|
- You were talking as if it was my group's fault that nothing has happened so far.
- Sanki şu ana kadar hiçbir şey olmamış olması benim grubumun suçuymuş gibi konuştunuz.
- The draft has nothing to say about this.
- Taslağın bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yok.
- Nothing is being hushed up here, the public is being told about this.
- Burada hiçbir şey örtbas edilmiyor, kamuoyu bu konuda bilgilendiriliyor.
- The recommendation contains some good intentions, but nothing about how they are to be put into practice.
- Tavsiye kararında bazı iyi niyetler var ancak bunların nasıl hayata geçirileceğine dair hiçbir şey yok.
- Moreover, there was criticism from Parliament that we have heard nothing of today.
- Dahası, Parlamento'dan bugün hiçbir şey duymadığımız eleştiriler geldi.
- As yet, nothing has been put on the table - nothing!
- Henüz masaya hiçbir şey konulmadı - hiçbir şey!
- It would then be nothing like so effective.
- O zaman hiçbir şey bu kadar etkili olmazdı.
- Those with nothing to hide have nothing to fear from such control.
- Saklayacak bir şeyi olmayanların böyle bir denetimden korkacak hiçbir şeyi yoktur.
- The only problem is that, following these statements, when action should come, nothing happens.
- Tek sorun, bu açıklamaların ardından harekete geçilmesi gerekirken hiçbir şey yapılmamasıdır.
- I find this very alarming, since it means that nothing can be done.
- Hiçbir şey yapılamayacağı anlamına geldiği için bunu çok endişe verici buluyorum.
- But unless we at least make a start, then nothing will happen.
- Ancak en azından bir başlangıç yapmadığımız sürece hiçbir şey olmayacaktır.
- The company had applied for, and obtained, all the necessary licences, so nothing could go wrong.
- Şirket gerekli tüm lisanslar için başvuruda bulunmuş ve bunları almıştı, dolayısıyla hiçbir şey ters gidemezdi.
- Nothing was achieved and the Council continued to refuse any form of compromise we proposed.
- Hiçbir şey elde edilemedi ve Konsey önerdiğimiz her türlü uzlaşmayı reddetmeye devam etti.
- We have nothing to gain from this barbaric action.
- Bu barbarca eylemden kazanacağımız hiçbir şey yok.
- Once again, nothing surprises us any more.
- Bir kez daha söylüyorum ki, artık hiçbir şey bizi şaşırtmıyor.
- If, though, we know nothing about the documents, we can have no criticism to make on this score.
- Ancak belgeler hakkında hiçbir şey bilmiyorsak, bu konuda yapabileceğimiz hiçbir eleştiri olamaz.
- He was kidnapped in Mukala in Dagestan and nothing has been done to free him.
- Dağıstan'da Mukala'da kaçırıldı ve serbest bırakılması için hiçbir şey yapılmadı.
- Nothing has been said in this debate which I cannot support.
- Bu tartışmada destekleyemeyeceğim hiçbir şey söylenmedi.
- That, in the time between the two wars over Chechnya, nothing was achieved in the way of forming a state.
- Çeçenistan için yapılan iki savaş arasında geçen sürede bir devlet kurma yolunda hiçbir şey elde edilemedi.
- Nothing will be achieved by removing all the bridges to dialogue.
- Diyaloğa giden tüm köprüleri ortadan kaldırarak hiçbir şey elde edilemez.
- Nothing better illustrates this than the need for concerted action on ozone.
- Bunu ozon konusunda ortak hareket etme ihtiyacından daha iyi hiçbir şey gösteremez.
- The Belgian civil protection service arrived, but nothing was organised.
- Belçika sivil koruma servisi geldi ama hiçbir şey organize edilmedi.
- Yet here we are today, feeling very depressed because we have nothing to show for it.
- Ama bugün buradayız ve gösterecek hiçbir şeyimiz olmadığı için çok depresif hissediyoruz.
- Once again, nothing surprises us any more.
- Bir kez daha, artık hiçbir şey bizi şaşırtmıyor.
- We would recommend carrying out the operation in such a way that nothing grows again.
- Operasyonun bir daha hiçbir şeyin büyümeyeceği şekilde yürütülmesini tavsiye ediyoruz.
- How can it be possible that there is nothing we can do?
- Yapabileceğimiz hiçbir şey olmaması nasıl mümkün olabilir?
- Unfortunately, to that extent, nothing has changed in the European Union despite a few courageous reports.
- Ne yazık ki, birkaç cesur rapora rağmen Avrupa Birliği'nde bu konuda hiçbir şey değişmedi.
- However, a frequent complaint is that objections were raised, but nothing happened.
- Bununla birlikte, sıkça dile getirilen bir şikayet, itirazların yapıldığı ancak hiçbir şeyin gerçekleşmediği yönündedir.
- There is virtually nothing available at present.
- Şu anda neredeyse hiçbir şey mevcut değildir.
- Parliament decided on this one and a half years ago, but until today the Council has had nothing to say on the subject.
- Parlamento bu konuda bir buçuk yıl önce karar aldı, ancak bugüne kadar Konsey'in bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
- Indonesia should have nothing to hide; it is our partner.
- Endonezya'nın saklayacak hiçbir şeyi olmamalı; o bizim ortağımız.
- Nothing has happened to date.
- Bugüne kadar hiçbir şey olmadı.
- I should like to know what has happened to these topics, as I see nothing about them in the notification.
- Bildirimde bu konularla ilgili hiçbir şey görmediğim için bu konulara ne olduğunu bilmek istiyorum.
- Nothing will stop when we reach 2004.
- 2004'e ulaştığımızda hiçbir şey durmayacak.
- That way, nothing can go wrong.
- Bu şekilde hiçbir şey ters gidemez.
- It seems to me that in this respect our countries have nothing to be ashamed of.
- Bana öyle geliyor ki bu açıdan ülkelerimizin utanacak hiçbir şeyi yok.
- I believe that nothing could be less democratic than to name the interlocutors who would represent that democracy.
- İnanıyorum ki, hiçbir şey bu demokrasiyi temsil edecek muhatapları belirlemekten daha az demokratik olamaz.
- That is why we have nothing to lose by taking precautionary measures during the changeover.
- Bu nedenle değişim sırasında ihtiyati tedbirler alarak kaybedecek hiçbir şeyimiz yok.
- Nothing, though, could be more foreign to the inventors of the single currency.
- Yine de hiçbir şey tek para biriminin mucitlerine daha yabancı olamazdı.
- Nothing else will solve the problems or lessen the human rights abuses.
- Başka hiçbir şey sorunları çözmeyecek ya da insan hakları ihlallerini azaltmayacaktır.
- Nothing could be further from the truth.
- Hiçbir şey gerçekten daha uzak olamaz.
- Nothing is therefore to be gained from failing to confront these problems.
- Dolayısıyla bu sorunlarla yüzleşmemekle hiçbir şey kazanılamaz.
- And as has been demonstrated recently, nothing is to be gained from confronting them with demagoguery.
- Ve son zamanlarda gösterildiği gibi, demagoji ile karşı karşıya gelmekten hiçbir şey elde edilemez.
- I doubt it and nothing in the White Paper has yet persuaded me that is true.
- Bundan şüpheliyim ve Beyaz Kitap'ta yer alan hiçbir şey beni bunun doğru olduğuna ikna etmedi.
- There is no such thing as a 0% value, and nothing is GM-free.
- Yüzde 0 değer diye bir şey yoktur ve hiçbir şey GM'siz değildir.
- I believe that this is now being done, but nothing is absolutely certain yet.
- Şu anda bunun yapıldığına inanıyorum, ancak henüz hiçbir şey kesin değil.
- I should like to know what has happened to these topics, as I see nothing about them in the notification.
- Bu konulara ne olduğunu bilmek isterim, çünkü bildirimde bu konularla ilgili hiçbir şey görmüyorum.
- Think nothing, see nothing, do nothing.
- Hiçbir şey düşünmeyin, hiçbir şey görmeyin, hiçbir şey yapmayın.
- Through military means we resolve nothing, and I am not talking about rights, I am talking about effectiveness.
- Askeri yollarla hiçbir şeyi çözemeyiz ve haklardan bahsetmiyorum, etkinlikten bahsediyorum.
- It is precisely those who feel the need to control everything that end up controlling nothing at all.
- Her şeyi kontrol etme ihtiyacı hissedenler, sonunda hiçbir şeyi kontrol edemez hale gelirler.
- It is not acceptable to continue as if nothing had happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi devam etmek kabul edilemez.
- This Sellafield nuclear plant has achieved nothing, except to heap environmental misery on us all.
- Sellafield nükleer santrali, hepimizi çevresel sefalete sürüklemek dışında hiçbir şey başaramadı.
- Transposal under pressure will solve nothing in the long run.
- Baskı altında aktarım uzun vadede hiçbir şeyi çözmeyecektir.
- But there is, of course, nothing that cannot be improved further.
- Ancak elbette daha da iyileştirilemeyecek hiçbir şey yoktur.
- The Italian Prime Minister's spoken contribution added nothing, but was highly counter-productive.
- İtalya Başbakanı'nın konuşması hiçbir şey katmadığı gibi son derece ters etki yaratmıştır.
- These are real problems, but if we do not see a credible answer to this question emerging, nothing else will ever work.
- Bunlar gerçek sorunlar, ancak bu soruya güvenilir bir cevap bulunmazsa başka hiçbir şey işe yaramayacaktır.
- You said that nothing has been done.
- Hiçbir şey yapılmadığını söylediniz.
- It would be wrong and disparaging to say that nothing has been done.
- Hiçbir şey yapılmadığını söylemek yanlış ve küçümseyici olur.
- There is essentially nothing surprising about the situation today.
- Bugünkü durumla ilgili şaşırtıcı hiçbir şey yok.
- We all know that nothing came of that help until last Friday, the thirteenth.
- Ayın on üçü olan geçen Cuma gününe kadar bu yardımdan hiçbir şey çıkmadığını hepimiz biliyoruz.
- Clearly, the moralists of cosmopolitan 'right-thinking' have learnt or understood absolutely nothing.
- Açıkça görülüyor ki, kozmopolit 'doğru düşünme' ahlakçıları hiçbir şey öğrenmemiş ya da anlamamışlar.
- Unfortunately, the report contains nothing of this nature.
- Ne yazık ki raporda bu nitelikte hiçbir şey yer almamaktadır.
- This goes to show that nothing is simple.
- Bu da hiçbir şeyin basit olmadığını gösteriyor.
- Nothing has been said about fishmeal, the ultra-peripheral regions or illegal fishing.
- Balık unu, ultra çevre bölgeler veya yasadışı balıkçılık hakkında hiçbir şey söylenmemiştir.
- Nothing could be more laudable for the Group of the European Peoples' Party than the defence of freedom and consumers.
- Avrupa Halk Partisi Grubu için hiçbir şey özgürlüklerin ve tüketicilerin savunulmasından daha övgüye değer olamaz.
- We will adjust the multiannual programmes in order that nothing of what they contain should be lost.
- Çok yıllı programları, içerdiklerinden hiçbir şey kaybedilmeyecek şekilde ayarlayacağız.
- So far, there has been no end of analyses, but nothing practical has emerged.
- Şimdiye kadar analizlerin sonu gelmedi, ancak pratik hiçbir şey ortaya çıkmadı.
- Nothing at all would have become of it.
- Hiçbir şey olmazdı.
- The military have lost nothing there.
- Ordu burada hiçbir şey kaybetmedi.
- If, though, we know nothing about the documents, we can have no criticism to make on this score.
- Yine de belgeler hakkında hiçbir şey bilmiyorsak, bu konuda yapabileceğimiz bir eleştiri olamaz.
- After 21 years of preparation nothing seems to have come of the original intentions.
- 21 yıllık hazırlıktan sonra, asıl niyetlerden hiçbir şey çıkmamış gibi görünüyor.
- It is not a commercial commodity and nothing should make us depart from this idea.
- Ticari bir meta değildir ve hiçbir şey bizi bu fikirden uzaklaştırmamalıdır.
- This does nothing for the industry.
- Bu, sektör adına hiçbir şey ifade etmiyor.
- In fact, there is nothing left of Tampere, Lisbon or Gothenburg.
- Aslında, Tampere, Lizbon ya da Göteborg'dan geriye hiçbir şey kalmadı.
- The workers stand to gain nothing from this wrangling.
- İşçilerin bu çekişmeden kazanacakları hiçbir şey yoktur.
- We simply have nothing to say on the subject, have we?
- Bu konuda söyleyecek hiçbir şeyimiz yok, değil mi?
- We have achieved nothing so far, and we have been unable to reach agreement within the European Union.
- Şu ana kadar hiçbir şey elde edemedik ve Avrupa Birliği içerisinde bir anlaşmaya varamadık.
- The Italian Prime Minister's spoken contribution added nothing, but was highly counter-productive.
- İtalya Başbakanı'nın sözlü katkısı hiçbir şey katmadığı gibi son derece ters etki yarattı.
- After this event, nothing will ever be the same.
- Bu olaydan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
- For now, one and a half years later, nothing has happened.
- Şimdilik, bir buçuk yıl sonra, hiçbir şey olmadı.
- The Sunday papers are full of articles swearing allegiance to culture, but nothing ever comes of it.
- Pazar gazeteleri kültüre bağlılık yemini eden makalelerle dolu ama hiçbir şey çıkmıyor.
- There should be nothing to prevent Member States from making progress.
- Üye Devletlerin ilerleme kaydetmesini engelleyecek hiçbir şey olmamalıdır.
- I believe that good agencies have nothing to fear from this directive.
- İyi ajansların bu yönergeden korkacak hiçbir şeyi olmadığına inanıyorum.
- At the same time, this tells the candidates that their efforts are worthwhile and that nothing is being put off.
- Aynı zamanda bu, adaylara çabalarının değerli olduğunu ve hiçbir şeyin ertelenmediğini söyler.
- We are all quite aware that the cost of enlargement is nothing compared with the cost of non-enlargement.
- Hepimiz, genişlemenin maliyetinin, genişlememenin maliyeti ile karşılaştırıldığında hiçbir şey olmadığının farkındayız.
- I have nothing against the Scottish Police.
- İskoç Polisine karşı hiçbir şeyim yok.
- What is more, they are statements and nothing is really gained because the work has already been done.
- Dahası, bunlar ifadelerdir ve gerçekte hiçbir şey kazanılmamıştır çünkü iş zaten yapılmıştır.
- There would then be nothing for us to have recourse to.
- O zaman başvurabileceğimiz hiçbir şey kalmayacaktır.
- The costs are nothing compared to the economic benefits that will flow from enlargement.
- Bu maliyetler, genişlemeden elde edilecek ekonomik faydaların yanında hiçbir şeydir.
- It would be wrong and disparaging to say that nothing has been done.
- Hiçbir şey yapılmadığını söylemek yanlış ve aşağılayıcı olur.
- The same thing happens every year, yet so far nothing has changed.
- Her yıl aynı şey oluyor ancak şimdiye kadar hiçbir şey değişmedi.
- I can see nothing immoral in this.
- Bunda ahlaka aykırı hiçbir şey göremiyorum.
- It seems to me that, above all, we should have sent a clear message - things have changed and nothing will be the same.
- Bence, öncelikle açık bir mesaj göndermeliyiz; bir şeyler değişti ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
- The first principle is that nothing will be done without the fishermen.
- İlk ilke, balıkçılar olmadan hiçbir şey yapılmayacağıdır.
- In other words, the only thing we cannot do is nothing.
- Başka bir deyişle, yapamayacağımız tek şey hiçbir şeydir.
- But, ladies and gentlemen, nothing is any good unless it results in action.
- Ancak, bayanlar ve baylar, eyleme dönüşmediği sürece hiçbir şey iyi değildir.
- It seems to have learned nothing from it.
- Bundan hiçbir şey öğrenmemiş gibi görünüyor.
- Unfortunately, nothing suggests that these trends are likely to change over the next few years.
- Ne yazık ki hiçbir şey bu eğilimlerin önümüzdeki birkaç yıl içinde değişeceğini göstermiyor.
- A cost, by the way, which your colleague responsible for the budget wants nothing to do with.
- Bu arada, bütçeden sorumlu meslektaşınızın hiçbir şey yapmak istemediği bir maliyet.
- We all know that nothing came of that help until last Friday, the thirteenth.
- Ayın on üçü olan geçen Cuma gününe kadar bu yardımdan hiçbir şey gelmediğini hepimiz biliyoruz.
- Without liberty, without tolerance, without respect for human rights, there is nothing.
- Özgürlük olmadan, hoşgörü olmadan, insan haklarına saygı olmadan hiçbir şey olmaz.
- The project has, with reason, been criticised for having nothing concrete to offer.
- Proje, haklı olarak, somut hiçbir şey sunmadığı gerekçesiyle eleştirilmektedir.
- Without liberty, without tolerance, without respect for human rights, there is nothing.
- Özgürlük olmadan, hoşgörü olmadan, insan haklarına saygı olmadan, hiçbir şey olmaz.
- If nothing is done, then within the next 15 years rail freight will not exist.
- Eğer hiçbir şey yapılmazsa, önümüzdeki 15 yıl içerisinde demiryolu taşımacılığı ortadan kalkacaktır.
- Here too, nothing could be further from the truth.
- Burada da hiçbir şey gerçeklerden daha uzak olamaz.
- If there are no invoices, then nothing can be paid out.
- Eğer fatura yoksa hiçbir şey ödenemez.
- In fact nothing else needs to happen.
- Aslında başka hiçbir şeyin olmasına gerek yok.
- They are nothing compared to the persecution of the Chechens.
- Çeçenlere yapılan zulümle kıyaslandığında bunlar hiçbir şey.
- We have heard nothing about the results of the EU troika that went to southern Africa in the middle of last month.
- Geçen ayın ortasında Güney Afrika'ya giden AB troykasının sonuçları hakkında hiçbir şey duymadık.
- In short, nothing has happened.
- Kısacası hiçbir şey olmadı.
- The Greek-Cypriots and the Turkish Cypriots have nothing to divide them.
- Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkleri ayıracak hiçbir şey yoktur.
- The project has, with reason, been criticised for having nothing concrete to offer.
- Proje, haklı olarak, somut hiçbir şey sunmadığı için eleştirilmektedir.
- We cannot continue as if nothing were wrong, while the region is on the brink of war.
- Bölge savaşın eşiğindeyken hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam edemeyiz.
- Can we seriously say that in this event the European Union must act as if nothing had happened?
- Bu olayda Avrupa Birliği'nin hiçbir şey olmamış gibi davranması gerektiğini ciddi olarak söyleyebilir miyiz?
- This was a decision based on political pressure; it owed nothing to conservation and everything to politics.
- Bu siyasi baskıya dayalı bir karardı; korumaya hiçbir şey borçlu değildi ve her şeyi siyasete borçluydu.
- One thing is certain, however, and that is that, if we ourselves do not try to do something, nothing will happen.
- Ancak kesin olan bir şey var ki, o da biz kendimiz bir şeyler yapmaya çalışmazsak hiçbir şey olmayacağıdır.
- It calls on the parties to stop what they are doing, and then nothing happens.
- Taraflara yaptıklarını durdurmaları çağrısında bulunur ve sonra hiçbir şey olmaz.
- Nothing can be done if the UN resolutions are not truly applied.
- BM kararları gerçekten uygulanmazsa hiçbir şey yapılamaz.
- The draft has nothing to say about this.
- Taslak bu konuda hiçbir şey söylemiyor.
- Nothing has been said about fishmeal, the ultra-peripheral regions or illegal fishing.
- Balık unu, ultra-çevre bölgeler ya da yasadışı balıkçılık hakkında hiçbir şey söylenmemiştir.
- We must ensure that nothing goes unpunished, and that enquiries are definitely mounted into any crimes against humanity.
- Hiçbir şeyin cezasız kalmamasını ve insanlığa karşı işlenen suçların mutlaka soruşturulmasını sağlamalıyız.
- They can be summed up as much ado about nothing.
- Bunlar hiçbir şey hakkında çok şey olarak özetlenebilir.
- Nothing justifies the use of terrorism.
- Hiçbir şey terörizmin kullanılmasını haklı gösteremez.
- I do not share the view that nothing is happening.
- Hiçbir şey olmadığı görüşünü paylaşmıyorum.
- It therefore cannot be said that nothing is being done in this area.
- Dolayısıyla bu alanda hiçbir şey yapılmadığı söylenemez.
- Nothing should remain outside the scope of these legitimate negotiations.
- Hiçbir şey bu meşru müzakerelerin kapsamı dışında kalmamalıdır.
- There is no such thing as a 0% value, and nothing is GM-free.
- 0 değer diye bir şey yoktur ve hiçbir şey GM'siz değildir.
- The other developed states have nothing to reproach us for.
- Diğer gelişmiş devletlerin bizi suçlayacakları hiçbir şey yok.
- We must not be so arrogant as to imply that Europe has nothing to learn from others.
- Avrupa'nın diğerlerinden öğrenecek hiçbir şeyi olmadığını ima edecek kadar kibirli olmamalıyız.
- We made concessions and ended up receiving nothing in return.
- Tavizler verdik ve karşılığında hiçbir şey alamadık.
- This goes to show that nothing is simple.
- Bu da gösteriyor ki hiçbir şey basit değildir.
- We cannot just turn the page and pretend that nothing has happened.
- Sayfayı çevirip hiçbir şey olmamış gibi davranamayız.
- Nothing, though, must be left to chance, but there must rather be firm negotiations when the report is elaborated.
- Yine de hiçbir şey şansa bırakılmamalı, aksine rapor detaylandırılırken sıkı müzakereler yapılmalıdır.
- Nothing happens, even if the reforms are postponed year after year.
- Reformlar her yıl ertelense bile hiçbir şey olmuyor.
- What is more, they are statements and nothing is really gained because the work has already been done.
- Dahası, bunlar birer açıklamadır ve hiçbir şey kazanılmamıştır çünkü iş zaten yapılmıştır.
- Unfortunately, nothing in this statute can be considered a real improvement in transparency.
- Ne yazık ki bu tüzükteki hiçbir şey şeffaflık konusunda gerçek bir gelişme olarak değerlendirilemez.
- It is a gift to third-country starch producers, with the European Union receiving nothing in return.
- Bu, Avrupa Birliği'nin karşılığında hiçbir şey almadığı üçüncü ülke nişasta üreticilerine bir hediyedir.
- My first thoughts are for the 26 Indian sailors, who were saved but of whom nothing has been said.
- İlk düşüncelerim kurtarılan ancak haklarında hiçbir şey söylenmeyen 26 Hintli denizci içindir.
- If the Czechs remain outside, we will have gained nothing.
- Çekler dışarıda kalırsa hiçbir şey kazanmamış olacağız.
- Nothing is achieved by much talking and putting on great summits and at the same time allocating less money.
- Çok konuşarak ve büyük zirveler düzenleyerek ve aynı zamanda daha az para ayırarak hiçbir şey elde edilemez.
- Transposal under pressure will solve nothing in the long run.
- Baskı altında geçiş uzun vadede hiçbir şeyi çözmeyecektir.
- Nothing would be as intended if too many exceptions were granted.
- Çok fazla istisna tanınırsa hiçbir şey amaçlandığı gibi olmaz.
- Paragraph 14, for example, adds nothing at all to the report.
- Örneğin 14. paragraf rapora hiçbir şey katmamaktadır.
- It is a gift to third-country starch producers, with the European Union receiving nothing in return.
- Üçüncü ülke nişasta üreticilerine bir hediyedir ve Avrupa Birliği karşılığında hiçbir şey almamaktadır.
- Nothing will ever be quite the same again.
- Hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacak.
- Fidel Castro is evidently afraid of nothing so much as his own people.
- Fidel Castro'nun kendi halkı kadar hiçbir şeyden korkmadığı açıktır.
- This situation is too serious for the President-in-Office of the Council to say that nothing can be done.
- Bu durum, Konsey Dönem Başkanı'nın hiçbir şey yapılamayacağını söyleyemeyeceği kadar ciddidir.
- No one can claim they knew nothing about it.
- Hiç kimse bu konuda hiçbir şey bilmediğini iddia edemez.
- It requires improvement as a matter of urgency, but nothing is happening.
- Acil olarak iyileştirilmesi gerekiyor, ancak hiçbir şey olmuyor.
- Then it is quality and price that count, and nothing else matters.
- O zaman önemli olan kalite ve fiyattır, başka hiçbir şeyin önemi yoktur.
- If there are no invoices, then nothing can be paid out.
- Fatura yoksa, hiçbir şey ödenemez.
- The same thing happens every year, yet so far nothing has changed.
- Her yıl aynı şey oluyor, ancak şimdiye kadar hiçbir şey değişmedi.
- Mr President, the clarity of the resolution on which we are now voting leaves nothing to be desired.
- Sayın Başkan, şu anda oylamakta olduğumuz önergenin açıklığı arzu edilen hiçbir şeyi bırakmamaktadır.
- Paragraph 14, for example, adds nothing at all to the report.
- Örneğin 14. Paragraf rapora hiçbir şey katmıyor.
- Time and time again, good intentions are formulated but nothing is implemented.
- Tekrar tekrar, iyi niyetler formüle edilmekte ancak hiçbir şey uygulanmamaktadır.
- We are quite aware that, in these areas, nothing will be done without mobilising society itself.
- Bu alanlarda toplumun kendisi harekete geçirilmeden hiçbir şey yapılamayacağının farkındayız.
- Nothing will be achieved by removing all the bridges to dialogue.
- Diyalog için tüm köprüleri kaldırarak hiçbir şey elde edilemez.
- This situation is too serious for the President-in-Office of the Council to say that nothing can be done.
- Bu durum, Konsey Dönem Başkanı'nın hiçbir şey yapılamayacağını söylemesi için çok ciddidir.
- Unfortunately, to that extent, nothing has changed in the European Union despite a few courageous reports.
- Ne yazık ki birkaç cüretkar rapora rağmen Avrupa Birliği'nde hiçbir şey değişmedi.
- A legal text is nothing independently of the interpretation given of it.
- Bir hukuki metin, ona getirilen yorumdan bağımsız olarak hiçbir şey ifade etmez.
- If we leave it to the goodwill of, let us say, men, nothing will change.
- Diyelim ki, erkeklerin iyi niyetine bırakırsak, hiçbir şey değişmeyecek.
- Its shareholders have lost nothing, however.
- Ancak hissedarları hiçbir şey kaybetmemiştir.
- Parliament decided on this one and a half years ago, but until today the Council has had nothing to say on the subject.
- Parlamento bu konuda bir buçuk yıl önce karar aldı ancak bugüne kadar Konsey'in bu konuda söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
- We have nothing to gain from this barbaric action.
- Bu barbarca eylemden kazanacak hiçbir şeyimiz yok.
- We must welcome the fact that, ultimately, nothing has compromised the conclusion of your work at this late stage.
- Nihayetinde, bu geç aşamada hiçbir şeyin çalışmanızın sonucunu tehlikeye atmamış olmasını memnuniyetle karşılamalıyız.
- There is, alas, nothing of any real substance on the subject of European lists.
- Ne yazık ki, Avrupa listeleri konusunda gerçek anlamda hiçbir şey yok.
- That proves nothing, for the Treaty of Amsterdam has not turned immigration in general into an EU matter.
- Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz çünkü Amsterdam Antlaşması genel olarak göçü bir AB meselesi haline getirmemiştir.
- I am satisfied that everything possible is being done, but nothing can be left to chance.
- Mümkün olan her şeyin yapıldığından eminim ancak hiçbir şey şansa bırakılamaz.
- Nothing is, therefore, to be gained from failing to confront these problems.
- Dolayısıyla, bu sorunlarla yüzleşmemekle elde edilecek hiçbir şey yoktur.
- If there are no invoices, then nothing can be paid out.
- Fatura yoksa hiçbir şey ödenemez.
- The oil in Iraq changes nothing.
- Irak'taki petrol hiçbir şeyi değiştirmez.
- The reason is that this leads to error, and that therefore nothing is gained.
- Bunun nedeni, bunun hataya yol açması ve dolayısıyla hiçbir şey kazanılmamasıdır.
- We all suffer, indeed the whole idea of Europe suffers, if nothing is done.
- Hiçbir şey yapılmazsa hepimiz acı çekeriz, aslında tüm Avrupa fikri acı çeker.
- In fact, there is nothing left of Tampere, Lisbon or Gothenburg.
- Aslında Tampere, Lizbon veya Göteborg'dan geriye hiçbir şey kalmadı.
- But I sat there for hours, and nothing came to mind.
- Ama saatlerce orada oturdum ve aklıma hiçbir şey gelmedi.
- And nothing could cure this little girl.
- Ve bu küçük kızı hiçbir şey iyileştiremezdi.
- Once two sides want to fight, nothing can stop them.
- İki taraf savaşmak isterse hiçbir şey onları durduramaz.
- Once two sides want to fight, nothing can stop them.
- İki taraf savaşmak istediğinde, hiçbir şey onları durduramaz.
- And skimming the cases he worked, nothing stands out.
- Çalıştığı davaları gözden geçirince hiçbir şey göze çarpmıyor.
- Pam, if everybody felt that way, nothing would get done.
- Pam, eğer herkes böyle hissetseydi, hiçbir şey yapılamazdı.
- Aside from life support and simple functions like turbolifts and doors, nothing seems to work.
- Yaşam desteği ve turbo asansörler ve kapılar gibi basit işlevler dışında hiçbir şey çalışmıyor gibi görünüyor.
- Look, all of this means nothing if you're alone.
- Bak, eğer yalnızsan bunlar hiçbir şey ifade etmez.
- Bring the money here in an hour and nothing will happen.
- Parayı bir saat içinde buraya getir, hiçbir şey olmayacak.
- But in those three years, nothing has changed.
- Ama bu üç yılda hiçbir şey değişmedi.
- After what happened today, I feel like nothing's real.
- Bugün olanlardan sonra hiçbir şey gerçek değilmiş gibi geliyor.
- See, Mom, she always bullied me and nothing's changed.
- Gördün mü anne, bana hep zorbalık etti ve hiçbir şey değişmedi.
- As long as I'm by your side, nothing can happen.
- Ben yanınızda olduğum sürece hiçbir şey olamaz.
- And sometimes nothing can mean a lot.
- Ve bazen hiçbir şey çok şey ifade edebilir.
- But nothing is more comfortable than speaking one's own language.
- Ama hiçbir şey insanın kendi dilini konuşmasından daha rahat değildir.
- Everybody goes about their morning routine as if nothing had happened.
- Herkes hiçbir şey olmamış gibi sabah rutinine devam ediyor.
- We judge a work of art by its effect on our sincere and vital emotion, and nothing else.
- Bir sanat eserini samimi ve hayati duygularımız üzerindeki etkisine göre değerlendiririz, başka hiçbir şeye değil.
- Empty space is not nothing, it has its own energy.
- Boş uzay hiçbir şey değildir, kendi enerjisi vardır.
- Whatever I do, it's nothing for you.
- Ne yaparsam yapayım senin için hiçbir şey değil.
- It's not really easy to like something you know nothing about.
- Hakkında hiçbir şey bilmediğin bir şeyi sevmek gerçekten kolay değildir.
- I look at that boy dying, I don't feel nothing.
- Ölen o çocuğa bakıyorum da, hiçbir şey hissetmiyorum.
- I have no idea how to find her, so, nothing.
- Onu nasıl bulacağımı bilmiyorum, yani hiçbir şey.
- You go after him now, he'll give you nothing.
- Şimdi onun peşinden gidersen, sana hiçbir şey vermez.
- But in those three years, nothing has changed.
- Ama bu üç yıl içinde hiçbir şey değişmedi.
- It seems that nothing can be found at this location.
- Görünen o ki bu konumda hiçbir şey bulunamıyor.
- No, man, this was formerly nothing.
- Hayır, dostum, bu eskiden hiçbir şeydi.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahilde yaşıyorsun, güzel bir karın var ve hiçbir şey yeterince iyi değil.
- However, zero represents emptiness or nothing.
- Ancak sıfır boşluğu veya hiçbir şey olmayanı temsil ediyor.
- Bring the money here in an hour and nothing will happen.
- Bana bir saat içinde parayı getirirsen hiçbir şey olmayacak.
- Everybody goes about their morning routine as if nothing had happened.
- Herkes hiçbir şey olmamış gibi sabah rutinlerine devam ediyor.
- Well, according to the scoreboard, it's Alvin one, Bonnie nothing.
- Skor tablosuna göre Alvin bir, Bonnie hiçbir şey.
- My older boy wants nothing to do with his younger brothers.
- Benim büyük oğlum küçük kardeşi ile hiçbir şey yapmak istemiyor.
- We judge a work of art by its effect on our sincere and vital emotion, and nothing else.
- Bir sanat eserini, onun samimi ve hayati duygularımız üzerindeki etkisine göre yargılarız, başka hiçbir şeye göre değil.
- If I had nothing, I would have peace.
- Hiçbir şeyim olmasaydı huzura kavuşurdum.
- This one has no power anywhere, therefore means nothing.
- Bunun hiçbir yerde etkisi yok, bu yüzden hiçbir şey ifade etmiyor.
- When he was with her, nothing seemed to matter anymore.
- Onunla birlikteyken artık hiçbir şeyin önemi yok gibiydi.
- Michelle, nothing that happened in that hurricane shelter was your fault, or had anything to do with you.
- Michelle, o kasırga sığınağında olan hiçbir şey senin hatan değildi ya da seninle bir ilgisi yoktu.
- Pam, if everybody felt that way, nothing would get done.
- Pam, eğer herkes böyle hissetseydi hiçbir şey yapılmazdı.
- After centuries as a delivery boy, nothing surprises me.
- Yüzyıllarca kuryelik yaptıktan sonra, hiçbir şey beni şaşırtmıyor.
- So many days have passed and nothing has been done.
- Günler geçti ve hiçbir şey yapılmadı.
- Every time we get together it's like nothing has changed.
- Ne zaman bir araya gelsek sanki hiçbir şey değişmemiş gibi.
- Everything was nice, clean and nothing was missing.
- Her şey güzeldi, temizdi ve hiçbir şey eksik değildi.
- Vampires, demons, they're nothing compared to what's coming.
- Vampirler, iblisler, gelecek olanla kıyaslandığında hiçbir şey değiller.
- We entertain so many people, it really was less than nothing.
- O kadar çok insanı ağırlıyoruz ki gerçekten de bu hiçbir şey sayılmazdı.
- I wanted to win this so much because I never won nothing.
- Bunu kazanmayı çok istedim çünkü hiçbir şey kazanamadım.
- So if the question is, what connects these two guys, the answer is, nothing.
- Yani bu iki adamı birbirine bağlayan nedir diye soracak olursanız, cevap hiçbir şey.
- Pivotal point in space and perspective meant nothing.
- Uzayda ve perspektifte önemli bir nokta hiçbir şey ifade etmiyordu.
- Bring the money here in an hour and nothing will happen.
- Paraları bir saat içinde buraya getirirsen hiçbir şey olmaz.
- I look at that boy dying, I don't feel nothing.
- Ölen o çocuğa bakıyorum, hiçbir şey hissetmiyorum.
- And now nothing will be restrained from them.
- Ve artık onlardan hiçbir şey esirgenemeyecek.
- Trust me, nothing I've done today has been fun.
- İnanın bana, bugün yaptığım hiçbir şey eğlenceli değildi.
- You've teleported all your life, and nothing's happened.
- Hayatın boyunca ışınlandın ama hiçbir şey olmadı.
- But nothing is more comfortable than speaking one's own language.
- Fakat hiçbir şey insanın kendi dilini konuşmasından daha rahat değil.
- I wanted to win this so much because I never won nothing.
- Bunu kazanmayı çok istedim çünkü daha önce hiçbir şey kazanmadım.
- At that time nothing was more important than this.
- O zamanlar hiçbir şey bundan daha mühim değildi.
- But I sat there for hours, and nothing came to mind.
- Ama orada saatlerce oturdum ve aklıma hiçbir şey gelmedi.
- I mean, after all that, we get nothing!
- Yani, tüm bunlardan sonra, hiçbir şey elde edemiyoruz!
- I feel like nothing in this world is given to you.
- Bu dünyada hiçbir şey sana verilmemiş gibi hissediyorum.
- Beyond it, the map shows a great deal of nothing.
- Bunun ötesinde, harita büyük ölçüde hiçbir şey göstermiyor.
- I hope that we'll continue so, nothing change.
- Umarım böyle devam ederiz, hiçbir şey değişmeden.
- At that time nothing was more important than this.
- O zamanlar hiçbir şey bundan daha önemli değildi.
- Every time we get together it's like nothing has changed.
- Ne zaman bir araya gelsek sanki hiçbir şey değişmemiş gibi oluyor.
- These three men did worse than nothing.
- Bu üç adam hiçbir şey yapmamaktan da kötüsünü yaptı.
- Be grateful for every day when you have nothing hurts.
- Hiçbir şeyin canını yakmadığı her gün için minnettar ol.
- There are just the three of us and he sees nothing.
- Sadece üçümüz varız ve o hiçbir şey görmüyor.
- There is a fine line between everything and nothing.
- Her şey ve hiçbir şey arasında ince bir çizgi vardır.
- When earth discovered the ancient civilizations, they found mostly nothing but remains.
- Dünya antik medeniyetleri keşfettiğinde onlar çoğunlukla kalıntılar dışında hiçbir şey bulamamıştı.
- No, man, this was formerly nothing.
- Hayır dostum, bu önceden hiçbir şeydi.
- You know, you had that one album out and then nothing.
- Biliyorsun, bir albüm çıkardın ve sonra hiçbir şey yapmadın.
- There is a fine line between everything and nothing.
- Her şey ile hiçbir şey arasında ince bir çizgi vardır.
- This is a world you know nothing about.
- Bu, hakkında hiçbir şey bilmediğin bir dünya.
- It did end up raining all day and I regret nothing.
- Bütün gün yağmur yağdı ve hiçbir şeyden pişman değilim.
- Therefore, nothing is more satisfying than being forgiven after a mistake.
- Bu nedenle, hiçbir şey bir hatadan sonra affedilmek kadar tatmin edici olamaz.
- It seems that nothing can be found at this location.
- Görünüşe göre bu yerde hiçbir şey bulunamıyor.
- One takes away from one, and you're left with nothing.
- Biri diğerini götürür ve size de hiçbir şey kalmaz.
- After centuries as a delivery boy, nothing surprises me.
- Yüzyıllar boyunca teslimatçı olarak çalıştıktan sonra hiçbir şey beni şaşırtmıyor.
- An hour ago, nothing that happened felt real to me.
- Bir saat öncesinde, olan hiçbir şey bana gerçek gibi gelmiyordu.
- Be grateful for every day when you have nothing hurts.
- Hiçbir şeyin canını acıtmadığı her güne şükret.
- Nothing can substitute peace in any godly family.
- Hiçbir şey dindar bir ailede huzurun yerini tutamaz.
- Vampires, demons, they're nothing compared to what's coming.
- Vampirler, iblisler, gelecek olanın yanında hiçbir şey.
- So if the question is, what connects these two guys, the answer is, nothing.
- Yani eğer soru bu iki adamı birbirine bağlayan şeyin ne olduğuysa, cevap hiçbir şeydir.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahilde yaşıyorsun, güzel bir karın var ve hiçbir şey yeterli gelmiyor.
- There is nothing left for an honest man in this country.
- Bu ülkede namuslu bir adam için hiçbir şey kalmadı.
- There's nothing to stop us from being together.
- Birlikte olmamıza engel olacak hiçbir şey yok.
- Guesses, but nothing's confirmed.
- Tahminler bunlar, ama hiçbir şey doğrulanmadı.
- And skimming the cases he worked, nothing stands out.
- Ve çalıştığı vakalara göz atıldığında göze çarpan hiçbir şey yok.
- Because it means nothing to you and a lot to me.
- Çünkü bu senin için hiçbir şey, benim içinse çok şey ifade ediyor.
- He has no proof, nothing.
- Kanıtı yok, hiçbir şeyi yok.
- Nothing can cause emotional turbulence like another human being.
- Hiçbir şey başka bir insan gibi duygusal türbülansa neden olamaz.
- Because to be everything, simultaneously means to be nothing.
- Çünkü her şey olmak, aynı zamanda hiçbir şey olmak demektir.
- The consequence is that there appears to be nothing green to be found in this sea of sand.
- Sonuç olarak, bu kum denizinde bulunabilecek yeşil hiçbir şey yok gibi görünüyor.
- Mom, listen, nothing can touch me.
- Anne dinle, hiçbir şey bana dokunamaz.
- Everybody goes about their morning routine as if nothing had happened.
- Herkes hiçbir şey olmamış gibi sabah rutinini sürdürmekte.
- The business of this congress has been to achieve nothing.
- Bu kongrenin işi hiçbir şey başarmamak olmuştur.
- I have been involved in lots of digs all over Italy but nothing has excited me as much as this.
- İtalya'nın her yerinde birçok kazıya katıldım fakat hiçbir şey beni bu kadar heyecanlandırmamıştır.
- And nothing could cure this little girl.
- Ve hiçbir şey bu küçük kızı iyileştiremedi.
- You want to destroy everything and put nothing in its place.
- Her şeyi yok etmek ve yerine hiçbir şey koymamak istiyorsunuz.
- And, when you looked across to see nothing but darkness, you were told that there was another side.
- Ve karşıya bakıp da karanlıktan başka hiçbir şey göremediğinizde size öbür tarafın olduğu söylendi.
- Well, according to the scoreboard, it's Alvin one, Bonnie nothing.
- Skor tabelasına göre, Alvin bir, Bonnie hiçbir şey.
- After centuries as a delivery boy, nothing surprises me.
- Yüzyıllarca kuryelik yaptıktan sonra hiçbir şey beni şaşırtmıyor.
- See, Mom, she always bullied me and nothing's changed.
- Bak anne, bana hep zorbalık yaptı ama hiçbir şey değişmedi.
- Guesses, but nothing's confirmed.
- Tahminler işte, ama hiçbir şey doğrulanmadı.
- And now nothing will be restrained from them.
- Artık onlardan hiçbir şey alıkonulmayacak.
- There's a whole world you know nothing about.
- Hakkında hiçbir şey bilmediğin koca bir dünya var.
- After what happened today, I feel like nothing's real.
- Bugün olanlardan sonra hiçbir şeyin gerçek olmadığını hissediyorum.
- You are standing on an abyss; nothing can be done.
- Bir uçurumun üzerinde duruyorsunuz; yapılacak hiçbir şey yok.
- Outside of physics we know nothing of action at a distance.
- Fizik dışında, uzaktan eyleme ilişkin hiçbir şey bilmiyoruz.
- You know, you had that one album out and then nothing.
- Biliyorsun, o albümü çıkardın ve sonra hiçbir şey.
- Because to be everything, simultaneously means to be nothing.
- Çünkü her şey olmak aynı zamanda hiçbir şey olmamak demektir.
- The job, the insurance, it's nothing next to that.
- İş, sigorta, falan, bunların yanında hiçbir şey.
- When signing the protocols nothing of the kind was seen at all.
- Protokoller imzalanıyorken buna benzer hiçbir şey görülmedi.
- Nothing, in fact six years ago when Magnus was arrested Sonnenfeld was still serving as a justice of the peace.
- Hiçbir şey, aslında altı yıl önce Magnus tutuklandığında Sonnenfeld hâlâ sulh hakimi olarak hizmet ediyordu.
- Our problems are nothing compared to hers.
- Bizim sorunlarımız onunkilerin yanında hiçbir şey değil.
- We come here every week, and nothing.
- Her hafta buraya geliyoruz ama hiçbir şey olmuyor.
- Nothing can substitute peace in any godly family.
- Dindar bir ailede huzurlu olmanın yerini hiçbir şey tutamaz.
- As long as I'm by your side, nothing can happen.
- Ben senin yanında olduğum sürece hiçbir şey olamaz.
- You know, you had that one album out and then nothing.
- Biliyorsun, bir albüm çıkardın ve sonra hiçbir şey olmadı.
- There is nothing left for an honest man in this country.
- Bu ülkede dürüst bir adama göre hiçbir şey kalmadı.
- Pam, if everybody felt that way, nothing would get done.
- Pam, herkes bu şekilde düşünseydi hiçbir şey değişmezdi.
- There's nothing to stop us from being together.
- Birlikte olmamızı engelleyecek hiçbir şey yok.
- One takes away from one, and you're left with nothing.
- Biri diğerini götürür ve elinizde hiçbir şey kalmaz.
- It did end up raining all day and I regret nothing.
- Bütün gün yağmur yağdı ve ben hiçbir şeyden pişman değilim.
- I hope that we'll continue so, nothing change.
- Umarım böyle devam ederiz, hiçbir şey değişmez.
- I feel like nothing in this world is given to you.
- Bu dünyada sana hiçbir şey verilmemiş gibi hissediyorum.
- These three men did worse than nothing.
- Bu üç adam hiçbir şey yapmasalar bile bundan iyiydi.
- They are calm and even-tempered; nothing can make them lose face.
- Onlar sakin ve itidalliler; hiçbir şey onların itibarlarını kaybetmelerine neden olamaz.
- So many days have passed and nothing has been done.
- O kadar gün geçti ve hiçbir şey yapılmadı.
- You want to destroy everything and put nothing in its place.
- Her şeyi yok etmek istiyorsun ve yerine hiçbir şey koymak istemiyorsun.
- It was not so hard to think of nothing.
- Hiçbir şey düşünmemek o kadar da zor değildi.
- Outside of physics we know nothing of action at a distance.
- Fizik dışında uzaktan eylem hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.
- Everything was nice, clean and nothing was missing.
- Her şey güzel ve temizdi, hiçbir şey eksik değildi.
- The consequence is that there appears to be nothing green to be found in this sea of sand.
- Sonuç olarak bu kum denizinde yeşil hiçbir şey bulunmuyor gibi.
- Trust me, nothing I've done today has been fun.
- İnan bana, bugün yaptığım hiçbir şey eğlenceli değildi.
- But in those three years, nothing has changed.
- Fakat bu üç yıl içinde hiçbir şey değişmedi.
- I wanted to win this so much because I never won nothing.
- Bunu kazanmayı çok istedim çünkü daha önce hiçbir şey kazanmamıştım.
- Besides that, nothing, except for a long exile to my room.
- Bunun dışında odama uzun bir sürgün dışında hiçbir şey olmadı.
- I mean, after all that, we get nothing!
- Demek istediğim, bütün bunlardan sonra hiçbir şey elde edemiyoruz!
- Therefore, nothing is more satisfying than being forgiven after a mistake.
- Bu nedenle hiçbir şey bir hatanın ardından affedilmekten daha tatmin edici olamaz.
- If I had nothing, I would have peace.
- Hiçbir şeyim olmasaydı, huzurlu olurdum.
- Nothing, in fact six years ago when Magnus was arrested Sonnenfeld was still serving as a justice of the peace.
- Hiçbir şey, hatta altı yıl önce Magnus tutuklandığında Sonnenfeld hala sulh hakimi olarak görev yapıyordu.
- Aside from life support and simple functions like turbolifts and doors, nothing seems to work.
- Yaşam desteği ve turbo asansörler ve kapılar gibi basit işlevler dışında hiçbir şey işe yaramıyor gibi.
- There is nothing left for an honest man in this country.
- Bu ülkede dürüst bir adam için hiçbir şey kalmadı.
- You will see that this is nothing and that everything is resolved at a completely different level.
- Bunun hiçbir şey olmadığını ve her şeyin bambaşka bir düzeyde çözüldüğünü göreceksiniz.
- The boy was embarrassed, and confessed that he observed nothing.
- Çocuk utandı ve hiçbir şey görmediğini itiraf etti.
- It seems that nothing can be found at this location.
- Görünüşe göre bu konumda hiçbir şey bulunamıyor.
- No, nothing in her could make her do that.
- Hayır, içindeki hiçbir şey ona bunu yaptıramazdı.
- No, man, this was formerly nothing.
- Hayır, dostum, bu eskiden hiçbir şey değildi.
- Besides that, nothing, except for a long exile to my room.
- Bunun dışında, odama uzun bir sürgün dışında hiçbir şey.
- And sometimes nothing can mean a lot.
- Ve bazen hiçbir şey çok şey ifade edemez.
- We entertain so many people, it really was less than nothing.
- O kadar çok insanı ağırlıyorduk ki, gerçekten de hiçbir şey sayılmazdı bu.
- Nothing can substitute peace in any godly family.
- Dindar bir ailede huzurun yerini hiçbir şey tutamaz.
- Is there nothing which is deathless, nothing which does not pass away?
- Ölümsüz olan, göçüp gitmeyen hiçbir şey yok mu?
- Once two sides want to fight, nothing can stop them.
- İki taraf bir kez kavga istediler mi, onları hiçbir şey durduramaz.
- Take them to school, check their homework, nothing.
- Onları okula götürdüm, ödevlerini kontrol ettim, hiçbir şey işte.
- One should write about nothing at all.
- Hiçbir şey hakkında yazmamak gerekir.
- Besides that, nothing, except for a long exile to my room.
- Bunun dışında, hiçbir şey, odamda geçireceğim uzun sürgün haricinde.
- Outside of physics we know nothing of action at a distance.
- Fizik dışında uzaktaki eylemler hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.
- But nothing is more comfortable than speaking one's own language.
- Ama hiçbir şey insanın kendi dilini konuşmasından daha rahat olamaz.
- There are just the three of us and he sees nothing.
- Sadece üçümüz varız ve o hiçbir şeyi görmüyor.
- It did end up raining all day and I regret nothing.
- Bütün gün yağmur yağdı ve ben hiçbir şeyden pişman olmadım.
- You go after him now, he'll give you nothing.
- Şimdi peşinden giderseniz, size hiçbir şey vermez.
- Nothing can cause emotional turbulence like another human being.
- Hiçbir şey başka bir insan gibi duygusal çalkantılara neden olamaz.
- He has no proof, nothing.
- Elinde kanıt yok, hiçbir şey yok.
- You are standing on an abyss; nothing can be done.
- Bir uçurumun üzerinde duruyorsun; bu konuda hiçbir şey yapılamaz.
- You go after him now, he'll give you nothing.
- Şimdi peşine düşersen sana hiçbir şey vermez.
- But I sat there for hours, and nothing came to mind.
- Fakat orada saatlerce oturdum ve aklıma hiçbir şey gelmedi.
- You've teleported all your life, and nothing's happened.
- Hayatın boyunca ışınlanıyordun ve hiçbir şey olmadı.
- No, nothing in her could make her do that.
- Hayır, içindeki hiçbir şey ona bunu yaptıramaz.
- My older boy wants nothing to do with his younger brothers.
- Büyük oğlum küçük kardeşleriyle hiçbir şey yapmak istemiyor.
- The boy was embarrassed, and confessed that he observed nothing.
- Çocuk utandı ve hiçbir şey gözlemlemediğini itiraf etti.
- You will see that this is nothing and that everything is resolved at a completely different level.
- Bunun hiçbir şey olmadığını ve her şeyin tamamen farklı bir düzeyde çözüldüğünü göreceksiniz.
- I am nothing if not a product of my upbringing.
- Yetiştirilme tarzımın bir ürünü değilsem hiçbir şey değilim.
- We've invented nothing, and we don't intend to.
- Hiçbir şey icat etmedik ve etmeye de niyetimiz yok.
- The business of this congress has been to achieve nothing.
- Bu kongrenin işi hiçbir şey elde etmemek oldu.
- There is a fine line between everything and nothing.
- Her şey ile hiçbir şey arasında incecik bir çizgi var.
- We come here every week, and nothing.
- Her hafta buraya geliyoruz ve hiçbir şey yok.
- Nicola was so welcoming and nothing was too much trouble.
- Nicola çok misafirperverdi ve hiçbir şey çok fazla sorun olmuyordu.
- You want to destroy everything and put nothing in its place.
- Her şeyi yok etmek ve yerine hiçbir şey koymamak istiyorsun.
- Because it means nothing to you and a lot to me.
- Çünkü senin için hiçbir şey ifade etmiyor, benim için ise çok şey ifade ediyor.
- Trust me, nothing I've done today has been fun.
- Bugün yaptığım hiçbir şey eğlenceli değildi, inan bana.
- Nothing can cause emotional turbulence like another human being.
- Hiçbir şey, başka bir insan kadar duygusal sarsıntıya sebebiyet vermez.
- Mom, listen, nothing can touch me.
- Anne, dinle, hiçbir şey bana dokunamaz.
- Our problems are nothing compared to hers.
- Onunki ile karşılaştırıldığında bizim sorunlarımız hiçbir şey.
- I have no idea how to find her, so, nothing.
- Onu nasıl bulacağıma dair hiçbir fikrim yok, yani hiçbir şey.
- When he was with her, nothing seemed to matter anymore.
- Onunla birlikteyken hiçbir şey artık önemli değildi.
- After what happened today, I feel like nothing's real.
- Bugün olanlardan sonra, hiçbir şey gerçek değilmiş gibi hissediyorum.
- When he was with her, nothing seemed to matter anymore.
- Onunla birlikteyken artık hiçbir şeyin önemi yoktu.
- Pretend nothing's going on.
- Hiçbir şey olmuyor gibi davran.
- He saw nothing.
- O hiçbir şey görmedi.
- Nothing is ever secure.
- Hiçbir şey daima güvende değildir.
- I regret nothing.
- Hiçbir şey için pişman değilim.
- I fear nothing.
- Hiçbir şeyden korkmam.
- I think she's done nothing well.
- Onun hiçbir şeyi iyi yapmadığını düşünüyorum.
- Nothing is going his way.
- Hiçbir şey onun istediği gibi gitmiyor.
- Nothing else is working.
- Başka hiçbir şey işe yaramıyor.
- I am thinking of nothing but you.
- Senden başka hiçbir şey düşünmüyorum.
- I understood absolutely nothing.
- Hiçbir şey anlamamıştım.
- Tom has nothing to be ashamed of.
- Tom'un utanacak hiçbir şeyi yok.
- It is no use pretending you know nothing about it.
- Bunun hakkında hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmanın faydası yok.
- I have nothing to boast about.
- Hakkında gururlanacağım hiçbir şeyim yok.
- You will gain nothing from doing that.
- Bunu yaparak hiçbir şey elde edemezsin.
- Nothing is to be seen but water.
- Su haricinde hiçbir şey gözükmüyor.
- He who thinks he has learned enough has learned nothing.
- Yeterince öğrendiğini düşünen kişi hiçbir şey öğrenmemiştir.
- Nothing's ever going to change.
- Asla hiçbir şey değişmeyecek.
- I have nothing to eat.
- Yiyecek hiçbir şeyim yok.
- Are you sure there's nothing else to drink?
- İçecek başka hiçbir şey kalmadığına emin misin?
- Strive only for self-interest and nothing else.
- Sadece kendi çıkarlarınız için çaba gösterin ve başka hiçbir şey yapmayın.
- There's nothing Tom can't do.
- Tom'un yapamayacağı hiçbir şey yok.
- Nothing I do is appreciated.
- Yaptığım hiçbir şey takdir edilmiyor.
- Nothing has been thrown away yet.
- Henüz hiçbir şey atılmadı.
- Though he tried hard, nothing changed.
- Çok uğraşmasına rağmen hiçbir şey değişmedi.
- Actually, I know nothing about these plans.
- Aslında bu planlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- I'm sorry, there's nothing I can do.
- Ben üzgünüm, benim yapabileceğim hiçbir şey yok.
- Since the beginning of mankind, nothing has changed and nothing will change.
- İnsanlığın başlangıcından bu yana hiçbir şey değişmedi ve hiçbir şey değişmeyecek.
- It is often said that nothing is more precious than time.
- Genellikle hiçbir şeyin zamandan daha değerli olmadığın söylenilir.
- She knows nothing.
- O hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing is perfect.
- Hiçbir şey kusursuz değildir.
- Tom had nothing to do, so he went home.
- Tom'un yapacak hiçbir şeyi yoktu, o yüzden eve gitti.
- Nothing could be more useful than a copying machine.
- Hiçbir şey bir fotokopi makinesinden daha yararlı olamazdı.
- I know that nothing lasts forever.
- Hiçbir şeyin sonsuza dek sürmeyeceğini biliyorum.
- We Germans fear God, but nothing else in the world.
- Biz Almanlar, dünyada Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayız.
- There was absolutely nothing I could do to save Tom.
- Tom'u kurtarmak için kesinlikle yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
- Nothing transpired between us.
- Aramızda hiçbir şey geçmedi.
- I know absolutely nothing about university.
- Üniversite hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- There's nothing to prevent me from going.
- Gitmemi engelleyecek hiçbir şey yok.
- Nothing that Tom does surprises me anymore.
- Tom'un yaptığı hiçbir şey artık beni şaşırtmıyor.
- I know nothing about chemistry.
- Kimya hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing can force me to give it up.
- Hiçbir şey beni bundan vazgeçmeye zorlayamaz.
- I owe him nothing.
- Ona hiçbir şey borçlu değilim.
- Nothing happens around here after midnight.
- Gece yarısından sonra burada hiçbir şey olmaz.
- Nothing is achieved without struggle.
- Mücadele etmeden hiçbir şey başarılamaz.
- Nothing bothers them.
- Hiçbir şey onları rahatsız etmez.
- I looked around, but saw nothing.
- Etrafa baktım ama hiçbir şey görmedim.
- Nothing could be more absurd.
- Hiçbir şey daha saçma olamaz.
- So far nothing planned, but who knows.
- Şimdiye kadar hiçbir şey planlanmadı ama, kimbilir.
- Tom knows nothing about this matter.
- Tom bu konuda hiçbir şey bilmiyor.
- I looked down and had absolutely nothing to say.
- Yere baktım ve söyleyecek hiçbir şeyim yoktu.
- Nothing could induce him to change his mind.
- Hiçbir şey onu fikrini değiştirmeye ikna edemezdi.
- There's nothing written on this piece of paper.
- Bu kağıtta hiçbir şey yazmıyor.
- For the time being, we need nothing.
- Şimdilik hiçbir şeye ihtiyacımız yok.
- Nothing is impossible for a god.
- Hiçbir şey bir Tanrı için imkansız değildir.
- I have nothing to say right now.
- Şu anda söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- It was probably nothing.
- Muhtemelen hiçbir şeydi.
- There's nothing we need to do.
- Yapmamız gereken hiçbir şey yok.
- She pretended to know nothing about it.
- O konuda hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- Nothing can go wrong.
- Hiçbir şey yanlış gidemez.
- It is strange that you know nothing about her wedding.
- Düğünü hakkında hiçbir şey bilmemen çok garip.
- Nothing is more contemptible than respect that is based on fear.
- Hiçbir şey korkuya dayalı saygıdan daha aşağılık değildir.
- Dan knew nothing about the murders.
- Dan cinayetler hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
- I have nothing to fear.
- Korkacak hiçbir şeyim yok.
- After death my soul turns into nothing.
- Öldükten sonra ruhum hiçbir şeye dönüşmüyor.
- I had nothing to say to him.
- Ona söyleyecek hiçbir şeyim yoktu.
- Nothing comes easy for us.
- Bizim için hiçbir şey kolay gelmiyor.
- It's either everything or nothing.
- Ya her şey ya da hiçbir şey.
- That had nothing to do with anything.
- Bunun hiçbir şeyle ilgisi olmadı.
- I've taken nothing.
- Ben hiçbir şey almadım.
- Everything flows and nothing remains.
- Her şey akar ve hiçbir şey kalmaz.
- They have nothing.
- Hiçbir şeyleri yok.
- Nothing is what it seems.
- Hiçbir şey göründüğü gibi değil.
- Nothing will help.
- Hiçbir şey yardımcı olmaz.
- I have nothing in common with her.
- Onunla ortak hiçbir şeyim yok.
- Nothing scares me anymore.
- Artık hiçbir şey beni korkutmuyor.
- There's nothing worth watching on TV today.
- Bugün TV'de izlemeye değer hiçbir şey yok.
- You're making a big fuss about nothing.
- Hiçbir şey için yaygara koparıyorsun.
- There's nothing going on.
- Giden hiçbir şey yok.
- I'm not resentful, but I also forget nothing.
- Kızgın değilim ama hiçbir şeyi de unutmuyorum.
- You'll find nothing here.
- Burada hiçbir şey bulamayacaksınız.
- Nothing is more valuable than time, but nothing is less valued.
- Hiçbir şey zamandan daha değerli değildir ama hiçbir şey de ondan daha az değerli değildir.
- Nothing but your love can save her now.
- Aşkından başka hiçbir şey onu kurtaramaz artık.
- Nothing makes sense anymore.
- Artık hiçbir şey mantıklı değil.
- Because of the dense fog, nothing could be seen.
- Yoğun sis yüzünden hiçbir şey görünmüyordu.
- Tom is acting as if nothing had happened.
- Tom hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.
- There's nothing out here.
- Burada hiçbir şey yok.
- Nothing can be worse than that.
- Hiçbir şey ondan daha kötü olamaz.
- There's nothing they can do.
- Onların yapabileceği hiçbir şey yok.
- I hope nothing's happened to him.
- Ona hiçbir şey olmadığını umuyorum.
- Nothing that's happened here makes any sense.
- Burada olan hiçbir şey mantıklı değil.
- Nothing is more important than friendship.
- Hiçbir şey arkadaşlıktan daha önemli değil.
- There's nothing I could ever say that would make Tom change his mind.
- Söyleyebileceğim hiçbir şey Tom'un fikrini değiştiremeyecektir.
- Everything flows and nothing stays still.
- Her şey akar ve hiçbir şey sabit kalmaz.
- She saw nothing.
- Hiçbir şey görmedi.
- I told him nothing.
- Ona hiçbir şey söylemedim.
- All my efforts are nothing in comparison with yours.
- Tüm çabalarım seninkilerle karşılaştırıldığında hiçbir şey.
- Tom left nothing to chance.
- Tom hiçbir şeyi şansa bırakmadı.
- We had nothing to do with it.
- Bizim o konuda yapacak hiçbir şeyimiz yoktu.
- Nothing else would be plausible.
- Başka hiçbir şey akla yatkın olmazdı.
- Nothing can save them now.
- Artık onları hiçbir şey kurtaramaz.
- I have nothing against her.
- Ona karşı hiçbir şeyim yok.
- Nothing's going to happen to me.
- Bana hiçbir şey olmayacak.
- True artists scorn nothing; they force themselves to understand instead of judging.
- Gerçek sanatçılar hiçbir şeyi küçümsemez; onlar kendilerini yargılamak yerine anlamak için zorlarlar.
- Nothing has to happen.
- Hiçbir şey olmak zorunda değil.
- Nothing has happened.
- Hiçbir şey olmadı.
- I've taken nothing.
- Hiçbir şey almadım.
- We could see nothing.
- Hiçbir şey göremiyorduk.
- Nothing has been finalized.
- Hiçbir şey kesinleşmedi.
- I've learned nothing from the teacher.
- Öğretmenden hiçbir şey öğrenmedim.
- Nothing seemed out of the ordinary.
- Hiçbir şey olağan dışı görünmüyordu.
- Nothing's going to happen to you.
- Sana hiçbir şey olmayacak.
- I know absolutely nothing about university, so ask someone else.
- Üniversite hakkında hiçbir şey bilmiyorum, o yüzden başkasına sor.
- I'll see what I can do, but I promise you nothing.
- Ne yapabileceğime bakacağım, ama sana hiçbir şey için söz vermiyorum.
- The room was so dark that we could see nothing at all.
- Oda o kadar karanlıktı ki hiçbir şey göremiyorduk.
- Tom is good for nothing.
- Tom'un hiçbir şeye faydası yok.
- Nothing is as difficult as coming up with a simple explanation for something difficult.
- Hiçbir şey zor bir şeye basit bir açıklama getirmek kadar zor değildir.
- There's nothing left to lose.
- Kaybedecek hiçbir şey yok.
- I'm going to do it and nothing else.
- Bundan başka hiçbir şey yapmayacağım.
- There's nothing to think about.
- Hakkında düşünülecek hiçbir şey yok.
- Her excuse added up to nothing.
- Mazereti hiçbir şey ifade etmiyor.
- There's nothing in the trunk.
- Bagajda hiçbir şey yok.
- There's nothing to this.
- Bunda hiçbir şey yok.
- Nothing makes sense.
- Hiçbir şey mantıklı değil.
- Nothing happens unless you make it happen.
- Sen bunu gerçekleştirmezsen hiçbir şey olmaz.
- Nothing ever changes.
- Hiçbir şey asla değişmez.
- Because the personal computer here cannot change the system, nothing can be done.
- Buradaki kişisel bilgisayar sistemi değiştiremediği için hiçbir şey yapılamıyor.
- Everything flows and nothing remains.
- Her şey akar ve geriye hiçbir şey kalmaz.
- She saw nothing.
- O hiçbir şey görmedi.
- Nothing can move him.
- Hiçbir şey onu hareket ettiremez.
- He knows nothing about electronics.
- Elektronik hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- All I know is that I know nothing.
- Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir.
- There's nothing Tom can do to help us.
- Tom'un bize yardım etmek için yapabileceği hiçbir şey yok.
- You have nothing I want.
- Sende istediğim hiçbir şey yok.
- You have nothing.
- Hiçbir şeyin yok.
- Without your consent, nothing can be done about it.
- Senin rızan olmadan, bu konuda hiçbir şey yapılamaz.
- A man can know the price of everything and the value of nothing.
- Bir insan her şeyin fiyatını bilebilir ve hiçbir şeyin değerini bilemez.
- There's nothing back there.
- Orada geride hiçbir şey yok.
- Mary saw nothing.
- Mary hiçbir şey görmedi.
- I break nothing.
- Hiçbir şeyi kırmıyorum.
- It is either Cesar or nothing.
- Ya Cesar ya da hiçbir şey.
- Nothing can stop Fadil from executing his murderous plan.
- Hiçbir şey Fadıl'ı ölümcül planını uygulamaktan alıkoyamaz.
- You added nothing.
- Sen hiçbir şey eklemedin.
- So far nothing has happened.
- Şimdiye kadar hiçbir şey olmadı.
- Nothing's been touched.
- Hiçbir şeye dokunulmadı.
- Nothing much really frightens me.
- Hiçbir şey beni gerçekten korkutmuyor.
- After a long day at work, nothing is better than a good night's sleep.
- İşte geçen uzun bir günün ardından, hiçbir şey iyi bir gece uykusundan daha iyi olamaz.
- They got nothing.
- Ellerinde hiçbir şey yok.
- I know nothing about women.
- Kadınlar hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing is more vivid than a picture.
- Hiçbir şey bir resimden daha canlı değildir.
- She'll say everything and change nothing.
- Her şeyi söyleyecek ama hiçbir şeyi değiştirmeyecek.
- Nothing is as expensive as what one gets for free.
- Hiçbir şey bedavaya alınan kadar pahalı değildir.
- Sami looked around and nothing was there.
- Sami etrafına baktı ama hiçbir şey yoktu.
- Nothing will happen to you.
- Size hiçbir şey olmayacak.
- It is strange that he knows nothing about the matter.
- Onun konuyla ilgili hiçbir şey bilmemesi garip.
- As a matter of fact, I know nothing about it.
- Aslına bakarsanız, bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.
- Are you sure there's nothing left to drink?
- İçecek hiçbir şey kalmadığına emin misin?
- There's nothing for us here.
- Burada bizim için hiçbir şey yok.
- Nothing would tempt me to deceive him.
- Hiçbir şey beni onu kandırmaya teşvik edemez.
- Nothing has been proven yet.
- Henüz hiçbir şey kanıtlanmadı.
- Nothing is achieved without struggle.
- Hiçbir şeye mücadele olmadan ulaşılmaz.
- It's almost dawn and nothing's happened yet.
- Neredeyse şafak sökecek ve henüz hiçbir şey olmadı.
- Apologies mean nothing to me.
- Özür dilemek benim için hiçbir şey ifade etmez.
- There's nothing up here.
- Yukarıda hiçbir şey yok.
- There's nothing I can do here.
- Burada yapabileceğim hiçbir şey yok.
- As for me, I have nothing to say.
- Bana gelince, söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- Nothing's on television.
- Televizyonda hiçbir şey yok.
- You brought nothing.
- Hiçbir şey getirmedin.
- Because the personal computer here cannot change the system, nothing can be done.
- Buradaki kişisel bilgisayar sistemi değiştiremediği için hiçbir şey yapılamaz.
- They suspected nothing.
- Onlar hiçbir şeyden şüphelenmedi.
- I learned nothing from the teacher.
- Öğretmenden hiçbir şey öğrenemedim.
- There's nothing I wouldn't do for you.
- Senin için yapmayacağım hiçbir şey yok.
- So long as I live, you shall want for nothing.
- Ben yaşadığım sürece hiçbir şeyin eksikliğini hissetmeyeceksin.
- Now he has nothing to live for.
- Onun şimdi uğruna yaşayacağı hiçbir şey yok.
- I just hope nothing goes wrong this time.
- Umarım bu sefer hiçbir şey ters gitmez.
- Tom leaves nothing to chance.
- Tom hiçbir şeyi şansa bırakmaz.
- Nothing's going to happen tonight.
- Bu gece hiçbir şey olmayacak.
- I know nothing about robotics.
- Robotik hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- You owe me nothing.
- Bana hiçbir şey borçlu değilsin.
- Tom had nothing to eat yesterday.
- Tom'un dün yiyecek hiçbir şeyi yoktu.
- I have nothing to hide.
- Saklayacak hiçbir şeyim yok.
- He knows nothing about the plan.
- Plan hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing bothers us.
- Hiçbir şey bizi rahatsız etmez.
- Nothing is to be compared to its beauty.
- Hiçbir şey onun güzelliğiyle kıyaslanamaz.
- My life is nothing without you.
- Hayatım sen olmadan hiçbir şeydir.
- Nothing would exist without a creator.
- Hiçbir şey bir yaratıcı olmadan var olmazdı.
- Nothing scares Tom.
- Tom'u hiçbir şey korkutamaz.
- Nothing could be done about that.
- Bu konuda hiçbir şey yapılamaz.
- Nothing could be more reasonable, on the face of it.
- Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- Geometry, about which I know nothing, seems like a very dull subject.
- Hakkında hiçbir şey bilmediğim Geometri çok sıkıcı bir konu gibi görünüyor.
- Nothing can stop me.
- Hiçbir şey beni durduramaz.
- Nothing has changed for generations.
- Nesillerdir hiçbir şey değişmedi.
- They knew nothing.
- Onlar hiçbir şey bilmiyorlardı.
- Even when one looks carefully, they see nothing.
- Dikkatlice baktığında bile hiçbir şey görmüyorlar.
- Nothing else would be plausible.
- Başka hiçbir şey makul olamazdı.
- Nothing can stop me from doing that.
- Hiçbir şey beni bunu yapmaktan alıkoyamaz.
- Nothing is ever right.
- Şu ana kadar hiçbir şey doğru değil.
- There's nothing down there.
- Aşağıda hiçbir şey yok.
- I ask you for nothing.
- Senden hiçbir şey istemiyorum.
- I know nothing about that.
- Bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing is more important than sincerity.
- Hiçbir şey samimiyetten daha önemli değildir.
- There's nothing more Tom can say.
- Tom'un söyleyebileceği daha fazla hiçbir şey yok.
- Everything flows, nothing stands still.
- Her şey akar, hiçbir şey durmaz.
- Their efforts were not for nothing.
- Onların çabaları hiçbir şey için değildi.
- I want nothing from you.
- Senden hiçbir şey istemiyorum.
- There's nothing in here.
- Burada hiçbir şey yok.
- There's nothing else we can do here.
- Burada başka hiçbir şey yapamayız.
- There's nothing I can do that Tom can't.
- Tom'un yapamayacağı hiçbir şeyi ben yapamam.
- Nothing changes from beginning to end.
- Baştan sona hiçbir şey değişmiyor.
- I have nothing.
- Hiçbir şeyim yok.
- Nothing changes from beginning to end.
- Hiçbir şey baştan sona değişmez.
- She spoke as though nothing had happened.
- Sanki hiçbir şey olmamış gibi konuştu.
- You and I will have nothing between us.
- Seninle aramızda hiçbir şey olmayacak.
- Nothing can stop us from doing that.
- Hiçbir şey bizi bunu yapmaktan alıkoyamaz.
- Nothing can travel faster than the speed of light in a vacuum.
- Boşlukta hiçbir şey ışık hızından daha hızlı hareket edemez.
- As you can see for yourselves, nothing has changed in this town after all these years.
- Kendiniz de görebilirsiniz, bunca yıldan sonra bu kasabada hiçbir şey değişmemiş.
- He looked as if nothing had happened.
- Sanki hiçbir şey olmamış gibi görünüyordu.
- Nothing is foolproof to a talented fool.
- Yetenekli bir aptal için hiçbir şey güvenli değidir.
- Nothing can be done.
- Hiçbir şey yapılamaz.
- There's nothing under the chair.
- Sandalyenin altında hiçbir şey yok.
- Nothing's preventing you from leaving.
- Gitmeni hiçbir şey engellemiyor.
- Nothing bothers me.
- Hiçbir şey beni rahatsız etmiyor.
- Nothing is known for sure.
- Hiçbir şey kesin bilinmiyor.
- Nothing is as expensive as what one does in vain.
- Hiçbir şey boşuna yapılanlar kadar pahalı değildir.
- Tom's suicide changes nothing.
- Tom'un intiharı hiçbir şey değiştirmiyor.
- It meant nothing to me.
- O benim için hiçbir şey ifade etmiyordu.
- Don't pretend like nothing's wrong.
- Hiçbir şey yanlış değilmişçesine davranma.
- Nothing has been decided.
- Hiçbir şeye karar verilmedi.
- There's nothing you can say that'll change my mind.
- Fikrimi değiştirecek hiçbir şey söyleyemezsin.
- Nothing is impossible for the man who doesn't have to do it himself.
- Bir şeyi kendisi yapmak zorunda olmayan biri için hiçbir şey imkansız değildir.
- I've got nothing.
- Hiçbir şeyim yok.
- Either you act now or you get nothing.
- Ya şimdi harekete geçersin ya da hiçbir şey alamazsın.
- Nothing's going to change my love for you.
- Sana olan aşkımı hiçbir şey değiştirmeyecek.
- Nothing could prepare Fadil for what happened next.
- Hiçbir şey Fadıl'ı daha sonra olacaklara hazırlayamazdı.
- I know you and you're nothing.
- Seni tanıyorum ve sen hiçbir şeysin.
- There's nothing to talk about.
- Hakkında konuşulacak hiçbir şey yok.
- Nothing would give me greater pleasure.
- Hiçbir şey bana daha büyük bir zevk vermezdi.
- Are you sure nothing's wrong?
- Hiçbir şeyin yanlış olmadığından emin misin?
- Nothing's easy.
- Hiçbir şey kolay değildir.
- We know nothing.
- Hiçbir şey bilmiyoruz.
- I thought nothing could be as bad as cancer.
- Hiçbir şeyin kanser kadar kötü olamayacağını düşünüyordum.
- Believing everything is weakness, and believing nothing is foolishness.
- Her şeye inanmak zayıflıktır ve hiçbir şeye inanmamak aptallıktır.
- There's nothing we can do about that problem.
- Bu sorun hakkında yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
- Nothing else mattered to Tom.
- Tom için başka hiçbir şeyin önemi yoktu.
- Tom got nothing.
- Tom hiçbir şey alamadı.
- Fadil remembers nothing else.
- Fadıl başka hiçbir şey hatırlamıyor.
- The fact is, I have heard nothing about it.
- Aslında, bu konuda hiçbir şey duymadım.
- Tom saw nothing at all.
- Tom hiçbir şey görmedi.
- Thanks for nothing, Tom.
- Hiçbir şey için teşekkürler, Tom.
- Nothing's happening down there.
- Aşağıda hiçbir şey olmuyor.
- Nothing could be more frightening.
- Hiçbir şey daha korkutucu olamazdı.
- Nothing seemed out of the ordinary.
- Hiçbir şey sıra dışı gözükmüyordu.
- You'll feel nothing.
- Hiçbir şey hissetmeyeceksin.
- Nothing will stop him.
- Hiçbir şey onu durduramaz.
- Life is either a daring adventure or nothing.
- Hayat ya cesur bir maceradır ya da hiçbir şey.
- I had nothing to say to them.
- Onlara söyleyecek hiçbir şeyim yoktu.
- I have nothing to say to her.
- Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- Nothing bothers me.
- Hiçbir şey beni rahatsız etmez.
- They continued eating as if nothing had happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi yemeye devam ettiler.
- Nothing we have done today has gone according to plan.
- Bugün yaptığımız hiçbir şey plana göre gitmedi.
- Tom knows nothing.
- Tom hiçbir şey bilmiyor.
- I've got nothing to regret.
- Pişman olacak hiçbir şeyim yok.
- As a matter of fact, I know nothing about it.
- Aslına bakarsan, ben bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.
- You ain't seen nothin' yet.
- Daha hiçbir şey görmedin.
- I hope nothing's been broken.
- Umarım hiçbir şey kırılmamıştır.
- Tom gave Mary nothing.
- Tom Mary'ye hiçbir şey vermedi.
- Nothing in life is easy.
- Hayatta hiçbir şey kolay değildir.
- There's nothing in this closet.
- Bu dolapta hiçbir şey yok.
- Nothing happens by chance.
- Hiçbir şey şans eseri olmaz.
- Nothing could be more useful than a copying machine.
- Hiçbir şey bir fotokopi makinesinden daha işe yarar olamaz.
- Noel knows absolutely nothing about it.
- Noel o konuda hiçbir şey bilmiyor.
- I am human, and I think nothing human is alien to me.
- Ben insanım ve insani olan hiçbir şeyin bana yabancı olmadığını düşünüyorum.
- It's been a while since I've been here, but nothing has changed.
- Buraya geleli uzun zaman oldu ama hiçbir şey değişmedi.
- Nothing can happen to you.
- Sana hiçbir şey olamaz.
- Tom has nothing left to sell.
- Tom'un satacak hiçbir şeyi kalmadı.
- We searched everywhere but found nothing.
- Her yerde aradık, ancak hiçbir şey bulamadık.
- Just act as if nothing has happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi davran.
- There's nothing to negotiate.
- Müzakere edilecek hiçbir şey yok.
- Nothing is final yet.
- Henüz hiçbir şey kesinleşmiş değil.
- Tom is sitting all day in his room accomplishing nothing.
- Tom bütün gün odasında oturup hiçbir şey yapmıyor.
- You brought nothing.
- Sen hiçbir şey getirmedin.
- There's nothing down there.
- Orada hiçbir şey yok.
- Tom claims he knows nothing about Mary.
- Tom, Mary hakkında hiçbir şey bilmediğini iddia etti.
- Knowledge is nothing; imagination is everything.
- Bilgi hiçbir şeydir; hayal gücü her şeydir.
- He that knows nothing, doubts nothing.
- Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şeyden şüphe etmez.
- Nothing got ruined.
- Hiçbir şey mahvolmadı.
- Nothing changed.
- Hiçbir şey değişmedi.
- Nothing else is important right now.
- Şu anda başka hiçbir şey önemli değildir.
- He seems to know nothing about the matter.
- Konu hakkında hiçbir şey bilmiyor gibi görünüyor.
- Nothing ever happens here.
- Burada hiçbir şey olmaz.
- The student is interested in nothing.
- Öğrenci hiçbir şeyle ilgilenmiyor.
- Nothing is given to mortals without effort.
- Çaba göstermeden ölümlülere hiçbir şey verilmez.
- Nothing scares them.
- Hiçbir şey onları korkutmaz.
- Nothing is to be compared to its beauty.
- Hiçbir şey onun güzelliği ile karşılaştırılamaz.
- Nothing comes of nothing.
- Hiçbir şey yoktan var olmaz.
- There's nothing you can say.
- Söyleyebileceğin hiçbir şey yok.
- She knows nothing.
- Hiçbir şey bilmiyor.
- It may just turn out to be nothing.
- Hiçbir şey çıkmayabilir.
- My father's success counts for nothing to me.
- Babamın başarısı benim için hiçbir şey ifade etmiyor.
- I hope nothing's been broken.
- Hiçbir şeyin bozuk olmadığını umuyorum.
- Nothing went wrong.
- Hiçbir şey ters gitmedi.
- Nothing dries more quickly than a tear.
- Hiçbir şey bir gözyaşından daha çabuk kurumaz.
- I've heard nothing.
- Hiçbir şey duymadım.
- Look, nothing's wrong with her.
- Bak, onun hiçbir şeyi yok.
- Nothing we do matters.
- Yaptığımız hiçbir şeyin önemi yok.
- There's nothing down here.
- Burada hiçbir şey yok.
- Nothing is ever right.
- Hiçbir şey doğru değil.
- We looked out the window but saw nothing.
- Pencereden dışarı baktık ama hiçbir şey görmedik.
- Now he has nothing to live for.
- Artık uğruna yaşayacağı hiçbir şey yok.
- Nothing's working.
- Hiçbir şey çalışmıyor.
- Nothing was done.
- Hiçbir şey yapılmadı.
- Tom thought nothing of it.
- Tom hiçbir şey düşünmedi.
- She'll say everything and change nothing.
- O her şeyi söyler ve hiçbir şey değişmez.
- I have nothing else in the world.
- Dünyada başka hiçbir şeyim yok.
- I had nothing to say to Tom.
- Tom'a söyleyecek hiçbir şeyim yoktu.
- I'm bored and I have nothing to do.
- Canım sıkkın ve yapacak hiçbir şeyim yok.
- Nothing but your love can save her now.
- Senin aşkın dışında hiçbir şey onu kurtaramaz.
- Nothing interests me anymore.
- Artık hiçbir şey ilgimi çekmiyor.
- Nothing will change that.
- Hiçbir şey bunu değiştiremez.
- He hasn't studied abroad for nothing.
- O, hiçbir şey için yurtdışında eğitim görmedi.
- Tom knows nothing about Boston.
- Tom, Boston hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing is over yet.
- Henüz hiçbir şey bitmedi.
- There's nothing I could ever say that would make Tom change his mind.
- Tom'un fikrini değiştirmek için söyleyebileceğim hiçbir şey yok.
- She has nothing.
- Onun hiçbir şeyi yok.
- Nothing else mattered to me.
- Benim için başka hiçbir şeyin önemi yoktu.
- They saw nothing.
- Onlar hiçbir şey görmediler.
- Nothing was found.
- Hiçbir şey bulunmadı.
- Nothing will ever separate us again.
- Hiçbir şey bizi bir daha asla ayırmayacak.
- If it were not for water, nothing could live.
- Su olmasaydı, hiçbir şey yaşayamazdı.
- Nothing we have done today has gone according to plan.
- Bugün yaptığımız hiçbir şey plana uygun gitmedi.
- She likes nothing but the best.
- En iyisinden başka hiçbir şeyi sevmez.
- Nothing will happen to you.
- Sana hiçbir şey olmayacak.
- Are you sure there's nothing left to drink?
- İçecek hiçbir şey kalmadığına emin misiniz?
- But for air, nothing could live.
- Hava olmasa hiçbir şey yaşayamaz.
- Nothing seems to make sense anymore.
- Hiçbir şey artık mantıklı görünmüyor.
- We've seen nothing.
- Hiçbir şey görmedik.
- Nothing will make up for his past mistakes.
- Hiçbir şey onun geçmişteki hatalarını telafi edemez.
- We had nothing to lose.
- Kaybedecek hiçbir şeyimiz yoktu.
- Nothing is as it seems.
- Hiçbir şey göründüğü gibi değil.
- An expert is a specialist who knows everything about something and nothing about anything else.
- Eksper, bir şey hakkında her şeyi bilen ve başka hiçbir şey hakkında hiçbir şey bilmeyen uzmana denir.
- Tom has had nothing to eat all day.
- Tom bütün gün hiçbir şey yemedi.
- Nothing is impossible for God.
- Tanrı için hiçbir şey imkansız değildir.
- The room was so dark that we could see nothing at all.
- Oda o kadar karanlıktı ki hiçbir şey göremedik.
- Nothing will happen.
- Hiçbir şey olmayacak.
- Nothing seems to happen around here except on weekends.
- Hafta sonları dışında burada hiçbir şey olmuyor gibi görünüyor.
- I hope nothing goes wrong.
- Umarım hiçbir şey ters gitmez.
- Nothing would make me happier.
- Hiçbir şey beni daha mutlu edemez.
- This is a question about which I know nothing.
- Bu, hakkında hiçbir şey bilmediğim bir soru.
- Nothing surprises me anymore.
- Artık hiçbir şey beni şaşırtmıyor.
- Nothing came of it.
- Ondan hiçbir şey çıkmadı.
- Nothing seems right.
- Hiçbir şey doğru görünmüyor.
- Nothing can stop them.
- Hiçbir şey onları durduramaz.
- You have nothing whatever to feel guilty about.
- Suçluluk hissedecek hiçbir şeyiniz yok.
- Nothing could've made Tom happier.
- Hiçbir şey Tom'u daha mutlu edemezdi.
- Please leave nothing behind.
- Lütfen geride hiçbir şey bırakmayın.
- Nothing out of the ordinary happened.
- Sıra dışı hiçbir şey olmadı.
- There's nothing that you can say that'll change my mind.
- Söyleyeceğin hiçbir şey fikrimi değiştiremez.
- If nothing saves us from death, may love at least save us from life.
- Hiçbir şey bizi ölümden kurtaramıyorsa, bari aşk bizi hayattan kurtarsın.
- There's nothing else to drink.
- İçecek başka hiçbir şey yok.
- There's nothing you can do to help him.
- Ona yardım etmek için yapabileceğin hiçbir şey yok.
- Tom's grandchildren got nothing.
- Tom'un torunlarının hiçbir şeyi yok.
- While the theologians speak, God has nothing to say.
- İlahiyatçılar konuşurken, Tanrı'nın söyleyecek hiçbir şeyi yoktur.
- There seemed to be nothing left to do.
- Yapacak hiçbir şey kalmadı gibi görünüyordu.
- Nothing happens without God's knowledge.
- Hiçbir şey Allah'ın bilgisi olmadan gerçekleşmez.
- Tom said he had eaten nothing, but that wasn't true.
- Tom hiçbir şey yemediğini söyledi ama bu doğru değildi.
- Nothing happens unless you make it happen.
- Sen gerçekleştirmedikçe hiçbir şey olmaz.
- It means nothing to me.
- O benim için hiçbir şey ifade etmiyor.
- Tom had nothing to do yesterday.
- Tom'un dün yapacak hiçbir şeyi yoktu.
- This machine takes your money and gives you nothing in return.
- Bu makine paranı alıyor ve karşılığında hiçbir şey vermiyor.
- It goes without saying that nothing is more important than health.
- Hiçbir şeyin sağlıktan daha önemli olmadığını söylemeye gerek yok.
- Nothing's changed yet.
- Henüz hiçbir şey değişmedi.
- It is nothing to me.
- Benim için hiçbir şey ifade etmiyor.
- Nothing is strange.
- Hiçbir şey tuhaf değil.
- The camera recorded nothing.
- Kamera hiçbir şey kaydetmedi.
- Nothing's been changed.
- Hiçbir şey değiştirilmedi.
- I hope nothing's happened to Tom.
- Umarım Tom'a hiçbir şey olmadı.
- Nothing scares me.
- Hiçbir şey beni korkutmuyor.
- There's nothing Tom can do to help Mary.
- Tom'un Mary'ye yardım etmek için yapabileceği hiçbir şey yok.
- Nothing is new under the sun.
- Hiçbir şey güneşin altında yeni değildir.
- Tom found nothing.
- Tom hiçbir şey bulamadı.
- There's nothing good on television.
- Televizyonda iyi olan hiçbir şey yok.
- Layla remembers absolutely nothing of the assault.
- Layla saldırıyla ilgili hiçbir şey hatırlamıyor.
- Nothing would give me greater pleasure.
- Hiçbir şey bana daha fazla zevk veremez.
- I've got nothing to confess.
- İtiraf edecek hiçbir şeyim yok.
- Nothing has been confirmed yet.
- Henüz hiçbir şey teyit edilmedi.
- There's nothing Tom can do to help me.
- Tom'un bana yardım etmek için yapabileceği hiçbir şey yok.
- I've got nothing to offer you.
- Sana sunacak hiçbir şeyim yok.
- Tom insists nothing has changed.
- Tom hiçbir şeyin değişmediğinde ısrar ediyor.
- God needs nothing.
- Tanrı'nın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.
- We must prepare so that we will regret nothing.
- Hazırlık yapmalıyız ki hiçbir şeyden pişman olmayalm.
- There's nothing in the bucket.
- Kovada hiçbir şey yok.
- Nothing else is important.
- Başka hiçbir şey önemli değil.
- There's nothing in this drawer.
- Bu çekmecede hiçbir şey yok.
- There's nothing that can keep us apart.
- Bizi ayırabilecek hiçbir şey yok.
- There's nothing in the refrigerator.
- Buzdolabında hiçbir şey yok.
- Nothing's good enough for him.
- Hiçbir şey onun için yeterince iyi değil.
- There's nothing physically wrong with Tom.
- Tom'la ilgili fiziksel olarak yanlış olan hiçbir şey yok.
- Nothing much has changed.
- Hiçbir şey değişmedi.
- Nothing is as it used to be.
- Hiçbir şey eskisi gibi değil.
- I know nothing about Tom.
- Tom hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- It's pork or nothing.
- Domuz eti veya hiçbir şey.
- Is nothing sacred?
- Hiçbir şey kutsal değil mi?
- I know nothing about her.
- Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- He has nothing to do.
- Yapacak hiçbir şeyi yok.
- There's nothing you can do for Tom.
- Tom için yapabileceğin hiçbir şey yok.
- They accomplished nothing.
- Onlar hiçbir şey başarmadı.
- Nothing out of the ordinary happened on our trip.
- Gezimizde sıradışı hiçbir şey olmadı.
- Absolutely nothing came easy yesterday.
- Dün hiçbir şey kolay olmadı.
- Tom had nothing to say.
- Tom'un söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
- Without water, nothing could live.
- Su olmadan hiçbir şey yaşayamaz.
- Nothing can change that.
- Hiçbir şey bunu değiştiremez.
- I searched anxiously, but I found nothing.
- Endişeyle aradım ama hiçbir şey bulamadım.
- Layla paid attention to nothing.
- Layla hiçbir şeye dikkatini vermedi.
- Nothing's moving.
- Hiçbir şey hareket etmiyor.
- Nothing could be more misguided.
- Hiçbir şey daha yanlış olamazdı.
- Nothing belongs to us, we are part of everything.
- Hiçbir şey bize ait değildir, her şeyin bir parçasıyız.
- I know nothing about mathematics.
- Matematik hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Tom told Mary there was nothing in the refrigerator.
- Tom Mary'ye buzdolabında hiçbir şey olmadığını söyledi.
- Leave nothing for tomorrow which can be done today.
- Bugün yapabileceğin hiçbir şeyi yarına bırakma.
- It was nothing.
- Hiçbir şey değildi.
- Tom has nothing to contribute.
- Tom'un katkıda bulunacak hiçbir şeyi yok.
- Thank you for nothing.
- Hiçbir şey için teşekkürler.
- Layla and Sami paid attention to nothing except to themselves.
- Leyla ve Sami kendileri hariç hiçbir şeye dikkat etmediler.
- Nothing's wrong.
- Hiçbir şey yanlış değil.
- Actually, I know nothing about these plans.
- Aslına bakarsanız, bu planlara dair hiçbir şey bilmiyorum.
- The truth is that nothing is totally true or false.
- Gerçek şu ki hiçbir şey tamamen doğru ya da yanlış değildir.
- She had nothing else to lose.
- Onun kaybedecek başka hiçbir şeyi yoktu.
- Nothing can spoil the fun.
- Hiçbir şey eğlencenin tadını kaçırtamaz.
- Nothing else has worked.
- Başka hiçbir şey işe yaramadı.
- We left nothing to chance.
- Hiçbir şeyi şansa bırakmadık.
- That proves nothing.
- Bu hiçbir şeyi ispatlamaz.
- Nothing happens by chance.
- Hiçbir şey tesadüfen olmaz.
- Nothing makes me happier than eating good food.
- Hiçbir şey beni iyi yemek yemekten daha mutlu edemez.
- Nothing feels right.
- Hiçbir şey doğru değil.
- Fadil found nothing.
- Fadıl hiçbir şey bulmadı.
- You have nothing whatever to worry about.
- Endişelenecek hiçbir şeyin yok.
- Tom knew nothing about cooking Chinese food.
- Tom Çin yemeği pişirmek hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
- Nothing's going my way today.
- Bugün hiçbir şey istediğim gibi gitmiyor.
- Nothing is as terrible as an earthquake.
- Hiçbir şey bir deprem kadar korkunç değildir.
- Nothing is impossible.
- Hiçbir şey imkansız değildir.
- For three weeks, he ate nothing at all.
- Üç hafta boyunca hiçbir şey yemedi.
- I saw nothing at all.
- Ben hiçbir şey görmedim.
- Nothing's out of order.
- Hiçbir şey bozuk değil.
- She knows nothing about your family.
- Ailen hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing makes any difference.
- Hiçbir şey fark etmez.
- Nothing's good enough for you.
- Hiçbir şey senin için yeterince iyi değil.
- Nothing happens to me.
- Bana hiçbir şey olmaz.
- I paid nothing.
- Ben hiçbir şey ödemedim.
- I have nothing to tell you at this moment.
- Şu anda sana söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- I hope nothing happens to Tom.
- Umarım Tom'a hiçbir şey olmaz.
- He can see nothing without his glasses.
- Gözlüksüz hiçbir şey göremez.
- You answered nothing.
- O hiçbir şeyi cevaplamadı.
- Nothing is good enough for Tom.
- Hiçbir şey Tom için yeterince iyi değil.
- We have nothing to hide here.
- Burada saklayacak hiçbir şeyimiz yok.
- She looked around, but saw nothing.
- Etrafına baktı ama hiçbir şey göremedi.
- I've got nothing left.
- Hiçbir şeyim kalmadı.
- I owed Tom nothing.
- Tom'a hiçbir şey borçlu değilim.
- They have eyes and see nothing.
- Onların gözleri var ve hiçbir şey görmüyorlar.
- That will change nothing.
- Bu hiçbir şeyi değiştirmez.
- Nothing can beat that.
- Bunu hiçbir şey geçemez.
- Tom is acting as if nothing has happened.
- Tom sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.
- Nothing's broken.
- Hiçbir şey kırılmadı.
- I fear nothing.
- Hiçbir şeyden korkmuyorum.
- I'm sure it was nothing.
- Hiçbir şey olmadığına eminim.
- Nothing could please me more.
- Hiçbir şey beni daha fazla memnun edemez.
- Nothing is going on.
- Hiçbir şey olmayacak.
- In this world nothing can be said to be certain, except death and taxes.
- Bu dünyada ölüm ve vergiler hariç hiçbir şeyin kesin olduğu söylenemez.
- Nothing would exist without a creator.
- Yaratıcı olmadan hiçbir şey var olamaz.
- Nothing's changed.
- Hiçbir şey değişmedi.
- I have nothing to be worried about.
- Endişelenecek hiçbir şeyim yok.
- Nothing I do is appreciated.
- Yaptığım hiçbir şey takdir edilmedi.
- Without air, nothing could live.
- Hava olmadan hiçbir şey yaşayamazdı.
- The truth is that nothing is totally true or false.
- Gerçek şu ki, hiçbir şey tamamen doğru ya da yanlış değildir.
- Nothing can save the Governor-General.
- Genel Vali'yi hiçbir şey kurtaramaz.
- Nothing's the same.
- Hiçbir şey aynı değil.
- As long as I live, you shall want for nothing.
- Ben yaşadığım sürece, hiçbir şey istemeyeceksin.
- Nothing happens to me.
- Bana hiçbir şey olmuyor.
- I know nothing in respect of this.
- Bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.
- We have nothing you want.
- İstediğin hiçbir şeye sahip değiliz.
- Better a little than nothing.
- Biraz, hiçbir şeyden daha iyidir.
- She paid nothing.
- Hiçbir şey ödemedi.
- His brother has nothing but computers on his mind.
- Onun erkek kardeşinin aklında bilgisayarlardan başka hiçbir şey yok.
- Tom seemed to expect nothing.
- Tom hiçbir şey beklemiyormuş gibi görünüyordu.
- He professed to know nothing about it.
- Bu konuda hiçbir şey bilmediğini itiraf etti.
- There's nothing going on between me and Tom.
- Benimle Tom arasında olan hiçbir şey yok.
- I know nothing about it.
- Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing can stop you.
- Hiçbir şey seni durduramaz.
- Nothing can spoil the fun.
- Hiçbir şey eğlenceyi bozamaz.
- Nothing could stop him.
- Hiçbir şey onu durduramadı.
- Nothing will help.
- Hiçbir şey fayda etmeyecek.
- Tom knows nothing about Boston.
- Tom Boston hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Tom's got nothing to lose.
- Tom'un kaybedecek hiçbir şeyi yok.
- I've got nothing.
- Benim hiçbir şeyim yok.
- Nothing's sacred.
- Hiçbir şey kutsal değildir.
- It changed nothing.
- Hiçbir şeyi değiştirmedi.
- Tom has nothing to fear.
- Tom'un korkacak hiçbir şeyi yok.
- Tom and Mary have almost nothing in common.
- Tom ve Mary'nin neredeyse ortak hiçbir şeyi yok.
- Nothing seek, nothing find.
- Hiçbir şey aramayan hiçbir şey bulamaz.
- I know nothing.
- Ben hiçbir şey bilmiyorum.
- I want to make sure nothing's broken.
- Hiçbir şeyin kırılmadığından emin olmak istiyorum.
- Nothing could induce him to change his mind.
- Hiçbir şey onun fikrini değiştirmek için onu ikna edemez.
- I hope nothing's wrong.
- Hiçbir şeyin yanlış olmadığını umuyorum.
- Nothing was taken.
- Hiçbir şey alınmadı.
- Nothing will happen to me.
- Bana hiçbir şey olmayacak.
- I thought nothing could be as bad as cancer.
- Hiçbir şeyin kanser kadar kötü olamayacağını düşünmüştüm.
- Tom denied nothing.
- Tom hiçbir şeyi inkar etmedi.
- There's nothing in this room.
- Bu odada hiçbir şey yok.
- Nobody has been forgotten and nothing has been forgotten.
- Kimse unutulmadı ve hiçbir şey unutulmadı.
- There's nothing I wouldn't do for you.
- Senin için yapamayacağım hiçbir şey yok.
- Tom said there's nothing he can do.
- Tom hiçbir şey yapamayacağını söyledi.
- Nothing can stop him.
- Hiçbir şey onu durduramaz.
- Tom tried to act like nothing was wrong.
- Tom hiçbir şey yanlış değilmiş gibi davranmaya çalıştı.
- Nothing could be worse than that.
- Hiçbir şey bundan daha kötü olamaz.
- You borrowed nothing.
- Hiçbir şey ödünç almadınız.
- Tom had nothing to give.
- Tom'un verecek hiçbir şeyi yoktu.
- Nothing else can go wrong.
- Başka hiçbir şey ters gidemez.
- My mother said there was nothing I could do to completely prepare for parenthood.
- Annem, ebeveynliğe tamamen hazırlanmak için yapabileceğim hiçbir şey olmadığını söyledi.
- I have absolutely nothing to do.
- Yapacak hiçbir şeyim yok.
- Nothing would make me happier.
- Hiçbir şey beni daha mutlu edemezdi.
- I only know that I know nothing.
- Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.
- Nothing happens overnight.
- Hiçbir şey bir gecede olmuyor.
- I've got nothing to say to him.
- Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- Nothing is similar to it.
- Hiçbir şey buna benzemez.
- If it were not for air and water, nothing alive would exist.
- Hava ve su olmasaydı, canlı hiçbir şey var olmazdı.
- As a matter of fact, he knows nothing about it.
- Aslına bakarsanız, bu konuda hiçbir şey bilmiyor.
- Though he knew the truth, he told us nothing.
- Gerçeği bildiği halde bize hiçbir şey söylemedi.
- He knows nothing.
- O hiçbir şey bilmiyor.
- Though he knew the truth, he told us nothing.
- Gerçeği bilmesine rağmen, o bize hiçbir şey anlatmadı.
- Nothing will ever change that.
- Hiçbir şey bunu değiştiremeyecek.
- Nothing had really changed.
- Hiçbir şey gerçekten değişmemişti.
- Unfortunately, I know nothing about Go.
- Maalesef go hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing's going to happen.
- Hiçbir şey olmayacak.
- Nothing is given to mortals without effort.
- Hiçbir şey çaba harcamadan ölümlülere verilmez.
- That means nothing to me.
- O benim için hiçbir şey ifade etmiyor.
- Nothing's free.
- Hiçbir şey ücretsiz değil.
- There's nothing I can tell you that you don't already know.
- Sana zaten bilmediğini söyleyebileceğim hiçbir şey yok.
- Nothing else makes sense.
- Başka hiçbir şey mantıklı gelmiyor.
- There was nothing left.
- Hiçbir şey kalmadı.
- Nothing is as useful as a photocopier.
- Hiçbir şey bir fotokopi makinesi kadar kullanışlı değildir.
- Nothing's happening right now.
- Şu anda hiçbir şey olmuyor.
- There's nothing more I can teach you.
- Sana öğretebileceğim daha fazla hiçbir şey yok.
- I know little or nothing about it.
- Bu konuda çok az şey biliyorum ya da hiçbir şey bilmiyorum.
- I thought something was going to happen, but nothing did.
- Bir şeyler olacağını düşünmüştüm ama hiçbir şey olmadı.
- You owe nothing to any of us.
- Herhangi birimize hiçbir şey borçlu değilsin.
- It's pork or nothing.
- Ya domuz eti ya da hiçbir şey.
- On the face of it, nothing could be more reasonable.
- Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- Today's paper contains nothing of importance.
- Bugünkü gazetede önemli hiçbir şey yok.
- He lives for nothing but pleasure.
- O, zevkten başka hiçbir şey için yaşamaz.
- Nothing is as difficult as coming up with a simple explanation for something difficult.
- Hiçbir şey zor bir şey için basit bir açıklama bulmak kadar zor değildir.
- I have nothing to be afraid of.
- Korkacak hiçbir şeyim yok.
- There's nothing better than a delicious meal.
- Hiçbir şey lezzetli bir yemekten daha iyi olmaz.
- I still have nothing.
- Hala hiçbir şeyim yok.
- I know nothing about her.
- Ben onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing is really guaranteed.
- Hiçbir şeyin garantisi yok.
- Join now and pay nothing for a whole year.
- Şimdi katılın ve bir yıl boyunca hiçbir şey ödemeyin.
- Nothing makes Tom happy.
- Tom'u hiçbir şey mutlu edemez.
- Nothing really matters.
- Hiçbir şeyin önemi yok.
- You gain nothing by speaking ill of others.
- Başkaları hakkında kötü konuşarak hiçbir şey kazanamazsın.
- Nothing will happen to us.
- Bize hiçbir şey olmayacak.
- The fact is, I have heard nothing about it.
- Gerçek şu ki, bu konuda hiçbir şey duymadım.
- Nothing is more valuable than good health.
- Hiçbir şey iyi bir sağlıktan daha değerli değildir.
- Sami believes in nothing.
- Sami hiçbir şeye inanmaz.
- Nothing else is important right now.
- Şu anda başka hiçbir şey önemli değil.
- Nothing can be explained.
- Hiçbir şey açıklanamaz.
- We had nothing to eat.
- Yiyecek hiçbir şeyimiz yoktu.
- Our house was broken into last week, but it seems nothing was taken.
- Geçen hafta evimize zorla girildi ama görünüşe göre hiçbir şey alınmamış.
- Mary knows nothing of sewing or knitting.
- Mary dikiş ya da örgü hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing is missing.
- Hiçbir şey eksik değil.
- Nothing here is mine.
- Buradaki hiçbir şey benim değil.
- The fight had settled nothing.
- Kavga hiçbir şeyi çözmedi.
- When you have nothing, aim low; when you get somewhere, aim high.
- Hiçbir şeyiniz yoksa, düşük hedefleyin; bir yere geldiğinizde, yüksek hedefleyin.
- Nothing is more difficult than having something and then losing it.
- Hiçbir şey bir şeye sahip olup sonra onu kaybetmekten daha zor değildir.
- Nothing will be the same.
- Hiçbir şey aynı olmayacak.
- You have nothing to hide, do you?
- Saklayacak hiçbir şeyin yok, değil mi?
- She pretended that she knew nothing about it.
- Bunun hakkında hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- I felt nothing.
- Hiçbir şey hissetmedim.
- Nothing seems to scare you.
- Hiçbir şey seni korkutmuyor gibi görünüyor.
- Tom ate nothing.
- Tom hiçbir şey yemedi.
- Nothing can be produced out of nothing.
- Hiçbir şey yoktan var edilemez.
- After death my soul turns into nothing.
- Ölümden sonra ruhum hiçbir şeye dönüşmüyor.
- Nothing is more precious to her than the brooch.
- Onun için hiçbir şey broştan daha değerli değil.
- Nothing feels right.
- Hiçbir şey doğru gelmiyor.
- Tom looked like he didn't have a care in the world, but nothing could have been further from the truth.
- Tom dünyada hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi görünüyordu ama hiçbir şey gerçeklerden daha farklı olamazdı.
- Without our mistakes we are nothing.
- Hatalarımız olmadan biz hiçbir şeyiz.
- There's nothing that the doctors can do about it.
- Doktorların bu konuda yapabileceği hiçbir şey yok.
- Nothing seems to bother Tom.
- Hiçbir şey Tom'u rahatsız etmiyor gibi görünüyor.
- The highest form of ignorance is to reject something you know nothing about.
- Cehaletin en büyük şekli, hakkında hiçbir şey bilmediğin bir şeyi reddetmektir.
- There's nothing Tom can do.
- Tom'un yapabileceği hiçbir şey yok.
- I've been trying to write something for hours, but nothing comes to my mind.
- Saatlerdir bir şeyler yazmaya çalışıyorum ama aklıma hiçbir şey gelmiyor.
- There's nothing to eat.
- Yiyecek hiçbir şey yok.
- I've got nothing to say right now.
- Şu anda söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- Tom seems interested in nothing else.
- Tom başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor gibiydi.
- Tom soon realized there was nothing he could do to help.
- Tom çok geçmeden yardım etmek için yapabileceği hiçbir şey olmadığını fark etti.
- There's nothing here.
- Burada hiçbir şey yok.
- Even when one looks carefully, they see nothing.
- Biri dikkatlice baktığında bile hiçbir şey göremiyor.
- Nothing ever happens in that old village.
- O eski köyde hiçbir şey olmaz.
- I suspected nothing.
- Ben hiçbir şeyden şüphelenmedim.
- There's nothing you can do to help Tom.
- Tom'a yardım etmek için yapabileceğin hiçbir şey yok.
- Nothing that's happened here makes any sense.
- Burada olan hiçbir şey hiçbir anlam ifade etmiyor.
- The police found nothing to link Dan to the robbery.
- Polis Dan'i soygunla ilişkilendirecek hiçbir şey bulamadı.
- I know it's a major problem, but there's nothing we can do about it.
- Bunun büyük bir sorun olduğunu biliyorum ama bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
- You ain't seen nothin' yet.
- Henüz hiçbir şey görmediniz.
- Nothing ever makes him angry.
- Hiçbir şey, onu kızdırmaz.
- Nothing comes to mind.
- Aklıma hiçbir şey gelmiyor.
- Nothing is beyond your power.
- Hiçbir şey senin gücünün ötesinde değil.
- I'm just an ordinary guy with nothing to lose.
- Ben kaybedecek hiçbir şeyi olmayan sıradan bir adamım.
- Nothing is as precious as love.
- Hiçbir şey aşk kadar değerli değildir.
- You answered nothing.
- Sen hiçbir şeye cevap vermedin.
- All I know is that I know nothing.
- Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğim.
- The cop went through his pockets, but found nothing.
- Polis onun ceplerini aradı ama hiçbir şey bulmadı.
- There's nothing I can do to help Tom.
- Tom'a yardım etmek için yapabileceğim hiçbir şey yok.
- The fact is that he knows nothing about it.
- Gerçek şu ki, bu konuda hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing seems to change.
- Hiçbir şey değişmeyecek gibi görünüyor.
- Nothing is so precious as time.
- Hiçbir şey zaman kadar değerli değildir.
- Nothing's sacred.
- Hiçbir şey kutsal değil.
- We have left nothing out of our book.
- Kitabımızda hiçbir şeyi atlamadık.
- Tom saw nothing.
- Tom hiçbir şey görmedi.
- I feel nothing.
- Ben hiçbir şey hissetmiyorum.
- Our problems are nothing compared to hers.
- Bizim sorunlarımız onunkine kıyasla hiçbir şey.
- Tom has nothing left to prove.
- Tom'un kanıtlayacak hiçbir şeyi kalmadı.
- I have nothing to write.
- Yazacak hiçbir şeyim yok.
- True artists scorn nothing; they force themselves to understand instead of judging.
- Gerçek sanatçılar hiçbir şeyi küçümsemezler; kendilerini yargılamak yerine anlamaya zorlarlar.
- I have nothing to offer but blood, toil, tears and sweat.
- Kan, çaba, gözyaşı ve terden başka verebilecek hiçbir şeyim yok.
- I know nothing in respect of this.
- Ben bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.
- They found nothing suspicious.
- Onlar kuşkulu hiçbir şey bulmadı.
- Nothing Tom said was true.
- Tom'un söylediği hiçbir şey doğru değildi.
- Nothing would persuade him.
- Hiçbir şey onu ikna edemez.
- Nothing's preventing you from leaving.
- Hiçbir şey sizin gitmenizi engellemiyor.
- But now, nothing is left for me.
- Ama artık, benim için hiçbir şey kalmadı.
- Nothing could please us more.
- Hiçbir şey bizi daha fazla memnun edemez.
- Nothing was given to me.
- Bana hiçbir şey verilmedi.
- I know nothing.
- Hiçbir şey bilmiyorum.
- You baked nothing.
- Hiçbir şey pişirmedin.
- Nothing seems real.
- Hiçbir şey gerçek görünmüyor.
- Without air, nothing could live.
- Havasız hiçbir şey yaşayamazdı.
- Nothing is more valuable than love.
- Hiçbir şey sevgiden daha değerli değildir.
- I know nothing about Linux.
- Linux'la ilgili hiçbir şey bilmem.
- Nothing will stop him.
- Onu hiçbir şey durdurmayacak.
- Nothing's going on.
- Hiçbir şey olmuyor.
- As long as you live nothing is final.
- Yaşadığın sürece hiçbir şey nihai değildir.
- We get nothing so cheaply as we want.
- Hiçbir şeyi istediğimiz kadar ucuza alamıyoruz.
- Nothing scares her.
- Hiçbir şey onu korkutmaz.
- Nothing will happen to her.
- Ona hiçbir şey olmayacak.
- Nothing is permanent in this wicked world - not even our troubles.
- Bu kötü dünyada hiçbir şey kalıcı değildir - dertlerimiz bile.
- Tom knew nothing about Mary.
- Tom, Mary hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
- Tom had nothing to lose.
- Tom'un kaybedecek hiçbir şeyi yoktu.
- We looked, but saw nothing.
- Baktık ama hiçbir şey görmedik.
- I'm afraid of nothing.
- Hiçbir şeyden korkmuyorum.
- Nothing is final yet.
- Henüz hiçbir şey kesin değil.
- Nothing lasts forever.
- Hiçbir şey ebediyen sürmez.
- With the exception of virtue, nothing is more excellent than friendship.
- Erdem dışında hiçbir şey dostluktan daha mükemmel değildir.
- From nothing comes nothing.
- Hiçlikten hiçbir şey çıkmaz.
- It seems that nothing has happened.
- Görünüşe göre hiçbir şey olmamış.
- Nothing's going to change my love for you.
- Hiçbir şey sana olan aşkımı değiştiremez.
- I'm afraid there's nothing we can do.
- Korkarım yapabileceğimiz hiçbir şey yok.
- It's like nothing I've ever seen before.
- O daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor.
- I know nothing about music.
- Ben müzik hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing is as precious as love.
- Hiçbir şey sevgi kadar değerli değildir.
- You and I will have nothing between us.
- Senin ve benim aramda hiçbir şey olmayacak.
- Nothing in nature is useless.
- Doğada hiçbir şey işe yaramaz değildir.
- Nothing's good enough for her.
- Hiçbir şey onun için yeterince iyi değil.
- Men know nothing about women.
- Erkekler, kadınlar hakkında hiçbir şey bilmezler.
- Nothing comes easy for us.
- Bizim için hiçbir şey kolay değil.
- Nothing will ever change that.
- Hiçbir şey bunu değiştiremez.
- That's a subject I know nothing about.
- Bu, hakkında hiçbir şey bilmediğim bir konu.
- His acting left nothing to be desired.
- Oyunculuğunda arzu edilen hiçbir şey yoktu.
- Nothing else should matter.
- Başka hiçbir şeyin önemi yok.
- Nothing is being thrown away.
- Hiçbir şey çöpe atılmıyor.
- Nothing can be gained without effort.
- Çaba olmadan hiçbir şey kazanılamaz.
- Nothing is as it seems.
- Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
- There's nothing here for us.
- Burada bizim için hiçbir şey yok.
- Nothing is being thrown away.
- Hiçbir şey atılmıyor.
- Just try to act as if nothing has happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalış.
- Tom pretended to know nothing about it.
- Tom hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- We looked out the window but saw nothing.
- Biz pencereden dışarı baktık ama hiçbir şey görmedik.
- Tom realized there was nothing he could do to help Mary.
- Tom, Mary'ye yardım etmek için yapabileceği hiçbir şey olmadığını fark etti.
- Nothing is strange.
- Hiçbir şey garip değildir.
- Nothing's broken.
- Hiçbir şey bozuk değil.
- Nothing can change that.
- Bunu hiçbir şey değiştiremez.
- Nothing else will fit in the trunk.
- Bagaja başka hiçbir şey sığmayacak.
- Nothing is faster than time.
- Hiçbir şey zamandan daha hızlı değildir.
- They have nothing.
- Onların hiçbir şeyi yok.
- Tom had nothing.
- Tom'un hiçbir şeyi yoktu.
- I had to make sure nothing went wrong.
- Hiçbir şeyin ters gitmediğinden emin olmalıydım.
- You buried nothing.
- Hiçbir şey gömmediniz.
- I deny nothing, but I doubt everything.
- Hiçbir şeyi inkar etmiyorum ama her şeyden şüphe ediyorum.
- Nothing made sense.
- Hiçbir şey mantıklı değildi.
- Nothing is more valuable than health.
- Hiçbir şey sağlıktan daha değerli değildir.
- Tom will stop at nothing to achieve his goal.
- Tom amacına ulaşmak için hiçbir şeyden vazgeçmeyecektir.
- I have nothing against Tom.
- Tom'a karşı hiçbir şeyim yok.
- Nothing can be taken for granted.
- Hiçbir şey sorgusuz sualsiz kabul edilemez.
- Drink everything up, so that nothing remains inside.
- Her şeyi iç, böylece içinde hiçbir şey kalmaz.
- Beyond that, I told Tom nothing.
- Bunun ötesinde, Tom'a hiçbir şey söylemedim.
- Nothing is wrong.
- Hiçbir şey yanlış değil.
- Her family, as a matter of fact, knew nothing about her friends.
- Aslına bakarsanız ailesi de arkadaşları hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
- That was nothing.
- Bu hiçbir şeydi.
- We take nothing for granted.
- Hiçbir şeyi hafife almıyoruz.
- Tom had nothing to drink.
- Tom'un içecek hiçbir şeyi yoktu.
- There's nothing we can't do.
- Yapamayacağımız hiçbir şey yok.
- I have nothing to say with regard to that problem.
- Benim, o sorunla ilgili söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- He who makes no mistakes makes nothing.
- Hiç hata yapmayan biri hiçbir şey yapmayan biridir.
- Nothing is as difficult as explaining something difficult in a simple manner.
- Hiçbir şey zor bir şeyi basit şekilde açıklamak kadar zor değildir.
- It is often said that nothing is more precious than time.
- Sıklıkla hiçbir şeyin zamandan daha değerli olmadığı söylenir.
- I deny nothing, but I doubt everything.
- Hiçbir şeyi inkar etmiyorum, ama her şeyden şüphe ediyorum.
- Nothing's as important as peace.
- Hiçbir şey barış kadar önemli değildir.
- Nothing is final yet.
- Henüz hiçbir şey bitmiş değil.
- Tom had nothing more to lose.
- Tom'un kaybedecek başka hiçbir şeyi yoktu.
- There's nothing else I can do.
- Yapabileceğim başka hiçbir şey yok.
- There's nothing I want from you.
- Senden istediğim hiçbir şey yok.
- Nothing ever happens in this old village.
- Bu eski köyde hiçbir şey olmuyor.
- There's nothing that you can do about it.
- O konuda yapabileceğin hiçbir şey yok.
- Nothing's gonna change my world.
- Hiçbir şey dünyamı değiştirmeyecek.
- Nothing we do matters.
- Yaptığımız hiçbir şeyin önemi yoktur.
- Nothing can be produced out of nothing.
- Hiçbir şey hiçbir şeyden üretilemez.
- We have nothing to lose and everything to gain.
- Kaybedecek hiçbir şeyimiz ve kazanacak her şeyimiz var.
- Nothing ever seems to change around here.
- Buralarda hiçbir şey değişmeyecek gibi görünüyor.
- There's nothing else left to be done.
- Yapılacak başka hiçbir şey kalmadı.
- I have nothing to give Tom.
- Tom'a verecek hiçbir şeyim yok.
- She spoke as though nothing had happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi konuştu.
- Nothing will come easy.
- Hiçbir şey kolay olmayacak.
- Nothing worked for very long.
- Hiçbir şey çok uzun süre işlemedi.
- Nothing's out of order.
- Hiçbir şey yolunda gitmeyecek.
- Nothing is more valuable than love.
- Hiçbir şey aşktan daha değerli değil.
- He caught nothing.
- O hiçbir şey yakalamadı.
- I know nothing about Tom's family.
- Tom'un ailesi hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Is there nothing they can do?
- Onların yapabileceği hiçbir şey yok mu?
- Nothing is planned yet.
- Henüz hiçbir şey planlanmadı.
- They say nothing is impossible.
- Hiçbir şeyin imkansız olmadığını söylüyorlar.
- Nothing's keeping me here anymore.
- Beni artık hiçbir şey burada tutamıyor.
- Nothing can stop us now.
- Artık bizi hiçbir şey durduramaz.
- You ate nothing.
- Hiçbir şey yemedin.
- He went on reading the book as if nothing had happened.
- O sanki hiçbir şey olmamış gibi kitabı okumaya devam etti.
- You buried nothing.
- Sen hiçbir şey gömmedin.
- Without effort, nothing is possible.
- Çaba olmadan, hiçbir şey mümkün değildir.
- There's nothing to be worried about.
- Hakkında kaygılanacak hiçbir şey yok.
- Tom has nothing left.
- Tom'un hiçbir şeyi kalmadı.
- Nothing's happening down there.
- Orada hiçbir şey olmuyor.
- We have nothing.
- Hiçbir şeyimiz yok.
- Nothing ever seems to happen around here.
- Buralarda hiçbir şey olmuyor gibi.
- Let's make sure nothing is wasted.
- Hiçbir şeyin boşa gitmediğinden emin olalım.
- There's nothing else to worried about.
- Hakkında endişelenecek başka hiçbir şey yok.
- Nothing is so difficult that it cannot be studied.
- Hiçbir şey üzerinde çalışılamayacak kadar zor değildir.
- There's nothing in the fridge.
- Buzdolabında hiçbir şey yok.
- He pretended he knew nothing about it.
- Hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- Nothing in nature is useless.
- Doğada hiçbir şey lüzumsuz değildir.
- Nothing is going to stop me from doing that.
- Hiçbir şey beni bunu yapmaktan alıkoyamaz.
- Tom is acting as though nothing had happened.
- Tom sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.
- It is strange that you should know nothing about the matter.
- Bu konu hakkında hiçbir şey bilmemen çok garip.
- Nothing we do seems to matter.
- Yaptığımız hiçbir şeyin önemi yok gibi görünüyor.
- Nothing will happen to them.
- Onlara hiçbir şey olmayacak.
- I owe you all nothing!
- Sana hiçbir şeyi borçlu değilim!
- There's nothing to eat in the kitchen.
- Mutfakta yiyecek hiçbir şey yok.
- Nothing has to happen until you're ready.
- Sen hazır olana kadar hiçbir şey olmak zorunda değil.
- It has resulted in nothing.
- Sonunda hiçbir şey olmadı.
- Nothing is more important in life than health.
- Hayatta hiçbir şey sağlıktan daha önemli değildir.
- There's nothing that Tom can do about that.
- O konuda Tom'un yapabileceği hiçbir şey yok.
- You mean nothing to me.
- Benim için hiçbir şey ifade etmiyorsun.
- I'm sick right now, and nothing is really making me feel better.
- Şu anda hastayım ve hiçbir şey beni gerçekten iyi hissettirmiyor.
- Nothing was found.
- Hiçbir şey bulunamadı.
- Nothing should prevent divorce.
- Hiçbir şey boşanmayı önlememeli.
- There are people who will stop at nothing to get what they want in this life.
- Bu hayatta, istedikleri şeyi elde etmek için hiçbir şeyden çekinmeyecek insanlar var.
- Nothing stays the same.
- Hiçbir şey aynı kalmaz.
- The two premiers had nothing in common.
- İki başbakanın ortak hiçbir şeyi yoktu.
- Nothing happens overnight.
- Hiçbir şey bir gecede olmaz.
- You boiled nothing.
- Sen hiçbir şey kaynatmadın.
- Nothing will be the same.
- Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
- I have nothing to add here.
- Burada ekleyecek hiçbir şeyim yok.
- Tom knows nothing about this matter.
- Tom bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyor.
- Nothing ever happens in this old village.
- Bu eski köyde hiçbir şey olmaz.
- Nothing is forever.
- Hiçbir şey sonsuz değildir.
- She had nothing else in the world.
- Dünyada başka hiçbir şeyi yoktu.
- Tom is acting as if nothing's happened.
- Tom hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.
- There's nothing unusual to report.
- Bildirilecek sıradışı hiçbir şey yok.
- You've accomplished nothing.
- Hiçbir şey başaramadın.
- Nothing is more precious to her than the brooch.
- Ona hiçbir şey broşundan daha değerli değildir.
- Nothing is more boring than traveling long distances by car.
- Hiçbir şey uzun mesafeleri arabayla gitmek kadar sıkıcı olamaz.
- Nothing is more contemptible than respect based on fear.
- Hiçbir şey korkuya dayalı saygıdan daha aşağılık değildir.
- I admit nothing.
- Hiçbir şeyi kabul etmiyorum.
- Nothing seems to work.
- Hiçbir şey işe yaramıyor gibi.
- Right now there's nothing you can do to help.
- Şu an yardım etmek için yapabileceğiniz hiçbir şey yok.
- Tom's suicide changes nothing.
- Tom'un intiharı hiçbir şeyi değiştirmez.
- Nothing disturbs her.
- Hiçbir şey onu rahatsız etmez.
- You carried nothing.
- Sen hiçbir şey taşımadın.
- She has nothing.
- Hiçbir şeyi yok.
- I have nothing to complain about.
- Şikayet edecek hiçbir şeyim yok.
- Fadil told me nothing.
- Fadıl bana hiçbir şeyi söylemezdi.
- There was nothing left.
- Hiçbir şey kalmamıştı.
- Nothing scares us.
- Hiçbir şey bizi korkutmaz.
- They could see nothing.
- Hiçbir şey göremiyorlardı.
- Nature does nothing uselessly.
- Doğa hiçbir şeyi boşuna yapmaz.
- We've got nothing to hide.
- Saklayacak hiçbir şeyimiz yok.
- There was absolutely nothing I could do to save Tom.
- Tom'u kurtarmak için yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
- You brought nothing back.
- Hiçbir şeyi geri getirmediniz.
- There was nothing left in the refrigerator.
- Buzdolabında hiçbir şey kalmamıştı.
- I keep nothing from you.
- Senden hiçbir şey saklamıyorum.
- Nothing is more valuable than friendship.
- Hiçbir şey dostluktan daha değerli değildir.
- Nothing can stop me from doing that.
- Hiçbir şey bunu yapmamı engelleyemez.
- Tom is getting nothing.
- Tom hiçbir şey alamıyor.
- Nothing else is important to Tom.
- Tom için başka hiçbir şey önemli değil.
- Nothing came up.
- Hiçbir şey ortaya çıkmadı.
- Nothing else really matters.
- Başka hiçbir şeyin önemi yok.
- Nothing would've made me happier.
- Hiçbir şey beni daha mutlu edemezdi.
- The right blamed the left and the left blamed the right and in the end nothing changed.
- Sağ solu suçladı, sol sağı suçladı ve sonunda hiçbir şey değişmedi.
- I got nothing to ask.
- Soracak hiçbir şeyim yok.
- Nothing else should matter.
- Başka hiçbir şey önemli olmamalı.
- They knew nothing.
- Hiçbir şey bilmiyorlardı.
- Nothing blew up!
- Hiçbir şey patlamadı!
- I know nothing about this project.
- Bu proje hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
- Nothing really stands out.
- Hiçbir şey göze çarpmıyor.
- Nothing looks familiar.
- Hiçbir şey tanıdık gelmiyor.
Show More (1167)
|
|
- It has nothing to do with enhancing the security of our citizens.
- Vatandaşlarımızın güvenliğini arttırmakla hiçbir ilgisi yoktur.
- I know nothing about this, though, and he has not even been invited.
- Gerçi bu konuda hiçbir bilgim yok ve kendisi davet bile edilmedi.
- This has nothing to do with the effectiveness of a Council Presidency, but exclusively with the structures.
- Bunun Konsey Başkanlığının etkinliğiyle bir ilgisi yoktur, sadece yapılarla ilgilidir.
- GDP growth has nothing to do with sustainability.
- GSYİH büyümesinin sürdürülebilirlikle hiçbir ilgisi yoktur.
- So the workers have nothing to expect from the much-publicised insurance card.
- Dolayısıyla, işçilerin çok tartışılan sigorta kartından bir beklentisi yok.
- The present debate has nothing at all to do with that.
- Mevcut tartışmanın bununla hiçbir ilgisi yoktur.
- There is therefore nothing to abrogate.
- Dolayısıyla yürürlükten kaldırılacak bir şey yok.
- This has nothing to do with international negotiations on services.
- Bunun hizmetlere ilişkin uluslararası müzakerelerle hiçbir ilgisi yoktur.
- There is really nothing more to be said about that matter at present.
- Şu anda bu konu hakkında söylenecek başka bir şey yok.
- It is therefore nothing to do with national thinking only.
- Dolayısıyla bunun sadece ulusal düşünceyle bir ilgisi yoktur.
- So the workers have nothing to expect from the much-publicised insurance card.
- Dolayısıyla işçilerin çok tartışılan sigorta kartından bir beklentisi yok.
- This has nothing to do with the humiliation of Balkan citizens to which the rapporteur refers.
- Bunun, raportörün atıfta bulunduğu Balkan vatandaşlarının aşağılanmasıyla hiçbir ilgisi yoktur.
- That goes back six years and nothing has changed.
- Bu altı yıl öncesine dayanıyor ve değişen bir şey yok.
- As regards Turkey, I have nothing to add, apart from a consideration which I feel I must point out to the House.
- Türkiye ile ilgili olarak, Meclise belirtmem gerektiğini düşündüğüm bir husus dışında ekleyeceğim bir şey yok.
- There is absolutely nothing new here.
- Burada kesinlikle yeni bir şey yok.
- Surely this has nothing to do with the ideas we are trying to put across.
- Elbette bunun anlatmaya çalıştığımız fikirlerle hiçbir ilgisi yok.
- The registration requirements in Directive 2001/18 have nothing to do with the marketing of conventional seed.
- 2001/18 sayılı Direktifte yer alan kayıt gerekliliklerinin geleneksel tohumun pazarlanmasıyla hiçbir ilgisi yoktur.
- There are numerous proposals here and there, but nothing more.
- Burada ve orada çok sayıda teklif var, ancak daha fazlası yok.
- Malta, for which I am the Socialist Group's shadow rapporteur, has nothing to fear.
- Sosyalist Grubun gölge raportörü olduğum Malta'nın korkacak bir şeyi yok.
- This has nothing to do with science.
- Bunun bilimle hiçbir ilgisi yok.
- I have nothing further to add, because that covers a great many issues.
- Ekleyecek başka bir şeyim yok, çünkü bu pek çok konuyu kapsıyor.
- The President-in-Office had nothing of substance to say.
- Dönem Başkanı'nın söyleyecek önemli bir şeyi yoktu.
- Much has been made of women's rights in Afghanistan, but as I said , nothing has changed.
- Afganistan'da kadın hakları konusunda çok şey yapıldı ama dediğim gibi değişen bir şey yok.
- Politics in China have nothing in common with the spirit of the Olympic Games.
- Çin'deki siyasetin Olimpiyat Oyunları ruhuyla hiçbir ortak yanı yoktur.
- The people of the candidate countries therefore have nothing positive to expect as regards their vital interests.
- Dolayısıyla aday ülkelerin halklarının yaşamsal çıkarları açısından olumlu hiçbir beklentileri yoktur.
- This is a tragedy, it has nothing to do with security.
- Bu bir trajedi, bunun güvenlikle hiçbir ilgisi yok.
- This has nothing to do with deregulation, liberalisation or privatisation.
- Bunun deregülasyon, liberalizasyon ya da özelleştirme ile hiçbir ilgisi yoktur.
- That has nothing to do with offering slots.
- Bunun slot teklif etmekle hiçbir ilgisi yok.
- I have nothing further to add.
- Ekleyecek başka bir şeyim yok.
- This is a tragedy, it has nothing to do with security.
- Bu bir trajedidir ve güvenlikle hiçbir ilgisi yoktur.
- It is a European pilot project, and has nothing in common with the US model.
- Bu bir Avrupa pilot projesidir ve ABD modeliyle hiçbir ortak yanı yoktur.
- Stating this fact has nothing to do with a sense of moral superiority or anti-American sentiment.
- Bu gerçeği ifade etmenin ahlaki bir üstünlük duygusu ya da Amerikan karşıtlığı ile hiçbir ilgisi yoktur.
- As others have already said, these death sentences have absolutely nothing to do with the war on terrorism.
- Diğerlerinin de daha önce söylediği gibi, bu idam cezalarının terörizmle savaşla hiçbir ilgisi yoktur.
- This has nothing to do with reality.
- Bunun gerçeklikle hiçbir ilgisi yok.
- Agreeing to take on these burdens is simple and costs nothing.
- Bu yükleri üstlenmeyi kabul etmek basittir ve hiçbir maliyeti yoktur.
- That is what can be said, and I think that everyone understands what is meant, and I have nothing to add.
- Söylenebilecek olan budur ve herkesin ne demek istendiğini anladığını düşünüyorum ve ekleyecek bir şeyim yok.
- The above comments are nothing to do with health and safety, issues which all of us recognise as important.
- Yukarıdaki yorumların, hepimizin önemli olduğunu kabul ettiği sağlık ve güvenlik konularıyla hiçbir ilgisi yoktur.
- That has nothing to do with rights.
- Bunun haklarla hiçbir ilgisi yoktur.
- There is, in principle, nothing new about what we are discussing today.
- Prensipte, bugün tartıştığımız konuda yeni bir şey yok.
- This responsibility belongs to the sovereign States and Community procedures have nothing to do with this area.
- Bu sorumluluk egemen Devletlere aittir ve Topluluk prosedürlerinin bu alanla hiçbir ilgisi yoktur.
- This is nothing to do with the precautionary principle.
- Bunun ihtiyatlılık ilkesi ile hiçbir ilgisi yoktur.
- The school books are nothing to write home about.
- Okul kitapları hakkında yazılacak bir şey yok.
- There is really nothing I can add to that.
- Benim buna ekleyebileceğim bir şey yok.
- The registration requirements in Directive 2001/18 have nothing to do with the marketing of conventional seed.
- 2001/18 sayılı Direktifte yer alan tescil gerekliliklerinin konvansiyonel tohumun pazarlanmasıyla hiçbir ilgisi yoktur.
- Mr Bowis has already described the situation in Uzbekistan, and I have nothing to add.
- Sayın Bowis Özbekistan'daki durumu zaten anlattı, benim ekleyeceğim bir şey yok.
- They therefore have nothing to do with this directive.
- Dolayısıyla bunların bu yönerge ile hiçbir ilgisi yoktur.
- The positions we advocate have nothing to do with subversion.
- Savunduğumuz pozisyonların yıkıcılıkla hiçbir ilgisi yoktur.
- There is of course nothing wrong with the Internet.
- Elbette internetle ilgili yanlış bir şey yok.
- But that has nothing to do with adjustments to the amounts.
- Ancak bunun miktarlardaki ayarlamalarla hiçbir ilgisi yoktur.
- This has absolutely nothing to do with anti-Semitism.
- Bunun antisemitizmle kesinlikle hiçbir ilgisi yoktur.
- This need have nothing whatever to do with the current English High Court proceedings.
- Bunun mevcut İngiliz Yüksek Mahkemesi yargılamaları ile hiçbir ilgisi yoktur.
- It has nothing to do with Islam or the Koran.
- Bunun İslam ya da Kuran ile hiçbir ilgisi yoktur.
- That has nothing to do with this House.
- Bunun, bu Meclis ile hiçbir ilgisi yok.
- It has nothing to do with enhancing the security of our citizens.
- Bunun vatandaşlarımızın güvenliğini arttırmakla hiçbir ilgisi yoktur.
- These issues have nothing to do with the transposition of the Cartagena Protocol into Community law.
- Bu konuların Cartagena Protokolü'nün Topluluk hukukuna aktarılmasıyla hiçbir ilgisi yoktur.
- Kosovo has got nothing at all to do with Macedonia and Iraq.
- Kosova'nın Makedonya ve Irak ile hiçbir ilgisi yoktur.
- There is essentially nothing surprising about the situation today.
- Bugünkü durumda aslında şaşırtıcı bir şey yok.
- I have nothing different to say about it in private than I have said in public.
- Bu konuda özel olarak söyleyeceğim, kamuoyu önünde söylediklerimden farklı bir şey yok.
- It has nothing to do with Islam or the Koran.
- İslam'la ya da Kuran'la hiçbir ilgisi yok.
- It has nothing to do with contraception.
- Doğum kontrolü ile hiçbir ilgisi yoktur.
- This is extraordinary and wage rises had nothing whatsoever to do with it.
- Bu olağanüstü bir durum ve ücret artışlarının bununla hiçbir ilgisi yok.
- As far as the position of one Member State is concerned, the Commission has nothing further to add.
- Bir Üye Devletin tutumu söz konusu olduğunda Komisyonun ekleyeceği başka bir şey yoktur.
- As everyone is in agreement, I have nothing more to add.
- Herkes hemfikir olduğuna göre, ekleyecek başka bir şeyim yok.
- This amendment has nothing to do with stem cell research.
- Bu değişikliğin kök hücre araştırmaları ile hiçbir ilgisi yoktur.
- To say nothing of the totally failing defence effort on the European side.
- Avrupa tarafındaki savunma çabalarının tamamen başarısız olduğunu söylemeye bile gerek yok.
- Nothing but the Charter, in other words, the articles as they are and not as one might like them to be.
- Tüzükten başka bir şey yok, başka bir deyişle, maddeler olduğu gibi, birinin olmasını isteyebileceği gibi değil.
- It has nothing to do with contraception.
- Bunların doğum kontrolü ile bir ilgisi yok.
- This matter therefore has nothing to do with the draft directive at issue.
- Dolayısıyla bu konunun söz konusu taslak direktifle hiçbir ilgisi yoktur.
- This has nothing to do with making inland waters off limits; it is a move towards reducing costs.
- Bunun iç suları yasak hale getirmekle bir ilgisi yoktur; bu, maliyetleri azaltmaya yönelik bir hamledir.
- But that has nothing to do with the fact that southern African elephants should not be moved back into Appendix I.
- Ancak bunun Güney Afrika fillerinin Ek I'e geri alınmaması gerektiği gerçeğiyle hiçbir ilgisi yoktur.
- That is pandering to the lobby and has nothing to do with the cultural discrepancies that exist between our peoples.
- Bu lobiye yaranmaktır ve halklarımız arasında var olan kültürel farklılıklarla hiçbir ilgisi yoktur.
- That has nothing to do with this House.
- Bunun bu Meclis ile hiçbir ilgisi yok.
- Have nothing to do with this, Prime Minister!
- Bununla hiçbir ilginiz yok Sayın Başbakan!
- I have nothing further to add.
- Ekleyeceğim başka bir şey yok.
- There is virtually nothing moving on that front.
- Bu konuda neredeyse hiçbir gelişme yok.
- I have nothing further to say to the Council.
- Konseye söyleyecek başka bir şeyim yok.
- On the other hand, there's nothing unusual about a retainer.
- Diğer taraftan, uşak konusunda olağandışı bir durum yok.
- I told you, nothing in particular.
- Söyledim sana, özel bir durum yok.
- On the other hand, there's nothing unusual about a retainer.
- Öte yandan, hizmetlide olağandışı bir şey yok.
- No, we're out for a lovely walk, nothing suspicious about that.
- Hayır, güzel bir yürüyüşe çıktık, bunda şüphelenilecek bir şey yok.
- This does nothing to help economic growth.
- Bunun ekonomik büyümeye hiçbir faydası yoktur.
- I told you, nothing in particular.
- Size söyledim, özel bir durum yok.
- There's nothing I wouldn't say I like more than the black market.
- Karaborsadan daha çok sevdiğim bir şey yok.
- Nothing ticked off my mom more than having people come into the house with dirty shoes.
- İnsanların eve kirli ayakkabılarla girmesi kadar annemi kızdıran başka bir şey yoktur.
- Pivotal point in space and perspective meant nothing.
- Uzaydaki ve perspektifteki dönüm noktasının hiçbir anlamı yoktu.
- Therefore, nothing is more satisfying than being forgiven after a mistake.
- Bu nedenle, bir hata sonrası affedilmek kadar tatmin edici bir durum yoktur.
- Look, all of this means nothing if you're alone.
- Bak, eğer yalnızsan bütün bunların hiçbir anlamı yok.
- There's nothing to stop us from being together.
- Beraber olmamızı engelleyecek bir durum yok ortada.
- There's nothing inside of you that knows what that meant.
- Bunun ne anlama geldiğini zerre kadar bildiğiniz yok.
- Well, since I have nothing to tell you.
- Madem sana söyleyecek bir şeyim yok.
- This one has no power anywhere, therefore means nothing.
- Bunun hiçbir yerde tesiri yok, dolayısıyla hiçbir anlamı da yok.
- Like I said, it's nothing serious as of yet.
- Dediğim gibi, henüz ciddi bir şey yok.
- I hope it's nothing too dangerous.
- Umarım fazla tehlikeli bir durum yoktur.
- Look, all of this means nothing if you're alone.
- Bakın, eğer yalnızsanız tüm bunların hiçbir anlamı yok.
- Take them to school, check their homework, nothing.
- Onları okula götürün, ödevlerini kontrol edin, başka şey yok.
- Whatever I do, it's nothing for you.
- Ne yaparsam yapayım, senin için bir anlamı yok.
- On the other hand, there's nothing unusual about a retainer.
- Öte yandan, bir hizmetçide olağandışı bir yön yok.
- Like I said, it's nothing serious as of yet.
- Dediğim gibi henüz ciddi bir durum yok.
- I told you, nothing in particular.
- Sana söyledim, özel bir şey yok.
- What happened today was nothing short of a coup.
- Bugün olanların darbeden farkı yoktu.
- Like I said, it's nothing serious as of yet.
- Dediğim gibi, henüz önemli bir durum yok.
- What happened today was nothing short of a coup.
- Bugün olanların darbeden hiçbir farkı yoktu.
- A few girlfriends, nothing serious.
- Birkaç kız arkadaş falan, ciddi bir şey yok.
- What happened in that room means nothing in the real world.
- O odada olanların gerçek dünyada hiçbir anlamı yok.
- The cycle repeats, nothing new here.
- Bu süreç devam ediyor, burada yeni bir durum yok.
- No, we're out for a lovely walk, nothing suspicious about that.
- Hayır, güzel bir yürüyüşe çıktık, bunda şüpheli bir şey yok.
- The cycle repeats, nothing new here.
- Döngü tekrarlanıyor, burada yeni bir şey yok.
- There's nothing inside of you that knows what that meant.
- Bunun ne anlama geldiğinden şu kadarcık haberiniz yok.
- What happened in that room means nothing in the real world.
- O odada yaşananların gerçek dünyada hiçbir anlamı yok.
- Well, since I have nothing to tell you.
- E madem size söyleyecek bir şeyim yok.
- No, we're out for a lovely walk, nothing suspicious about that.
- Hayır, hoş bir yürüyüşe çıktık, bunda şüpheli bir durum yok.
- When signing the protocols nothing of the kind was seen at all.
- Protokoller imzalandığı zaman da bu tarz bir durum yoktu.
- The cycle repeats, nothing new here.
- Döngü tekrar ediyor, burada yeni bir şey yok.
- It's a chronic condition and probably nothing serious.
- Bu kronikleşmiş bir durum ve muhtemelen ciddi bir mesele yoktur.
- You are standing on an abyss; nothing can be done.
- Bir uçurumun üzerinde duruyorsun; yapılacak bir şey yok.
- There seemed to be nothing to do.
- Yapacak bir şey yok gibiydi.
- I have nothing to do with this accident.
- Bu kaza ile ilgim yok.
- I've got nothing to hide.
- Saklayacak bir şeyim yok.
- I have nothing to complain about.
- Şikâyet edecek bir şeyim yok.
- You have nothing whatever to be embarrassed about.
- Hakkında mahcup olacağın herhangi bir şey yok.
- There's really nothing more to say.
- Söyleyecek başka bir şey yok.
- I have nothing to open the can with.
- Kutuyu açacak bir şeyim yok.
- You've got nothing to be scared of.
- Korkacak bir şeyin yok.
- You have nothing to be jealous of.
- Kıskanacak bir şeyin yok.
- There's nothing you can do for Tom.
- Tom için yapabileceğin bir şey yok.
- That's nothing you need to worry about.
- Bu konuda endişelenmenize gerek yok.
- He had nothing to say, so he went away.
- Söyleyecek bir şeyi yoktu, o yüzden gitti.
- There's nothing more to discuss.
- Tartışacak başka bir şey yok.
- I have nothing to do now.
- Şu anda yapacak bir şeyim yok.
- I have nothing more to add.
- Ekleyecek başka bir şeyim yok.
- You've got nothing to complain about.
- Şikayet edecek bir şeyin yok.
- You've got nothing to be afraid of.
- Korkacak bir şeyin yok.
- There's nothing we need to do today.
- Bugün yapmamız gereken bir şey yok.
- Layla had nothing in common with her parents.
- Leyla'nın, anne ve babası ile hiçbir ortak yanı yoktu.
- I have nothing to say on this matter.
- Benim bu konuda söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing to this.
- Bunda bir şey yok ki.
- Tom ate the last slice of bread so Mary had nothing to eat.
- Tom son dilim ekmeği yedi bu yüzden Mary'nin yiyecek bir şeyi yoktu.
- We had nothing better to do.
- Yapacak daha iyi bir şeyimiz yoktu.
- There's nothing you can do to stop Tom from going to Boston.
- Tom'u Boston'a gitmekten vazgeçirmek için yapabileceğin bir şey yok.
- There's nothing we can do except wait.
- Beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.
- There's nothing Tom hates more than lying.
- Tom'un yalan söylemekten daha çok nefret ettiği bir şey yoktur.
- There's nothing more to add.
- Ekleyecek başka bir şey yok.
- This has nothing to do with what happened here last week.
- Bunun geçen hafta burada olanlarla hiçbir ilgisi yok.
- This costs nothing.
- Hiçbir maliyeti yok.
- I had nothing to do with the matter.
- Benim bu konuyla hiçbir alakam yok.
- It has nothing to do with Tom.
- Bunun Tom'la bir ilgisi yok.
- What you're saying now has nothing to do with the question.
- Şu anda söylediğin şeyin soruyla hiçbir ilgisi yok.
- Tom has nothing on his mind but his model train set.
- Tom'un aklında model tren setinden başka bir şey yok.
- There's nothing unusual about that.
- Bunda olağan dışı bir şey yok.
- Tom had nothing to do.
- Tom'un yapacak bir şeyi yoktu.
- He has nothing to do with it.
- Onunla hiçbir ilgisi yok.
- That has nothing to do with you.
- Bunun seninle bir ilgisi yok.
- There's nothing to discuss.
- Tartışacak bir şey yok.
- There's nothing interesting on the moon.
- Ay'da ilginç bir şey yok.
- There's nothing I like as much as the smell of roses.
- Güllerin kokusu kadar çok hoşlandığım bir şey yok.
- There's nothing going on here.
- Burada bir şey olduğu yok.
- I have nothing to do today.
- Bugün yapacak bir şeyim yok.
- I've got nothing to say to you.
- Sana söyleyecek bir şeyim yok.
- I have nothing to do with the crime.
- Suçla hiçbir alakam yok.
- He has nothing to do with the matter.
- Onun meseleyle hiçbir ilgisi yok.
- They've got nothing this sophisticated.
- Onların bu kadar sofistike bir şeyi yok.
- I have nothing to do with the case.
- Durum ile bir ilgim yok.
- I've got nothing to do with this.
- Bununla hiçbir ilgim yok.
- There's nothing I can do.
- Yapabileceğim bir şey yok.
- Tom had nothing to do with the scandal.
- Tom'un skandalla bir ilgisi yoktu.
- Tom has nothing to be scared of.
- Tom'un korkacak bir şeyi yok.
- You have nothing to fear.
- Korkacak bir şeyin yok.
- Tom had nothing more to lose.
- Tom'un kaybedecek başka bir şeyi yoktu.
- Nothing is wrong with Tom.
- Tom'un hiçbir sorunu yok.
- Tom had nothing else to lose.
- Tom'un kaybedecek başka bir şeyi yoktu.
- There's nothing Tom can do to help us.
- Tom'un bize yardım etmek için yapabileceği bir şey yok.
- There's nothing better to do.
- Yapacak daha iyi bir şey yok.
- Is there nothing better to do?
- Yapacak daha iyi bir şey yok mu?
- There's nothing you could've done to prevent that from happening.
- Onun olmasını engellemek için yapabileceğin bir şey yok.
- Nothing's wrong with my French.
- Benim Fransızcamda bir şey yok.
- There's absolutely nothing wrong with this.
- Bunda kesinlikle yanlış bir şey yok.
- There's nothing more to tell.
- Anlatacak başka bir şey yok.
- I still have nothing to talk about.
- Hala konuşacak bir şeyim yok.
- There's nothing you can do.
- Yapabileceğin bir şey yok.
- There's nothing going on between me and Tom.
- Ben ve Tom arasında süren bir şey yok.
- She had nothing against alcohol.
- Alkolle hiçbir sorunu yokmuş.
- Nothing's keeping me here anymore.
- Artık beni burada tutan bir şey yok.
- There's nothing wrong with admitting that you're afraid.
- Korktuğunu itiraf etmekte yanlış bir şey yok.
- There's nothing in here but a lot of useless junk.
- Burada yararsız bir sürü ıvır zıvırdan başka bir şey yok.
- You two have nothing in common.
- Siz ikinizin ortak bir şeyi yok.
- I have nothing to do with the crime.
- Suçla bir ilgim yok.
- It has nothing to do with us.
- Bizimle hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing you can do to stop me.
- Beni durdurmak için yapabileceğin bir şey yok.
- Nothing's wrong with me.
- Benim bir sorunum yok.
- This has nothing to do with your question.
- Bunun sorunuzla bir ilgisi yok.
- It had nothing to do with us.
- Onun bizimle ilgisi yoktu.
- We have nothing to talk about.
- Hakkında konuşacak bir şeyimiz yok.
- There's nothing for you to worry about.
- Hakkında endişeleneceğin bir şey yok.
- They had nothing to eat.
- Yiyecek bir şeyleri yoktu.
- You have nothing to be afraid of.
- Korkacak bir şey yok.
- Tom had nothing else to do.
- Tom'un yapacak başka bir şeyi yoktu.
- There's really nothing else to say.
- Söyleyecek başka bir şey yok.
- There's nothing illegal about creating a shell company.
- Paravan şirket kurmanın yasa dışı bir yanı yok.
- That's nothing to be ashamed of.
- Bunda utanılacak bir şey yok.
- There's nothing wrong, I hope.
- Umarım yanlış bir şey yok.
- She bought the old table for next to nothing.
- Eski masayı yok pahasına satın aldı.
- Tom had nothing to do with the theft.
- Tom'un hırsızlıkla hiçbir ilgisi yoktu.
- I had nothing to do with what happened here today.
- Bugün burada olanlarla hiçbir ilgim yoktu.
- There's nothing in the trunk.
- Sandıkta bir şey yok.
- She had nothing else to lose.
- Kaybedecek başka bir şeyi yoktu.
- There's nothing I want to say to you.
- Sana söylemek istediğim bir şey yok.
- Nothing is as pleasant as a walk in the morning.
- Sabah yürüyüşü kadar keyifli bir şey yok.
- Nothing seek, nothing find.
- Aradığın yoksa, bulacağın da yoktur.
- Tom and Mary have absolutely nothing in common.
- Tom'un ve Mary'nin ortak hiçbir özelliği yok.
- There's nothing in here but these boxes.
- Burada bu kutulardan başka bir şey yok.
- I have nothing to say with regard to that problem.
- Bu sorunla ilgili olarak söyleyecek bir şeyim yok.
- I have nothing else to wear.
- Giyecek başka bir şeyim yok.
- I had nothing to do with the accident.
- Kazayla bir ilgim yoktu.
- I have nothing to do with that crime.
- O suçla hiçbir alakam yok.
- Tom had nothing to hide.
- Tom'un gizleyecek bir şeyi yoktu.
- It was nothing less than a miracle.
- Bir mucizeden aşağı kalır yanı yoktu.
- As far as I can tell, there's nothing medically wrong with Tom.
- Bildiğim kadarıyla Tom'un tıbbi bir sorunu yok.
- I've got nothing to do today.
- Bugün yapacak bir şeyim yok.
- There's nothing wrong with this bicycle.
- Bu bisiklette bir sorun yok.
- I have nothing on.
- Üzerimde bir şey yok.
- You have nothing to fear but fear itself.
- Korkunun kendisinden başka korkacak bir şeyin yok.
- There's nothing wrong, I hope.
- Umarım bir sorun yoktur.
- She has nothing to do with the matter.
- Onun konu ile hiçbir ilişkisi yok.
- There's nothing Tom would rather do.
- Tom'un yapmayı tercih ettiği bir şey yok.
- That kind of behavior has nothing to do with me.
- Bu tür bir davranışın benimle bir ilgisi yok.
- I have nothing to do with Tom.
- Tom'la bir alakam yok.
- Tom has nothing to fear.
- Tom'un korkacak bir şeyi yok.
- Tom had nothing to say.
- Tom'un söyleyecek bir şeyi yoktu.
- There's nothing wrong.
- Yanlış bir şey yok.
- That has nothing to do with this.
- Bununla hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing we can do for Tom.
- Tom için yapabileceğimiz bir şey yok.
- I had nothing to do with the group.
- Grupla hiçbir ilgim yoktu.
- She had nothing to do with it.
- Onun onunla bir ilgisi yoktu.
- There's nothing Tom can do to help Mary.
- Mary'ye yardım etmek için Tom'un yapabileceği bir şey yok.
- I have nothing to offer but blood, toil, tears and sweat.
- Kan, emek, gözyaşı ve terden başka sunacak bir şeyim yok.
- We had nothing to eat.
- Yiyecek bir şeyimiz yoktu.
- I had nothing to do with what happened here today.
- Bugün burada olanlarla hiçbir ilgim yok.
- I have nothing to do with that case.
- O davayla bir ilgim yok.
- There's absolutely nothing romantic between us.
- Aramızda kesinlikle romantik bir şey yok.
- It had nothing to do with that.
- Onunla hiçbir ilgisi yok.
- That has nothing to do with him.
- Bunun onunla bir ilgisi yok.
- There's nothing that would please me more.
- Beni daha fazla memnun edecek bir şey yok.
- I got nothing to ask.
- Soracak bir şeyim yok.
- Tom has nothing to be ashamed of.
- Tom'un utanacak bir şeyi yok.
- There's nothing more I can do here.
- Burada yapabileceğim daha fazla bir şey yok.
- You've got nothing to complain of.
- Şikayet edecek bir şey yok.
- There's nothing on the table.
- Masada bir şey yok.
- Tom had nothing to do with getting Mary fired.
- Tom'un Mary'nin kovulmasıyla bir ilgisi yoktu.
- I had nothing to do with that situation.
- Benim o durumla bir ilgim yoktu.
- There's nothing better than a good novel.
- İyi bir romandan daha iyi bir şey yok.
- I have nothing to apologize for.
- Özür dileyecek bir şeyim yok.
- They have nothing to eat.
- Yiyecek bir şeyleri yok.
- It had nothing to do with me.
- Benimle hiçbir ilgisi yoktu.
- I have nothing to tell you at this moment.
- Şu anda size söyleyecek bir şeyim yok.
- Tom seems to have nothing to do again.
- Tom'un yine yapacak bir şeyi yok gibi görünüyor.
- Tom had nothing else to say.
- Tom'un söyleyecek başka bir şeyi yoktu.
- It has nothing to do with this.
- Bununla hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing we can do except wait.
- Beklemek dışında yapabileceğimiz bir şey yok.
- I sure hope there's nothing wrong with it.
- Umarım yanlış bir şey yoktur.
- We have nothing to lose and everything to gain.
- Kaybedecek bir şeyimiz yok ve kazanacak her şeyimiz var.
- The two premiers had nothing in common.
- İki başbakanın hiçbir ortak noktası yoktu.
- You have nothing to fear anymore.
- Artık korkacak bir şeyiniz yok.
- For my part, I have nothing to say about it.
- Kendi adıma, bu konuda söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing to tell.
- Anlatacak bir şey yok.
- There's nothing left for me here.
- Burada benim için bırakılmış bir şey yok.
- I have nothing to live for.
- Yaşamak için bir şeyim yok.
- Tom had nothing to add.
- Tom'un ekleyeceği bir şey yok.
- There's nothing better than a delicious meal.
- Lezzetli bir yemekten daha iyi bir şey yoktur.
- There's nothing to be concerned about.
- Hakkında endişelenecek bir şey yok.
- Dreaming costs nothing.
- Düş görmenin hiçbir maliyeti yoktur.
- His brother has nothing but computers on his mind.
- Kardeşinin aklında bilgisayardan başka bir şey yok.
- There's nothing worse than loneliness.
- Yalnızlıktan daha kötü bir şey yoktur.
- He had nothing to tell.
- Anlatacak bir şeyi yoktu.
- We have nothing else to eat.
- Yiyecek başka bir şeyimiz yok.
- I have nothing to add to the conversation.
- Konuşmaya ekleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing we can do tonight.
- Bu gece yapabileceğimiz bir şey yok.
- You two have nothing in common.
- İkinizin hiçbir ortak noktası yok.
- I guess I have nothing to lose.
- Sanırım kaybedecek bir şeyim yok.
- It has nothing to do with you.
- Seninle hiçbir ilgisi yok.
- I have nothing to do with Tom.
- Tom'la hiçbir alakam yok.
- I had nothing to do with what happened.
- Olanlarla hiçbir ilgim yok.
- There's nothing else we need to do.
- Yapmamız gereken başka bir şey yok.
- I'm sorry, but there's nothing I can do.
- Üzgünüm ama yapabileceğim bir şey yok.
- It has nothing to do with her.
- Onunla hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing you can do about it.
- Bu konuda yapabileceğin bir şey yok.
- There's nothing more painful than losing one's child.
- İnsanın çocuğunu kaybetmesinden daha acı bir şey yoktur.
- There's nothing more we can do here.
- Burada yapabileceğimiz daha fazla bir şey yok.
- There's nothing funny about that.
- Bunda komik bir şey yok.
- I've got nothing to report.
- Bildirecek bir şeyim yok.
- If what Tom told me is true, then we have nothing to worry about.
- Tom'un bana söylediği doğruysa, öyleyse hakkında endişe edecek bir şey yok.
- There's nothing out of the ordinary.
- Sıra dışı bir şey yok.
- When he opened the door he had nothing on but the TV.
- Kapıyı açtığında TV dan başka açık bir şeyi yoktu.
- There's nothing you can do to help.
- Yardım etmek için yapabileceğin bir şey yok.
- There's nothing else in the drawer.
- Çekmecede başka bir şey yok.
- Tom has nothing in common with Mary.
- Tom'un Mary ile hiçbir ortak yanı yoktur.
- We have nothing in common.
- Bizim ortak bir şeyimiz yok.
- She had nothing else to drink.
- İçecek başka bir şeyi yoktu.
- There's nothing more painful than losing one's child.
- Birisinin evladını kaybetmesinden daha acı bir şey yoktur.
- I'm bored and I have nothing to do.
- Sıkıldım ve yapacak bir şeyim yok.
- Otherwise he had nothing to add.
- Bunun dışında, onun ekleyecek bir şeyi yoktu.
- There's absolutely nothing wrong with what you did.
- Yaptığın şeyde kesinlikle yanlış bir şey yok.
- Tom has nothing to apologize for.
- Tom'un özür dileyecek bir şeyi yok.
- We have nothing at all in common.
- Hiçbir ortak noktamız yok.
- There's nothing you can do about it.
- Bunun hakkında yapabileceğin bir şey yok.
- I have nothing to forgive you for.
- Seni affedecek bir şeyim yok.
- There's nothing in this closet.
- Bu dolapta bir şey yok.
- There's nothing we can't do.
- Yapamayacağımız bir şey yok.
- There's nothing the matter with Tom.
- Tom'un bir sorunu yok.
- Nothing's wrong with Tom.
- Tom'un bir şeyi yok.
- Tom had nothing to eat.
- Tom'un yiyecek bir şeyi yoktu.
- I've got nothing to lose.
- Kaybedecek bir şeyim yok.
- I have nothing particular to say.
- Söyleyeceğim özel bir şey yok.
- There's nothing I like as much as the smell of roses.
- Gül kokusu kadar sevdiğim bir şey yok.
- There's nothing worth watching on TV today.
- Bugün televizyonda izlemeye değer bir şey yok.
- There's nothing in here.
- Burada bir şey yok.
- Tom has nothing to do here.
- Tom'un burada yapacak bir işi yok.
- There's nothing inside.
- İçeride kimse yok.
- There's nothing to report.
- Bildirecek bir şey yok.
- There's nothing you can say.
- Söyleyebileceğin bir şey yok.
- You have nothing whatever to feel guilty about.
- Hakkında suçlu hissedeceğin herhangi bir şey yok.
- I have nothing to say right now.
- Şu anda söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing more you can do for me.
- Benim için yapabileceğin daha fazla bir şey yok.
- I have nothing to lose.
- Kaybedecek bir şeyim yok.
- There's really nothing more we can do.
- Gerçekten yapabileceğimiz başka bir şey yok.
- You have absolutely nothing to fear.
- Kesinlikle korkacak bir şey yok.
- Tom and I have nothing in common.
- Tom ve benim hiçbir ortak noktamız yok.
- Is there nothing else?
- Başka bir şey yok mu?
- I have nothing to say.
- Söyleyecek bir şeyim yok.
- We have absolutely nothing in common.
- Hiçbir ortak noktamız yoktu.
- I have nothing more to add.
- Ekleyecek daha fazla bir şeyim yok.
- When you feel tired, there's nothing better than a bath.
- Yorgun hissettiğinde bir banyodan daha iyi bir şey yoktur.
- There's nothing more fun for me to do than to talk with him.
- Benim için onunla konuşmaktan daha eğlenceli yapacak bir şey yok.
- I have nothing to live for.
- Uğruna yaşayacak bir şeyim yok.
- Nothing's wrong with the engine, but my car won't move.
- Motorda bir sorun yok ama arabam hareket etmiyor.
- It has nothing to do with him.
- Onunla hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing more to be said.
- Söylenecek daha fazla bir şey yok.
- There's nothing much to buy.
- Alacak çok şey yok.
- You have nothing to be sorry about.
- Üzgün olmanı gerektirecek bir şey yok.
- It has nothing to do with that.
- Bunun onunla bir ilgisi yok.
- There's nothing I wish for more than this.
- Bundan daha fazla istediğim bir şey yok.
- As far as I am concerned, I have nothing to say.
- Bildiğim kadarıyla, söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing wrong with you.
- Senin bir sorunun yok.
- There's nothing better than a good cup of coffee to start off the day.
- Güne başlamak için iyi bir fincan kahveden iyisi yoktur.
- He had nothing to say, so he left.
- Söyleyecek bir şeyi yoktu, bu yüzden o gitti.
- There's nothing to eat in the kitchen.
- Mutfakta yiyecek bir şey yok.
- I have nothing to say to either of you.
- İkinize de söyleyecek bir şeyim yok.
- He who doesn't work has nothing to eat.
- Çalışmayan birinin yiyecek bir şeyi yoktur.
- Nothing much.
- Çok şey yok.
- There's nothing going on between Tom and Mary.
- Tom ve Mary arasında bir şey yok.
- There's nothing more I can do here.
- Burada yapabileceğim başka bir şey yok.
- Don't pretend like nothing's wrong.
- Hiçbir sorun yokmuş gibi davranma.
- I'm sorry, there's nothing more I can do for you.
- Üzgünüm, sizin için yapabileceğim başka bir şey yok.
- As far as I know, she has nothing to do with that scandal.
- Bildiğim kadarıyla, onun o skandalla hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing wrong with this plan.
- Bu planda yanlış bir şey yok.
- There's nothing to report.
- Rapor edilecek bir şey yok.
- There's nothing to it.
- Bunda bir şey yok.
- There's nothing any of us can do for Tom now except let him die with dignity.
- Artık Tom için yapabileceğimiz bir şey yok, onurlu bir şekilde ölmesine izin vermekten başka.
- Tom had nothing to do with the kidnapping.
- Tom'un kaçırılma olayıyla hiçbir ilgisi yoktu.
- There's nothing else.
- Başka bir şey yok.
- There's nothing much to see here.
- Burada görmek için çok fazla bir şey yok.
- There's nothing to be done here.
- Burada yapılacak bir şey yok.
- You have nothing to fear anymore.
- Artık korkacağın bir şey yok.
- I've got nothing against it.
- Buna bir itirazım yok.
- We have nothing to lose.
- Kaybedecek bir şeyimiz yok.
- Layla had nothing in common with her parents.
- Layla'nın ailesiyle hiçbir ortak noktası yoktu.
- I've nothing to give.
- Verecek bir şeyim yok.
- There's nothing wrong with admitting that you're afraid.
- Korktuğunu itiraf etmede yanlış bir şey yok.
- There's nothing more we can do for Tom.
- Tom için yapabileceğimiz daha fazla bir şey yok.
- We can do nothing but wait for a while until the seats are available.
- Koltuklar boşalana kadar bir süre beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.
- There's nothing more to tell.
- Söylenecek daha fazla bir şey yok.
- He had nothing to say, so he left.
- Söyleyecek bir şeyi yoktu, o yüzden gitti.
- That has nothing to do with what we're talking about.
- Onun bahsettiğimiz şeyle bir ilgisi yok.
- I have nothing to offer.
- Önerecek bir şeyim yok.
- As far as I can tell, there's nothing medically wrong with Tom.
- Bildiğim kadarıyla Tom'un tıbben bir sorunu yok.
- There's nothing more to talk about.
- Konuşacak başka bir şey yok.
- There's nothing as precious as love.
- Aşk kadar değerli bir şey yoktur.
- There's nothing better than a few bottles of good red wine drunk with good friends.
- İyi arkadaşlarla içilecek birkaç şişe iyi kırmızı şaraptan daha iyi bir şey yok.
- They have nothing in common.
- Onların ortak bir şeyi yok.
- Tom had nothing more to lose.
- Tom'un kaybedecek bir şeyi yoktu.
- I have nothing to do with that crime.
- O suçla bir ilgim yok.
- There's nothing I can do about that.
- Bu konuda yapabileceğim bir şey yok.
- It means nothing to me.
- Benim için hiçbir anlamı yok.
- We have nothing to be afraid of.
- Korkacak bir şeyimiz yok.
- There's nothing good on television now.
- Şu anda televizyonda iyi bir şey yok.
- You know nothing, Tom Jackson.
- Bir halt bildiğin yok Tom Jackson.
- There's nothing else to do.
- Yapacak başka bir şey yok.
- There's nothing to do in this city.
- Bu şehirde yapacak bir şey yok.
- I have nothing for you.
- Sana verecek bir şeyim yok.
- Nothing is more contemptible than respect that is based on fear.
- Korkuya dayalı saygıdan daha aşağılık bir şey yoktur.
- I'm sorry, there's nothing I can do to help.
- Üzgünüm, yardım etmek için yapabileceğim bir şey yok.
- There seemed to be nothing we could do to help.
- Yardım etmek için yapabileceğimiz bir şey yok gibi görünüyordu.
- There's nothing else to drink.
- İçecek başka bir şey yok.
- Although communication and excommunication sound similar, they have absolutely nothing to do with one other.
- İletişim ve aforoz kulağa benzer gelse de, birbirleriyle kesinlikle hiçbir ilgileri yok.
- It's nothing to worry about.
- Endişelenecek bir şey yok.
- There's nothing you can do about that.
- Bu konuda yapabileceğin bir şey yok.
- I have nothing to share.
- Paylaşacak bir şeyim yok.
- Tom had nothing more to add.
- Tom'un ekleyecek başka bir şeyi yoktu.
- There's nothing harder than a diamond.
- Elmastan daha sert bir şey yoktur.
- There's nothing much to buy.
- Satın alacak pek bir şey yok.
- Popularity has nothing to do with it.
- Popülerliğin bununla bir ilgisi yok.
- So-so, nothing special.
- Şöyle böyle, özel bir şey yok.
- It's nothing to be sorry about.
- Bunda üzülecek bir şey yok.
- I have nothing in particular to say about this situation.
- Bu durum hakkında özellikle söyleyecek bir şeyim yok.
- She has nothing to do with the matter.
- Konuyla hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing I wish for more than this.
- Bundan daha çok istediğim bir şey yok.
- That had nothing to do with me.
- Bunun benimle bir ilgisi yok.
- There's nothing more to be done.
- Yapılacak daha fazla bir şey yok.
- We have nothing else.
- Başka bir şeyimiz yok.
- There's nothing surprising about that.
- Bunda şaşılacak bir şey yok.
- I have nothing to say to her.
- Ona söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing more to be done.
- Yapılacak başka bir şey yok.
- I have nothing in particular to say about this situation.
- Bu durum hakkında söyleyecek özel bir şeyim yok.
- I had nothing better to do.
- Yapacak daha iyi bir şeyim yoktu.
- There's nothing more you can do.
- Yapabileceğin başka bir şey yok.
- Is there nothing they can do?
- Yapabilecekleri bir şey yok mu?
- We have nothing but some moldy bread.
- Biraz küflü ekmekten başka bir şeyimiz yok.
- I have nothing to do with him.
- Onunla ilgim yok.
- There's nothing better than a good novel.
- İyi bir romandan iyisi yoktur.
- Nothing in life is as important as friendship.
- Hayatta dostluk kadar önemli bir şey yoktur.
- There's nothing more I can teach you.
- Sana öğretebileceğim başka bir şey yok.
- Tom had nothing to do with the theft.
- Tom'un hırsızlıkla bir ilgisi yoktu.
- That has nothing to do with what we're talking about.
- Bunun konuştuğuklarımızla hiçbir ilgisi yok.
- I have nothing further to say.
- Söyleyecek başka bir şeyim yok.
- There's nothing in there.
- Orada bir şey yok.
- There's nothing to think about.
- Düşünecek bir şey yok.
- There's nothing Tom would rather do.
- Tom'un yapmayı tercih edeceği bir şey yok.
- That has nothing to do with it.
- Onun bununla ilgisi yok.
- I have nothing else worth saying.
- Söylemeye değer başka bir şeyim yok.
- We have nothing further to say to each other.
- Birbirimize söyleyecek daha fazla bir şeyimiz yok.
- I have nothing to be afraid of.
- Korkacak bir şeyim yok.
- If she didn't see you then there’s nothing to worry about.
- Eğer sizi görmediyse endişelenecek bir şey yok demektir.
- Tom had nothing more to add.
- Tom'un ekleyecek daha fazla şeyi yoktu.
- I still have nothing to talk about.
- Hâlâ hakkında konuşacak bir şeyim yok.
- I have nothing to hide.
- Saklayacak bir şeyim yok.
- He and I have nothing in common.
- Onunla hiçbir ortak noktamız yok.
- For the moment there's nothing in particular I need to be doing.
- Şu an için yapmam gereken özellikle bir şey yok.
- They've got nothing this sophisticated.
- Ellerinde bu kadar sofistike bir şey yok.
- Mary has nothing to hide.
- Mary'nin saklayacak bir şeyi yok.
- There's nothing to it.
- Yapacak bir şey yok.
- Have you nothing to say to me?
- Bana söyleyecek bir şeyin yok mu?
- I'm sorry, there's nothing I can do for you.
- Üzgünüm, senin için yapabileceğim bir şey yok.
- There's nothing more to be said.
- Söylenecek başka bir şey yok.
- There's nothing to apologize for.
- Özür dileyecek bir şey yok.
- I have nothing in common with him.
- Onunla ortak bir şeyim yok.
- There's nothing we can do about it.
- Bu konuda yapabileceğimiz bir şey yok.
- There's nothing to eat around here.
- Buralarda yiyecek bir şey yok.
- There's nothing physically wrong with you.
- Senin fiziksel bir sorunun yok.
- I have nothing to do with the scandal.
- Skandalla hiçbir ilgim yok.
- I have nothing special to say.
- Söyleyecek özel bir şeyim yok.
- I have nothing to say on this matter.
- Bu konuda söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing more Tom can do here.
- Tom'un burada yapabileceği fazla bir şey yok.
- There's nothing else you can do.
- Yapabileceğin başka bir şey yok.
- There's nothing wrong with renting.
- Kiralamada bir sorun yok.
- We have nothing further to say to each other.
- Birbirimize söyleyecek başka bir şeyimiz yok.
- There's nothing more to talk about.
- Hakkında konuşacak daha fazla bir şey yok.
- I have nothing to do.
- Yapacak bir şeyim yok.
- It had nothing to do with me.
- Onun benimle ilgisi yoktu.
- He had nothing to do with the case.
- Davayla hiçbir ilgisi yoktu.
- We had nothing to do with it.
- Bizim bununla bir ilgimiz yok.
- He has nothing to do with the matter.
- Onun bu konuyla hiçbir ilgisi yok.
- There's nothing more we can do.
- Yapabileceğimiz başka bir şey yok.
- That has nothing to do with us.
- Bunun bizimle bir ilgisi yok.
- Nothing's wrong with us.
- Bizde bir sorun yok.
- I have nothing in particular to say about this problem.
- Bu sorun hakkında söyleyecek özel bir şeyim yok.
- Nothing's the matter.
- Hiçbir sorun yok.
- We had nothing in common.
- Hiçbir ortak noktamız yoktu.
- You have nothing to lose.
- Kaybedecek bir şeyin yok.
- There's nothing going on between us.
- Bizim aramızda devam eden bir şey yok.
- It had nothing to do with that.
- Bunun onunla bir ilgisi yoktu.
- I suppose we have nothing to lose.
- Sanırım kaybedecek bir şeyimiz yok.
- There's nothing I'd like more than to spend the afternoon with you.
- Öğleden sonrayı seninle geçirmekten daha çok istediğim bir şey yok.
- There's nothing to be concerned about.
- Endişelenecek bir şey yok.
- I had nothing to say.
- Söyleyecek bir şeyim yoktu.
- I've got nothing to say.
- Söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing more I can do for Tom.
- Tom için yapabileceğim başka bir şey yok.
- I have nothing to do with the matter.
- Benim mesele ile bir ilgim yok.
- That has nothing to do with any of this.
- Bunun olanlarla hiçbir ilgisi yok.
- You've got nothing to complain of.
- Şikayet edecek bir şeyin yok.
- Nothing is wrong with you.
- Senin hiçbir sorunun yok.
- There's nothing to tell.
- Söyleyecek bir şey yok.
- There's nothing for us to do here.
- Burada yapabileceğimiz bir şey yok.
- Nothing is more pleasant than taking a rest after hard work.
- Çok çalıştıktan sonra dinlenmekten daha keyifli bir şey yoktur.
- I have nothing more to say on the subject.
- Bu konuda söyleyecek başka bir şeyim yok.
- We have nothing better to do.
- Yapacak daha iyi bir şeyimiz yok.
- There's nothing to investigate.
- Soruşturulacak bir şey yok.
- There's nothing to do but wait.
- Beklemekten başka yapacak bir şey yok.
- I have nothing to say against it.
- Buna karşı söyleyecek bir şeyim yok.
- I have nothing to do with this matter.
- Benim bu konuyla hiçbir ilgim yok.
- There's nothing strange about it.
- Bunda garip bir şey yok.
- She has nothing in common with him.
- Onunla hiçbir ortak noktası yok.
- Education has nothing to do with age.
- Eğitimin yaşla hiçbir ilgisi yoktur.
- There's nothing to understand.
- Anlayacak bir şey yok.
- I have nothing to open the can with.
- Teneke kutuyu açacak bir şeyim yok.
- Tom had nothing to do, so he went home.
- Tom'un yapacak bir şeyi yoktu, bu yüzden eve gitti.
- I have nothing to declare.
- Beyan edecek bir şeyim yok.
- Nothing special.
- Özel bir şey yok.
- I had nothing to do with it.
- Benim bununla hiçbir ilgim yok.
- My house is so insulated, heating costs almost nothing.
- Evim o kadar yalıtımlı ki, ısınma masrafı neredeyse yok.
- There's nothing to see.
- Görecek bir şey yok.
- There's nothing wrong with the plan.
- Planda yanlış bir şey yok.
- I understand your concerns but I have nothing to do about it.
- Endişelerinizi anlıyorum ama bu konuda yapacak bir şeyim yok.
- There's nothing that can be done.
- Yapılabilecek bir şey yok.
- You and I have nothing to talk about.
- Seninle konuşacak bir şeyimiz yok.
- There's really nothing more we can do.
- Gerçekten yapabileceğimiz daha fazla bir şey yok.
- I have nothing against her.
- Ona karşı bir şeyim yok.
- There's nothing you can do to stop Tom from going to Boston.
- Tom'un Boston'a gitmesini engellemek için yapabileceğin bir şey yok.
- There's nothing the matter.
- Bir sorun yok.
- We really had nothing to lose.
- Kaybedecek bir şeyimiz yoktu.
- There's nothing new under the sun.
- Gök kubbenin altında yeni bir şey yok.
- Tom's got nothing to lose.
- Tom'un kaybedecek bir şeyi yok.
- I have nothing particular to say.
- Söyleyecek belirli bir şeyim yok.
- This issue has nothing to do with you.
- Bu konunun seninle bir ilgisi yok.
- There's nothing unusual to report.
- Rapor edilecek olağandışı bir şey yok.
- That has nothing to do with me.
- Onun benimle ilgisi yok.
- Sami had nothing to do with it.
- Sami'nin bununla hiçbir ilgisi yoktu.
- There's nothing to be done about it.
- Bu konuda yapılacak bir şey yok.
- I have nothing to do with this crime.
- Benim bu suçla bir ilgim yok.
- I have nothing to do with this matter.
- Bu hususla hiçbir ilgim yok.
- I've got nothing else to do.
- Yapacak başka bir şeyim yok.
- I have nothing to do with this crime.
- Benim bu suçla hiçbir ilgim yok.
- There's nothing I can do about it.
- Bu konuda yapabileceğim bir şey yok.
- There's nothing to do here.
- Burada yapacak bir şey yok.
- As far as I know, she has nothing to do with that scandal.
- Bildiğim kadarıyla, onun skandalla bir ilgisi yok.
- This has nothing to do with me.
- Bunun benimle bir ilgisi yok.
- There's nothing to make such a fuss about.
- Bu kadar yaygara koparacak bir şey yok.
- Tom has nothing to worry about.
- Tom'un endişelenecek bir şeyi yok.
- There's nothing that Tom can do about that.
- Tom'un bu konuda yapabileceği bir şey yok.
- I had nothing to do with the accident.
- Kazayla hiçbir alakam yoktu.
- I'm afraid there's nothing we can do.
- Korkarım yapabileceğimiz bir şey yok.
- Sami has nothing to do with that person.
- Sami'nin o kişiyle hiçbir ilgisi yok.
- Tom has nothing to complain about.
- Tom'un şikâyet edecek bir şeyi yok.
- There's nothing to do in this village.
- Bu köyde yapacak bir şey yok.
- Nothing's wrong with him.
- Onun hiçbir sorunu yok.
- I have nothing to say to you.
- Sana söyleyecek bir şeyim yok.
- I know little or nothing about it.
- Bu konuda yok denecek kadar az şey biliyorum.
- Tom had nothing else to say to Mary.
- Tom'un Mary'ye söyleyecek başka bir şeyi yoktu.
- There's nothing important in the paper.
- Gazetede önemli bir şey yok.
- There seemed to be nothing we could do.
- Yapabileceğimiz bir şey yok gibiydi.
- I have nothing to report so far.
- Şimdiye kadar bildirecek bir şeyim yok.
- There's nothing happening.
- Olan bir şey yok.
- There's nothing we can do.
- Yapabileceğimiz bir şey yok.
- It has nothing to do with them.
- Onlarla hiçbir ilgisi yok.
- They have nothing to complain about.
- Şikayet edecek bir şeyleri yok.
- Tom had nothing to do with the robbery.
- Tom'un soygunla hiçbir ilgisi yoktu.
- There's nothing physically wrong with her.
- Fiziksel olarak bir sorunu yok.
- This issue has nothing to do with you.
- Bu sorunun seninle bir ilgisi yok.
- She had nothing to do with the case.
- Davayla hiçbir ilgisi yoktu.
- As for living in Japan, I have nothing to complain about.
- Japonya'da yaşamaya gelince, şikâyet edecek bir şeyim yok.
- I have nothing to say about it.
- Bu konuda söyleyecek bir şeyim yok.
- There's nothing to complain about.
- Şikayet edecek bir şey yok.
- I have nothing to say about that.
- O konuda söyleyecek bir şeyim yok.
- Tom and Mary have absolutely nothing in common.
- Tom ve Mary'nin hiçbir ortak noktası yok.
- Nothing more is needed.
- Başka bir şeye gerek yok.
- There's absolutely nothing wrong with what you did.
- Yaptığında kesinlikle yanlış bir şey yok.
- We really have nothing to lose.
- Bizim gerçekten kaybedecek bir şeyimiz yok.
- Many families had lost their savings during the war and had nothing to fall back on.
- Birçok aile savaş sırasında birikimlerini kaybetmişti ve başvuracakları hiçbir yer yoktu.
- I have nothing to do with that case.
- O davayla hiçbir ilgim yok.
- I have nothing particular to do now.
- Şimdi yapacak belirli bir şeyim yok.
- It has nothing to do with the subject we are discussing.
- Tartıştığımız konuyla hiçbir alakası yok.
- Billy and his father have had nothing to do with each other for nearly twenty years.
- Billy ve babasının neredeyse yirmi yıldır birbirleriyle hiçbir ilgisi yok.
- You have nothing whatever to worry about.
- Hakkında endişe edeceğin herhangi bir şey yok.
- There's nothing more I can do.
- Yapabileceğim başka bir şey yok.
- There's nothing we can do to help.
- Yardım etmek için yapabileceğimiz bir şey yok.
- I've got nothing else to say.
- Söyleyecek başka bir şeyim yok.
- Tom and I have nothing in common.
- Tom ve benim ortak yanımız yok.
- There's nothing we can do about that problem.
- O sorun hakkında yapabileceğimiz bir şey yok.
- There's nothing more you can do here.
- Burada yapabileceğin başka bir şey yok.
- There's nothing more we can do for Tom.
- Tom için yapabileceğimiz başka bir şey yok.
- Nothing's wrong with them.
- Onlarda bir sorun yok.
- Tom has had nothing to eat all day.
- Tom'un bütün gün yiyecek bir şeyi yoktu.
- Tom had nothing in common with Mary.
- Tom'un Mary ile hiçbir ortak noktası yoktu.
- There's nothing more annoying than a group of young girls all trying to talk at the same time.
- Aynı anda konuşmaya çalışan bir grup genç kızdan daha can sıkıcı bir şey yok.
- You have nothing to be afraid of.
- Senin korkacak bir şeyin yok.
- There's nothing I can tell you.
- Sana söyleyebileceğim bir şey yok.
- Nothing to add!
- Ekleyecek bir şey yok!
- I had nothing to do with it.
- Benim onunla bir ilgim yoktu.
- We have nothing to worry about.
- Hakkında endişelenecek bir şeyimiz yok.
- Good words are worth a lot, but cost almost nothing.
- İyi sözler çok değerlidir, ama neredeyse hiçbir maliyeti yoktur.
- It meant nothing to me.
- Benim için hiçbir anlamı yoktu.
- This has nothing to do with Tom.
- Bunun Tom'la bir ilgisi yok.
- There's nothing more annoying than a group of young girls all trying to talk at the same time.
- Aynı anda konuşmaya çalışan bir grup genç kızdan daha sinir bozucu bir şey yoktur.
- There's nothing Tom can do to help me.
- Bana yardım etmek için Tom'un yapabileceği bir şey yok.
- There's nothing to see here.
- Burada görecek bir şey yok.
- Tom can't believe Mary's pretending nothing's wrong.
- Tom, Mary'nin hiçbir sorun yokmuş gibi davrandığına inanamıyor.
- They have nothing in common with us.
- Bizimle hiçbir ortak noktaları yok.
- I have nothing to eat.
- Yiyecek bir şeyim yok.
- It had nothing to do with you.
- Seninle bir ilgisi yok.
- You have nothing to be sorry for.
- Üzgün olmanı gerektirecek bir şey yok.
- You have nothing to fear.
- Korkacak bir şey yok.
- That has nothing to do with this problem.
- Onun bu sorunla bir ilgisi yok.
- You've got nothing to complain of.
- Şikayet edecek bir şeyiniz yok.
- There's nothing else to worried about.
- Endişelenecek başka bir şey yok.
- There's nothing worse than that.
- Ondan daha kötü bir şey yoktur.
- There's nothing that can keep us apart.
- Bizi ayrı tutacak bir şey yok.
- There's nothing good on television.
- Televizyonda iyi bir şey yok.
- Tom has nothing to complain about.
- Tom'un şikayet edecek bir şeyi yok.
- You've got nothing to worry about.
- Endişelenecek bir şey yok.
- There's nothing new under the sun.
- Güneşin altında yeni bir şey yok.
- That has nothing to do with this problem.
- Bunun bu sorunla bir ilgisi yok.
- Tom and Mary have nothing in common.
- Tom ve Mary'nin hiçbir ortak noktası yok.
- I'm sorry, but there's nothing I can do about it.
- Üzgünüm ama bu konuda yapabileceğim bir şey yok.
- There's nothing wrong with the plan.
- Planda hiçbir yanlış yok.
- I have nothing else to do.
- Yapacak başka bir şeyim yok.
- I have nothing to talk about.
- Konuşacak bir şeyim yok.
- Nothing much really frightens me.
- Beni korkutan pek bir şey yok.
- There's nothing worse for children than litigated custody.
- Çocuklar için velayet davasından daha kötü bir şey yoktur.
- We have nothing to hide here.
- Burada saklayacak bir şeyimiz yok.
- There's nothing better than a good cup of coffee to start off the day.
- Güne başlamak için güzel bir fincan kahveden daha iyi bir şey yoktur.
- There's nothing to eat.
- Yiyecek bir şey yok.
- There's nothing more to say.
- Söyleyecek başka bir şey yok.
- I have nothing else to lose.
- Kaybedecek başka bir şeyim yok.
- I have nothing against them.
- Onlara karşı bir şeyim yok.
- I have nothing to do with this accident.
- Bu kazayla hiçbir ilgim yok.
- There's nothing wrong with me.
- Benim hiçbir sorunum yok.
- I have nothing to do with the accident, and I know nothing.
- Benim kaza ile bir ilgim yok ve bir şey bilmiyorum.
- As for me, I have nothing to say.
- Bana gelince, söyleyecek bir şeyim yok.
- I have nothing to do with their troubles.
- Onların sorunlarıyla hiçbir ilgim yok.
- We've got nothing to do with this.
- Bununla hiçbir ilgimiz yok.
- There's nothing to be bothered by.
- Rahatsız olacak bir şey yok.
- There's nothing more I can do.
- Yapabileceğim daha fazla bir şey yok.
- There's nothing wrong with being gay.
- Eşcinsel olmakta yanlış bir şey yok.
- There's nothing you can do.
- Senin yapabileceğin bir şey yok.
- This has nothing to do with you.
- Bunun sizinle bir ilgisi yok.
- There's nothing new to report.
- Rapor edecek yeni bir şey yok.
- There's nothing interesting on the Internet today.
- Bugün internette enteresan bir şey yok.
- I've had nothing to eat all day.
- Bütün gün yiyecek bir şeyim yoktu.
- There's nothing that you can do about it.
- Bu konuda yapabileceğin bir şey yok.
- Nothing new on the Western Front.
- Batı cephesinde yeni bir şey yok.
- As far as I am concerned, I have nothing to say.
- Bana kalırsa, söyleyecek bir şeyim yok.
- It has nothing to do with him.
- Bunun onunla bir ilgisi yok.
- There's nothing to complain about.
- Şikâyet edecek bir şey yok.
- Tom had nothing to do with that mess.
- Tom'un bu karmaşa ile bir ilgisi yoktu.
- Tom and Mary don't get along because they have nothing in common.
- Tom ve Mary anlaşamıyor çünkü hiçbir ortak noktaları yok.
- Nothing's wrong with the engine, but my car won't move.
- Motorda sorun yok fakat arabam hareket etmiyor.
- There's nothing else to talk about.
- Hakkında konuşacak başka bir şey yok.
- There's nothing to fear.
- Korkacak bir şey yok.
- There's nothing to forgive.
- Affedecek bir şey yok.
- There's nothing more to drink.
- İçecek daha fazla bir şey yok.
- I have nothing to be worried about.
- Endişelenecek bir şeyim yok.
- On a hot day, nothing is better than a cold beer.
- Sıcak bir günde, soğuk bir biradan daha güzel bir şey yoktur.
- I'm only doing this because I have nothing better to do.
- Bunu yapıyorum çünkü yapacak daha iyi bir şeyim yok.
Show More (638)
|
