| 1 |
choice |
seçenek |
n. |
|
- There may be a wider range of choice for users, but only for those clients capable of paying.
- Kullanıcılar için, doğrusu yalnızca ödeme yapabilecek müşteriler için, daha geniş bir seçenek yelpazesi olabilir.
- Even in a period of high unemployment, temporary employment is never a real choice for workers.
- Yüksek işsizlik dönemlerinde bile, geçici istihdam çalışanlar için hiçbir zaman gerçek bir seçenek değildir.
- It prevents them from benefiting from a broader choice of DVD titles and potentially cheaper prices.
- Daha geniş DVD başlık seçeneklerinden ve potansiyel olarak daha ucuz fiyatlardan yararlanmalarını engeller.
- Our priority has to be to give the consumer real choice.
- Önceliğimiz tüketiciye gerçek bir seçenek sunmak olmalıdır.
- He has that choice and will not be disadvantaged as a result.
- Böyle bir seçeneği vardır ve bunun sonucunda dezavantajlı duruma düşmeyecektir.
- We had no choice but to take them or leave them.
- Onları almak ya da bırakmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- This being the case, we have no choice but to suspend the sitting and resume at the previously fixed time.
- Hal böyleyken oturuma ara vermekten ve önceden belirlenen saatte devam etmekten başka seçeneğimiz yok.
- We now have no choice but to strictly obey our time limits.
- Artık zaman sınırlarımıza sıkı sıkıya uymaktan başka seçeneğimiz yok.
- People like that have a choice, and they will choose not to come here.
- Bu tür insanların bir seçeneği vardır ve buraya gelmemeyi tercih edeceklerdir.
- We should certainly not exclude force, but violence is not the obvious choice.
- Gücü kesinlikle dışlamamalıyız, ancak şiddet açık bir seçenek değildir.
- If the choices were clear, then citizens could become involved in the subject of climate.
- Eğer seçenekler net olsaydı, vatandaşlar iklim konusuna dahil olabilirlerdi.
- He has that choice and will not be disadvantaged as a result.
- Bu seçeneğe sahiptir ve sonuç olarak dezavantajlı duruma düşmeyecektir.
- With some difficulty we have put together a system which will offer security and choice to our citizens.
- Biraz zorlanarak da olsa vatandaşlarımıza güvenlik ve seçenek sunacak bir sistem oluşturduk.
- These are the true choices we are facing, whether we like them or not.
- Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, karşı karşıya olduğumuz gerçek seçenekler bunlardır.
- The choice for consumers has drastically improved.
- Tüketiciler için seçenekler büyük ölçüde artmıştır.
- These two choices are fundamental and I hope that Parliament will ratify these.
- Bu iki seçenek temel niteliktedir ve Parlamentonun bunları onaylayacağını umuyorum.
- The only choice open to them is one between accepting the treaty or remaining outside the Union.
- Onlara açık olan tek seçenek anlaşmayı kabul etmek ya da Birliğin dışında kalmaktır.
- Clearly, that would totally paralyse southern Europe because, quite simply, we no longer have a choice today.
- Açıkçası bu Güney Avrupa'yı tamamen felce uğratacaktır çünkü bugün artık başka bir seçeneğimiz yok.
- This is a widening of choice.
- Bu, seçeneklerin genişletilmesidir.
- Despite the major improvements, we therefore had no choice but to refuse to back the report.
- Önemli iyileştirmelere rağmen, bu nedenle raporu desteklemeyi reddetmekten başka seçeneğimiz yoktu.
- This could lead to conventional farmers or organic farmers not having any choice.
- Bu durum konvansiyonel ya da organik çiftçilerin herhangi bir seçeneğe sahip olmamasına yol açabilir.
- The procedures and deadlines leave us, in practical terms, no other choice.
- Prosedürler ve son tarihler, uygulamada bize başka bir seçenek bırakmıyor.
- It welcomes the proposal by the 'Convention' to include these choices in the 'European Constitution'.
- "Konvansiyon" tarafından bu seçeneklerin "Avrupa Anayasası"na dahil edilmesi önerisini hoşnutlukla karşılamaktadır.
- There may be a wider range of choice for users, but only for those clients capable of paying.
- Kullanıcılar için daha geniş bir seçenek yelpazesi olabilir, ancak sadece ödeme yapabilecek müşteriler için.
- This was one choice, this was the first suggestion.
- Bu seçeneklerden biriydi, bu ilk öneriydi.
- Our priority has to be to give the real consumer choice.
- Önceliğimiz gerçek tüketiciye seçenek sunmak olmalıdır.
- Naturally, the candidate countries also have a choice.
- Doğal olarak aday ülkelerin de bir seçeneği var.
- We had no choice but to intervene, even though there was no commitment in the Agenda.
- Gündemde herhangi bir taahhüt olmamasına rağmen müdahale etmekten başka seçeneğimiz yoktu.
- Most, though, would agree that there is a sufficient choice of soaps, deodorants, perfumes, and lipsticks.
- Yine de çoğu kişi sabun, deodorant, parfüm ve ruj seçeneklerinin yeterli olduğu konusunda hemfikirdir.
- We therefore have no choice but to vote against the joint resolution.
- Bu nedenle ortak karara karşı oy kullanmaktan başka seçeneğimiz yok.
- As a representative of the Socialist Party in the Netherlands, I am faced with two choices each time.
- Hollanda'da Sosyalist Parti'nin bir temsilcisi olarak her seferinde iki seçenekle karşı karşıya kalıyorum.
- It gives the consumer a wider choice and offers expansion for the quality producer.
- Tüketiciye daha geniş bir seçenek sunar ve kaliteli üretici için genişleme sağlar.
- Sustainable transport policy requires even more, or at least other, choices.
- Sürdürülebilir ulaştırma politikası daha da fazla ya da en azından başka seçenekler gerektirir.
- I therefore have no choice but to vote against this directive.
- Bu nedenle bu yönergeye karşı oy kullanmaktan başka seçeneğim yok.
- Providing full information means that consumers have choice.
- Tam bilgi sağlanması, tüketicilerin seçenek sahibi olması anlamına gelir.
- This is a widening of choice.
- Bu seçeneklerin genişletilmesidir.
- First of all, I believe that the citizen must be given clear choices.
- Her şeyden önce vatandaşa net seçenekler sunulması gerektiğine inanıyorum.
- The parliaments rubberstamp them, they have no choice.
- Parlamentolar bunları onaylıyor, başka seçenekleri yok.
- The parliaments rubberstamp them, they have no choice.
- Parlamentolar bunları onaylar, başka seçenekleri yok.
- The Commission is offering insurers the choice of opting for occupational pension schemes.
- Komisyon, sigortacılara mesleki emeklilik planlarını tercih etme seçeneği sunuyor.
- This form of spraying is often the only choice.
- Bu tür ilaçlama çoğu zaman tek seçenektir.
- The procedures and deadlines leave us, in practical terms, no other choice.
- Prosedürler ve süreler bize pratik anlamda başka bir seçenek bırakmıyor.
- As we cannot afford to lose the confidence of the consumers or of small businesses, we have no choice.
- Tüketicilerin ya da küçük işletmelerin güvenini kaybetmeyi göze alamayacağımız için başka seçeneğimiz yok.
- We therefore had no choice but to vote against this report.
- Bu nedenle bu rapora karşı oy kullanmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- It gives the consumer a wider choice and offers expansion for the quality producer.
- Tüketiciye daha geniş bir seçenek sunmakta ve kaliteli üreticiye genişleme imkanı sağlamaktadır.
- This could lead to conventional farmers or organic farmers not having any choice.
- Bu, geleneksel çiftçilerin veya organik çiftçilerin herhangi bir seçeneği olmamasına yol açabilir.
- Types of energy choices can be affected, however.
- Ancak enerji seçenekleri etkilenebilir.
- With regard to the issue of the legal instrument, the choice proposed is for a regulation rather than a directive.
- Yasal araç konusuyla ilgili olarak, önerilen seçenek bir yönergeden ziyade bir yönetmeliktir.
- Otherwise, I have no choice but to vote against this motion.
- Aksi takdirde bu önergeye karşı oy kullanmaktan başka seçeneğim yok.
- The choice before the European Union is now clearer than ever.
- Avrupa Birliği'nin önündeki seçenek şimdi her zamankinden daha net.
- Easy check-in and check-out, extensive breakfast choices with many extra touches, friendly staff, and clean room.
- Kolay giriş ve çıkış, birçok ekstra dokunuşla geniş kahvaltı seçenekleri, güler yüzlü personel ve temiz oda.
- It's a nice choice for both nights and days.
- Hem geceler hem gündüzler için harika bir seçenektir.
- Does Tom have a choice?
- Tom'un bir seçeneği var mı?
- Tom had no choice but to ask Mary to help him.
- Tom'un Mary'den yardım istemekten başka seçeneği yoktu.
- Tom has two choices.
- Tom'un iki seçeneği var.
- I have no choice at all.
- Hiç seçeneğim yok.
- What choice do I have?
- Ne seçeneğim var?
- We do have other choices.
- Başka seçeneklerimiz de var.
- I have three choices.
- Üç seçeneğim var.
- Do we have any other choice?
- Hiç başka seçeneğimiz var mı?
- She knows she does not have any other choices.
- Başka seçeneği olmadığını biliyor.
- I did that because I had no choice.
- Başka seçeneğim olmadığı için bunu yaptım.
- They agree that they have no choice but to give up the whole plan.
- Onlar tüm plandan vazgeçmekten başka seçenekleri olmadığını kabul ettiler.
- Sami had no choice.
- Sami'nin başka seçeneği yoktu.
- That's not a choice you have.
- Bu senin elinde olan bir seçenek değil.
- Tom and I didn't have a choice.
- Tom'la başka seçeneğimiz yoktu.
- They said use of force should be used only as a last choice.
- Onlar, gücün kullanımı sadece son seçenek olarak kullanılmalı diyor.
- We don't have any choice.
- Hiç seçeneğimiz yok.
- We have no choice but to carry on.
- Devam etmekten başka seçeneğimiz yok.
- Tom had no choice but to follow Mary.
- Tom'un Mary'yi takip etmekten başka hiçbir seçeneği yoktu.
- We don't have any other choice.
- Bizim başka bir seçeneğimiz yok.
- Tom may have no choice.
- Tom'un başka seçeneği olmayabilir.
- I didn't have any choice.
- Başka seçeneğim yoktu.
- I have no choice but to accept your proposals.
- Tekliflerinizi kabul etmekten başka seçeneğim yok.
- Tom had no choice but to leave.
- Tom'un gitmekten başka seçeneği yoktu.
- We have no second choice.
- İkinci seçeneğimiz yok.
- Here are your choices.
- İşte seçenekleriniz.
- I just don't have that choice.
- Öyle bir seçeneğim yok.
- The pirates had no choice but to surrender.
- Korsanların teslim olmaktan başka seçenekleri yoktu.
- They have a clear choice.
- Açık bir seçeneğe sahipler.
- I'm afraid we have no choice.
- Korkarım seçeneğimiz yok.
- I had no choice but to stay.
- Kalmaktan başka seçeneğim yoktu.
- Do we have any choice?
- Başka seçeneğimiz var mı?
- We don't have a second choice.
- İkinci bir seçeneğimiz yok.
- We really don't have a choice.
- Bizim gerçekten bir seçeneğimiz yok.
- I didn't have a choice.
- Bir seçeneğim yoktu.
- We don't have much choice, do we?
- Çok seçeneğimiz yok, değil mi?
- I had no other choice but to do it.
- Onu yapmaktan başka seçeneğim yoktu.
- I'm not sure we have any choice.
- Başka seçeneğimiz olduğundan emin değilim.
- I'm not sure we have any other choice.
- Başka bir seçeneğimiz olduğundan emin değilim.
- They don't have a choice.
- Başka seçenekleri yok.
- As I told you before, I have no choice.
- Sana daha önce söylediğim gibi, hiçbir seçeneğim yok.
- I don't have that choice.
- Öyle bir seçeneğim yok.
- Tom didn't want to leave, but he had no choice.
- Tom gitmek istemiyordu ama başka seçeneği yoktu.
- I guess I have no choice.
- Hiç seçeneğim yok sanırım.
- There is no choice but to agree to his plan.
- Planını kabul etmekten başka seçeneğimiz yok.
- Tom doesn't have any choice.
- Tom'un başka seçeneği yok.
- Tom knows there's only one choice for him.
- Tom kendi için yalnızca tek bir seçenek olduğunu biliyor.
- Tom doesn't have much of a choice.
- Tom'un fazla seçeneği yok.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
- Tom'un ya sabır çekmek dışında bir seçeneği yoktu.
- I'm giving you a choice.
- Sana bir seçenek sunuyorum.
- I didn't give her a choice.
- Ona bir seçenek vermedim.
- We don't have much of a choice.
- Fazla seçeneğimiz yok.
- You've given me no other choice.
- Bana başka bir seçenek vermedin.
- Tom has no choice but to remain.
- Tom'un kalmaktan başka seçeneği yok.
- He had no choice but to run away.
- Onun kaçmaktan başka seçeneği yoktu.
- I have no choice but to eat what they serve me.
- Onların bana servis ettiklerini yemekten başka seçeneğim yok.
- There is no third choice.
- Üçüncü bir seçenek yok.
- Choice overload can paralyze people into avoiding decision-making.
- Aşırı seçenek yüklemesi insanları karar vermekten kaçınmaya itebilir.
- We have a wide choice of books.
- Geniş bir kitap seçeneğimiz var.
- You've left me no choice.
- Bana başka seçenek bırakmadın.
- Tom knew he had no choice.
- Tom başka seçeneği olmadığını biliyordu.
- Tom doesn't really want to talk about this, but he has no choice.
- Tom bu konuda konuşmak istemiyor ama başka seçeneği de yok.
- I may have no choice.
- Başka seçeneğim olmayabilir.
- There are too many choices.
- Çok fazla seçenek var.
- I did that because I had no choice.
- Bunu yaptım çünkü başka seçeneğim yoktu.
- Tom knows he doesn't have much choice.
- Tom fazla seçeneği olmadığını biliyor.
- I'm telling you I had no choice.
- Başka seçeneğim olmadığını söylüyorum.
- I have no choice but to fight.
- Savaşmaktan başka seçeneğim yok.
- I see I have no choice.
- Başka seçeneğim olmadığını görüyorum.
- You know I have no choice, don't you?
- Başka seçeneğim olmadığını biliyorsun, değil mi?
- What choices do I have left?
- Ne seçeneğim kaldı?
- I don't think we have a choice.
- Bir seçeneğimiz olduğunu sanmıyorum.
- There's no choice.
- Hiç seçenek yok.
- It's your only choice.
- Tek seçeneğiniz bu.
- I had no choice but to accept.
- Kabul etmekten başka seçeneğim yoktu.
- What choice do you have?
- Nasıl bir seçeneğin var?
- I'm afraid we have only one choice left.
- Korkarım geriye tek bir seçeneğimiz kaldı.
- Because of the storm, we had no choice but to stay at home.
- Fırtına yüzünden evde kalmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- Did I have a choice?
- Bir seçeneğim var mıydı?
- I gave her a choice.
- Ona bir seçenek sundum.
- Tom didn't want to get involved in the fight, but he had no choice.
- Tom kavgaya karışmak istemedi ama başka seçeneği yoktu.
- I didn't give them a choice.
- Onlara bir seçenek sunmadım.
- Tom had no other choice.
- Tom'un başka seçeneği yoktu.
- I have no choice but to go.
- Gitmekten başka seçeneğim yok.
- You left me no choice.
- Bana başka seçenek bırakmadın.
- Tom is a good choice.
- Tom iyi bir seçenek.
- I had no choice but to go there.
- Oraya gitmekten başka seçeneğim yoktu.
- I had no choice but to accept the offer.
- Teklifi kabul etmekten başka seçeneğim yoktu.
- I knew that I'd break her heart, but I had no choice.
- Kalbini kıracağımı biliyordum ama başka seçeneğim yoktu.
- I don't have any other choice.
- Başka bir seçeneğim yok.
- I had no choice but to go home.
- Eve gitmekten başka seçeneğim yoktu.
- Tom will have no other choice.
- Tom'un başka seçeneği olmayacak.
- I really don't have much choice, do I?
- Çok fazla seçeneğim yok gerçekten, öyle mi?
- I gave Tom a choice.
- Tom'a bir seçenek sundum.
- I may have no choice.
- Seçeneğim olmayabilir.
- Tom knows there's only one choice that makes any sense.
- Tom mantıklı olan sadece bir seçeneğin olduğunu biliyor.
- I'm afraid we have no choice.
- Korkarım başka seçeneğimiz yok.
- I didn't have a choice.
- Seçeneğim yoktu.
- I don't think you have any other choice.
- Başka bir seçeneğiniz olduğunu sanmıyorum.
- Tom has no choice but to do that.
- Tom'un bunu yapmaktan başka seçeneği yok.
- You have no choice.
- Seçeneğin yok.
- I still believe this is the best choice.
- Hâlâ en iyi seçeneğin bu olduğuna inanıyorum.
- Tom had no choice but to pay the fine.
- Tom'un cezayı ödemekten başka hiçbir seçeneği yoktu.
- They have a clear choice.
- Net bir seçenekleri var.
- Tom knows there's only one choice that makes any sense.
- Tom, mantıklı olan tek bir seçenek olduğunu biliyordu.
- I did it because I had no choice.
- Yaptım çünkü başka seçeneğim yoktu.
- I felt I had no choice.
- Başka seçeneğim yokmuş gibi hissettim.
- I'm giving you a choice.
- Sana bir seçenek veriyorum.
- There was no other choice but to abandon the entire project.
- Tüm projeden vazgeçmekten başka seçenek yoktu.
- I know you had no choice.
- Başka seçeneğin olmadığını biliyorum.
- We don't have another choice.
- Başka seçeneğimiz yok.
- Tom clearly has no choice.
- Tom'un açıkça başka seçeneği yok.
- I gave Tom no choice.
- Tom'a başka seçenek bırakmadım.
- Tom had no choice but to stay.
- Tom'un kalmaktan başka seçeneği yoktu.
- Tom doesn't really have a choice.
- Tom'un gerçekten bir seçeneği yok.
- I have no choice but to take the red-eye back to New York.
- New York'a dönmek için kırmızı gözle uçmaktan başka seçeneğim yok.
- You won't have a choice.
- Başka seçeneğin olmayacak.
- We have no other choice.
- Başka seçeneğimiz yok.
- There is no choice but to agree to his plan.
- Onun planını kabul etmekten başka seçenek yoktur.
- Anyways, we have no other choice.
- Neyse, başka seçeneğimiz yok.
- We simply have no choice.
- Bizim sadece seçeneğimiz yok.
- I didn't give them a choice.
- Onlara bir seçenek vermedim.
- We have no choice but to do what they told us to do.
- Bize söyleneni yapmaktan başka seçeneğimiz yok.
- What were the choices?
- Seçenekler nelerdi?
- You leave me no choice.
- Bana seçenek bırakmıyorsun.
- I don't want to do what I'm planning to do, but I have no choice.
- Yapmayı planladığım şeyi yapmak istemiyorum ama başka seçeneğim yok.
- There's really no choice.
- Gerçekten seçenek yok.
- I didn't give Tom any choice.
- Tom'a başka seçenek bırakmadım.
- You have no choice in this matter.
- Bu konuda başka seçeneğin yok.
- Tom didn't want to talk to Mary, but he had no choice.
- Tom Mary ile konuşmak istemiyordu ama başka seçeneği yoktu.
- We had no choice except to put up with it.
- Buna katlanmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- Tom will have no choice.
- Tom'un başka seçeneği yok.
- I don't have any choice.
- Başka seçeneğim yok.
- My choices are limited.
- Seçeneklerim sınırlı.
- I didn't give Tom choice.
- Tom'a seçenek sunmadım.
- I've got no choice.
- Bir seçeneğim yok.
- You didn't have any choice.
- Başka seçeneğin yoktu.
- I have no choice at all.
- Başka seçeneğim yok.
- I'm afraid we have only one choice left.
- Korkarım sadece bir seçeneğimiz kaldı.
- There were plenty of choices.
- Çok seçenek vardı.
- Tom had no other choice than to help Mary clean out the stable.
- Tom'un Mary'nin ahırı temizlemesine yardım etmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom doesn't want to do this, but he has no choice.
- Tom bunu yapmak istemiyor ama başka seçeneği yok.
- I have no choice but to do everything they've told me to do.
- Bana yapmamı söyledikleri he şeyi yapmaktan başka seçeneğim yoktu.
- I've got no choice.
- Başka seçeneğim yok.
- What choice did I have?
- Başka seçeneğim var mıydı?
- I don't have much of a choice.
- Fazla seçeneğim yok.
- There is no choice in this matter.
- Bu konuda başka seçeneğimiz yok.
- Do you have a choice?
- Bir seçeneğin var mı?
- What other choice did I have?
- Başka ne seçeneğim vardı ki?
- Are you giving me a choice?
- Bana bir seçenek veriyor musun?
- Tom didn't want to live in the cave anymore, but he had no choice.
- Tom artık mağarada yaşamak istemiyordu ama başka seçeneği de yoktu.
- Tom says he has no other choice.
- Tom başka seçeneği olmadığını söylüyor.
- Our choices are limited.
- Seçeneklerimiz sınırlı.
- You had no choice but to do it.
- Senin bunu yapmaktan başka seçeneğin yoktu.
- Choice overload can paralyze people into avoiding decision-making.
- Çok fazla seçenek arasında kalmak insanları karar almaktan kaçınmaya itebilir.
- I gave them no choice.
- Onlara başka seçenek bırakmadım.
- Tom had no other choice but to help Mary clean out the garage.
- Tom'un Mary'nin garajı temizlemesine yardım etmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom has no choice but to accept.
- Tom'un kabul etmekten başka seçeneği yok.
- We have no choice but to risk it.
- Bunu riske atmaktan başka seçeneğimiz yok.
- I'm telling you I had no choice.
- Sana seçeneğim olmadığını söylüyorum.
- We all have choices.
- Hepimizin seçenekleri var.
- Tom didn't have any choice.
- Tom'un başka seçeneği yoktu.
- There is no choice.
- Başka seçenek yok.
- Tom will have no other choice.
- Tom'un başka seçeneği yok.
- I don't have a choice.
- Başka seçeneğim yok.
- I have no choice in this.
- Bu konuda başka seçeneğim yok.
- I have no choice but to do everything they've told me to do.
- Benden yapmamı istedikleri her şeyi yapmaktan başka seçeneğim yok.
- We always have a choice.
- Her zaman bir seçeneğimiz vardır.
- That leaves us no choice.
- Bu da bize başka seçenek bırakmıyor.
- Tom has no choice but to resign.
- Tom'un istifa etmekten başka seçeneği yok.
- We don't have any other choice.
- Başka seçeneğimiz yok.
- I didn't want to do that, but I had no choice.
- Bunu yapmak istemezdim ama başka bir seçeneğim yoktu.
- Tom never wanted to give up, but he had no choice.
- Tom asla pes etmek istemedi ama başka seçeneği yoktu.
- You'll have no choice.
- Başka seçeneğin yok.
- There's no choice now.
- Şimdi seçenek yok.
- I didn't give you a choice.
- Sana bir seçenek sunmadım.
- We have no choice but to trust each other.
- Birbirimize güvenmekten başka seçeneğimiz yok.
- I'm afraid I have no choice.
- Korkarım başka seçeneğim yok.
- I'm afraid I have no choice.
- Korkarım ki seçeneğim yok.
- I don't want to have to hurt you, but if you get in my way, I'll have no choice.
- Seni incitmek zorunda kalmak istemiyorum ama yoluma çıkarsan başka seçeneğim kalmayacak.
- I guess I have no choice.
- Sanırım başka seçeneğim yok.
- What other choice do we have?
- Başka ne seçeneğimiz var?
- I had no choice but to do that.
- Onu yapmaktan başka seçeneğim yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
- Meseleyi ona bırakmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- I guess I don't have a choice.
- Sanırım başka seçeneğim yok.
- They have no choice.
- Başka seçenekleri yok.
- Our choices are very limited.
- Bizim seçeneklerimiz çok sınırlı.
- You do have a choice.
- Bir seçeneğin var.
- I don't have a choice here.
- Burada bir seçeneğim yok.
- I still think this is the best choice.
- Hâlâ bunun en iyi seçenek olduğunu düşünüyorum.
- Tom had no choice but to do what Mary told him to do.
- Tom'un Mary'nin dediklerini yapmaktan başka seçeneği yoktu.
- People can begin to love when they choose, but they have no choice when it comes to ending love.
- İnsanlar istedikleri zaman sevmeye başlayabilirler, ancak iş aşkı bitirmeye geldiğinde başka seçenekleri yoktur.
- I had little choice.
- Çok az seçeneğim vardı.
- What are your other choices?
- Diğer seçeneklerin neler?
- I didn't want to do that, but I had no choice.
- Bunu yapmak istemedim, ama başka seçeneğim yoktu.
- I had no choice but to do it.
- Bunu yapmaktan başka seçeneğim yoktu.
- There are also other choices.
- Başka seçenekler de var.
- We have no choice.
- Başka seçeneğimiz yok.
- I didn't want to go to Boston last weekend, but I had no choice.
- Geçen hafta sonu Boston'a gitmek istemiyordum ama hiç seçeneğim yoktu.
- I didn't have much choice.
- Çok seçeneğim yoktu.
- I don't have a choice here.
- Başka seçeneğim yok.
- You had no choice but to do what Tom told you to do.
- Tom'un sana yapmanı söylediğini yapmaktan başka seçeneğin yoktu.
- I never wanted to leave you, but I had no choice.
- Seni asla terk etmek istemedim ama başka seçeneğim yoktu.
- I have no choice.
- Başka seçeneğim yok.
- I had no choice but to do that.
- Bunu yapmaktan başka seçeneğim yoktu.
- I have no choice but to follow those orders.
- Bu emirleri uygulamaktan başka seçeneğim yok.
- Sami had no choice.
- Sami'nin hiç seçeneği yoktu.
- I did it because I had no choice.
- Başka seçeneğim olmadığı için onu yaptım.
- That's not a good choice.
- O iyi bir seçenek değil.
- Tom clearly has no choice.
- Tom'un açıkça başka seçeneği yoktur.
- Tom says he has no choice.
- Tom başka seçeneği olmadığını söylüyor.
- Tom told Mary she had no choice.
- Tom Mary'ye seçeneği olmadığını söyledi.
- I have no other choice.
- Başka seçeneğim yok.
- I don't think I've got much choice.
- Çok seçeneğim olduğunu sanmıyorum.
- I didn't like those choices.
- Bu seçenekleri sevmedim.
- We've no choice.
- Başka seçeneğimiz yok.
- They gave me no choice.
- Onlar bana seçenek vermediler.
- There were no other choices.
- Başka seçenek yoktu.
- Tom didn't give Mary any choice.
- Tom, Mary'ye seçenek bırakmadı.
- Tom doesn't have much choice.
- Tom'un çok seçeneği yok.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
- Tom'un sineye çekmekten başka seçeneği yoktu.
- As I told you before, I had no choice.
- Daha önce söylediğim gibi seçeneğim yoktu.
- I don't see much choice.
- Fazla seçenek görmüyorum.
- We didn't have a choice.
- Seçeneğimiz yoktu.
- Give me a choice.
- Bana bir seçenek ver.
- We had no choice but to put up with it.
- Buna katlanmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- Was there ever a choice?
- Hiç bir seçenek var mıydı?
- Tom has no choice but to leave.
- Tom'un gitmekten başka seçeneği yok.
- What was your other choice?
- Senin başka seçeneğin neydi?
- We don't really have a choice.
- Gerçekten bir seçeneğimiz yok.
- They saw they had no choice.
- Başka seçenekleri olmadığını gördüler.
- I had no choice but to agree.
- Kabul etmekten başka seçeneğim yoktu.
- We don't have any choice.
- Başka seçeneğimiz yok.
- I'm afraid I don't have a choice.
- Korkarım ki bir seçeneğim yok.
- I had no choice but to come.
- Gelmekten başka seçeneğim yoktu.
- I have no real choice.
- Gerçek bir seçeneğim yok.
- Our choices are very limited.
- Seçeneklerimiz çok sınırlı.
- I don't have a choice.
- Seçeneğim yok.
- We don't have much choice, do we?
- Fazla seçeneğimiz yok, değil mi?
- I unfortunately did not have another choice.
- Ne yazık ki başka seçeneğim yoktu.
- I believe this is the best choice.
- Bunun en iyi seçenek olduğuna inanıyorum.
- You leave me no choice.
- Bana başka seçenek bırakmadın.
- There are always choices.
- Her zaman seçenekler vardır.
- Tom said he didn't have a choice.
- Tom başka seçeneği olmadığını söyledi.
- Tom's choices are limited.
- Tom'un seçenekleri sınırlı.
- We have no choice but to do so.
- Bunu yapmaktan başka seçeneğimiz yok.
- They didn't give me a choice.
- Bana başka seçenek bırakmadılar.
- I never wanted to leave you, but I had no choice.
- Seni asla bırakmak istemedim ama başka seçeneğim yoktu.
- We might not have a choice.
- Bir seçeneğimiz olmayabilir.
- Because of the storm, we had no choice but to stay at home.
- Fırtınadan dolayı, evde kalmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- You have three choices.
- Üç seçeneğin var.
- Tom left me with no choice.
- Tom bana başka seçenek bırakmadı.
- You'll have no choice.
- Başka seçeneğin olmayacak.
- There was no other choice.
- Başka seçenek yoktu.
- Tom knows there's only one choice for him.
- Tom onun için tek bir seçenek olduğunu biliyor.
- What choices do I have left?
- Elimde ne gibi seçenekler kaldı?
- I didn't give Tom a choice.
- Tom'a başka seçenek bırakmadım.
- What was your other choice?
- Diğer seçeneğin neydi?
- As I told you before, I have no choice.
- Daha önce de söylediğim gibi, başka seçeneğim yok.
- Choice overload can paralyze people into avoiding decision-making.
- Çok fazla seçenek arasında kalmak insanın elini kolunu bağlayıp karar almaktan kaçınmasına yol açabilir.
- You gave me no choice.
- Bana seçenek vermedin.
- We have no choice but to compromise.
- Uzlaşmaktan başka seçeneğimiz yok.
- You have the choice of soup or salad.
- Çorba veya salata seçeneğiniz var.
- We didn't give Tom a choice.
- Tom'a başka seçenek bırakmadık.
- You leave me no choice in the matter.
- Bana bu konuda başka seçenek bırakmıyorsun.
- There was no other choice.
- Başka seçeneğim yoktu.
- Tom didn't leave me much choice.
- Tom bana fazla seçenek bırakmadı.
- Tom has no choice.
- Tom'un başka seçeneği yok.
- I don't see that we have any choice.
- Başka seçeneğimiz olduğunu sanmıyorum.
- You left me no choice.
- Bana seçenek bırakmadın.
- It's nice to have choices.
- Seçeneklere sahip olmak güzel.
- Tom and I didn't have a choice.
- Tom ve benim başka seçeneğimiz yoktu.
- What choices do we have?
- Ne seçeneğimiz var?
- Our choices are limited.
- Seçeneklerimiz sınırlıdır.
- We have no choice.
- Seçeneğimiz yok.
- Tom may not give Mary a choice.
- Tom, Mary'ye başka seçenek bırakmayabilir.
- Under the circumstances we have no choice but to surrender.
- Bu şartlar altında teslim olmaktan başka seçeneğimiz yok.
- There is no choice in this matter.
- Bu konuda hiçbir seçenek yoktur.
- We've got no choice.
- Seçeneğimiz yok.
- Tom had no choice but to give Mary what she wanted.
- Tom'un Mary'ye istediğini vermekten başka seçeneği yoktu.
- I have no choice but to accept what they offer me.
- Bana teklif ettiklerini kabul etmekten başka seçeneğim yok.
- I didn't have any choice.
- Benim herhangi bir şeçeneğim yoktu.
- We don't have much choice.
- Fazla seçeneğimiz yok.
- You didn't give us much choice.
- Bize fazla seçenek bırakmadın.
- Tom has no other choice but to tell Mary.
- Tom'un Mary'ye söylemekten başka seçeneği yok.
- We have no choice but to go.
- Gitmekten başka seçeneğimiz yok.
- You've got no choice.
- Başka seçeneğin yok.
- You have no choice.
- Başka seçeneğin yok.
- There are several choices.
- Birkaç seçenek var.
- She knows she does not have any other choices.
- O başka seçeneği olmadığını biliyor.
- They have no choice.
- Onların seçeneği yok.
- I had no choice but to do what Tom told me to do.
- Tom'un dediğini yapmaktan başka seçeneğim yoktu.
- I'm not sure you have much of a choice.
- Ben de pek seçeneğiniz olduğunu sanmıyorum.
- We don't really have much of a choice, do we?
- Fazla seçeneğimiz yok, değil mi?
- I don't think you have much choice.
- Fazla seçeneğin olduğunu sanmıyorum.
- I don't think I have any choice.
- Başka seçeneğim olduğunu sanmıyorum.
- We don't have a choice now.
- Bizim şimdi bir seçeneğimiz yok.
- I guess I have no choice but to fight.
- Sanırım mücadele etmekten başka seçeneğim yok.
- Tom didn't have much of a choice.
- Tom'un fazla seçeneği yoktu.
- I gave them a choice.
- Onlara bir seçenek sundum.
- I gave him a choice.
- Ona bir seçenek sundum.
- I'm not sure we have much of a choice.
- Fazla seçeneğimiz olduğunu sanmıyorum.
- You say that like I have a choice.
- Sanki başka seçeneğim varmış gibi konuşuyorsun.
- We have no choice but to kill.
- Öldürmekten başka seçeneğimiz yok.
- You only have one choice.
- Sadece bir seçeneğin var.
- I hate to run the risk, but I have no choice.
- Riske girmekten nefret ederim ama hiç seçeneğim yok.
- We had no choice but to return home.
- Eve dönmekten başka seçeneğimiz yoktu.
- I've narrowed the choices to four.
- Seçenekleri dörtle sınırlandırdım.
- I had no choice but to go.
- Gitmekten başka seçeneğim yoktu.
- We had no choice but to call the police last night.
- Dün gece polisi aramaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- I never wanted to leave Boston, but I had no choice.
- Boston'dan ayrılmayı hiç istemedim ama başka seçeneğim yoktu.
- I had no choice but to go there.
- Benim oraya gitmekten başka seçeneğim yoktu.
- Here are the choices.
- İşte seçenekler.
- I wish we had a better choice.
- Keşke daha iyi bir seçeneğimiz olsaydı.
- I had no choice but to accept.
- Benim kabul etmekten başka seçeneğim yoktu.
- You know I have no choice, don't you?
- Seçeneğimin olmadığını biliyorsun, değil mi?
- He has no choice.
- Seçeneği yok.
- You're not giving me much choice.
- Bana fazla seçenek bırakmıyorsun.
- What other choice is there?
- Başka ne seçenek var?
- I don't have any choice.
- Hiç seçeneğim yok.
- I have no choice but to do what Tom asked me to do.
- Tom'un benden istediği şeyi yapmaktan başka seçeneğim yok.
- We had no choice but to fire Tom.
- Tom'u kovmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- We have no choice other than thinking of how we'll live here.
- Burada nasıl yaşayacağımızı düşünmekten başka seçeneğimiz yok.
- Tom had no choice but to do what he had been told to do.
- Onun yapması söylenilen şeyi yapmaktan başka seçeneği yoktu.
- We're giving you a choice.
- Size bir seçenek sunuyoruz.
- What choice do I have?
- Başka ne seçeneğim var ki?
- She had a choice of going or remaining.
- Gitmek ya da kalmak gibi bir seçeneği vardı.
- The garrison saw no choice but to surrender.
- Garnizon teslim olmaktan başka bir seçenek görmedi.
- I didn't want to go to Boston last weekend, but I had no choice.
- Geçen hafta sonu Boston'a gitmek istemedim ama başka seçeneğim yoktu.
- Tom has no choice but to do what he's been told to do.
- Tom'un kendisine söyleneni yapmaktan başka seçeneği yok.
- Tom offered Mary a choice.
- Tom, Mary'ye bir seçenek sundu.
- I'll have no choice.
- Başka seçeneğim yok.
- Tom doesn't have much choice.
- Tom'un fazla seçeneği yok.
- We had no choice but to go there.
- Oraya gitmekten başka seçeneğimiz yoktu.
- Tom had no choice but to do what he had been told to do.
- Tom'un ona söyleneni yapmaktan başka seçeneği yoktu.
- I have no choice but to accept your proposals.
- Önerilerinizi kabul etmekten başka seçeneğim yok.
- Tom never wanted to give up, but he had no choice.
- Tom asla vazgeçmek istemedi fakat seçeneği yoktu.
- We didn't give them a choice.
- Onlara başka seçenek bırakmadık.
- You do have choices.
- Seçeneklerin var.
- I don't have much choice.
- Fazla seçeneğim yok.
- We may not have a choice.
- Seçeneğimiz olmayabilir.
- What are your top choices?
- En iyi seçeneklerin neler?
- I had no choice.
- Başka seçeneğim yoktu.
- Tom didn't give you much choice.
- Tom size çok seçenek vermedi.
- You have three choices.
- Üç seçeneğiniz var.
- I had no choice but to do it.
- Benim onu yapmaktan başka seçeneğim yoktu.
- They didn't give me a choice.
- Onlar bana bir seçenek vermedi.
- We had no choice.
- Seçeneğimiz yoktu.
- I gave her no choice.
- Ona başka seçenek bırakmadım.
- She had a choice of going or remaining.
- Onun gitme ya da kalma seçeneği vardı.
- We have no second choice.
- İkinci bir seçeneğimiz yok.
- I know you had no choice.
- Seçeneğin olmadığını biliyorum.
- I didn't really have a choice.
- Başka seçeneğim yoktu.
- I was offered the choice of tea or coffee.
- Bana çay veya kahve seçeneği sunuldu.
- Tom had no choice except to accept the consequences.
- Tom'un sonuçları kabul etmekten başka seçeneği yoktu.
- I don't think I have a choice.
- Başka seçeneğim olduğunu sanmıyorum.
- We have a choice now.
- Şimdi bir seçeneğimiz var.
- You have only one choice.
- Sadece bir seçeneğin var.
- It seems like your only choice is to go.
- Tek seçeneğin gitmek gibi görünüyor.
- Maybe I don't have a choice.
- Belki de başka seçeneğim yoktur.
- She had no other choice but to marry the old man.
- Onun yaşlı adamla evlenmekten başka seçeneği yoktu.
- I didn't want to come, but I had no choice.
- Gelmek istemedim ama başka seçeneğim yoktu.
- You gave me no choice.
- Bana başka seçenek bırakmadın.
- He had no choice but to do it.
- Yapmaktan başka seçeneği yoktu.
- We didn't have a choice.
- Başka seçeneğimiz yoktu.
- I don't really have a choice.
- Gerçekten bir seçeneğim yok.
- Unfortunately, we have no choices but a certain buffer zone.
- Ne yazık ki, belli bir tampon bölge dışında seçeneğimiz yok.
- Do we have a choice?
- Başka seçeneğimiz var mı?
- We had no choice.
- Başka seçeneğimiz yoktu.
- They said use of force should be used only as a last choice.
- Güç kullanımının sadece son seçenek olarak kullanılması gerektiğini söylüyorlardı.
- You always have a choice.
- Her zaman bir seçeneğin vardır.
- Tom will have no choice.
- Tom'un bir seçeneği olmayacak.
- That wasn't one of the choices.
- Bu seçeneklerden biri değildi.
- Tell me what my choices are.
- Seçeneklerimin ne olduğunu söyle.
- I'm sorry, but there's no other choice.
- Üzgünüm ama başka bir seçenek yok.
- I didn't have a choice.
- Başka seçeneğim yoktu.
- You've got two choices.
- Senin iki seçeneğin var.
- I don't have much choice.
- Benim fazla seçeneğim yok.
- They gave me no choice.
- Bana başka seçenek bırakmadılar.
- I don't think we have a choice.
- Başka seçeneğimiz olduğunu sanmıyorum.
- I gave her a choice.
- Ona bir seçenek verdim.
- I saw no other choice.
- Başka bir seçenek görmedim.
- What choices do I have left?
- Kalan hangi seçeneklerim var?
- You have a choice.
- Bir seçeneğin var.
- Tom had no choice but to do what the boss told him to do.
- Tom'un patronun dediğini yapmaktan başka seçeneği yoktu.
- You've left me no choice.
- Bana seçenek bırakmadın.
- There were plenty of choices.
- Bir sürü seçenek vardı.
- Tom didn't give us much choice.
- Tom bize çok seçenek vermedi.
- I had no choice but to do what Tom asked me to do.
- Tom'un istediğini yapmaktan başka seçeneğim yoktu.
- They had a choice.
- Onların bir seçeneği vardı.
- I had three choices.
- Üç seçeneğim vardı.
- I don't see any other choice.
- Başka bir seçenek görmüyorum.
- I had no choice but to do what he asked.
- Onun istediğini yapmaktan başka seçeneğim yoktu.
- Tom told Mary he had no choice.
- Tom, Mary'ye seçeneğinin olmadığını söyledi.
- Tom has no choice but to go.
- Tom'un gitmekten başka seçeneği yok.
- Do we have a choice?
- Seçeneğimiz var mı?
- We've no choice.
- Seçeneğimiz yok.
- I don't think you have a choice.
- Başka seçeneğin olduğunu sanmıyorum.
- Do we even have a choice?
- Seçeneğimiz var mı ki?
- What are my choices?
- Seçeneklerim neler?
- I don't think we have any choice.
- Ben seçeneğimiz olduğunu sanmıyorum.
- What choice do we have?
- Ne seçeneğimiz var?
- You didn't give us much choice.
- Bize fazla seçenek tanımadı.
- He had no other choice but to choose the names randomly.
- İsimleri rastgele seçmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom has no choice in this matter.
- Tom'un bu konuda başka seçeneği yok.
- I felt as if I had no choice.
- Sanki başka seçeneğim yokmuş gibi hissettim.
- Tom had two choices.
- Tom'un iki seçeneği vardı.
- Actually, we don't have a choice.
- Aslında, başka seçeneğimiz yok.
- Tom had no choice but to quit his job.
- Tom'un işini bırakmaktan başka hiçbir seçeneği yoktu.
- I don't think you've got much choice.
- Fazla seçeneğin olduğunu sanmıyorum.
- We have a wide choice of books.
- Bizim geniş bir kitap seçeneğimiz var.
- We do have other choices.
- Bizim başka seçeneklerimiz var.
- I'm afraid I don't have a choice.
- Korkarım başka seçeneğim yok.
- We don't really have much of a choice, do we?
- Gerçekten fazla bir seçeneğimiz yok, değil mi?
- We don't have much choice.
- Çok seçeneğimiz yok.
- I had no other choice.
- Başka seçeneğim yoktu.
- Tom told Mary she had no choice.
- Tom, Mary'ye başka seçeneği olmadığını söyledi.
- I don't really have a choice.
- Başka seçeneğim yok.
- I didn't have much choice.
- Fazla seçeneğim yoktu.
- I'm offering you a choice.
- Sana bir seçenek sunuyorum.
- That sounds like a good choice.
- Kulağa iyi bir seçenekmiş gibi geliyor.
- Tom had a choice.
- Tom'un bir seçeneği vardı.
- Tom doesn't really want to talk about this, but he has no choice.
- Tom gerçekten bunun hakkında konuşmak istemiyor, ama onun hiçbir seçeneği yok.
- We simply have no choice.
- Başka seçeneğimiz yok.
- We don't have a choice now.
- Şu anda başka seçeneğimiz yok.
- What are my choices?
- Benim seçeneklerim neler?
- You have no choice in the matter.
- Bu konuda başka seçeneğin yok.
- I see no other choice.
- Başka seçenek görmüyorum.
- What if she actually had no other choice?
- Peki ya aslında onun başka bir seçeneği yoksa?
- A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low.
- Alıcı pazarı, malların bol olduğu, alıcıların geniş bir seçenek yelpazesine sahip olduğu ve fiyatların düşük olduğu bir pazardır.
- You have very little choice.
- Çok az seçeneğin var.
- Tom didn't give me a choice.
- Tom bana başka seçenek bırakmadı.
- Tom knows he has no choice.
- Tom başka seçeneği olmadığını biliyor.
- We've got no choice.
- Başka seçeneğimiz yok.
- What's the third choice?
- Üçüncü seçenek nedir?
- I don't see that we have any choice.
- Ben herhangi bir seçeneğimiz olduğunu görmüyorum.
- Tom will have no choice but to agree.
- Tom'un kabul etmekten başka hiç bir seçeneği olmayacak.
- Tom said he had no other choice.
- Tom başka seçeneği olmadığını söyledi.
- I don't think you have any other choice.
- Başka seçeneğin olduğunu sanmıyorum.
- We always have a choice.
- Her zaman bir seçeneğimiz var.
- I was unwilling to agree to the proposal, but it seemed that I had no choice.
- Teklifi kabul etmek istemiyordum ama başka seçeneğim yokmuş gibi görünüyordu.
- I didn't want to say anything, but I had no choice.
- Bir şey söylemek istemedim ama başka seçeneğim yoktu.
- Tom didn't have a choice.
- Tom'un bir seçeneği yoktu.
- It's nice to have choices.
- Seçeneklerin olması güzel.
- I unfortunately did not have another choice.
- Ne yazık ki başka bir seçeneğim yoktu.
- I gave him no choice.
- Ona başka seçenek bırakmadım.
- You won't have a choice.
- Bir seçeneğin olmayacak.
- We have no choice but to trust Tom.
- Tom'a güvenmekten başka seçeneğimiz yok.
- You've left me no other choice.
- Bana başka seçenek bırakmadın.
- I'm afraid you don't have any choice.
- Korkarım başka seçeneğin yok.
- I see no other choice.
- Başka bir seçenek göremiyorum.
- Tom didn't give you much choice.
- Tom sana fazla seçenek bırakmadı.
- Was there ever a choice?
- Hiç seçenek oldu mu?
- Tom had no choice but to follow Mary.
- Tom'un Mary'yi takip etmekten başka seçeneği yoktu.
- We had no other choice.
- Başka seçeneğimiz yoktu.
- I don't have any other choice.
- Başka seçeneğim yok.
- I had a choice.
- Bir seçeneğim vardı.
- I don't have any real choice.
- Gerçek bir seçeneğim yok.
- We had no choice but to wait for a while until the store opened.
- Mağaza açılıncaya kadar bir süre beklemekten başka seçeneğimiz yoktu.
- We have no choice but to risk it.
- Risk almaktan başka seçeneğimiz yok.
- We had no choice but to put up with it.
- Ona katlanmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- I don't think I've got much choice.
- Fazla seçeneğim olduğunu sanmıyorum.
- I don't see much choice.
- Ben çok seçenek görmüyorum.
- I hate to run the risk, but I have no choice.
- Riske girmekten nefret ediyorum ama başka seçeneğim yok.
- Anyways, we have no other choice.
- Her neyse, başka seçeneğimiz yok.
- I don't want to do this, but you leave me no choice.
- Bunu yapmak istemiyorum ama bana başka seçenek bırakmadınız.
- Truman had three difficult choices.
- Truman'ın önünde üç zor seçenek vardı.
- He had no choice but to do it.
- Onun bunu yapmaktan başka seçeneği yoktu.
- What choice is there but to try again?
- Tekrar denemekten başka ne seçenek var?
- He has no choice.
- Onun da seçeneği yok.
- Tom has no choice but to join them.
- Tom'un onlara katılmaktan başka seçeneği yok.
- You've given me no other choice.
- Bana başka seçenek bırakmadınız.
- I had no choice but to take the plane.
- Uçağa binmekten başka seçeneğim yoktu.
- You had no choice but to do it.
- Bunu yapmaktan başka seçeneğin yoktu.
- We have no choice but to try.
- Denemekten başka seçeneğimiz yok.
- Tom's choices are limited.
- Tom'un seçenekleri sınırlıdır.
- There is no other choice.
- Başka seçenek yok.
- Tom didn't have much choice.
- Tom'un fazla seçeneği yoktu.
- What choice did we have?
- Ne seçeneğimiz vardı?
- You're not giving me much choice.
- Bana çok fazla seçenek vermiyorsun.
- It seems like your only choice is to go.
- Görünüşe göre tek seçeneğin gitmek.
- We don't have a choice, do we?
- Başka seçeneğimiz yok, değil mi?
- Truman had three difficult choices.
- Truman'ın üç zor seçeneği vardı.
- Tom told Mary he had no choice.
- Tom, Mary'e başka seçeneği olmadığını söyledi.
- I didn't give him a choice.
- Ona bir seçenek vermedim.
- Tom was left with no other choice.
- Tom'un başka seçeneği kalmadı.
- As I told you before, I had no choice.
- Daha önce de söylediğim gibi, başka seçeneğim yoktu.
- I have no choice but to accept what they offer me.
- Bana önerdiklerini kabul etmekten başka seçeneğim yok.
- She has no choice.
- Onun seçeneği yok.
- You've got two choices.
- İki seçeneğin var.
- I suppose we have no choice.
- Sanırım başka seçeneğimiz yok.
- It is their only choice.
- Bu onların tek seçeneği.
- You have no other choice.
- Başka seçeneğin yok.
- Could you tell me what my choices are?
- Bana seçeneklerimin ne olduğunu söyleyebilir misin?
- We really don't have a choice.
- Gerçekten başka seçeneğimiz yok.
- You had no choice.
- Seçeneğin yoktu.
- I didn't want to say anything, but I had no choice.
- Bir şey söylemek istemedim ama seçeneğim yoktu.
- Tom has no choice but to do what he's been told to do.
- Tom'un yapması söylenilen şeyi yapmaktan başka seçeneği yoktu.
- I know where Tom would be if he had any choice.
- Tom'un başka seçeneği olsaydı nerede olacağını biliyorum.
- The nation's leaders had no choice.
- Ulusun liderlerinin başka seçeneği yoktu.
- We may not have a choice.
- Bir seçeneğimiz olmayabilir.
- He had no choice but to do as he was told.
- Söylenileni yapmaktan başka seçeneği yoktu.
- We never had any choice.
- Başka seçeneğimiz yoktu.
- I have no choice.
- Seçeneğim yok.
- I don't think we have any choice.
- Başka seçeneğimiz olduğunu sanmıyorum.
- My choices are limited.
- Benim seçeneklerim sınırlı.
- Tom has no choice.
- Tom'un seçeneği yok.
- What if she actually had no other choice?
- Ya gerçekten başka seçeneği yoksa?
- What choices do I have left?
- Kalan kaç tane seçeneğim var?
- I don't have much of a choice.
- Başka bir seçeneğim yok.
- I don't think you have a choice.
- Bir seçeneğin olduğunu sanmıyorum.
- I don't want to have to hurt you, but if you get in my way, I'll have no choice.
- Sana zarar vermek istemiyorum ama yoluma çıkarsan başka seçeneğim kalmaz.
- I want a third choice.
- Üçüncü bir seçenek istiyorum.
- Tom has very little choice.
- Tom'un çok az seçeneği var.
- What were the choices?
- Seçenekler neydi?
- I saw no other choice.
- Başka seçenek görmedim.
- There's always a choice.
- Her zaman bir seçenek vardır.
- Tom had no choice.
- Tom'un başka seçeneği yoktu.
- I've narrowed the choices to four.
- Seçenekleri dörde indirdim.
- They didn't have a choice.
- Başka seçenekleri yoktu.
- There's always a choice.
- Her zaman bir seçenek yok.
- Tom doesn't want to do this, but he has no choice.
- Tom bunu yapmak istemiyor, fakat hiçbir seçeneği yok.
- Tom didn't leave me any choice.
- Tom bana hiçbir seçenek bırakmadı.
- We have no choice but to do what they told us to do.
- Yapmamızı söyledikleri şeyleri yapmaktan başka seçeneğimiz yok.
- There are no other choices than postponing our departure.
- Gidişimizi ertelemekten başka seçeneğimiz yok.
- The nation's leaders had no choice.
- Ülkenin liderlerinin hiçbir seçeneğim yoktu.
- They saw they had no choice.
- Seçeneklerinin olmadığını anladılar.
- I guess I don't have a choice.
- Sanırım bir seçeneğim yok.
- Obviously, Tom had a lot on his mind, but I had no choice but to ask him to spend some time helping us with our problems.
- Belli ki, Tom'un aklında çok şey vardı fakat problemlerimizde bize yardım etmesi için biraz zaman harcamasını rica etmekten başka seçeneğim yoktu.
- You had no choice but to do what Tom told you to do.
- Tom'un dediğini yapmaktan başka seçeneğiniz yoktu.
- There are more practical choices.
- Daha pratik seçenekler var.
- Tom doesn't really have a choice.
- Tom'un gerçekten başka seçeneği yok.
- Tom didn't want to get involved in the fight, but he had no choice.
- Tom kavgaya karışmak istemiyordu, fakat başka seçeneği yoktu.
- Are there any other choices?
- Başka seçenek var mı?
- Muiriel had no other choice but to accept her defeat.
- Muiriel'in, yenilgisini kabul etmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom didn't give us much choice.
- Tom bize fazla seçenek bırakmadı.
- Do we have any other choice?
- Başka seçeneğimiz var mı?
- Are there any other choices?
- Başka seçenekler var mı?
- We had no choice but to leave the matter to him.
- Konuyu ona bırakmaktan başka seçeneğimiz yoktu.
- Tom didn't leave me any choice.
- Tom bana başka seçenek bırakmadı.
- I have no choice but to kill.
- Öldürmekten başka seçeneğim yok.
- We didn't have any choice.
- Hiç seçeneğimiz yoktu.
- I really don't have much choice, do I?
- Fazla seçeneğim yok, değil mi?
- I had no choice.
- Hiç seçeneğim yoktu.
- You don't have a choice.
- Başka seçeneğin yok.
- Tom knew he had no choice.
- Tom seçeneği olmadığını biliyordu.
- What are my choices?
- Benim seçeneklerim nelerdir?
- Tom didn't give you much choice, did he?
- Tom sana fazla seçenek bırakmadı, değil mi?
- We have no choice but to fight.
- Savaşmaktan başka seçeneğimiz yok.
- I had no choice but to do what Tom told me to do.
- Tom'un yapmamı söylediği şeyi yapmaktan başka seçeneğim yoktu.
- We don't have a choice.
- Bir seçeneğimiz yok.
- I have no choice but to eat what they serve me.
- Bana servis ettiklerini yemekten başka seçeneğim yok.
- I didn't give you a choice.
- Sana bir seçenek vermedim.
- I know what my choices are.
- Seçeneklerimin ne olduğunu biliyorum.
- We might not have a choice.
- Seçeneğimiz olmayabilir.
- They had no choice but to leave.
- Onların gitmekten başka seçenekleri yoktu.
- Tom may have no choice.
- Tom'un hiçbir seçeneği olmayabilir.
- I have no choice but to do what Tom asked me to do.
- Tom'un yapmamı istediğini yapmaktan başka seçeneğim yok.
- She had no choice but to do it.
- Yapmaktan başka seçeneği yoktu.
- My mother had no choice but to part with her diamond ring.
- Annemin elmas yüzüğünü satmaktan başka seçeneği yoktu.
- We didn't have any choice.
- Başka seçeneğimiz yoktu.
Show More (609)
|
| 2 |
choice |
seçim |
n. |
|
- We face a choice as we look towards the future.
- Geleceğe bakarken bir seçimle karşı karşıyayız.
- It is our responsibility to provide them with the information to make this choice.
- Bu seçimi yapabilmeleri için onlara bilgi sağlamak bizim sorumluluğumuzdur.
- People have to make choices constantly about how they use their time.
- İnsanlar zamanlarını nasıl kullanacakları konusunda sürekli olarak seçim yapmak zorundadır.
- This is a choice for Members of the House.
- Bu, Meclis Üyeleri için bir seçimdir.
- This is true, but it will require us to make some hard choices.
- Bu doğru, ancak bazı zor seçimler yapmamızı gerektirecek.
- We can endorse this choice of political priorities.
- Bu siyasi öncelikler seçimini destekleyebiliriz.
- The most important objection is that it would not ensure consumers' ability to make an informed choice.
- En önemli itiraz, tüketicilerin bilinçli bir seçim yapabilmelerini sağlamayacağı yönündedir.
- It must be simple and enable them, if they are particularly sensitive to a product, to make the best choice.
- Basit olmalı ve eğer bir ürüne karşı özellikle hassaslarsa en iyi seçimi yapmalarını sağlamalıdır.
- If there is a clear division, then there should be a free choice.
- Eğer net bir ayrım varsa o zaman özgür bir seçim yapılmalıdır.
- There is a human rights element to this choice.
- Bu seçimde bir insan hakları unsuru bulunmaktadır.
- We must therefore ensure that at least the consumer has the choice.
- Bu nedenle en azından tüketicinin seçim hakkına sahip olmasını sağlamalıyız.
- This choice, in itself an obvious one, must not, however, become a restrictive corset.
- Ancak kendi içinde bariz olan bu seçim, kısıtlayıcı bir korse haline gelmemelidir.
- We support free choice for all consumers across the EU.
- AB genelinde tüm tüketiciler için serbest seçimi destekliyoruz.
- The markets, which always have the choice, appear to be much less enthusiastic.
- Her zaman seçim hakkına sahip olan piyasalar çok daha az hevesli görünmektedir.
- We have four very straightforward arguments which we feel justify our choice.
- Seçimimizi haklı çıkardığını düşündüğümüz çok açık dört argümanımız var.
- The European Commission's three main priorities are a logical choice for its work programme for 2003.
- Avrupa Komisyonu'nun üç ana önceliği, 2003 yılı çalışma programı için mantıklı bir seçimdir.
- Where scientific doubt persists, it is necessary to make a political choice.
- Bilimsel şüphelerin devam ettiği durumlarda, siyasi bir seçim yapmak gerekir.
- In the context of limited resources, the Commission has to make difficult choices among priorities.
- Sınırlı kaynaklar bağlamında Komisyon öncelikler arasında zor seçimler yapmak zorundadır.
- As far as they are concerned, they have choices to make within the ACP group.
- Onlar açısından ACP grubu içerisinde yapmaları gereken seçimler var.
- We have to make hard choices.
- Zor seçimler yapmak zorundayız.
- This Parliament has freedom of choice too and can now use it.
- Bu Parlamento da seçim özgürlüğüne sahiptir ve şimdi bunu kullanabilir.
- It is quite clear to me that this will be a difficult choice.
- Bunun zor bir seçim olacağı benim için oldukça açıktır.
- That is the clear choice which is going to face us.
- Karşımıza çıkacak olan net seçim budur.
- I fully respect your personal choice.
- Kişisel seçiminize tamamen saygı duyuyorum.
- Let us allow our citizens a pluralistic choice for their future lives and careers.
- Vatandaşlarımızın gelecekteki yaşamları ve kariyerleri için çoğulcu bir seçim yapmalarına izin verelim.
- Responsible and informed freedom of choice is fundamental to a democracy.
- Sorumlu ve bilinçli seçim özgürlüğü demokrasinin temelidir.
- I must also commend the choice of thematic strategies.
- Tematik stratejilerin seçimini de takdir etmeliyim.
- We want them to be labelled so that people with allergies can make their choice.
- Alerjisi olan kişiler kendi seçimlerini yapabilsinler diye etiketlenmelerini istiyoruz.
- Good governments make strategic choices.
- İyi hükümetler stratejik seçimler yaparlar.
- The European Union must now show the political courage to make new and bold choices.
- Avrupa Birliği şimdi yeni ve cesur seçimler yapmak için siyasi cesaret göstermelidir.
- It must be simple and enable them, if they are particularly sensitive to a product, to make the best choice.
- Basit olmalı ve bir ürüne karşı özellikle hassas olmaları halinde en iyi seçimi yapmalarını sağlamalıdır.
- For us the choice is to come or not; for the staff who work here the choice is somewhat different.
- Bizim için seçim gelmek ya da gelmemektir; burada çalışan personel için seçim biraz daha farklıdır.
- Unless they make those choices they will never get to grips with the traffickers.
- Bu seçimleri yapmadıkları sürece insan tacirleriyle asla başa çıkamayacaklar.
- I think that this analysis justifies President Prodi's choice of words and analysis.
- Bu analizin Başkan Prodi'nin kelime ve analiz seçimini haklı çıkardığını düşünüyorum.
- We fundamentally support the idea of issuer choice.
- İhraççı seçimi fikrini temelde destekliyoruz.
- It is meaningful only if it is constantly updated in terms of geography and choice of indicators.
- Ancak coğrafya ve gösterge seçimi açısından sürekli güncellendiği takdirde anlamlıdır.
- It was a matter of choice for you and for others, not for me.
- Bu sizin ve başkaları için bir seçim meselesiydi, benim için değil.
- However, consumer freedom of choice is paramount.
- Bununla birlikte, tüketicilerin seçim özgürlüğü son derece önemlidir.
- In connection with the choice of countries, we discussed issues of monitoring and safeguard clauses.
- Ülke seçimi ile bağlantılı olarak, izleme ve koruma hükümleri konularını tartıştık.
- However, consumer freedom of choice is paramount.
- Bununla birlikte, tüketicilerin seçim özgürlüğü her şeyden önemlidir.
- It is a strategic choice for our continent.
- Kıtamız için stratejik bir seçimdir.
- The European Council approved the Commission's recommendations on the choice of countries.
- Avrupa Konseyi, Komisyon'un ülke seçimine ilişkin tavsiyelerini onayladı.
- We are faced with a decisive choice that it would be unrealistic and tragic to hold back from.
- Geri durmanın gerçekçi olmayacağı ve trajik olacağı belirleyici bir seçimle karşı karşıyayız.
- I should like to thank you, along with the other candidates, for offering us the vitality of democratic choice.
- Demokratik seçimin canlılığını bize sunduğunuz için diğer adaylarla birlikte size de teşekkür etmek isterim.
- I feel that if we leave the choice of competent authority to companies, we encourage the lowest-bidding regulator.
- Yetkili otorite seçimini şirketlere bırakırsak, en düşük teklifi veren düzenleyiciyi teşvik edeceğimizi düşünüyorum.
- It is a strategic choice for our continent.
- Bu kıtamız için stratejik bir seçim.
- We consider that making stability a priority was the right choice.
- İstikrarın öncelik haline getirilmesinin doğru bir seçim olduğunu düşünüyoruz.
- We should not restrict choice but allow for choice and support flexibility between the two routes.
- Seçimi kısıtlamamalı, seçime izin vermeli ve iki rota arasında esnekliği desteklemeliyiz.
- Consumers want to use choice as a means of getting rid of uncertainty.
- Tüketiciler seçimi belirsizlikten kurtulmanın bir aracı olarak kullanmak isterler.
- This takes away freedom of choice, undermines human dignity and works against sustainability.
- Bu, seçim özgürlüğünü ortadan kaldırır, insan onurunu zedeler ve sürdürülebilirliğe aykırıdır.
- Finally, why is it a choice between two evils?
- Son olarak neden iki kötülük arasında bir seçim yapılıyor?
- Needless to say, it is still a general resolution and the ultimate choices are still before us.
- Söylemeye gerek yok, bu hala genel bir karardır ve nihai seçimler hala önümüzdedir.
- These reports are about allowing people the choice whether or not to eat GM food.
- Bu raporlar, insanlara GDO'lu gıda tüketip tüketmeme konusunda seçim hakkı tanımakla ilgilidir.
- Unfortunately, Parliament failed to make a clear choice at the time.
- Ne yazık ki Parlamento o dönemde net bir seçim yapamamıştır.
- Certainly, the issue can be raised of the scope of the report as regards both choice of subjects and political content.
- Kuşkusuz, hem konu seçimi hem de siyasi içerik bakımından raporun kapsamı tartışılabilir.
- We are trying to put in place a labelling and information scheme that makes the choice a reality.
- Seçimi gerçeğe dönüştüren bir etiketleme ve bilgilendirme planını uygulamaya çalışıyoruz.
- I take the view that well-informed consumers can make their own choices.
- İyi bilgilendirilmiş tüketicilerin kendi seçimlerini yapabilecekleri görüşündeyim.
- The choice of legal instrument that makes up the regulation plays a significant part in this.
- Düzenlemeyi oluşturan yasal aracın seçimi bunda önemli bir rol oynamaktadır.
- I would like to say to them that we are faced with a critical choice.
- Onlara kritik bir seçimle karşı karşıya olduğumuzu söylemek isterim.
- Then their representatives will play a part in risk assessment in the choice of hearing protectors.
- Daha sonra temsilcileri, işitme koruyucularının seçiminde risk değerlendirmesinde rol oynayacaktır.
- Among the EU Member States, the question was about the choice between two possibilities.
- AB Üye Devletleri arasındaki mesele, iki olasılık arasındaki seçimle ilgiliydi.
- South Africa made a peaceful choice for democracy and thereby put an end to decades of racial oppression.
- Güney Afrika demokrasi için barışçıl bir seçim yaptı ve böylece onlarca yıldır süren ırksal baskıya son verdi.
- If we want new directives, we will really have to make choices and establish priorities.
- Eğer yeni direktifler istiyorsak, gerçekten seçimler yapmak ve öncelikler belirlemek zorundayız.
- It offered a Europe based on free choice and solidarity between its citizens.
- Vatandaşları arasında özgür seçim ve dayanışmaya dayalı bir Avrupa önerdi.
- Such choices, indeed, are a valid and intrinsic part of local political life.
- Bu tür seçimler, gerçekten de, yerel siyasi yaşamın geçerli ve içsel bir parçasıdır.
- These are the true choices we are facing, whether we like them or not.
- Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, karşı karşıya olduğumuz gerçek seçimler bunlardır.
- Providing full information means that consumers have choice.
- Tam bilgi sağlamak, tüketicilerin seçim hakkına sahip olması anlamına gelir.
- The Commission's initial error, in other words, has been compounded by the wrong choice of method.
- Diğer bir deyişle, Komisyon'un başlangıçtaki hatası, yanlış yöntem seçimiyle daha da artmıştır.
- At this point, a choice must be made between the two solutions.
- Bu noktada, iki çözüm arasında bir seçim yapılmalıdır.
- The choice of whether to apply the rules is only a fig leaf to disguise that reality.
- Kuralların uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin seçim, bu gerçeği gizlemek için sadece bir incir yaprağıdır.
- My personal analysis of this is that we are only able to influence the choice of these people to a very small degree.
- Benim bu konudaki kişisel analizim, bu insanların seçimlerini ancak çok küçük bir ölçüde etkileyebildiğimiz yönündedir.
- To make this choice, consumers must be given objective information.
- Bu seçimi yapmak için tüketicilere objektif bilgi verilmelidir.
- Choices in which most members of the public can recognise themselves?
- Halkın çoğu üyesinin kendini tanıyabileceği seçimler?
- This might be common sense, but it is also a choice in terms of development strategies.
- Bu sağduyu olabilir ama aynı zamanda kalkınma stratejileri açısından da bir seçimdir.
- Secondly, the European Parliament should be able to make straightforward choices.
- İkinci olarak, Avrupa Parlamentosu doğrudan seçimler yapabilmelidir.
- We do not intend, and I do not intend, to make these choices for them.
- Biz bu seçimleri onlar adına yapma niyetinde değiliz ve ben de değilim.
- Consumer policy is about informing consumers, giving them freedom of choice as well as protecting them.
- Tüketici politikası, tüketicileri bilgilendirmek, onlara seçim özgürlüğü tanımak ve onları korumakla ilgilidir.
- We face a very clear choice in the coming months.
- Önümüzdeki aylarda çok net bir seçimle karşı karşıyayız.
- With the UN Conference in Monterrey around the corner, the world is facing a fundamental choice.
- Monterrey'deki BM Konferansı yaklaşırken, dünya temel bir seçimle karşı karşıya.
- The consumer must have free choice.
- Tüketici özgürce seçim yapabilmelidir.
- That is the choice and therefore I would suggest to those who are undecided on this issue how you should cast your vote.
- Bu bir seçimdir ve bu nedenle bu konuda kararsız olanlara oylarını nasıl kullanmaları gerektiğini öneririm.
- To make this choice, consumers must be given objective information.
- Bu seçimi yapabilmek için tüketicilere objektif bilgi verilmelidir.
- They also have a duty to inform the public so that potential travellers can make an informed choice.
- Potansiyel yolcuların bilinçli bir seçim yapabilmeleri için kamuoyunu bilgilendirmek de onların görevi.
- We have made choices based on considered legal grounds.
- Yasal gerekçeleri göz önünde bulundurarak seçimler yaptık.
- This will allow consumers in Europe to make an informed choice.
- Bu sayede Avrupa'daki tüketiciler bilinçli bir seçim yapabilecekler.
- And it is a choice of historic proportions.
- Ve tarihi boyutlarda bir seçimdir.
- Now, at long last, they are getting freedom of choice.
- Şimdi, nihayet, seçim özgürlüğüne kavuşuyorlar.
- The choice is for them.
- Seçim onlara ait.
- I note that the choice of speakers means that only Members with reservations concerning these reforms have spoken.
- Konuşmacı seçiminin, sadece bu reformlara ilişkin çekinceleri olan Üyelerin söz aldığı anlamına geldiğini not ediyorum.
- This forces us to make choices.
- Bu da bizi seçim yapmaya zorlamaktadır.
- But the choice of financial products across borders inside Europe is even more recent an affair.
- Ancak Avrupa içinde sınır ötesi finansal ürün seçimi daha da yeni bir meseledir.
- This means that we need to equip the consumer to make considered choices.
- Bu, tüketiciyi düşünülmüş seçimler yapabilmesi için donatmamız gerektiği anlamına gelmektedir.
- Where scientific doubt persists, it is necessary to make a political choice.
- Bilimsel şüphenin devam ettiği yerlerde siyasi bir seçim yapmak gerekir.
- Labelling serves the purpose of informing consumers and users and allowing them to exercise choice.
- Etiketleme, tüketicileri ve kullanıcıları bilgilendirme ve seçim yapmalarına olanak sağlama amacına hizmet eder.
- The choice before the European Union is now clearer than ever.
- Avrupa Birliği'nin önündeki seçim şimdi her zamankinden daha net.
- On the other hand, I find it unacceptable to admit free choice for bonds.
- Öte yandan tahviller için serbest seçimi kabul etmeyi kabul edilemez buluyorum.
- We need freedom of choice for consumers and, in order to guarantee it, we need purity requirements.
- Tüketiciler için seçim özgürlüğüne ve bunu garanti altına almak için de saflık gerekliliklerine ihtiyacımız var.
- This will allow consumers in Europe to make an informed choice.
- Bu, Avrupa'daki tüketicilerin bilinçli bir seçim yapmasına olanak tanıyacaktır.
- Managing also means making choices, and the time is ripe for this.
- Yönetmek aynı zamanda seçimler yapmak anlamına da gelir ve bunun için zaman olgunlaşmıştır.
- The first is the choice of competent authority for convertible bonds, by which I basically mean Eurobonds.
- Bunlardan ilki, temelde Eurobond'ları kastettiğim dönüştürülebilir tahviller için yetkili makam seçimidir.
- It is a choice with far-reaching implications, one to be made on the basis of conscience.
- Bu, geniş kapsamlı sonuçları olan ve vicdan temelinde yapılması gereken bir seçimdir.
- Responsibilities for choices and for compliance must be clearly established, and it is our task to communicate these.
- Seçimler ve uyum için sorumluluklar açıkça belirlenmelidir ve bunları iletmek bizim görevimizdir.
- Stereotypes, dress, values, lifestyles and behaviour must be a question of personal free choice.
- Klişeler, kıyafetler, değerler, yaşam tarzları ve davranışlar kişisel özgür seçim meselesi olmalıdır.
- This is a very important point, and I have to say that Brussels simply made the wrong choice here.
- Bu çok önemli bir nokta ve Brüksel'in burada yanlış bir seçim yaptığını söylemek zorundayım.
- Although it provides increased protection, the proposal will limit the consumer's free choice.
- Her ne kadar daha fazla koruma sağlasa da, teklif tüketicinin özgür seçimini sınırlayacaktır.
- It may well need revising and adding to, but the choice of direction is important here.
- Gözden geçirilmesi ve eklemeler yapılması gerekebilir ancak burada önemli olan yön seçimidir.
- And those choices, I should like to underline once more, must serve the interests of all European citizens.
- Ve bir kez daha altını çizmek isterim ki bu seçimler tüm Avrupa vatandaşlarının çıkarlarına hizmet etmelidir.
- Because the party is not only about the choice of space.
- Çünkü parti konusunda mesele sadece mekân seçimi değildir.
- Whereas a human being's killing someone is his own choice.
- Oysa bir insanın bir başkasını öldürmesi kendi seçimidir.
- And if I want to be cold that's my choice too.
- Ve eğer soğuk almak istiyorsam bu da benim seçimim.
- It's a nice choice for both nights and days.
- Hem geceler hem de gündüzler için güzel bir seçim.
- And if I want to be cold that's my choice too.
- Ve eğer üşümek istiyorsam bu da benim seçimim.
- And if I want to be cold that's my choice too.
- Eğer üşümek istersem bu da benim seçimim.
- It was the obvious choice, and Google went with it.
- Bu bariz bir seçimdi ve Google da buna uydu.
- Again, we see another powerful consequence of free choice.
- Tekrar, özgür seçimin diğer bir etkili sonucunu görüyoruz.
- Again, we see another powerful consequence of free choice.
- Yine, özgür seçimin bir başka etkili sonucunu görüyoruz.
- To be honest, I wasn't thrilled with our choices for president.
- Dürüst olmak gerekirse, başkan seçimlerimiz beni pek de memnun etmedi.
- To be honest, I wasn't thrilled with our choices for president.
- Dürüst olmak gerekirse başkanlık seçimlerimizden pek memnun değildim.
- This is not hard, it's just a choice.
- Bu zor değil ki, bir seçim işte.
- To be honest, I wasn't thrilled with our choices for president.
- Doğrusunu söylemek gerekirse, cumhurbaşkanı seçimimizden pek de memnun değildim.
- You made a bad choice, army boy.
- Kötü bir seçim yaptın, asker çocuk.
- These cookies improve your experience by remembering the choices you've made.
- Bu çerezler, yaptığınız seçimleri hatırlayarak deneyiminizi geliştirir.
- Again, we see another powerful consequence of free choice.
- Yine özgür seçimin başka bir etkili sonucunu görmekteyiz.
- It's a nice choice for both nights and days.
- Hem gece hem de gündüz için güzel bir seçim.
- Because the party is not only about the choice of space.
- Çünkü parti sadece mekân seçiminden ibaret değildir.
- Discovering that you are infinite and powerful, here, is a choice of radical freedom.
- Burada sonsuz ve güçlü olduğunuzu keşfetmek, radikal bir özgürlük seçimidir.
- These cookies improve your experience by remembering the choices you've made.
- Bu çerezler, deneyiminizi iyileştirmek için yaptığınız seçimleri hatırlar.
- Free choice through love has always been available to every human being.
- Sevgi yoluyla özgür seçim her insan için her zaman mevcut olmuştur.
- Because the party is not only about the choice of space.
- Çünkü parti sadece mekan seçimiyle ilgili değil.
- This is not hard, it's just a choice.
- Bu zor değil, bir seçim sadece.
- Discovering that you are infinite and powerful, here, is a choice of radical freedom.
- Burada sonsuz ve kudretli olduğunuzu keşfetmek radikal bir özgürlük seçimidir.
- A great opportunity to make choices, to make changes.
- Seçimler yapmak, değişiklikler yapmak için büyük bir fırsat.
- Sometimes kids make bad choices.
- Bazen çocuklar kötü seçimler yaparlar.
- Do you think you've made the wrong choice?
- Sence yanlış seçim mi yaptın?
- We had no choice except to put up with it.
- Ona katlanmaktan başka seçimimiz yoktu.
- It was a smart choice.
- Akıllıca bir seçimdi.
- I don't want to make that choice.
- Bu seçimi yapmak istemiyorum.
- Tom is going to have to make some very tough choices.
- Tom çok zor seçimler yapmak zorunda kalacak.
- Now it's your choice.
- Şimdi seçim senin.
- Tom might be the best choice.
- Tom en iyi seçim olabilir.
- This is my choice.
- Bu benim seçimim.
- I think I've made the wrong choice.
- Sanırım yanlış seçim yaptım.
- Tom would be a good choice.
- Tom iyi bir seçim olacaktır.
- Tom makes his own choices.
- Tom kendi seçimlerini yapıyor.
- I just don't want to make the wrong choice.
- Yanlış bir seçim yapmak istemiyorum.
- It's all about your choices.
- Her şey seçimlerinizle ilgili.
- Tom was the obvious choice.
- Tom bariz bir seçimdi.
- Different experiences lead to different choices.
- Farklı deneyimler farklı seçimlere yol açar.
- She's very particular about her choice of hotels.
- Otel seçimi konusunda çok titizdir.
- I made a lot of poor choices.
- Bir sürü kötü seçim yaptım.
- That's an excellent choice.
- O mükemmel bir seçim.
- It was an unfortunate choice.
- O talihsiz bir seçimdi.
- That was your choice.
- Bu senin seçimindi.
- I believe this is the best choice.
- Bunun en iyi seçim olduğuna inanıyorum.
- The choice is very simple.
- Seçim çok basit.
- That's an interesting choice.
- Bu ilginç bir seçim.
- Tom says he has no choice.
- Tom seçimi olmadığını söylüyor.
- That wasn't Tom's choice.
- Bu Tom'un seçimi değildi.
- The choice is still yours.
- Seçim hala sizin.
- Tom is faced with a difficult choice.
- Tom zor bir seçimle karşı karşıya.
- That's the only logical choice.
- Tek mantıklı seçim bu.
- The choice is easy.
- Seçim kolaydır.
- That suit you bought was a good choice.
- Satın aldığın o takım elbise iyi bir seçimdi.
- Life is a series of choices.
- Hayat bir dizi seçimden ibarettir.
- Either word can be used according to the free choice of the users.
- Kullanıcıların özgür seçimine göre her iki kelime de kullanılabilir.
- The choice is yours.
- Seçim senin.
- It was a good choice.
- O iyi bir seçimdi.
- You can never make the same mistake twice because the second time you make it, it's no longer a mistake, it's a choice.
- Aynı hatayı asla iki kez yapamazsınız çünkü ikinci kez yaptığınızda bu artık bir hata değil, bir seçimdir.
- My teacher guided me in the choice of a career.
- Öğretmenim kariyer seçiminde bana rehberlik etti.
- Sometimes kids make bad choices.
- Bazen çocuklar kötü seçimler yapar.
- It was your own choice.
- Senin seçimindi.
- I know what my choices are.
- Seçimlerimin ne olduğunu biliyorum.
- Tom made some questionable choices.
- Tom bazı kuşkulu seçimler yaptı.
- It's not a real choice.
- Bu gerçek bir seçim değil.
- It was a tough choice.
- O zor bir seçimdi.
- You have to make choices.
- Seçim yapmak zorundasın.
- My teacher guided me in the choice of a career.
- Öğretmenim kariyer seçiminde bana yol gösterdi.
- It's a very personal choice.
- Bu çok kişisel bir seçim.
- Tom had a choice to make.
- Tom'un yapması gereken bir seçim vardı.
- Tom was faced with a difficult choice.
- Tom zor bir seçimle karşı karşıyaydı.
- We're going to have to make some very tough choices.
- Bazı çok zorlu seçimler yapmak zorunda kalacağız.
- You can never make the same mistake twice because the second time you make it, it's no longer a mistake, it's a choice.
- Aynı hatayı asla iki kere yapmazsın, çünkü ikinci kez yaptığında artık o bir hata değil, seçimdir.
- I wish we had a better choice.
- Keşke daha iyi bir seçimimiz olsa.
- The difficulty in life is the choice.
- Hayatta zorluk seçimdir.
- Tom made the wrong choice.
- Tom yanlış seçim yaptı.
- The choice is yours, Tom.
- Seçim senin, Tom.
- Don't ever laugh at your wife's choices, because after all you're one of them.
- Karının seçimlerine hiç gülme, çünkü sonuçta sen de onlardan birisin.
- Tom made some questionable choices.
- Tom bazı şüpheli seçimler yaptı.
- People have choices.
- İnsanların seçimleri var.
- Studying Berber was the best choice for me.
- Berberice okumak benim için en iyi seçimdi.
- Tom is an excellent choice.
- Tom mükemmel bir seçimdir.
- Tom is a great choice.
- Tom harika bir seçimdir.
- Tom believes Mary made the right choice.
- Tom Mary'nin doğru bir seçim yaptığına inanıyor.
- It's a matter of choice.
- Bu bir seçim meselesi.
- It's the logical choice.
- Bu mantıklı bir seçim.
- I made the wrong choice.
- Ben yanlış seçimi yaptım.
- That's the choice we made.
- Yaptığımız seçim oydu.
- What'll your choice be?
- Seçiminiz ne olacak?
- That was their choice.
- Bu onların seçimiydi.
- It was a difficult choice.
- Bu zor bir seçimdi.
- Tom made a terrible choice.
- Tom çok kötü bir seçim yaptı.
- The choice is ours.
- Seçim bizim.
- That was a bad choice.
- O kötü bir seçimdi.
- Tom made a terrible choice.
- Tom korkunç bir seçim yaptı.
- I think you've made the wrong choice.
- Bence yanlış seçim yaptın.
- Tom has a choice to make.
- Tom'un yapması gereken bir seçim var.
- That's not a choice.
- O bir seçim değil.
- I'm here by choice.
- Kendi seçimimle buradayım.
- We'll have to make some tough choices.
- Bazı zor seçimler yapmak zorunda kalacağız.
- I must live with the consequences of the choices I've made.
- Yaptığım seçimlerin sonuçlarıyla yaşamak zorundayım.
- Who knows why Tom made that choice?
- Tom'un o seçimi neden yaptığını kim bilebilir?
- What's your choice?
- Senin seçimin ne?
- Don't ever laugh at your wife's choices, because after all you're one of them.
- Karının seçimlerine asla gülme, çünkü sonuçta sen de onlardan birisin.
- Tom would be a good choice.
- Tom iyi bir seçim olurdu.
- You made a wise choice.
- Mantıklı bir seçim yaptın.
- What an interesting choice of words.
- Ne ilginç bir kelime seçimi.
- It was their choice.
- Bu onların seçimiydi.
- This is your choice.
- Bu senin seçimin.
- I had my doubts about whether that was the right choice.
- Bunun doğru bir seçim olup olmadığı konusunda şüphelerim vardı.
- That wasn't Tom's choice.
- O, Tom'un seçimi değildi.
- You have to make a careful choice of books.
- Kitap seçimini dikkatli yapmalısın.
- It was your choice.
- Bu senin seçimindi.
- That was your choice.
- O senin seçimindi.
- People do sometimes make the wrong choices.
- İnsanlar bazen yanlış seçimler yapıyor.
- It's all about your choices.
- Hepsi seçimlerinizle ilgilidir.
- It's a good choice.
- İyi bir seçim.
- We have to live with the consequences of our choices.
- Seçimlerimizin sonuçları ile yaşamak zorundayız.
- It was a good choice.
- İyi bir seçimdi.
- Tom said I made the wrong choice.
- Tom yanlış seçim yaptığımı söyledi.
- It's your choice, Tom.
- Bu senin seçimin, Tom.
- I don't want to make that choice.
- O seçimi yapmak istemiyorum.
- You have a choice to make.
- Yapman gereken bir seçim var.
- It's your choice.
- Seçim sizin.
- I still believe this is the best choice.
- Ben hâlâ bunun en iyi seçim olduğuna inanıyorum.
- I don't care which choice you make.
- Hangi seçimi yapacağın umurumda değil.
- That's the choice I made.
- Yaptığım seçim bu.
- Those are our choices.
- Bunlar bizim seçimlerimiz.
- This choice is interesting.
- Bu seçim ilgi çekicidir.
- It was your own choice.
- Bu senin kendi seçimindi.
- I've had to make some tough choices.
- Bazı zor seçimler yapmak zorunda kaldım.
- Go over the choices again.
- Seçimleri tekrar gözden geçir.
- Studying Berber was the best choice for me.
- Berberice çalışmak benim için en iyi seçimdi.
- I've made some poor choices.
- Ben bazı kötü seçimler yaptım.
- Tom has made his choice.
- Tom seçimini yaptı.
- Tom didn't give Mary a choice.
- Tom, Mary'ye seçim şansı vermedi.
- I'd like a chance to explain why I made this choice.
- Bu seçimi neden yaptığımı açıklamak için bir şans istiyorum.
- Here are your choices.
- İşte seçimlerin.
- I've made my choice.
- Ben seçimimi yaptım.
- I believe in personal choice.
- Kişisel seçimlere inanırım.
- Fadil made a deadly choice.
- Fadıl ölümcül bir seçim yaptı.
- Tom is the better choice.
- Tom daha iyi bir seçim.
- Tom is the better choice.
- Tom daha iyi bir seçimdir.
- It's not my choice.
- Benim seçimim değil.
- It's not a real choice.
- Gerçek bir seçim değil.
- This choice wasn't too hard.
- Bu seçim çok zor değildi.
- People often make bad choices.
- İnsanlar sık sık kötü seçimler yapar.
- I've made some poor choices.
- Bazı kötü seçimler yaptım.
- That's the only logical choice.
- O tek mantıklı seçim.
- The choice is all up to you.
- Seçim tamamen size kalmış.
- That was my choice.
- O benim seçimimdi.
- The choice is easy.
- Seçim kolay.
- No one opposed the choice.
- Kimse bu seçime karşı çıkmadı.
- That was Tom's choice.
- Bu Tom'un seçimiydi.
- I believe the choice is clear.
- Seçimin açık olduğuna inanıyorum.
- Weigh your choices carefully.
- Seçimlerinizi dikkatlice tartın.
- I think I made the wrong choice.
- Sanırım yanlış seçim yaptım.
- I didn't give Tom any choice.
- Tom'a seçim hakkı tanımadım.
- We have to live with the consequences of our choices.
- Seçimlerimizin sonuçlarıyla yaşamak zorundayız.
- Those are your choices.
- Bunlar senin seçimlerin.
- That's your choice.
- O senin seçimin.
- Tom has made a good choice.
- Tom iyi bir seçim yaptı.
- It's a very personal choice.
- Bu çok kişisel bir seçimdir.
- She makes careful choices when she buys clothes.
- Kıyafet alırken dikkatli seçimler yapar.
- We're going to have to make some very tough choices.
- Çok zor seçimler yapmak zorunda kalacağız.
- You have your choice between this and that.
- Bununla onun arasında seçim yapabilirsin.
- Tom said that I made the wrong choice.
- Tom yanlış seçim yaptığımı söyledi.
- Happiness is a choice.
- Mutluluk bir seçimdir.
- What is your choice?
- Seçimin nedir?
- We are faced with a difficult choice.
- Zor bir seçimle karşı karşıyayız.
- I don't care which choice you make.
- Hangi seçimi yaptığın umurumda değil.
- Who knows why Tom made that choice?
- Tom'un neden böyle bir seçim yaptığını kim bilebilir?
- I made a good choice.
- İyi bir seçim yaptım.
- You always have the right to refuse treatment, however, I must explain the potential consequences if that will be your choice.
- Her zaman tedaviyi reddetme hakkına sahipsiniz, ancak bu sizin seçiminiz olacaksa olası sonuçları açıklamalıyım.
- Life can force you to make tough choices.
- Hayat seni zor seçimler yapman için zorlayabilir.
- That was my choice.
- Bu benim seçimimdi.
- I think this is a good choice.
- Ben bunun iyi bir seçim olduğunu düşünüyorum.
- That's not a choice you have.
- Bu senin seçimin değil.
- This choice wasn't too hard.
- Bu seçim fazla zor değildi.
- Tom is a great choice.
- Tom harika bir seçim.
- That's an excellent choice.
- Bu mükemmel bir seçim.
- Tom makes his own choices.
- Tom kendi seçimlerini yapar.
- It's a difficult choice.
- Bu zor bir seçim.
- Life can force you to make tough choices.
- Hayat seni zor seçimler yapmaya zorlayabilir.
- That was definitely the wrong choice.
- Bu kesinlikle yanlış seçimdi.
- This was the right choice.
- Bu doğru bir seçimdi.
- The burqa is a choice.
- Burka bir seçimdir.
- The choice was Tom's.
- Seçim Tom'undu.
- Now it's your choice.
- Şimdi bu senin seçimin.
- That's your choice.
- Bu senin seçimin.
- That suit you bought was a good choice.
- Aldığın takım iyi bir seçimdi.
- The difficulty in life is the choice.
- Hayattaki zorluk seçim yapmaktır.
- That's a good choice.
- Bu iyi bir seçim.
- The choice has been made.
- Seçim yapıldı.
- Tom is a good choice.
- Tom iyi bir seçimdir.
- Make another choice.
- Başka bir seçim yapın.
- This choice is interesting.
- Bu seçim ilginç.
- It was a bad choice.
- Kötü bir seçimdi.
- I question your choices.
- Seçimlerinizi sorguluyorum.
- It was an unfortunate choice.
- Talihsiz bir seçimdi.
- It's an easy choice.
- Bu kolay bir seçim.
- Tom made his choice.
- Tom seçimini yaptı.
- Tom isn't a good choice.
- Tom iyi bir seçim değil.
- It was an easy choice.
- Kolay bir seçimdi.
- It's your choice.
- O senin seçimin.
- Shouldn't that be my choice?
- Bunun benim seçimim olması gerekmez mi?
- What is your choice?
- Seçiminiz nedir?
- It was a difficult choice.
- Zor bir seçimdi.
- It's a tough choice.
- Bu zor bir seçim.
- Tom has made some bad choices.
- Tom bazı kötü seçimler yaptı.
- This was Tom's choice.
- Bu Tom'un seçimiydi.
- Life is a series of choices.
- Hayat bir seçimler dizisidir.
- Tom is an excellent choice.
- Tom harika bir seçim.
- That's not a choice.
- Bu bir seçim değil.
- That was a bad choice.
- Bu kötü bir seçimdi.
- It wasn't your choice, Tom.
- Bu senin seçimin değildi, Tom.
- Choice is a matter of taste.
- Seçim bir zevk meselesidir.
- People do sometimes make the wrong choices.
- İnsanlar bazen yanlış seçimler yaparlar.
- It's their choice.
- Bu onların seçimi.
- That sounds like a good choice.
- Kulağa iyi bir seçim gibi geliyor.
- Sami has made his choice.
- Sami seçimini yaptı.
- I'm aware that every choice I make has a consequence.
- Yaptığım her seçimin bir sonucu olduğunun farkındayım.
- You may have made the wrong choice.
- Yanlış seçim yapmış olabilirsin.
- It was an easy choice.
- O kolay bir seçimdi.
- The choice is yours.
- Seçim size kalmış.
- I still think this is the best choice.
- Hala bunun en iyi seçim olduğunu düşünüyorum.
- I think this is a good choice.
- Bence bu iyi bir seçim.
- I didn't like those choices.
- Bu seçimlerden hoşlanmadım.
- I'd like a chance to explain why I made this choice.
- Neden bu seçimi yaptığımı açıklamak için bir şans istiyorum.
- That's not a good choice.
- Bu iyi bir seçim değil.
- Tom was faced with a difficult choice.
- Tom zor bir seçimle karşı karşıya kaldı.
- People often make bad choices.
- İnsanlar genellikle kötü seçimler yaparlar.
- It was a tough choice.
- Zor bir seçimdi.
- The choice is still yours.
- Seçim hâlâ sizin.
- I made the wrong choice.
- Yanlış seçim yaptım.
- He had no choice but to give up school because of poverty.
- Yoksulluktan dolayı okulu bırakmaktan başka seçimi yoktu.
- I question your choices.
- Seçimlerini sorguluyorum.
- Coming back was a bad choice.
- Geri dönmek kötü bir seçimdi.
Show More (344)
|
| 3 |
choice |
tercih |
n. |
|
- They drag us down into detail and thus conceal the real political choices.
- Bizi ayrıntılara sürüklüyorlar ve böylece gerçek siyasi tercihleri gizliyorlar.
- We are afraid that your government will aggravate rather than favour the necessary choices.
- Korkarız ki hükûmetiniz gerekli tercihleri desteklemek yerine daha da kötüleştirecektir.
- We must make it a social choice.
- Bunu toplumsal bir tercih haline getirmeliyiz.
- We are afraid that your government will aggravate rather than favour the necessary choices.
- Korkarız ki hükümetiniz gerekli tercihleri desteklemek yerine daha da kötüleştirecektir.
- We, on the other hand, are waiting for a framework to establish how we should introduce such choices across Europe.
- Biz ise bu tür tercihleri Avrupa genelinde nasıl uygulayacağımıza dair bir çerçeve oluşturmayı bekliyoruz.
- This is a matter of political choices, although we are also speaking about jurisprudence and rules.
- Her ne kadar içtihat ve kurallardan bahsediyor olsak da bu bir siyasi tercih meselesidir.
- We must also defend these choices in a global context which is becoming increasingly globalised.
- Ayrıca bu tercihleri giderek küreselleşen küresel bağlamda da savunmalıyız.
- Rapporteur Cappato suggests leaving the choice of opting in or out to the Member States.
- Raportör Cappato, katılma veya katılmama tercihinin Üye Devletlere bırakılmasını önermektedir.
- It takes account of the Member States' budgets, local conditions and own choices of technical solutions.
- Üye Devletlerin bütçelerini, yerel koşullarını ve kendi teknik çözüm tercihlerini dikkate alır.
- These choices are what gives Europe its identity.
- Bu tercihler Avrupa'ya kimliğini veren şeydir.
- For many, smoking is not a question of choice or pleasure.
- Birçokları için sigara içmek bir tercih ya da zevk meselesi değildir.
- Nor will it be appropriate where fundamental rights or political choices are called into question.
- Temel hakların veya siyasi tercihlerin sorgulandığı durumlarda da uygun olmayacaktır.
- We must also defend these choices in a global context which is becoming increasingly globalised.
- Ayrıca bu tercihleri giderek küreselleşen bir bağlamda savunmalıyız.
- The key, of course, is decent State pensions, and funding them is a political choice.
- Kilit nokta elbette ki makul devlet emeklilik maaşlarıdır ve bunların finansmanı siyasi bir tercihtir.
- It is therefore important that we make no mistakes in our fundamental choices.
- Bu nedenle temel tercihlerimizde hata yapmamamız önemlidir.
- This will enable us to counter the federalist strategy that is seeking to predetermine our future choices.
- Bu, gelecekteki tercihlerimizi önceden belirlemeye çalışan federalist stratejiye karşı koymamızı sağlayacaktır.
- Social rights should determine economic choices, and not the other way around.
- Sosyal haklar ekonomik tercihleri belirlemelidir, tersi değil.
- This choice was, at the time, scarcely contentious even among advocates of capitalism.
- Bu tercih, o dönemde kapitalizmin savunucuları arasında bile pek tartışılmıyordu.
- The key, of course, is decent State pensions, and funding them is a political choice.
- Elbette ki kilit nokta, makul devlet emeklilik maaşlarıdır ve bunların finanse edilmesi siyasi bir tercihtir.
- Ethical issues cannot be passed over, because that in itself is an ethical choice.
- Etik konular es geçilemez, çünkü bu başlı başına etik bir tercihtir.
- Only 10% of the 61,000 temporary agency workers in my own region say that they are temporary agency workers by choice.
- Benim bölgemdeki 61.000 taşeron işçisinin sadece %10'u kendi tercihleriyle taşeron işçisi olduklarını söylüyor.
- The educational choices which have to be made on this subject are the responsibility of parents and the family.
- Bu konuda yapılması gereken eğitim tercihleri ebeveynlerin ve ailenin sorumluluğundadır.
- This is a matter of political choices, although we are also speaking about jurisprudence and rules.
- Her ne kadar içtihat ve kurallardan da bahsediyor olsak da bu bir siyasi tercih meselesidir.
- It is their choice whether they take drugs in prison.
- Hapishanede uyuşturucu kullanıp kullanmamak onların tercihidir.
- I believe that this political choice is, without a doubt, the right choice.
- Bu siyasi tercihin hiç şüphesiz doğru tercih olduğuna inanıyorum.
- There is scope here for various national choices.
- Burada çeşitli ulusal tercihler için alan vardır.
- So, is this a question of method or a matter of choice?
- Bu bir yöntem sorunu mu yoksa bir tercih meselesi mi?
- I believe that this political choice is, without doubt, the right choice.
- Bu siyasi tercihin şüphesiz doğru tercih olduğuna inanıyorum.
- My second reservation concerns consumer choice.
- İkinci çekincem ise tüketici tercihleriyle ilgili.
- So, it's pretty cheaper than our first choice.
- Bu yüzden ilk tercihimizden oldukça ucuz.
- I would highly recommend this as first choice in that city.
- O şehirde ilk tercih olarak bunu şiddetle tavsiye ederim.
- So, it's pretty cheaper than our first choice.
- Yani ilk tercihimize göre oldukça ucuz.
- I would highly recommend this as first choice in that city.
- Bunu o şehirde ilk tercih olarak tavsiye ederim.
- Also users must also have the updated version of the web browser of their choice.
- Ayrıca, kullanıcılar tercih ettikleri web tarayıcısının güncellenmiş sürümüne sahip olmalıdır.
- I gave him a choice.
- Ona bir tercih verdim.
- Choice is a matter of taste.
- Tercih zevk meselesidir.
- What's your second choice?
- İkinci tercihin nedir?
- That's an interesting choice.
- Bu ilginç bir tercih.
- That was definitely the wrong choice.
- O kesinlikle yanlış tercihti.
- Tom was my first choice.
- Tom benim ilk tercihimdi.
- Tom would be my first choice.
- Tom ilk tercihim olurdu.
- I didn't give Tom a choice.
- Ben Tom'a bir tercih vermedim.
- Tom was their first choice.
- İlk tercihleri Tom'du.
- I believe in personal choice.
- Kişisel tercihe inanıyorum.
- You only have one choice.
- Sadece tek tercihin var.
- What's your second choice?
- İkinci tercihin ne?
- I gave them a choice.
- Onlara bir tercih hakkı verdim.
- That university was my first choice.
- O üniversite benim ilk tercihimdi.
- Tom would be my first choice.
- Tom benim ilk tercihim olurdu.
- I'm not sure we have any choice.
- Herhangi bir tercihimiz olduğundan emin değilim.
- It's a matter of choice.
- Bu bir tercih meselesi.
- It was their choice.
- Bu onların tercihiydi.
- You've got no choice.
- Tercihin yok.
- Tom was their first choice.
- Tom onların ilk tercihiydi.
- You were my last choice.
- Sen benim son tercihimdin.
- People have choices.
- İnsanların tercihleri var.
- You have only one choice.
- Sadece tek tercihin var.
- It's a good choice.
- Bu iyi bir tercih.
- What are your other choices?
- Diğer tercihlerin nelerdir?
- What'll your choice be?
- Tercihin ne olacak?
- Those are our choices.
- Onlar bizim tercihlerimiz.
- What's your choice?
- Tercihin nedir?
- You were my last choice.
- Sen benim son tercihimdi.
- You always have the right to refuse treatment, however, I must explain the potential consequences if that will be your choice.
- Tedaviyi reddetme hakkınız her zaman var, ama tercihinizin bu olması durumunda yaşanabilecek olası sonuçlarla ilgili açıklama yapmak durumundayım.
- I'm aware that every choice I make has a consequence.
- Yaptığım her tercihin bir sonucu olduğunun farkındayım.
Show More (62)
|
| 4 |
choice |
çare |
n. |
|
- I had no choice but to express these feelings.
- Bu duygularımı ifade etmekten başka çarem yoktu.
- The pirates had no choice but to surrender.
- Korsanların teslim olmaktan başka çaresi yoktu.
- I had no choice but to throw him out.
- Onu dışarı atmaktan başka çarem yoktu.
- They had no choice but to leave.
- Gitmekten başka çareleri yoktu.
- Tom felt he had no other choice than to confess to police.
- Tom polise itiraf etmekten başka çaresi olmadığını düşündü.
- Tom has no choice but to quit.
- Tom'un bırakmaktan başka çaresi yok.
- Tom said he had no choice but to do that.
- Tom onu yapmaktan başka çaresi olmadığını söyledi.
- She will have no choice but to accept.
- Kabul etmekten başka çaresi yok.
- Tom will have no choice but to agree.
- Tom'un kabul etmekten başka çaresi yok.
- He had no choice but to do as he was told.
- Kendisine söyleneni yapmaktan başka çaresi yoktu.
- We have no choice but to fight.
- Mücadele etmekten başka çaremiz yok.
- She had no choice but to do it.
- Onun bunu yapmaktan başka çaresi yoktu.
- He will have no choice but to accept.
- Onun da kabul etmekten başka çaresi yok.
- Obviously, Tom had a lot on his mind, but I had no choice but to ask him to spend some time helping us with our problems.
- Belli ki Tom'un aklında çok şey vardı ama sorunlarımızı çözmemize yardımcı olması için biraz zaman harcamasını istemekten başka çarem yoktu.
- He had no other choice but to choose the names randomly.
- İsimleri rastgele seçmekten başka çaresi yoktu.
- I had no choice but to stay in bed all day.
- Bütün gün yatakta kalmaktan başka çarem yoktu.
- Tom has no choice but to leave.
- Tom'un gitmekten başka çaresi yok.
- Tom had no choice but to leave.
- Tom'un gitmekten başka çaresi yoktu.
- Tom had no choice but to quit his job.
- Tom'un işi bırakmaktan başka çaresi yoktu.
- Muiriel had no other choice but to accept her defeat.
- Muiriel'in yenilgiyi kabul etmekten başka çaresi yoktu.
- I have no choice but to kill.
- Öldürmekten başka çarem yok.
- My mother had no choice but to part with her diamond ring.
- Annemin elmas yüzüğünü vermekten başka çaresi yoktu.
- Tom said he had no choice but to do that.
- Tom bunu yapmaktan başka çaresi olmadığını söyledi.
- Tom had no choice but to fight back.
- Tom'un karşı koymaktan başka çaresi yoktu.
- I had no choice but to do what he asked.
- İstediğini yapmaktan başka çarem yoktu.
- Tom had no choice but to stay.
- Tom'un kalmaktan başka çaresi yoktu.
- Tom had no choice but to give Mary what she asked for.
- Tom'un Mary'ye istediğini vermekten başka çaresi yoktu.
- He has no choice but to resign.
- İstifa etmekten başka çaresi yok.
- She had no choice but to accept her fate.
- Kaderine razı olmaktan başka çaresi yoktu.
- I guess I have no choice but to fight.
- Sanırım savaşmaktan başka çarem yok.
- There was no other choice but to abandon the entire project.
- Tüm projeden vazgeçmekten başka çare yoktu.
- Tom had no choice but to pay the fine.
- Tom'un cezayı ödemekten başka çaresi yoktu.
- Tom has no choice but to go.
- Tom'un gitmekten başka çaresi yok.
- We had no choice but to leave the matter to him.
- Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- You have no choice in the matter.
- Başka çaren yok.
- The garrison saw no choice but to surrender.
- Garnizon teslim olmaktan başka çare görmedi.
- I had no other choice but to do it.
- Bunu yapmaktan başka çarem yoktu.
- I had no choice but to stay.
- Kalmaktan başka çarem yoktu.
- Tom had no other choice than to help Mary clean out the stable.
- Tom'un Mary'nin ahırı temizlemesine yardım etmekten başka çaresi yoktu.
- I guess I have no choice but to work out now.
- Şimdi çalışmaktan başka çarem yok sanırım.
- He has no choice but to succeed.
- Başarmaktan başka çaresi yok.
- I had no choice but to agree.
- Kabul etmekten başka çarem yoktu.
- Tom has no other choice but to tell Mary.
- Tom'un Mary'ye söylemekten başka çaresi yoktu.
- Unfortunately, we have no choices but a certain buffer zone.
- Maalesef, keskin bir tampon bölgeden başka çaremiz yok.
- Tom had no other choice but to help Mary clean out the garage.
- Tom'un Mary'nin garajı temizlemesine yardım etmekten başka çaresi yoktu.
- I guess I have no choice but to work out now.
- Sanırım artık çalışmaktan başka çarem yok.
- Our mother had no choice but to make dinner with leftovers.
- Annemizin kalan yemeklerle akşam yemeği yapmaktan başka çaresi yoktu.
- She had no choice but to turn down his proposal.
- Onun önerisini geri çevirmekten başka çaresi yoktu.
- She had no other choice but to marry the old man.
- Yaşlı adamla evlenmekten başka çaresi yoktu.
- We had no choice but to wait for a while until the store opened.
- Dükkan açılana kadar bir süre beklemekten başka çaremiz yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
- Tom'un buna katlanmaktan başka çaresi yoktu.
- Tom had no choice but to give Mary what she wanted.
- Tom'un Mary'ye istediğini vermekten başka çaresi yoktu.
- We have no choice but to fight.
- Savaşmaktan başka çaremiz yok.
- What choice is there but to try again?
- Tekrar denemekten başka çare var mı?
- She had no choice but to turn down his proposal.
- Teklifini reddetmekten başka çaresi yoktu.
- They agree that they have no choice but to give up the whole plan.
- Tüm plandan vazgeçmekten başka çareleri olmadığı konusunda hemfikirler.
- He had no choice but to run away.
- Kaçmaktan başka çaresi yoktu.
- I have no choice but to do that.
- Bunu yapmaktan başka çarem yok.
- I had no choice but to go home.
- Eve gitmekten başka çarem yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
- Tom'un sırıtmaktan ve katlanmaktan başka çaresi yoktu.
- I had no choice but to take the plane.
- Uçağa binmekten başka çarem yoktu.
- He had no choice but to give up school because of poverty.
- Yoksulluk yüzünden okulu bırakmaktan başka çaresi yoktu.
Show More (59)
|
| 5 |
choice |
seçme |
n. |
|
- There was no free choice of legal representation, and public defence counsel were appointed by the court.
- Avukat seçme özgürlüğü yoktu ve kamu avukatı mahkeme tarafından atanmaktaydı.
- If I had a choice, I'd go home now.
- Seçme şansım olsaydı, şimdi eve giderdim.
- They had a choice.
- Seçme şansları vardı.
- Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment.
- Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
- Do you have a choice?
- Seçme şansınız var mı?
- Did I have a choice?
- Seçme şansım var mıydı?
- Tom doesn't have a choice.
- Tom'un seçme şansı yok.
- You had a choice.
- Seçme şansın vardı.
- If I had a choice, I probably wouldn't be doing this.
- Seçme şansım olsaydı, muhtemelen bunu yapmazdım.
- I had a choice.
- Seçme şansım vardı.
- Do I have a choice?
- Seçme şansım var mı?
- Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment.
- Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adil ve elverişli çalışma koşullarına sahip olma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.
- You have a choice.
- Seçme şansın var.
- Are you giving me a choice?
- Bana seçme şansı veriyor musun?
- You do have a choice.
- Seçme şansın var.
- I didn't give Tom any choice.
- Tom'a seçme şansı vermedim.
- There won't be a choice.
- Seçme şansımız olmayacak.
- We didn't give Tom a choice.
- Tom'a seçme şansı vermedik.
- I didn't give Tom choice.
- Tom'a seçme şansı vermedim.
- We don't have a choice.
- Seçme şansımız yok.
- Does Tom have a choice?
- Tom'un seçme şansı var mı?
- Tom didn't have a choice.
- Tom'un seçme şansı yoktu.
Show More (19)
|
| 6 |
choice |
seçme hakkı |
n. |
|
- We're giving you a choice.
- Sana bir seçme hakkı veriyoruz.
Show More (-2)
|
