1 |
embrace |
kucaklamak |
v. |
|
- She embraced her son and didn't let go.
- Oğlunu kucaklayıp sımsıkı sardı.
- In fact, our inability to embrace diversity becomes a major source of conflict among peoples.
- Aslında çeşitliliği kucaklamaktaki yetersizliğimiz, halklar arasındaki çatışmanın ana kaynağı haline gelmektedir.
- It is these signs that we are turning to, to point them out, embrace them and encourage them.
- İşaret etmek, kucaklamak ve cesaretlendirmek için bu işaretlere yöneliyoruz.
- We must regain consumer confidence by producing a policy that will embrace all aspects.
- Tüm yönleri kucaklayacak bir politika üreterek tüketicinin güvenini yeniden kazanmalıyız.
- We should not define the concept of human rights so widely that every human desire and affliction is embraced.
- İnsan hakları kavramını, her türlü insani arzu ve sıkıntıyı kucaklayacak kadar geniş tanımlamamalıyız.
- We have to show the imagination and courage to embrace institutional, political and economic reform.
- Kurumsal, siyasi ve ekonomik reformları kucaklayacak hayal gücü ve cesareti göstermeliyiz.
- You embraced her like an octopus.
- Onu bir ahtapot gibi kucakladın.
- Tom embraced Mary.
- Tom, Mary'i kucakladı.
- One cannot embrace the unembraceable.
- Kimse kucaklanamaz olanı kucaklayamaz.
- Tom and Mary embraced each other.
- Tom ve Mary birbirlerini kucakladılar.
- Tom tried to embrace Mary.
- Tom Mary'i kucaklamaya çalıştı.
- They embraced each other.
- Birbirlerini kucakladılar.
- Tom and Mary embraced each other.
- Tom ve Mary birbirlerini kucakladı.
- Embrace your weirdness.
- Tuhaflığını kucakla.
- We should embrace that.
- Bunu kucaklamalıyız.
- He embraced his son warmly.
- Oğlunu sıcak bir şekilde kucakladı.
- Tom embraces Marie.
- Tom Marie'yi kucaklıyor.
- Linda asked Dan to embrace her tightly.
- Linda, Dan'den onu sıkıca kucaklamasını istedi.
- The little boy embraced his dog.
- Küçük çocuk köpeğini kucakladı.
- Embrace your dreams.
- Hayallerinizi kucaklayın.
- Tom embraced his father.
- Tom babasını kucakladı.
- The settlers embraced the Christian religion.
- Yerleşimciler Hıristiyan dinini kucakladı.
- They embraced each other.
- Onlar birbirlerini kucakladı.
- Linda asked Dan to embrace her tightly.
- Linda, Dan'ın onu sıkıca kucaklamasını istedi.
- Tom embraced Mary.
- Tom, Mary'yi kucakladı.
- Esperanto allows us to embrace the world.
- Esperanto dünyayı kucaklamamızı sağlıyor.
- Tom embraced his son.
- Tom oğlunu kucakladı.
- Tom tried to embrace Mary.
- Tom, Mary'yi kucaklamaya çalıştı.
- People need to be aware of their differences, but also embrace their commonness.
- İnsanlar farklılıklarının farkında olmalı ama aynı zamanda ortak yönlerini de kucaklamalıdır.
- People need to be aware of their differences, but also embrace their commonness.
- İnsanların farklılıklarının farkında olması gerekir, ama aynı zamanda onları yaygınlığını da kucaklamalılar.
- He embraced his relatives before he left.
- O, ayrılmadan önce akrabalarının kucakladı.
Show More (28)
|
2 |
embrace |
benimsemek |
v. |
|
- It embraces the profoundly militaristic NATO route tied to United States imperialism.
- Birleşik Devletler emperyalizmine bağlı, son derece militarist NATO rotasını benimsemektedir.
- As a result, the EU will embrace the principle of pre-emptive war.
- Sonuç olarak AB, önleyici savaş ilkesini benimseyecektir.
- Our task is to embrace a more responsible position, both globally and in the European Union.
- Bize düşen görev, hem küresel düzeyde hem de Avrupa Birliği'nde daha sorumlu bir tutum benimsemektir.
- We must therefore embrace the concept of plurality in the field of religion, too.
- Dolayısıyla din alanında da çoğulculuk kavramını benimsemeliyiz.
- It embraces the profoundly militaristic NATO route, tied to United States imperialism.
- Birleşik Devletler emperyalizmine bağlı, son derece militarist NATO rotasını benimsemektedir.
- Therefore, I urge the Council and Commission to embrace the change.
- Bu nedenle Konsey ve Komisyon'u değişimi benimsemeye çağırıyorum.
- To embrace a permissive attitude towards so-called soft drugs would be devastating.
- Sözde hafif uyuşturuculara karşı müsamahakâr bir tutum benimsemek felaket olur.
- We in this Parliament have embraced Kyoto.
- Biz bu Parlamento'da Kyoto'yu benimsedik.
- Layla soon embraced the country lifestyle.
- Leyla kısa süre içinde kırsal yaşam tarzını benimsedi.
- The settlers embraced the Christian religion.
- Yerleşimciler Hıristiyan dinini benimsediler.
- Sami said that he believed in Islam but he never embraced it.
- Sami İslam'a inandığını ama onu asla benimsemediğini söyledi.
- Fadil embraced Islam at 23.
- Fadıl 23 yaşında İslam'ı benimsedi.
- Sami embraced Islam.
- Sami İslam'ı benimsedi.
- Layla soon embraced the country lifestyle.
- Layla kısa sürede taşra yaşam tarzını benimsedi.
- We should embrace that.
- Onu benimsememiz gerekir.
Show More (12)
|
3 |
embrace |
kucaklaşmak |
v. |
|
- The two men embrace, then they sit at the table opposite one another.
- İki adam kucaklaşır, sonra masada karşılıklı otururlar.
- The two men embrace, then they sit at the table opposite one another.
- İki adam kucaklaşır, sonra masaya geçip karşılıklı otururlar.
- Tom and I embraced.
- Tom ve ben kucaklaştık.
- They embraced.
- Onlar kucaklaştı.
- They embraced.
- Kucaklaştılar.
- Tom and Mary embraced.
- Tom ve Mary kucaklaştılar.
- The two brothers embraced warmly.
- İki kardeş sıcak bir şekilde kucaklaştı.
- They embraced tightly.
- Sıkıca kucaklaştılar.
- The two brothers embraced warmly.
- İki erkek kardeş sıcak biçimde kucaklaştı.
- They embraced lovingly.
- Onlar sevgi ile kucaklaştı.
- He embraced his relatives before he left.
- Gitmeden önce akrabalarıyla kucaklaştı.
- They embraced lovingly.
- Sevgiyle kucaklaştılar.
Show More (9)
|
4 |
embrace |
kapsamak |
v. |
|
- Our study embraces a large sample size.
- Çalışmamız büyük bir örneklem hacmini kapsamaktadır.
- It also covers different dimensions and embraces politics, economic affairs and culture.
- Aynı zamanda farklı boyutları kapsamakta ve siyaset, ekonomi ve kültürü kucaklamaktadır.
- There are those who would like marketing to embrace not only production but also knowledge and life itself.
- Pazarlamanın sadece üretimi değil, aynı zamanda bilgiyi ve yaşamın kendisini de kapsamasını isteyenler var.
- This policy, therefore, embraces not just one, but both elements.
- Dolayısıyla bu politika sadece bir unsuru değil, her iki unsuru da kapsamaktadır.
- It embraces both the Union's external relations and its internal policies.
- Birliğin hem dış ilişkilerini hem de iç politikalarını kapsar.
- It embraces important human and other rights that it is important to secure for the citizens of Europe.
- Avrupa vatandaşları için güvence altına alınması gereken önemli insan haklarını ve diğer hakları kapsar.
- The general interpretation is, in fact, that ethnic affiliation embraces nationality.
- Aslında genel yorum, etnik aidiyetin milliyeti de kapsadığı yönündedir.
- European integration is multifaceted and embraces all levels of society.
- Avrupa entegrasyonu çok yönlüdür ve toplumun tüm düzeylerini kapsar.
Show More (5)
|
5 |
embrace |
sarılmak |
v. |
|
- Tom and I embraced.
- Tom ve ben sarıldık.
- You embraced her like an octopus.
- Ahtapot gibi ona sarıldın.
- Tom embraced his father.
- Tom babasına sarıldı.
Show More (0)
|
6 |
embrace |
hayatına katmak |
v. |
|
- Lately, she embraced Yoga and meditation.
- Son zamanlarda Yoga ve meditasyonu hayatına kattı.
Show More (-2)
|
7 |
embrace |
kucak |
n. |
|
- He stood still, locked in his mother's embrace.
- Kıpırdamadan öylece durdu, annesinin kucağına kenetlenmişti.
Show More (-2)
|
8 |
embrace |
benimseme |
n. |
|
- The call to make a cultural U-turn and embrace a culture of responsibility seems to me a very fundamental one.
- Kültürel bir U dönüşü yapma ve sorumluluk kültürünü benimseme çağrısı bana çok temel bir çağrı gibi görünüyor.
Show More (-2)
|
9 |
embrace |
kucaklama |
n. |
|
- We are facing a war against terrorism that all freedom-loving people must embrace.
- Teröre karşı özgürlüğü seven herkesin kucaklaması gereken bir savaşla karşı karşıyayız.
Show More (-2)
|
10 |
embrace |
kabullenmek |
v. |
|
- We should embrace that.
- Bunu kabullenmeliyiz.
Show More (-2)
|