1 |
blow |
darbe |
n. |
|
- Losing her job was a severe blow.
- İşsiz kalmak ona ağır bir darbe oldu.
- The fact that the world's greatest military power is not with us is a blow - there is no denying this.
- Dünyanın en büyük askeri gücünün yanımızda olmaması bir darbedir; bunun inkârı mümkün değil.
- The blow which started with the seventh directive has been fatal for Greece's highly-developed shipbuilding industry.
- Yedinci direktifle başlayan darbe, Yunanistan'ın son derece gelişmiş gemi inşa endüstrisi için ölümcül olmuştur.
- Job losses deal a devastating blow to the workers affected and their families.
- İş kayıpları, bu durumdan etkilenen çalışanlar ve aileleri için yıkıcı bir darbe niteliğindedir.
- When the UK entered the CFP in 1972, the agreement which we reached was a body blow to the British fishing industry.
- Birleşik Krallık 1972'de OBP'ye girdiğinde, vardığımız anlaşma İngiliz balıkçılık endüstrisine bir darbe oldu.
- In other words, we risk suffering the blows of the stick without even tasting the carrot.
- Başka bir deyişle havucun tadına bile bakmadan sopanın darbelerine maruz kalma riskiyle karşı karşıyayız.
- European cattle farmers are being dealt heavy blows.
- Avrupalı sığır yetiştiricileri ağır darbeler alıyor.
- The blow that this would deal to our countries could contribute to destabilising them even further.
- Bunun ülkelerimize vuracağı darbe, onları daha da istikrarsızlaştırmaya zemin hazırlayabilir.
- Confidence in politics suffered a heavy blow.
- Siyasete olan güven ağır bir darbe aldı.
- Throughout this summer there has been talk of a hard blow.
- Bu yaz boyunca sert bir darbeden bahsedildi.
- This is a terrible blow to trust and confidence among people.
- Bu, insanlar arasındaki güven ve itimada indirilmiş korkunç bir darbedir.
- The anti-prohibitionist lobby has to suffer some heavy blows.
- Yasaklama karşıtı lobi ağır darbeler almalıdır.
- Their confidence has been dealt a serious blow.
- Güvenleri ciddi bir darbe aldı.
- It would mean a blow against Robert Schuman.
- Bu Robert Schuman'a karşı bir darbe anlamına gelecektir.
- I've been spilling my guts to you after a hard blow.
- Aldığım ağır bir darbenin ardından sana içimi döktüm.
- I've been spilling my guts to you after a hard blow.
- Ağır bir darbeden sonra içimi size döküyordum.
- An escape for the thief, a blow for the village.
- Hırsız için bir kaçış, köy için bir darbe.
- It was a blow to us.
- O, bizim için bir darbeydi.
- As a result of the blow, he became insane.
- Aldığı darbe sonucu delirdi.
- Failing the exam was a blow to his ego.
- Sınavında başarısız olmak onun egosuna bir darbeydi.
- This is a new blow against the reputation of the automobile manufacturer.
- Bu, otomobil üreticisinin itibarına karşı yeni bir darbedir.
- He received a heavy blow on the head.
- Kafasına ağır bir darbe aldı.
- The astonishing blow finished the match.
- Şaşırtıcı darbe maçı bitirdi.
- The loss of her husband was a great blow for Mary.
- Kocasının kaybı Mary için büyük bir darbeydi.
- He struck me a heavy blow in the face.
- O, yüzüme ağır bir darbe indirdi.
- That's a big blow.
- Bu büyük bir darbe.
- Her death was a great blow to him.
- Ölümü onun için büyük bir darbe oldu.
- Bill dealt Tom a sudden blow.
- Bill Tom'a ani bir darbe indirdi.
- Tom received a heavy blow on the head.
- Tom kafasına ağır bir darbe aldı.
- That's a low blow.
- Bu alçakça bir darbe.
- This is a new blow against the reputation of the automobile manufacturer.
- Bu, otomobil üreticisinin itibarına karşı yeni bir darbe.
- Fadil's death was a huge blow to the community.
- Fadıl'ın ölümü toplum için büyük bir darbe oldu.
- He dealt me a blow in the face.
- Yüzüme bir darbe indirdi.
Show More (30)
|
2 |
blow |
esmek |
v. |
|
- There was a light breeze blowing on that summer's night.
- O yaz gecesinde hafif bir meltem esiyordu.
- The sky grew darker and darker, and the wind blew harder and harder.
- Gökyüzü gittikçe karardı ve rüzgar gittikçe daha sert esti.
- The wind blew even harder when we reached the top of the hill.
- Tepeye ulaştığımızda rüzgar daha da sert esiyordu.
- The wind still blows strongly.
- Rüzgar hala güçlü esiyor.
- In the last typhoon, the wind blew at over 200 kilometers per hour!
- Son tayfunda, rüzgar saatte 200 kilometre hızla esti!
- The wind blew hard.
- Rüzgar sert esti.
- The wind blows constantly.
- Rüzgar sürekli esiyordu.
- The north wind blew continuously all day.
- Kuzey rüzgarı bütün gün sürekli esti.
- The wind blew harder yet when we reached the top of the hill.
- Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.
- The wind still blows hard.
- Rüzgar hala sert esiyor.
- The north wind blew all day.
- Kuzey rüzgarı bütün gün esti.
- The wind blew all day.
- Rüzgâr bütün gün esti.
- The wind blew all day.
- Rüzgar bütün gün esti.
- The headwind blew against the sail.
- Rüzgâr yelkene karşı esiyor.
- The wind blew hard.
- Rüzgâr sert esti.
- In the last typhoon, the wind blew at over 200 kilometers per hour!
- Son tayfunda rüzgar saatte 200 kilometreden fazla hızla esti!
- The wind blew even harder when we reached the top of the hill.
- Biz tepenin zirvesine vardığımızda rüzgar daha da sert esti.
- Saturn's atmosphere has winds which can blow at over 1800 kilometers per hour.
- Satürn'ün atmosferinin saatte 1800 kilometrenin üzerinde esebilen rüzgarları var.
Show More (15)
|
3 |
blow |
üflemek |
v. |
|
- Now, make a wish and blow your candles.
- Şimdi bir dilek tut ve mumlarını üfle.
- She blew on her hands to warm them.
- Isıtmak için ellerine üfledi.
- He blew on his fingertips.
- O, parmak uçlarına üfledi.
- Tom took the candle from Mary and blew it out.
- Tom, Mary'den mumu aldı ve üfleyerek söndürdü.
- He blew on his fingers to make them warm.
- Isıtmak için parmaklarına üfledi.
- Tom blew his nose loudly during the oboe solo.
- Tom obua solosu sırasında burnunu yüksek sesle üfledi.
- I blew on my hands to warm them.
- Ellerimi ısıtmak için onlara üfledim.
- Tom pulled out a whistle and blew it.
- Tom bir düdük çıkardı ve onu üfledi.
Show More (5)
|
4 |
blow |
uçurmak |
v. |
|
- The enemy blew up the bridge.
- Düşman köprüyü uçurdu.
- I'm going to blow your head off.
- Kafanı uçuracağım.
- The wind blew the umbrella out of my hand.
- Rüzgar, şemsiyemi elimden uçurdu.
- The wind blew the umbrella out of my hand.
- Rüzgar şemsiyeyi elimden uçurdu.
- A gust of wind blew Curdken's hat away, and he had to chase it over hill and dale.
- Bir rüzgâr Curdken'in şapkasını uçurdu ve Curdken şapkayı tepeden tırnağa kovalamak zorunda kaldı.
- The wind blew my hat off.
- Rüzgâr şapkamı uçurdu.
- Tom blew his head off with a shotgun.
- Tom bir av tüfeği ile kafasını uçurdu.
- Tom blew his head off with a shotgun.
- Tom onun kafasını tüfekle uçurdu.
Show More (5)
|
5 |
blow |
sigorta atmak |
v. |
|
- No sooner had Tom turned on the TV than the fuse blew.
- Tom televizyonu açar açmaz sigorta attı.
- No sooner had he turned on the TV than the fuse blew.
- Televizyonu açar açmaz sigorta attı.
- She shouldn't have blown a fuse.
- Kızın sigortası atmamalıydı.
- A fuse has blown.
- Bir sigorta atmış.
- No sooner had he turned on the TV than the fuse blew.
- Televizyonu açmasıyla sigortanın atması bir oldu.
Show More (2)
|
6 |
blow |
atmak |
v. |
|
- Tom blew his top when he heard that Mary had gone out with John.
- Mary'nin John'la çıktığını duyunca Tom'un tepesi attı.
- I needed to blow off some steam.
- Biraz stres atmam gerekiyordu.
- Tom blew his top when he heard that Mary had gone out with John.
- Tom Mary'nin John'la çıktığını duyduğunda tepesi attı.
- Tom blew Mary a kiss.
- Tom Mary'ye bir öpücük attı.
- Teachers should occasionally let their students blow off some steam.
- Öğretmenler bazen öğrencilerinin stres atmasına izin vermeliler.
Show More (2)
|
7 |
blow |
havaya uçurmak |
v. |
|
- The bullet blew the watermelon to pieces.
- Kurşun karpuzu havaya uçurdu.
- The man blew out his own brains.
- Adam kendi beynini havaya uçurdu.
- Tom blew himself up accidentally.
- Tom kazara kendini havaya uçurdu.
- The whole town was blown out.
- Bütün kasaba havaya uçmuştu.
Show More (1)
|
8 |
blow |
çalma |
n. |
|
- Blow the horn so that car will let us pass.
- Kornayı çal ki araba geçmemize izin versin.
- The siren blew.
- Siren çaldı.
Show More (-1)
|
9 |
blow |
patlamak |
v. |
|
- The fuse blew.
- Sigorta patladı.
- Sami's volcano blew.
- Sami'nin volkanı patladı.
Show More (-1)
|
10 |
blow |
harcamak |
v. |
|
- He blew all his money.
- Bütün parasını harcadı.
- Tom blew all his money gambling on horses.
- Tom bütün parasını atlarla kumar oynayarak harcadı.
Show More (-1)
|
11 |
blow |
sümkürme |
n. |
|
- Tom took out his handkerchief and blew his nose.
- Tom mendilini çıkardı ve burnunu sümkürdü.
- Tom blew his nose in a handkerchief.
- Tom bir mendile burnunu sümkürdü.
Show More (-1)
|
12 |
blow |
(fırsatı) tepmek |
v. |
|
- I blew my only opportunity at becoming a movie star!
- Bir film yıldızı olmak için tek fırsatımı da teptim!
Show More (-2)
|
13 |
blow |
savrulmak |
v. |
|
- Her scarf was blowing in the wind.
- Eşarbı rüzgarda savruluyordu.
Show More (-2)
|
14 |
blow |
(teker) patlamak |
v. |
|
- The right rear tire blew, so we pulled over.
- Sağ arka lastik patladı, biz de kenara çektik.
Show More (-2)
|
15 |
blow |
(sigorta) atmak |
v. |
|
- My car keeps blowing fuses.
- Arabamın sigortaları atıp duruyor.
Show More (-2)
|
16 |
blow |
üfleme |
n. |
|
- Come on, one more blow for the last candle!
- Hadi, son mum için bir üfleme daha!
Show More (-2)
|
17 |
blow |
açık etmek |
v. |
|
- Sorry, I didn't mean to blow your cover.
- Özür dilerim, kimliğinizi açık etmek istememiştim.
Show More (-2)
|
18 |
blow |
çalmak |
v. |
|
- You can hear the train coming; it's blowing its horn.
- Trenin geldiğini duyabilirsiniz; kornasını çalıyor.
Show More (-2)
|
19 |
blow |
çarçur etmek |
v. |
|
- I blew all our savings on a sports car.
- Tüm birikimimizi bir spor araba için çarçur ettim.
Show More (-2)
|
20 |
blow |
yumruk |
n. |
|
- He dealt me a blow in the face.
- O yüzüme bir yumruk attı.
Show More (-2)
|
21 |
blow |
mahvetmek |
v. |
|
- This was your big chance, Tom, and you blew it.
- Bu senin için büyük bir şanstı Tom ve sen bunu mahvettin.
Show More (-2)
|
22 |
blow |
çarpma |
n. |
|
- The door blew shut.
- Kapı çarptı.
Show More (-2)
|