| 1 |
unpleasant |
tatsız |
adj. |
|
- Often it is even very unpleasant.
- Hatta çoğu zaman çok tatsızdır.
- Asylum policy is particularly difficult and has many unpleasant aspects.
- İltica politikası özellikle zordur ve pek çok tatsız yönü vardır.
- Asylum policy is particularly difficult, and has many unpleasant aspects.
- Sığınma politikası özellikle zordur ve pek çok tatsız yönü vardır.
- Please stop being so unpleasant and pouring cold water on everything.
- Lütfen bu kadar tatsız olmayı ve her şeyin üzerine soğuk su dökmeyi bırakın.
- If these explanations prove to be less than satisfactory, things are going to get unpleasant for everyone involved.
- Bu açıklamaların tatmin edici olmaması halinde, ilgili herkes için işler tatsız bir hal alacaktır.
- If these explanations prove to be less than satisfactory, things are going to get unpleasant for everyone involved.
- Bu açıklamaların tatmin edici olmadığı ortaya çıkarsa, ilgili herkes için işler tatsız bir hal alacaktır.
- I got an unpleasant news.
- Tatsız bir haber aldım.
- You should enjoy your life without making others' lives unpleasant.
- Başkalarının hayatını tatsız yapmadan hayatından zevk almalısın.
- I want you and me to be safe from any unpleasant surprises.
- Senin ve benim tatsız sürprizlere karşı güvende olmamızı istiyorum.
- To make up for his unpleasant experiences in the hospital, he drank more than he should have.
- Hastanedeki tatsız deneyimlerini telafi etmek için olması gerekenden daha fazla içti.
- That was really unpleasant.
- Bu gerçekten tatsızdı.
- It was very unpleasant.
- Çok tatsızdı.
- Going to school during the rush hour is tiring and unpleasant.
- Trafiğin yoğun olduğu saatlerde okula gitmek yorucu ve tatsızdır.
- To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him.
- Hastanedeki tatsız deneyimleri telafi etmek için, Tom onun için faydalı olandan biraz daha fazla içti.
- Going to school during the rush hour is tiring and unpleasant.
- Yoğun saatlerde okula gitmek yorucu ve tatsızdır.
- He spoke about the unpleasant story for two hours.
- İki saat boyunca tatsız hikayeden bahsetti.
- He is an unpleasant fellow.
- O tatsız bir adam.
- To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have.
- Tom, hastanedeki tatsız deneyimlerini telafi etmek için olması gerekenden biraz daha fazla içti.
- To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him.
- Tom, hastanedeki tatsız deneyimlerini telafi etmek için kendisine iyi gelenden biraz daha fazla içti.
- I had an unpleasant experience when I went there.
- Oraya gittiğimde tatsız bir deneyim yaşadım.
- Tom is unpleasant, isn't he?
- Tom tatsız biri, değil mi?
- I know it's going to be unpleasant to talk about the accident.
- Kaza hakkında konuşmanın tatsız olacağını biliyorum.
- To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him.
- Hastanedeki tatsız deneyimlerini telafi etmek için, Tom kendisi için iyi olandan biraz daha fazlasını içti.
- We had an unpleasant experience there.
- Orada tatsız bir deneyim yaşadık.
- You're unpleasant.
- Sen tatsızsın.
- Tom is unpleasant.
- Tom tatsız.
- It was very unpleasant.
- Bu çok tatsızdı.
- That was unpleasant.
- Tatsızdı.
- He spoke about the unpleasant story for two hours.
- O iki saat tatsız bir hikaye hakkında konuştu.
- I want you and me to be safe from any unpleasant surprises.
- Sen ve benim herhangi tatsız sürprizlerden güvende olmamızı istiyorum.
Show More (27)
|
| 2 |
unpleasant |
hoş olmayan |
adj. |
|
- It is perhaps an unpleasant thought, but it will not function otherwise.
- Bu belki hoş olmayan bir düşüncedir, ancak başka türlü işlemeyecektir.
- Unpleasant incidents are still occurring.
- Hoş olmayan olaylar hala meydana gelmektedir.
- We must not blot out unpleasant issues.
- Hoş olmayan konuları göz ardı etmemeliyiz.
- I got an unpleasant news.
- Hoş olmayan bir haber aldım.
- To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him.
- Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.
- Diarrhea is an unpleasant symptom.
- İshal hoş olmayan bir semptomdur.
- I know it's going to be unpleasant to talk about the accident.
- Kaza hakkında konuşmanın hoş olmayacağını biliyorum.
- Antarctica is an unpleasant place to live.
- Antarktika yaşamak için hoş olmayan bir yerdir.
- Deserts are unpleasant places to live.
- Çöller yaşanması hoş olmayan yerlerdir.
- If you know that something unpleasant will happen, that you will go to the dentist for example, or to France, then that is not good.
- Hoş olmayan bir şey olacağını, örneğin dişçiye ya da Fransa'ya gideceğinizi biliyorsanız, bu iyi değildir.
- Tom has an unpleasant, loud voice.
- Tom'un hoş olmayan, yüksek bir sesi var.
- He had an unpleasant expression on his face.
- Yüzünde hoş olmayan bir ifade vardı.
- It has an unpleasant taste.
- Bunun hoş olmayan bir tadı var.
- This fruit has an unpleasant smell.
- Bu meyvenin hoş olmayan bir kokusu var.
- It has an unpleasant taste.
- Hoş olmayan bir tadı var.
- We had an unpleasant experience there.
- Orada hoş olmayan bir deneyim yaşadık.
- Diarrhea is an unpleasant symptom.
- İshal hoş olmayan bir belirtidir.
Show More (14)
|
| 3 |
unpleasant |
nahoş |
adj. |
|
- A concept which, by the way, since Durban, has had all kinds of unpleasant connotations.
- Bu arada, Durban'dan bu yana her türlü nahoş çağrışıma sahip olan bir kavram.
- I am extremely unpleasant.
- Ben son derece nahoşum.
- He is extremely unpleasant.
- O son derece nahoş biri.
- Tom is unpleasant, isn't he?
- Tom nahoş, değil mi?
- I think Tom is unpleasant.
- Bence Tom nahoş biri.
- She is extremely unpleasant.
- O son derece nahoş.
- They are extremely unpleasant.
- Son derece nahoşlar.
- Tom was unpleasant.
- Tom nahoştu.
- He is extremely unpleasant.
- O son derece nahoş.
- Don't be so unpleasant with your sister, Tom.
- Kardeşine karşı bu kadar nahoş olma, Tom.
- Tom was unpleasant.
- Tom nahoş biriydi.
- To make up for his unpleasant experiences in the hospital, he drank more than he should have.
- Hastanede geçirdiği nahoş süreci telafi etmek için içmesi gerekenden fazla içki içti.
- Diarrhea is an unpleasant symptom.
- İshal nahoş bir semptomdur.
Show More (10)
|
| 4 |
unpleasant |
sevimsiz |
adj. |
|
- I am extremely unpleasant.
- Ben son derece sevimsizim.
- They are extremely unpleasant.
- Onlar son derece sevimsiz.
- You are extremely unpleasant.
- Sen son derece sevimsizsin.
- She is extremely unpleasant.
- O son derece sevimsiz.
Show More (1)
|
| 5 |
unpleasant |
sıkıcı |
adj. |
|
- He is an unpleasant fellow.
- O sıkıcı bir adam.
Show More (-2)
|
