|
- It is a misconception that old engines require sulphur in the fuel and that new engines cannot handle sulphurous fuel.
- Eski motorların yakıtta kükürt gerektirdiği ve yeni motorların kükürtlü yakıtla çalışamayacağı yanlış bir kanıdır.
- We insist on the Commission now finally completing old projects dating back to the eighties and nineties.
- Komisyon'un seksenli ve doksanlı yıllardan kalma eski projeleri nihayet tamamlamasında ısrar ediyoruz.
- There is a lot of talk, and rightly so, about old, single-hull tankers.
- Eski, tek gövdeli tankerler hakkında çok fazla ve haklı olarak konuşuluyor.
- A friend in need is a friend indeed, says an old proverb to be found in many languages.
- İhtiyacı olan dost gerçekten dosttur, der birçok dilde bulunan eski bir atasözü.
- Please be assured that I have no wish to rake over old ashes.
- Eski külleri karıştırmak gibi bir niyetim olmadığından emin olabilirsiniz.
- We are not doing much more than going over old ground.
- Eski konuların üzerinden geçmekten başka bir şey yapmıyoruz.
- Not new Europe and old Europe.
- Ne yeni Avrupa ne de eski Avrupa.
- I therefore think that we need to put the lid on this tendency simply to continue in our old ways.
- Bu nedenle, sadece eski yöntemlerimizle devam etme eğilimine bir son vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
- That means that we must not just persist with old, classical tests.
- Bu da sadece eski, klasik testlerle yetinmememiz gerektiği anlamına gelmektedir.
- Other countries too in old and new Europe are, however, guilty of plundering the natural resources of Africa.
- Ancak eski ve yeni Avrupa'daki diğer ülkeler de Afrika'nın doğal kaynaklarını yağmalamaktan suçludur.
- An old boat, however, is a dangerous boat.
- Ancak eski bir tekne tehlikeli bir teknedir.
- We also stress that this directive must deal with both old mining waste and existing production.
- Ayrıca bu direktifin hem eski maden atıklarını hem de mevcut üretimi ele alması gerektiğini vurguluyoruz.
- But unfortunately, I shall have to adhere to my old point of view.
- Ama ne yazık ki eski bakış açıma bağlı kalmak zorundayım.
- The companies making new engines go out of business, but those refurbishing old engines continue to make a lot of money.
- Yeni motor üreten şirketler iflas ediyor, ancak eski motorları yenileyenler çok para kazanmaya devam ediyor.
- What would be unusual is for us to continue to support, through the RALs, very old programmes.
- Alışılmadık olan, çok eski programları RAL'ler aracılığıyla desteklemeye devam etmemizdir.
- Please be assured that I have no wish to rake over old ashes.
- Lütfen eski defterleri karıştırmak gibi bir niyetim olmadığından emin olun.
- I therefore think that we need to put the lid on this tendency simply to continue in our old ways.
- Bu nedenle, sadece eski yöntemlerimizi sürdürme eğilimine bir son vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
- We must ensure that we get global certainties and agreements for the future and not re-fight old battles.
- Gelecek için küresel kesinlikler ve anlaşmalar elde ettiğimizden emin olmalı ve eski savaşları yeniden yaşamamalıyız.
- All the advice I receive is that these are old studies.
- Aldığım tüm tavsiyeler bunların eski çalışmalar olduğu yönünde.
- Firstly, old sites do not necessarily need to be cleaned up.
- Öncelikle eski sitelerin mutlaka temizlenmesi gerekmez.
- What matters most is not to rake over these old controversies.
- Önemli olan bu eski tartışmaları yeniden gündeme getirmek değildir.
- There will be no discrimination between old and new Member States.
- Eski ve yeni Üye Devletler arasında ayrımcılık yapılmayacaktır.
- Have old objectives been confirmed?
- Eski hedefler teyit edildi mi?
- Attempts by governments to suppress the use of certain drugs are as old as their failure.
- Hükümetlerin bazı uyuşturucuların kullanımını engelleme girişimleri, başarısızlıkları kadar eskidir.
- However old they may be, they are still tremendously up-to-date.
- Ne kadar eski olurlarsa olsunlar, yine de son derece günceldirler.
- I repeat at this point my old criticism that structural abuse is inherent in the system.
- Bu noktada, sistemin doğasında yapısal suiistimal olduğu yönündeki eski eleştirimi tekrarlıyorum.
- We have new goals and new timetables governed by old institutions.
- Eski kurumlar tarafından yönetilen yeni hedeflerimiz ve yeni zaman çizelgelerimiz var.
- That shows how old this law is.
- Bu da, yasanın ne kadar eski olduğunu gösteriyor.
- Firstly, old sites do not necessarily need to be cleaned up.
- İlk olarak, eski sitelerin mutlaka temizlenmesi gerekmez.
- On that day, the outcome at Copenhagen paid off an old debt.
- O gün Kopenhag'da elde edilen sonuç eski bir borcu ödemiştir.
- Environmental noise is a very old problem that for a long time, has not in fact been taken seriously.
- Çevresel gürültü, uzun zamandır ciddiye alınmayan çok eski bir sorundur.
- Under this arrangement old EU Member States are at an advantage compared with new ones.
- Bu düzenleme kapsamında eski AB Üye Devletleri yenilere kıyasla avantajlı durumdadır.
- On the other hand, we also want to put right an old injustice.
- Öte yandan eski bir adaletsizliği de düzeltmek istiyoruz.
- The information society is important to old as well as new sectors.
- Bilgi toplumu yeni sektörler için olduğu kadar eski sektörler için de önemlidir.
- Even old tractors that have not yet been fitted with new catalytic converters stand to gain environmentally.
- Henüz yeni katalitik konvertörlerle donatılmamış eski traktörler bile çevresel açıdan kazançlı çıkacaktır.
- Old ships are to be taken out of service, and must be safely disposed of.
- Eski gemiler hizmet dışı bırakılmalı ve güvenli bir şekilde imha edilmelidir.
- Old Europe has fixed its eyes on a new future.
- Eski Avrupa gözlerini yeni bir geleceğe dikmiştir.
- We cannot go on trotting out the same old formulae.
- Aynı eski formülleri tekrarlamaya devam edemeyiz.
- In this area, as in many others, I believe there is an old heritage we must combat.
- Diğer pek çok alanda olduğu gibi bu alanda da mücadele etmemiz gereken eski bir miras olduğuna inanıyorum.
- Old, unusable ships need to retire.
- Eski, kullanılamaz durumdaki gemilerin hurdaya ayrılması gerekiyor.
- The study means going through old mining waste and identifying cases of serious environmental problems.
- Çalışma, eski maden atıklarının incelenmesi ve ciddi çevre sorunlarının tespit edilmesi anlamına gelmektedir.
- However, as the directive now includes old plants, I shall vote for the compromise as well.
- Bununla birlikte, direktif artık eski tesisleri de kapsadığından, ben de uzlaşmaya oy vereceğim.
- It is a special gateway between our old continent and the New World.
- Eski kıtamız ile Yeni Dünya arasında özel bir geçittir.
- The intention this time was that the Summit must be one that breathes new life into old objectives.
- Bu seferki niyet, Zirve'nin eski hedeflere yeni bir soluk getirmesi yönündeydi.
- On that day the outcome at Copenhagen paid off an old debt.
- O gün Kopenhag'da elde edilen sonuç eski bir borcu ödemiştir.
- We must not stand on old rights.
- Eski haklar üzerinde durmamalıyız.
- When it comes to transporting oil, we are giving old, unsafe, and dangerous ships no more chances.
- Petrol taşımacılığı söz konusu olduğunda eski, güvensiz ve tehlikeli gemilere daha fazla şans tanımıyoruz.
- Our third demand - and this is an old request - is for the thresholds applied to the 'de minimis' rule to be raised.
- Üçüncü talebimiz, ki bu eski bir taleptir, 'de minimis' kuralına uygulanan eşik değerlerin yükseltilmesidir.
- Fishing villages on the coast that have lost their old source of income will probably be happy to join in.
- Kıyıdaki eski gelir kaynaklarını kaybetmiş olan balıkçı köyleri de muhtemelen katılmaktan mutluluk duyacaklardır.
- Our duty is not to any old mechanism or economic ideology.
- Görevimiz herhangi bir eski mekanizma ya da ekonomik ideoloji değildir.
- An old trawler is as dangerous as an old oil tanker.
- Eski bir trol teknesi, eski bir petrol tankeri kadar tehlikelidir.
- New means are necessary to combat this old disease.
- Bu eski hastalıkla mücadele etmek için yeni araçlar gereklidir.
- This leads to uncertainty when paying in old currency and receiving change in euros.
- Bu durum, eski para birimiyle ödeme yaparken ve para üstünü avro olarak alırken belirsizliğe yol açmaktadır.
- You are yourselves parliamentarians from all the Member States, old and new.
- Sizler, eski ve yeni tüm Üye Devletlerden gelen parlamenterlersiniz.
- Cooperation through the network has been enhanced for all members, old and new.
- Ağ aracılığıyla işbirliği, eski ve yeni tüm üyeler için geliştirilmiştir.
- Radiohead has released a new video for an old song.
- Radiohead, eski bir şarkısı için bir klip yayınladı.
- He probably figured we were too shy to take advantage of an old army friend.
- Herhalde bizi eski bir askerlik arkadaşımızdan faydalanamayacak kadar utangaç sandı.
- He probably figured we were too shy to take advantage of an old army friend.
- Eski askerlik arkadaşımızdan yararlanamayacak kadar utangaç olduğumuzu düşünmüştür muhtemelen.
- I figure an old army buy can keep a secret.
- Eski bir asker sır tutar diye düşündüm.
- Now, tell me why you really want this old thing.
- Şimdi bana bu eski şeyi gerçekten neden istediğini söyle.
- Your ideals seem to be coated with an old song and a sweet melody.
- İdealleriniz eski bir şarkı ve tatlı bir melodiyle kaplanmış gibi görünüyor.
- I figure an old army buy can keep a secret.
- Eski bir ordu mensubunun sır tutabileceğini düşünüyorum.
- Feel what it is like to have released an Old Energy job.
- Eski bir Enerji işini bırakmanın nasıl bir şey olduğunu hissedin.
- That poetry he pretends to write, they're old song lyrics.
- Yazıyormuş gibi yaptığı şiirler, aslında eski şarkı sözleri.
- I figure an old army buy can keep a secret.
- Eski bir askerin sır saklayabileceğini düşündüm.
- So I threw out those old ratty ones and designed these myself.
- Ben de o eski püskü olanları attım ve bunları kendim tasarladım.
- Now, tell me why you really want this old thing.
- Şimdi bana bu eski şeyi neden gerçekten istediğini söyle.
- This, in turn, informs them how old it is.
- Bu da onlara ne kadar eski olduğunu bildirir.
- Your old school mate hasn't been seen since.
- Eski okul arkadaşın o zamandan beri görülmedi.
- Your old school mate hasn't been seen since.
- Eski okul arkadaşınızı o zamandan beri gören olmadı.
- Old army trick to tamponade the subclavian.
- Subklavyen kemiği tamponlamak için kullanılan eski bir askerlik numarası.
- Your old school mate hasn't been seen since.
- Eski okul arkadaşın o zamandan beri görünmemiş.
- Radiohead has released a new video for an old song.
- Radiohead eski bir şarkıya çektiği yeni bir klibi yayınladı.
- That poetry he pretends to write, they're old song lyrics.
- Kendi yazdığını iddia ettiği şiirler aslında eski şarkı sözleri.
- Your ideals seem to be coated with an old song and a sweet melody.
- İdealleriniz eski bir şarkı ve tatlı bir melodi ile sarılmış gibi duruyor.
- He probably figured we were too shy to take advantage of an old army friend.
- Muhtemelen eski askerlik arkadaşımızdan istifade edemeyecek kadar utangaç olduğumuzu düşündü.
- Because the shock absorbers, they're so old that the whole ride is very bumpy.
- Çünkü amortisörler o kadar eski ki sürerken çok sarsıntılı oluyor.
- Radiohead has released a new video for an old song.
- Radiohead eski bir şarkı için yeni bir video klip yayınladı.
- Theirs is not as old as ours.
- Onlarınki bizimki kadar eski değil.
- I like old cars.
- Ben eski arabaları severim.
- This is an old rule.
- Bu eski bir kural.
- He bakes bread in a very old oven.
- Çok eski bir fırında ekmek pişiriyor.
- She is fond of singing old songs.
- O eski şarkılar söylemeye düşkündür.
- I ran into an old friend three days ago.
- Üç gün önce eski bir arkadaşıma rastladım.
- My wife told me to throw this old hat away.
- Karım bu eski şapkayı atmamı söyledi.
- Because my old ladder is broken.
- Çünkü benim eski merdivenim kırık.
- This old trick still works.
- Bu eski numara hala işe yarıyor.
- Her house is old and falling apart.
- Onun evi eski ve dökülüyor.
- My shoes are old, but his are new.
- Benim ayakkabılarım eski, ama onunkiler yeni.
- My grandmother's shoes are old.
- Büyükannemin ayakkabıları eski.
- You shouldn't have sold your old car.
- Eski arabanı satmamalıydın.
- Tom should've given Mary his old guitar.
- Tom, Mary'e eski gitarını vermeliydi.
- Sami is Layla's old neighbor.
- Sami, Leyla'nın eski komşusudur.
- I own some very old stamps.
- Bazı çok eski pullara sahibim.
- The only thing Sami ever sent me was an old book.
- Sami'nin bana gönderdiği tek şey eski bir kitaptı.
- This is an old letter.
- Bu eski bir mektup.
- Murderous revenge is a story as old as time.
- Cinayetle alınan intikam zaman kadar eski bir hikayedir.
- I gave him my old bicycle.
- Ona eski bisikletimi verdim.
- Ask Tom about his old girlfriends.
- Tom'a eski kız arkadaşlarını sor.
- It's a beautiful old medieval town!
- Güzel eski bir orta çağ kasabasıdır!
- That's an old German custom.
- Bu eski bir Alman geleneği.
- Am I the only one who thinks it's a bad idea to buy Tom's old car?
- Tom'un eski arabasını almanın kötü bir fikir olduğunu düşünen bir tek ben miyim?
- That old bridge is anything but safe.
- O eski köprü hiç de güvenli değil.
- An old castle stands near the river.
- Nehrin yakınında eski bir kale duruyor.
- He was playing football with an old tin.
- Eski bir teneke ile futbol oynuyordu.
- I was about to leave home when an old friend of mine dropped in.
- Tam evden çıkmak üzereydim ki eski bir arkadaşım uğradı.
- The student's car is old.
- Öğrencinin arabası eskidir.
- Do you miss your old job?
- Eski işini özlüyor musun?
- Europe is an old continent with a long, rich history.
- Avrupa, uzun ve zengin bir tarihi olan eski bir kıtadır.
- I like to listen to old records.
- Eski plakları dinlemeyi severim.
- There are many old Indian legends.
- Birçok eski Kızılderili efsanesi vardır.
- Sami is Layla's old neighbor.
- Sami, Layla'nın eski komşusu.
- She finally managed to get a hold of her old friend.
- O sonunda eski arkadaşını bulmayı başardı.
- Instead of throwing away your old furniture, why don't you give it to charity?
- Eski mobilyalarını atmak yerine neden bir hayır kurumuna vermiyorsun?
- I wanted Tom to sell me his old car.
- Tom'dan eski arabasını bana satmasını istedim.
- Tom sang some old songs.
- Tom bazı eski şarkılar söyledi.
- He has a new car and an old car.
- Yeni bir arabası ve eski bir arabası var.
- Tom wants to buy our old car.
- Tom eski arabamızı satın almak istiyor.
- He gave away all his old furniture.
- Bütün eski mobilyalarını verdi.
- I wanted to sell Tom my old car.
- Tom'a eski arabamı satmak istedim.
- They say that old house is haunted.
- O eski evin perili olduğunu söylüyorlar.
- Tom found an old coin just outside the back door.
- Tom arka kapının hemen dışında eski bir sikke buldu.
- Wasn't your old dog named Cookie?
- Eski köpeğinizin adı Cookie değil miydi?
- Tom and Mary both like old movies.
- Hem Tom hem de Mary eski filmleri severler.
- You can cook delicious food in an old pan.
- Eski bir tavada lezzetli yemekler pişirebilirsiniz.
- My mother uses my father's old short as a dust rag.
- Annem babamın eski şortunu toz bezi olarak kullanır.
- He played an old Turkish song on his new oud.
- Yeni uduyla eski bir Türk şarkısı çaldı.
- This bicycle is old, but it's better than nothing.
- Bu bisiklet eski; ama hiç yoktan iyidir.
- Tom is my old partner.
- Tom benim eski ortağım.
- He sang some old songs.
- Birkaç eski şarkı söyledi.
- The town restored this old historic building.
- Kasaba bu eski tarihi binayı restore etti.
- There lived a king in an old castle.
- Eski bir kalede bir kral yaşarmış.
- This little jug is historic; it's more than eighty years old.
- Bu küçük sürahi tarihi; seksen yıldan daha eski.
- In Kyoto, you can see both old and modern buildings.
- Kyoto'da hem eski hem de modern yapıları görebilirsiniz.
- Dan received funds from local foundations to improve his old library.
- Dan, eski kütüphanesini iyileştirmek için yerel vakıflardan fon aldı.
- It's the same old story.
- Aynı eski hikaye.
- Nara is as old as Kyoto.
- Nara Kyoto kadar eski.
- Walking along the street, I met an old friend of mine.
- Cadde boyunca yürürken eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- My new job is harder than my old one.
- Yeni işim eski işimden daha zor.
- Walking along the street, I met an old friend.
- Cadde boyunca yürürken eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- My neighbour is annoyed with me because he could not convince me to buy his old car from him.
- Komşum beni eski arabasını ondan almama ikna edemediği için bana kızdı.
- We saw some old houses pulled down.
- Bazı eski evlerin yıkıldığını gördük.
- You can also ride on an old, restored, steam train.
- Eski, restore edilmiş bir buharlı trene de binebilirsiniz.
- Tom's old car has finally given up the ghost.
- Tom'un eski arabası sonunda hayaletten vazgeçti.
- Nara is an old city worth visiting at least once in your life.
- Nara hayatında en az bir kez ziyaret etmeye değer eski bir şehirdir.
- Tom tracked down an old, out-of-tune piano.
- Tom eski, akortsuz bir piyanonun izini buldu.
- I parted with my old car.
- Eski arabamı elden çıkardım.
- The student's car is old.
- Öğrencinin arabası eski.
- I remember this old house.
- Bu eski evi hatırlıyorum.
- Tom certainly gets a nice sound out of that old bassoon.
- Tom kesinlikle o eski fagottan hoş bir ses çıkarır.
- Tom is the person I gave my old bicycle to.
- Tom eski bisikletimi verdiğim kişi.
- He's my old friend.
- O benim eski arkadaşım.
- I talked to Tom's old girlfriend.
- Tom'un eski kız arkadaşıyla konuştum.
- His house was small and old.
- Onun evi küçük ve eski.
- Tom collects old coins.
- Tom eski paraları toplar.
- I bumped into an old friend on the bus.
- Otobüste eski bir arkadaşa rastladım.
- Who needs that old furniture?
- O eski mobilyalara kimin ihtiyacı var?
- I met one of my old teachers yesterday.
- Dün eski öğretmenlerimden biriyle tanıştım.
- Tom has tracked down an old, out-of-tune piano.
- Tom eski ve akordu bozuk bir piyano buldu.
- A king lived in an old castle.
- Eski bir kalede bir kral yaşarmış.
- The house standing on the hill is very old.
- Tepede duran ev çok eski.
- I pay him twice as much as his old boss did.
- Ona eski patronundan iki kat fazla maaş veriyorum.
- Yanni is Ziri's old friend.
- Yanni, Ziri'nin eski arkadaşı.
- They are very old.
- Onlar çok eski.
- Tom has been offered his old job back.
- Tom'a eski işine geri dönmesi teklif edildi.
- This old car breaks down all the time.
- Bu eski araba sürekli arıza yapıyor.
- By chance, I ran into an old friend in Tokyo.
- Kyoto'da şans eseri eski bir arkadaşa rastladım.
- Tom offered me a very old bottle of wine.
- Tom bana çok eski bir şişe şarap ikram etti.
- Tom told Mary that she should get rid of all her old clothes.
- Tom Mary'ye tüm eski elbiselerinden kurtulması gerektiğini söyledi.
- That's an old Canadian custom.
- O eski bir Kanada geleneğidir.
- Tom traded his old computer for a guitar.
- Tom eski bilgisayarını bir gitarla takas etti.
- I got my old job back.
- Eski işime geri döndüm.
- This store sells old books.
- Bu dükkanda eski kitaplar satılıyor.
- I gave my old coat to them.
- Eski paltomu onlara verdim.
- I was glad to see my old friends.
- Eski arkadaşlarımı gördüğüme memnun oldum.
- It's a beautiful old medieval town!
- Güzel, eski bir orta çağ kasabası!
- My sister's getting married to one of her old classmates.
- Kız kardeşim eski sınıf arkadaşlarından biriyle evleniyor.
- The boy found the big box contained nothing but old newspapers.
- Çocuk, büyük kutunun içinde eski gazetelerden başka bir şey olmadığını gördü.
- Tom collected old coins.
- Tom eski paraları topladı.
- This is the same old problem we've had the past three years.
- Bu bizim son üç yıldır yaşadığımız bilindik eski mesele.
- This old car is always broken.
- Bu eski araba hep bozulur.
- Seen from a distance, the rock looked like an old castle.
- Uzaktan bakıldığında, kaya eski bir kale gibi görünüyordu.
- What do you think my old guitar is worth?
- Sence eski gitarımın değeri nedir?
- It's an old pain.
- Bu eski bir ağrı.
- Tom is wearing an old pair of shoes.
- Tom eski bir çift ayakkabı giyiyor.
- Berber has an old alphabet called Tifinagh.
- Berberilerin Tifinagh adında eski bir alfabeleri vardır.
- An old flame never dies.
- Eski bir alev asla ölmez.
- I just thought I could make some money if I sold some of my old things that I didn't want anymore.
- Artık istemediğim bazı eski eşyalarımı satarsam biraz para kazanabileceğimi düşündüm.
- I thought you gave Tom your old jacket.
- Tom'a eski ceketini verdiğini düşündüm.
- My wife asked me to throw this old hat away.
- Karım bu eski şapkayı atmamı istedi.
- Chemistry is an old science.
- Kimya eski bir bilimdir.
- Tom sang a lot of old songs.
- Tom birçok eski şarkıyı seslendirdi.
- Tom pulled out an old shoebox from his closet and opened it.
- Tom dolabından eski bir ayakkabı kutusu çıkardı ve onu açtı.
- Tom digitized an old family photo and emailed it to his mother.
- Tom eski bir aile fotoğrafını dijital ortama aktardı ve annesine e-posta ile gönderdi.
- Nara is a very old city.
- Nara çok eski bir şehir.
- It is said that he has a lot of old coins.
- Çok fazla eski parası olduğu söyleniyor.
- I ran into my old teacher at the station.
- İstasyonda eski öğretmenimle karşılaştım.
- They say that old house is haunted.
- Eski evin perili olduğunu söylüyorlar.
- Tom liked his old car.
- Tom eski arabasını seviyordu.
- We looked at our old yearbook pictures.
- Eski yıllık resimlerimize baktık.
- I've decided to give my old bicycle to Tom.
- Eski bisikletimi Tom'a vermeye karar verdim.
- They fight like an old married couple.
- Onlar eski bir evli çift gibi kavga ediyorlar.
- Old friends called on me.
- Eski arkadaşlar bana uğradı.
- What you will find is nothing more than an old, empty house.
- Bulacağınız şey eski, boş bir evden başka bir şey olmayacak.
- My grandfather tells us about old things.
- Büyükbabam bize eski şeylerden bahseder.
- My plan is visiting old castles in Scotland.
- Benim planım İskoçya'daki eski kaleleri ziyaret etmek.
- I should've given Tom my old trombone.
- Ben eski trombonumu Tom'a vermeliydim.
- It is dangerous to cross that old bridge.
- O eski köprüyü geçmek tehlikeli.
- Something in his face really reminded me of an old boyfriend of mine.
- Onun yüzündeki bir şey bana gerçekten eski bir erkek arkadaşımı hatırlattı.
- I met an old friend of mine.
- Eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- My old car is now in the junkyard.
- Eski arabam şimdi hurdalıkta.
- He came across this old coin in an antique shop.
- Bu eski paraya bir antikacıda rastlamış.
- I have some old clothes I'm going to throw out.
- Atacağım bazı eski kıyafetlerim var.
- What did you do with your old guitar?
- Eski gitarını ne yaptın?
- Where did you get those old coins?
- O eski paraları nereden aldın?
- I ran across his telephone number in an old address book of mine.
- Eski bir adres defterimde onun telefon numarasına denk geldim.
- This book is really old.
- Bu kitap gerçekten çok eski.
- She is her old self again.
- Yine eski haline döndü.
- I prefer translating old sentences to adding new ones.
- Eski cümleleri çevirmeyi yenilerini eklemeye tercih ederim.
- I bumped into an old friend for the first time in ten years on the Shinkansen the other day.
- Geçen gün Shinkansen'de eski bir arkadaşıma on yıl sonra ilk kez rastladım.
- Tom is having second thoughts about buying your old car.
- Tom eski arabanı alma konusunda tereddüt ediyor.
- This old ten-mark bill hasn't been valid for a long time.
- Bu eski on marklık banknot uzun zamandır geçerli değil.
- The old teacher began to talk about the good old days.
- Yaşlı öğretmen, eski güzel günlerden bahsetmeye başladı.
- I got rid of my old fridge.
- Eski buzdolabımdan kurtuldum.
- You two seem to be old friends.
- İkiniz eski arkadaş gibisiniz.
- Tom was sitting at his desk, flipping through an old photo album.
- Tom masasında oturmuş eski bir fotoğraf albümünü karıştırıyordu.
- This old vase is valuable to me.
- Bu eski vazo benim için değerli.
- I want to know who you gave your old washing machine to.
- Eski çamaşır makineni kime verdiğini bilmek istiyorum.
- Tom says he has a lot of old stamps.
- Tom bir sürü eski pulu olduğunu söyledi.
- Don't you want your old job back?
- Eski işini geri istemiyor musun?
- I should've given Tom my old trombone.
- Tom'a eski trombonumu vermeliydim.
- Now that we've bought new furniture for the room, why not throw away this old, worn-out furniture?
- Madem odaya yeni mobilyalar aldık, neden bu eski, yıpranmış mobilyaları atmıyoruz?
- I gave my old coat to him.
- Eski paltomu ona verdim.
- I just found an old diary.
- Eski bir günlük buldum.
- Seen from a distance, the big rock looks like an old castle.
- Uzaktan bakıldığında, büyük kaya eski bir kaleye benziyor.
- It's a very old book.
- O çok eski bir kitap.
- Ken collects old coins.
- Ken eski paralar toplar.
- Tom doesn't care what happens to his old car.
- Tom'un eski arabasına ne olduğu umurunda değil.
- The man wearing glasses is an old Chinese author.
- Gözlük takan adam, eski bir Çinli yazardır.
- He likes collecting old coins.
- O eski madeni para toplamayı sever.
- There is an old house on this street.
- Bu caddede eski bir ev var.
- I'm an old friend of the family.
- Ailenin eski bir dostuyum.
- These books are very old.
- Bu kitaplar çok eski.
- Football is an old game.
- Futbol eski bir oyundur.
- Do not put new wine into old bottles.
- Eski şişelere yeni şarap koymayın.
- This building is old.
- Bu bina eski.
- Tom was wearing an old t-shirt with holes in it.
- Tom'un üzerinde delikleri olan eski bir tişört vardı.
- His old clunker isn't worth anything.
- Onun eski külüstür arabasının hiçbir değeri yok.
- I enjoy looking at old family pictures.
- Eski aile fotoğraflarına bakmaktan hoşlanırım.
- I'm wearing Tom's old pajamas.
- Tom'un eski pijamalarını giyiyorum.
- Tom was wearing an old t-shirt with holes in it.
- Tom delikleri olan eski bir tişört giyiyordu.
- Tom bought a new camera so he sold his old one.
- Tom yeni bir fotoğraf makinesi aldı bu yüzden eski olanını sattı.
- Nara is as old as Kyoto.
- Nara, Kyoto kadar eskidir.
- I'm trying to sell all my old books.
- Bütün eski kitaplarımı satmaya çalışıyorum.
- She is her old self again.
- O tekrar eskisi gibi.
- There is an old church in this town.
- Bu kasabada eski bir kilise var.
- I got rid of my old bicycle.
- Eski bisikletimden kurtuldum.
- I came across some old family photos when I was cleaning out the closet.
- Dolabı temizlerken bazı eski aile fotoğraflarına rastladım.
- I met with an old friend of mine at the station.
- İstasyonda eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- Tom is an old footballer.
- Tom eski bir futbolcudur.
- He told me about an old school behind a high wall in a dirty street.
- O bana kirli bir caddede yüksek bir duvarın arkasında eski bir okuldan bahsetti.
- It's an old Irish tradition.
- Bu eski bir İrlanda geleneğidir.
- Tom is getting rid of his old car.
- Tom eski arabasından kurtuluyor.
- In many old movies the heroine is always the one to die.
- Birçok eski filmde ölen hep kadın kahraman olur.
- That politician is an old fox.
- O siyasetçi eski bir tilki.
- I told Tom not to buy Mary's old computer.
- Tom'a Mary'nin eski bilgisayarını satın almamasını söyledim.
- I ran across an old friend of mine at party the other day.
- Geçen gün partide eski bir arkadaşıma rastladım.
- My father is a bit old fashioned.
- Benim babam biraz eski kafalıdır.
- She cherished his old love letters.
- Onun eski aşk mektuplarını bağrına bastı.
- We should do away with these old rules.
- Bu eski kuralları feshetmeliyiz.
- It's the same old problem.
- Aynı eski sorun.
- This old book is worth 50,000 yen.
- Bu eski kitap 50,000 yen değerinde.
- Tom was sitting at his desk, flipping through an old photo album.
- Tom masasında oturuyordu ve eski bir foto albümüne göz atıyordu.
- Tom hoped somebody would buy his old bicycle.
- Tom birinin eski bisikletini alacağını umuyordu.
- His old car is on its last legs.
- Onun eski arabası miadını doldurmuş.
- I love old prewar gangster movies.
- Eski savaş öncesi gangster filmlerini severim.
- Tom sang a lot of old songs.
- Tom bir sürü eski şarkı söyledi.
- Fiction is as old as fairy tales and myths.
- Kurgu, peri masalları ve efsaneler kadar eskidir.
- I don't want to hear about all your old girlfriends.
- Eski kız arkadaşlarını duymak istemiyorum.
- There is an old story about a Persian cat.
- Bir İran kedisi hakkında eski bir hikaye var.
- We are sick of the tired old jokes the teacher keeps making.
- Öğretmenin sürekli yaptığı eski şakalardan bıktık.
- Tom wore an old pair of shoes.
- Tom eski bir ayakkabı giydi.
- My grandfather gave his old car to me.
- Büyükbabam eski arabasını bana verdi.
- This is an old story.
- Bu eski bir hikaye.
- Tom played an old Irish song on his new French horn.
- Tom yeni Fransız kornosuyla eski bir İrlanda şarkısı çaldı.
- I think Tom paid way too much for that old saxophone.
- Tom'un o eski saksafon için çok fazla ödediğini düşünüyorum.
- That's a very old song.
- Bu çok eski bir şarkı.
- Tom is my old college roommate.
- Tom benim eski üniversite oda arkadaşım.
- There is a quite old vine at Maribor.
- Maribor'da epey eski bir asma var.
- Boseman is an old trapper.
- Boseman eski bir tuzakçıdır.
- We have to deal with the same old problem year after year.
- Bu bilindik eski meseleyle yıllardır uğraşmak zorundayız.
- Tom doesn't want to buy our old car.
- Tom eski arabamızı almak istemiyor.
- Tell me who you gave your old toolbox to.
- Eski alet kutunu kime verdiğini söyle.
- I bought an old farm.
- Eski bir çiftlik aldım.
- Tom lives in an old apartment building.
- Tom eski bir apartmanda yaşıyor.
- They did not want to give up their old ways of living.
- Eski yaşam tarzlarından vazgeçmek istemiyorlardı.
- He started singing an old song.
- Eski bir şarkı söylemeye başladı.
- I found an old rusty key in that room.
- O odada eski bir paslı anahtar buldum.
- What an old book this is!
- Ne kadar eski bir kitap bu!
- There were a few large old wooden houses in the town.
- Kasabada, birkaç büyük, eski, ahşap ev vardı.
- Sami's old life remained a problem.
- Sami'nin eski yaşamı bir sorun olarak kaldı.
- This is my old bike.
- Bu benim eski bisikletim.
- It's an old piano.
- O, eski bir piyano.
- Yesterday I was on my way home from work when I ran smack into my old girlfriend.
- Dün eski kız arkadaşıma rastladığımda işten eve gidiyordum.
- The driver is deeply attached to his old car.
- Sürücü eski arabasına çok bağlı.
- I hope I can get my old job back.
- Umarım eski işimi geri alabilirim.
- I prefer translating old sentences to adding new ones.
- Yenilerini eklemektense, eski cümleleri çevirmeyi tercih ederim.
- Nothing ever happens in that old village.
- O eski köyde asla hiçbir şey olmaz.
- It's an old gag, but a good one.
- Eski bir şaka, ama iyi.
- I got these old coins from her.
- Bu eski madeni paraları ondan aldım.
- Boseman is an old trapper.
- Boseman eski bir avcıdır.
- He drives an old Yugo.
- O eski bir Yugo kullanıyor.
- The streets are lined with old shops.
- Sokaklar eski dükkanlarla dolu.
- There is a very old temple in the town.
- Kasabada, çok eski bir tapınak vardır.
- I've decided to give Tom my old bicycle.
- Eski bisikletimi Tom'a vermeye karar verdim.
- How did you obtain these old postage stamps?
- Bu eski posta pullarını nasıl elde ettiniz?
- This old car is always broken.
- Bu eski araba hep bozuluyor.
- I have a very old stamp.
- Çok eski bir pulum var.
- They're old friends.
- Onlar eski arkadaşlar.
- One day she and I visited an old friend.
- Bir gün o ve ben eski bir arkadaşımızı ziyaret ettik.
- I'd love to get rid of this old car.
- Bu eski arabadan kurtulmayı çok isterim.
- His house is old and falling apart.
- Onun evi eski ve dökülüyor.
- I gave Tom my old bike.
- Tom'a eski motosikletimi verdim.
- Tom is the one I gave my old bicycle to.
- Eski bisikletimi verdiğim kişi Tom'du.
- I have several old computers.
- Birkaç tane eski bilgisayarım var.
- The brown hat is old.
- Kahverengi şapka eski.
- That is an old camera.
- O, eski bir kamera.
- Tom and Mary both like old movies.
- Tom ve Mary eski filmleri severler.
- Sometimes Tom came to meet his old friends.
- Tom bazen eski arkadaşlarıyla buluşmaya gelir.
- They earn their living by collecting and selling old newspapers.
- Hayatlarını eski gazeteleri toplayıp satarak kazanıyorlar.
- Emily came across an old toy.
- Emily eski bir oyuncakla karşılaştı.
- I'm an old friend.
- Ben eski bir dostum.
- Tom was with an old friend from high school.
- Tom liseden eski bir arkadaşı ile birlikteydi.
- That bike really is quite old.
- Bu bisiklet gerçekten çok eski.
- The desk Ken uses is old.
- Ken'in kullandığı masa eskidir.
- You know your old once students less and less choose you as their mentor.
- Eski öğrencilerinizin sizi giderek daha az akıl hocası olarak seçtiğini biliyorsunuz.
- Tom is an old friend of mine from high school.
- Tom liseden eski bir arkadaşım.
- Sami went back to his old high school.
- Sami eski lisesine geri döndü.
- It's fun to read my old diary.
- Eski günlüğümü okumak eğlenceli.
- This old house is haunted.
- Bu eski ev perili.
- Whatever happened to that old car you used to have?
- Eskiden sahip olduğun o eski arabaya ne oldu?
- At Narita Airport, I ran into an old friend of mine.
- Narita Havaalanı'nda eski bir arkadaşıma rastladım.
- These shoes are old, but I still like them.
- Bu ayakkabılar eski ama onları hâlâ seviyorum.
- Tom told Mary that he was going to show her some old pictures.
- Tom Mary'ye ona bazı eski resimleri göstereceğini söyledi.
- Fiction is as old as fairy tales and myths.
- Kurgu peri masalları ve mitler kadar eski.
- Tom's hobby is collecting old stamps.
- Tom'un hobisi eski pulları toplamaktır.
- This is an old unit.
- Bu eski bir ünite.
- We want new ideas, not old ones.
- Yeni fikirler istiyoruz, eskilerini değil.
- Tom found a very old coin in the garden.
- Tom bahçede çok eski bir para buldu.
- Tom plans to throw away his old toaster.
- Tom eski tost makinesini atmayı planlıyor.
- Tom and Mary are very old friends.
- Tom ve Mary çok eski arkadaşlar.
- I have enjoyed seeing you and talking about old times.
- Seni görmek ve eski günlerden konuşmak çok hoşuma gitti.
- This is an old Scottish song.
- Bu eski bir İskoç şarkısı.
- He drives an old Yugo.
- Eski bir Yugo kullanıyor.
- I'm an old friend of Tom's father.
- Tom'un babasının eski bir arkadaşıyım.
- I'm going out to dinner with an old friend.
- Eski bir arkadaşla akşam yemeğine gidiyorum.
- This old house is made of wood.
- Bu eski ev ahşaptan yapılmıştır.
- I recently met an old friend.
- Geçenlerde eski bir arkadaşımla tanıştım.
- That's a really old picture.
- Bu gerçekten eski bir resim.
- What did Tom do with his old car?
- Tom eski arabasıyla ne yaptı?
- Old school friends often try to keep in touch with one another.
- Eski okul arkadaşları genellikle birbirleriyle iletişim halinde olmaya çalışırlar.
- Don't you watch old movies?
- Eski filmleri izlemez misin?
- He has a very old automobile.
- Çok eski bir otomobili var.
- Walking down the street, I ran into an old friend.
- Sokakta yürürken eski bir arkadaşıma rastladım.
- The shoemaker said the shoes were too old to repair.
- Ayakkabıcı ayakkabıların tamir edilemeyecek kadar eski olduğunu söyledi.
- Tom gave Mary an old coin.
- Tom, Mary'ye eski bir sikke verdi.
- That brown hat is old.
- O kahverengi şapka eski.
- I met an old friend by chance.
- Tesadüfen eski bir arkadaşla karşılaştım.
- That book is old.
- Şu kitap eski.
- She altered her old clothes to make them look more fashionable.
- Daha şık göstermek için eski kıyafetlerini değiştirdi.
- The manager asked me if I wanted my old job back.
- Müdür bana eski işimi isteyip istemediğimi sordu.
- The manager asked me if I wanted my old job back.
- Müdür bana eski işimi geri isteyip istemediğimi sordu.
- I don't want to know all your old boyfriends' names.
- Bütün eski arkadaşlarının isimlerini bilmek istemiyorum.
- There is a very old temple in the town.
- Kasabada çok eski bir tapınak var.
- Tom wants me to give him my old motorcycle.
- Tom eski motosikletimi ona vermemi istiyor.
- Tom wanted to buy our old car.
- Tom eski arabamızı satın almak istedi.
- This sculpture is more than two thousand years old.
- Bu heykel iki bin yıldan daha eski.
- Who did you give your old computer to?
- Eski bilgisayarını kime verdin?
- Old friends contacted me.
- Eski arkadaşlar benimle bağlantıya geçtiler.
- Seen from a distance, the big rock looks like an old castle.
- Uzaktan bakıldığında, büyük kaya eski bir kale gibi görünüyor.
- The foundation have decided to restore that lovely old house.
- Vakıf o güzel eski evi restore etmeye karar verdi.
- I've already decided who to give my old bicycle to.
- Eski bisikletimi kime vereceğime zaten karar verdim.
- My daughter has grown out of all her old clothes.
- Kızımın tüm eski elbiseleri ona küçük geliyor.
- I met an old student in London.
- Londra'da eski bir öğrenciye rastladım.
- This is my old friend.
- Bu benim eski arkadaşım.
- I want to remember old melodies.
- Eski melodileri hatırlamak istiyorum.
- Soon after she became a lawyer, she wouldn't even give her old friends the time of day.
- Avukat olduktan kısa bir süre sonra eski arkadaşlarına yüz vermemeye başladı.
- On both sides of the road there are old walls.
- Yolun her iki yanında eski duvarlar var.
- He is one of my old friends.
- O benim eski arkadaşlarımdan biri.
- You two seem to be old friends.
- Siz ikiniz eski arkadaşlar gibi görünüyorsunuz.
- Tell Tom I don't want his old car.
- Tom'a onun eski arabasını istemediğimi söyle.
- What do you think my old guitar is worth?
- Sence eski gitarımın ederi ne kadardır?
- Mary and her mom live in a very old apartment.
- Mary ve annesi çok eski bir dairede yaşıyorlar.
- Tom and Mary restored an old house.
- Tom ve Mary eski bir evi restore ettiler.
- Tom is my old boss.
- Tom benim eski patronum.
- My wife told me to throw this old hat away.
- Eşim bana bu eski şapkayı atmamı söyledi.
- She is an old acquaintance of mine.
- O benim eski bir tanıdığım.
- He is dressed in an old tweed suit.
- Eski bir tüvit takım giymiştir.
- I haven't seen any of my old classmates since I graduated 15 years ago.
- On beş yıl önce mezun olduğumdan beri eski sınıf arkadaşlarımdan hiçbirini görmedim.
- Better a new friend than an old foe.
- Yeni bir dost, eski bir düşmandan iyidir.
- This is an old building.
- Burası eski bir bina.
- You're old friends, aren't you?
- Siz eski arkadaşsınız, değil mi?
- I recently met an old friend.
- Geçenlerde eski bir arkadaşa rastladım.
- My house is old and ugly.
- Benim evim eski ve biçimsiz.
- I was glad to see my old friends.
- Eski arkadaşlarımı gördüğüme sevindim.
- That book is really old.
- O kitap gerçekten eski.
- His old car is on its last legs.
- Eski arabası son demlerini yaşıyor.
- One is new, the other is old.
- Biri yeni, diğeri eski.
- While walking down a street, he ran into an old friend of his.
- Yolda yürürken eski bir arkadaşına denk geldi.
- Kyoto is famous for its old temples.
- Kyoto eski tapınakları ile ünlüdür.
- Mary is an old girlfriend.
- Mary eski bir kız arkadaşım.
- She is ashamed of her old clothes.
- Eski kıyafetlerinden utanır.
- The building is old but solid.
- Bina eski ama sağlam.
- That's an old American custom.
- Bu eski bir Amerikan geleneği.
- Sooner or later, we'll have to buy a new TV since the TV we have now is a very old model.
- Er ya da geç, şu an sahip olduğumuz TV çok eski bir model olduğu için yeni bir televizyon almak zorunda kalacağız.
- Is that old car giving you any more trouble?
- O eski araba sana daha fazla sorun çıkarıyor mu?
- Tom gave me some old coins.
- Tom bana biraz eski para verdi.
- That church on the hill is very old.
- Tepedeki o kilise çok eskidir.
- I'm going out to dinner with an old friend.
- Eski bir arkadaşımla yemeğe çıkıyorum.
- His hobby is collecting old stamps.
- Hobisi eski pulları toplamak.
- This old bread is as hard as a rock.
- Bu eski ekmek bir kaya kadar sert.
- I don't think this old car will make it to the top of the hill.
- Bu eski arabanın tepeye kadar çıkabileceğini sanmıyorum.
- This is an old book with a new face.
- Bu yeni bir yüzü olan eski bir kitap.
- It's more than a hundred years old.
- Yüz yıldan daha eski.
- That old car often breaks down.
- O eski araba sık sık bozulur.
- Let's go back and resurrect that old idea.
- Geri dönelim ve o eski fikri diriltelim.
- This is an old device.
- Bu eski bir cihaz.
- I don't want Tom's old job.
- Tom'un eski işini istemiyorum.
- Tom's computer is so old that it still runs Windows 98.
- Tom'un bilgisayarı o kadar eski ki hala Windows 98 yüklü.
- We seem to keep grappling with the same old problem.
- Görünüşe göre yine aynı eski sorunla boğuşmaya devam ediyoruz.
- I met an old friend a short time ago.
- Kısa bir zaman önce eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- The car is old but in good condition.
- Araba eski ama iyi durumda.
- Tom wasn't the one who bought my old desk.
- Eski masamı alan Tom değildi.
- Why do you want such an old car?
- Neden bu kadar eski bir araba istiyorsun?
- I don't want to know all your old boyfriends' names.
- Tüm eski erkek arkadaşlarının isimlerini bilmek istemiyorum.
- Tom took a picture of his old camera with his new camera.
- Tom yeni fotoğraf makinesiyle eski fotoğraf makinesinin fotoğrafını çekti.
- Do you want your old job back?
- Eski işini geri istiyor musun?
- I think I'll throw some of my old clothes away.
- Sanırım eski giysilerimden bazılarını atacağım.
- An old friend is better than two new ones.
- Eski bir arkadaş iki yeni arkadaştan daha iyidir.
- I ran into an old friend three days ago.
- Üç gün önce eski bir arkadaşa rastladım.
- He renovates old houses in Spain.
- O, İspanya'daki eski evleri onarıyor.
- I am watching an old film.
- Eski bir film seyrediyorum.
- Tom found a very old coin in the garden.
- Tom bahçede çok eski bir sikke buldu.
- I met an old friend of mine in Boston.
- Boston'da eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- That's a very old saying.
- Bu çok eski bir deyiş.
- Tom is an old friend.
- Tom eski bir arkadaş.
- We finally got rid of our old car.
- Sonunda eski arabamızdan kurtulduk.
- That old bridge is anything but safe.
- Şu eski köprü hiç de güvenli değil.
- I can't wear this old suit to that party.
- O partide bu eski takımı giyemem.
- It is an old manuscript.
- Bu eski bir el yazması.
- They talked together like old friends.
- Eski arkadaşlar gibi birlikte konuştular.
- He was playing football with an old tin.
- O, eski bir teneke kutu ile futbol oynuyordu.
- There is a quite old vine at Maribor.
- Maribor'da oldukça eski bir asma vardır.
- I sent a letter to a good old acquaintance.
- Eski bir tanıdığıma mektup gönderdim.
- Tom loves playing old computer games.
- Tom eski bilgisayar oyunlarını oynamayı sever.
- This old ten-mark bill hasn't been valid for a long time.
- Bu eski 10 marklık banknot uzun zamandır geçerli değil.
- Tom is thinking about buying that old restaurant on Park Street.
- Tom, Park Caddesi'ndeki o eski restoranı satın almayı düşünüyor.
- Tom buys and sells old books.
- Tom eski kitapları alıp satıyor.
- When and where did you buy that old clock?
- O eski saati ne zaman ve nereden aldın?
- It's an old pain.
- Eski bir ağrı.
- I sent a letter to a good old acquaintance.
- İyi eski bir tanıdığa bir mektup gönderdim.
- Sami's old life remained a problem.
- Sami'nin eski hayatı bir sorun olarak kaldı.
- It's an old Irish tradition.
- O eski bir İrlanda geleneği.
- This monitor has a much larger resolution than my old one.
- Bu monitörün eskisinden çok daha yüksek çözünürlüğü var.
- He traded his old car in for a new one.
- Eski arabasını yenisiyle takas etti.
- Tom gave his old car to me.
- Tom eski arabasını bana verdi.
- He exchanged his old car for a new one.
- Eski arabasını yenisiyle değiştirdi.
- Yesterday I received a letter from an old friend.
- Dün eski bir arkadaşımdan bir mektup aldım.
- I was surprised to see an old friend of mine there.
- Eski bir arkadaşımı orada görmek beni şaşırttı.
- My father drives a very old car.
- Babam çok eski bir araba kullanır.
- Tom gave me his old one.
- Tom eskisini bana verdi.
- Tom plans to throw away his old toaster.
- Tom, eski ekmek kızartma makinesini atmayı planlıyor.
- My old job was extremely boring.
- Eski işim son derece sıkıcıydı.
- If anything, my new job is harder than my old one.
- Aksine, yeni işim eskisinden daha zor.
- The house that I live in is old.
- Yaşadığım ev eski.
- Tom promised to sell me his old guitar.
- Tom bana eski gitarını satacağına söz verdi.
- Is there some reason you're saving these old bottles?
- Bu eski şişeleri saklamanızın bir nedeni var mı?
- Tom finally talked Mary into selling him her old violin.
- Tom sonunda Mary'yi eski kemanını ona satmaya ikna etti.
- His house is small and moreover it's old.
- Evi küçük ve dahası eski.
- This newspaper is old.
- Bu gazete eskidir.
- There's an old castle at the foot of the mountain.
- Dağın eteklerinde eski bir kale var.
- There was nothing but an old chair in the room.
- Odada eski bir sandalyeden başka bir şey yoktu.
- I saw an old friend of yours this afternoon.
- Bu öğleden sonra eski bir arkadaşınızı gördüm.
- Tom wore an old pair of shoes.
- Tom eski bir çift ayakkabı giydi.
- I was ashamed to go out in old clothes.
- Eski elbiselerle gitmeye utandım.
- Tom told Mary that she should get rid of all her old clothes.
- Tom, Mary'ye tüm eski kıyafetlerinden kurtulması gerektiğini söyledi.
- He was dressed in an old coat that had seen better days.
- O çok daha iyi günler görmüş eski bir ceket giyinmişti.
- My house is old and ugly.
- Evim eski ve çirkin.
- Tom knew who Mary had decided to give her old guitar to.
- Tom, Mary'nin eski gitarını kime vermeye karar verdiğini biliyordu.
- Tom got rid of his old car.
- Tom eski arabasından kurtuldu.
- I gave her my old bicycle.
- Ona eski bisikletimi verdim.
- The desk Ken uses is old.
- Ken'in kullandığı masa eski.
- His house was small and old.
- Onun evi küçük ve eskiydi.
- Her husband asked her to throw that old hat away.
- Kocası ondan o eski şapkayı atmasını istedi.
- I don't want your old job.
- Eski işini istemiyorum.
- Tom threw his old wallet away.
- Tom eski cüzdanını attı.
- It's fun to visit old friends.
- Eski arkadaşları ziyaret etmek eğlencelidir.
- I talked to Tom's old girlfriend.
- Tom'un eski kız arkadaşıyla sohbet ettim.
- Check for old versions.
- Eski sürümleri kontrol edin.
- I ran into my old teacher at the station.
- İstasyonda benim eski öğretmenime rastladım.
- We should do away with these old rules.
- Bu eski kuralları kaldırmalıyız.
- I ran into an old friend at Tokyo Station.
- Tokyo İstasyonunda eski bir arkadaşıma rastladım.
- I love old prewar gangster movies.
- Ben eski savaş öncesi gangster filmlerini seviyorum.
- Tom didn't want me to sell my old truck.
- Tom eski kamyonumu satmamı istemedi.
- Tom pulled out an old shoebox from his closet and opened it.
- Tom dolabından eski bir ayakkabı kutusu çıkardı ve açtı.
- We still have an old tube television.
- Hâlâ eski bir tüplü televizyonumuz var.
- Tom didn't know who Mary had decided to give her old guitar to.
- Tom, Mary'nin eski gitarını kime vermeye karar verdiğini bilmiyordu.
- Tom is an old friend of mine.
- Tom benim eski bir arkadaşım.
- This old car is yours if you want it.
- İstersen bu eski araba senindir.
- Tom doesn't know who Mary has decided to give her old guitar to.
- Tom, Mary'nin eski gitarını kime vermeye karar verdiğini bilmiyor.
- The desk which Ken uses is old.
- Ken'in kullandığı masa eski.
- He is always talking about old memories of his childhood.
- Sürekli çocukluğundaki eski anılardan bahsediyor.
- Both Tom and I like old movies.
- Hem Tom hem de ben eski filmleri seviyoruz.
- The taxi I took was very old and small.
- Bindiğim taksi çok eski ve küçüktü.
- Tom still uses an old dial telephone.
- Tom hâlâ eski bir çevirmeli telefon kullanıyor.
- Lincoln welcomed his old political opponent.
- Lincoln eski siyasi rakibini karşıladı.
- I've never seen a car this old in such good condition.
- Bu kadar eski bir arabayı hiç bu kadar iyi durumda görmemiştim.
- Tom has a very old automobile.
- Tom'un çok eski bir otomobili var.
- Mary complained about her husband again - the same old story.
- Mary kocası hakkında yine yakındı - aynı eski hikaye.
- I gave my old clothes away.
- Eski kıyafetlerimi verdim.
- She turned her old dress into a skirt.
- Eski elbisesini eteğe dönüştürdü.
- Tom dyed his old T-shirt blue.
- Tom eski tişörtünü maviye boyadı.
- Tell Tom I don't want his old car.
- Tom'a eski arabasını istemediğimi söyle.
- Are you seriously thinking about buying that old car?
- O eski arabayı satın almayı ciddi olarak düşünüyor musun?
- This old suit is just about done for; I shall have to get a new one.
- Bu eski takımın işi bitmek üzere; yeni bir tane almam gerekecek.
- Tom put some old clothes in the box.
- Tom kutuya bazı eski giysiler koydu.
- The book is old.
- Kitap eskidir.
- Her old cat is still alive.
- Onun eski kedisi hâlâ hayatta.
- There was an old clunker parked just behind my new sports car.
- Yeni spor arabamın hemen arkasına park edilmiş eski bir külüstür vardı.
- Tom gave Mary an old coin.
- Tom Mary'ye eski bir madeni para verdi.
- I got these old coins from her.
- Bu eski sikkeleri ondan aldım.
- That's an old picture.
- O eski bir resim.
- The town restored this old historic building.
- Kent, bu eski tarihi binayı restore etti.
- Tom is an old acquaintance of the family.
- Tom, ailenin eski bir tanıdığıdır.
- Tom stole some old coins from Mary's house.
- Tom, Mary'nin evinden birkaç eski sikke çaldı.
- I have an old mahogany desk.
- Eski bir maun masam var.
- Tom is a very old friend of mine.
- Tom benim çok eski bir arkadaşım.
- His house is small and moreover it's old.
- Onun evi çok küçük ve üstelik çok eski.
- There were three hundred cardboard boxes filled with old clothes ready to be sent to the disaster area.
- Felaket bölgesine gönderilmek üzere eski giysilerle dolu üç yüz karton kutu vardı.
- Everyone knows that there is something new in this old capital.
- Herkes bu eski başkentte yeni bir şey olduğunu bilir.
- I like learning old languages.
- Eski dilleri öğrenmeyi severim.
- Tom can't fit into his old clothes anymore.
- Tom artık eski kıyafetlerine sığamıyor.
- I'm an old friend.
- Ben eski bir arkadaşım.
- There are many old temples in Kyoto.
- Kyoto'da bir sürü eski tapınaklar var.
- Tom gave a lot of his old clothes to a homeless man that he met recently.
- Tom eski giysilerinin çoğunu geçenlerde tanıştığı evsiz bir adama verdi.
- I ran into an old friend at Tokyo Station.
- Tokyo İstasyonu'nda eski bir arkadaşıma rastladım.
- Tom is using an old bus as a storage shed.
- Tom eski bir otobüsü depo olarak kullanıyor.
- Tom put on an old T-shirt.
- Tom eski bir tişört giydi.
- An old proverb says that time is money.
- Eski bir atasözü vakit nakittir diyor.
- According to an old Christmas custom, if a woman is caught standing under hanging mistletoe, a man may kiss her.
- Eski bir Noel geleneğine göre, bir kadın asılı ökseotunun altında dururken yakalanırsa, bir erkek onu öpebilir.
- Where did you pick up those old coins?
- Bu eski sikkeleri nereden aldın?
- Tom sang some old songs.
- Tom birkaç eski şarkı çaldı.
- What you have just said reminds me of an old saying.
- Söylediklerin bana eski bir deyişi hatırlatıyor.
- Where did you get those old coins?
- Bu eski paraları nereden buldun?
- I ran across an old friend of mine at the party yesterday.
- Dün partide eski bir arkadaşıma rastladım.
- Have you ever lived in an old building?
- Hiç eski bir binada yaşadın mı?
- I live in an old house.
- Eski bir evde yaşıyorum.
- He disposed of his old house.
- Eski evini elden çıkardı.
- I met an old student of mine in London.
- Londra'da eski bir öğrencimle karşılaştım.
- What do people do with old gold?
- İnsanlar eski altınla ne yaparlar?
- On my way home, I came across an old friend.
- Eve giderken eski bir arkadaşıma rastladım.
- I ran into an old friend of mine.
- Eski bir arkadaşıma rastladım.
- Nancy ran across an old friend of hers yesterday.
- Nancy dün eski bir arkadaşına rastladı.
- You can't teach an old dog new tricks.
- Eski köye yeni adet getiremezsin.
- I don't think Tom will want your old bicycle.
- Tom'un senin eski bisikletini isteyeceğini sanmıyorum.
- Tom was with an old friend from high school.
- Tom liseden eski bir arkadaşıyla birlikteydi.
- Tom certainly gets a nice sound out of that old bassoon.
- Tom kesinlikle o eski fagottan güzel bir ses çıkarıyor.
- Sheila and I are old friends.
- Sheila ve ben eski arkadaşız.
- Old books are for writers, new ones for readers.
- Eski kitaplar yazarlar içindir, yeniler okuyucular için.
- Tom was the one who bought my old desk.
- Tom benim eski masamı satın alan kişiydi.
- Why are you using this old computer?
- Neden bu eski bilgisayarı kullanıyorsun?
- What did Tom do with his old car?
- Tom eski arabasını ne yaptı?
- This is a letter from my old teacher.
- Bu, benim eski öğretmenimden gelen bir mektup.
- I was invited by an old friend.
- Eski bir arkadaşım tarafından davet edildim.
- I am going to call my old teacher.
- Eski öğretmenimi arayacağım.
- Who needs that old furniture?
- O eski mobilyaya kimin ihtiyacı var?
- You can have your old job back.
- Eski işini yeniden alabilirsin.
- I don't want to stir up old memories.
- Eski anıları kurcalamak istemiyorum.
- The houses along the river are very old.
- Nehir kıyısındaki evler çok eski.
- Tom enjoys watching old black and white movies on YouTube.
- Tom YouTube'da eski siyah beyaz filmleri izlemekten hoşlanıyor.
- Let's get rid of this old furniture.
- Bu eski mobilyalardan kurtulalım.
- Mary sat under the tree, reading an old book from the nineteenth century.
- Mary ağacın altında oturmuş, on dokuzuncu yüzyıldan kalma eski bir kitabı okuyordu.
- We walked along the busy street, singing old songs.
- İşlek cadde boyunca eski şarkılar söyleyerek yürüdük.
- I don't think Tom will want your old bicycle.
- Tom'un eski bisikletini isteyeceğini sanmıyorum.
- That's an old Russian custom.
- Bu eski bir Rus geleneği.
- This is a very old book.
- Bu çok eski bir kitap.
- Because I've worn out my old coat I need to buy a new one.
- Eski ceketimi yıprattığım için yeni bir tane almam gerekiyor.
- Tom tried to sell his old couch.
- Tom eski kanepesini satmaya çalıştı.
- He renovates old houses in Spain.
- İspanya'da eski evleri yeniliyor.
- He wore old shoes.
- O, eski ayakkabılar giydi.
- That's pretty old.
- Bu oldukça eski.
- What do you want such an old car for?
- Bu kadar eski bir arabayı neden istiyorsun?
- I suggest you give your old computer to Tom.
- Eski bilgisayarını Tom'a vermeni öneririm.
- Tom doesn't care what happens to his old car.
- Tom eski arabasına ne olacağını umursamıyor.
- Tom advised Mary not to buy John's old computer.
- Tom, Mary'ye John'un eski bilgisayarını almamasını tavsiye etti.
- It is said that he has a lot of old coins.
- Onun bir sürü eski madeni paraları olduğu söyleniyor.
- Would it be OK if I gave Tom this old suitcase?
- Bu eski bavulu Tom'a verebilir miyim?
- I don't want to stir up old memories.
- Eski hatıraları depreştirmek istemiyorum.
- Tom lives in an old house.
- Tom eski bir evde yaşıyor.
- Old homes, especially traditional Japanese ones, can be damp and unfriendly to modern life.
- Eski evler, özellikle de geleneksel Japon evleri nemli olup modern yaşama elverişli olmayabilir.
- You must turn in your old license in order to get a new one.
- Yeni bir tane almak için eski ehliyetinizi teslim etmelisiniz.
- The picture reminds me of my happy old days.
- Fotoğraf bana eski mutlu günlerimi hatırlatıyor.
- I met an old friend by chance.
- Eski bir arkadaşımla tesadüfen karşılaştım.
- What do you want that old thing for?
- O eski şeyi ne için istiyorsun?
- There used to be an old temple here.
- Eskiden burada eski bir tapınak vardı.
- Have you ever lived in an old building?
- Hiç eski bir binada yaşadınız mı?
- He still cherishes his old car.
- O, eski arabasına hâlâ değer veriyor.
- Do you know where my old glasses are?
- Eski gözlüğümün nerede olduğunu biliyor musun?
- Tom staked his tomatoes with Mary's old stockings.
- Tom Mary'nin eski çoraplarıyla domateslerini kazığa bağladı.
- That's an old American custom.
- Bu eski bir Amerikan âdeti.
- Tom paid way too much for that old car.
- Tom o eski araba için oldukça çok fazla ödedi.
- While I was cleaning out my desk, I came across this old picture.
- Masamı temizlerken bu eski resme rastladım.
- That old house has been neglected for years.
- O eski ev yıllardır bakımsız.
- Tom talked Mary into buying his old car.
- Tom Mary'yi onun eski arabasını almaya ikna etti.
- Shougongsha is an old Chinese technique to test a woman's virginity.
- Shougongsha, bir kadının bekaretini test etmek için kullanılan eski bir Çin tekniğidir.
- I'm moving into Tom's old house.
- Tom'un eski evine taşınıyorum.
- Tom said he wanted to drop in on some old friends while he was in Boston.
- Tom, Boston'dayken bazı eski arkadaşlarına uğramak istediğini söyledi.
- Tom told us it was an old ship.
- Tom bize eski bir gemi olduğunu söyledi.
- Tom is a bit old fashioned.
- Tom biraz eski kafalı.
- Old friends got in touch with me.
- Eski arkadaşlar benimle temasa geçti.
- Did the car look old?
- Araba eski görünüyor muydu?
- Greece is an old country.
- Yunanistan eski bir ülke.
- He said that he bought an old car.
- Eski bir araba satın aldığını söyledi.
- Tom likes to watch old black and white movies.
- Tom eski siyah-beyaz filmleri izlemekten hoşlanıyor.
- Tom loves playing old computer games.
- Tom eski bilgisayar oyunlarını oynamayı seviyor.
- There is a lot of old chewing gum stuck to the sidewalk.
- Kaldırıma yapışmış birçok eski sakız var.
- This monitor has a much larger resolution than my old one.
- Bu monitör, benim eski monitörümden çok daha büyük bir çözünürlüğe sahip.
- Isn't there an old bakery somewhere in this town?
- Bu kasabada eski bir fırın yok mu?
- Meeting my old friend was very pleasant.
- Eski arkadaşımla buluşmak çok hoştu.
- Tom didn't want to drive Mary's old car.
- Tom, Mary'nin eski arabasını kullanmak istemedi.
- I like wearing old clothes.
- Eski elbiseleri giymeyi seviyorum.
- The same old problem.
- Aynı eski sorun.
- The box contains some old jewelry.
- Kutuda eski mücevherler var.
- She gave me these old coins.
- Bana bu eski paraları verdi.
- He persuaded his firm to let him go back to his old job.
- Eski işine geri dönmek için şirketini ikna etti.
- He collected old coins.
- Eski madeni para koleksiyonu yapıyordu.
- My desk is old.
- Benim masam eski.
- Yesterday I met an old friend of mine whom I had not seen for a long time.
- Dün uzun zamandır görmediğim eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- Tom's old car has finally given up the ghost.
- Tom'un eski arabası sonunda bozuldu.
- What do you want to do with this old chair?
- Bu eski sandalyeyle ne yapmak istiyorsun?
- Tom is thinking about buying that old restaurant on Park Street.
- Tom, Park Caddesindeki o eski restoranı satın almayı düşünüyor.
- My history teacher is an old Portuguese.
- Tarih öğretmenim eski bir Portekizli.
- Mary sat under the tree, reading an old book from the nineteenth century.
- Mary ağacın altında oturdu, on dokuzuncu yüzyıldan kalan eski bir kitap okudu.
- Her hobby was collecting old coins.
- Hobisi eski paraları toplamaktı.
- The house which stands on the hill is very old.
- Tepenin üstünde duran ev çok eski.
- Tom has an old bicycle that Mary gave him.
- Tom'un Mary'nin ona verdiği eski bir bisikleti var.
- Tom is an old student of mine.
- Tom benim eski bir öğrencimdir.
- This book is old.
- Bu kitap eski.
- We looked at our old yearbook pictures.
- Biz eski yıllık resimlerimize baktık.
- If you don't want your old bicycle, you can always give it away.
- Eski bisikletini istemiyorsan, her zaman verebilirsin.
- His old car is on its last legs.
- Onun eski arabası son demlerini yaşıyor.
- John and I are old friends.
- John ve ben eski arkadaşız.
- He must have gone to see his old friend.
- O eski arkadaşını görmek için gitmiş olmalı.
- This fossil is over 30 million years old.
- Bu fosil 30 milyon yıldan daha eski.
- He saw something behind a lot of old boxes.
- Bir sürü eski kutunun arkasında bir şey gördü.
- Tom wants to give his old car to Mary.
- Tom eski arabasını Mary'ye vermek istiyor.
- I saw an old friend of yours this afternoon.
- Bu öğleden sonra senin eski bir arkadaşını gördüm.
- I found a stack of old National Geographic magazines at my parents' house.
- Ailemin evinde bir yığın eski National Geographic dergisi buldum.
- She turned her old dress into a skirt.
- Eski elbisesini eteğe çevirdi.
- Berber has an old alphabet called Tifinagh.
- Berbericenin Tifinag adında eski bir alfabesi var.
- An old castle stands on top of the cliff.
- Uçurumun tepesinde eski bir kale duruyor.
- Do you still want me to give Tom your old computer?
- Hala Tom'a eski bilgisayarını vermemi istiyor musun?
- The town is famous for its old castle.
- Kasaba eski kalesi ile ünlüdür.
- You can cook delicious food in an old pan.
- Eski bir tencerede lezzetli yiyecekler pişirebilirsiniz.
- This old fish has a strange taste.
- Bu eski balığın garip bir tadı var.
- Tom got rid of his old books.
- Tom eski kitaplarından kurtuldu.
- The old teacher began to talk about the good old days.
- Yaşlı öğretmen, eski güzel günlerden söz etmeye başladı.
- I found him worn out, old, and tired.
- Onu yıpranmış eski ve yorgun buldum.
- Wasn't your old dog named Cookie?
- Eski köpeğine Cookie adı verilmedi mi?
- I live close to an old bookshop.
- Eski bir kitapçıya yakın yaşıyorum.
- There's an old tower in the center of the village.
- Köyün merkezinde eski bir kule var.
- Nothing ever happens in this old village.
- Bu eski köyde hiçbir şey olmuyor.
- The driver is deeply attached to his old car.
- Sürücü eski arabasına derinden bağlandı.
- It's a quaint old village.
- Eski ve şirin bir köy.
- I have an old car.
- Eski bir arabam var.
- That is an old castle.
- O, eski bir kale.
- Tom wasn't the one who bought my old desk.
- Tom eski masamı satın alan kişi değildi.
- I bumped into an old friend on the bus.
- Otobüste eski bir arkadaşıma rastladım.
- My table is old.
- Masam eski.
- Am I the only one who thinks it's a bad idea to buy Tom's old car?
- Tom'un eski arabasını satın almanın kötü bir fikir olduğunu düşünen sadece ben miyim burada?
- We walked along the busy street, singing old songs.
- Biz eski şarkılar söyleyerek işlek cadde boyunca yürüdük.
- My father drives a very old car.
- Babam, çok eski bir araba kullanıyor.
- Tom sold me his old car.
- Tom bana eski arabasını sattı.
- I like to look at old pictures.
- Eski resimlere bakmayı severim.
- Tom was the one who bought my old desk.
- Tom benim eski masamı alan kişiydi.
- You're old friends, aren't you?
- Siz eski arkadaşlarsınız, değil mi?
- This is an old Canadian custom.
- Bu eski bir Kanada geleneğidir.
- Tom is an old friend of mine from high school.
- Tom benim, liseden eski bir arkadaşımdır.
- He is an old friend of mine.
- O benim eski bir arkadaşım.
- His decision to quit his old job and start his own business really paid off.
- Eski işini bırakıp kendi işini kurma kararı gerçekten işe yaradı.
- Tom and Mary wanted to talk about old times.
- Tom ve Mary eski günlerden konuşmak istediler.
- That's an old tale.
- O, eski bir hikayedir.
- She took off her old shoes and put on the new ones.
- Eski ayakkabılarını çıkardı ve yenilerini giydi.
- Tom talked Mary into buying his old car.
- Tom, Mary'i eski arabasını almaya ikna etti.
- When I was in New York, I happened to meet my old friend.
- Ben New York'ta iken, tesadüfen eski arkadaşımla karşılaştım.
- This new machine is much better than that old thing we had.
- Bu yeni makine sahip olduğumuz o eski şeyden çok daha iyi.
- This old house needs a good housekeeper.
- Bu eski evin iyi bir hizmetçiye ihtiyacı var.
- He wants to sing old songs.
- Eski şarkıları söylemek istiyor.
- I was ashamed to go out in old clothes.
- Eski elbiselerle dışarı çıkmaya utandım.
- My old car brought me $100.
- Eski arabam bana 100 dolar kazandırdı.
- He came across his old friend while walking in the park.
- Parkta yürürken eski arkadaşına rastladı.
- The man wearing glasses is an old Chinese author.
- Gözlük takan adam eski bir Çinli yazar.
- Tom said he was planning on visiting an old girlfriend in Boston.
- Tom, Boston'daki eski bir kız arkadaşını ziyaret etmeyi planladığını söyledi.
- Tom spent the night in an old hunting shack.
- Tom geceyi eski bir avcı kulübesinde geçirdi.
- Tom bought a new camera so he sold his old one.
- Tom yeni bir fotoğraf makinesi aldığı için eskisini sattı.
- Yanni is Ziri's old friend.
- Yanni, Ziri'nin eski arkadaşıdır.
- My old job was extremely boring.
- Benim eski işim son derece sıkıcıydı.
- I met one of your old girlfriends yesterday.
- Dün eski kız arkadaşlarından biriyle tanıştım.
- There are some old houses in this street.
- Bu sokakta bazı eski evler var.
- Tom should've given Mary his old guitar.
- Tom, Mary'ye eski gitarını vermeliydi.
- That book is very old.
- O kitap çok eski.
- You can have your old job back.
- Eski işini geri alabilirsin.
- I want my old life back.
- Eski yaşantımı geri istiyorum.
- I think we have an old picture of you and Tom somewhere.
- Sanırım bir yerde senin ve Tom'un eski bir resmine sahibiz.
- Let's sing some old songs.
- Biraz eski şarkılar söyleyelim.
- Tom collected old coins.
- Tom eski bozuk paraları topladı.
- I've already decided who to give my old bicycle to.
- Eski bisikletimi kime vereceğime çoktan karar verdim.
- Tell me who you gave your old toolbox to.
- Bana eski alet çantanı kime verdiğini söyle.
- This is an old type of American clock.
- Bu eski tip bir Amerikan saati.
- He came across some old documents in the closet.
- Dolapta bazı eski belgelere rastladı.
- She is ashamed of her old clothes.
- Eski giysilerinden utanıyor.
- Tom can't fit into his old clothes anymore.
- Tom artık eski giysilerine sığamıyor.
- Tom put some old clothes in the box.
- Tom kutuya eski kıyafetler koydu.
- I want my old life back.
- Eski hayatımı geri istiyorum.
- Old favors are soon forgotten.
- Eski iyilikler çabuk unutuldu.
- They say this old house is haunted.
- Bu eski evin perili olduğunu söylüyorlar.
- They're very old friends.
- Onlar çok eski arkadaşlar.
- He found an old, broken chair and sat down at the piano.
- O, kırık eski bir sandalye buldu ve piyanoda oturdu.
- This bicycle is old, but it's better than nothing.
- Bu bisiklet eski ama hiç yoktan iyidir.
- I bumped into an old friend for the first time in ten years on the Shinkansen the other day.
- Geçen yıl Shikansen'de on yıldır ilk kez eski bir arkadaşla karşılaştım.
- This computer's a lot faster than my old one.
- Bu bilgisayar benim eski bilgisayarımdan çok daha hızlı.
- He played an old Turkish song on his new oud.
- Yeni uduyla eski bir Türkçe parça çaldı.
- Tom found an old safe in his garage.
- Tom garajında eski bir kasa buldu.
- Tom is an old acquaintance of the family.
- Tom ailenin eski bir tanıdığı.
- Tom tried to sell his old VCR instead of throwing it away, but no one would buy it, so he ended up throwing it away.
- Tom eski VCR'ını atmak yerine satmaya çalıştı ama kimse almadı, o da sonunda çöpe attı.
- I'm just a plain old office worker.
- Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.
- This newspaper is old.
- Bu gazete eski.
- An old flame never dies.
- Eski bir aşk asla ölmez.
- Where did you pick up those old coins?
- O eski paraları nerede buldun?
- Yesterday I received a letter from an old friend.
- Dün eski bir dosttan bir mektup aldım.
- The boy has grown out of all his old clothes.
- Çocuk eski elbiselerine sığmayacak kadar büyüdü.
- I own some very old stamps.
- Çok eski pullarım var.
- Tom has an old car.
- Tom'un eski bir arabası var.
- Because I've worn out my old coat I need to buy a new one.
- Eski paltomu eskittiğim için yeni bir tane almam gerekiyor.
- I have an old computer that I don't want anymore.
- Artık istemediğim eski bir bilgisayarım var.
- There are many old castles in Europe.
- Avrupa'da birçok eski kale var.
- We decided to let Tom have our old car.
- Tom'un eski arabamıza sahip olmasına izin vermeye karar verdik.
- When I was in New York, I happened to meet my old friend.
- New York'tayken, tesadüfen eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- Tom stayed at an old and cheap hotel.
- Tom eski ve ucuz bir otelde kaldı.
- It's an old organization that uses secret rituals.
- Bu, gizli dinsel törenleri kullanan eski bir örgüt.
- Let's get rid of this old furniture.
- Şu eski mobilyalardan kurtulalım.
- It's the same old story.
- Bu aynı eski hikaye.
- If anything, my new job is harder than my old one.
- Bilakis, benim yeni işim eski işimden daha zor.
- He listened to his old punk records nostalgically.
- Eski punk plaklarını nostaljik duygularla dinledi.
- I gave my old coat to Tom.
- Eski ceketimi Tom'a verdim.
- I wear my old coat in weather like this.
- Böyle havalarda eski paltomu giyerim.
- Tom buys and sells old books.
- Tom eski kitapları satın alır ve satar.
- How old is that house?
- Bu ev ne kadar eski?
- There is an old story about a Persian cat.
- Bir İran kedisi hakkında eski bir hikaye vardır.
- Tom is trying to sell his old car.
- Tom eski arabasını satmaya çalışıyor.
- I bought Tom's old car for $3,000.
- Tom'un eski arabasını 3,000 dolara aldım.
- I came upon an old friend of mine on the train.
- Trende eski bir arkadaşıma rastladım.
- Tom likes to listen to old radio programs.
- Tom eski radyo programlarını dinlemekten hoşlanıyor.
- My mother uses my father's old short as a dust rag.
- Annem, babamın eski şortunu toz bezi olarak kullanıyor.
- The house that stands on the hill is very old.
- Tepede duran ev çok eski.
- This bookstore deals exclusively in old and rare books.
- Bu kitapçı sadece eski ve nadir kitaplarla ilgileniyor.
- Tom drives a very old car.
- Tom çok eski bir araba kullanıyor.
- Tom ran into an old friend in the park.
- Tom parkta eski bir arkadaşına rastladı.
- Change into some old clothes before you clean the garage.
- Garajı temizlemeden önce eski kıyafetlerinizi giyin.
- I hope I can get my old job back.
- Eski işimi tekrar alabileceğimi umuyorum.
- That old tradition has disappeared.
- O eski gelenek yok oldu.
- This is a letter from my old teacher.
- Bu eski öğretmenimden gelen bir mektup.
- That's old news.
- O eski bir haber.
- Tom wanted to give his old car to Mary.
- Tom eski arabasını Mary'ye vermek istedi.
- I think I'll throw some of my old clothes away.
- Sanırım eski kıyafetlerimden bazılarını atacağım.
- I can't wear this old suit to that party.
- Bu eski takımı o partide giyemem.
- I should give my old watch to Tom.
- Eski saatimi Tom'a vermeliyim.
- I went back and checked your old records.
- Geri döndüm ve eski kayıtlarını kontrol ettim.
- When I boarded the train this morning, I ran into an old friend.
- Bu sabah trene bindiğimde eski bir arkadaşıma rastladım.
- She cherished his old love letters.
- Onun eski aşk mektuplarına değer verirdi.
- I don't want your old job.
- Senin eski işini istemiyorum.
- That's an old trick.
- Bu eski bir hile.
- Maybe we should ask Tom if he wants this old piano.
- Belki bu eski piyanoyu isteyip istemediğini Tom'a sormalıyız.
- My plan is visiting old castles in Scotland.
- Planım İskoçya'daki eski kaleleri ziyaret etmektir.
- That's an old tale.
- Bu eski bir masal.
- During a walk in the park she accidentally met her old friend.
- Parkta yapılan yürüyüş sırasında o, kazara eski arkadaşıyla karşılaştı.
- That is old news.
- Bu eski bir haber.
- She turned against her old friend.
- Eski arkadaşına sırtını döndü.
- That's old news.
- Bu eski haber.
- I want to remember old melodies.
- Eski şarkıları yâd etmek istiyorum.
- Don't fall for his old tricks.
- Onun eski hilelerine aldanma.
- He traded his old car in for a new one.
- Eski arabasını yenisiyle takas yaptı.
- The best mirror is an old friend.
- En iyi ayna, eski bir dosttur.
- This building is new, that one old.
- Bu bina yeni, şu ise eski.
- Tom is one of my old drinking buddies.
- Tom benim eski içki arkadaşlarımdan biridir.
- Tom got rid of his old bicycle.
- Tom eski bisikletinden kurtuldu.
- Because my old ladder is broken.
- Çünkü eski merdivenim kırıldı.
- Tom spent the night in an old hunting shack.
- Tom geceyi eski bir av kulübesinde geçirdi.
- This is an old Canadian custom.
- Bu eski bir Kanada geleneği.
- This is old news to me.
- Bu benim için eski bir haber.
- You aren't really going to buy Tom's old tractor, are you?
- Gerçekten Tom'un eski traktörünü almayacaksın, değil mi?
- I was looking at old pictures.
- Eski resimlere bakıyordum.
- He had an old pickup truck and a big, battered mower.
- Eski bir kamyoneti ve büyük, hırpalanmış bir çim biçme makinesi vardı.
- Would it be OK if I gave Tom this old suitcase?
- Tom'a bu eski çantayı versem olur mu?
- Tom is an old friend of mine.
- Tom benim eski bir arkadaşımdır.
- Tom is getting rid of his old furniture.
- Tom eski mobilyalarından kurtuluyor.
- This book is really old.
- Bu kitap çok eski.
- Tom is an old acquaintance of mine.
- Tom benim eski bir tanıdığım.
- While cleaning my room yesterday evening, I happened to find an old photograph of my mother.
- Dün akşam odamı temizlerken tesadüfen annemin eski bir fotoğrafını buldum.
- It's the same old problem.
- Bu aynı eski sorun.
- I got a letter from an old friend yesterday.
- Dün eski bir arkadaşımdan mektup aldım.
- It's very old.
- Bu çok eski.
- This old house needs a good housekeeper.
- Bu eski evin iyi bir kahyaya ihtiyacı var.
- I'll discard my old jacket.
- Eski ceketimi atacağım.
- You must turn in your old license in order to get a new one.
- Yeni bir tane almak için eski ehliyetini teslim etmen gerekir.
- Tom is an old student of mine.
- Tom benim eski bir öğrencim.
- This computer's a lot faster than my old one.
- Bu bilgisayar eskisinden çok daha hızlı.
- I can't get this old TV to work.
- Ben bu eski TV'yi çalıştıramam.
- Tom burned all of his old books.
- Tom eski kitaplarının hepsini yaktı.
- Tom lives in an old building on Park Street.
- Tom Park Caddesinde eski bir binada yaşıyor.
- Who did Tom give his old clarinet to?
- Tom eski klarnetini kime verdi?
- It's a very old book.
- Çok eski bir kitap.
- She was playing a really old video game.
- Çok eski bir video oyunu oynuyordu.
- Tom took a picture of his old camera with his new camera.
- Tom yeni kamerasıyla eski kamerasının fotoğrafını çekti.
- Mary complained about her husband again - the same old story.
- Mary yine kocasından şikayet etti - aynı eski hikaye.
- Tom was wearing an old lab coat.
- Tom eski bir laboratuvar önlüğü giyiyordu.
- I have several old computers.
- Birkaç eski bilgisayarım var.
- Her hobby was collecting old coins.
- Onun hobisi eski para toplamaktı.
- You won't believe how much money Tom gave me for my old car.
- Tom'un bana eski arabam için ne kadar para verdiğine inanmayacaksın.
- That's an old joke.
- Bu eski bir şaka.
- Tom likes to watch old black and white movies.
- Tom eski siyah beyaz filmleri izlemeyi sever.
- This old trick still works.
- Bu eski hile hâlâ işe yarıyor.
- The young man lives in an old house.
- Genç adam eski bir evde yaşıyor.
- Tom told me he had an old computer I could have.
- Tom bana alabileceğim eski bir bilgisayarı olduğunu söyledi.
- I want to know who you gave your old washing machine to.
- Eski çamaşır makinenizi kime verdiğinizi bilmek istiyorum.
- I got these old coins from Tom.
- Bu eski paraları Tom'dan aldım.
- Tom wants to buy our old car.
- Tom eski arabamızı almak istiyor.
- In an old castle lived a king.
- Eski bir kalede bir kral yaşarmış.
- My hobby is collecting old toys.
- Benim hobim eski oyuncakları toplamak.
- I gave some of my old clothes to the Salvation Army.
- Eski giysilerimin bir kısmını Kurtuluş Ordusu'na verdim.
- This pocket watch is more than seventy years old.
- Bu cep saati yetmiş yıldan daha eskidir.
- I met an old friend of mine the other day.
- Geçen gün eski bir arkadaşıma rastladım.
- Tom wanted to buy our old car.
- Tom eski arabamızı almak istedi.
- He thinks old newspapers are still useful.
- O, eski gazetelerin hâlâ yararlı olduğunu düşünüyor.
- I bet Tom never uses his old camera again.
- Bahse girerim Tom eski fotoğraf makinesini bir daha kullanmaz.
- Tom likes to listen to old radio programs.
- Tom eski radyo programlarını dinlemeyi seviyor.
- I was ashamed to go out in old clothes.
- Eski kıyafetlerle dışarı çıkmaya utanıyordum.
- Old practices died hard in the country.
- Taşrada eski alışkanlıklar çok zor ölür.
- I'm wearing Tom's old pajamas.
- Ben Tom'un eski pijamasını giyiyorum.
- My house is old and falling apart.
- Benim evim eski ve dökülüyor.
- My new phone is thinner than my old phone.
- Yeni telefonum eski telefonumdan daha ince.
- Dan received funds from local foundations to improve his old library.
- Dan eski kütüphanesini iyileştirmek için yerel vakıflardan fon aldı.
- This old table is still in use.
- Bu eski masa hala kullanılıyor.
- They take it for granted that what is new is better than what is old.
- Yeni olanın eski olandan daha iyi olduğunu kabul ediyorlar.
- It's an old TV.
- Bu eski bir TV.
- I met my old friends by the dozens.
- Düzinelerce eski arkadaşımla tanıştım.
- I think Tom paid far too much for that old saxophone.
- Tom'un o eski saksofon için çok fazla ödediğini düşünüyorum.
- I like old cars.
- Eski arabaları severim.
- Tom is wearing an old pair of shoes.
- Tom eski bir ayakkabı giyiyor.
- Tom's hobby is collecting old stamps.
- Tom'un hobisi eski pulları toplamak.
- The other day I met an old friend on the street.
- Geçen gün sokakta eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- I met up with a couple of good old friends.
- Birkaç iyi eski arkadaşa rastladım.
- Tom threw his old notebooks away.
- Tom eski defterlerini attı.
- They decided to demolish their old house in order to build an apartment complex.
- Bir apartman kompleksi inşa etmek için eski evlerini yıkmaya karar verdiler.
- Rome is an old city.
- Roma eski bir şehirdir.
- I ran into an old classmate of mine on my way to the station.
- İstasyona giderken eski bir sınıf arkadaşımla karşılaştım.
- This old French table is a very valuable piece of furniture.
- Bu eski Fransız masası çok değerli bir mobilyadır.
- This is old news.
- Bu eski bir haber.
- There's an old movie theater in town.
- Kasabada eski bir sinema salonu var.
- He wore old shoes.
- Eski ayakkabılar giyiyordu.
- These books are old.
- Bu kitaplar eski.
- I saw an old friend of mine.
- Eski bir arkadaşımı gördüm.
- I got rid of all my old textbooks.
- Bütün eski ders kitaplarımdan kurtuldum.
- Tom promised to sell me his old guitar.
- Tom eski gitarını bana satma sözü verdi.
- I just wanted my old life back.
- Yalnızca, eski hayatımı geri istedim.
- They are my old friends.
- Onlar benim eski arkadaşlarım.
- Let's go back and resurrect that old idea.
- Geri dönelim ve eski fikri canlandıralım.
- During a walk in the park she accidentally met her old friend.
- Parkta yürürken tesadüfen eski bir arkadaşıyla karşılaştı.
- I bought Tom's old car for $3,000.
- Tom'un eski arabasını 3.000 dolara satın aldım.
- In an old castle lived a king.
- Kral eski bir kalede yaşardı.
- Tom said he wanted to drop in on some old friends while he was in Boston.
- Tom Boston'da iken bazı eski arkadaşlara uğramak istediğini söyledi.
- Check for old versions.
- Eski sürümler için kontrol edin.
- I found an old rusty key in that room.
- O odada eski paslı bir anahtar buldum.
- I saw an old friend of mine yesterday.
- Dün eski bir arkadaşımı gördüm.
- Old favors are soon forgotten.
- Eski iyilikler çabuk unutulur.
- Tom said that he bought an old car.
- Tom eski bir araba aldığını söyledi.
- Tom's parents live in an old trailer.
- Tom'un ailesi eski bir karavanda yaşıyor.
- I parted with my old car, though I hated to do so.
- Hiç istemesem de eski arabamı elden çıkardım.
- I'm giving my old books away.
- Eski kitaplarımı veriyorum.
- Old school friends often try to keep in touch with one another.
- Eski okul arkadaşları sık sık birbirleriyle iletişimde kalmaya çalışıyorlar.
- Old friends contacted me.
- Eski arkadaşlarım benimle iletişime geçti.
- My hobby is collecting old coins.
- Hobim eski para toplamaktır.
- Yesterday I met an old friend of mine whom I had not seen for a long time.
- Dün uzun süre görmediğim eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- This is an old type of American clock.
- Bu, eski tipte bir Amerikan saatidir.
- Old books are for writers, new ones for readers.
- Eski kitaplar yazarlar, yenileri ise okuyucular içindir.
- This wine is over a year old.
- Bu şarap bir yıldan daha eski.
- The totalitarian era is passing, its old ideas blown away like leaves from an ancient, lifeless tree.
- Totaliter dönem geçiyor, eski fikirleri eski, cansız bir ağacın yaprakları gibi savrulup gidiyor.
- I ran across an old friend when I went to the movies yesterday.
- Dün sinemaya gittiğimde eski bir arkadaşıma rastladım.
- My new job is harder than my old one.
- Yeni işim eskisinden daha zor.
- They have old construction equipment.
- Eski inşaat ekipmanları var.
- It's a really old book.
- Gerçekten eski bir kitap.
- He sent his old clothes home for his brothers, and sent his family money, too.
- Eski kıyafetlerini kardeşleri için eve gönderdi ve ailesine para da gönderdi.
- That old book is a real find.
- O eski kitap gerçek bir keşiftir.
- Mary made a cute snowman out of styrofoam balls and an old sock.
- Mary strafor toplardan ve eski bir çoraptan sevimli bir kardan adam yaptı.
- I'd love to get rid of this old car.
- Bu eski arabadan kurtulmayı çok isterdim.
- How much did they give you for your old car?
- Eski araban için onlar sana ne kadar verdiler?
- I love old books.
- Eski kitapları severim.
- Don't you watch old movies?
- Eski filmleri seyretmiyor musun?
- There's probably somebody in that old house.
- Muhtemelen o eski evde biri vardır.
- I think I can sell your old car for you.
- Sanırım eski arabanı senin için satabilirim.
- Get rid of that heap of old newspapers.
- Şu eski gazete yığınından kurtul.
- She wanted to replace her old vase with a new one.
- Eski vazosunu yenisiyle değiştirmek istedi.
- This is an old book.
- Bu eski bir kitap.
- The archaeologist is studying old Roman ruins.
- Arkeolog eski Roma kalıntılarını inceliyor.
- There was an old castle to the east of the town.
- Şehrin doğusuna doğru eski bir kale vardı.
- She took off her old shoes and put on the new ones.
- Eski ayakkabılarını çıkararak yenilerini giydi.
- Europe is an old continent with a long, rich history.
- Avrupa uzun ve zengin bir tarihi olan eski bir kıtadır.
- My shoes are old, while his are new.
- Benim ayakkabılarım eski, onunkiler ise yeni.
- Walking along the street, I met an old friend of mine.
- Sokakta yürürken, eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- One day she and I visited an old friend.
- Bir gün, o ve ben eski bir arkadaşı ziyaret ettik.
- Nothing ever happens in that old village.
- O eski köyde hiçbir şey olmaz.
- I disposed of my old coat.
- Eski paltomu attım.
- She gave me these old coins.
- O, bu eski paraları bana verdi.
- She finally managed to get a hold of her old friend.
- Sonunda eski arkadaşına ulaşmayı başardı.
- While cleaning my room yesterday evening, I happened to find an old photograph of my mother.
- Dün akşam odamı temizlerken annemin eski bir fotoğrafını buldum.
- I told Tom not to buy Mary's old computer.
- Tom'a Mary'nin eski bilgisayarını almamasını söyledim.
- I told Tom he shouldn't buy Mary's old computer.
- Tom'a Mary'nin eski bilgisayarını almaması gerektiğini söyledim.
- Do you know where my old glasses are?
- Eski gözlüklerimin nerede olduğunu biliyor musun?
- How much did they give you for your old car?
- Eski araban için sana ne kadar verdiler?
- Norway has many old empty cattle sheds.
- Norveç'te birçok eski boş sığır ahırı var.
- He wants to sell his old car to a man in Kobe.
- Eski arabasını Kobe'de bir adama satmak istiyor.
- Tom says he has a lot of old stamps.
- Tom çok sayıda eski pulları olduğunu söylüyor.
- This book is really old!
- Bu kitap gerçekten çok eski!
- On my way home, I came across an old friend.
- Eve giderken, eski bir arkadaşıma rastladım.
- I think Tom paid way too much for that old saxophone.
- Bence Tom o eski saksafona çok fazla para ödedi.
- How old is this building?
- Bu bina ne kadar eskidir?
- My hobby is visiting old temples.
- Hobim eski tapınakları ziyaret etmektir.
- This old table is still in use.
- Bu eski masa hâlâ kullanımda.
- That old tradition has disappeared.
- O eski gelenek kayboldu.
- What you have just said reminds me of an old saying.
- Az önce söylediğin şey bana eski bir atasözünü hatırlatıyor.
- I met an old friend a short time ago.
- Kısa bir süre önce eski bir arkadaşımla tanıştım.
- We visited our old school.
- Biz eski okulumuzu ziyaret ettik.
- The best mirror is an old friend.
- En iyi ayna eski bir arkadaştır.
- We want new ideas, not old ones.
- Biz eskileri değil, yeni düşünceleri istiyoruz.
- I disposed of my old coat.
- Benim eski paltoyu elden çıkardım.
- That book is old.
- O kitap eski.
- That's an old trick.
- Bu eski bir numara.
- The streets are lined with old shops.
- Caddeler eski mağazalarla kaplı.
- I'll buy that old clock no matter how expensive it is.
- Ne kadar pahalı olursa olsun o eski saati alacağım.
- They decided to demolish their old house in order to build an apartment complex.
- Bir apartman inşa etmek için eski evlerini yıkmaya karar verdiler.
- This is getting really old.
- Bu gerçekten eskimeye başladı.
- His shoes were so old that his toes were sticking out of them.
- Ayakkabıları o kadar eskiydi ki ayak parmakları dışarı çıkıyordu.
- Soccer is an old game.
- Futbol eski bir oyundur.
- Someone else might want your old desk if you don't want it anymore.
- Sen artık istemiyorsan, bir başkası eski masanı isteyebilir.
- He said that he bought an old car.
- Eski bir araba aldığını söyledi.
- The town in which I was born is famous for its old castle.
- Doğduğum kasaba eski kalesiyle ünlüdür.
- My hobby is collecting old coins.
- Benim hobim eski paraları toplamak.
- Don't fall for his old tricks.
- Onun eski numaralarına kanmayın.
- She dusted off an old lamp.
- Eski bir lambanın tozunu aldı.
- He collected old coins.
- Eski madeni paralar biriktiriyordu.
- I was very happy to see my old friend.
- Eski arkadaşımı görmek beni çok mutlu etti.
- It's an old TV.
- Bu eski bir televizyon.
- The bread is old and hard.
- Ekmek eski ve sert.
- This is an old appliance.
- Bu eski bir cihaz.
- Nothing ever happens in this old village.
- Bu eski köyde hiçbir şey olmaz.
- I tried to sell my old car, but no one was interested in buying it.
- Eski arabamı satmaya çalıştım ama kimse onu satın almakla ilgilenmedi.
- I'm a little old fashioned, you know.
- Ben biraz eski kafalıyım, biliyorsun.
- It's an old name.
- Bu eski bir isim.
- Tom is the person I gave my old bicycle to.
- Eski bisikletimi verdiğim kişi Tom'dur.
- It is dangerous to cross that old bridge.
- O eski köprüden geçmek tehlikelidir.
- Nara is a very old city.
- Nara, çok eski bir şehirdir.
- I gave my old coat to her.
- Eski paltomu ona verdim.
- That's an old joke.
- O eski bir şaka.
- I gave my old coat to him.
- Eski paltomu onlara verdim.
- Something in his face really reminded me of an old boyfriend of mine.
- Yüzündeki bir şey bana eski bir erkek arkadaşımı hatırlattı.
- I am bringing down this old wall.
- Bu eski duvarı yıkıyorum.
- Tom staked his tomatoes with Mary's old stockings.
- Tom domateslerini Mary'nin eski çoraplarıyla tutturdu.
- Everybody knows that old trapper.
- Herkes eski avcıyı bilir.
- Tom said you're old friends.
- Tom eski arkadaş olduğunuzu söyledi.
- When I boarded the train this morning, I ran into an old friend.
- Bu sabah trene bindiğimde eski bir arkadaşa denk geldim.
- On both sides of the road there are old walls.
- Yolun her iki tarafında da eski duvarlar var.
- The car is old, but it is good.
- Araba eski ama iyi.
- Tom was reading an old manuscript.
- Tom eski bir el yazmasını okuyordu.
- Kabuki is an old Japanese art.
- Kabuki eski bir Japon sanatıdır.
- Tom found an old coin just outside the back door.
- Tom arka kapının hemen dışında eski bir bozuk para buldu.
- This machine is more than twenty years old.
- Bu makine yirmi yıldan daha eski.
- Tom tracked down an old, out-of-tune piano.
- Tom eski ve akordu bozuk bir piyano buldu.
- I ran across an old friend near the bank.
- Bankanın yanında eski bir arkadaşa rastladım.
- Tom wants me to give him my old motorcycle.
- Tom ona eski motosikletimi vermemi istiyor.
- We still have an old tube television.
- Bizim hala eski tüplü televizyonumuz var.
- It's doubtful whether we can really sell our old car.
- Eski arabamızı gerçekten satabileceğimiz şüpheli.
- An old friend of mine dropped in on me for the first time in ages.
- Eski arkadaşlarımdan biri uzun süredir ilk defa beni ziyaret etti.
- She drives an old Yugo.
- O, eski bir Yugo sürüyor.
- Get rid of that heap of old newspapers.
- O eski gazete yığınından kurtulun.
- There is a lot of old chewing gum stuck to the sidewalk.
- Kaldırıma yapışmış bir sürü eski sakız var.
- Tom's clothes were old, but clean.
- Tom'un elbiseleri eski ama temizdi.
- My father repaired my old watch.
- Babam eski saatimi tamir etti.
- This old fish has a strange taste.
- Bu eski balığın tuhaf bir tadı var.
- He thinks old newspapers are still useful.
- Eski gazetelerin hâlâ işe yaradığını düşünüyor.
- We must do away with these old rules.
- Bu eski kuralları ortadan kaldırmalıyız.
- There are some old houses on this street.
- Bu sokakta bazı eski evler var.
- He is my old friend.
- O benim eski arkadaşım.
- His old Fiat runs on petrol.
- Eski Fiat'ı benzinle çalışıyor.
- He was dressed in an old coat that had seen better days.
- Daha iyi günler görmüş eski bir palto giymişti.
- Those words have extremely old origins.
- O kelimelerin kökeni, çok eskilere dayanıyor.
- Tom gave me his old one.
- Tom bana eskisini verdi.
- This miserable old church is the oldest building in our country.
- Bu sefil eski kilise, ülkemizdeki en eski bina.
- He found an old, broken chair and sat down at the piano.
- Eski, kırık bir sandalye buldu ve piyanonun başına oturdu.
- Tom is a very old friend.
- Tom çok eski bir arkadaş.
- His clothes were old, but clean.
- Kıyafetleri eski ama temizdi.
- You and I are old friends.
- Sen ve ben eski arkadaşız.
- Hello, old friend!
- Merhaba, eski arkadaş!
- An old acquaintance sent me a letter.
- Eski bir tanıdığım bana bir mektup gönderdi.
- Mary has a ton of old dresses to give away, about ten of which have never been worn.
- Mary'nin vermek istediği bir ton eski elbisesi var, bunlardan yaklaşık on tanesi hiç giyilmemiş.
- I ran into an old classmate of mine on my way to the station.
- İstasyona giderken eski bir sınıf arkadaşıma rastladım.
- Ask Tom about his old girlfriends.
- Tom'a onun eski kız arkadaşlarını sor.
- An old friend is better than two new ones.
- Eski bir arkadaş, iki yeni arkadaştan daha iyidir.
- There is an old house on this street.
- Bu sokakta eski bir ev var.
- His old Fiat runs on petrol.
- Onun eski Fiat'ı benzinle çalışır.
- Tom didn't expect to sell his old car for so much money.
- Tom eski arabasını bu kadar paraya satmayı beklemiyordu.
- I want to find my old cracked mirror.
- Eski çatlak aynamı bulmak istiyorum.
- I ran into an old friend of mine outside the station.
- İstasyonun dışında eski bir arkadaşıma rastladım.
- Greetings, old friend!
- Selam, eski arkadaşım!
- This is a very old book.
- Bu çok eski bir kitaptır.
- Is there some reason you're saving these old bottles?
- Bu eski şişeleri saklamanın bir nedeni var mı?
- My grandmother's old watch has been lying in the drawer for years.
- Büyükannemin eski saati yıllardır çekmecede duruyordu.
- Tony looked down at his dirty old shoes.
- Tony kirli eski ayakkabılarına baktı.
- He still cherishes his old car.
- Hala eski arabasına değer veriyor.
- Tony could see a river and an old bridge.
- Tony, bir nehir ve eski bir köprü görebiliyordu.
- How old is that church?
- Bu kilise ne kadar eski?
- Tom made Mary forget her old lover.
- Tom, Mary'ye eski sevgilisini unutturdu.
- Tom and Mary are very old friends.
- Tom ve Mary, çok eski arkadaşlar.
- Tom says he's an old friend of yours.
- Tom eski bir arkadaşın olduğunu söylüyor.
- I suspect that Tom is up to his old tricks again.
- Tom'un yine eski numaralarını yaptığından şüpheleniyorum.
- Tom collects old coins.
- Tom eski paraları topluyor.
- My old dress is blue.
- Eski elbisem mavi.
- I didn't know who Tom had decided to give his old saxophone to.
- Tom'un eski saksafonunu kime vermeye karar verdiğini bilmiyordum.
- Tom lives in an old apartment building.
- Tom eski bir apartmanda oturuyor.
- That's an old Russian custom.
- O eski bir Rus geleneği.
- This building is new, that one old.
- Bu bina yeni, o eski.
- By chance, I ran into an old friend in Tokyo.
- Şans eseri Tokyo'da eski bir arkadaşıma rastladım.
- I threw away my old pillow and bought a new one.
- Eski yastığımı attım ve yeni bir tane aldım.
- The boy has grown out of all his old clothes.
- Çocuk büyüdü ve bütün eski kıyafetlerini çıkardı.
- The other day I met an old friend on the street.
- Geçen gün caddede eski bir arkadaşla karşılaştım.
- He must have gone to see his old friend.
- Eski arkadaşını görmeye gitmiş olmalı.
- An old friend came to my house for a visit.
- Eski bir arkadaş ziyaret için evime geldi.
- He disposed of his old house.
- O eski evini sattı.
- Tom lives in an old building.
- Tom eski bir binada yaşıyor.
- I think it's highly unlikely that Tom would be interested in buying your old MP3 player.
- Bence Tom'un eski MP3 çalarınızı almakla ilgilenmesi pek olası değil.
- The buildings are old and about to collapse.
- Binalar eski ve yıkılmak üzere.
- The only thing Sami ever sent me was an old book.
- Sami'nin şimdiye kadar bana gönderdiği tek şey eski bir kitaptı.
- Tom gave Mary his old camera.
- Tom, Mary'ye eski fotoğraf makinesini verdi.
- Nara is an old city worth visiting at least once in your life.
- Nara, hayatınızda en az bir kez ziyaret etmeye değer eski bir şehir.
- This new machine is much better than that old thing we had.
- Bu yeni makine eski makineden çok daha iyi.
- Tom didn't want to drive Mary's old car.
- Tom, Mary'nin eski arabasını kullanmak istemiyordu.
- I want to give my old car to Tom.
- Eski arabamı Tom'a vermek istiyorum.
- It is such an old song that everybody knows it.
- O kadar eski bir şarkı ki, herkes biliyor.
- It's old and clunky.
- O eski ve kullanışsız.
- She is fond of singing old songs.
- Eski şarkıları söylemeyi sever.
- Tom is an old boyfriend of Mary's.
- Tom, Mary'nin eski bir erkek arkadaşı.
- I tried to sell my old car, but no one was interested in buying it.
- Eski arabamı satmaya çalıştım ama kimse almak istemedi.
- My hobby is visiting old temples.
- Benim hobim eski tapınakları ziyaret etmektir.
- An old friend of mine visited yesterday.
- Dün benim eski bir arkadaşım ziyaret etti.
- Let's get together and talk about old times.
- Bir araya gelip eski günlerden bahsedelim.
- This cabinet is very old.
- Bu dolap çok eski.
- The charm of Kyoto consists of the beauty of its old temples.
- Kyoto'nun çekiciliği eski tapınaklarının güzelliğinden geliyor.
- I ran into an old friend.
- Ben eski bir arkadaşa rastladım.
- Tom is an old boyfriend of Mary's.
- Tom, Mary'nin eski bir erkek arkadaşıdır.
- Tom wondered what happened to his old truck.
- Tom eski kamyonuna ne olduğunu merak etti.
- I tried to sell my old car, but nobody was interested in buying it.
- Eski arabamı satmaya çalıştım ama kimse onu satın almakla ilgilenmedi.
- Tom drives an old Ford.
- Tom eski bir Ford kullanıyor.
- This is old news.
- Bu eski haber.
- We visited our old school.
- Eski okulumuza gittik.
- How old this book is!
- Bu kitap ne kadar eski!
- Tom's parents live in an old trailer.
- Tom'un ebeveynleri eski bir römorkta yaşıyor.
- I enjoy looking at my old diary.
- Eski günlüğüme bakmak hoşuma gidiyor.
- That is old news.
- O eski bir haber.
- I got a letter from an old friend yesterday.
- Dün eski bir arkadaştan bir mektup aldım.
- I wonder what Tom is going to do with his old motorcycle.
- Tom'un eski motosikletiyle ne yapacağını merak ediyorum.
- It's an old organization that uses secret rituals.
- Gizli ritüeller kullanan eski bir örgüt.
- I have a date tonight with an old girlfriend.
- Bu gece eski bir kız arkadaşımla randevum var.
- I can't afford to buy a new bike, so I'll have to manage with this old one.
- Yeni bir bisiklet almayı göze alamıyorum, bu yüzden bu eski bisikletle idare etmek zorunda kalacağım.
- Mary made a cute snowman out of styrofoam balls and an old sock.
- Mary strafor toplarından ve eski bir çoraptan hoş bir kardan adam yaptı.
- Mathematics is as old as Man.
- Matematik insan kadar eskidir.
- She came across some old documents in the closet.
- Dolapta bazı eski belgelere rastladı.
- He's my old drinking buddy.
- O benim eski içki arkadaşım.
- He sang some old songs.
- Eski şarkılar söyledi.
- The desk that Ken uses is old.
- Ken'in kullandığı masa eski.
- Tom gave me these old coins.
- Tom bana bu eski paraları verdi.
- Do you know how it feels to lose an old friend?
- Eski bir dostu kaybetmenin nasıl bir his olduğunu biliyor musun?
- They did not want to give up their old ways of living.
- Onlar eski yaşam tarzlarından vazgeçmek istemiyordu.
- Sooner or later, we'll have to buy a new TV since the TV we have now is a very old model.
- Er ya da geç yeni bir televizyon almamız gerekecek çünkü şu anda sahip olduğumuz televizyon çok eski bir model.
- He's an old friend of mine.
- O benim eski bir arkadaşım.
- New is better than old.
- Yeni eskisinden daha iyidir.
- There is an old castle at the foot of the mountain.
- Dağın eteğinde eski bir kale var.
- Tom and I are old friends.
- Tom ve ben eski arkadaşız.
- Tom and Mary had their old house torn down.
- Tom ve Mary eski evlerini yıktırdılar.
- It's a really old book.
- O gerçekten eski bir kitap.
- Tom burned all of his old books.
- Tom bütün eski kitaplarını yaktı.
- An old castle stands near the river.
- Eski bir kale nehrin yanında duruyor.
- Tom is an old friend.
- Tom eski bir arkadaşım.
- There are some old houses on this street.
- Bu sokakta bazı eski evler vardır.
- It's an old stereotype.
- Bu eski bir klişe.
- My grandfather gave his old car to me.
- Dedem eski arabasını bana verdi.
- That old car often breaks down.
- Bu eski araba sık sık bozuluyor.
- Tom lives in an old building on Park Street.
- Tom, Park Caddesi'nde eski bir binada yaşıyor.
- It's fun to read my old diary.
- Eski günlüğümü okumak eğlencelidir.
- I thought you gave Tom your old jacket.
- Tom'a eski ceketini verdiğini sanmıştım.
- We're old friends.
- Biz eski arkadaşız.
- I gave Tom my old bike.
- Tom'a eski bisikletimi verdim.
- I was very happy to see my old friend.
- Eski arkadaşımı gördüğüm için çok mutluydum.
- What do people do with old gold?
- İnsanlar eski altınları ne yapıyor?
- Emily came across an old toy.
- Emily eski bir oyuncağa rastladı.
- She came across some old documents in the closet.
- O, dolapta bazı eski evraklarla karşılaştı.
- He told me about an old school behind a high wall in a dirty street.
- Bana kirli bir sokakta yüksek bir duvarın arkasındaki eski bir okuldan bahsetti.
- I think we have an old picture of you and Tom somewhere.
- Sanırım bir yerlerde Tom'la eski bir resminiz var.
- I've cut loose all ties with my old friends.
- Eski arkadaşlarımla tüm bağlarımı kopardım.
- This old car is yours if you want it.
- Eğer istersen bu eski araba senin.
- He began to play an old song.
- Eski bir şarkı çalmaya başladı.
- The box contains some old jewelry.
- Kutu bazı eski mücevherler içeriyor.
- I met an old student of mine in Boston.
- Boston'daki eski bir öğrencimle karşılaştım.
- I like this old car more than a new one.
- Bu eski arabayı yenisinden daha çok seviyorum.
- The words were from a very old language.
- Kelimeler çok eski bir dildendi.
- There's an old castle at the foot of the mountain.
- Dağın eteğinde eski bir kale var.
- You shouldn't have sold your old car.
- Eski arabanı satmaman gerekirdi.
- They are going to exhibit many famous old paintings at the gallery.
- Onlar birçok ünlü eski tabloyu galeride sergileyecek.
- Old friends were invited to the reception.
- Eski arkadaşlar resepsiyona davet edildi.
- I met an old student in London.
- Londra'da eski bir öğrencimle tanıştım.
- While walking down a street, he ran into an old friend of his.
- Bir sokakta yürürken eski bir arkadaşına rastladı.
- You aren't really going to buy Tom's old tractor, are you?
- Tom'un eski traktörünü gerçekten satın almayacaksın, değil mi?
- He sent his old clothes home for his brothers, and sent his family money, too.
- O eski giysilerini erkek kardeşleri için eve gönderdi ve ailesine de para gönderdi.
- I'm an old friend of the family.
- Ben eski bir aile dostuyum.
- I got together with some old friends last night.
- Dün gece bazı eski arkadaşlarımla bir araya geldim.
- An old friend came to my house for a visit.
- Eski bir arkadaşım evime ziyarete geldi.
- I ran into an old friend in the park.
- Parkta eski bir arkadaşa rastladım.
- That's an old Canadian custom.
- Bu eski bir Kanada geleneği.
- Maybe I shouldn't have given Tom my old bicycle.
- Belki de Tom'a eski bisikletimi vermemeliydim.
- He inherited an old wooden chest.
- Ona eski bir tahta sandık miras kaldı.
- He started singing an old song.
- O eski bir şarkıyı söylemeye başladı.
- He began to play an old song.
- O, eski bir şarkı çalmaya başladı.
- I tried to sell my old car, but nobody was interested in buying it.
- Eski arabamı satmaya çalıştım ama kimse almak istemedi.
- My old friend wrote to me, informing me of his return from abroad.
- Eski arkadaşım bana yazdı, yurt dışından dönüşü ile ilgili bilgi verdi.
- That's an old Japanese custom.
- Bu eski bir Japon geleneği.
- Tom told us it was an old ship.
- Tom bize bunun eski bir gemi olduğunu söyledi.
- Tom doesn't want Mary's old job.
- Tom, Mary'nin eski işini istemiyor.
- I ran across his telephone number in an old address book of mine.
- Eski adres defterimde onun telefon numarasına rastladım.
- According to an old Christmas custom, if a woman is caught standing under hanging mistletoe, a man may kiss her.
- Eski bir Noel geleneğine göre, eğer bir kadın dikilen ökseotunun altında dururken yakalanırsa, bir adam onu öpebilir.
- He had had his old one for more than ten years.
- Eski arabası on yıldan fazla süredir ondaydı.
- I think Tom paid far too much for that old saxophone.
- Bence Tom o eski saksafona çok fazla para ödedi.
- An old friend of mine visited yesterday.
- Dün eski bir arkadaşım ziyarete geldi.
- That brown hat is old.
- Bu kahverengi şapka eski.
- She dusted off an old lamp.
- O eski bir lambanın tozunu aldı.
- They are going to exhibit many famous old paintings at the gallery.
- Galeride birçok ünlü eski tabloyu sergileyecekler.
- Do you like old movies?
- Eski filmleri sever misin?
- I can't afford to buy a new bike, so I'll have to manage with this old one.
- Yeni bir bisiklet alacak param yok, o yüzden bu eski bisikletle idare etmek zorundayım.
- I am fed up with my old fridge.
- Ben eski buz dolabımdan bıktım.
- My hobby is collecting old bottles.
- Benim hobim eski şişeleri toplamaktır.
- That old house has been neglected for years.
- O eski ev, yıllardır ihmal edildi.
- She altered her old clothes to make them look more fashionable.
- Eski kıyafetlerini daha modaya uygun hale getirmek için değiştirdi.
- Walking along the street, I met an old friend.
- Yolda yürürken eski bir arkadaşa rastladım.
- This old suit is just about done for; I shall have to get a new one.
- Bu eski takım elbise neredeyse mahvolmuş; yeni bir tane almak zorunda kalacağım.
- An old castle stands on top of the cliff.
- Kayalıkların üstünde eski bir kale duruyor.
- Tom's clothes were old, but clean.
- Tom'un kıyafetleri eski ama temizdi.
- My neighbour is annoyed with me because he could not convince me to buy his old car from him.
- Komşum bana kızgın çünkü eski arabasını ondan almam için beni ikna edemedi.
- Tom has tracked down an old, out-of-tune piano.
- Tom eski, akortsuz bir piyanonun izini buldu.
- I miss my old job.
- Eski işimi özlüyorum.
- It's too old.
- Bu çok eski.
- Ziri was driving an old car.
- Ziri eski bir araba kullanıyordu.
- I came across some old family photos when I was cleaning out the closet.
- Ben dolabı temizlerken bazı eski aile fotoğraflarına rastladım.
- Tom stole some old coins from Mary's house.
- Tom Mary'nin evinden bazı eski paraları çaldı.
- Which is old?
- Hangisi eski?
- Tom was wearing an old pair of shoes.
- Tom eski bir çift ayakkabı giyiyordu.
- The desk that Ken uses is old.
- Ken'in kullandığı masa eskidir.
- These shoes are old, but I still like them.
- Bu ayakkabılar eski ama yine de seviyorum.
- I got an old Toyota from my uncle.
- Amcamdan eski bir Toyota aldım.
- His hobby is collecting old stamps.
- Hobisi eski pulları toplamaktır.
- It's an old gag, but a good one.
- Eski bir şaka ama iyi bir şaka.
- He came upon an old friend when he visited his club.
- Kulübünü ziyaret ettiğinde eski bir arkadaşıyla karşılaştı.
- He wants to sing old songs.
- O, eski şarkıları söylemek istiyor.
- Do you still want me to give Tom your old computer?
- Hâlâ eski bilgisayarını Tom'a vermemi istiyor musun?
- Who did Tom give his old saxophone to?
- Tom eski saksafonunu kime verdi?
- Tom enjoys watching old black and white movies on YouTube.
- Tom, You Tube'daki eski siyah beyaz filmleri izlemekten keyif alır.
- I like to look at old pictures.
- Eski resimlere bakmayı seviyorum.
- Tom sold his old refrigerator to Mary.
- Tom eski buzdolabını Mary'ye sattı.
- His old clunker isn't worth anything.
- Onun eski külüstürü bir şeye değmez.
- Tom gave Mary his old camera.
- Tom Mary'ye eski kamerasını verdi.
- An old acquaintance sent me a letter.
- Eski bir tanıdık bana mektup gönderdi.
- I met an old friend by chance at that party the other day.
- Geçen gün partide tesadüfen eski bir arkadaşımla karşılaştım.
- Greece is an old country.
- Yunanistan eski bir ülkedir.
- Tom has an old radio in his basement.
- Tom'un bodrumunda eski bir radyosu var.
- Tom gave me some old coins.
- Tom bana bazı eski paralar verdi.
- I threw away my old pillow and bought a new one.
- Eski yastığımı atıp yeni bir tane aldım.
- Tom always does things the same old way.
- Tom her zaman her şeyi bilindik eski usullerle yapar.
- That's old news.
- Bu eski bir haber.
- Why do you want such an old car?
- Böyle eski bir arabayı niçin istiyorsun?
- Sami opened up old wounds.
- Sami eski yaraları açtı.
- Tom finally talked Mary into selling him her old violin.
- Tom sonunda Mary'yi eski kemanını kendisine satması için ikna etti.
- Tom said he intends to keep his old car.
- Tom eski arabasını elinde tutmak istediğini söyledi.
- I gave Tom my old bicycle.
- Tom'a eski bisikletimi verdim.
- It's a quaint old village.
- Bu antika bir eski köy.
- I ran across an old friend when I went to the movies yesterday.
- Dün sinemaya gittiğimde eski bir arkadaşa rastladım.
- Tom doesn't want to give his old car to Mary.
- Tom eski arabasını Mary'ye vermek istemiyor.
- This bookstore deals exclusively in old and rare books.
- Bu kitapçı özellikle eski ve nadir kitaplarla ilgileniyor.
- She ran across her old friend while walking in the park.
- Parkta yürürken eski arkadaşına rastladı.
- That book is really old.
- Bu kitap gerçekten çok eski.
- I'll buy that old clock no matter how expensive it is.
- Ne kadar pahalı olursa olsun o eski saati satın alacağım.
- That's an old picture.
- Bu eski bir resim.
- Her old cat is still alive.
- Eski kedisi hala yaşıyor.
- I'll buy that old clock, however expensive it is.
- Ne kadar pahalı olursa olsun, o eski saati alacağım.
- Tom buys and sells old coins.
- Tom eski paraları alıp satıyor.
- I suspect that Tom is up to his old tricks again.
- Tom'un eski hilelerini yine yaptığından şüpheleniyorum.
- My history teacher is an old Portuguese.
- Benim tarih öğretmenim eski bir Portekizli.
- He came upon an old friend when he visited his club.
- O kulübünü ziyaret ettiğinde eski bir arkadaşına rastladı.
- I decided to buy a new car rather than an old one.
- Eski bir araba yerine yeni bir araba almaya karar verdim.
- My hobby is collecting old bottles.
- Benim hobim eski şişeleri toplamak.
- The buildings are old and about to collapse.
- Binalar eski ve çökmek üzereler.
- It is an old manuscript.
- Eski bir el yazması.
- I met an old friend of mine.
- Eski bir arkadaşıma rastladım.
- This is an old building.
- Bu eski bir bina.
- There are many old temples in Kyoto.
- Kyoto'da bir sürü eski tapınak var.
- We must do away with these old rules.
- Bu eski kuralları kaldırmalıyız.
- This is actually old news.
- Bu aslında eski bir haber.
- I ran across my old teacher on the street.
- Sokakta eski öğretmenime rastladım.
- This pocket watch is more than seventy years old.
- Bu cep saati yetmiş yıldan daha eski.
Show More (1226)
|
|
- This in our Parliament and in the life of our old continent and of our European Union is a very important moment.
- Parlamentomuzda, yaşlı kıtamızda ve Avrupa Birliği'nde bu çok önemli bir andır.
- Surely it should be possible for people to work for any institution at any age, even if they are as old as I am!
- İnsanların her yaşta her kurumda çalışması mümkün olmalı, benim kadar yaşlı olsalar bile!
- I did not support amendments which failed to recognise the positive developments in relation to care for older people.
- Yaşlılara yönelik bakım konusundaki olumlu gelişmeleri görmezden gelen değişiklik önergelerini desteklemedim.
- This in our Parliament and in the life of our old continent and of our European Union is a very important moment.
- Parlamentomuzda ve yaşlı kıtamızın ve Avrupa Birliğimizin yaşamında bu çok önemli bir andır.
- I am old enough to have children over the age of 25.
- Ben 25 yaşın üzerinde çocuk sahibi olacak kadar yaşlıyım.
- Finally, the older employee too is still given too little consideration.
- Son olarak, yaşlı çalışanlar da hala çok az dikkate alınmaktadır.
- It was courageous men and women, both young and old, who feared reprisals but who loved freedom more.
- Misillemeden korkan ama özgürlüğü daha çok seven, hem genç hem de yaşlı cesur erkekler ve kadınlardı.
- I did not support amendments which failed to recognise the positive developments in relation to care for older people.
- Yaşlıların bakımıyla ilgili olumlu gelişmeleri görmezden gelen değişiklikleri desteklemedim.
- We shall see how we can take the issue of quality or issues relating to older workers into account at the changeover.
- Değişim sürecinde kalite konusunu veya yaşlı çalışanlarla ilgili sorunları nasıl dikkate alabileceğimizi göreceğiz.
- May I remind you that one of the basic objectives of the employment strategy is to integrate older people.
- İstihdam stratejisinin temel hedeflerinden birinin yaşlıların entegrasyonu olduğunu hatırlatmak isterim.
- Will the Council state where it believes the farming sector and older farmers fit into this demographic debate?
- Konsey, tarım sektörünün ve yaşlı çiftçilerin bu demografik tartışmanın neresinde yer aldığına inandığını belirtecek mi?
- Without the input of community money, people who are old, sick or unemployed will not be able to exist.
- Toplumun parasal katkısı olmadan yaşlı, hasta ya da işsiz insanlar var olamazlar.
- I am old enough to remember the vigorous debate on irradiated food that raged throughout Europe 15 to 20 years ago.
- 15-20 yıl önce Avrupa'da ışınlanmış gıdalar üzerine yapılan şiddetli tartışmaları hatırlayacak kadar yaşlıyım.
- BSE is a disease of older cows, primarily older dairy cows.
- BSE yaşlı ineklerin, özellikle de yaşlı süt ineklerinin bir hastalığıdır.
- Let us, together, take into the future this old Europe, which keeps on renewing itself!
- Gelin hep birlikte kendini sürekli yenileyen bu yaşlı Avrupa'yı geleceğe taşıyalım!
- Without the input of community money, people who are old, sick or unemployed will not be able to exist.
- Topluluk parasının katkısı olmadan yaşlı, hasta ya da işsiz insanların var olması mümkün olmayacaktır.
- The prospects for new jobs are very limited because those who are made redundant are often older, unqualified workers.
- İşten çıkarılanlar genellikle yaşlı ve vasıfsız işçiler olduğu için yeni iş olanakları çok sınırlıdır.
- More must be done on training, bringing older people and women into the labour market.
- Eğitim, yaşlıların ve kadınların işgücü piyasasına kazandırılması konularında daha fazla şey yapılmalıdır.
- Do not imagine that I am so old, I am going to carry on working and pestering people for a few more years.
- Sanmayın ki ben çok yaşlıyım, birkaç yıl daha çalışmaya ve insanları rahatsız etmeye devam edeceğim.
- As has been observed in recent years, there are also problems when it comes to the older workforce.
- Son yıllarda gözlemlendiği üzere yaşlı iş gücü söz konusu olduğunda da sorunlar yaşanmaktadır.
- Old Europe must prove itself capable of setting out a vision of a new world.
- Yaşlı Avrupa yeni bir dünya vizyonu ortaya koyma kapasitesine sahip olduğunu kanıtlamalıdır.
- In my constituency in Wales, three out of five older people live in poverty.
- Galler'deki seçim bölgemde her beş yaşlıdan üçü yoksulluk içinde yaşamaktadır.
- When I look at the stars on our flag, I see old and young nations rising up in the four corners of Europe.
- Bayrağımızdaki yıldızlara baktığımda, Avrupa'nın dört bir köşesinde yükselen yaşlı ve genç ulusları görüyorum.
- It will help millions of European old people to retire in the sun.
- Bu, milyonlarca Avrupalı yaşlının güneş altında emekli olmasına yardımcı olacaktır.
- We also need to present and implement a set of policies to keep and motivate older workers to stay in the job market.
- Ayrıca, yaşlı çalışanları iş piyasasında tutmak ve motive etmek için bir dizi politika sunmalı ve uygulamalıyız.
- For example, the subjects of family policy and the older labour force were addressed.
- Örneğin aile politikası ve yaşlı iş gücü konuları ele alınmıştır.
- I could use some help from an old witch doctor.
- Yaşlı bir büyücü hekimden yardım alabilirim.
- Now the season ends, and the old vines are buried deep.
- Artık mevsim sona eriyor, ve yaşlı asmalar derinlere gömülüyor.
- She's a nice, murdered little old lady.
- O hoş, öldürülmüş küçük yaşlı bir kadın.
- You're just an old guy pretending to be a little kid.
- Sen ufacık bir çocuk gibi davranan yaşlı bir adamsın işte.
- A whole fortnight among some tiresome old aristocrats.
- Kafa ütüleyen yaşlı aristokratların arasında tam iki hafta.
- That is why no other generation can chat like older singles.
- Bu yüzden başka hiçbir nesil yaşlı bekarlar gibi sohbet edemiyor.
- We came in to check out all the old weird people.
- Tüm yaşlı tuhaf insanlara bakmak için içeri girdik.
- She's a nice, murdered little old lady.
- O hoş, öldürülmüş küçük, yaşlı bir kadın.
- A whole fortnight among some tiresome old aristocrats.
- Yaşlı ve sıkıcı aristokratlar arasında geçen koskoca iki hafta.
- You're just an old guy pretending to be a little kid.
- Sen sadece küçük bir çocuk gibi davranan yaşlı bir adamsın.
- A whole fortnight among some tiresome old aristocrats.
- Yorgun, yaşlı aristokratların arasında geçen tam iki hafta.
- Tom is too old to be living on his own.
- Tom, kendi başına yaşayamayacak kadar yaşlı.
- He is not too old to do it.
- O bunu yapmak için çok yaşlı değil.
- Tom is as old as I am.
- Tom benim kadar yaşlı.
- He is twice as old as I am.
- Benden iki kat daha yaşlı.
- Do I really look so old?
- Gerçekten çok yaşlı görünüyor muyum?
- Tom is as old as Mary.
- Tom da Mary kadar yaşlı.
- You're almost as old as Tom, aren't you?
- Sen neredeyse Tom kadar yaşlısın, değil mi?
- Tom is too old to be living on his own.
- Tom tek başına yaşamak için çok yaşlı.
- Tom is quite old.
- Tom oldukça yaşlı.
- Tom is too old to be doing that.
- Tom bunu yapmak için çok yaşlı.
- Tom is old and deaf.
- Tom yaşlı ve sağır.
- Do you think I'm too old to have another baby?
- Sence bir bebek daha yapmak için çok mu yaşlıyım?
- Her old cat is still alive.
- Onun yaşlı kedisi hâlâ hayatta.
- That old trapper knows the sheriff.
- O yaşlı tuzakçı şerifi tanıyor.
- That old maid can milk all the cows up at the pasture.
- O yaşlı hizmetçi otlaktaki bütün inekleri sağabilir.
- The new company rule was unfair to older workers.
- Yeni şirket kuralı yaşlı çalışanlar için adil değildi.
- You're never too old to learn.
- Öğrenmek için asla çok yaşlı değilsiniz.
- Tom is too old to do that now.
- Tom şimdi bunu yapmak için çok yaşlı.
- I don't know whether he's younger or older than I am.
- Benden genç mi yaşlı mı bilmiyorum.
- Tom isn't as old as Mary thinks he is.
- Tom, Mary'nin düşündüğü kadar yaşlı değil.
- I didn't think that Tom was that old.
- Tom'un bu kadar yaşlı olduğunu düşünmüyordum.
- Mr Johnson is older than I thought he was.
- Bay Johnson düşündüğümden de yaşlıymış.
- Do you think I'm too old to go back to school?
- Sence okula dönmek için çok mu yaşlıyım?
- You're so old.
- Çok yaşlısın.
- My grandfather is five times as old as I am.
- Büyükbabam benden beş kat daha yaşlıdır.
- I may be too old.
- Çok yaşlı olabilirim.
- Tom is twice as old as I am.
- Tom benim iki katım kadar yaşlı.
- My father is too old to work.
- Babam çalışmak için çok yaşlıdır.
- You're not too old for him.
- Onun için çok yaşlı değilsin.
- Tom is too old to be doing that on his own.
- Tom bunu kendi başına yapmak için çok yaşlı.
- He looks old, but he hasn't reached 30 yet.
- Yaşlı görünüyor ama henüz 30'una gelmedi.
- He is not as old as he seems.
- O, göründüğü kadar yaşlı değil.
- Tom isn't as old as Mary is.
- Tom Mary kadar yaşlı değil.
- Tom is as old as I am.
- Tom da benim kadar yaşlı.
- He was very old.
- O çok yaşlıydı.
- He's old enough to be her father.
- Onun babası olacak kadar yaşlı.
- Do I seem old to you?
- Sana göre yaşlı mı görünüyorum?
- I'm really old.
- Ben gerçekten yaşlıyım.
- He is not too old to do it.
- Bunu yapmak için çok yaşlı değil.
- Mr Kato was too old to work any longer.
- Bay Kato çalışmak için artık çok yaşlıydı.
- That old guy is really nice.
- Şu yaşlı adam gerçekten iyi biri.
- Is your father older than your mother?
- Baban annenden daha mı yaşlı?
- Tom is old, isn't he?
- Tom yaşlı, değil mi?
- Do I seem very old to you, Tom?
- Sana çok mu yaşlı görünüyorum Tom?
- I'm too old for this world.
- Bu dünya için fazla yaşlıyım.
- I'm too old for this world.
- Bu dünya için çok yaşlıyım.
- Sami acted like he was old.
- Sami yaşlıymış gibi davrandı.
- Tom is too old for this.
- Tom bunun için çok yaşlı.
- The young should be kind to the old.
- Gençler yaşlılara karşı kibar olmalılar.
- You're old, aren't you?
- Yaşlısın, değil mi?
- I look like an old peasant.
- Yaşlı bir köylüye benziyorum.
- Our school's principal is very old.
- Bizim okulumuzun müdürü çok yaşlıdır.
- He is too old to try it.
- Bunu denemek için çok yaşlı.
- I'm as old as you.
- Ben de senin kadar yaşlıyım.
- I didn't know she was that old.
- Onun bu kadar yaşlı olduğunu bilmiyordum.
- Tom isn't too old to do that.
- Tom onu yapmak için çok yaşlı değil.
- The thief disguised himself as an old lady.
- Hırsız yaşlı bir kadın kılığına girdi.
- Tom is not much older than me.
- Tom benden çok yaşlı değil.
- Tom isn't as old as you think he is.
- Tom düşündüğün kadar yaşlı değil.
- I'm not really that old.
- Gerçekten o kadar yaşlı değilim.
- Tom is old enough to get a senior citizen's discount.
- Tom yaşlı indirimi alabilecek kadar yaşlı.
- I'm pretty old.
- Oldukça yaşlıyım.
- An old parrot doesn't learn to speak.
- Yaşlı bir papağan konuşmayı öğrenmez.
- I had no idea Tom was that old.
- Tom'un o kadar yaşlı olduğuna dair bir fikrim yoktu.
- Though he is old, he has a youthful spirit.
- Yaşlı olmasına rağmen genç bir ruhu var.
- This makes me feel old.
- Bu beni yaşlı hissettiriyor.
- The young should respect the old.
- Gençler yaşlılara saygı göstermeliler.
- No one is too old to learn French.
- Hiç kimse Fransızca öğrenmek için çok yaşlı değildir.
- Polar bears are white because they're old bears.
- Kutup ayıları beyazdır çünkü onlar yaşlı ayılardır.
- The old doctor takes pride in his work.
- Yaşlı doktor, işiyle gurur duyuyor.
- Neither you nor I am old.
- Ne sen ne de ben yaşlıyım.
- She's old, ugly and fat.
- O yaşlı, çirkin ve şişman.
- My grandfather says he's too old to swim.
- Büyükbabam yüzmek için çok yaşlı olduğunu söylüyor.
- I won't be an old maid.
- Yaşlı bir hizmetçi olmayacağım.
- Tom was too old.
- Tom çok yaşlıydı.
- No one is too old to learn French.
- Hiç kimse Fransızca öğrenemeyecek kadar yaşlı değildir.
- The old envy the young.
- Yaşlılar gençleri kıskanır.
- I think I look old.
- Sanırım yaşlı görünüyorum.
- Tom is old and clumsy.
- Tom yaşlı ve sakar.
- I don't feel like I'm old at all.
- Ben hiç yaşlı gibi hissetmiyorum.
- I think Tom probably isn't as old as you think he is.
- Bence Tom muhtemelen düşündüğün kadar yaşlı değil.
- One is never too old to unlearn bad habits.
- İnsan kötü alışkanlıkları unutmak için asla çok yaşlı değildir.
- I'm old enough to do that on my own.
- Onu kendi başıma yapacak kadar yaşlıyım.
- He's too old to go out until 6 a.m.
- Sabah 6'ya kadar dışarıda gezmek için fazla yaşlı.
- Your old grandma dances well.
- Yaşlı büyükannen iyi dans ediyor.
- Tom is too old for Mary.
- Tom Mary için çok yaşlı.
- He is taking care of his old Mom.
- Yaşlı annesine bakıyor.
- Consider adopting an older pet.
- Yaşlı bir hayvan edinmeyi düşünün.
- You must think of your old parents.
- Yaşlı ebeveynlerini düşünmelisin.
- Once upon a time there lived an old king on a small island.
- Bir zamanlar küçük bir adada yaşlı bir kral yaşardı.
- He was too old to resist.
- Karşı koyamayacak kadar yaşlıydı.
- I feel old sometimes, but I guess I can't be that old if Tom Brady is still playing in Super Bowls.
- Bazen kendimi yaşlı hissediyorum ama Tom Brady hâlâ Super Bowl'larda oynuyorsa o kadar da yaşlı olamam.
- I'm not old.
- Yaşlı değilim.
- I feel very old.
- Kendimi çok yaşlı hissediyorum.
- She's old and crazy.
- O yaşlı ve deli.
- You don't seem so old to me.
- Bana o kadar da yaşlı görünmüyorsun.
- He looks old, but he is still in his twenties.
- O yaşlı görünüyor, ama o hâlâ yirmili yaşlarında.
- Tom isn't as old as I thought.
- Tom düşündüğüm kadar yaşlı değil.
- He is twice as old as I.
- Benim iki katım kadar yaşlıdır.
- It's difficult to transplant an old tree.
- Yaşlı bir ağacı nakletmek zordur.
- Tom isn't that old.
- Tom o kadar yaşlı değil.
- Tom isn't old enough to understand this.
- Tom bunu anlayacak kadar yaşlı değil.
- I think Tom is too old to be dating my daughter.
- Bence Tom kızımla çıkmak için çok yaşlı.
- She made room for an old lady.
- Yaşlı bir kadına yer açtı.
- He is twice as old as she is.
- Ondan iki kat daha yaşlı.
- Tom is a very old friend.
- Tom çok yaşlı bir arkadaş.
- You're old, aren't you?
- Sen yaşlısın, değil mi?
- We're not all old like you are.
- Hepimiz senin gibi yaşlı değiliz.
- You're twice as old as Tom.
- Tom'un iki katı kadar yaşlısın.
- You're too old.
- Çok yaşlısın.
- One is never too old to learn.
- Kimse öğrenmek için çok yaşlı değildir.
- Professor West is almost as old as my father.
- Profesör West neredeyse babam kadar yaşlı.
- He was too old to work any more.
- Artık çalışmak için çok yaşlıydı.
- One is never too old to unlearn bad habits.
- Bir insan kötü alışkanlıkları bırakmak için asla çok yaşlı değildir.
- We're too old.
- Çok yaşlıyız.
- I'm as old as he is.
- Ben onun kadar yaşlıyım.
- Tom is too old to play games.
- Tom oyun oynamak için çok yaşlı.
- Even though he's very old, he's healthy.
- Çok yaşlı olmasına rağmen sağlıklı.
- The horse is old, but healthy.
- At yaşlı ama sağlıklı.
- The young should respect the old.
- Gençler yaşlılara saygı göstermelidir.
- You don't look old to me.
- Bana yaşlı görünmüyorsun.
- Do you think I'm too old to get back to school?
- Sence okula dönmek için çok mu yaşlıyım?
- Don't you think that Tom is too old to be doing that?
- Tom'un onu yapmak için fazla yaşlı olduğunu düşünmüyor musun?
- I am already old.
- Ben zaten yaşlıyım.
- I'm twice as old as you are.
- Ben senin iki katın kadar yaşlıyım.
- Once upon a time there lived an old king on a small island.
- Bir zamanlar küçük bir adada yaşlı bir kral yaşarmış.
- We're not all as old as you are.
- Biz hepimiz senin kadar yaşlı değiliz.
- I'm as old as he is.
- Ben de onun kadar yaşlıyım.
- You're old.
- Sen yaşlısın.
- You're too old to be doing this kind of thing.
- Bu tür şeyler yapmak için çok yaşlısın.
- I'm not yet old enough to do that.
- Henüz onu yapacak kadar yaşlı değilim.
- Tom is old enough to be my grandfather.
- Tom benim büyükbabam olacak kadar yaşlı.
- Tom is a good deal older than Mary.
- Tom, Mary'den oldukça yaşlı.
- We're not all as old as you are.
- Hepimiz senin kadar yaşlı değiliz.
- He was too old to walk.
- Yürüyemeyecek kadar yaşlıydı.
- Mr Kato was too old to work any longer.
- Bay Kato artık çalışmak için çok yaşlıydı.
- You're not too old for Tom.
- Tom için çok yaşlı değilsin.
- Tom isn't old enough to do that yet.
- Tom henüz onu yapacak kadar yaşlı değil.
- President Polk was old, tired and in poor health.
- Başkan Polk yaşlı, yorgun ve sağlıksızdı.
- She takes care of her old mother.
- Yaşlı annesine bakıyor.
- Tom isn't as old as you think he is.
- Tom olduğunu düşündüğün kadar yaşlı değil.
- You look old.
- Yaşlı görünüyorsun.
- Mom, that hairstyle makes you look old.
- Anne, o saç sitili seni yaşlı gösteriyor.
- You look old for your age.
- Yaşına göre yaşlı görünüyorsun.
- I'm old enough to do that.
- Bunu yapacak kadar yaşlıyım.
- I'm too old for that.
- Bunun için çok yaşlıyım.
- He was too old to walk.
- O, yürümek için çok yaşlıydı.
- There was once upon a time an old Queen whose husband had been dead for many years, and she had a beautiful daughter.
- Bir zamanlar kocası uzun yıllar önce ölmüş yaşlı bir kraliçe varmış ve güzel bir kızı varmış.
- Old in body but young at heart.
- Vücutta yaşlı ama kalpte genç.
- The man is old.
- Adam yaşlı.
- Tom said I didn't look old.
- Tom yaşlı görünmediğimi söyledi.
- Neither am I old, nor are you.
- Ne ben yaşlıyım ne de sen.
- Nobody is too old to learn new things.
- Kimse yeni şeyler öğrenmek için çok yaşlı değildir.
- He does not want to learn anymore as he thinks he's already too old.
- Zaten çok yaşlı olduğunu düşündüğü için artık öğrenmek istemiyor.
- Tom is as old as Methuselah.
- Tom çok yaşlı.
- He's too old for you.
- O senin için çok yaşlı.
- Are we really that old?
- Gerçekten o kadar yaşlı mıyız?
- Older dogs need a lot of sleep.
- Yaşlı köpeklerin çok uykuya ihtiyacı vardır.
- I'm too old for this sort of thing.
- Bu tür şeyler için çok yaşlıyım.
- My parents aren't old yet.
- Ebeveynlerim henüz yaşlı değiller.
- Their old father gave each of them a fine horse.
- Yaşlı babaları her birine güzel bir at verdi.
- I'm too old to wear something like that.
- Böyle bir şey giymek için çok yaşlıyım.
- I didn't know Tom was that old.
- Tom'un o kadar yaşlı olduğunu bilmiyordum.
- Tom is kind of old, isn't he?
- Tom biraz yaşlı, değil mi?
- Even though he's old, he's still healthy.
- Yaşlı olsa bile o hala sağlıklıdır.
- A woman is only as old as she seems to be.
- Bir kadın sadece göründüğü kadar yaşlıdır.
- No one is too old to learn.
- Hiç kimse öğrenmek için çok yaşlı değildir.
- We're not too old for them.
- Onlar için çok yaşlı değiliz.
- Tom took the old dog out behind the barn and shot it.
- Tom yaşlı köpeği ahırın arkasına götürdü ve vurdu.
- I am so old, I could almost be your mother!
- O kadar yaşlıyım ki, neredeyse annen olabilirim!
- I think you're too old for Tom.
- Bence Tom için çok yaşlısın.
- Tom is too old to make it as a pop singer.
- Tom bir popçu olabilmek için fazla yaşlı.
- Though he is old, he has a youthful spirit.
- Yaşlı olmasına rağmen genç bir ruha sahip.
- Tom is too old to do that now.
- Tom artık bunu yapmak için çok yaşlı.
- I'm too old for this sort of thing.
- Bu tür bir şey için çok yaşlıyım.
- Don't you think that all our politicians are too old?
- Sizce de tüm politikacılarımız çok yaşlı değil mi?
- He helped an old lady get up from her seat.
- Yerinden kalkması için yaşlı bir bayana yardım etti.
- Am I too old for this?
- Bunun için fazla mı yaşlıyım?
- Tom seems old.
- Tom yaşlı görünüyor.
- She's too old for me.
- Benim için çok yaşlı.
- That dog is really old!
- O köpek gerçekten yaşlı!
- Henry was dismissed because he was old.
- Henry yaşlı olduğu için işten çıkarıldı.
- Why don't you give your seat to that old gentleman?
- Koltuğunu neden şu yaşlı beyefendiye vermiyorsun?
- Tom is kind of old for you, isn't he?
- Tom senin için biraz yaşlı, değil mi?
- Tom is pretty old, isn't he?
- Tom oldukça yaşlı, değil mi?
- Take care of old people.
- Yaşlılara göz kulak ol.
- Tom isn't too old to do it.
- Tom bunu yapmak için çok yaşlı değil.
- I guess I'm too old for you.
- Sanırım senin için çok yaşlıyım.
- I helped an old hunchback cross the street.
- Yaşlı bir kamburun karşıdan karşıya geçmesine yardım ettim.
- Am I older than you?
- Senden daha mı yaşlıyım?
- He's too old for her.
- Onun için çok yaşlı.
- Old birds are not caught with chaff.
- Yaşlı kuşlar samanla yakalanmaz.
- Tom's so old.
- Tom çok yaşlı.
- Tom isn't old enough to do that, is he?
- Tom bunu yapacak kadar yaşlı değil, değil mi?
- A fucking menopausal old bitch was complaining about me for no reason.
- Menopoza girmiş yaşlı bir sürtük durduk yere benden şikayet ediyordu.
- I didn't think you were so old.
- O kadar yaşlı olduğunu düşünmemiştim.
- I had no idea Tom was that old.
- Tom'un bu kadar yaşlı olduğunu bilmiyordum.
- Tom isn't really that old, is he?
- Tom gerçekten o kadar yaşlı değil, değil mi?
- Young people adapt themselves to something sooner than old people.
- Gençler bir şeye yaşlılardan daha çabuk adapte olurlar.
- Old Mr Smith is saving as much money as he can.
- Yaşlı Bay Smith yapabildiği kadar çok para tasarrufu yapıyor.
- I'm too old to wear something like that.
- Öyle bir şey giymek için fazla yaşlıyım.
- Tom isn't too old for Mary.
- Tom, Mary için çok yaşlı değil.
- She takes care of her old mother.
- O, yaşlı annesiyle ilgilenir.
- Tom isn't too old to do that.
- Tom bunu yapmak için çok yaşlı değil.
- John is as old as I am.
- John benim kadar yaşlı.
- You make us feel old.
- Bize kendimizi yaşlı hissettiriyorsun.
- She is as old as the devil's grandmother.
- Şeytanın büyükannesi kadar yaşlı.
- He is so old!
- O çok yaşlı!
- Tom is very old, isn't he?
- Tom çok yaşlı, değil mi?
- Tom is old enough to do that on his own, I think.
- Tom onu kendi başına yapacak kadar yaşlıdır sanırım.
- Tom says he's too old to start over.
- Tom yeniden başlamak için çok yaşlı olduğunu söylüyor.
- The old bear is fast asleep.
- Yaşlı ayı derin uykuda.
- That old trapper lived in California.
- Şu yaşlı avcı Kaliforniya'da yaşadı.
- Tom isn't old.
- Tom yaşlı değil.
- You're almost as old as Tom is.
- Neredeyse Tom kadar yaşlısın.
- Tom is about as old as Mary is.
- Tom da Mary kadar yaşlı.
- Tom is a bit old, but not too ugly.
- Tom biraz yaşlı ama çok çirkin değil.
- Tom is too old for me.
- Tom benim için çok yaşlı.
- Tom is quite old, isn't he?
- Tom oldukça yaşlı, değil mi?
- He isn't as old as my brother.
- O, erkek kardeşim kadar yaşlı değildir.
- Professor West is almost as old as my father.
- Profesör West neredeyse babam kadar yaşlıdır.
- Children must always be polite to older people in France.
- Fransa'da çocuklar yaşlılara karşı her zaman nazik olmalıdır.
- I'm too old for you.
- Senin için çok yaşlıyım.
- She is not as old as my sister is.
- Ablam kadar yaşlı değil.
- His old cat is still alive.
- Onun yaşlı kedisi hâlâ hayatta.
- We're too old to play games.
- Oyun oynamak için çok yaşlıyız.
- Old in body but young at heart.
- Vücudu yaşlı ama kalbi genç.
- Tom isn't as old as Mary is.
- Tom, Mary kadar yaşlı değil.
- On crowded buses young people should give their seats to old people.
- Kalabalık otobüslerde gençler yerlerini yaşlılara vermelidir.
- They said that I am an old lady.
- Onlar benim yaşlı bir kadın olduğumu söyledi.
- Mr Brown is not as old as he looks.
- Bay Brown, göründüğü kadar yaşlı değil.
- We're already old.
- Biz zaten yaşlıyız.
- John is not as old as Bill; he is much younger.
- John Bill kadar yaşlı değil; o çok daha genç.
- I was significantly older than her.
- Ondan oldukça yaşlıydım.
- I'm too old for such things.
- Böyle şeyler için çok yaşlıyım.
- You can't teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni numaralar öğretemezsin.
- I think that you're too old for Tom.
- Bence Tom için çok yaşlısın.
- I'm old enough to be your grandfather.
- Büyükbaban olacak kadar yaşlıyım.
- He's old and crazy.
- O yaşlı ve deli.
- Tom isn't as old as I thought he was.
- Tom düşündüğüm kadar yaşlı değilmiş.
- Do I look old?
- Yaşlı mı görünüyorum?
- I'm too old for love-hate relationships.
- Aşk-nefret ilişkileri için çok yaşlıyım.
- He was very old and ill.
- O çok yaşlı ve hastaydı.
- I was significantly older than her.
- Ben ondan oldukça yaşlıydım.
- He grew his beard and hair in order to look old.
- O, yaşlı görünmek için sakalını ve saçını uzattı.
- You're as old as I am.
- Sen de benim kadar yaşlısın.
- That old trapper knows the sheriff.
- O yaşlı avcı, şerifi tanıyor.
- I think I look old.
- Yaşlı göründüğümü düşünüyorum.
- I'm not old enough to do that.
- Onu yapacak kadar yaşlı değilim.
- There is a lack of communication between the young and the old.
- Gençler ve yaşlılar arasında bir iletişim eksikliği vardır.
- I found him worn out, old, and tired.
- Onu bitkin, yaşlı ve yorgun buldum.
- I'm not too old to do that.
- Bunu yapmak için çok yaşlı değilim.
- Tom helped an old lady cross the road.
- Tom yaşlı bir hanımefendinin caddeyi geçmesine yardımcı oldu.
- He grew his beard and hair in order to look old.
- Yaşlı görünmek için saçını ve sakalını uzattı.
- Tom offered his seat to an old lady.
- Tom koltuğunu yaşlı bir kadına teklif etti.
- You don't really like feeling old.
- Yaşlı hissetmeyi gerçekten sevmiyorsun.
- An old tree provides shade.
- Yaşlı bir ağaç gölge sağlar.
- My boss is twice as old as I am.
- Patronum benim iki katım kadar yaşlıdır.
- You're almost as old as Tom, aren't you?
- Neredeyse Tom kadar yaşlısın, değil mi?
- Tom is old enough to be Mary's grandfather.
- Tom, Mary'nin büyükbabası olacak kadar yaşlı.
- My boss is twice as old as I am.
- Patronum benden iki kat daha yaşlı.
- Tom is pretty old.
- Tom oldukça yaşlı.
- Tom is almost as old as I am.
- Tom neredeyse benim kadar yaşlı.
- I'm too old to do something like that.
- Böyle bir şey yapmak için çok yaşlıyım.
- An old husband has a wife far younger than him.
- Yaşlı bir kocanın kendisinden çok daha genç bir karısı var.
- You're not that old, Tom.
- O kadar yaşlı değilsin, Tom.
- They're old.
- Onlar yaşlı.
- This lady is old and crazy.
- Bu kadın yaşlı ve deli.
- He refuses to accept that he is old.
- Yaşlı olduğunu kabullenmeyi reddediyor.
- Tom is a very old friend of mine.
- Tom benim çok yaşlı bir arkadaşım.
- He is old enough to know better.
- Daha iyi bilecek kadar yaşlı.
- You're not old enough to drink, are you?
- İçecek kadar yaşlı değilsin, değil mi?
- Tom and Mary are both pretty old, aren't they?
- Tom ve Mary oldukça yaşlılar, değil mi?
- His wife was old but he loved her.
- Karısı yaşlıydı ama onu seviyordu.
- I gave up my seat to an old lady.
- Yerimi yaşlı bir kadına bıraktım.
- I suddenly feel old.
- Birden kendimi yaşlı hissettim.
- Tom isn't as old as I thought he was.
- Tom düşündüğüm kadar yaşlı değil.
- Tom is too old to make it as a pop singer.
- Tom pop şarkıcısı olarak ün kazanmak için çok yaşlı.
- Tom isn't as old as he looks.
- Tom göründüğü kadar yaşlı değil.
- How old is too old?
- Ne kadar yaşlı çok yaşlıdır?
- Tom isn't as old as Mary.
- Tom, Mary kadar yaşlı değil.
- With the years, a fool doesn't become cleverer, but becomes an old fool.
- Yıllar geçtikçe, bir aptal daha zeki olmaz, ama yaşlı bir aptal olur.
- He is much older than her.
- Ondan daha da yaşlı.
- There's an old cherry tree in the garden.
- Bahçede yaşlı bir kiraz ağacı var.
- You're old enough to do that on your own.
- Bunu kendi başına yapacak kadar yaşlısın.
- I didn't know she was that old.
- O kadar yaşlı olduğunu bilmiyordum.
- Tom isn't as old as he seems.
- Tom göründüğü kadar yaşlı değil.
- John is as old as I am.
- John da benim kadar yaşlı.
- Tom is twice as old as I am.
- Tom benden iki kat daha yaşlı.
- I think Tom is too old for Mary.
- Sanırım Tom Mary için çok yaşlı.
- Tom's father isn't as old as Mary's.
- Tom'un babası Mary'ninki kadar yaşlı değil.
- Tom looks old for his age.
- Tom yaşına göre yaşlı görünüyor.
- Tom doesn't seem so old to me.
- Tom bana o kadar da yaşlı görünmüyor.
- My father is not as old as he looks.
- Babam göründüğü kadar yaşlı değil.
- Tom is too old to do that.
- Tom bunu yapmak için çok yaşlı.
- We're already old.
- Zaten yaşlıyız.
- You're too old to be doing this kind of thing, aren't you?
- Bu tür bir şey yapmak için çok yaşlısın, değil mi?
- You must think of your old parents at home.
- Evdeki yaşlı ebeveynlerinizi düşünmelisiniz.
- I'm pretty old.
- Ben oldukça yaşlıyım.
- Are you really as old as you say you are?
- Gerçekten olduğunu söylediğin kadar yaşlı mısın?
- Young people should respect old people.
- Gençler yaşlılara saygı göstermeli.
- I'm too old for this.
- Bunun için çok yaşlıyım.
- Tom isn't as old as you.
- Tom senin kadar yaşlı değil.
- Tom may be old, but he's in good shape.
- Tom yaşlı olabilir ama iyi durumda.
- Tom is not as old as you.
- Tom, senin kadar yaşlı değildir.
- Sami isn't that old.
- Sami o kadar da yaşlı değil.
- Tom and Mary are both old enough to know better.
- Tom ve Mary daha iyisini bilecek kadar yaşlılar.
- He's just a crazy old fool.
- O sadece çılgın yaşlı bir aptal.
- The old professor's lectures are long-winded and ponderous.
- Yaşlı profesörün dersleri uzun soluklu ve ağırdır.
- Tom is old enough to travel by himself.
- Tom tek başına seyahat edecek kadar yaşlı.
- Tom is old enough to be your grandfather.
- Tom senin deden olacak kadar yaşlı.
- He's not as old as my brother.
- O, benim erkek kardeşim kadar yaşlı değildir.
- She's too old for him.
- Onun için çok yaşlı.
- I'm old enough to know better.
- Daha iyisini bilecek kadar yaşlıyım.
- Isn't Tom a little old for you?
- Tom senin için biraz yaşlı değil mi?
- Tom doesn't seem all that old to me.
- Tom bana o kadar da yaşlı görünmüyor.
- I'm almost as old as you are.
- Neredeyse senin kadar yaşlıyım.
- I'm too old to do that.
- Bunu yapmak için çok yaşlıyım.
- We should be considerate to the old.
- Yaşlılara karşı saygılı olmalıyız.
- The old farmer did not pay him much money.
- Yaşlı çiftçi ona fazla para ödemiyordu.
- I'm old, but I'm not that old.
- Yaşlıyım ama o kadar da yaşlı değilim.
- Long, long ago, there lived an old king on a small island.
- Uzun zaman önce küçük bir adada yaşlı bir kral yaşarmış.
- He is too old to try it.
- O bunu denemek için çok yaşlı.
- I'm not as old as most people think I am.
- Çoğu insanın düşündüğü kadar yaşlı değilim.
- The old dog can bark, but cannot bite anymore.
- Yaşlı köpek havlayabilir, ama artık ısıramaz.
- I'm not that old.
- O kadar yaşlı değilim.
- That dog is really old!
- Bu köpek gerçekten yaşlı!
- Twelve years old is old for a dog.
- On iki yaş bir köpek için yaşlıdır.
- My father is not as old as he looks.
- Babam göründüğü kadar yaşlı değildir.
- I'm too old to do something like that.
- Öyle bir şey yapmak için fazla yaşlıyım.
- Tom may be old, but he's in good shape.
- Tom yaşlı olabilir ama o iyi durumda.
- You're not too old for her.
- Onun için çok yaşlı değilsin.
- I'm not old enough to do that yet.
- Henüz onu yapacak kadar yaşlı değilim.
- My father is so old that he can't work.
- Babam o kadar yaşlıdır ki o çalışamaz.
- I'm too old to go to Germany.
- Almanya'ya gitmek için çok yaşlıyım.
- Tom isn't as old as I am.
- Tom benim kadar yaşlı değildir.
- Tom is just about as old as I am.
- Tom yaklaşık benim kadar yaşlı.
- The old must be respected.
- Yaşlılara saygılı olunmalı.
- Julio is swinging in the hammock that I hung under the old oak tree.
- Julio yaşlı meşe ağacının altına astığım hamakta sallanıyor.
- My father is too old to work.
- Babam çalışmak için çok yaşlı.
- She's so old.
- O da çok yaşlı.
- He is taking care of his old Mom.
- O, yaşlı annesine bakıyor.
- We should respect the old.
- Yaşlılara saygı göstermeliyiz.
- I'm old enough to be her father.
- Onun babası olacak kadar yaşlıyım.
- You're twice as old as Tom.
- Tom'dan iki kat daha yaşlısın.
- Tom is as old as Methuselah.
- Tom çok yaşlıdır.
- Neither of them seemed old.
- Onlardan hiçbiri yaşlı görünmüyordu.
- I didn't think that your wife was so old.
- Karının bu kadar yaşlı olduğunu düşünmemiştim.
- You're not old enough to drive, are you?
- Araba sürecek kadar yaşlı değilsin, değil mi?
- A man as old as Tom doesn't make new friends easily.
- Tom kadar yaşlı bir adam kolay kolay yeni arkadaşlar edinmez.
- They said that I am an old lady.
- Benim yaşlı bir kadın olduğumu söylediler.
- He looks old, but he is still in his twenties.
- Yaşlı görünüyor ama hala yirmili yaşlarında.
- Am I too old to learn yoga?
- Yoga öğrenmek için çok mu yaşlıyım?
- I'm not really that old.
- O kadar da yaşlı değilim.
- The old dog can bark, but cannot bite anymore.
- Yaşlı köpek havlayabiliyor ama artık ısıramıyor.
- Jane is as old as I am.
- Jane de benim kadar yaşlı.
- I'm too old for that.
- Onun için çok yaşlıyım.
- She looked after her old mother.
- Yaşlı annesine baktı.
- An old lady sang to me.
- Yaşlı bir kadın bana şarkı söyledi.
- I'm too old to work.
- Çalışmak için çok yaşlıyım.
- The old farmer did not pay him much money.
- Yaşlı çiftçi ona çok para ödemedi.
- Tom is old enough to be my grandfather.
- Tom dedem olacak kadar yaşlı.
- The old fellow is as healthy and as strong as an oak.
- Yaşlı adam bir meşe kadar sağlıklı ve güçlüdür.
- Tom said I looked old.
- Tom yaşlı göründüğümü söyledi.
- We're too old for this.
- Bunun için çok yaşlıyız.
- Tom doesn't look old.
- Tom yaşlı görünmüyor.
- John is as old as my brother.
- John, erkek kardeşim kadar yaşlı.
- Don't you think that all our politicians are too old?
- Sence tüm politikacılarımız çok yaşlı değil mi?
- I am as old as he is.
- Ben onun kadar yaşlıyım.
- Tom is a lot older than us.
- Tom bizden epey yaşlı.
- She is old and experienced.
- O yaşlı ve tecrübeli.
- Tom looked very old.
- Tom çok yaşlı görünüyordu.
- That old guy is really nice.
- O yaşlı adam gerçekten hoş.
- His old cat is still alive.
- Yaşlı kedisi hala hayatta.
- Tom isn't very old.
- Tom çok yaşlı değil.
- The old lady was kind enough to show me the way to the station.
- Yaşlı hanımefendi bana istasyona giden yolu gösterecek kadar kibardı.
- Tom is very old.
- Tom çok yaşlı.
- The old professor's lectures are long-winded and ponderous.
- Yaşlı profesörün dersleri dolambaçlı ve sıkıcıdır.
- You're almost as old as I am, aren't you?
- Sen neredeyse benim kadar yaşlısın, değil mi?
- It makes me feel old.
- Bu beni yaşlı hissettiriyor.
- You're as old as I am.
- Sen benim kadar yaşlısın.
- Tom is not as old as you.
- Tom senin kadar yaşlı değil.
- Tom is really old.
- Tom gerçekten yaşlı.
- Do your old people still speak your language?
- Yaşlılarınız hala sizin dilinizi konuşuyor mu?
- I may be old, but I can still ride a bike.
- Yaşlı olabilirim ama hala bisiklete binebilirim.
- Tom is a little too old for me.
- Tom benim için biraz fazla yaşlı.
- Don't teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni numaralar öğretme.
- I'm not old enough to join the army.
- Orduya katılacak kadar yaşlı değilim.
- I'm not as old as Tom is.
- Tom kadar yaşlı değilim.
- Tom is really old, isn't he?
- Tom gerçekten yaşlı, değil mi?
- She is old enough to know better.
- Daha iyi bilecek kadar yaşlıdır.
- He is a bit older than me.
- O benden biraz yaşlıdır.
- With the years, a fool doesn't become cleverer, but becomes an old fool.
- Yıllar geçtikçe bir aptal daha akıllı olmaz ama yaşlı bir aptal olur.
- I don't feel like I'm old at all.
- Kendimi hiç de yaşlı hissetmiyorum.
- He isn't as old as my brother.
- Kardeşim kadar yaşlı değil.
- Sami isn't that old.
- Sami o kadar yaşlı değil.
- Tom is old enough to drink.
- Tom içebilecek kadar yaşlı.
- Tom is far too old to be doing this.
- Tom bunu yapmak için çok yaşlı.
- Tom is a bit old, but not too ugly.
- Tom biraz yaşlı ama fazla çirkin değil.
- You're too old to do that.
- Bunu yapmak için çok yaşlısın.
- I'm too old for him.
- Ben onun için çok yaşlıyım.
- Old Mr Smith is saving as much money as he can.
- Yaşlı Bay Smith olabildiğince çok para biriktiriyor.
- I'm almost as old as Tom is.
- Neredeyse Tom kadar yaşlıyım.
- I'm not so old.
- O kadar da yaşlı değilim.
- Did you just call me an old grouch?
- Az önce bana yaşlı bir huysuz mu dedin?
- Dan mugged an old lady near the train station.
- Dan, tren istasyonunun yakınında yaşlı bir kadını soydu.
- I saw the old gentleman cross the street and enter a store on the corner.
- Yaşlı beyefendinin caddeyi geçip köşedeki bir dükkana girdiğini gördüm.
- Although he is very old, he is strong.
- Yaşlı ama kuvvetli.
- You're almost as old as Tom is, aren't you?
- Sen neredeyseTom kadar yaşlısın, değil mi?
- Older dogs need a lot of sleep.
- Yaşlı köpekler daha fazla uykuya ihtiyaç duyar.
- I'm way too old to be doing this.
- Bunu yapmak için çok yaşlıyım.
- Aren't you old enough to retire?
- Emekli olacak kadar yaşlı değil misin?
- A man is as old as he feels.
- Bir adam hissettiği kadar yaşlıdır.
- Your old grandma dances well.
- Yaşlı büyükanne iyi dans ediyor.
- Tom is old enough to make up his own mind.
- Tom kendi kararını verebilecek kadar yaşlı.
- I'm as old as you are.
- Senin kadar yaşlıyım.
- The Sacramento Chronicle writes frequently about that old trapper.
- Sacramento Chronicle sık sık o yaşlı tuzakçı hakkında yazıyor.
- My father is so old that he can't work.
- Babam o kadar yaşlı ki çalışamıyor.
- Tom is just a crazy old fool.
- Tom sadece çılgın yaşlı bir aptal.
- Layla was old enough to drink.
- Leyla içki içecek kadar yaşlıydı.
- I knew Tom wasn't as old as Mary.
- Tom'un Mary kadar yaşlı olmadığını biliyordum.
- Some old lady told Tom that he looked like Charles Darwin.
- Yaşlı bir kadın Tom'a Charles Darwin'e benzediğini söyledi.
- You look older.
- Yaşlı görünüyorsun.
- I helped an old hunchback cross the street.
- Yaşlı bir kamburun caddeyi geçmesine yardım ettim.
- Tom was old.
- Tom yaşlıydı.
- They fight like an old married couple.
- Yaşlı evli çiftler gibi kavga ediyorlar.
- Do you think I'm too old to go back to school?
- Benim okula geri dönmek için çok fazla yaşlı olduğumu düşünüyor musunuz?
- Tom is almost as old as my father.
- Tom neredeyse babam kadar yaşlı.
- She is in her thirties, but looks old for her age.
- O otuzlu yaşlarında, ama yaşına göre yaşlı görünüyor.
- I am too old for it.
- Bunun için çok yaşlıyım.
- John is not as old as Bill; he is much younger.
- John, Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.
- Tom helped an old lady load her groceries in her car.
- Tom yaşlı bir kadının yiyeceklerini arabasına yüklemesine yardımcı oldu.
- I'm not very old.
- Çok yaşlı değilim.
- Even though Tom looks younger than Mary, he's actually quite a bit older.
- Tom Mary'den genç görünse de aslında ona göre epeyce yaşlı.
- Tom is an old miser.
- Tom yaşlı bir pinti.
- Tom isn't really that old, is he?
- Tom pek o kadar da yaşlı değil, değil mi?
- We're too old to be doing this kind of thing.
- Böyle şeyler yapmak için çok yaşlıyız.
- I'm old, but I'm not that old.
- Ben yaşlıyım ama o kadar yaşlı değilim.
- Tom isn't too old to work.
- Tom çalışmak için çok yaşlı değil.
- I am as old as he is.
- Ben de onun kadar yaşlıyım.
- I don't think Tom is old enough to do that.
- Tom'un bunu yapacak kadar yaşlı olduğunu sanmıyorum.
- Tom is not much older than I am.
- Tom benden çok fazla yaşlı değil.
- I'm old enough to be her father.
- Ben onun babası olacak kadar yaşlıyım.
- Old Tom could use some fresh air.
- Yaşlı Tom biraz temiz hava alabilir.
- I think Tom is old.
- Tom'un yaşlı olduğunu düşünüyorum.
- Be kind to the old.
- Yaşlılara karşı nazik ol.
- John is as old as my brother.
- John kardeşim kadar yaşlı.
- He is twice as old as I.
- Benden iki kat daha yaşlı.
- Tom isn't old enough to do that.
- Tom bunu yapacak kadar yaşlı değil.
- I'm quite a bit older than you.
- Ben senden epey yaşlıyım.
- She is too old for you.
- O senin için çok yaşlı.
- Tom wondered how it would feel to be old.
- Tom yaşlı olmanın nasıl bir his olduğunu merak ediyordu.
- Tom helped an old lady load her groceries in her car.
- Tom, yaşlı bir kadının yiyeceklerini arabasına yüklemesine yardım etti.
- Tom isn't too old.
- Tom çok yaşlı değil.
- She's not as old as Mary.
- O, Mary kadar yaşlı değildir.
- Am I really that old?
- Gerçekten o kadar yaşlı mıyım?
- Mom, that hairstyle makes you look old.
- Anne, bu saç stili seni yaşlı gösteriyor.
- He is too old to walk quickly.
- O, hızlı yürüyemeyecek kadar çok yaşlıdır.
- You aren't that old, are you?
- O kadar yaşlı değilsin, değil mi?
- You're old enough to know better, aren't you?
- Daha iyi bilecek kadar yaşlısın, değil mi?
- Only young children and old fools tell the truth.
- Yalnızca küçük çocuklar ve yaşlı aptallar doğruyu söyler.
- I think Tom's grandmother is too old to wear a miniskirt.
- Bence Tom'un büyükannesi mini etek giymek için çok yaşlı.
- The old doctor gave individual attention to each patient.
- Yaşlı doktor, her hastasına ayrı ayrı ilgi gösterirdi.
- I think Tom is old.
- Bence Tom yaşlı.
- One advantage of being old is that you no longer desire all the things that you couldn't afford to buy when you were young.
- Yaşlı olmanın bir avantajı, gençken satın almaya gücünüzün yetmediği şeyleri artık istememenizdir.
- We're too old for this.
- Bunun için fazla yaşlıyız.
- Tom is too old.
- Tom çok yaşlı.
- Tom is twice as old as I am.
- Tom benden iki kat yaşlı.
- He is too old to walk quickly.
- Hızlı yürüyemeyecek kadar yaşlı.
- I'm almost as old as Tom.
- Neredeyse Tom kadar yaşlıyım.
- Few men know how to be old.
- Çok az erkek nasıl yaşlı olunacağını bilir.
- Aren't you a little too young to be dating a guy as old as Tom?
- Tom kadar yaşlı bir adamla çıkmak için biraz çok genç değil misin?
- I'm not as old as you, of course.
- Elbette senin kadar yaşlı değilim.
- Do I seem old to you?
- Sana yaşlı mı görünüyorum?
- I'm a stupid old maid in my thirties.
- Ben otuzlu yaşlarda aptal yaşlı bir hizmetçiyim.
- Tom is old enough to make up his own mind.
- Tom kendi kararını verecek kadar yaşlı.
- He looks old for his age.
- O, yaşına göre yaşlı görünüyor.
- I'm not very old.
- Ben çok yaşlı değilim.
- Her old cat is still alive.
- Yaşlı kedisi hala yaşıyor.
- I didn't know you were so old.
- Bu kadar yaşlı olduğunu bilmiyordum.
- Tom is almost as old as Mary is.
- Tom neredeyse Mary kadar yaşlı.
- Mr Brown is not as old as he looks.
- Bay Brown, göründüğü kadar yaşlı değildir.
- Tom isn't as old as you are, is he?
- Tom senin kadar yaşlı değil, değil mi?
- It is pleasant to watch a loving old couple.
- Sevgi dolu yaşlı bir çifti izlemek keyifli.
- Nobody is too old to learn.
- Hiç kimse öğrenmek için çok yaşlı değildir.
- He robbed an old lady.
- Yaşlı bir kadını soydu.
- He is as old as my father.
- Babam kadar yaşlı.
- You're twice as old as I am.
- Sen benim iki katım kadar yaşlısın.
- Tom thought Mary would die an old maid.
- Tom Mary'nin yaşlı bir hizmetçi olarak öleceğini düşündü.
- You make me feel old.
- Bana yaşlı hissettiriyorsun.
- Aren't you a little too young to be dating a guy as old as Tom?
- Tom kadar yaşlı bir adamla çıkmak için biraz genç değil misin?
- An old parrot doesn't learn to speak.
- Yaşlı bir papağan konuşmayı öğrenemez.
- I'm not as old as you, of course.
- Senin kadar yaşlı değilim elbette.
- You make me feel old.
- Bana kendimi yaşlı hissettiriyorsun.
- I may be old, but I'm not crazy.
- Yaşlı olabilirim ama deli değilim.
- Tom is fairly old, isn't he?
- Tom epeyce yaşlı, değil mi?
- My parents are old.
- Annem ve babam yaşlı.
- I'm twice as old as you are.
- Senden iki kat daha yaşlıyım.
- You make us feel old.
- Bizi yaşlı hissettiriyorsun.
- A man is as old as he feels.
- Bir insan hissettiği kadar yaşlıdır.
- Do you feel old?
- Kendini yaşlı hissediyor musun?
- You aren't old enough to drive, are you?
- Araba sürecek kadar yaşlı değilsin, değil mi?
- Nobody is too old to learn.
- Kimse öğrenmek için çok yaşlı değildir.
- Tom is beginning to look pretty old.
- Tom oldukça yaşlı görünmeye başladı.
- Tom is old enough to know better.
- Tom daha iyisini bilecek kadar yaşlı.
- I saw the old gentleman cross the street and enter a store on the corner.
- Yaşlı beyefendinin caddeyi geçip köşedeki bir mağazaya girdiğini gördüm.
- Tom is quite a bit older than Mary.
- Tom Mary'den epeyce yaşlı.
- I look like an old farmer.
- Yaşlı bir çiftçiye benziyorum.
- Since he is old, this task must be difficult for him.
- Yaşlı olduğu için bu görev onun için zor olmalı.
- The old dog barked.
- Yaşlı köpek havladı.
- You're too old for me.
- Benim için çok yaşlısın.
- Tom is way too old to be doing this.
- Tom bunu yapmak için çok yaşlı.
- The detective disguised himself as an old gentleman.
- Dedektif yaşlı bir beyefendi kılığına girdi.
- You must think of your old parents.
- Yaşlı anne babanı düşünmelisin.
- I'm not that old.
- O kadar da yaşlı değilim.
- Tom isn't as old as you, is he?
- Tom senin kadar yaşlı değil, değil mi?
- Tom is too old to be doing this kind of thing.
- Tom bu tür şeyleri yapmak için çok yaşlı.
- You must think of your old parents at home.
- Evdeki yaşlı anne-babanı düşünmen gerekir.
- The raven croaked from the old yew-tree.
- Kuzgun yaşlı porsuk ağacından vırakladı.
- I didn't think that Tom was that old.
- Tom'un bu kadar yaşlı olduğunu düşünmemiştim.
- Both the old and young are guilty of sinning.
- Hem yaşlılar hem de gençler günah işlemekten suçludur.
- Tom is a little older than Mary.
- Tom Mary'den biraz yaşlı.
- This man is very, very old.
- Bu adam çok ama çok yaşlı.
- Tom is twice as old as Mary.
- Tom, Mary'den iki kat daha yaşlı.
- Tom's father isn't as old as Mary's father.
- Tom'un babası Mary'nin babası kadar yaşlı değil.
- He is too old.
- O, çok yaşlıdır.
- Tom is just as old as I am.
- Tom da benim kadar yaşlı.
- She's too old for me.
- O benim için çok yaşlı.
- I have an attraction for older, chubby women.
- Yaşlı, tombul kadınlara karşı bir çekimim var.
- The man is old.
- Adam yaşlıdır.
- Do you think I'm too old to get back to school?
- Okula geri dönmek için fazla yaşlı olduğumu mu düşünüyorsun?
- How old that dog is!
- O köpek ne kadar yaşlı!
- Even when you're old and gray, you should be able to enjoy life.
- Yaşlı ve saçları ağarmış olsan bile hayattan zevk alabilmelisin.
- Tom can't be old enough to have a daughter as old as Mary.
- Tom, Mary yaşında bir kızı olacak kadar yaşlı olamaz.
- We're not all old like you are.
- Biz hepimiz senin gibi yaşlı değiliz.
- I'm too old for you.
- Ben senin için çok yaşlıyım.
- Naoki is as old as Kaori.
- Naoki, Kaori kadar yaşlıdır.
- She is in her thirties, but looks old for her age.
- Otuzlu yaşlarında ama yaşına göre yaşlı görünüyor.
- Since he is old, this task must be difficult for him.
- O yaşlı olduğu için bu görev onun için zor olmalı.
- I suddenly felt old.
- Aniden yaşlı hissettim.
- I'm too old for love-hate relationships.
- Aşk-nefret ilişkileri için fazla yaşlıyım.
- I thought Tom wasn't as old as Mary.
- Tom'un Mary kadar yaşlı olmadığını sanıyordum.
- You're too old for me.
- Sen benim için çok yaşlısın.
- He was very old.
- Çok yaşlıydı.
- It's hard to teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.
- I hate being old.
- Yaşlı olmaktan nefret ediyorum.
- Though he is old, he is very healthy.
- Yaşlı olmasına rağmen çok sağlıklıdır.
- Tom is twice as old as Mary is.
- Tom, Mary'den iki kat daha yaşlı.
- Neither am I old, nor are you.
- Ne ben yaşlıyım, ne de sen.
- Her mother is not as old as she looks.
- Annesi göründüğü kadar yaşlı değil.
- He looks old for his age.
- Yaşına göre yaşlı görünüyor.
- I'm too old for her.
- Onun için çok yaşlıyım.
- I'm too old to do that anymore.
- Artık bunu yapmak için çok yaşlıyım.
- Because he is old, he, too, has grown weak.
- Yaşlı olduğu için o da zayıfladı.
- Tom is old enough to know the truth.
- Tom gerçeği bilecek kadar yaşlı.
- There was once upon a time an old Queen whose husband had been dead for many years, and she had a beautiful daughter.
- Biz zamanlar kocası yıllar önce ölmüş olan yaşlı bir kraliçe vardı ve onun da güzel bir kızı vardı.
- Tom is old enough to know that what he did was wrong.
- Tom yaptığının yanlış olduğunu bilecek kadar yaşlı.
- Tom is about as old as Mary is.
- Tom yaklaşık Mary kadar yaşlıdır.
- Thirty isn't that old.
- Otuz o kadar da yaşlı değil.
- My grandmother is very old.
- Büyükannem çok yaşlıdır.
- This old guy is still sprightly.
- Bu yaşlı adam hâlâ dinç.
- Tom is probably not as old as you think he is.
- Tom muhtemelen senin düşündüğün kadar yaşlı değil.
- You're not old enough to do that.
- Onu yapacak kadar yaşlı değilsin.
- That old trapper lived in California.
- O yaşlı tuzakçı Kaliforniya'da yaşadı.
- I'm too old for her.
- Ben onun için çok yaşlıyım.
- He is too old.
- O çok yaşlı.
- Tom helped an old lady cross the road.
- Tom yaşlı bir kadının karşıdan karşıya geçmesine yardım etti.
- Tom is too old to work.
- Tom çalışmak için çok yaşlı.
- She's too old for you.
- O senin için çok yaşlı.
- Tom isn't as old as most people think he is.
- Tom çoğu insanın onu sandığı kadar yaşlı değil.
- Tom looks old.
- Tom yaşlı görünüyor.
- Tom is too old for Mary, isn't he?
- Tom, Mary için çok yaşlı, değil mi?
- I don't feel old.
- Kendimi yaşlı hissetmiyorum.
- Tom is an old miser.
- Tom yaşlı bir cimri.
- The old must be respected.
- Yaşlılara saygı gösterilmeli.
- He looks old for his age.
- O yaşına göre yaşlı görünüyor.
- Tom isn't as old as me.
- Tom benim kadar yaşlı değil.
- I'm not as old as you think.
- Düşündüğün kadar yaşlı değilim.
- I have an attraction for older, chubby women.
- Ben yaşlı ve tombul kadınlar tarafından beğeniliyorum.
- Tom isn't really old.
- Tom gerçekten yaşlı değil.
- Even though he's very old, he's healthy.
- Çok yaşlı olmasına rağmen sağlıklıdır.
- She looked after her old mother.
- O, yaşlı annesine baktı.
- In front of our house are two old chestnuts.
- Evimizin önünde iki tane yaşlı kestane ağacı var.
- I suddenly felt old.
- Birden kendimi yaşlı hissettim.
- It's hard to teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni numaralar öğretmek zordur.
- His wife was old but he loved her.
- Onun karısı yaşlıydı ama o onu seviyordu.
- They're all older than you.
- Hepsi senden yaşlı.
- It is pleasant to watch a loving old couple.
- Sevgi dolu yaşlı bir çifti izlemek hoştur.
- Please don't you think that Tom is a little old for you?
- Lütfen Tom'un senin için biraz yaşlı olduğunu düşünmüyor musun?
- He's so old.
- O çok yaşlı.
- He was too old to swim.
- Yüzmek için çok yaşlıydı.
- The old lady walked slowly up the hill.
- Yaşlı hanımefendi yokuş yukarı yavaşça yürüdü.
- I feel old.
- Kendimi yaşlı hissediyorum.
- He was too old to work any more.
- O, artık çalışamayacak kadar çok yaşlıydı.
- The young should be kind to the old.
- Gençler yaşlılara karşı nazik olmalı.
- She is old enough to know better.
- Daha iyi bilecek kadar yaşlı.
- Tom is too old for Mary.
- Tom, Mary için çok yaşlı.
- He was very old and ill.
- Çok yaşlı ve hastaydı.
- Mary Jackson has become an old lady.
- Mary Jackson yaşlı bir kadın oldu.
- Are we really that old?
- Gerçekten de o kadar yaşlı mıyız?
- He is not as old as he seems.
- Göründüğü kadar yaşlı değil.
- You're too old to be doing this kind of thing, aren't you?
- Böyle şeyler yapmak için çok yaşlısın, değil mi?
- Tom is fairly old, isn't he?
- Tom oldukça yaşlı, değil mi?
- The Sacramento Chronicle writes frequently about that old trapper.
- The Sacramento Chronicle sık sık o yaşlı avcı hakkında yazar.
- Neither you nor I am old.
- Ne sen ne de ben yaşlıyız.
- How old he is!
- Ne kadar yaşlı!
- You're not that old.
- O kadar da yaşlı değilsin.
- Why don't you give your seat to that old gentleman?
- Neden koltuğunu o yaşlı beyefendiye vermiyorsun?
- I think Tom's grandmother is too old to be wearing a bikini.
- Bence Tom'un büyükannesi bikini giymek için çok yaşlı.
- I'm too old to do something like that.
- Öyle bir şeyi yapamayacak kadar yaşlıyım.
- Tom is as old as Mary.
- Tom Mary kadar yaşlı.
- Tom isn't so old, is he?
- Tom o kadar yaşlı değil, değil mi?
- Tom is almost as old as Mary.
- Tom neredeyse Mary kadar yaşlı.
- The old oak was almost higher than the house.
- Yaşlı meşe ağacı neredeyse evden daha yüksekti.
- She's too old for you.
- O sizin için çok yaşlı.
- I'm twice as old as Tom.
- Tom'dan iki kat daha yaşlıyım.
- I am too old for this world.
- Bu dünya için çok yaşlıyım.
- I'm old enough to know better.
- Ben daha iyi bilecek kadar yaşlıyım.
- The new company rule was unfair to older workers.
- Şirketin yeni kuralı yaşlı işçilere haksızlıktı.
- He refuses to accept that he is old.
- O, yaşlı olduğunu kabul etmiyor.
- I'm too old to be doing this.
- Bunu yapmak için çok yaşlıyım.
- None of the old trees survived the fire.
- Yaşlı ağaçların hiçbiri yangından kurtulamadı.
- She's not as old as Mary.
- Mary kadar yaşlı değil.
- We're not old.
- Yaşlı değiliz.
- I thought Tom wasn't as old as Mary.
- Tom'un Mary kadar yaşlı olmadığını düşündüm.
- You are old enough to know this.
- Bunu bilecek kadar yaşlısın.
- I feel as old as the hills.
- Kendimi tepeler kadar yaşlı hissediyorum.
- I'm getting too old for this.
- Bunun için fazla yaşlı olmaya başladım.
- Consider adopting an older pet.
- Yaşlı bir hayvan sahiplenmeyi düşünün.
- I think Tom is too old for Mary.
- Bence Tom, Mary için çok yaşlı.
- You're almost as old as Tom is, aren't you?
- Neredeyse Tom kadar yaşlısın, değil mi?
- On crowded buses young people should give their seats to old people.
- Kalabalık otobüslerde gençler koltuklarını yaşlılara vermelidir.
- Jane is as old as I am.
- Jane benim kadar yaşlı.
- Do you feel old?
- Yaşlı hissediyor musun?
- Tom didn't seem all that old to me.
- Tom bana göre o kadar yaşlı görünmüyordu.
- I know Tom is a little old.
- Tom'un biraz yaşlı olduğunu biliyorum.
- We must take into account the fact that she is old.
- Yaşlı olduğu gerçeğini göz önünde bulundurmalıyız.
- An old worker was found repairing machinery in the workshop.
- Yaşlı bir işçi atölyede makineleri tamir ederken bulundu.
- Tom isn't that old.
- Tom o kadar da yaşlı değil.
- The sheriff knows that old trapper.
- Şerif o yaşlı tuzakçıyı bilir.
- Tom is old enough to be Mary's grandfather.
- Tom Mary'nin büyükbabası olacak kadar yaşlı.
- Only young children and old fools tell the truth.
- Sadece küçük çocuklar ve yaşlı aptallar doğruyu söyler.
- Tom isn't as old as I am.
- Tom benim kadar yaşlı değil.
- I may be old, but I can still ride a bike.
- Ben yaşlı olabilirim ama yine de bir bisiklete binebilirim.
- I'm not old enough to go to school.
- Okula gidecek kadar yaşlı değilim.
- A long time ago, there lived an old king on a small island.
- Uzun zaman önce, küçük bir adada yaşlı bir kral yaşarmış.
- Though he is old, he is very healthy.
- Yaşlı olmasına rağmen çok sağlıklı.
- Tom isn't as old as Mary.
- Tom Mary kadar yaşlı değildir.
- Long, long ago, there lived an old king on a small island.
- Uzun, çok uzun zaman önce, küçük bir adada yaşlı bir kral yaşarmış.
- Old dogs can learn new tricks.
- Yaşlı köpekler yeni numaralar öğrenebilir.
- He's older, but no wiser.
- O yaşlı ama akıllı değil.
- Both the old and young are guilty of sinning.
- Hem yaşlılar hem de gençler günah suçlusudur.
- Tom says he's too old to start over.
- Tom, başa dönmek için çok yaşlı olduğunu söylüyor.
- They are very old.
- Onlar çok yaşlı.
Show More (697)
|