| 1 |
pretty |
oldukça |
adv. |
|
- It seems pretty obvious to me.
- Bana oldukça açık görünüyor.
- Paragraphs 3 and 4 spell out some pretty clear pictures.
- 3. ve 4. paragraflar oldukça net bir tablo çiziyor.
- However, there is still a pretty bumpy road ahead.
- Bununla birlikte, önümüzde hala oldukça engebeli bir yol var.
- However, there is still a pretty bumpy road ahead.
- Ancak önümüzde hala oldukça engebeli bir yol var.
- You know, you're pretty hard to stay mad at.
- Biliyor musun, sana kızmak oldukça zor.
- So, it's pretty cheaper than our first choice.
- Yani ilk tercihimize göre oldukça ucuz.
- So, it's pretty cheaper than our first choice.
- Bu yüzden ilk tercihimizden oldukça ucuz.
- Case agent at Norfolk sounds pretty green.
- Norfolk'taki vakaya bakan temsilci oldukça acemi görünüyor.
- You know, you're pretty hard to stay mad at.
- Biliyor musun, sana kızgın kalmak oldukça zor.
- Paramedics said she hit the steering wheel pretty hard.
- Sağlık görevlileri direksiyona oldukça fena çarptığını söyledi.
- Pretty nice for a guy you've blown off twice.
- İki kez yüzüstü bıraktığın bir adama göre oldukça iyi.
- I'm pretty sure Tom will help you if you ask.
- Rica edersen Tom'un sana yardım edeceğine oldukça eminim.
- I'm pretty sure that Tom is hiding the truth from us.
- Tom'un bizden gerçeği sakladığından oldukça eminim.
- Tom can eat pretty much anything.
- Tom oldukça çok şey yiyebilir.
- Tom and Mary are pretty miserable, aren't they?
- Tom ve Mary oldukça mutsuzlar, değil mi?
- I'm pretty sure Tom is bluffing.
- Tom'un blöf yaptığından oldukça eminim.
- I'm pretty tired from last night.
- Dün geceden oldukça yorgunum.
- I'm pretty sure Tom was trying to tell us something.
- Tom'un bize bir şey söylemeye çalıştığına oldukça eminim.
- Tom handled it pretty well.
- Tom bununla oldukça iyi başa çıktı.
- I felt pretty lucky.
- Oldukça şanslı hissettim.
- I'm pretty sure Tom will be on time.
- Tom'un zamanında geleceğinden oldukça eminim.
- I'm pretty sure Tom doesn't like me.
- Tom'un beni sevmediğinden oldukça eminim.
- Tom sounded pretty desperate.
- Tom'un sesi oldukça umutsuz geliyordu.
- I'm pretty sure Tom doesn't know how to swim.
- Tom'un yüzmeyi bilmediğinden oldukça eminim.
- You hurt Tom pretty bad.
- Tom'u oldukça kötü incittin.
- I'm pretty sure that we'll win.
- Kazanacağımızdan oldukça eminim.
- I'm pretty sure Tom used to live in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşadığından oldukça eminim.
- It's pretty easy to imagine.
- Bu hayal etmek oldukça kolaydır.
- Tom looked pretty sick when I last saw him.
- Onu son gördüğümde Tom oldukça hasta görünüyordu.
- We're all pretty excited.
- Biz hepimiz oldukça heyecanlıyız.
- I'm pretty sure that Tom hasn't seen this yet.
- Tom'un henüz bunu görmediğinden oldukça eminim.
- It's pretty hot, isn't it?
- Oldukça sıcak, değil mi?
- I'm pretty sure Tom won't eat that.
- Tom'un onu yemeyeceğinden oldukça eminim.
- I'm getting pretty tired.
- Oldukça yoruluyorum.
- That seemed to go pretty well.
- Bu oldukça iyi gidecek gibi görünüyordu.
- That sounds pretty stupid.
- O oldukça aptalca görünüyor.
Show More (33)
|
| 2 |
pretty |
güzel |
adj. |
|
- If that does not go completely against all of the pretty words on crisis prevention, I do not know what does.
- Eğer bu, kriz önleme konusundaki tüm güzel sözlere tamamen ters düşmüyorsa, ne ters düşer bilmiyorum.
- If that does not go completely against all of the pretty words on crisis prevention, I do not know what does.
- Eğer bu, krizin önlenmesine ilişkin güzel sözlere tamamen ters düşmüyorsa, ne ters düşer bilmiyorum.
- There are a lot of pretty words on paper, but what does it look like in reality?
- Kağıt üzerinde pek çok güzel söz var, ama gerçekte nasıl görünüyor?
- I'm about to make you a whole lot prettier.
- Seni bütünüyle çok daha güzel biri yapmak üzereyim.
- Pretty nice early birthday present if I do say so myself.
- Epey güzel bir erken doğum günü hediyesi olur, benden söylemesi.
- Prettier than ever, and admired by all who see her.
- Her zamankinden daha güzel ve onu gören herkes hayranlık duyuyor.
- Prettier than ever, and admired by all who see her.
- Her zamankinden daha güzel ve onu gören herkes hayran kalıyor.
- I'm about to make you a whole lot prettier.
- Seni çok daha güzel hale getirmek üzereyim.
- You have such pretty eyes.
- Çok güzel gözlerin var.
- In this jewelry store there are some pretty earrings.
- Bu kuyumcuda bazı güzel küpeler vardır.
- That's a pretty name.
- O güzel bir isim.
- Why don't you go buy yourself something pretty to wear to the party?
- Neden partide giymek için kendine güzel bir şey almaya gitmiyorsun?
- Did I tell you I think you're pretty?
- Sana güzel olduğunu düşündüğümü söylemiş miydim?
- Layla's face was pretty and feminine.
- Layla'nın yüzü güzel ve kadınsıydı.
- She's pretty, but I don't think she's very good in bed.
- Güzel biri ama yatakta pek iyi olduğunu sanmıyorum.
- Your daughter is very pretty.
- Kızınız çok güzel.
- Tom told me I was pretty.
- Tom bana güzel olduğumu söyledi.
- Why don't you go buy yourself something pretty to wear to the party?
- Neden gidip partide giymek için kendine güzel bir şeyler almıyorsun?
- Layla looks very pretty today.
- Layla bugün çok güzel görünüyor.
- None of the girls in my class are prettier than Linda.
- Sınıfımdaki kızlardan hiçbiri Linda'dan daha güzel değil.
- Does Tom think Mary is pretty?
- Tom Mary'nin güzel olduğunu düşünüyor mu?
- She really looks pretty.
- O, gerçekten güzel görünüyor.
- Is she really that pretty?
- O gerçekten bu kadar güzel mi?
- Don't worry your pretty mind.
- O güzel kafanı boşa yorma.
- She is very pretty, isn't she?
- O, çok güzel, değil mi?
- Mary is a very pretty girl, isn't she?
- Mary çok güzel bir kız, değil mi?
- This is a pretty view, isn't it?
- Bu güzel bir manzara, değil mi?
- She has four daughters, and all four are pretty.
- Dört kızı var ve dördü de güzel.
- Your fingers are pretty.
- Parmakların güzel.
- I'm prettier than Mary.
- Mary'den daha güzelim.
- The young woman who works at the bakery is pretty.
- Fırında çalışan genç kadın güzeldir.
- His property in the country is very pretty.
- Onun sayfiyedeki evi çok güzel.
- Tom married a very pretty girl.
- Tom çok güzel bir kızla evlendi.
- Pretty, isn't it?
- Güzel, değil mi?
Show More (31)
|
| 3 |
pretty |
çok |
adv. |
|
- Look, in my opinion this is pretty powerful stuff.
- Bak, bence bunlar çok etkili.
- Paramedics said she hit the steering wheel pretty hard.
- Sağlık görevlileri direksiyona çok sert çarptığını söyledi.
- You cut ties with your family pretty fast after your daughter died.
- Kızınız öldükten sonra ailenizle bağları çok çabuk kopardınız.
- Honey, I know it's been a year since Jeff was abducted, and that's hitting you pretty hard.
- Tatlım, Jeff'in kaçırılmasının üzerinden bir yıl geçtiğini ve bunun seni çok etkilediğini biliyorum.
- I already smacked the mailman's chin pretty hard.
- Postacının çenesine yumruğu çok kötü çaktım zaten.
- You cut ties with your family pretty fast after your daughter died.
- Kızın öldükten sonra ailenle bağlarını çok çabuk kopardın.
- Paramedics said she hit the steering wheel pretty hard.
- İlkyardım görevlisi direksiyona çok kötü çarptığını söyledi.
- Tom seems pretty mad.
- Tom çok kızgın görünüyor.
- Tom is pretty upset, isn't he?
- Tom çok üzgün, değil mi?
- I'm pretty confident.
- Kendime çok güveniyorum.
- It's pretty important that this gets done today.
- Bu işin bugün bitmesi çok önemli.
- I live pretty close to him.
- Ona çok yakın yaşıyorum.
- If the trees on that hill are cut down, you'll see erosion pretty quickly.
- Eğer o tepedeki ağaçlar kesilirse, erozyonu çok çabuk göreceksiniz.
- We fixed that pretty quickly.
- Çok çabuk hallettik.
- I'm getting pretty tired of driving every morning.
- Her sabah araba kullanmaktan çok sıkıldım.
Show More (12)
|
| 4 |
pretty |
iyi |
adj. |
|
- Hey, that kid's pretty good.
- Hey, bu velet epey iyi.
- Hey, that kid's pretty good.
- Hey, bu çocuk epey iyi.
- Tom and I get along pretty well.
- Tom ve ben gayet iyi anlaşıyoruz.
- Since I used to live in Boston, I know that city pretty well.
- Eskiden Boston'da yaşadığım için o şehri iyi bilirim.
Show More (1)
|
| 5 |
pretty |
epeyce |
adv. |
|
- Case agent at Norfolk sounds pretty green.
- Norfolk'takı davaya bakan memur epey acemi geldi.
- I already smacked the mailman's chin pretty hard.
- Zaten postacının çenesine epey sert vurdum.
- Look, in my opinion this is pretty powerful stuff.
- Bakın, bana göre bu epey etkili bir şey.
- You're pretty stubborn.
- Epey inatçısın.
Show More (1)
|
| 6 |
pretty |
hoş |
adj. |
|
- Pretty nice for a guy you've blown off twice.
- Onu iki kez atlatmana rağmen çok hoş biri.
- Pretty nice for a guy you've blown off twice.
- İki kere ektiğin bir adam için oldukça hoş.
- It isn't pretty.
- Hoş değil.
- It sounds pretty good.
- Kulağa hoş geliyor.
Show More (1)
|
| 7 |
pretty |
bayağı |
adv. |
|
- Honey, I know it's been a year since Jeff was abducted, and that's hitting you pretty hard.
- Tatlım, Jeff'in kaçırılmasının ardından bir yıl geçti, biliyorum ve bu seni bayağı bir sarsıyor.
Show More (-2)
|
| 8 |
pretty |
tatlı |
adj. |
|
- Layla's face was pretty and feminine.
- Layla'nın yüzü tatlı ve kadınsıydı.
Show More (-2)
|
| 9 |
pretty |
gayet |
adv. |
|
- I think we're in pretty good shape.
- Bence gayet iyi durumdayız.
Show More (-2)
|
