| 1 |
argue |
tartışmak |
v. |
|
- The Council might want to argue about that, but we do not see any argument.
- Konsey bu konuda tartışmak isteyebilir ancak biz herhangi bir tartışma görmüyoruz.
- Let us therefore continue together to plan, campaign and argue for freedom.
- Bu nedenle hep birlikte özgürlük için plan yapmaya, kampanya yürütmeye ve tartışmaya devam edelim.
- You can argue as much as you like but I shall stick to the same position.
- Siz istediğiniz kadar tartışabilirsiniz ama ben aynı pozisyonda kalacağım.
- We know this is difficult to do, which is why we have argued about the wording.
- Bunu yapmanın zor olduğunu biliyoruz, bu nedenle de ifadeler konusunda tartıştık.
- I do not feel that now is the time to argue about this, or to have a dispute over procedure.
- Şimdi bu konuda tartışmanın ya da prosedürle ilgili bir anlaşmazlık yaşamanın zamanı olduğunu düşünmüyorum.
- Therefore, let us continue to plan, campaign and argue for freedom.
- Bu nedenle, özgürlük için plan yapmaya, kampanya yürütmeye ve tartışmaya devam edelim.
- Then you should say so and we can argue it out.
- O zaman bunu söylemelisiniz ve biz de bunu tartışabiliriz.
- Today is not a day, however, to argue our differences over the reasons for this.
- Ancak bugün bunun nedenleri üzerindeki farklılıklarımızı tartışacak bir gün değil.
- He argued and argued and finally gave in to my demands.
- Tartıştı, tartıştı ve sonunda taleplerime boyun eğdi.
- There is no time to argue.
- Tartışmak için zaman yok.
- Sami and Layla argued sometimes.
- Sami ve Layla bazen tartışıyorlardı.
- Tom and I used to argue a lot.
- Tom ve ben eskiden çok tartışırdık.
- They didn't argue much.
- Onlar çok tartışmadı.
- Some couples argue over minor issues.
- Bazı çiftler küçük meseleler yüzünden tartışırlar.
- Let me argue the case.
- Davayı ben tartışayım.
- I don't want to argue about this in front of everybody.
- Bunu herkesin önünde tartışmak istemiyorum.
- Tom is in no position to argue.
- Tom'un tartışacak durumu yok.
- I can teach you how to argue.
- Nasıl tartışılacağını sana öğretebilirim.
- We didn't argue about it.
- Biz bu konuda tartışmadık.
- They argue quite often.
- Onlar oldukça sık tartışır.
- I'd never heard Tom and Mary argue before.
- Tom ve Mary'nin daha önce tartıştıklarını hiç duymamıştım.
- Tom and Mary began to argue.
- Tom ve Mary tartışmaya başladılar.
- I won't argue that point.
- Bu noktayı tartışmayacağım.
- Tom didn't try to argue.
- Tom tartışmaya çalışmadı.
- My parents argued a lot.
- Annemle babam çok tartışırlardı.
- Tom and I argue quite often.
- Tom ve ben oldukça sık tartışırız.
- Tom and Mary argue quite often.
- Tom ve Mary sık sık tartışıyorlar.
- Tom is the kind of guy that argues for fun.
- Tom eğlenmek için tartışan bir adam.
- I'm in no mood to argue politics right now.
- Şu anda siyaset tartışacak bir ruh halinde değilim.
- Tom realized it was useless to argue.
- Tom tartışmanın faydasız olduğunu anladı.
- The lawyers argued the case for hours.
- Avukatlar davayı saatlerce tartıştılar.
- They argue quite often.
- Sık sık tartışırlar.
- Tom and Mary argued all night.
- Tom ve Mary bütün gece tartıştı.
- In a good marriage we can argue harmoniously.
- İyi bir evlilikte uyumlu bir şekilde tartışabiliriz.
- The two scholars argued for hours about biblical hermeneutics.
- İki akademisyen İncil'in yorumlanması hakkında saatlerce tartıştı.
- This is no time to argue.
- Bu tartışacak zaman değil.
- Let's not argue anymore.
- Daha fazla tartışmayalım.
- I didn't argue.
- Tartışmadım.
- Tom always wants to argue.
- Tom her zaman tartışmak istiyor.
- Tom didn't want to argue.
- Tom tartışmak istemedi.
- We can argue about how to best achieve these goals, but we can't be complacent about the goals themselves.
- Bu hedeflere en iyi şekilde nasıl ulaşılabileceğimiz konusunda tartışabiliriz, ancak hedeflerin kendileri konusunda kayıtsız olamayız.
- Tom and Mary often argue about money.
- Tom ve Mary sık sık para konusunda tartışırlar.
- Tom argues just for the sake of arguing.
- Tom sırf tartışma olsun diye tartışıyor.
- Some people hate to argue.
- Bazı insanlar tartışmaktan nefret ederler.
- Layla and Sami argued repeatedly that night.
- Leyla ve Sami o gece defalarca tartıştılar.
- I didn't argue.
- Ben tartışmadım.
- Tom and I argue quite often.
- Tom ve ben sık sık tartışırız.
- Tom and Mary used to argue all the time.
- Tom ve Mary sürekli tartışırlardı.
- Sami and Layla argued a lot.
- Sami ve Layla çok tartıştılar.
- This is no time to argue.
- Tartışacak zaman değil.
- I don't have time to argue.
- Tartışacak vaktim yok.
- I'm in no mood to argue politics right now.
- Şu anda politika tartışacak havada değilim.
- Tom said he didn't want to argue about this anymore.
- Tom bu konuda daha fazla tartışmak istemediğini söyledi.
- Tom and Mary seem to argue all the time.
- Tom ve Mary sürekli tartışıyor gibi görünüyor.
- Please don't argue.
- Lütfen tartışma.
- Tom said he didn't want to argue.
- Tom tartışmak istemediğini söyledi.
- Tom knows he's in no position to argue.
- Tom tartışacak durumda olmadığını biliyor.
- Let's not argue about it.
- O konuda tartışmayalım.
- I can teach you how to argue.
- Nasıl tartışılacağını öğretebilirim.
- Tom and Mary argue a lot, but they still get along quite well together.
- Tom ve Mary çok tartışıyorlar ama yine de oldukça iyi anlaşıyorlar.
- Tom and I argued a lot.
- Tom ve ben çok tartıştık.
- Tom and Mary used to argue all the time.
- Tom ve Mary her zaman tartışırlardı.
- I'm not in the mood to argue.
- Tartışacak havada değilim.
- You could argue that.
- Bunu tartışabilirsin.
- Tom knew better than to argue.
- Tom tartışmaktan daha iyisini biliyordu.
- My parents argued a lot.
- Annem ve babam çok tartıştılar.
- Tom and I almost never argue.
- Tom ve ben neredeyse hiç tartışmayız.
- I don't want to argue about this in front of everybody.
- Herkesin önünde bu konuda tartışmak istemiyorum.
- Tom and I argue all the time.
- Tom ve ben her zaman tartışırız.
- Tom and Mary almost never argue.
- Tom ve Mary neredeyse hiç tartışmazlar.
- Let's not argue about it.
- Bu konuda tartışmayalım.
- You and I seem to argue a lot.
- Sen ve ben çok tartışıyor gibiyiz.
Show More (70)
|
| 2 |
argue |
savunmak |
v. |
|
- I remember going to that Committee and arguing, along with the women, for that petition.
- O Komiteye gittiğimi ve kadınlarla birlikte bu dilekçeyi savunduğumu hatırlıyorum.
- I also argued for an independent body to deal with complaints.
- Ayrıca şikâyetlerle ilgilenecek bağımsız bir kurumun oluşturulmasını savundum.
- The argument you put forward is that your country was the only one to have argued for this in Ecofin.
- Öne sürdüğünüz argüman, Ecofin'de bunu savunan tek ülkenin sizin ülkeniz olduğudur.
- It argues for a European constitution to be adopted first.
- Öncelikle bir Avrupa anayasasının kabul edilmesi gerektiğini savunmaktadır.
- I argue in favour of public funding for this essential research.
- Bu temel araştırma için kamu finansmanı sağlanmasını savunuyorum.
- My group in the Parliament has always argued for the promotion of tolerance in the Mediterranean Sea area.
- Parlamentodaki grubum her zaman Akdeniz bölgesinde hoşgörünün teşvik edilmesini savunmuştur.
- The report argues for the latter to be rejected, however.
- Ancak rapor ikinci önerinin reddedilmesi gerektiğini savunmaktadır.
- Public health and financial considerations, therefore, both argue for strict implementation.
- Dolayısıyla halk sağlığı ve mali hususların her ikisi de katı bir uygulamayı savunmaktadır.
- It argues the whole time in favour of giving consumers as little information as possible.
- Tüketicilere mümkün olduğunca az bilgi verilmesi gerektiğini savunmaktadır.
- I have argued more than once in this Parliament that animals are more than production units.
- Bu Parlamentoda birçok kez hayvanların üretim birimlerinden daha fazlası olduğunu savundum.
- The argument you put forward is that your country was the only one to have argued for this in Ecofin.
- İleri sürdüğünüz argüman, Ecofin'de bunu savunan tek ülkenin sizin ülkeniz olduğudur.
- I would argue, however, that it should eventually be about harmonisation.
- Ancak ben bunun nihayetinde uyumlaştırma ile ilgili olması gerektiğini savunuyorum.
- Conservatives in the European Parliament have consistently argued for these reforms.
- Avrupa Parlamentosu'ndaki muhafazakârlar sürekli olarak bu reformları savunmuşlardır.
- This is why I have started to argue in favour of involving independent experts.
- Bu nedenle bağımsız uzmanların sürece dahil edilmesi gerektiğini savunmaya başladım.
- But I would argue still that the zeal to do this must not override the principles of the European treaties.
- Ancak yine de bunu yapma gayretinin Avrupa antlaşmalarının ilkelerinin önüne geçmemesi gerektiğini savunuyorum.
- First of all, I should like to argue in favour of biofuels being made exempt from energy taxation.
- Öncelikle, biyoyakıtların enerji vergisinden muaf tutulmasını savunmak istiyorum.
- If I understand correctly, they are arguing for controlled access under the authority of the Member State in question.
- Eğer doğru anladıysam, söz konusu Üye Devletin yetkisi altında kontrollü erişimi savunuyorlar.
- We were in fact the only people arguing for dollarisation of the budget.
- Aslında bütçenin dolarizasyonunu savunan tek kişi bizdik.
- My group in the Parliament has always argued for the promotion of tolerance in the Mediterranean Sea area.
- Parlamento'daki grubum her zaman Akdeniz bölgesinde hoşgörünün teşvik edilmesini savunmuştur.
- He argued as follows.
- Savunmasını aşağıdaki şekilde yapmıştır.
- The lawyers argued the case for hours.
- Avukatlar davayı saatlerce savundu.
Show More (18)
|
| 3 |
argue |
ileri sürmek |
v. |
|
- It may be argued that enlargement will provide special opportunities for sorting out a number of problems.
- Genişlemenin bir dizi sorunun çözüme kavuşturulması için özel fırsatlar sağlayacağı ileri sürülebilir.
- He argued that nuclear weapons were a threat to peace.
- O, nükleer silahların barış için bir tehdit olduğunu ileri sürdü.
Show More (-1)
|
| 4 |
argue |
itiraz etmek |
v. |
|
- I can't really argue with that.
- Buna gerçekten itiraz edemem.
- I can't argue with that.
- Buna itiraz edemem.
Show More (-1)
|
| 5 |
argue |
iddia etmek |
v. |
|
- It would also be good for Iraq, for the region and, I would argue, very good for the world.
- Bu aynı zamanda Irak için, bölge için ve iddia ediyorum ki dünya için de çok iyi olacaktır.
Show More (-2)
|
| 6 |
argue |
kavga etmek |
v. |
|
- I don't want to argue with you.
- Seninle kavga etmek istemiyorum.
Show More (-2)
|
