1 |
charm |
cazibe |
n. |
|
- Let us not be blinded by the charm offensive on the part of Turkey.
- Türkiye'nin cazibe saldırısı gözlerimizi kör etmesin.
- I do feel, however, that on this issue too, embarking on a charm offensive is not enough.
- Bununla birlikte, bu konuda da bir cazibe saldırısı başlatmanın yeterli olmadığını düşünüyorum.
- My frivolity is the secret to my charm.
- Cazibemin sırrı ciddiyetsizliğim.
- It's part of her charm.
- Onun cazibesinin bir parçası.
- Sami found himself drawn to Layla's charm.
- Sami kendini Layla'nın cazibesine kapılmış buldu.
- She has great charm.
- Harika bir cazibesi var.
- The buildings look pretty ragged now, but they still have charm.
- Binalar şimdi oldukça yıpranmış görünüyor ama hâlâ cazibeleri var.
- She has great charm.
- Onun harika bir cazibesi var.
- It's part of her charm.
- Bu onun cazibesinin bir parçası.
- Paris has a great charm for Japanese girls.
- Paris'in Japon kızları için büyük bir cazibesi var.
- He has charm.
- Cazibesi var.
- Layla went on a charm offensive to talk to Sami.
- Layla, Sami ile konuşmak için cazibe saldırısına geçti.
- Use your charm.
- Cazibenizi kullanın.
- The picture has a charm of its own.
- Resmin kendine ait bir cazibesi var.
- Tom does have a certain charm, doesn't he?
- Tom'un belli bir cazibesi var, değil mi?
- Part of the charm of a big city lies in the variety of styles that can be seen in the architecture of its buildings.
- Büyük bir şehrin cazibesinin bir kısmı, binalarının mimarisinde görülebilen çeşitli tarzlarda yatmaktadır.
- Man is judged by his courage, woman by her charm.
- Erkek cesaretiyle yargılanır, kadın cazibesiyle.
- The old cottage has a certain charm about it.
- Eski kulübenin kendince bir cazibesi var.
- Part of the charm of a big city lies in the variety of styles that can be seen in the architecture of its buildings.
- Büyük bir şehrin cazibesinin bir kısmı onun binalarının mimarisinde görülebilen stillerin çeşitliliğine bağlıdır.
Show More (16)
|
2 |
charm |
çekicilik |
n. |
|
- The picture has a charm of its own.
- Resmin kendine has bir çekiciliği var.
- The charm of Kyoto consists of the beauty of its old temples.
- Kyoto'nun çekiciliği eski tapınaklarının güzelliğinden geliyor.
- Her warm personality adds charm to her beauty.
- Onun sıcak kişiliği güzelliğine çekicilik katıyor.
- Her warm personality adds charm to her beauty.
- Sıcak kişiliği güzelliğine çekicilik katıyor.
Show More (1)
|
3 |
charm |
tılsım |
n. |
|
- It worked like a charm.
- Tılsım gibi çalıştı.
- It'll work like a charm.
- Tılsım gibi işe yarayacaktır.
- This is my good luck charm.
- Bu benim iyi şans tılsımım.
Show More (0)
|
4 |
charm |
cezbetmek |
v. |
|
- Everybody at the party was charmed by her elegance.
- Partide herkes onu zerafeti tarafından cezbedildi.
- Mary tried to charm Tom.
- Mary, Tom'u cezbetmeye çalıştı.
Show More (-1)
|
5 |
charm |
hayran bırakmak |
v. |
|
- The dancer's graceful action charmed the audience.
- Dansçının zarif hareketi, seyirciyi hayran bıraktı.
Show More (-2)
|
6 |
charm |
büyülemek |
v. |
|
- I'm charmed to meet you.
- Sizinle tanışmak beni büyüledi.
Show More (-2)
|
7 |
charm |
albeni |
n. |
|
- Man is judged by his courage, woman by her charm.
- Erkek cesaretiyle, kadın albenisiyle değerlendirilir.
Show More (-2)
|