1 |
acute |
akut |
adj. |
|
- Acute drug related deaths have doubled since 1985.
- Uyuşturucuya bağlı akut ölümler 1985'ten bu yana iki katına çıkmıştır.
- What is an acute problem could, if matters are not dealt with properly, become a chronic one.
- Akut bir sorun olan bu durum, doğru bir şekilde ele alınmazsa kronik bir hal alabilir.
- We have seen as much in the case of severe acute respiratory syndrome.
- Şiddetli akut solunum sendromu vakasında da bunu gördük.
- If acute help is needed abroad, then everyone has the same rights.
- Yurtdışında akut yardıma ihtiyaç duyulması halinde herkes aynı haklara sahiptir.
- The Germans all suffer from acute commatitis.
- Almanların hepsi akut komatitten muzdarip.
- The Germans all suffer from acute commatitis.
- Almanların hepsi akut commatitis'ten muzdarip.
- He felt an acute pain in his chest.
- Göğsünde akut bir ağrı hissetti.
Show More (4)
|
2 |
acute |
keskin |
adj. |
|
- You have very acute hearing.
- İşitmeniz çok keskin.
- He has an acute sense of observation.
- Keskin bir gözlem yeteneği vardır.
- You have very acute hearing.
- İşitme duyun çok keskin.
- A dog has an acute sense of smell.
- Bir köpeğin keskin bir koku alma duyusu vardır.
Show More (1)
|
3 |
acute |
vahim |
adj. |
|
- Although this situation was not caused solely by the events of 11 September, it was made much more acute as a result.
- Bu durum yalnızca 11 Eylül olaylarından kaynaklanmasa da, sonuç olarak çok daha vahim bir hal almıştır.
- This is particularly acute in industrial sectors dominated by SMEs.
- Bu durum özellikle KOBİ'lerin hakim olduğu sanayi sektörlerinde daha da vahimdir.
- The situation was so acute that there was an increased risk of war.
- Durum o kadar vahimdir ki savaş riski artmıştır.
Show More (0)
|
4 |
acute |
şiddetli |
adj. |
|
- Of course, the first was acute disappointment at the failure of diplomatic efforts.
- Elbette bunlardan ilki, diplomatik çabaların başarısızlığa uğramasından duyulan şiddetli hayal kırıklığıydı.
- He felt an acute pain in his chest.
- Göğsünde şiddetli bir ağrı hissetti.
- This city will suffer from an acute water shortage unless it rains soon.
- Bu şehir, yağmur yağmazsa yakında şiddetli bir su sıkıntısı yaşayacaktır.
Show More (0)
|
5 |
acute |
zeki |
adj. |
|
- He's an acute businessman.
- O zeki bir iş adamıdır.
- He's an acute businessman.
- Çok zeki bir işadamı.
Show More (-1)
|
6 |
acute |
aşırı |
adj. |
|
- There is an acute shortage of water.
- Aşırı bir su sıkıntısı var.
Show More (-2)
|
7 |
acute |
güçlü |
adj. |
|
- He has an acute sense of observation.
- O güçlü bir gözlem duygusuna sahiptir.
Show More (-2)
|