1 |
quarrel |
tartışmak |
v. |
|
- We feel that its content is entirely justified, and that Parliament is trying to start an unreasonable quarrel.
- Direktifin içeriğinin tamamen haklı olduğunu ve Parlamentonun mantıksız bir tartışma başlatmaya çalıştığını düşünüyoruz.
- When the permanent members quarrel, these difficult decisions are left to countries such as Ghana, Cameroon and Angola.
- Daimi üyeler tartıştığında bu zor kararlar Gana, Kamerun ve Angola gibi ülkelere bırakılıyor.
- Your ceaseless quarreling only shows how much you two care about one another.
- Bitmek bilmeyen tartışmalarınız sadece birbirinize ne kadar değer verdiğinizi gösterir.
- Adolescents often quarrel with their parents.
- Ergenler genellikle ebeveynleriyle tartışırlar.
- It is no use quarreling with fate.
- Kaderle tartışmanın faydası yok.
- They are always quarrelling in public.
- Onlar her zaman toplum önünde tartışıyorlar.
- My parents are quarreling.
- Ebeveynlerim tartışıyor.
- They quarreled.
- Onlar tartıştılar.
- I don't want to quarrel with you.
- Seninle tartışmak istemiyorum.
- Please put an end to this quarreling.
- Lütfen bu tartışmaya bir son verin.
- I had a quarrel with him over money.
- Parayla ilgili onunla tartıştım.
- They quarreled among themselves.
- Kendi aralarında tartıştılar.
- Tom and I quarrel quite often.
- Tom ve ben sık sık tartışırız.
- Siblings should not quarrel.
- Kardeşler tartışmamalı.
- Every time they meet, they quarrel.
- Her karşılaştıklarında, tartışırlar.
- He quarreled with his own self.
- Kendi kendisiyle tartıştı.
- A quarrel arose about what to do with the land.
- Araziyle ne yapılacağı hakkında bir tartışma çıktı.
- The couple was quarrelling and Chris knocked Beth down.
- Çift tartışıyordu ve Chris Beth'e vurup yere devirdi.
- Tom and Jane quarreled, but they made up the next morning.
- Tom ve Jane tartıştılar fakat ertesi sabah barıştılar.
- He never quarrels with his wife in public.
- Karısıyla toplum içinde asla tartışmaz.
- He never quarrels with his wife in public.
- Karısıyla asla toplum içinde tartışmaz.
- Ken always stands up for his mom when his parents quarrel.
- Anne ve babası tartıştığında Ken her zaman annesini savunur.
- They seldom, if ever, quarrel with each other.
- Onlar nadiren, kırk yılda bir, birbirleriyle tartışırlar.
- I tried my best to get them to stop quarreling.
- Onların tartışmasını durdurmak için elimden geleni yaptım.
- Tom and I quarreled.
- Tom ve ben tartıştık.
- Have you quarreled with your parents this week?
- Bu hafta ailenizle tartıştınız mı?
- We must put an end to this kind of quarrel.
- Bu tür tartışmalara bir son vermeliyiz.
- I had a quarrel with my sister.
- Kız kardeşimle tartıştım.
- We always quarrel.
- Biz her zaman tartışırız.
- John had a violent quarrel with his wife.
- John, eşi ile şiddetli bir tartışma yaşadı.
- What was the cause of your quarrel?
- Sizin tartışmanızın nedeni neydi?
- They began to quarrel among themselves.
- Kendi aralarında tartışmaya başladılar.
- She was always quarreling with her brothers.
- O, her zaman erkek kardeşleriyle tartışıyordu.
- Sisters should not quarrel.
- Kız kardeşler tartışmamalı.
- The couple was quarrelling and Chris knocked Beth down.
- Çift tartışıyordu ve Chris Beth'i vurarak yere düşürdü.
- Are you trying to pick a quarrel with me?
- Benimle tartışmaya mı çalışıyorsun?
- Mary and John quarreled, but made up after a while.
- Mary ve John tartıştılar, ancak bir süre sonra barıştılar.
- The couple quarreled, but soon made up.
- Çift tartıştı ama kısa sürede uzlaştı.
- They seldom, if ever, quarrel with each other.
- Nadiren de olsa birbirleriyle tartışıyorlar.
- I tried to stop their quarrel, but that was not easy.
- Onların tartışmasını durdurmaya çalıştım ama bu kolay değildi.
- They stopped quarreling when I came in.
- İçeri geldiğimde tartışmayı kestiler.
- I constantly quarrel with my wife.
- Karımla sürekli tartışırım.
- Tom and Mary quarreled.
- Tom ve Mary tartıştılar.
- She was always quarreling with her parents.
- Daima ailesiyle tartışır.
- Whenever they meet, they quarrel.
- Her karşılaştıklarında, tartışırlar.
- The couple quarreled, but soon made up.
- Çift tartıştı ama kısa süre sonra barıştı.
- We have no quarrel with you.
- Sizinle hiçbir tartışmamız yok.
- I know better than to quarrel with her about trifles.
- Önemsiz şeyler hakkında onunla tartışmayacak kadar akıllıyım.
- Tom and Mary quarrel almost every day.
- Tom ve Mary neredeyse her gün tartışırlar.
- He often quarrels with his brother about trifles.
- Erkek kardeşi ile önemsiz şeyler hakkında sık sık tartışır.
- Tom never quarrels with his wife in public.
- Tom asla karısıyla herkesin içinde tartışmaz.
- I quarrelled with my sister because she's too kind.
- Çok nazik olduğu için kız kardeşimle tartıştım.
- He always quarrels with his wife.
- Karısıyla her zaman tartışır.
- Tom had no intention of quarreling with Mary.
- Tom'un Mary ile tartışmaya hiç niyeti yoktu.
- Adolescents often quarrel with their parents.
- Ergenler genellikle ebeveynleriyle tartışır.
- I know better than to quarrel.
- Tartışmayacak kadar akıllıyım.
- He quarreled with his wife about their children.
- O, karısıyla çocukları hakkında tartıştı.
- He quarrels with every person he knows.
- Tanıdığı herkesle tartışır.
- He often quarrels with his brother about trifles.
- Kardeşiyle sık sık önemsiz şeyler yüzünden tartışır.
- I tried my best to get them to stop quarreling.
- Tartışmayı bırakmaları için elimden geleni yaptım.
- He always quarrels with his wife.
- O sık sık eşi ile tartışır.
- I constantly quarrel with my wife.
- Karımla sürekli tartışıyoruz.
- Tom never quarrels with his wife in public.
- Tom herkesin önünde eşi ile asla tartışmaz.
- I know better than to quarrel with her.
- Onunla tartışmamam gerektiğini biliyorum.
- He ought to know better than to quarrel with such a fellow.
- Böyle bir adamla tartışmaması gerektiğini daha iyi bilmeliydi.
- The quarrel had unfortunate consequences.
- Tartışmanın talihsiz sonuçları oldu.
- Tom and Mary quarreled.
- Tom ve Mary tartıştı.
- It seems that they have quarreled.
- Görünüşe göre tartışmışlar.
- Ken always stands up for his mom when his parents quarrel.
- Ken ebeveynleri tartıştığında her zaman annesini destekler.
- Tom quarreled with Mary.
- Tom, Mary ile tartıştı.
- He never quarrels with his wife in public.
- İnsanların içinde karısıyla asla tartışmaz.
- They stopped quarreling when I came in.
- Ben içeri girince tartışmayı kestiler.
- Have you quarreled with your parents this week?
- Bu hafta ebeveynlerinle tartıştın mı?
- Please cease from quarreling.
- Lütfen tartışmaktan vazgeçin.
- They're not quarreling, but rather rehearsing a play.
- Onlar tartışmıyorlar fakat daha ziyade bir oyunu prova ediyorlar.
- I quarreled with Tom yesterday.
- Dün Tom'la tartıştık.
- A quarrel arose about what to do with the land.
- Arazinin ne yapılacağı konusunda bir tartışma çıktı.
- My parents are quarrelling.
- Annemle babam tartışıyor.
- John had a violent quarrel with his wife.
- John karısıyla şiddetli bir tartışma yaşadı.
- I know better than to quarrel with her about trifles.
- Önemsiz şeyler için onunla tartışmamam gerektiğini biliyorum.
- It seems that they have quarreled.
- Onlar tartışmışlar gibi görünüyor.
- She had no intention of quarreling with him.
- Onunla tartışmaya hiç niyeti yoktu.
- He quarreled with his wife about their children.
- Çocukları için karısıyla tartıştı.
- They are always quarreling.
- Onlar her zaman tartışıyorlar.
- She was always quarreling with her parents.
- Her zaman ebeveynleriyle tartışıyordu.
- What did Tom and Mary quarrel about?
- Tom ve Mary ne hakkında tartıştılar?
- He never quarrels with his wife in public.
- Toplum içinde karısıyla hiç tartışmaya girmez.
Show More (84)
|
2 |
quarrel |
kavga etmek |
v. |
|
- We have quarrelled, engaged in discussion and reached agreement.
- Kavga ettik, tartıştık ve anlaşmaya vardık.
- While the drums of war are rumbling, Europe is quarrelling.
- Savaş tamtamları çalarken, Avrupa kavga ediyor.
- Opting for discussions, rather than quarrels, shows that you both have respect for one another.
- Kavga etmek yerine tartışmayı tercih etmeniz, ikinizin de birbirinize saygı duyduğunuzu gösterir.
- Every time they meet, they quarrel.
- Her buluştuklarında kavga ediyorlar.
- Please cease from quarreling.
- Lütfen kavga etmeyi bırakın.
- Siblings should not quarrel.
- Kardeşler kavga etmemeli.
- Siblings should not quarrel.
- Kardeşler kavga etmemelidir.
- My parents are quarrelling.
- Ebeveynlerim kavga ediyor.
- I have no quarrel with him.
- Onunla kavga etmiyorum.
- They are always quarreling.
- Her zaman kavga ediyorlar.
- I know better than to quarrel.
- Kavga etmeyecek kadar akıllı biriyim.
- Sisters should not quarrel.
- Kardeşler kavga etmemelidir.
- Tom quarreled with Mary.
- Tom, Mary'yle kavga etti.
- Some people quarrel for no reason at all.
- Bazı insanlar hiçbir neden olmadan kavga ederler.
- Who are you quarreling with?
- Kimle kavga ediyorsun?
- Mary and John quarreled, but made up after a while.
- Mary ve John kavga ettiler ama bir süre sonra barıştılar.
- Many couples quarrel over meaningless matters.
- Birçok çift anlamsız konular yüzünden kavga eder.
- He quarrels with every person he knows.
- Tanıdığı herkesle kavga ediyor.
- The two boys are quarreling.
- İki oğlan kavga ediyor.
- Tom and Jane quarreled, but they made up the next morning.
- Tom ve Jane kavga ettiler ama ertesi sabah barıştılar.
- Tom and I often quarrel.
- Tom ve ben sık sık kavga ederiz.
- The two boys are quarreling.
- İki çocuk kavga ediyor.
- I have no quarrel with them.
- Onlarla hiç kavga etmiyorum.
- The two sisters were always quarreling with each other.
- İki kız kardeş her zaman birbirleriyle kavga ediyorlardı.
- Whenever they meet, they quarrel.
- Ne zaman buluşsalar kavga ediyorlar.
- We always quarrel.
- Hep kavga ediyoruz.
- She was always quarreling with her brothers.
- Kardeşleriyle daima kavga ederdi.
- When two people quarrel, a third rejoices.
- İki kişi kavga ettiğinde, üçüncü bir kişi sevinir.
- Tom and Mary quarrel almost every day.
- Tom ve Mary neredeyse her gün kavga ediyorlar.
- Tom and Mary quarrel almost every day.
- Tom ve Mary hemen hemen her gün kavga ederler.
- My parents are quarreling.
- Annemle babam kavga ediyor.
- Tom and I always quarrel.
- Tom ve ben hep kavga ederiz.
- It is no use quarreling with fate.
- Kaderle kavga etmenin faydası yoktur.
- I hate quarreling.
- Ben kavga etmekten nefret ederim.
- Some people quarrel for no reason at all.
- Bazı insanlar sebepsiz yere kavga eder.
- Tom and I quarrel quite often.
- Tom ve ben oldukça sık kavga ediyoruz.
- I quarreled with Tom yesterday.
- Dün Tom'la kavga ettim.
- I quarrelled with my sister because she's too kind.
- Kız kardeşimle kavga ettim çünkü o çok nazikti.
- Brothers should not quarrel.
- Kardeşler kavga etmemeli.
- When two people quarrel, a third rejoices.
- İki insan kavga ettiğinde, üçüncüsü sevinir.
- The two dogs quarreled over the bone.
- İki köpek kemik için kavga etti.
- Sisters should not quarrel.
- Kız kardeşler kavga etmemeli.
- They are always quarrelling in public.
- Her zaman toplum içinde kavga ederler.
- Who are you quarreling with?
- Kiminle kavga ediyorsun?
- They're not quarreling, but rather rehearsing a play.
- Kavga etmiyorlar, bir oyunun provasını yapıyorlar.
- Brothers should not quarrel.
- Kardeşler kavga etmemelidir.
Show More (43)
|
3 |
quarrel |
kavga |
n. |
|
- Our quarrel is not with them.
- Bizim kavgamız onlarla değil.
- Even for quarrels, a common language is needed.
- Kavgalar için bile ortak bir dil gereklidir.
- Our friendship is greater than our quarrels.
- Dostluğumuz kavgalarımızdan daha büyüktür.
- Her mediation put an end to our quarrel.
- Onun arabuluculuğu bizim kavgamıza bir son verdi.
- Our friendship is greater than our quarrels.
- Dostluğumuz kavgalarımızdan büyük.
- He tried to put an end to their quarrel.
- Kavgalarına son vermeye çalıştı.
- The quarrel had unfortunate consequences.
- Kavganın talihsiz sonuçları oldu.
- The quarrel left a gulf between the two families.
- Kavga, iki ailenin arasını uçurum gibi açtı.
- The quarrels of kings and queens have led to much bloodshed.
- Kralların ve kraliçelerin kavgaları çok fazla kan dökülmesine yol açmıştır.
- I have no quarrel with Tom.
- Tom'la bir kavgam yok.
- Even for quarrels, a common language is needed.
- Kavgalar için bile ortak bir dile ihtiyaç vardır.
- Her mediation put an end to our quarrel.
- Onun arabuluculuğu kavgamıza son verdi.
- I tried to put an end to the quarrel.
- Kavgaya son vermeye çalıştım.
- A quarrel between husband and wife is like a spring day's drizzle.
- Karı koca arasındaki bir kavga, bir bahar gününün çiseleyen yağmuruna benzer.
- The quarrel left a gulf between the two families.
- Kavga iki aile arasında bir uçurum yarattı.
- I tried to put an end to the quarrel.
- Kavgayı sona erdirmeye çalıştım.
- After their quarrel, she called it quits.
- Kavgalarından sonra, kadın işi bıraktı.
- The teacher intervened in the quarrel between the two students.
- İki öğrenci arasındaki kavgaya öğretmen müdahale etti.
- The teacher intervened in the quarrel between the two students.
- Öğretmen iki öğrencinin arasındaki kavgaya müdahale etti.
- The quarrels of kings and queens have led to much bloodshed.
- Kral ve kraliçelerin kavgaları çok kan dökülmesine yol açmıştır.
- I was involved in the quarrel.
- Kavgaya ben de dahil oldum.
- The boy at last put an end to their quarrels.
- Çocuk sonunda kavgalarına bir son verdi.
- I tried to stop their quarrel, but that was not easy.
- Kavgalarını durdurmaya çalıştım ama bu kolay olmadı.
- Millions have died as a result of private quarrels between aristocrats.
- Aristokratlar arasındaki özel kavgalar yüzünden milyonlarca insan öldü.
- I hate quarreling.
- Kavgadan nefret ederim.
Show More (22)
|
4 |
quarrel |
anlaşmazlık |
n. |
|
- I have no quarrel with you.
- Seninle anlaşmazlığım yok.
- I have no quarrel with Tom.
- Tom'la bir anlaşmazlığım yok.
- I have no quarrel with her.
- Onunla hiç anlaşmazlığım yok.
Show More (0)
|
5 |
quarrel |
çekişme |
n. |
|
- I have tried not to get involved in an internal Spanish quarrel.
- İspanya'nın iç çekişmelerine karışmamaya çalıştım.
- Would you not agree that trade is a wonderful way of breaking through political quarrels?
- Ticaretin siyasi çekişmeleri aşmanın harika bir yolu olduğu konusunda hemfikir değil misiniz?
Show More (-1)
|
6 |
quarrel |
sorun |
n. |
|
- The department has no quarrel with his teaching methods.
- Bölümün onun öğretim yöntemleriyle bir sorunu yok.
Show More (-2)
|
7 |
quarrel |
dalaşmak |
v. |
|
- The two boys always quarrel over their toys.
- İki çocuk oyuncakları yüzünden sürekli dalaşıyorlar.
Show More (-2)
|
8 |
quarrel |
tartışma |
n. |
|
- Jane quit her job due to a quarrel with her manager.
- Jane, müdürüyle tartıştığı için işinden ayrıldı.
Show More (-2)
|
9 |
quarrel |
ağız dalaşı |
n. |
|
- I know better than to quarrel.
- Ağız dalaşına girmemem gerektiğini biliyorum.
Show More (-2)
|
10 |
quarrel |
münakaşa |
n. |
|
- I was involved in the quarrel.
- Ben münakaşaya karıştım.
Show More (-2)
|