kötü bir kopyası olmak
be the poor man's (someone or something) v. (birinin/bir şeyin) ucuz bir kopyası olmak
be in poor voice v. sesi kötü olmak
be in poor voice v. sesi çirkin gelmek
be/come a poor second, third v. açık ara ikinci, üçüncü olmak/gelmek
be/come a poor second, third v. çok büyük bir farkla ikinci, üçüncü olmak/gelmek
be/come a poor second, third v. birinciyle, ikinciyle arasında çok fark olmak
be/come a poor second, third v. birincinin, ikincinin epey gerisinde olmak/gelmek
cut a fine, poor, sorry figure v. iyi, zayıf, kötü görünmek
cut a fine, poor, sorry figure v. iyi, zayıf, kötü bir görüntü çizmek
cut a fine, poor, sorry figure v. iyi, zayıf, olumsuz bir izlenim bırakmak
poor as a job's turkey adj. meteliksiz
house poor adj. parasının çoğu eve giden
house poor adj. parasının çoğunu eve yatıran
house poor adj. parasının çoğunu evi yiyen
house poor adj. gelirinin çoğu eve giden
house poor adj. ev harcamaları/kira yüzünden fakirleşen
house poor adj. elindekini avucundakini eve yatıran
house poor adj. elindekini avucundakini kiraya/ev harcamalarına yatıran
house poor adj. evi barkı olup harcayacak parası olmayan
house poor adj. kira/ev masrafları yüzünden beli bükülen
house poor adj. kira/ev harcamaları belini büken
poor as a church mouse adj. çok/aşırı fakir
poor as a church mouse adj. cebi delik
poor as a church mouse adj. çok yoksul
poor as a church mouse adj. beş parasız
poor as a church mouse adj. fukara
poor as a church mouse adj. meteliksiz
poor as church mice adj. çok/aşırı fakir
poor as church mice adj. cebi delik
poor as church mice adj. çok yoksul
poor as church mice adj. beş parasız
poor as church mice adj. fukara
poor as church mice adj. meteliksiz
a poor relation (of) adj. benzer fakat o kadar iyi değil
a poor relation (of) adj. benzer fakat daha az popüler/iyi
a poor relation (of) adj. daha az talep/rağbet gören bir benzeri
a poor relation (of) adj. kötü bir benzeri/taklidi
a poor relation (of) adj. kötü bir versiyonu
poor as a churchmouse adj. çok/aşırı fakir
poor as a churchmouse adj. cebi delik
poor as a churchmouse adj. çok yoksul
poor as a churchmouse adj. beş parasız
poor as a churchmouse adj. fukara
poor as a churchmouse adj. meteliksiz
poor man's adj. kötü bir kopyası
poor man's adj. taklidi
poor man's adj. ucuz bir kopyası
a poor thing but mine own expr. azıcık aşım ağrısız başım
a poor thing but mine own expr. tuzsuz aşım dertsiz başım
a poor thing but mine own expr. az olsun, benim olsun
a poor thing but mine own expr. üç kuruşluk ama/pek iyi olmasa da hiç değilse benim
as poor as a job's turkey expr. aşırı fakir
poor as a job's turkey expr. aşırı fakir
as poor as lazarus expr. beş parasız
as poor as a church mouse expr. beş parasız
as poor as a church mouse expr. çok fakir
as poor as a church mouse expr. cebi delik
as poor as a job's turkey expr. çok yoksul
poor as a job's turkey expr. çulsuz
as poor as lazarus expr. çok yoksul
poor as a job's turkey expr. çok yoksul
as poor as church mice expr. çulsuz
as poor as a job's turkey expr. çulsuz
as poor as lazarus expr. çok fakir
as poor as a church mouse expr. çok yoksul
as poor as lazarus expr. cebi delik
as poor as church mice expr. çok fakir
poor but clean expr. fakir ama temiz/dürüst
as poor as a job's turkey expr. meteliksiz
as poor as lazarus expr. meteliksiz
as poor as a church mouse expr. odsuz ocaksız
as poor as a church mouse expr. meteliksiz
in poor taste expr. kaba
as poor as church mice expr. meteliksiz
as poor as a job's turkey expr. sefalet içinde
poor as a job's turkey expr. sefalet içinde
the rich man's wealth tires the poor man's jaw expr. zenginin kesesi fakirin çenesini yorar
in poor taste expr. uygunsuz
the poor have empty pockets but full hearts expr. zenginin cebi fakirin gönlü zengin olur
in poor taste expr. yakışıksız
in poor nick [uk] expr. kötü durumda
in poor nick [uk] expr. durumu kötü
in poor repair [uk] expr. kötü durumda
in poor repair [uk] expr. durumu kötü
a poor thing, but mine own [cliché] expr. azıcık aşım, ağrısız başım
a poor thing, but mine own [cliché] expr. tuzsuz aşım, dertsiz başım
a poor thing, but mine own [cliché] expr. az olsun, benim olsun
in poor nick expr. kötü durumda
in poor nick expr. zayıf durumda
in poor nick expr. sağlıksız durumda
in poor repair expr. kötü durumda
in poor repair expr. sağlıksız durumda
in poor state of repair expr. kötü durumda
in poor state of repair expr. zayıf durumda
in poor state of repair expr. sağlıksız durumda
Speaking
my (poor) house n. fakirhane
my english is poor expr. ingilizcem zayıf
poor you expr. kıyamam
got a poor response expr. rağbet görmedi
poor you expr. zavallıcık (birine hitaben)

Bedeutungen, die der Begriff "poor..." mit anderen Begriffen im Englisch Türkisch Wörterbuch erhalten hat: 1 Ergebniss(e)

Türkisch Englisch
Idioms
1929'da new orleans'ta grev yapan işçilere bölgedeki bir restoranın yapıp verdiği sandviç (poor boy'un kısaltılmışı) po' boy n.