|
- Right now, the world is gripped with anxiety, and we are filled with tension over the recent terrorist attack.
- Şu anda dünya endişe içinde ve son terör saldırısı nedeniyle gerginlik yaşıyoruz.
- This case highlights the increasing anxiety about human rights abuses in Nigeria.
- Bu vaka Nijerya'daki insan hakları ihlallerine ilişkin artan endişeyi vurgulamaktadır.
- This translates as melancholy, sadness, distress, fear, anxiety and despair for the people.
- Bu, insanlar için melankoli, üzüntü, sıkıntı, korku, endişe ve umutsuzluk olarak tercüme edilebilir.
- Moreover, former employees are in constant anxiety about whether they will be affected by cancer in the future.
- Dahası, eski çalışanlar gelecekte kanserden etkilenip etkilenmeyecekleri konusunda sürekli endişe içindeler.
- This anxiety must be taken seriously, and we must discuss it.
- Bu endişeler ciddiye alınmalı ve bizler de bunları tartışmalıyız.
- By easing transport problems we can, without anxiety, allow traffic to increase.
- Ulaşım sorunlarını hafifleterek, endişe duymadan trafiğin artmasına izin verebiliriz.
- Moreover, former employees are in constant anxiety about whether they will be affected by cancer in the future.
- Ayrıca eski çalışanlar gelecekte kanser hastalığına yakalanıp yakalanmayacakları konusunda sürekli bir endişe içindedir.
- Let us, in short, put all or most anxieties to one side.
- Kısacası, endişelerimizin hepsini ya da çoğunu bir tarafa bırakalım.
- We all, I am sure, share anxiety about the developments over the past two months.
- Eminim ki hepimiz son iki aydaki gelişmelerden duyduğumuz endişeyi paylaşıyoruz.
- In that sense, I think that this date is causing us increasing anxiety.
- Bu anlamda, bu tarihin bizde giderek artan bir endişeye neden olduğunu düşünüyorum.
- We still have major anxieties about the situation of the Roma, not only in respect of Slovakia, in fact.
- Aslında sadece Slovakya ile ilgili olarak değil, Romanların durumuyla ilgili olarak hala büyük endişelerimiz var.
- We still have major anxieties about the situation of the Roma, not only in respect of Slovakia, in fact.
- Romanların durumu konusunda hala büyük endişelerimiz var, aslında bu sadece Slovakya için geçerli değil.
- The immigrant communities are living in fear and anxiety.
- Göçmen toplulukları korku ve endişe içinde yaşıyor.
- Let us, in short, put all or most anxieties to one side.
- Kısacası, tüm endişeleri ya da çoğu endişeyi bir tarafa bırakalım.
- This is vital, because we must dispel people's anxiety.
- Bu hayati önem taşımaktadır, çünkü insanların endişelerini gidermeliyiz.
- By easing transport problems we can, without anxiety, allow traffic to increase.
- Ulaşım sorunlarını hafifleterek, endişe duymadan, trafiğin artmasına izin verebiliriz.
- I also understand there is some anxiety about the new forms of regulation proposed in the White Paper.
- Beyaz Kitap'ta önerilen yeni düzenleme biçimleri konusunda bazı endişeler olduğunu da anlıyorum.
- The bliss was often interrupted by anxiety.
- Mutluluk sık sık endişeyle kesintiye uğruyordu.
- Sami talked about his anxieties.
- Sami endişelerinden söz etti.
- Her anxiety almost drove her wild.
- Endişesi onu neredeyse çılgına çeviriyordu.
- Sami's anxiety put more stress on his family.
- Sami'nin endişesi ailesini daha fazla strese soktu.
- Sami talked about his anxieties.
- Sami endişeleri hakkında konuştu.
- What is the source of your anxiety?
- Endişenizin kaynağı nedir?
- The boy got sick from anxiety.
- Çocuk, endişeden hastalandı.
- Sami suffered anxiety.
- Sami endişe yaşadı.
- She could not cope with anxiety.
- Endişe ile başa çıkamadı.
- Tom tried to hide his anxiety.
- Tom endişesini saklamaya çalıştı.
- What is the source of your anxiety?
- Endişenin kaynağı ne?
- Her husband's illness caused her great anxiety.
- Kocasının hastalığı onda büyük bir endişeye yol açmıştı.
- I have stage anxiety.
- Sahne endişem var.
- Tom had an anxiety attack.
- Tom bir endişe atağı yaşadı.
- I felt a certain anxiety in my chest.
- Göğsümde belli bir endişe hissettim.
- Tom can't hide his anxiety any longer.
- Tom endişesini daha fazla saklayamaz.
- Tom can't hide his anxiety any longer.
- Tom endişesini artık saklayamaz.
- He waited for his son with anxiety.
- Oğlunu endişe ile bekledi.
Show More (32)
|