grow - English Turkish Sentences
English Turkish
grow büyümek v.
  • We can really ensure that children grow up in a calm environment.
  • Çocukların sakin bir ortamda büyümelerini gerçekten sağlayabiliriz.
  • Whilst the base station network has grown phenomenally, the figures for cancer in Finland have fallen radically.
  • Baz istasyonu ağı olağanüstü bir şekilde büyürken Finlandiya'da kanser rakamları radikal bir şekilde düşmüştür.
  • This body has grown so much that it now has 364 members of staff.
  • Bu kurum o kadar büyümüştür ki şu anda 364 personeli bulunmaktadır.
Show More (213)
grow yetiştirmek v.
  • Moreover, the retention of a 50% coupled premium will provide sufficient economic incentive to grow starch potatoes.
  • Ayrıca, %50'lik bir prim oranının korunması, nişasta patatesi yetiştirmek için yeterli ekonomik teşviki sağlayacaktır.
  • Farmers in the European Union also want to grow many varied types of crops.
  • Avrupa Birliği'ndeki çiftçiler de çok çeşitli türlerde ürün yetiştirmek istiyor.
  • Of course, in a drought, the farmers cannot grow alternative crops.
  • Tabii ki kuraklık durumunda çiftçiler alternatif ürünler yetiştiremezler.
Show More (118)
grow artmak v.
  • The sickness rate in the contaminated areas has grown dramatically.
  • Kirlenmiş bölgelerdeki hastalık oranı dramatik bir şekilde artmıştır.
  • It is believed in the European Union that the need for energy grows at a rate of 1% a year.
  • Avrupa Birliği'nde enerji ihtiyacının yılda %1 oranında arttığına inanılmaktadır.
  • Exports of industrial products to the Community and eastern Europe, above all Russia, have been growing fast.
  • Topluluğa ve doğu Avrupa'ya, özellikle de Rusya'ya sanayi ürünleri ihracatı hızla artmaktadır.
Show More (55)
grow yetişmek v.
  • Money doesn't grow on trees, you know.
  • Para ağaçta yetişmiyor, biliyorsun.
  • Beautiful poppies were growing beside the road.
  • Yolun kenarında güzel gelincikler yetişiyordu.
  • What'll grow in this soil?
  • Bu toprakta ne yetişecek?
Show More (54)
grow olmak v.
  • Laeken also asked the European Union to grow closer to its citizens.
  • Laeken ayrıca Avrupa Birliği'nden vatandaşlarına daha yakın olmasını istedi.
  • The transport sector's demand for energy will continue to grow.
  • Taşımacılık sektörünün enerjiye olan talebi artmaya devam edecektir.
  • The boy grew up to be a famous scientist.
  • Çocuk ünlü bir bilim adamı oldu.
Show More (19)
grow uzatmak v.
  • I grew a mustache.
  • Ben bıyık uzattım.
  • She authorizes her children to grow their hair long.
  • O çocuklarına saçlarını uzatmaları için izin veriyor.
  • Tom has decided to grow sideburns.
  • Tom favorilerini uzatmaya karar verdi.
Show More (16)
grow bırakmak v.
  • Mary asked her husband to grow a mustache like Tom's.
  • Mary kocasından Tom'unki gibi bıyık bırakmasını istedi.
  • He grows a mustache.
  • Bıyık bırakmış.
  • I want to grow a mustache.
  • Bıyık bırakmak istiyorum.
Show More (13)
grow çıkmak v.
  • Research expenditure is also permitted to grow next year to EUR 4.8 billion.
  • Araştırma harcamalarının da önümüzdeki yıl 4.8 milyar Euro'ya çıkmasına izin verilmektedir.
  • Multilingualism will increase in Parliament, as the number of official languages will grow from 11 to 20.
  • Resmi dillerin sayısı 11'den 20'ye çıkacağı için Parlamento'da çok dillilik artacaktır.
  • They are expected to grow to more than EUR 7 000 billion by 2010.
  • Bunların 2010 yılına kadar 7.000 milyar Euro'nun üzerine çıkması beklenmektedir.
Show More (8)
grow büyütmek v.
  • It is important for many European companies to grow their businesses through revenue secured by patents and licences.
  • Birçok Avrupalı şirket için patentler ve lisanslarla güvence altına alınan gelirler yoluyla işlerini büyütmek önemlidir.
  • Where did you grow them?
  • Onları nerede büyüttün?
  • He grew a variety of crops.
  • O, çeşitli ekinler büyüttü.
Show More (2)
grow gelişmek v.
  • Machine learning is growing fast and teaching us a lot.
  • Makine öğrenimi hızla gelişiyor ve bize de çok şey öğretiyor.
  • Mobile marketing is still a growing platform, and not all companies have recognized it has power.
  • Mobil pazarlama hala gelişmekte olan bir platform ve henüz pek çok şirket bu gücün farkında değil.
  • Machine learning is growing fast and teaching us a lot.
  • Makine öğrenimi hızla gelişiyor ve bize çok şey öğretiyor.
Show More (2)
grow dönüşmek v.
  • What guarantees do we have that they will grow into first-class players in the league of the internal market?
  • İç pazar liginde birinci sınıf oyunculara dönüşeceklerine dair ne gibi garantilerimiz var?
  • A small village grew into a large city.
  • Küçük bir köy büyük bir şehre dönüştü.
  • By degrees the friendship between him and her grew into love.
  • Kadının ve erkeğin arkadaşlığı zamanla aşka dönüştü.
Show More (1)
grow ilerlemek v.
  • He grew up to be a famous musician in later years.
  • İlerleyen yıllarda ünlü bir müzisyen oldu.
  • As Sami grew older, he became interested in Islam.
  • Yaşı ilerledikçe Sami'nin İslam'a olan ilgisi arttı.
  • The older we grow, the more forgetful we become.
  • Yaşımız ilerledikçe daha unutkan hale geliriz.
Show More (0)
grow bitmek v.
  • Grass doesn't grow here.
  • Burada ot bitmez.
Show More (-2)