Tureng - all the time - English Turkish Sentences

History

	English	Turkish
1	all the time	her zaman	adv.
	Would this not have a better effect than tightening the standards all the time? Bu, standartları her zaman sıkılaştırmaktan daha iyi bir etki yaratmaz mı? Moreover, I repeated what the Council has said all the time, namely that the ball is now in Parliament's court. Ayrıca Konsey'in her zaman söylediği şeyi, yani topun artık Parlamento'nun sahasında olduğunu tekrarladım. This is causing us problems all the time in practice; today's debate is proof of that! Bu durum uygulamada bize her zaman sorun yaratıyor; bugünkü tartışma da bunun bir kanıtı! They talk all the time solely about the rights of companies and never about the rights of employees. Her zaman sadece şirketlerin haklarından bahsediyorlar ve asla çalışanların haklarından bahsetmiyorlar. The EU saves money all the time it does not enlarge. AB, genişlemediği her zaman para tasarrufu yapar. Work is of course being done all the time. Çalışmalar elbette her zaman yapılmaktadır. All the time we keep this under review. Bunu her zaman gözden geçireceğiz. But no politics anywhere can please all the people all the time. Ancak hiçbir siyaset her zaman tüm insanları memnun edemez. The EU saves money all the time it does not enlarge. AB genişlemediği her zaman para tasarrufu yapmaktadır. That is what the Council has emphasised all the time. Konsey'in her zaman vurguladığı şey budur. That is what the Council has emphasised all the time. Konsey de her zaman bunu vurgulamıştır. Moreover, I repeated what the Council has said all the time, namely that the ball is now in Parliament's court. Dahası, Konsey'in her zaman söylediği şeyi, yani topun artık Parlamento'nun sahasında olduğunu tekrarladım. Things like that do not happen all the time. Böyle şeyler her zaman olmaz. I'm tired of being freezing cold all the time. Her zaman soğuktan donmaktan bıktım. It would be nice not to want to kill you all the time. Sizi her zaman öldürmek istemeseler iyi olurdu. I just realized this is how he feels all the time. Onun her zaman böyle hissettiğini yeni fark ettim. I do it all the time, like just now, with you. Bunu her zaman yapıyorum, şimdi seninle yaptığım gibi. For hating you all the time, I've spent one season. Senden her zaman nefret etmek için bir sezonumu harcadım. I work hard all the time. Her zaman çok çalışıyorum. This happens to us all the time. Bu bize her zaman olur. I'm home all the time. Her zaman evdeyim. I say it all the time. Ben onu her zaman söylerim. I admit he's smart, but does he have to talk over everyone's heads all the time? Zeki olduğunu kabul ediyorum, ama her zaman herkesin kafasının üstünde konuşmak zorunda mı? Tom and Mary used to talk to each other all the time. Tom ve Mary her zaman birbirleriyle konuşurdu. You do that all the time, you know. Bunu her zaman yapıyorsun, biliyorsun. Tom and Mary used to argue all the time. Tom ve Mary her zaman tartışırlardı. This sort of thing happens all the time. Bu tür şey her zaman olur. Tom and Mary used to talk to each other all the time. Tom ve Mary her zaman birbirleriyle konuşurlardı. You tell me that all the time. Bunu bana her zaman söylüyorsun. Sami would drive fast all the time. Sami her zaman hızlı sürerdi. Do you do this all the time? Bunu her zaman yapıyor musunuz? Tom used to do it all the time. Tom bunu her zaman yapardı. I cry all the time. Her zaman ağlarım. Tom reads all the time. Tom her zaman okuyor. I run into Tom all the time. Ben her zaman Tom'la karşılaşırım. It's done all the time. Her zaman yapılır. This sentence rhymes, I do this all the time. Bu cümle kafiyeli, bunu her zaman yapıyorum. Sami used Facebook all the time. Sami, Facebook'u her zaman kullandı. He is busy all the time. O her zaman meşgul. We talk all the time. Biz her zaman konuşuruz. You tell me that all the time. Sen her zaman bana bunu anlatıyorsun. Tom thinks the world is getting worse all the time. Tom dünyanın her zaman kötüleştiğini düşünüyor. Tom changes his mind all the time. Tom her zaman fikir değiştiriyor. I deal with people like that all the time. Böyle insanlarla her zaman uğraşıyorum. Tom was anxious all the time. Tom her zaman kaygılıydı. I wanted to be with Tom all the time. Her zaman Tom'la olmak istedim. I guess things like this happen all the time in Boston. Sanırım Boston'da böyle şeyler her zaman oluyor. The New York Times reviews her gallery all the time. The New York Times onun galerisini her zaman eleştirir. People do that all the time. İnsanlar onu her zaman yapar. Tom calls me all the time. Tom beni her zaman arar. That's the way Tom talks all the time. Tom her zaman böyle konuşur. Mistakes are made all the time. Hatalar her zaman yapılır. We take risks all the time. Biz her zaman risk alırız. I feel tired all the time. Her zaman yorgun hissediyorum. I want you with us all the time. Her zaman bizimle olmanı istiyorum. I go there all the time. Oraya her zaman giderim. I used to be tired all the time. Ben her zaman yorgundum. Tom and I talk all the time. Tom ve ben her zaman konuşuruz. That happens to us all the time. Bu her zaman başımıza gelir. It's been there all the time. Bu her zaman orada. You don't have to be perfect all the time. Her zaman mükemmel olmak zorunda değilsin. I have no evidence that God made man, but I do know that men make gods all the time. Tanrı'nın insanı yarattığına ilişkin hiçbir kanıtım yok ama insanların her zaman tanrılar yarattıklarını biliyorum. God is good all the time. Tanrı her zaman iyidir. Love happens in the workplace all the time. İşyerinde her zaman aşk olur. I was there all the time. Ben her zaman oradaydım. Tom says that Mary cries all the time. Tom, Mary'nin her zaman ağladığını söylüyor. Tom lies to you all the time. Tom her zaman sana yalan söylüyor. Crashes happen all the time. Çarpışmalar her zaman olur. I think about you all the time. Her zaman senin hakkında düşünüyorum. Tom does that all the time. Tom onu her zaman yapar. I go to Boston all the time. Her zaman Boston'a giderim. He lies to you all the time. Sana her zaman yalan söylüyor. I shop here all the time. Her zaman buradan alışveriş yaparım. You probably do this all the time. Muhtemelen bunu her zaman yapıyorsun. Girls say that all the time. Kızlar onu her zaman söylüyorlar. I talk with Tom and Mary all the time. Tom ve Mary ile her zaman konuşurum. Tom was there all the time. Tom her zaman oradaydı. Sami asked for money all the time. Sami her zaman para istiyordu. I can't be watching Tom all the time. Ben her zaman Tom'u izliyor olamam. Tom talks about Mary almost all the time. Tom neredeyse her zaman Mary'den bahsediyor. I joke with Tom all the time. Tom'la her zaman şakalaşırız. Tom's restaurant is full all the time. Tom'un restoranı her zaman dolu. It's done all the time. Bu her zaman yapılır. People say that all the time. İnsanlar bunu her zaman söyler. The stars shone all the time. Yıldızlar her zaman parladı. She lies to me all the time. O her zaman bana yalan söylüyor. My mom yells at me all the time for no reason. Annem bana her zaman sebepsiz yere bağırır. I dress lightly all the time. Her zaman hafif giyinirim. Tom does it all the time. Tom bunu her zaman yapar. You probably eat genetically modified fruits and vegetables all the time without knowing it. Muhtemelen farkında olmadan her zaman genetiği değiştirilmiş meyve ve sebzeler yiyorsunuz. People ask us that all the time. İnsanlar bize bunu her zaman soruyor. I think about this all the time. Bunu her zaman düşünürüm. I talk to Tom all the time. Tom'la her zaman konuşurum. This sort of thing happens all the time. Böyle şeyler her zaman yaşanıyor. Tom used to hang out with Mary all the time. Tom her zaman Mary ile takılırdı. Tom lies all the time. Tom her zaman yalan söyler. Bill is honest all the time. Bill, her zaman dürüst. She lies to me all the time. Bana her zaman yalan söylüyor. I wish you didn't call me all the time. Keşke beni her zaman aramasan. I say it all the time. Bunu her zaman söylerim. Tom said this kind of thing happens all the time. Tom bu tür şeylerin her zaman olduğunu söyledi. Coincidences happen all the time. Tesadüfler her zaman olur. Mary smiles all the time. Mary her zaman gülümser. Tom teases me all the time. Tom her zaman bana sataşır. Sami was in Egypt almost all the time. Sami hemen hemen her zaman Mısır'daydı. Such things happen all the time. Böyle şeyler her zaman olur. She needs to be the center of attention all the time. O her zaman ilgi odağı olmalı. Tom and Mary argue with each other all the time. Tom ve Mary birbirleri ile her zaman tartışırlar. Tom seems to be busy all the time. Tom her zaman meşgul gibi görünüyor. She contradicts herself all the time. O her zaman kendisi ile çelişir. We talk about it all the time. Bunu her zaman konuşuyoruz. Tom works hard all the time. Tom her zaman çok çalışır. This happens to me all the time. Bu bana her zaman olur. She thought about that matter all the time. Her zaman bu konuyu düşündü. This type of thing happens all the time. Bu tip şeyler her zaman olur. Tom faints all the time. Tom her zaman bayılır. They lie all the time. Her zaman yalan söylerler. Tom reads all the time. Tom her zaman kitap okur. If we let our reasoning power be overshadowed by our emotions, we would be barking up the wrong tree all the time. Muhakeme gücümüzün duygularımız tarafından gölgelenmesine izin verirsek, her zaman boşa kürek çekeriz. He speaks Berber all the time. Her zaman Berberice konuşur. Tom isn't right all the time. Tom her zaman haklı değil. Your present trouble is on my mind all the time. Şu anki sorunun her zaman aklımda. There are places where this kind of thing happens all the time. Bu tür şeylerin her zaman olduğu yerler var. I do this all the time! Bunu her zaman yapıyorum! He does this all the time. O bunu her zaman yapar. Why are you so busy all the time? Neden her zaman bu kadar meşgulsün? Sami was in Egypt almost all the time. Sami neredeyse her zaman Mısır'daydı. Why do you hang out with Tom all the time? Neden her zaman Tom'la takılıyorsun? Tom calls Mary all the time. Tom her zaman Mary'yi arar. Bill is honest all the time. Bill her zaman dürüsttür. I'm busy all the time. Ben her zaman meşgulüm. She thinks about him all the time. Her zaman onu düşünüyor. This kind of thing happens all the time. Bu tür şey her zaman olur. Sami was messaging Layla all the time. Sami Leyla'ya her zaman mesaj atıyordu. I cry all the time. Ben her zaman ağlarım. The baby appears hungry all the time. Bebek her zaman acıkmış görünüyor. I was here all the time. Ben her zaman buradaydım. I think about that all the time. Bunu her zaman düşünüyorum. Tom studies all the time. Tom her zaman çalışır. I guess things like this happen all the time in Boston. Sanırım böyle şeyler Boston'da her zaman olur. She needs to be the center of attention all the time. Her zaman ilgi odağı olmak istiyor. Tom does this all the time. Tom bunu her zaman yapar. There are places where this kind of thing happens all the time. Bu tür şeylerin her zaman olduğu yerler vardır. Tom isn't right all the time. Tom her zaman haklı değildir. This happens to us all the time. Bu her zaman başımıza gelir. This kind of thing happens all the time. Bu tür şeyler her zaman olur. We have to be alert all the time. Her zaman tetikte olmalıyız. Traffic lights work all the time. Trafik ışıkları her zaman çalışır. No one expects you to be interesting all the time. Kimse sizden her zaman ilginç olmanızı beklemiyor. Tom talks about Mary almost all the time. Tom neredeyse her zaman Mary hakkında konuşur. I suggest that you don't talk about yourself all the time. Her zaman kendin hakkında konuşmamanı öneriyorum. You can't protect everybody all the time, Tom. Herkesi her zaman koruyamazsın, Tom. Tom wanted to be with Mary all the time. Tom her zaman Mary ile olmak istedi. You don't have to be perfect all the time. Her zaman mükemmel olmak zorunda değilsiniz. This happens to you all the time, doesn't it? Bu her zaman size olur, değil mi? Tom just wants to party all the time. Tom her zaman parti yapmak istiyor. Tom talked about you all the time. Tom her zaman senden bahsetti. They contradict themselves all the time. Onlar her zaman kendileri ile çelişirler. Tom worked all the time. Tom her zaman çalıştı. My cat meows all the time. Kedim her zaman miyavlar. She lies all the time. Her zaman yalan söyler. I think about him all the time. Her zaman onu düşünüyorum. When I'm in traffic, I change lanes all the time. Ben trafikteyken her zaman şerit değiştiririm. Tom is busy all the time. Tom her zaman meşgul. My grandma and my mom used to say this all the time. Büyükannem ve annem her zaman bunu söylerdi. Tom lies all the time. Tom her zaman yalan söylüyor. This type of thing happens all the time. Bu tür şeyler her zaman olur. You can't be everyone's friend all the time. Her zaman herkesin arkadaşı olamazsın. Do you do this all the time? Bunu her zaman yapar mısınız? This happens all the time. Bu her zaman olur. Tom used to say that all the time. Tom bunu her zaman söylerdi. You probably do this all the time. Muhtemelen bunu her zaman yapıyorsunuzdur. Men talk about women all the time. Erkekler her zaman kadınlar hakkında konuşur. Tom lies to you all the time. Tom sana her zaman yalan söylüyor. Tom hangs out with Mary all the time. Tom her zaman Mary ile takılır. I have people over to my place all the time. Evime her zaman insanlar gelir. Tom seems to be crying all the time. Tom her zaman ağlıyor gibi görünüyor. Fadil said the right things all the time. Fadıl her zaman doğru şeyleri söyledi. Tom and I argue all the time. Tom ve ben her zaman tartışırız. I talk to them all the time. Onlarla her zaman konuşuyorum. The house has to be in perfect condition all the time. Evin her zaman mükemmel durumda olması gerekir. His brother watches TV all the time. Onun erkek kardeşi her zaman televizyon izliyor. I think about it all the time. Bunu her zaman düşünüyorum. I have no evidence that God made man, but I do know that men make gods all the time. Tanrı'nın insanı yarattığına dair bir kanıtım yok ama insanların her zaman tanrılar yarattığını biliyorum. I'm there all the time. Ben her zaman oradayım. I feel sad all the time. Her zaman üzgün hissediyorum. She lies all the time. O her zaman yalan söyler. I wanted to be with her all the time. Her zaman onunla olmak istedim. I get this question all the time. Bu soruyu her zaman alıyorum. I talk to myself all the time. Her zaman kendi kendime konuşurum. She lay in bed all the time. O, her zaman yatakta yatar. People ask me that all the time. İnsanlar her zaman onu bana sorar. It was there all the time. Her zaman oradaydı. Sami would drive fast all the time. Sami her zaman hızlı araba kullanırdı. Tom carries a gun with him all the time. Tom her zaman yanında bir silah taşır. He yells at people all the time. O, insanlara her zaman bağırıyor. They lie all the time. Onlar her zaman yalan söylüyor. Tom's parents fight all the time. Tom'un anne ve babası her zaman kavga eder. Tom was stealing money for the last two years, and Mary knew it all the time. Tom son iki yıldır para çalıyordu ve Mary bunu her zaman biliyordu. We rent movies all the time. Biz filmleri her zaman kiraladık. That's the way Tom talks all the time. Tom'un her zaman konuşma tarzı budur. I get ear infections all the time. Her zaman kulak enfeksiyonu geçiririm. I'm busy all the time. Her zaman meşgulüm. Tom smiles all the time. Tom her zaman gülümser. He lies all the time. Her zaman yalan söyler. I'm there all the time. Her zaman oradayım. Tom complains all the time. Tom her zaman şikayet eder. We do that all the time. Biz onu her zaman yaparız. That happens all the time. Bu her zaman olur. He stayed there all the time. O her zaman orada kaldı. Tom seems to be busy all the time. Tom her zaman meşgul görünüyor. I shouldn't be doing this all the time. Her zaman bunu yapmamalıyım. Recently, Tom has been hanging out with Mary all the time. Son günlerde Tom her zaman Mary ile takılıyor. I sneeze all the time. Her zaman hapşırırım. Fires happen all the time in this area. Bu bölgede yangınlar her zaman olur. Tom changes his mind all the time. Tom her zaman fikrini değiştirir. I see Tom here all the time. Tom'u her zaman burada görüyorum. We hang out together all the time. Biz her zaman birlikte takıldık. I work hard all the time. Ben her zaman çok çalışıyorum. Earthquakes happen all the time here. Burada her zaman deprem olur. You can't be busy all the time. Her zaman meşgul olamazsın. You do that all the time, you know. Sen her zaman bunu yapıyorsun, biliyorsun. We text each other all the time. Biz her zaman birbirimize mesaj atarız. It rains all the time here. Burada her zaman yağmur yağar. I think about Tom all the time. Her zaman Tom'u düşünüyorum. I get ear infections all the time. Her zaman kulak enfeksiyonu kapıyorum. Sami texts Layla all the time. Sami her zaman Leyla'ya mesaj atar. Tom wants to party all the time. Tom her zaman parti yapmak istiyor. He seems to be busy all the time. Her zaman meşgul görünüyor. People like Tom lie all the time. Tom gibi insanlar her zaman yalan söyler. You can't be happy all the time. Her zaman mutlu olamazsın. They talk all the time. Onlar her zaman konuşur. Tom practices all the time. Tom her zaman pratik yapar. You're making excuses for her all the time. Onun için her zaman mazeretler buluyorsun. Tom teases me all the time. Tom her zaman benimle alay eder. Tom wants to be with Mary all the time. Tom her zaman Mary ile olmak istiyor. Tom makes up stories all the time. Tom her zaman hikayeler uydurur. I'm sneezing all the time. Her zaman hapşırıyorum. Sami saw Layla's car all the time. Sami her zaman Layla'nın arabasını görüyordu. I felt tired all the time. Her zaman yorgun hissettim. I talk to her all the time. Onunla her zaman konuşurum. He does this all the time. Bunu her zaman yapar. He lies to you all the time. O her zaman sana yalan söylüyor. Tom talks about Mary all the time. Tom her zaman Mary'den bahsediyor. She faints all the time. Her zaman bayılır. I use this all the time. Ben bunu her zaman kullanırım. Layla was shivering all the time. Leyla her zaman titriyordu. You can't have fun all the time. Her zaman eğlenemezsin. Tom calls me all the time. Tom her zaman beni arar. I have to watch them all the time. Onları her zaman izlemek zorundayım. Tom calls Mary all the time. Tom her zaman Mary'i arar. He was silent all the time. O her zaman sessizdi. It was there all the time. O her zaman oradaydı. The house has to be in perfect condition all the time. Ev her zaman mükemmel durumda olmalı. If the universe is full of stars, why doesn't the light from all of them add up to make the whole sky bright all the time? Eğer evren yıldızlarla doluysa, neden hepsinden gelen ışık toplanıp tüm gökyüzünü her zaman parlak yapmıyor? That happens all the time, doesn't it? Bu her zaman olur, değil mi? Fires happen all the time in this area. Yangınlar bu alanda her zaman olur. I was here all the time. Her zaman buradaydım. You can't make everyone happy all the time. Herkesi her zaman mutlu edemezsin. I do this all the time! Ben bunu her zaman yaparım! Tom washes his hands all the time. Tom her zaman ellerini yıkar. My dog barks all the time. Köpeğim her zaman havlar. No one expects you to be interesting all the time. Kimse senin her zaman ilginç olmanı beklemiyor. She lies to you all the time. Sana her zaman yalan söylüyor. Whether I'm sleeping or awake, I think of you all the time. Uyurken de uyanıkken de her zaman seni düşünüyorum. We do that all the time. Bunu her zaman yaparız. Tom sides with Mary all the time. Tom her zaman Mary'nin tarafını tutuyor. This doesn't happen all the time. Bu her zaman olmaz. I used to do it all the time. Bunu her zaman yapardım. We hang out together all the time. Her zaman birlikte takılırız. We have to be alert all the time. Her zaman uyanık olmak zorundayız. Tom and Mary lie to each other all the time. Tom ve Mary birbirlerine her zaman yalan söylerler. We do this all the time. Biz bunu her zaman yaparız. Tom and I text each other all the time. Tom ve ben her zaman birbirimize mesaj atıyoruz. We do this kind of thing all the time. Bu tür şeyleri her zaman yaparız. Tom used to be angry all the time. Tom her zaman kızgındı. Sami borrowed from his company all the time. Sami her zaman şirketinden borç alırdı. I eat here all the time. Her zaman burada yemek yiyorum. It happens all the time. Bu her zaman olur. It is raining all the time. Her zaman yağmur yağıyor. Tom was fed up with having to repeat himself all the time. Tom her zaman kendini tekrarlamak zorunda kalmaktan bıktı. Mary studies all the time. Mary her zaman çalışır. She calls me all the time. O beni her zaman arar. I talk to them all the time. Onlarla her zaman konuşurum. I think about her all the time. Her zaman onu düşünüyorum. He was silent all the time. Her zaman sessizdi. It happens all the time. O her zaman olur. Tom used to be angry all the time. Tom her zaman kızgın olurdu. The baby appears hungry all the time. Bebek her zaman aç görünür. You don't have to tell the truth all the time. Her zaman gerçeği söylemek zorunda değilsin? Tom seemed to be busy all the time. Tom her zaman meşgul görünüyordu. He lies to me all the time. O her zaman bana yalan söylüyor. Tom and I argue all the time. Tom ve ben her zaman tartışıyoruz. This stuff happens all the time. Bu şey her zaman olur. We take risks all the time. Her zaman risk alırız. Tom gets carsick all the time. Tom'u her zaman araba tutar. The stars shone all the time. Yıldızlar her zaman parlıyordu. I wear shorts all the time. Her zaman şort giyerim. Tom and I hang out together all the time. Tom ve ben her zaman birlikte takılırız. Tom says he thinks about Mary all the time. Tom her zaman Mary'yi düşündüğünü söylüyor. Tom sleeps all the time. Tom her zaman uyur. She lies to you all the time. O her zaman sana yalan söylüyor. They contradict themselves all the time. Her zaman kendileriyle çelişirler. Your present trouble is on my mind all the time. Senin şu anki sorunun her zaman aklımda. I talk to him all the time. Onunla her zaman konuşurum. We have to be alert all the time. Her zaman alarmda olmak zorundayız. It's been there all the time. Her zaman oradaydı. Tom thinks about Mary all the time. Tom her zaman Mary'yi düşünüyor. I miss you all the time. Seni her zaman özlüyorum. I used to draw all the time. Ben her zaman resim çizerdim. He complains about one thing or another all the time. Her zaman bir şeyden ya da diğerinden şikayet eder. I eat here all the time. Her zaman burada yerim. I still think about you all the time. Hâlâ seni her zaman düşünüyorum. I talk to myself all the time. Ben her zaman kendi kendime konuşurum. You can't win all the time. Her zaman kazanamazsın. I don't want to butt in all the time when the two of them are fighting. İkisi kavga ederken her zaman araya girmek istemiyorum. I talk with Tom and Mary all the time. Ben her zaman Tom ve Mary'yle konuşurum. I used to be tired all the time. Her zaman yorgun olurdum. I do it all the time. Bunu her zaman yaparım. This stuff happens all the time. Böyle şeyler her zaman yaşanıyor. We deal with this kind of thing all the time. Bu tür şeylerle her zaman uğraşıyoruz. I wanted to be with him all the time. Her zaman onunla olmak istedim. She contradicts herself all the time. O her zaman kendiyle çelişir. I think about you all the time. Her zaman seni düşünüyorum. You don't have to tell the truth all the time. Her zaman doğruyu söylemek zorunda değilsin. Tom does that all the time. Tom bunu her zaman yapıyor. I feel sad all the time. Ben her zaman üzgün hissediyorum. It's not easy to be honest all the time. Her zaman dürüst olmak kolay değil. Smiling all the time can be exhausting. Her zaman gülümsemek yorucu olabilir. I run into Tom all the time. Tom'a her zaman rastlarım. He is busy all the time. Her zaman meşguldür. Tom makes fun of Mary all the time. Tom Mary ile her zaman dalga geçiyor. People tell me that all the time. İnsanlar bana bunu her zaman anlatıyor. Tom is not like that all the time. Tom her zaman böyle değildir. I say that all the time. Bunu her zaman söylüyorum. She calls me all the time. Beni her zaman arar. Tom used to come here all the time. Tom her zaman buraya gelirdi. My sister likes looking after my son, but still I'm the one who has to change his nappy all the time. Ablam oğluma bakmayı seviyor, ama ben hala onun bezini her zaman değiştirmek zorunda olan biriyim. Tom and Mary contradict each other all the time. Tom ve Mary her zaman birbirleriyle çelişiyor. Tom used to come over all the time and hang out with us. Tom her zaman bize uğrardı ve bizimle takılırdı. Unexpected stuff happens all the time. Beklenmedik şeyler her zaman olur. Tom used to visit me all the time. Tom beni her zaman ziyaret ederdi. I'm here all the time. Her zaman buradayım. You can't be busy all the time. Sen her zaman meşgul olamazsın. They skip school all the time. Her zaman okulu asıyorlar. Tom was anxious all the time. Tom her zaman endişeliydi. People say that all the time. İnsanlar her zaman onu söylüyorlar. It's not easy being honest all the time. Her zaman dürüst olmak kolay değil. Tom lies to me all the time. Tom bana her zaman yalan söyler. Why are you so happy all the time? Neden her zaman bu kadar mutlusun? I watch TV all the time. Ben her zaman televizyon izlerim. People say that all the time. İnsanlar onu her zaman söylüyorlar. Tom comes over all the time. Tom her zaman bana gelir. Tom does this all the time. Tom her zaman bunu yapar. On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time. Genel olarak insanlar iyi olmak ister, ama çok iyi değil ve her zaman değil. People who talk about themselves all the time bore me. Kendileri hakkında konuşan insanlar beni her zaman sıkar. Tom used to come over all the time and hang out with us. Tom her zaman bize gelir ve bizimle takılırdı. My mom worries all the time. Annem her zaman endişelenir. Tom comes over all the time. Tom her zaman uğrar. Mary couldn't work out why Tom was so cranky all the time. Mary, Tom'un neden her zaman bu kadar huysuz olduğunu anlayamıyordu. We do this all the time. Bunu her zaman yaparız. I wonder how Tom does that all the time without getting bored. Tom'un sıkılmadan her zaman onu nasıl yaptığını merak ediyorum. Tom seems to be eating all the time. Tom her zaman yemek yiyor gibi görünüyor. This happens to you all the time, doesn't it? Bu her zaman başına geliyor, değil mi? Why are you so happy all the time? Neden her zaman mutlusun? He teases me all the time. Bana her zaman takılıyor. The TV was on all the time. Televizyon her zaman açıktı. You're busy all the time. Her zaman meşgulsün. I wear shorts all the time. Ben her zaman şort giyerim. Tom calls all the time. Tom her zaman arar. Accidents happen all the time. Kazalar her zaman olur. I use this all the time. Bunu her zaman kullanırım. I think of you all the time. Her zaman seni düşünüyorum. Why do you want to be alone all the time? Neden her zaman yalnız olmak istiyorsun? That happens to us all the time. Bu bize her zaman olur. I lose things all the time. Her zaman bir şeyler kaybederim. Tom contradicts himself all the time. Tom her zaman kendiyle çelişir. Linda wore modest dresses all the time. Linda her zaman mütevazı elbiseler giyerdi. A dog that barks all the time isn't a good watchdog. Her zaman havlayan bir köpek iyi bir bekçi köpeği değildir. Tom hangs out with Mary all the time. Tom her zaman Mary ile takılıyor. I do that all the time. Bunu her zaman yapıyorum. Show More (378)
2	all the time	sürekli	adv.
	Firstly - and other speakers have said this - the real budgetary power of this House is diminishing all the time. İlk olarak – ki diğer konuşmacılar da bunu söyledi - bu Parlamentonun esas bütçe gücü sürekli azalmaktadır. The reality is that new information technologies are changing all the time. Gerçek şu ki, yeni bilgi teknolojileri sürekli değişiyor. I'm tired of being freezing cold all the time. Sürekli soğuktan donmaktan yoruldum. For hating you all the time, I've spent one season. Senden sürekli nefret etmek için ben bir mevsim harcadım. I can't be going fishing all the time, I have to bring home the bacon. Sürekli balığa çıkamam, eve ekmek getirmeliyim. People make fun of me all the time. İnsanlar sürekli benimle gırgır geçiyor. Tom lies to me all the time. Tom bana sürekli yalan söylüyor. Tom was there all the time. Tom sürekli oradaydı. Tom and Mary seem to be fighting all the time. Tom ve Mary sürekli kavga ediyor gibi görünüyor. My mom yells at me all the time for no reason. Annem bana sürekli sebepsiz yere bağırıyor. We talk all the time. Sürekli konuşuyoruz. She was talking all the time. O sürekli konuşuyordu. Tom and Mary insult each other all the time. Tom ve Mary sürekli birbirlerine hakaret eder. Tom was fed up with having to repeat himself all the time. Tom sürekli kendini tekrar etmekten bıkmıştı. You are watching TV all the time. Sürekli televizyon izliyorsun. Why do you want to be alone all the time? Neden sürekli yalnız kalmak istiyorsun? Tom and Mary used to argue all the time. Tom ve Mary sürekli tartışırlardı. I still think about Tom all the time. Hâlâ sürekli Tom'u düşünüyorum. I'm sneezing all the time. Sürekli hapşırıyorum. Why do you have to put me down all the time? Neden beni sürekli aşağılamak zorundasın? I see Tom here all the time. Ben Tom'u sürekli burada görürüm. If you want this marriage to work, you need to choose between spending time with me and working all the time. Bu evliliğin yürümesini istiyorsan, benimle vakit geçirmekle sürekli çalışmak arasında bir seçim yapmalısın. He yells at people all the time. İnsanlara sürekli bağırıyor. I wish Tom would stop screaming all the time. Keşke Tom sürekli bağırmaktan vazgeçse. Try not to think about her all the time. Sürekli onu düşünmemeye çalış. The weather today is great, but lately it's been raining all the time. Bugün hava harika ama son zamanlarda sürekli yağmur yağıyor. Tom used to talk about Mary all the time. Tom sürekli Mary hakkında konuşurdu. Why do you hang out with Tom all the time? Neden sürekli Tom'la takılıyorsun? My cat meows all the time. Kedim sürekli miyavlıyor. I blab about the boy all the time. Sürekli çocuk hakkında gevezelik ediyorum. Tom contradicts himself all the time. Tom sürekli kendisiyle ters düşer. Sami and Layla hang out all the time. Sami ve Layla sürekli takılıyorlardı. Sami used Facebook all the time. Sami sürekli Facebook kullanıyordu. Instead of complaining all the time you could maybe start getting some work done, don't you think? Sürekli şikayet etmek yerine biraz iş yapmaya başlayabilirsin, değil mi? You're going to wreck your eyesight if you play games all the time. Sürekli oyun oynarsan gözlerini mahvedeceksin. I wish Tom would stop screaming all the time. Keşke Tom sürekli bağırmayı kesse. Tom and I text each other all the time. Tom ve ben sürekli mesajlaşıyoruz. It is raining all the time. Sürekli yağmur yağıyor. She complains all the time. Sürekli şikayet ediyor. She keeps a handkerchief in her hand all the time. Elinde sürekli bir mendil taşıyor. I wish you'd stop lying to us all the time. Keşke bize sürekli yalan söylemeyi bıraksan. She thought about that matter all the time. Sürekli o konu hakkında düşündü. Sami would drink that medication all the time. Sami o ilaçları sürekli içiyordu. Mary studies all the time. Mary sürekli ders çalışıyor. I can't be watching Tom all the time. Sürekli Tom'u izleyemem. Sami was asking Layla for money all the time. Sami, Layla'dan sürekli para istiyordu. You can't have fun all the time. Sürekli eğlenemezsin. She was taking a nap all the time. Sürekli kestiriyordu. They kept talking all the time. Onlar sürekli olarak konuşmayı sürdürdüler. Tom smiles all the time. Tom sürekli gülümser. Tom and Mary insult each other all the time. Tom ve Mary birbirlerini sürekli aşağılıyorlar. Tom wants to party all the time. Tom sürekli parti yapmak istiyor. You need to stop complaining all the time about things that can't be changed. Değiştirilemeyen şeyler hakkında sürekli şikayet etmekten vazgeçmelisin. That happens all the time. O sürekli olur. Tom laughed all the time. Tom sürekli gülüyordu. It's been raining all the time lately. Son zamanlarda sürekli yağmur yağıyor. The New York Times reviews her gallery all the time. New York Times onun galerisi hakkında sürekli yazar. She was talking all the time. Sürekli konuşurdu. Tom used to pick on Mary all the time when they were in elementary school. İlkokuldayken Tom sürekli Mary'ye sataşırdı. I have to study all the time. Sürekli çalışmalıyım. She was taking a nap all the time. Sürekli şekerleme yapıyordu. John was making mistakes all the time. John sürekli hata yapıyordu. Why are you after me all the time? Neden sürekli peşimdesin? Smiling all the time can be exhausting. Sürekli gülümsemek yorucu olabilir. Tom says that Mary cries all the time. Tom, Mary'nin sürekli ağladığını söylüyor. Tom talks about you all the time. Tom sürekli senin hakkında konuşuyor. You can't protect everybody all the time, Tom. Sen herkesi sürekli koruyamazsın, Tom. She kept crying all the time. Sürekli ağladı durdu. I think about Tom all the time. Sürekli Tom'u düşünürüm. Tom's parents fight all the time. Tom'un ailesi sürekli kavga ediyor. You're busy all the time. Sürekli meşgulsün. Tom talks about Mary all the time. Tom sürekli Mary hakkında konuşuyor. Tom watches TV all the time. Tom sürekli televizyon izliyor. She watches TV all the time. Sürekli televizyon izliyor. It's been raining all the time recently. Son zamanlarda sürekli yağmur yağıyor. This doesn't happen all the time. Bu sürekli olmaz. I find myself thinking about you all the time. Kendimi sürekli seni düşünürken buluyorum. I don't need to watch Tom all the time. Tom'u sürekli izlememe gerek yok. His brother watches TV all the time. Kardeşi sürekli televizyon izliyor. Tom lies to Mary all the time. Tom, Mary'ye sürekli yalan söylüyor. I think about him all the time. Sürekli onu düşünüyorum. I often see people turning against each other all the time, and this really scares me. İnsanların sürekli birbirlerine düşman olduklarını görüyorum ve bu beni gerçekten korkutuyor. I'm so sick of hearing you complaining all the time. Sürekli şikayet etmeni duymaktan bıktım. Earthquakes happen all the time here. Burada sürekli deprem olur. I think of you all the time. Sürekli seni düşünüyorum. Tom seems to be crying all the time. Tom sürekli ağlıyor gibi görünüyor. Tom and Mary lie to each other all the time. Tom ve Mary birbirine sürekli yalan söyler. My dog barks all the time. Köpeğim sürekli havlıyor. Sami texts Layla all the time. Sami sürekli Layla'ya mesaj atıyor. Tom watches TV all the time. Tom sürekli TV izler. John was making mistakes all the time. John, sürekli hatalar yapıyordu. I have to blow my nose all the time. Sürekli burnumu silmem gerekiyor. We rent movies all the time. Sürekli film kiralıyoruz. My sister likes looking after my son, but still I'm the one who has to change his nappy all the time. Kız kardeşim oğluma bakmayı seviyor, ama yine de sürekli bezini değiştirmek zorunda olan benim. I have to study all the time. Sürekli çalışmak zorundayım. This old car breaks down all the time. Bu eski araba sürekli arıza yapıyor. Small children tend to wander off if you don't watch them all the time. Eğer onları sürekli izlemezseniz, küçük çocuklar başıboş dolaşmaya meyillidir. If the universe is full of stars, why doesn't the light from all of them add up to make the whole sky bright all the time? Evren yıldızlarla doluysa, neden onların hepsinden gelen ışık tüm gökyüzünü sürekli parlatmıyor? They talk all the time. Sürekli konuşuyorlar. Tom and Mary seem to argue all the time. Tom ve Mary sürekli tartışıyor gibi görünüyor. Sami wanted Layla home all the time. Sami, Layla'yı sürekli evde istiyordu. Recently, Tom has been hanging out with Mary all the time. Son zamanlarda Tom sürekli Mary ile takılıyor. Tom studies all the time. Tom sürekli ders çalışıyor. I suggest that you don't talk about yourself all the time. Sürekli kendin hakkında konuşmamanı öneririm. Why do you interrupt me all the time? Neden sürekli sözümü kesiyorsun? Go out and have a good time once in a while instead of just studying all the time. Sürekli ders çalışmak yerine arada bir dışarı çıkın ve iyi vakit geçirin. I'm sick of hearing the same thing all the time. Sürekli aynı şeyleri duymaktan bıktım. I don't need to watch Tom all the time. Sürekli Tom'u izlememe gerek yok. She kept smiling all the time. Sürekli gülümsedi durdu. I wish Tom would stop complaining all the time. Keşke Tom sürekli şikayet etmeyi bıraksa. I felt tired all the time. Sürekli yorgun hissediyordum. Tom cries all the time. Tom sürekli ağlıyor. I watch TV all the time. Sürekli televizyon izliyorum. She lay in bed all the time. Sürekli yataktaydı. Tom worked all the time. Tom sürekli çalışırdı. Tom talks about you all the time. Tom sürekli senden bahsediyor. I used to draw all the time. Sürekli resim yapardım. I remember when we used to fight all the time. Sürekli kavga ettiğimiz zamanları hatırlıyorum. Layla was shivering all the time. Layla sürekli titriyordu. Tom and Mary seem to argue all the time. Tom ve Mary sürekli tartışıyor gibiler. Tom seems to be eating all the time. Tom sürekli yemek yiyor gibi görünüyor. You're making excuses for her all the time. Sürekli onun için bahaneler uyduruyorsun. He lies to me all the time. Bana sürekli yalan söylüyor. I have to watch them all the time. Onları sürekli izlemek zorundayım. Tom makes fun of Mary all the time. Tom sürekli Mary ile dalga geçiyor. Tom talked about you all the time. Tom sürekli senden bahsediyordu. I wish Tom would stop crying all the time. Keşke Tom sürekli ağlamayı bıraksaydı. I still think about him all the time. Hâlâ sürekli onu düşünüyorum. I wish you didn't call me all the time. Keşke beni sürekli aramasaydın. A dog that barks all the time isn't a good watchdog. Sürekli havlayan bir köpek iyi bir bekçi köpeği değildir. I have to blow my nose all the time. Sürekli burnumu temizlemek zorundayım. Mother, I'm sorry for causing you trouble all the time. Anne, sürekli olarak soruna yol açtığım için üzgünüm. I don't understand why you hang out with Tom all the time. Ben de neden sürekli Tom'la takıldığını anlamıyorum. I wish Tom would stop crying all the time. Keşke Tom sürekli ağlamaktan vazgeçse. Some children play video games all the time. Bazı çocuklar sürekli video oyunu oynar. People who talk about themselves all the time bore me. Sürekli kendilerinden bahseden insanlar beni sıkıyor. We fight all the time. Sürekli kavga ediyoruz. I used to write songs all the time. Eskiden sürekli şarkı yazardım. Tom used to pick on Mary all the time when they were in elementary school. Tom ilkokuldayken, sürekli Mary'ye sataşırdı. We text each other all the time. Birbirimize sürekli mesaj atıyoruz. Sami and Layla would talk all the time. Sami ve Layla sürekli konuşuyorlardı. Try not to think about Tom all the time. Sürekli Tom'u düşünmemeye çalışın. Sami was messaging Layla all the time. Sami sürekli Layla'ya mesaj atıyordu. Tom and Mary fight all the time. Tom ve Mary sürekli kavga ediyorlar. Being together all the time, my Japanese classmates got to know each other very well. Japon sınıf arkadaşlarım sürekli birlikte oldukları için birbirlerini çok iyi tanıyorlardı. Tom's restaurant is full all the time. Tom'un restoranı sürekli dolu. I go to Boston all the time. Sürekli Boston'a giderim. My back hurts all the time. Sırtım sürekli ağrıyor. People make fun of me all the time. İnsanlar sürekli benimle dalga geçiyor. I don't understand why you hang out with her all the time. Neden sürekli onunla takıldığını anlamıyorum. Tom didn't want Mary to call him all the time. Tom, Mary'nin onu sürekli aramasını istemedi. Tom and Mary fight with each other all the time. Tom ve Mary birbirleriyle sürekli kavga ediyorlar. Tom sleeps all the time. Tom sürekli uyuyor. Tom contradicts himself all the time. Tom sürekli kendisiyle çelişir. Tom and Mary contradict each other all the time. Tom ve Mary sürekli birbirleriyle çelişiyorlardı. They kept talking all the time. Sürekli konuşup durdular. Crashes happen all the time. Kazalar sürekli olur. You need to stop complaining all the time about things that can't be changed. Değiştirilemeyecek şeyler hakkında sürekli şikayet etmeyi bırakmalısın. He kept on smoking all the time. Sürekli sigara içti. Sami asked for money all the time. Sami sürekli para istiyordu. When I'm in traffic, I change lanes all the time. Trafikteyken sürekli şerit değiştiririm. Why do you have to put me down all the time? Neden sürekli beni aşağılamak zorundasın? My parents fought all the time when I was a kid. Ben çocukken annemle babam sürekli kavga ederlerdi. I sneeze all the time. Sürekli hapşırıyorum. Mother, I'm sorry for causing you trouble all the time. Anne, sana sürekli sorun çıkardığım için özür dilerim. He teases me all the time. Benimle sürekli dalga geçiyor. Tom and Mary send each other text messages all the time. Tom ve Mary birbirlerine sürekli mesaj gönderiyorlar. Tom and I fight all the time. Tom ve ben sürekli kavga ediyoruz. Tom and Mary argue with each other all the time. Tom ve Mary sürekli birbirleriyle tartışıyorlar. Show More (166)
3	all the time	hep	adv.
	Tom complains all the time. Tom hep şikayet ediyor. I wanted to be with him all the time. Hep onunla olmak istedim. Tom used to visit me all the time. Tom beni hep ziyaret ederdi. People ask me that question all the time. İnsanlar bana o soruyu hep sorarlar. The TV was on all the time. Televizyon hep açıktı. I was here all the time. Hep buradaydım. Sami and Layla would talk all the time. Sami ve Leyla hep konuşurlar. I did that all the time when I lived in Boston. Ben onu Boston'da yaşarken hep yaptım. I was here all the time. Ben hep buradaydım. He lies all the time. O hep yalan söyler. I think about her all the time. Ben de hep onu düşünüyorum. We talk about that all the time. Hep bundan bahsederiz. I still think about you all the time. Hâlâ hep seni düşünüyorum. People ask me that question all the time. İnsanlar bana hep bu soruyu soruyor. People ask us that all the time. İnsanlar bize hep bunu soruyor. Tom and I fight all the time. Tom ve ben hep kavga ederiz. It's not easy to be honest all the time. Hep dürüst olmak kolay değildir. Tom used to talk about Mary all the time. Tom hep Mary hakkında konuşurdu. People ask you that question all the time, don't they? İnsanlar sana hep bunu soruyorlar, değil mi? This happens all the time. Bu hep olur. Tom used to come here all the time. Tom eskiden hep buraya gelirdi. My grandma and my mom used to say this all the time. Anneannem ve annem bunu hep söylerdi. She watches TV all the time. Hep TV izler. She faints all the time. O hep bayılıyor. I do it all the time. Ben bunu hep yaparım. The weather today is great, but lately it's been raining all the time. Bugün hava harika fakat bu günlerde hep yağmur yağdı. This sentence rhymes, I do this all the time. Kafiyeli bu cümle, ki hep yaparım böyle. We used to sing together all the time when we were children. Çocukken hep beraber şarkı söylerdik. I'm here all the time. Ben hep buradayım. Mary couldn't work out why Tom was so cranky all the time. Mary neden Tom'un hep çok huysuz olduğunu çözemedi. I used to do it all the time. Eskiden bunu hep yapardım. Tom laughed all the time. Tom hep güldü. It used to happen all the time. Eskiden hep olurdu. She kept smiling all the time. Hep gülümsüyordu. Girls say that all the time. Kızlar bunu hep söyler. People do that all the time. İnsanlar bunu hep yapar. My mom used to tease me all the time about it. Annem bu konuda benimle hep dalga geçerdi. Bill is honest all the time. Bill hep dürüsttür. Whether I'm sleeping or awake, I think of you all the time. Uyusam da uyanık olsam da hep seni düşünüyorum. I shop here all the time. Ben hep buradan alışveriş yaparım. I was there all the time. Ben hep oradaydım. I see the same people here all the time. Burada hep aynı insanları görüyorum. I used to write songs all the time. Ben hep şarkılar yazardım. People ask you that question all the time, don't they? İnsanlar sana hep bu soruyu soruyor, değil mi? I did that all the time when I was a kid. Çocukken ben de hep yapardım. We used to sing together all the time when we were children. Çocukken hep birlikte şarkı söylerdik. Why are you after me all the time? Neden hep benim peşimdesin? People tell me that all the time. İnsanlar bunu bana hep söyler. She kept crying all the time. Hep ağlıyordu. This happens all the time. Bu hep oluyor. I see the same people here all the time. Ben hep burada aynı insanları görüyorum. People tell you that all the time, don't they? İnsanlar bunu sana hep söyler, değil mi? People ask me that all the time. İnsanlar bunu bana hep soruyor. It used to happen all the time. Eskiden hep oluyordu. I did that all the time when I lived in Boston. Boston'da yaşarken bunu hep yapardım. He stayed there all the time. Hep orada kaldı. I shop here all the time. Ben hep burada alışveriş yapıyorum. Show More (54)
4	all the time	daima	adv.
	Bill is honest all the time. Bill, daima dürüsttür. Show More (-2)