|
- My supplementary question also met with a contemptuous and deafening silence.
- Ek sorum da küçümseyici ve sağır edici bir sessizlikle karşılandı.
- After years, the silence has at long last been broken in an important debate such as that on pensions.
- Yıllar sonra, emekli maaşları gibi önemli bir tartışmada sessizlik nihayet bozuldu.
- It is of fundamental importance that the silence around this taboo subject is broken.
- Bu tabu konu etrafındaki sessizliğin kırılması büyük önem taşımaktadır.
- The government itself was shrouded in silence.
- Hükümetin kendisi de sessizliğe gömülmüştü.
- My group does not believe that this can go on, that the silence and the half-hearted measures can continue.
- Benim grubum bunun devam edebileceğine inanmayıp, sessizliğin ve gönülsüzce alınmış önlemlerin süregeleceğini düşünüyor.
- Lack of transparency, silence and the strategy of evasion cannot be the way in which the IGC operates.
- Şeffaflıktan yoksunluk, sessizlik ve kaçınma stratejisi HAK'nin çalışma şekli olamaz.
- Is this silence because the summit concerns an intergovernmental initiative and is therefore ideologically unsound?
- Bu sessizliğin nedeni zirvenin hükümetler arası bir girişim olması ve bu nedenle ideolojik olarak sağlam olmaması mı?
- Until now, we had an almost total legislative silence about the environmental damage caused by noise.
- Şimdiye kadar gürültünün çevreye verdiği zarar konusunda neredeyse tam bir yasama sessizliği vardı.
- My group does not believe that this can go on, that the silence and the half-hearted measures can continue.
- Grubum bunun devam edebileceğine, sessizliğin ve gönülsüz tedbirlerin sürebileceğine inanmamaktadır.
- What can we say about your silence regarding Community preference and border protection?
- Topluluk tercihi ve sınır koruması konusundaki sessizliğiniz hakkında ne söyleyebiliriz?
- Silence is a very relative concept.
- Sessizlik çok göreceli bir kavramdır.
- If not, I will have to interpret that silence is the response.
- Eğer değilse, sessizliğin yanıt olduğunu yorumlamak zorunda kalacağım.
- The chairperson ordered silence.
- Başkan sessizliği emretti.
- Why is there an awkward silence between us?
- Neden aramızda garip bir sessizlik var?
- I take it from your silence that you are not satisfied with my answer.
- Sessizliğinizden cevabımdan tatmin olmadığınızı anlıyorum.
- There was an eerie silence.
- Ürkütücü bir sessizlik vardı.
- Not being heard is no reason for silence.
- Duyulmamak sessizlik için neden değildir.
- Being unfamiliar with foreign languages, you'll never be able to understand the foreigner's silence.
- Yabancı dillere aşina olmadığınız için, yabancının sessizliğini asla anlayamazsınız.
- There was an awkward silence when he appeared.
- Ortaya çıktığında garip bir sessizlik oldu.
- Being unfamiliar with foreign languages, you'll never be able to understand the foreigner's silence.
- Yabancı dillerle yabancı olursan, yabancının sessizliğini asla anlayamazsın.
- Tom's joke was met with stony silence.
- Tom'un şakası taş gibi bir sessizlikle karşılandı.
- Silence is worth gold, but not when you're trying to learn a foreign language.
- Sessizlik altın değerindedir ama yabancı bir dil öğrenmeye çalışırken değil.
- There was a long silence.
- Uzun bir sessizlik vardı.
- There was an uncomfortable silence.
- Rahatsız edici bir sessizlik vardı.
- Her silence makes me nervous.
- Onun sessizliği beni geriyor.
- There was silence for a moment.
- Bir an için sessizlik oldu.
- The silence in the forest is restful.
- Ormandaki sessizlik dinlendiricidir.
- Silence isn't always good.
- Sessizlik her zaman iyi değildir.
- There was an uneasy silence.
- Endişe verici bir sessizlik vardı.
- There was a moment of silence.
- Bir anlık sessizlik vardı.
- An eerie silence filled the air with despair.
- Ürkütücü bir sessizlik havayı umutsuzlukla dolduruyordu.
- In the street was total silence.
- Sokakta tam bir sessizlik vardı.
- Tom's silence made Mary angry.
- Tom'un sessizliği Mary'yi kızdırdı.
- There was an awkward silence.
- Tuhaf bir sessizlik vardı.
- In the surroundings reigned absolute silence.
- Etrafta mutlak bir sessizlik hüküm sürüyordu.
- Don't mistake my silence for agreement.
- Sessizliğimi anlaşmakla karıştırmayın.
- There is silence.
- Sessizlik var.
- Silence implies consent.
- Sessizlik rıza anlamına gelir.
- The silence in the library was disturbed by the ringing of a cell phone.
- Kütüphanedeki sessizlik bir cep telefonunun çalmasıyla bozuldu.
- There followed a prolonged silence.
- Uzun bir sessizlik izledi.
- When he finished speaking, there was a silence.
- Konuşmasını bitirdiğinde bir sessizlik oldu.
- There was complete silence.
- Tam bir sessizlik vardı.
- There was an awkward silence when he appeared.
- O göründüğünde garip bir sessizlik vardı.
- Their silence makes me nervous.
- Onların sessizliği beni sinirlendiriyor.
- Silence makes some people nervous.
- Sessizlik bazı insanları tedirgin eder.
- Don't interpret their silence as obedience.
- Onların sessizliğini boyun eğme olarak algılama.
- Music is the silence between the notes.
- Müzik notalar arasındaki sessizliktir.
- There was a silence.
- Bir sessizlik vardı.
- His silence surprised me.
- Onun sessizliği beni şaşırttı.
- Music is a good way to fight silence.
- Müzik sessizlikle savaşmak için iyi bir yoldur.
- There was a brief silence.
- Kısa bir sessizlik vardı.
- There was a brief silence.
- Kısa bir sessizlik oldu.
- What does his silence imply?
- Sessizliği ne anlama geliyor?
- The library is wrapped in almost complete silence.
- Kütüphane neredeyse tamamen sessizliğe bürünmüş durumda.
- We sat in total silence.
- Biz topyekün sessizce oturduk.
- Silence is golden, but not when trying to learn a foreign language.
- Sessizlik altındır, ama yabancı bir dil öğrenmeye çalışırken değil.
- There was total silence.
- Tam bir sessizlik vardı.
- Silence gives consent.
- Sessizlik rıza verir.
- Don't open your mouth if you are not certain that what you want to say is better than silence.
- Söylemek istediğin şeyin sessizlikten daha iyi olduğundan emin değilsen ağzını açma.
- Even your silence can be a part of prayer.
- Senin sessizliğin bile bir duanın parçası olabilir.
- The silence is killing me.
- Sessizlik beni öldürüyor.
- And the violence causes silence.
- Ve şiddet sessizliğe neden olur.
- What does silence sound like?
- Sessizlik nasıl görünüyor?
- The silence is oppressive.
- Sessizlik can sıkıcıdır.
- It was his silence that made her angry.
- Onu kızdıran sessizliğiydi.
- It was his silence that made her angry.
- Onu kızdıran onun sessizliğiydi.
- Sami and Layla were sitting in complete silence.
- Sami ve Leyla tam bir sessizlik içinde oturuyorlardı.
- Suddenly, the silence was broken by a loud explosion.
- Aniden, sessizlik gürültülü bir patlamayla bozuldu.
- Silence can be misinterpreted, but never misquoted.
- Sessizlik yanlış yorumlanabilir ama asla yanlış alıntılanamaz.
- When he finished speaking, there was a silence.
- Konuşmayı bitirdiğinde sessizlik vardı.
- There was an uncomfortable silence.
- Rahatsız edici bir sessizlik oldu.
- Silence is the only answer to a fool.
- Bir aptala verilecek tek cevap sessizliktir.
- Tom's silence made Mary even angrier.
- Tom'un sessizliği Mary'yi bile daha sinirli yaptı.
- Her silence surprised me.
- Onun sessizliği beni şaşırttı.
- We need to break radio silence.
- Telsiz sessizliğini bozmalıyız.
- A blanket of silence fell over everyone when they heard the disappointing announcement.
- Hayal kırıklığı yaratan açıklamayı duyduklarında herkesin üzerine bir sessizlik örtüsü çöktü.
- The library is wrapped in almost complete silence.
- Kütüphane neredeyse tam bir sessizliğe büründü.
- Sometimes the silence is more talkative than the speech.
- Bazen sessizlik konuşmadan daha gevezedir.
- Tom became irritated by Mary's silence.
- Tom, Mary'nin sessizliğinden rahatsız oldu.
- The silence is oppressive.
- Sessizlik bunaltıcı.
- A gruff voice broke the silence.
- Sessizliği hırçın bir ses bozdu.
- The silence in the forest is restful.
- Ormandaki sessizlik huzur verici.
- Silence grows like cancer.
- Sessizlik kanser gibi büyür.
- His silence makes me nervous.
- Onun sessizliği beni sinirlendiriyor.
- An eerie silence filled the air with despair.
- Ürkütücü bir sessizlik havayı umutsuzlukla doldurdu.
- If you do not know his language, you will never understand a foreigner's silence.
- Onun dilini bilmiyorsan, bir yabancının sessizliğini asla anlayamazsın.
- Sami's silence shocked the police.
- Sami'nin sessizliği polisi şok etti.
- Admission by silence.
- Sessizlik kabul ediştir.
- Your silence makes me nervous.
- Sessizliğin beni geriyor.
- Silence gives consent.
- Sessizlik onay verir.
- Are you afraid of silence?
- Sessizlikten korkuyor musun?
- Silence is strength.
- Sessizlik güçtür.
- Silence is golden.
- Sessizlik altındır.
- Silence makes some people nervous.
- Sessizlik bazı insanları sinirli yapar.
- There was a moment of complete silence.
- Bir an tam bir sessizlik oldu.
- Are you afraid of silence?
- Sessizlikten korkar mısın?
- Tom tried to buy Mary's silence.
- Tom, Mary'nin sessizliğini satın almaya çalıştı.
- Their silence makes me nervous.
- Onların sessizliği beni geriyor.
- There was a tense silence, when the curtain fell.
- Perde kapandığında gergin bir sessizlik oldu.
- Don't interpret their silence as obedience.
- Sessizliklerini itaat olarak yorumlamayın.
- Not being heard is no reason for silence.
- Duyulmamak sessizlik için bir neden değildir.
- I don't like silence.
- Ben sessizliği sevmiyorum.
- Silence is not agreement.
- Sessizlik anlaşma değildir.
- Silence prevailed along the funeral route.
- Cenaze yolu boyunca sessizlik hakimdi.
- What does silence sound like?
- Sessizlik kulağa nasıl geliyor?
- For young people silence is better than talking.
- Gençler için sessizlik konuşmaktan daha iyidir.
- The chairperson ordered silence.
- Başkan sessizlik emri verdi.
- What does his silence imply?
- Onun sessizliği ne ifade ediyor?
- There was a silence.
- Bir sessizlik oldu.
- He interpreted my silence as consent.
- Sessizliğimi rıza olarak yorumladı.
- If you do not know his language, you will never understand a foreigner's silence.
- Eğer onun dilini bilmiyorsanız, bir yabancının sessizliğini asla anlayamazsınız.
- Even your silence can be a part of prayer.
- Sessizliğiniz bile duanın bir parçası olabilir.
- My questions were met with a frosty silence.
- Sorularım soğuk bir sessizlikle karşılandı.
- Her silence makes me nervous.
- Onun sessizliği beni sinirlendiriyor.
- Tom broke the long silence.
- Tom uzun sessizliği bozdu.
- Sometimes the silence is more talkative than the speech.
- Bazen sessizlik konuşmadan daha konuşkandır.
- Don't open your mouth if you are not certain that what you want to say is better than silence.
- Söylemek istediğiniz şeyin sessizlikten daha iyi olduğundan emin değilseniz ağzınızı açmayın.
- Tom motioned for silence.
- Tom sessizlik için işaret etti.
- There was an awkward silence.
- Garip bir sessizlik vardı.
- I don't like silence.
- Sessizliği sevmiyorum.
- Sami and Layla were sitting in complete silence.
- Sami ve Layla tam bir sessizlik içinde oturuyorlardı.
- I take it from your silence that you are not satisfied with my answer.
- Sessizliğinden cevabımdan tatmin olmadığını anlıyorum.
- For a few moments, there was complete silence.
- Birkaç dakika boyunca tam bir sessizlik oldu.
- Tom's silence made Mary even angrier.
- Tom'un sessizliği Mary'yi daha da kızdırdı.
- The silence was broken by a loud cough.
- Sessizlik yüksek sesli bir öksürükle bozuldu.
- There was complete silence.
- Tam bir sessizlik oldu.
- His silence surprised me.
- Sessizliği beni şaşırttı.
- Silence at the table!
- Masada sessizlik!
- The noisy machine disturbs the silence.
- Gürültülü makine sessizliği bozuyor.
- There was a long silence.
- Uzun bir sessizlik oldu.
- Silence is an argument which is difficult to counter.
- Sessizlik, karşı konulması zor bir argümandır.
- There followed a prolonged silence.
- Ardından uzun bir sessizlik oldu.
- There was an uneasy silence.
- Huzursuz bir sessizlik vardı.
- There was an ominous silence.
- Uğursuz bir sessizlik vardı.
- There was a tense silence, when the curtain fell.
- Perde düştüğü zaman gergin bir sessizlik vardı.
- Tom was annoyed by Mary's silence.
- Tom Mary'nin sessizliğinden rahatsız oldu.
- Silence is not agreement.
- Sessizlik anlaşma değil.
- Tom was annoyed by Mary's silence.
- Tom, Mary'nin sessizliğinden rahatsız oldu.
- Admission by silence.
- Sessizlikle kabul etmek.
- Suddenly, the silence was broken by a loud explosion.
- Aniden, sessizlik büyük bir patlamayla bozuldu.
- There was silence.
- Sessizlik vardı.
- We need to break radio silence.
- Radyo sessizliğini kırmamız gerek.
- Silence has strength.
- Sessizliğin gücü vardır.
- There was absolute silence.
- Mutlak bir sessizlik vardı.
- Don't interpret their silence as obedience.
- Onların sessizliğini itaat olarak yorumlama.
- We sat in total silence.
- Tam bir sessizlik içinde oturduk.
- In the surroundings reigned absolute silence.
- Çevrede mutlak sessizlik egemendi.
- The silence of the library provided the perfect environment for studying.
- Kütüphanenin sessizliği ders çalışmak için mükemmel bir ortam sağlıyordu.
- And then there was a great silence.
- Ve sonra büyük bir sessizlik oldu.
- Silence reigned during the speech.
- Konuşma sırasında sessizlik hüküm sürdü.
- Your silence makes me nervous.
- Senin sessizliğin beni sinirlendiriyor.
- The silence of the library provided the perfect enviroment for studying.
- Kütüphanenin sessizliği ders çalışmak için mükemmel bir ortam sağlıyordu.
- The silence was unbearable.
- Sessizlik dayanılmazdı.
- Don't mistake my silence for agreement.
- Sessizliğim anlaştığımız anlamına gelmez.
- The silence of the night comforts us.
- Gecenin sessizliği bizi rahatlatır.
Show More (153)
|
|
- We asked the Hong Kong authorities to ensure that the Article 23 proposal would not be used to silence opposition.
- Hong Kong yetkililerinden 23. Madde teklifinin muhalefeti susturmak için kullanılmayacağından emin olmalarını istedik.
- Their punishment - a number of years in a labour camp -is intended to silence all the critical voices in that country.
- Verdikleri ceza olan çalışma kampında birkaç yıllık süre, bu ülkedeki tüm eleştirel sesleri susturmayı amaçlamaktadır.
- Provided it is done well, the introduction of the euro could , silence all that criticism.
- İyi yapılması koşuluyla avronun uygulamaya konması tüm bu eleştirileri susturabilir.
- You'll be silenced.
- Susturulacaksın.
- Sami will not be silenced.
- Sami susturulamayacak.
- Layla decided to silence the witnesses.
- Layla tanıkları susturmaya karar verdi.
- Are you trying to buy my silence?
- Parayla beni susturmaya mı çalışıyorsun?
- Tom held up his hand to silence Mary.
- Tom, Mary'yi susturmak için elini kaldırdı.
- Tom tried to buy Mary's silence.
- Tom, Mary'yi parayla susturmayı denedi.
- Layla decided to silence the witnesses.
- Leyla tanıkları susturma kararı aldı.
- Tom held up his hand to silence Mary.
- Tom Mary'yi susturmak için elini kaldırdı.
- Sami wanted Layla silenced.
- Sami, Layla'nın susturulmasını istedi.
Show More (9)
|