| 1 |
rush |
koşmak |
v. |
|
- They rushed to save human lives with the same courage displayed by the firemen in New York.
- Onlar, New York'taki itfaiyecilerin gösterdiği cesaretin aynısını göstererek insan hayatını kurtarmaya koştular.
- Other political forces masquerading as NGOs have rushed into the void that has been left.
- STK kılığına bürünmüş diğer siyasi güçler, bırakılan boşluğa koştular.
- At present, enlargement seems reminiscent of lemmings rushing to the sea.
- Şu anda genişleme, denize koşan yaban domuzlarını andırıyor.
- The United States of America has rushed off even further into the distance.
- Amerika Birleşik Devletleri daha da uzaklara doğru koşmaya başladı.
- They rushed out of the room.
- Onlar odadan dışarıya koştular.
- He rushed back to the bunker.
- O, sığınağa geri koştu.
- Tom rushed into the subway.
- Tom metroya koştu.
- She rushed home with the good news.
- İyi haberlerle eve koştu.
- Tom rushed to her aid.
- Tom onun yardımına koştu.
- The crowd rushed to the exit.
- Kalabalık çıkışa doğru koştu.
- Everybody rushed towards them.
- Herkes onlara doğru koştu.
- As soon as he felt his house shake, he rushed out into the garden.
- Evin sallandığını hisseder hissetmez bahçeye koştu.
- Tom rushed into the office.
- Tom ofise koştu.
- Everybody rushed towards Tom.
- Herkes Tom'a doğru koştu.
- Tom rushed to Mary's aid.
- Tom, Mary'nin yardımına koştu.
- The doctor rushed to his patient.
- Doktor, hastasına doğru koştu.
- Everybody rushed towards me.
- Herkes bana doğru koştu.
- Tom rushed to help Mary.
- Tom, Mary'ye yardım etmek için koştu.
- The fireman rushed into the burning house.
- İtfaiyeci yanan eve koştu.
- He came rushing down the stairs.
- Merdivenlerden koşarak indi.
- Tom rushed down the corridor.
- Tom koridordan aşağı koştu.
- Everybody rushed towards him.
- Herkes ona doğru koştu.
- The doctor rushed to his patient.
- Doktor, hastasının yanına koştu.
- Everybody rushed towards her.
- Herkes ona doğru koştu.
- Thousands of people rushed to Nome.
- Binlerce insan Nome'ye koştu.
- Tom rushed upstairs.
- Tom üst kata koştu.
- She rushed to the window to check what was going on outside.
- Dışarıda ne olduğunu kontrol etmek için pencereye koştu.
- Everyone rushed outdoors.
- Herkes dışarıya koştu.
- Everybody rushed towards us.
- Herkes bize doğru koştu.
- The fireman rushed into the burning house.
- İtfaiyeci yanan eve doğru koştu.
- She rushed to the window to check what was going on outside.
- Dışarıda neler olup bittiğini kontrol etmek için pencereye koştu.
- The firemen rushed into the burning house.
- İtfaiyeciler yanan eve doğru koştu.
- Bob rushed into the classroom.
- Bob, sınıfa koştu.
- They rushed to the scene of the traffic accident.
- Trafik kazasının olduğu yere koştular.
- As soon as he felt his house shake, he rushed out into the garden.
- O, evinin sarsıldığını hisseder etmez bahçeye koştu.
- Everyone rushed outside.
- Herkes dışarı koştu.
- They rushed towards their mother.
- Onlar annelerine doğru koştular.
- He rushed into the room with his coat on.
- Paltosunu giyerek odaya koştu.
Show More (35)
|
| 2 |
rush |
acele etmek |
v. |
|
- She rushed out the door as soon as she hung up.
- Telefonu kapatır kapatmaz aceleyle kapıdan çıktı.
- There is good reason not to rush into believing that these offer solutions to all the problems we see before us.
- Bunların önümüzde duran tüm sorunlara çözüm getireceğine inanmakta acele etmemek için iyi bir neden var.
- That is why we are not rushing.
- Bu yüzden acele etmiyoruz.
- I do not, therefore, want to rush the closure of those programmes.
- Bu nedenle, bu programların kapatılması konusunda acele etmek istemiyorum.
- We must not rush the vote on the Fiori report nor must we rush the debate.
- Fiori raporunun oylanmasında acele etmemeli ve tartışmayı aceleye getirmemeliyiz.
- I didn't want to rush into anything.
- Hiçbir şey için acele etmek istemedim.
- Don't rush me.
- Acele ettirme.
- Don't rush into marriage.
- Evlenmek için acele etmeyin.
- If you want to do a good job, don't rush through it.
- İyi bir iş yapmak istiyorsan, acele etme.
- Are you rushing to finish the project?
- Projeyi bitirmek için acele ediyor musunuz?
- Let's not rush into things.
- Acele etmeyelim.
- Let's not rush things.
- Acele etmeyelim.
- There's no need to rush.
- Acele etmeye gerek yok.
- Why are you in a rush?
- Neden acele ediyorsunuz?
- Let's not rush it.
- Acele etmeyelim.
- Today I'm working a little late so as to avoid a rush in the morning.
- Bugün biraz geç saate kadar çalışacağım, sabah acele etmemek için.
- We don't want to rush it.
- Acele etmek istemiyoruz.
- Don't rush yourself.
- Kendini acele ettirme.
- Don't rush into something you might regret later.
- Daha sonra pişman olabileceğin bir şey için acele etme.
Show More (18)
|
| 3 |
rush |
acele |
n. |
|
- You obviously painted this in a rush.
- Belli ki bunu aceleyle çizmişsiniz.
- This unseemly rush to judgment did nothing to improve the court's credibility.
- Bu yakışıksız acele karar, mahkemenin güvenilirliğini artıracak hiçbir şey yapmadı.
- In our cities, we rush along and lose sight of our well-being.
- Şehirlerimizde aceleyle ilerliyor ve refahımızı gözden kaçırıyoruz.
- While we need answers as soon as is reasonable, I would caution against a rush to judgment.
- Makul olan en kısa sürede cevaplara ihtiyacımız olsa da, acele karar verilmemesi konusunda uyarıda bulunmak isterim.
- So, let us stop creating obstacles and let things take their course, as, for once, we are not in a great rush.
- Öyleyse engeller yaratmayı bırakalım ve işleri akışına bırakalım çünkü bir kez olsun büyük bir acele içinde değiliz.
- While we need answers as soon as is reasonable, I would caution against a rush to judgment.
- Makul olan en kısa sürede cevaplara ihtiyacımız olsa da acele karar verilmemesi konusunda uyarıda bulunmak isterim.
- This unseemly rush to judgment did nothing to improve the court's credibility.
- Bu yakışıksız acele karar, mahkemenin güvenilirliğini artıracak hiçbir şey yapmamıştır.
- There's no rush.
- Aceleye gerek yok.
- Tom doesn't seem to be in a rush.
- Tom acelesi var gibi görünmüyor.
- We're in a rush.
- Acelemiz var.
- We had to rush our dog to the vet.
- Köpeğimizi veterinere aceleyle götürmek zorunda kaldık.
- I was in a rush when I typed it up, so there must be plenty of errors, including grammatical ones.
- Yazarken acelem vardı, bu yüzden dilbilgisi de dahil olmak üzere pek çok hata olmalı.
- What's your rush?
- Acelen ne?
- There is no rush.
- Aceleye gerek yok.
- I was in a rush.
- Acelem vardı.
- There's no rush to get married.
- Evlenmek için aceleye gerek yok.
- I'm in no rush to do that.
- Onu yapmak için acelem yok.
- I'm in no rush to do that.
- Bunu yapmak için acelem yok.
- I'm in a rush to get home.
- Eve gitmek için acelem var.
Show More (16)
|
| 4 |
rush |
aceleye getirmek |
v. |
|
- I don't want to rush into any decisions.
- Kararımı aceleye getirmek istemiyorum.
- It is critical that this plan should be considered and not rushed.
- Bu planın üzerinde düşünülmesi ve aceleye getirilmemesi kritik önem taşımaktadır.
- We must not delay the process of accession through expedient measures, neither should we rush things.
- Katılım sürecini çıkarcı tedbirlerle geciktirmemeli ve işleri aceleye getirmemeliyiz.
- All this takes time and must not, under any circumstances, be rushed.
- Tüm bunlar zaman alır ve hiçbir koşulda aceleye getirilmemelidir.
- In short, this is an agreement that cannot just be rushed through.
- Kısacası bu aceleye getirilemeyecek bir anlaşmadır.
- In my opinion this was a rushed gesture, and I did not see it as the best way of resolving the matter.
- Bana göre bu aceleye getirilmiş bir jestti ve meseleyi çözmenin en iyi yolu olarak görmedim.
- In short, this is an agreement that cannot just be rushed through.
- Kısacası, bu aceleye getirilemeyecek bir anlaşmadır.
- The urgency of the matter should not in itself be an excuse for us to rush it through without proper discussion.
- Konunun aciliyeti, kendi başına, düzgün bir şekilde tartışmadan aceleye getirmemiz için bir bahane olmamalıdır.
- There's no need to rush things.
- İşleri aceleye getirmeye gerek yok.
- This thing can't be rushed; it needs long-term planning.
- Bu iş aceleye getirilemez; uzun vadeli bir planlamaya ihtiyaç var.
Show More (7)
|
| 5 |
rush |
koşuşturma |
n. |
|
- Singing on stage is always such a rush.
- Sahnede şarkı söylemek her zaman bir koşuşturma oluyor.
- The morning rush is at its peak now.
- Sabah koşuşturmacası şimdi zirvede.
Show More (-1)
|
| 6 |
rush |
telaş |
n. |
|
- Tom usually eats in a rush.
- Tom genellikle telaş içerisinde yemek yer.
- He left in a rush.
- Telaş içerisinde terk etti.
Show More (-1)
|
| 7 |
rush |
sıkıştırmak |
v. |
|
- Take your time. No one is rushing you into making a decision.
- Ağırdan alabilirsin. Karar vermen için seni sıkıştıran yok.
Show More (-2)
|
| 8 |
rush |
saldırmak |
v. |
|
- He was arrested for rushing a security guard.
- Bir güvenlik görevlisine saldırdığı için tutuklandı.
Show More (-2)
|
| 9 |
rush |
kamış |
n. |
|
- Rush is a perfect material for weaving baskets and rugs.
- Kamış, sepet ve kilim dokumak için mükemmel bir malzemedir.
Show More (-2)
|
| 10 |
rush |
(amerikan futbolu) topla koşmak |
v. |
|
- Brady was the one to rush touchdown.
- Sayı kazanmak için topla koşan Brady oldu.
Show More (-2)
|
| 11 |
rush |
rağbet |
n. |
|
- There seems to be a rush on hand-made ceramics these days.
- Görünen o ki bugünlerde el yapımı seramiklere rağbet var.
Show More (-2)
|
| 12 |
rush |
hızla akmak |
v. |
|
- We could hear water rushing through the pipes.
- Borulardan hızla akan suyun sesini duyabiliyorduk.
Show More (-2)
|
| 13 |
rush |
aceleyle göndermek |
v. |
|
- She rushed copies of the agenda to the meeting room.
- Gündemin kopyalarını aceleyle toplantı odasına gönderdi.
Show More (-2)
|
| 14 |
rush |
akın etmek |
v. |
|
- Thousands of people rushed to Nome.
- Binlerce insan Nome'a akın etti.
Show More (-2)
|
