1 |
living |
yaşama |
n. |
|
- But living in Europe means living with compromises.
- Ama Avrupa'da yaşamak tavizlerle yaşamak demektir.
- There are more than two billion people living in the ASEM countries.
- ASEM ülkelerinde iki milyardan fazla insan yaşamaktadır.
- More than 60 million people are living at risk of poverty.
- 60 milyondan fazla insan yoksulluk riski altında yaşamaktadır.
- In Greece and Portugal, 22% of the population are living below the poverty line.
- Yunanistan ve Portekiz'de nüfusun %22'si yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
- Millions of country people are living in misery.
- Milyonlarca ülke insanı sefalet içinde yaşamaktadır.
- Approximately 800 000 internally displaced persons are living in wretched conditions in refugee camps.
- Ülke içinde yerinden edilmiş yaklaşık 800.000 kişi mülteci kamplarında sefil koşullarda yaşamaktadır.
- Living in a hospital is sort of like going to boarding school.
- Bir hastanede yaşamak bir nevi yatılı okula gitmek gibidir.
- Living in a hospital is sort of like going to boarding school.
- Hastanede yaşamak yatılı okula gitmek gibi bir şey.
- Living in a hospital is sort of like going to boarding school.
- Hastanede yaşamak bir nevi yatılı okula gitmeye benziyor.
- I've been living in Kassel for two years and still haven't been to Herkules.
- İki yıldır Kassel'de yaşamaktayım ve hâlâ Herkules'e gidemedim.
- I enjoyed living in Boston.
- Boston'da yaşamak hoşuma gitti.
- Living in the city is really different to living in the country.
- Şehirde yaşamak taşrada yaşamaktan çok farklı.
- Living with her isn't easy.
- Onunla yaşamak kolay değil.
- I'm getting tired of living here by myself.
- Burada kendi başıma yaşamaktan sıkıldım.
- Tom didn't mind living by himself.
- Tom yalnız yaşamaktan rahatsız değildi.
- Tom really enjoyed living on the farm.
- Tom gerçekten bir çiftlikte yaşamaktan hoşlanıyordu.
- Tom wouldn't be happy living with Mary.
- Tom, Mary ile yaşamaktan mutlu olmayacaktır.
- The cost of living here is very low.
- Burada yaşamanın maliyeti çok düşük.
- Living without Jamal is unthinkable.
- Jamal olmadan yaşamak düşünülemez.
- I'm getting tired of living here by myself.
- Burada tek başıma yaşamaktan bıktım.
- We've been living here since July.
- Temmuzdan beri burada yaşamaktayız.
- Please stop living in ignorance.
- Lütfen cehalet içinde yaşamaktan vazgeç.
- I dislike living in such a noisy place.
- Böyle gürültülü bir yerde yaşamaktan hoşlanmıyorum.
- When the boys go camping, they enjoy living in a primitive way.
- Çocuklar kampa gittiklerinde ilkel bir şekilde yaşamaktan keyif alırlar.
- The cost of living hadn't gone down at all.
- Yaşamanın maliyeti hiç azalmadı.
- Are you still happy living here?
- Burada yaşamaktan hâlâ mutlu musun?
- I've been living with my uncle for a month.
- Bir aydır dayımın yanında yaşamaktayım.
- Tom has been living in Boston for the past couple of years.
- Tom son birkaç yıldır Boston'da yaşamaktadır.
- The idea of living in Egypt was exciting for Fadil.
- Mısır'da yaşama fikri Fadıl için heyecan vericiydi.
- I hear that Tom really likes living in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşamaktan gerçekten hoşlandığını duydum.
- The cost of living here is astronomical.
- Burada yaşamanın maliyeti astronomik.
- Making money is his reason for living.
- Para kazanmak onun yaşama sebebidir.
- Living is expensive.
- Yaşamak pahalı.
- Living in Japan is very expensive.
- Japonya'da yaşamak çok pahalı.
- Living in the city is really different to living in the country.
- Şehirde yaşamak taşrada yaşamaya göre gerçekten farklıdır.
- It is preoccupation with possession, more than anything else, that prevents men from living freely and nobly.
- İnsanları özgürce ve asilce yaşamaktan alıkoyan şey, her şeyden çok sahip olma kaygısıdır.
- Living is dangerous.
- Yaşamak tehlikelidir.
- Living in Japan is very expensive.
- Japonya'da yaşamak çok pahalıdır.
- I'm tired of living like this.
- Bu şekilde yaşamaktan yoruldum.
- What I hate most about living in Istanbul is always getting stuck in traffic.
- İstanbul'da yaşamanın en nefret ettiğim yanı sürekli trafikte sıkışıp kalmak.
- Tom should be living at home with us.
- Tom bizimle aynı evde yaşamalı.
- Living with you would be a nightmare.
- Seninle yaşamak bir kabus olurdu.
- Nobody who works forty hours a week should be living in poverty.
- Haftada kırk saat çalışan hiç kimse yoksulluk içinde yaşamamalı.
- Making money is his reason for living.
- Para kazanma onun yaşama nedenidir.
- Living means singing and loving.
- Yaşamak, şarkı söylemek ve sevmek anlamına gelir.
- I enjoyed living in Boston.
- Boston'da yaşamaktan zevk aldım.
- We were unsure what kind of person Tom would be and whether he would like living in the same house as us.
- Tom'un nasıl bir insan olacağından ve bizimle aynı evde yaşamaktan hoşlanıp hoşlanmayacağından emin değildik.
- Tom has been living abroad for a very long time.
- Tom çok uzun bir süredir yurt dışında yaşamaktadır.
- The cost of living has gone up.
- Yaşamanın maliyeti yükseldi.
- I prefer living in the countryside to living in the city.
- Şehirde yaşamaktansa kırsalda yaşamayı tercih ederim.
- Tom didn't mind living by himself.
- Tom tek başına yaşamaktan rahatsızlık duymuyordu.
- A life sentence in Indonesia means a living hell until you die.
- Endonezya'da müebbet hapis, ölene kadar cehennemde yaşamak demektir.
- Living abroad is the best way to learn a foreign language.
- Yurt dışında yaşamak bir yabancı dili öğrenmek için en iyi yoldur.
- I wonder if keeping your head down and living safely is a survival instinct.
- Başını eğip güvenli bir şekilde yaşamanın hayatta kalma içgüdüsü olup olmadığını merak ediyorum.
- Living here isn't easy.
- Burada yaşamak kolay değil.
- Living in a cluttered home is very stressful.
- Dağınık bir evde yaşamak çok stresli.
- Do you enjoy living like this?
- Böyle yaşamak hoşuna gidiyor mu?
- I never thought I would enjoy living in the country.
- Kırsalda yaşamaktan hoşlanacağımı hiç düşünmemiştim.
- I don't like living in the city.
- Kentte yaşamak hoşuma gitmiyor.
- I used to hate living in Boston.
- Boston'da yaşamaktan nefret ederdim.
- I don't like living in Boston.
- Boston'da yaşamaktan hoşlanmıyorum.
- What does she do for a living?
- Yaşamak için ne yapıyor?
- People are living in all parts of the world.
- İnsanlar dünyanın her yerinde yaşamaktadır.
- Living with you isn't easy.
- Seninle yaşamak kolay değil.
- What do we do for a living?
- Yaşamak için ne yapıyoruz?
- Tom wouldn't be happy living with Mary.
- Tom Mary ile yaşamaktan mutlu olmazdı.
- Living in Kabylie is a best decision I have ever made.
- Kabiliye'de yaşamak şimdiye kadar verdiğim en iyi karardır.
- Tom has been living in Boston.
- Tom Boston'da yaşamaktadır.
- I like living in Boston.
- Boston'da yaşamaktan hoşlanıyorum.
- Living without you makes no sense.
- Sensiz yaşamanın bir anlamı yok.
- Do you enjoy living like that?
- Böyle yaşamaktan hoşlanıyor musunuz?
- I like living in this country.
- Bu ülkede yaşamak hoşuma gidiyor.
- Living on a small income is hard.
- Küçük bir gelirle yaşamak zordur.
- I know that Tom likes living here.
- Tom'un burada yaşamaktan hoşlandığını biliyorum.
- I hate living in Boston.
- Boston'da yaşamaktan nefret ediyorum.
- I never thought I would enjoy living in the country.
- Taşrada yaşamaktan zevk alacağımı hiç düşünmemiştim.
- Living without cigarettes; this was my new goal.
- Sigarasız yaşamak; bu benim yeni hedefimdi.
- Tom hates living in Boston.
- Tom, Boston'da yaşamaktan nefret ediyor.
- Tom wouldn't be happy living with Mary.
- Tom, Mary ile yaşamaktan mutlu olmaz.
- I don't think Tom and Mary like living here.
- Tom ve Mary'nin burada yaşamaktan hoşlandıklarını sanmıyorum.
- Living in the town is quite different from living in the country.
- Kasabada yaşamak taşrada yaşamaktan oldukça farklı.
- Tom wouldn't like living here.
- Tom burada yaşamaktan hoşlanmazdı.
- What does Tom do for a living?
- Tom yaşamak için ne yapar?
- Living in a cluttered home is very stressful.
- Darmadağın bir evde yaşamak çok streslidir.
- Mary is my reason for living.
- Mary yaşama sebebimdir.
- I have a feeling I'm going to really like living in Boston.
- İçimde Boston'da yaşamaktan gerçekten hoşlanacağıma dair bir his var.
- The cost of living in Japan is going down.
- Japonya'da yaşamanın maliyeti düşüyor.
- Living isn't easy.
- Yaşamak kolay değildir.
- How do you like living with your brother?
- Kardeşinle yaşamaktan memnun musun?
- He's always been living in Tokyo.
- Her zaman Tokyo'da yaşamaktadır.
- Tom doesn't like living in Boston.
- Tom Boston'da yaşamaktan hoşlanmaz.
- You know how much I hate living here.
- Burada yaşamaktan ne kadar nefret ettiğimi biliyorsun.
- Living with Tom isn't easy.
- Tom'la yaşamak kolay değil.
- The cost of living has risen.
- Yaşamanın maliyeti yükseldi.
- This city has a very high cost of living.
- Bu şehirde yaşamanın maliyeti çok yüksek.
- Living costs are getting higher.
- Yaşama maliyetleri yükseliyor.
- Living in a large city has many advantages.
- Büyük bir şehirde yaşamanın birçok avantajı vardır.
- Tom hates living in Boston.
- Tom Boston'da yaşamaktan nefret ediyor.
- There's no point in living any longer.
- Artık yaşamanın anlamı yok.
- Tom liked living in rural Australia.
- Tom, kırsal Avustralya'da yaşamaktan hoşlanıyordu.
- I enjoy living in Boston.
- Boston'da yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I enjoyed living there.
- Orada yaşamaktan keyif aldım.
- The cost of living here is very cheap.
- Burada yaşamanın maliyeti çok ucuz.
- Living means singing and loving.
- Yaşamak, şarkı söylemek ve sevmek demektir.
- Tom won't like living here.
- Tom burada yaşamaktan hoşlanmayacak.
- Is there any point in me living?
- Yaşamamın bir anlamı var mı?
- I love living with you.
- Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- Living without cigarettes; this was my new goal.
- Sigara olmadan yaşamak; bu benim yeni hedefimdi.
- Living with them isn't easy.
- Onlarla yaşamak kolay değil.
- The cost of living here is very high.
- Burada yaşamanın maliyeti çok yüksek.
- Are you still happy living here?
- Burada yaşamaktan hâlâ memnun musun?
- I enjoy living in Boston.
- Boston'da yaşamak hoşuma gitti.
- I enjoyed living there.
- Orada yaşamaktan zevk alıyordum.
- Living in the town is quite different from living in the country.
- Şehirde yaşamak kırsalda yaşamaktan oldukça farklıdır.
- I don't think I'd enjoy living in Boston.
- Boston'da yaşamaktan hoşlanacağımı sanmıyorum.
- The cost of living is going up continuously.
- Yaşamanın maliyeti sürekli yükseliyor.
- Living without you makes no sense.
- Sensiz yaşamak hiç bir anlam ifade etmiyor.
- Do you enjoy living dangerously?
- Tehlikeli bir şekilde yaşamaktan zevk alır mısın?
- What is it you do for a living?
- Yaşamak için yaptığın iş nedir?
- I am really tired of living.
- Yaşamaktan gerçekten yoruldum.
- Tom doesn't like living in Boston.
- Tom Boston'da yaşamaktan hoşlanmıyor.
- Living with you would be a nightmare.
- Seninle birlikte yaşamak bir kabus olurdu.
- When the boys go camping, they enjoy living in a primitive way.
- Çocuklar kampa gittiğinde, ilkel bir şekilde yaşamanın tadını çıkarıyorlar.
- Tom really enjoyed living on the farm.
- Tom çiftlikte yaşamaktan gerçekten hoşlanıyordu.
- I think we'll be very happy living here.
- Sanırım burada yaşamaktan çok mutlu olacağız.
- I think I'm going to like living here.
- Sanırım burada yaşamak hoşuma gidecek.
- The cost of living is very high in Tokyo.
- Tokyo'da yaşamanın maliyeti çok yüksek.
- Nancy didn't mind living abroad by herself.
- Nancy, yurtdışında tek başına yaşamaktan rahatsız olmuyordu.
- Living with him isn't easy.
- Onunla yaşamak kolay değil.
- Her laughter is an authentic expression of the joy of living.
- Onun kahkahası yaşamanın keyfinin otantik bir ifadesi.
- Tom doesn't like living here.
- Tom burada yaşamaktan hoşlanmıyor.
- You are my reason for living.
- Siz benim yaşama sebebimsiniz.
- I don't like living in the city.
- Şehirde yaşamak hoşuma gitmiyor.
- I don't think that there is any better way to learn English than by living in America.
- İngilizce öğrenmek için Amerika'da yaşamaktan daha iyi bir yol olduğunu sanmıyorum.
- I think we'll be very happy living here.
- Bence burada yaşamaktan çok mutlu olacağız.
- I don't like living in Boston and Tom doesn't either.
- Boston'da yaşamaktan hoşlanmıyorum ve Tom da hoşlanmıyor.
- How did you learn that Tom wasn't living in Boston?
- Tom'un Boston'da yaşamadığını nasıl öğrendiniz?
- What is it you do for a living?
- Yaşamak için ne yapıyorsun?
- I don't like living in Australia.
- Avustralya'da yaşamak hoşuma gitmiyor.
- You don't like living with your parents, do you?
- Ailenle yaşamaktan hoşlanmıyorsun, değil mi?
- I wonder if keeping your head down and living safely is a survival instinct.
- Başını yere eğmenin ve güvenle yaşamanın bir hayatta kalma içgüdüsü olup olmadığını merak ediyorum.
- Do you enjoy living like that?
- Öyle yaşamak hoşuna gidiyor mu?
- The cost of living is soaring.
- Yaşamanın maliyeti hızla yükseliyor.
- I'm tired of living like this.
- Böyle yaşamaktan bıktım.
- Living in Kabylie is a best decision I have ever made.
- Kabylie'de yaşamak şimdiye kadar verdiğim en iyi karardı.
- I like living with you.
- Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- How do you like living with your brother?
- Kardeşinle yaşamak nasıl bir duygu?
- Don't you feel any inconvenience living abroad?
- Yurt dışında yaşamakta hiç güçlük çekmiyor musun?
- There's no point in living any longer.
- Artık yaşamanın bir anlamı yok.
- Mary is my reason for living.
- Mary benim yaşama sebebim.
- Tom liked living in rural Australia.
- Tom, Avustralya kırsalında yaşamaktan hoşlanıyordu.
- It's convenient living so close to the station.
- İstasyona bu kadar yakın yaşamak, rahat.
- I'm incredibly sick of living.
- Yaşamaktan inanılmaz derecede bıktım.
- I didn't like living in Boston.
- Boston'da yaşamak hoşuma gitmemişti.
- A life sentence in Indonesia means a living hell until you die.
- Endonezya'da ömür boyu hapis cezası ölene kadar bir cehennemi yaşamak demektir.
- I've lost my interest in living.
- Ben yaşama ilgimi kaybettim.
- Are you tired of living?
- Yaşamaktan bıktın mı?
- She didn't like living in the city.
- O, şehirde yaşamaktan hoşlanmıyordu.
- I don't like living here.
- Burada yaşamaktan hoşlanmıyorum.
Show More (156)
|
2 |
living |
yaşayan |
adj. |
|
- Human rights are also a matter of living law.
- İnsan hakları aynı zamanda yaşayan bir hukuk meselesidir.
- The event changed the taste of everything in my life, but I knew that a good human being is a living one.
- Bu olay hayatımdaki her şeyin tadını değiştirdi ama iyi bir insanın yaşayan bir insan olduğunu biliyordum.
- Is everyone living within the European Union guaranteed access to culture?
- Avrupa Birliği içinde yaşayan herkesin kültüre erişimi garanti altında mı?
- For the first time in living history, it has a stable government, elected on a democratic mandate.
- Yaşayan tarihinde ilk kez, demokratik bir yetkiyle seçilmiş istikrarlı bir hükûmete sahiptir.
- It is an account of 270 million people living in the darkness of the Middle Ages.
- Orta Çağ'ın karanlığında yaşayan 270 milyon insanın hikayesini anlatıyor.
- The Commission also agreed that genetic information on living human beings could not be patented.
- Komisyon ayrıca yaşayan insanlara ait genetik bilgilerin patentlenemeyeceği konusunda da mutabık kalmıştır.
- In this respect, the earth is seen as a living organism.
- Bu bakımdan yeryüzü yaşayan bir organizma olarak görülmektedir.
- What are the oldest living animals in the world?
- Dünyada yaşayan en eski hayvanlar hangileridir?
- They say that traditional Vietnamese feasts are living museums.
- Geleneksel Vietnam ziyafetlerinin yaşayan müzeler olduğunu söylüyorlar.
- My mother's mother is my only living grandparent.
- Annemin annesi benim yaşayan tek büyük ebeveynimdir.
- The world is a living image of God.
- Dünya, Tanrı'nın yaşayan bir görüntüsüdür.
- There's not a living soul around here.
- Buralarda yaşayan tek bir ruh bile yok.
- Tom is my only living relative.
- Tom benim yaşayan tek akrabam.
- It's like a living postcard.
- Yaşayan bir kartpostal gibi.
- There wasn't a living soul.
- Yaşayan bir ruh yoktu.
- All living things on Earth contain carbon.
- Yeryüzündeki tüm yaşayan şeyler karbon içerirler.
- Language is a living organism.
- Dil yaşayan bir organizmadır.
- All life is based on chemistry and all living things are composed of chemical compounds.
- Tüm yaşam kimyaya dayalıdır ve yaşayan her şey kimyasal bileşiklerden oluşur.
- You shouldn't kill living creatures for fun.
- Eğlence için yaşayan yaratıkları öldürmemelisin.
- If it were not for the sun, every living thing would die.
- Eğer güneş olmasaydı, yaşayan her şey ölürdü.
- A living dog is better than a dead lion.
- Yaşayan bir köpek, ölü bir aslandan daha iyidir.
- If it were not for the sun, every living thing would die.
- Güneş olmasaydı, yaşayan her şey ölürdü.
- A living dog is better than a dead lion.
- Yaşayan bir köpek ölü bir aslandan daha iyidir.
- He is the greatest living artist.
- O, yaşayan en büyük sanatçıdır.
- There wasn't a living soul as far as the eye could see.
- Gözün görebildiği kadarıyla yaşayan bir ruh yoktu.
- He is my only living relative.
- O benim yaşayan tek akrabam.
- There wasn't a living soul there.
- Orada yaşayan tek bir ruh bile yoktu.
- She's a living encyclopaedia.
- O yaşayan bir ansiklopedi.
- Living nativity scenes are popular in Southern Italy.
- Yaşayan doğuş sahneleri Güney İtalya'da popülerdir.
- He is the greatest living artist.
- O yaşayan en büyük sanatçı.
- Emperor John declared himself a living god.
- İmparator John kendisini yaşayan bir tanrı ilan etti.
- After the fifth day I feel like a living dead.
- Beşinci günden sonra kendimi yaşayan bir ölü gibi hissediyorum.
- Esperanto is a living language.
- Esperanto yaşayan bir dildir.
- After the fifth day I feel like a living dead.
- Beşinci günden sonra yaşayan bir ölü gibi hissediyorum.
- There's not a living soul around here.
- Buralarda yaşayan biri yok.
- Humans are the only living creatures that make use of fire.
- İnsanlar ateş kullanan yaşayan tek yaratıklardır.
- Is there anyone living in that house?
- O evde yaşayan biri var mı?
- I don't have any living relatives.
- Yaşayan hiç akrabam yok.
- Tom's only living relative is an uncle living in Boston.
- Tom'un yaşayan tek akrabası Boston'da oturan bir amcası.
- Emperor John declared himself a living god.
- İmparator John kendini yaşayan bir tanrı ilan etti.
- Tom is a living legend.
- Tom yaşayan bir efsanedir.
- He is my only living relative.
- O benim yaşayan tek akrabamdır.
- Tom said he didn't have any living relatives.
- Tom, yaşayan herhangi bir akrabasının olmadığını söyledi.
- All living things on earth depend one another.
- Dünyada yaşayan her şey birbirine bağlıdır.
- They say that traditional Vietnamese feasts are living museums.
- Geleneksel Vietnam şölenlerinin yaşayan müzeler olduğunu söylüyorlar.
- He is a living fossil!
- O yaşayan bir fosil!
Show More (43)
|
3 |
living |
yaşam |
n. |
|
- It is a matter of guaranteeing a certain standard of living.
- Bu, belirli bir yaşam standardını garanti altına alma meselesidir.
- The globalisation of the economy, which is inevitable, is only accepted if it improves living and working conditions.
- Kaçınılmaz olan ekonominin küreselleşmesi, ancak yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirdiği takdirde kabul görmektedir.
- That border still represents one of the world's widest gulfs between standards of living.
- Bu sınır hala yaşam standartları arasında dünyanın en geniş uçurumlarından birini temsil etmektedir.
- We need a few other safeguards to protect people from the hazards of modern living.
- İnsanları modern yaşamın tehlikelerinden korumak için birkaç güvenceye daha ihtiyacımız var.
- They have a higher standard of living than those around them and make greater demands on their government.
- Çevrelerindekilerden daha yüksek bir yaşam standardına sahipler ve hükümetlerinden daha fazla talepte bulunuyorlar.
- Then their working and living area will not return to primeval nature, but will go to the dogs.
- O zaman çalışma ve yaşam alanları ilkel doğaya dönmeyecek, köpeklerin eline geçecektir.
- No, just years of hard living finally caught up with me.
- Hayır, yıllarca süren zor yaşam sonunda beni yakaladı işte.
- No, just years of hard living finally caught up with me.
- Hayır, yıllarca süren zorlu yaşam işte sonunda beni yakaladı.
- Layla was living a very hard life.
- Leyla çok zor bir yaşam sürüyordu.
- The statistics show that our standard of living is high.
- İstatistikler yaşam standardımızın yüksek olduğunu gösteriyor.
- She makes a good living.
- O iyi bir yaşam sağlamaktadır.
- None of the former heads of State improved the standard of living of the French.
- Eski devlet başkanlarından hiçbiri Fransızların yaşam standartlarını iyileştirmedi.
- Tom makes a stable living.
- Tom istikrarlı bir yaşam sürüyor.
- Junko still depends on her parents for her living expenses.
- Junko hâlâ yaşam giderleri için anne ve babasına bağlıdır.
- They wanted to try new ways of living.
- Onlar yaşam için yeni yollar denemek istediler.
- The pension is not sufficient for living expenses.
- Emekli maaşı, yaşam giderleri için yeterli değildir.
- The cost of living here is very cheap.
- Burada yaşam bedeli çok ucuzdur.
- If farmers don't make a decent living growing peanuts, they will try growing other crops.
- Eğer çiftçiler yer fıstığı yetiştirerek iyi bir yaşam süremezlerse, başka ürünler yetiştirmeyi deneyeceklerdir.
- There is no living on the island.
- Adada yaşam yoktur.
- The statistics show that our standard of living is high.
- İstatistikler bizim yaşam standardımızın yüksek olduğunu gösteriyor.
- Most teachers don't make a decent living considering the hours they have to work.
- Çoğu öğretmen, çalışmak zorunda oldukları saatler düşünüldüğünde iyi bir yaşam sürdüremez.
- Easy living corrupted the warrior spirit.
- Kolay yaşam savaşçı ruhu bozdu.
- I sing to make my living.
- Yaşamımı kazanmak için şarkı söylüyorum.
- Is living the goal of life?
- Yaşamın amacı yaşamak mıdır?
- All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living.
- Tüm insanlar, sağlıklı ve kültürlü bir yaşamın asgari standartlarını koruma hakkına sahiptir.
- Living costs are getting higher.
- Yaşam maliyetleri yükseliyor.
- There are both advantages and disadvantages to city living.
- Şehir yaşamının hem avantajları hem de dezavantajları vardır.
- They had better cut down their living expenses.
- Yaşam giderlerini kıssalar iyi olur.
- Recently, many people are finding it hard to make a decent living.
- Son zamanlarda birçok insan rahat bir yaşam sürmekte zorlanıyor.
- My brother still depends on our parents for his living expenses.
- Kardeşim, yaşam masrafları için hala ailemize bağımlı.
- The living beings of the past were very different from those of today.
- Geçmişteki yaşam bugünkünden çok farklıydı.
- My living expense is rising year by year.
- Yaşam giderlerim yıldan yıla yükseliyor.
- Living costs have increased rapidly.
- Yaşam masrafları hızla arttı.
- Sami was living two different lives.
- Sami iki farklı yaşam sürüyordu.
- Recently, many people are finding it hard to make a decent living.
- Son zamanlarda, birçok insan iyi bir yaşam sürmekte zorlanıyor.
- He works for his living.
- O, yaşamı için çalışıyor.
- She depends on her parents for living expenses.
- Yaşam masrafları için ailesine bağlı.
- Since Tom couldn't make a decent living as a nightclub musician, he had to get a day job.
- Tom bir gece kulübü müzisyeni olarak iyi bir yaşam sürdüremediği için günlük bir iş bulmak zorunda kaldı.
- None of the former heads of State improved the standard of living of the French.
- Eski devlet başkanlarının hiçbiri Fransızların yaşam standardını iyileştirmedi.
- What we want is a chance to earn a decent living.
- İstediğimiz iyi bir yaşam kazanmak için bir şans.
Show More (37)
|
4 |
living |
hayat |
n. |
|
- Troy Maxson makes his living as a garbage collector in 1950s Pittsburgh.
- Troy Maxson 1950'lerin Pittsburgh'unda çöp toplayıcı olarak hayatını kazanmaktadır.
- Sami carried on living his life in a self-destructing way.
- Sami hayatını kendine zarar verecek şekilde yaşamaya devam etti.
- She earns her living by playing the violin.
- Keman çalarak hayatını kazanır.
- Tom makes his living by singing.
- Tom hayatını şarkı söyleyerek kazanıyor.
- She earns her living as a ballet dancer.
- Bir bale dansçısı olarak hayatını kazanır.
- She earns her living by teaching.
- Hayatını öğretmenlik yaparak kazanıyor.
- Layla was just living her life.
- Layla sadece hayatını yaşıyordu.
- He makes a living as a salesman.
- Hayatını satış elemanı olarak kazanıyor.
- He earns his living by playing the piano.
- Hayatını piyano çalarak kazanıyor.
- Tom earns his living as a street musician.
- Tom hayatını sokak müzisyenliği yaparak kazanıyor.
- He's never had to earn his own living.
- Hiç kendi hayatını kazanmak zorunda kalmadı.
- She earns her living as a ballet dancer.
- Hayatını balet olarak kazanıyor.
- He earned his living as a teacher.
- Bir öğretmen olarak hayatını kazandı.
- Sally earns her living by giving piano lessons.
- Sally, hayatını piyano dersleri vererek kazanıyor.
- She earns her living by playing the violin.
- Hayatını keman çalarak kazanıyor.
- Tom is living his life to the fullest.
- Tom hayatını dolu dolu yaşıyor.
- Tom earns his living as a street musician.
- Tom sokak müzisyeni olarak hayatını kazanıyor.
- Tom makes a living as a writer.
- Tom hayatını yazar olarak kazanıyor.
- He makes his living by singing.
- Hayatını şarkı söyleyerek kazanıyor.
- He earned his living as a singer.
- Hayatını şarkıcı olarak kazandı.
- Layla was just living her life.
- Leyla sadece hayatını yaşıyordu.
- He makes a living as a writer.
- Hayatını yazar olarak kazanıyor.
- He works hard to earn his living.
- Hayatını kazanmak için çok çalışıyor.
- He earned his living as an engineer.
- Hayatını mühendis olarak kazandı.
- He earned his living as a teacher.
- Hayatını öğretmen olarak kazanmıştır.
- He works hard to earn his living.
- Hayatını kazanmak için çok çalışır.
- He makes a living as a traveling salesman.
- Hayatını gezici satıcılık yaparak kazanıyor.
- Tom earns his living as a guitarist.
- Tom hayatını gitarist olarak kazanıyor.
- He earns his living by writing.
- O yazarak hayatını kazanır.
- He earns his living by teaching English.
- Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor.
- He earns his living by teaching.
- Hayatını öğretmenlik yaparak kazanıyor.
- He earns his living by writing.
- Hayatını yazarak kazanıyor.
Show More (29)
|
5 |
living |
geçim |
n. |
|
- She will have to earn her own living.
- Kendi geçimini kazanmak zorunda kalacak.
- He earns his living by teaching.
- O, geçimini öğretmenlik yaparak kazanır.
- I had to leave Warsaw and make my living somewhere else.
- Ben Varşova'yı terk etmek ve geçimimi başka bir yerde sağlamak zorunda kaldım.
- He earns his living by playing the piano.
- Piyano çalarak geçimini sağlar.
- You are old enough to make your own living.
- Kendi geçimini sağlayacak yaştasın.
- Sally earns her living by giving piano lessons.
- Sally, piyano dersleri vererek geçimini sağlıyor.
- Tom has never had to earn his own living.
- Tom kendi geçimini sağlamak zorunda kalmadı hiç.
- I sing to make my living.
- Geçimimi sağlamak için şarkı söylüyorum.
- He makes his living by singing.
- O, şarkı söyleyerek geçimini sağlıyor.
- My brother still depends on our parents for his living expenses.
- Erkek kardeşim, geçim harcamaları için hâlâ ebeveynlerimize bağlıdır.
- He earned his living as a singer.
- O bir şarkıcı olarak geçimini sağladı.
- Tom earns his living as a guitarist.
- Tom geçimini gitar çalarak sağlıyor.
- Junko still depends on her parents for her living expenses.
- Junko hala geçimini ailesinden sağlıyor.
- Tom makes his living by singing.
- Tom şarkı söyleyerek geçimini sağlıyor.
- He earns his living as a hotel boy.
- Geçimini otelcilik yaparak sağlıyor.
- She earns her living by teaching.
- Geçimini öğretmenlikle sağlıyor.
- He works for his living.
- Geçimini sağlamak için çalışıyor.
- He earned his living as an engineer.
- Geçimini bir mühendis olarak sağladı.
- I got fired from the company, but since I have a little money saved up, for the time being, I won't have trouble with living expenses.
- Şirketten kovuldum ama biraz para biriktirdiğim için şimdilik geçim sıkıntısı çekmeyeceğim.
Show More (16)
|
6 |
living |
canlı |
adj. |
|
- Trafficking in human beings is organised in order to remove organs from living donors.
- İnsan ticareti, canlı donörlerden organ almak için organize edilmektedir.
- In this respect, the earth is seen as a living organism.
- Bu bakımdan yeryüzü canlı bir organizma olarak görülür.
- In this respect, the earth is seen as a living organism.
- Bu açıdan yeryüzü canlı bir organizma olarak görülmektedir.
- Living nativity scenes are popular in Southern Italy.
- Canlı doğum sahneleri Güney İtalya'da popülerdir.
- Esperanto is a living language.
- Esperanto canlı bir dildir.
Show More (2)
|
7 |
living |
geçinme |
n. |
|
- We work for our living.
- Geçinmek için çalışıyoruz.
Show More (-2)
|