public - English Turkish Sentences
English Turkish
public kamu adj., n.
  • We have insisted on this throughout, as well as urging that the proposal should be submitted to public consultation.
  • Başından beri bu konuda ısrarcı olduk ve teklifin kamu istişaresine sunulması gerektiğini vurguladık.
  • The Coptic Christians are currently treated as second-class citizens in the state policy on public appointments.
  • Kıpti Hıristiyanlar şu anda kamu atamalarına ilişkin devlet politikasında ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmektedir.
  • But public-sector investment also needs to increase.
  • Ancak kamu sektörü yatırımlarının da artması gerekiyor.
Show More (325)
public halk n., adj.
  • It will inevitably lead the public to reject this European and simplistic vision.
  • Kaçınılmaz olarak halkın bu Avrupai ve basit vizyonu reddetmesine yol açacaktır.
  • Achieving widespread public participation in the entirety of Community legislation seems utopian.
  • Topluluk mevzuatının tamamına halkın yaygın katılımını sağlamak ütopik görünmektedir.
  • But this is a big public health issue and I want to speak firstly from personal experience.
  • Ancak bu büyük bir halk sağlığı sorunudur ve öncelikle kişisel deneyimlerime dayanarak konuşmak istiyorum.
Show More (189)
public halka açık adj.
  • It's illegal to smoke in public places.
  • Halka açık alanlarda sigara içmek yasal değildir.
  • Girls are back at school, music and film are allowed again and football is replacing public hangings.
  • Kızlar okula geri döndü, müzik ve film yeniden serbest oldu ve halka açık idamların yerini futbol aldı.
  • Councils are public and everybody knows the content of their agendas.
  • Konseyler halka açıktır ve herkes gündemlerinin içeriğini bilir.
Show More (64)
public kamusal adj.
  • In this area, though, nonsense is a public menace.
  • Yine de bu alanda, saçmalık kamusal bir tehdittir.
  • The current European political parties do not represent transparency or public accessibility.
  • Mevcut Avrupa siyasi partileri şeffaflığı ya da kamusal erişilebilirliği temsil etmemektedir.
  • Those public rules are often a marked improvement on the practice in a number of our Member States.
  • Bu kamusal kurallar, bazı Üye Devletlerimizdeki uygulamalara kıyasla çoğu zaman belirgin bir iyileşme sağlamaktadır.
Show More (24)
public halk için adj.
  • Secondly, the procedures will also become much simpler for the public.
  • İkinci olarak prosedürler halk için de çok daha basit hale gelecektir.
  • For the public, health and healthy food are the top priority.
  • Halk için sağlık ve sağlıklı gıda en önemli önceliktir.
  • Secondly, the procedures will also become much simpler for the public.
  • İkinci olarak, prosedürler halk için de çok daha basit hale gelecektir.
Show More (16)
public umumi adj.
  • In Germany, you have to pay for everything, even to to use a public bathroom.
  • Almanya'da her şey için para ödemek zorundasınız, umumi tuvaleti kullanmak için bile.
  • Is there a public phone around here?
  • Buralarda umumi telefon var mı?
  • Tom was caught stealing toilet paper from a public restroom.
  • Tom umumi bir tuvaletten tuvalet kağıdı çalarken yakalandı.
Show More (3)
public herkese açık adj.
  • Nowadays, when every public directory ends up on the Internet, we have no way of protecting ourselves.
  • Günümüzde, herkese açık tüm rehberler internete düştüğünde, kendimizi korumamızın hiçbir yolu kalmıyor.
  • All the elements of a data structure are public by default.
  • Bir veri yapısının tüm öğeleri varsayılan olarak herkese açıktır.
  • You should assume that anything you do online is public.
  • İnternette yaptığınız her şeyin herkese açık olduğunu varsaymalısınız.
Show More (2)
public insani adj.
  • Tom asked me not to kiss him in public.
  • Tom onu insan içinde öpmememi istedi.
  • He never quarrels with his wife in public.
  • İnsanların içinde karısıyla asla tartışmaz.
  • Don't scold your children in public.
  • Çocuklarınızı insan içinde azarlamayın.
Show More (2)
public ortak adj.
  • The politician didn't appear in public after the incident.
  • Olaydan sonra siyasetçi ortalıkta görünmedi.
  • Tom always keeps his dog on a leash in public areas.
  • Tom köpeğine her zaman ortak alanlarda bir tasma takar.
  • Kissing one's spouse in public is considered acceptable behavior in some countries.
  • Ulu orta birinin eşini öpmesi, bazı ülkelerde normal bir davranış olarak görülür.
Show More (0)
public aleni adj.
  • This proof must be clear and public.
  • Bu kanıt açık ve aleni olmalıdır.
  • You should assume that anything you do online is public.
  • Çevrimiçi yaptığın bir şeyin aleni olduğunu varsaymalısın.
Show More (-1)
public açık adj.
  • It is more than desirable that the EU should adopt a clear and public position on this draft.
  • AB'nin bu taslak konusunda açık ve net bir tutum benimsemesi arzu edilenden de öte bir şeydir.
  • I do not need a public answer from you now, ladies and gentlemen, but I would ask you to think it over.
  • Şu anda sizden açık bir cevap istemiyorum, bayanlar ve baylar, ancak bunu düşünmenizi rica ediyorum.
Show More (-1)
public genel adj.
  • I try to avoid using public restrooms.
  • Genel tuvaletleri kullanmaktan kaçınmaya çalışırım.
  • When you are constantly told no smoking, no smoking like that, you start thinking, maybe smoking really is a threat to public morals or something.
  • Sürekli yok şöyle sigara içmek yok, yok böyle içmek yok dendiğinde, belki de sigara içmek gerçekten genel ahlakı tehdit eden bir şey falandır diye düşünmeye başlıyorsunuz.
Show More (-1)
public halka hitap eden adj.
  • Tom is good at public speaking.
  • Tom halka hitap etmede iyidir.
  • The mayor addressed the general public.
  • Belediye başkanı halka hitap etti.
Show More (-1)
public kamuoyu adj.
  • Public opinion was strongly opposed to military action.
  • Kamuoyu askeri harekata şiddetle karşı çıkıyordu.
Show More (-2)
public uluorta adj.
  • He never liked public displays of affection.
  • Uluorta sevgi gösterilerinden hiç hoşlanmazdı.
Show More (-2)
public kamuoyuna (duyurma) adj.
  • The details of the incident were never made public.
  • Olayın detayları hiçbir zaman kamuoyuna açıklanmamıştır.
Show More (-2)
public toplu adj.
  • The elderly travel free on public transport.
  • Yaşlılar toplu taşıma araçlarında ücretsiz seyahat ediyor.
Show More (-2)
public dinleyici kitlesi n.
  • Her public grew impatient waiting for her new album.
  • Dinleyici kitlesi yeni albümünü beklerken sabırsızlandı.
Show More (-2)
public halk n.
  • The new vaccine is available to the general public.
  • Yeni aşı halkın kullanımına sunulacak.
Show More (-2)
public kalabalık adj.
  • For a first date, they opt for somewhere a little less public.
  • İlk buluşma için nispeten daha az kalabalık bir yer seçtiler.
Show More (-2)
public herkes n.
  • They shouldn't be talking about private matters in public.
  • Özel meseleleri herkesin içinde konuşmamalılar.
Show More (-2)
public harici adj.
  • Tom was accused of performing a lewd act in public.
  • Tom herkesin içinde müstehcen hareketler yapmakla suçlanıyordu.
Show More (-2)
public bilinen adj.
  • I didn't know that was public knowledge.
  • Bunun herkes tarafından bilindiğini bilmiyordum.
Show More (-2)