1 |
distinctive |
farklı |
adj. |
|
- She wears very distinct perfume.
- Çok farklı bir parfüm kullanıyor.
- The Swedish model provides us with experience but is presumably too distinctive and not applicable everywhere.
- İsveç modeli bize deneyim kazandırıyor ancak muhtemelen çok farklı ve her yerde uygulanabilir değil.
- I would like to put a distinctive slant on this legislation, perhaps.
- Belki de bu mevzuata farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum.
- Saddam Hussein is fortunately a very special case with a very distinctive history stretching back a long way.
- Saddam Hüseyin neyse ki uzun bir geçmişe uzanan çok farklı bir tarihe sahip çok özel bir vakadır.
- This artist has a very distinctive style.
- Bu sanatçının çok farklı bir tarzı var.
Show More (2)
|
2 |
distinctive |
kendine özgü |
adj. |
|
- What about genuine cooperation on equal terms and respecting the distinctive nature of each partner?
- Eşit şartlarda ve her ortağın kendine özgü doğasına saygı göstererek gerçek bir iş birliğine ne dersiniz?
- Sami decorated the place in his distinctive style.
- Sami evi kendine özgü tarzıyla dekore etti.
- Sami decorated the place in his distinctive style.
- Sami mekanı kendine özgü tarzıyla süsledi.
- Japan has many distinctive traits.
- Japonya'nın kendine özgü birçok özelliği vardır.
Show More (1)
|
3 |
distinctive |
ayırt edici özellik |
n. |
|
- The Japanese language has many distinctive characteristics.
- Japon dilinin birçok ayırt edici özelliği vardır.
- Japan has many distinctive traits.
- Japonya'nın birçok ayırt edici özelliği vardır.
- Japan has many distinctive traits.
- Japonya'nın pek çok ayırt edici özellikleri vardır.
Show More (0)
|
4 |
distinctive |
belirgin |
adj. |
|
- Wine has a very distinctive smell.
- Şarabın çok belirgin bir kokusu vardır.
Show More (-2)
|