1 |
face |
yüz |
n. |
|
- It seems to me that there is good reason to rejoice today, and I can indeed see happy faces around me.
- Bana öyle geliyor ki bugün sevinmek için iyi bir neden var ve gerçekten de etrafımda mutlu yüzler görebiliyorum.
- What a slap in the face of the European Union!
- Avrupa Birliği'nin yüzüne inen bir tokat!
- The movement of this dangerous cargo at this time is spitting in the face of the victims of September 11.
- Bu tehlikeli kargonun şu anda taşınması, 11 Eylül kurbanlarının yüzüne tükürmek anlamına gelmektedir.
- It is as if the Council had more than one face and two hands and what one signs up to, the other begrudges.
- Sanki Konsey'in birden fazla yüzü ve iki eli varmış ve birinin onayladığını diğeri küçümsüyormuş gibi.
- This result is something we can face our countries and our electors with.
- Bu sonuç, ülkelerimizin ve seçmenlerimizin yüzüne bakabileceğimiz bir sonuçtur.
- This gives the candidates a human face, makes them known and ultimately, brings the Commission closer to the people.
- Bu, adaylara insani bir yüz verir, onları tanıtır ve nihayetinde Komisyonu insanlara yaklaştırır.
- The struggles for power and for the social face of Europe have now really broken out.
- İktidar ve Avrupa'nın sosyal yüzü için verilen mücadeleler artık gerçekten patlak vermiştir.
- I am delighted that we have been able to show the human face of European politics.
- Avrupa siyasetinin insani yüzünü gösterebildiğimiz için çok mutluyum.
- Europeans must join Bush in showing the West's neo-progressive face to the world.
- Avrupalılar, Batı'nın neo-ilerici yüzünü dünyaya gösterme konusunda Bush'a katılmalıdır.
- If Iraq's integrity cannot be safeguarded, the Kurdish question will blow up in our faces.
- Eğer Irak'ın bütünlüğü korunamazsa, Kürt sorunu yüzümüze patlayacaktır.
- We would like to know their names and their faces.
- İsimlerini ve yüzlerini bilmek istiyoruz.
- This gives the candidates a human face, makes them known and ultimately, brings the Commission closer to the people.
- Bu, adaylara insani bir yüz verir, onları bilinir kılar ve nihayetinde Komisyonu halka yaklaştırır.
- We are haunted by their faces at this terrible time.
- Bu korkunç zamanda onların yüzleri aklımızdan çıkmıyor.
- Europe is now acquiring a face, an address.
- Avrupa artık bir yüz, bir adres ediniyor.
- I think that you have aged; your face is quite lined.
- Sanırım yaşlanmışsınız; yüzünüz oldukça çizgilerle kaplı.
- That is, as it were, the hidden face of the draft Constitution.
- Bu, deyim yerindeyse, Anayasa taslağının gizli yüzüdür.
- If falsehood, like truth, had but one face, we would be more on equal terms.
- Doğruluk gibi yalanın da tek bir yüzü olsaydı, daha eşit şartlarda olurduk.
- Of course, this coin has another face.
- Elbette bu madalyonun başka bir yüzü daha var.
- Of course, this coin has another face.
- Tabii ki, bu madalyonun bir de öbür yüzü var.
- We trade at the fort, and our faces rot and fall off.
- Kalede ticaret yapıyoruz ve yüzlerimiz çürüyüp parça parça dökülüyor.
- But he has a nice face, and very beautiful dark eyes.
- Ama güzel bir yüzü ve çok güzel kara gözleri var.
- If falsehood, like truth, had but one face, we would be more on equal terms.
- Yalanın da hakikat gibi tek bir yüzü olsaydı, daha eşit şartlarda olurduk.
- Twelve months later, the truth slapped me in the face.
- On iki ay sonra gerçek, yüzüme tokat gibi çarptı.
- They're saying, you have a French face.
- Fransızlara benzeyen bir yüzün olduğunu söylüyorlar.
- If falsehood, like truth, had but one face, we would be more on equal terms.
- Eğer yalanın dürüstlük gibi sadece tek bir yüzü olsaydı, daha eşit şartlarda olurduk.
- But he has a nice face, and very beautiful dark eyes.
- Fakat hoş bir yüzü var ve güzel koyu renkli gözleri var.
- Twelve months later, the truth slapped me in the face.
- On iki ay sonra gerçek, yüzüme bir tokat gibi çarptı.
- We trade at the fort, and our faces rot and fall off.
- Kalede takas yapıyoruz ve yüzlerimiz çürüyüp dökülüyor.
- But he has a nice face, and very beautiful dark eyes.
- Ama güzel bir yüzü ve çok güzel koyu renk gözleri var.
- I'll never be able to look him in the face again.
- Onun yüzüne bir daha asla bakamayacağım.
- When we touch our faces, we in fact calm ourselves down.
- Yüzümüze dokunduğumuzda aslında kendimizi sakinleştiririz.
- Tom splashed his face with water.
- Tom yüzüne su serpti.
- The moon hid her face in the cloud.
- Ay, yüzünü bulutun içine sakladı.
- She has a nice face.
- Onun güzel bir yüzü var.
- Your face is familiar to me.
- Sizin yüzünüz bana tanıdık.
- He told me to wash my face.
- Bana yüzümü yıkamamı söyledi.
- If you want to hide your face, walk naked.
- Yüzünü saklamak istiyorsan, çıplak yürü.
- His face clearly shows gratitude.
- Yüzü açıkça minnettarlık gösteriyor.
- Tom punched John in the face then left the room.
- Tom, John'un yüzüne yumruk attı ve odadan çıktı.
- She began to cry at the sight of my face.
- Yüzümü görünce, ağlamaya başladı.
- His bad face doesn't scare me even a bit.
- Onun kötü yüzü beni biraz bile korkutmuyor.
- Tom never forgets a face.
- Tom bir yüzü asla unutmaz.
- Tom's face was full of pity.
- Tom'un yüzü acıma doluydu.
- We know that even foetuses still in the womb of their mothers touch their faces.
- Henüz anne karnındaki ceninlerin bile yüzlerine dokunduklarını biliyoruz.
- I forgot to wear my hat and my face got badly sunburned.
- Şapkamı giymeyi unuttum ve yüzüm güneşten fena yandı.
- Tom's face got red.
- Tom'un yüzü kızardı.
- She has a dirty face.
- Onun kirli bir yüzü var.
- How did you manage to keep a straight face?
- Yüzünü nasıl sabit tutmayı başardın?
- I close my eyes and remember your face.
- Gözlerimi kaparım ve yüzünü hatırlarım.
- His face was very chubby.
- Yüzü çok tombuldu.
- From a distance, that stone looks like a person's face.
- Uzaktan bakınca, o taş bir insanın yüzüne benziyor.
- His face showed that he was annoyed.
- Yüzünden sinirli olduğu anlaşılıyordu.
- Tom wiped his face with his shirt.
- Tom gömleğiyle yüzünü sildi.
- She has a pretty face.
- Onun güzel bir yüzü var.
- His face reminded me of one of my friends in my senior high school days.
- Yüzü bana lise son sınıftaki arkadaşlarımdan birini hatırlattı.
- His face was enlightened by happiness.
- Yüzü mutlulukla aydınlanmıştı.
- I don't remember Tom's face.
- Tom'un yüzünü hatırlamıyorum.
- Mary sat on Tom's face.
- Mary, Tom'un yüzüne oturdu.
- When we touch our faces, we in fact calm ourselves down.
- Yüzümüze dokunduğumuzda aslında kendimizi sakinleştiriyoruz.
- His face was full of soot.
- Yüzü is doluydu.
- She removed her makeup and washed her face.
- Makyajını sildi ve yüzünü yıkadı.
- Tom's face lit up with joy.
- Tom'un yüzü sevinçle aydınlandı.
- Tom's face showed his relief.
- Tom'un yüzü rahatladığını gösteriyordu.
- Tom's face was completely bloodied.
- Tom'un yüzü tamamen kan içindeydi.
- His nasty face doesn't scare me even a bit.
- Onun iğrenç yüzü beni biraz bile korkutmadı.
- That girl's face is incredibly ugly.
- O kızın yüzü inanılmaz derecede çirkin.
- The face of an angel appeared in his dream.
- Rüyasında bir meleğin yüzü göründü.
- There was almost no color in his face.
- Yüzünde neredeyse hiç renk yoktu.
- Sami's face was covered in blood.
- Sami'nin yüzü kan içindeydi.
- She walked towards us with a smile on her face.
- O, yüzünde bir gülümseme ile bize doğru yürüdü.
- Sami shot a taxi driver in the face.
- Sami bir taksi şoförünü yüzünden vurdu.
- A face appeared at the window.
- Pencerede bir yüz belirdi.
- He who flatters you to your face, bites you behind your back.
- Yüzüne karşı seni pohpohlayan, arkandan ısırır.
- She made up her face in 20 minutes.
- O, 20 dakika içinde yüzüne makyaj yaptı.
- Do you remember faces easily?
- Yüzleri kolayca hatırlıyor musunuz?
- Your face is red.
- Yüzün kızarmış.
- Your face is your personality.
- Yüzün senin kişiliğindir.
- She began to cry at the sight of his face.
- Onun yüzünü görünce ağlamaya başladı.
- I'm so drunk that I can't feel my face anymore.
- O kadar çok sarhoşum ki artık yüzümü hissedemiyorum.
- I'm not fond of her face.
- Onun yüzünü sevmiyorum.
- Her face was red.
- Yüzü kırmızıydı.
- Her face was eloquent of her sorrow.
- Onun yüzü üzüntüsü yüzünden dokunaklıydı.
- Tom dried his face with a towel.
- Tom yüzünü bir havluyla kuruladı.
- She slapped his face.
- Yüzüne tokat attı.
- I see that I'm surrounded by hostile faces.
- Etrafımın düşmanca yüzlerle çevrili olduğunu görüyorum.
- Have you ever been punched in the face?
- Hiç yüzüne yumruk atıldı mı?
- The father washes his face.
- Baba yüzünü yıkıyor.
- They should wash their faces.
- Yüzlerini yıkamalılar.
- Meg has a lovely face.
- Meg'in güzel bir yüzü var.
- Tom only cares about pretty faces.
- Tom sadece güzel yüzlerle ilgilenir.
- If I was Tom, I would've punched Mary in the face.
- Ben Tom olsaydım Mary'nin yüzüne yumruk atardım.
- Tom washes his face every morning before breakfast.
- Tom her sabah kahvaltıdan önce yüzünü yıkar.
- He said so to her face.
- Yüzüne karşı söyledi.
- Something in his face really reminded me of an old boyfriend of mine.
- Yüzündeki bir şey bana eski bir erkek arkadaşımı hatırlattı.
- My face twitches.
- Yüzüm seğiriyor.
- He slammed the door right in my face.
- Kapıyı yüzüme doğru kapadı.
- All the children had happy faces.
- Bütün çocukların yüzleri mutluydu.
- Her face turned white.
- Yüzü bembeyaz olmuştu.
- She cannot see his face.
- Onun yüzünü göremiyor.
- Didn't you see Tom's face?
- Tom'un yüzünü görmedin mi?
- That girl's face is incredibly ugly.
- Şu kızın yüzü inanılmaz çirkin.
- I'll never forget Tom's face.
- Tom'un yüzünü asla unutmayacağım.
- Her bad face doesn't scare me even a bit.
- Onun kötü yüzü beni bir parça bile korkutmuyor.
- Tom was talking to Mary with a smile on his face.
- Tom yüzünde bir gülümsemeyle Mary ile konuşuyordu.
- One cannot see their own face without a mirror.
- Kimse bir ayna olmadan kendi yüzünü göremez.
- He hid his ugly face.
- O, çirkin yüzünü gizledi.
- Tom took one look at the teacher's face and he knew he was in trouble.
- Tom öğretmenin yüzüne bir kez baktı ve başının belada olduğunu anladı.
- I swallowed a soap bubble when I was washing my face while singing.
- Şarkı söylerken yüzümü yıkarken bir sabun köpüğü yuttum.
- He covered his face with the handkerchief and cried as well!
- O, yüzünü bir mendille kapadı ve ağladı da!
- When Mary saw Tom's face, she screamed.
- Mary Tom'un yüzünü gördüğünde çığlık attı.
- Billy often hits his face against windows.
- Billy sık sık yüzünü pencerelere vurur.
- He whose face gives no light, shall never become a star.
- Yüzü ışık vermeyen asla yıldız olamaz.
- His face turned red with anger.
- Yüzü sinirden kızardı.
- Tom covered his face with his hands.
- Tom elleriyle yüzünü kapattı.
- A face without freckles is like a sky without stars.
- Çilsiz bir yüz, yıldızsız bir gökyüzü gibidir.
- His face hardened.
- Onun yüzü sertleşti.
- I'm so drunk that I can't feel my face anymore.
- Artık yüzümü hissedemeyecek kadar çok sarhoşum.
- She punched him in the face.
- Onun yüzüne yumruk attı.
- His face brightened.
- Onun yüzü aydınlandı.
- Tom's face feels rough because he needs to shave.
- Tom'un yüzü sertleşti çünkü tıraş olması gerekiyor.
- He dealt me a blow in the face.
- Yüzüme bir darbe indirdi.
- She dried her face and brushed her hair.
- Yüzünü kuruladı ve saçını taradı.
- Tom is drying his face with a towel.
- Tom bir havlu ile yüzünü kuruluyor.
- Mama had a crippled face.
- Annemin sakat bir yüzü vardı.
- Just by looking at your face, I know that you have good news.
- Sadece yüzüne bakarak iyi haberlerin olduğunu biliyoruz.
- His face was radiant with happiness.
- Onun yüzü mutluluktan ışıl ışıldı.
- Instead of whispering it quietly, why don't you say it to my face!
- Sessizce fısıldamak yerine, neden yüzüme söylemiyorsun!
- Tom slammed the door in Mary's face.
- Tom kapıyı Mary'nin yüzüne çarptı.
- That's such a cute face.
- Çok sevimli bir yüz.
- A smile spread across her face.
- Yüzüne bir gülümseme yayıldı.
- Say it to his face, not behind his back.
- Bunu arkasından değil, yüzüne söyle.
- Her face was all puffed up.
- Yüzü tamamen şişkindi.
- I'm never going to be able to face Tom again.
- Bir daha asla Tom'un yüzüne bakamayacağım.
- Those who show a friendly face to everyone, won't have true friends.
- Herkese güler yüz gösterenlerin gerçek dostları olmaz.
- Sami doesn't want to ever see Layla's face again.
- Sami, Leyla'nın yüzünü bir daha asla görmek istemiyor.
- Tom's face suddenly went blank.
- Tom'un yüzü aniden karardı.
- I don't want to see your faces.
- Yüzünüzü görmek istemiyorum.
- Tom put his hand over his face.
- Tom elini yüzünün üzerine koydu.
- Layla's face was pretty and feminine.
- Layla'nın yüzü güzel ve kadınsıydı.
- I couldn't see Tom's face, but I was sure he was smiling.
- Tom'un yüzünü göremiyordum ama gülümsediğinden emindim.
- I remember her face, but I don't remember her name.
- Yüzünü hatırlıyorum ama adını hatırlamıyorum.
- Tom wiped the snow off his face.
- Tom karı yüzünden sildi.
- It brought a smile to her face.
- Bu onun yüzüne bir gülümseme getirdi.
- Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust.
- Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybederek dehşet ve iğrenme duygularını açığa vurdu.
- Tom rubbed his face.
- Tom yüzünü ovuşturdu.
- We didn't see Tom's face.
- Tom'un yüzünü görmedik.
- Whatever you say about me, say it to my face, not behind my back.
- Benim hakkımda ne söyleyeceksen yüzüme söyle, arkamdan söyleme.
- You have a face of a child.
- Çocuk gibi bir yüzün var.
- She couldn't look him in the face.
- Onun yüzüne bakamadı.
- Her face beamed with joy.
- Sevinçten yüzü parlıyordu.
- She fell on her face.
- O yüzünün üstüne düştü.
- I knew you weren't just a pretty face.
- Sadece güzel bir yüz olmadığını biliyordum.
- His face is known to many people.
- Onun yüzü birçok insan tarafından bilinir.
- Tom has a nice face.
- Tom'un güzel bir yüzü var.
- You should wash your face.
- Yüzünü yıkaman gerekir.
- I can't wait to see their faces.
- Yüzlerini görmek için sabırsızlanıyorum.
- He was about to apologize when the man punched him in the face.
- Tam özür dileyecekti ki adam yüzüne yumruk attı.
- They have exactly the same face.
- Yüzleri tamamen aynı.
- They climbed the rugged north face.
- Engebeli kuzey yüzüne tırmandılar.
- I saw a man's face in the window.
- Pencerede bir adamın yüzünü gördüm.
- The father washes his face.
- Baba yüzünü yıkar.
- Sami was shot in the face.
- Sami yüzünden vuruldu.
- Tom finished drying his face.
- Tom yüzünü kurulamayı bitirdi.
- She has a pretty face.
- Güzel bir yüzü var.
- She removed her makeup and washed her face.
- O, makyajını sildi ve yüzünü yıkadı.
- Tom's face turned red.
- Tom'un yüzü kıpkırmızı oldu.
- Your face is sunburned.
- Senin yüzün bronzlaşmış.
- Tom did a handstand and his shirt fell over his face.
- Tom amuda kalktı ve gömleği yüzünün üzerine düştü.
- I slept lying on my face.
- Yüzüm üzerinde uzanarak uyudum.
- His face looks familiar, but I don't think I know him.
- Yüzü yabancı gelmiyor, ama tandığımı da sanmıyorum.
- I'll tell you the truth to your face.
- Yüzüne karşı gerçeği söyleyeceğim.
- Her face was enlightened by happiness.
- Yüzü mutluluktan aydınlandı.
- He hit me in the face.
- Yüzüme vurdu.
- Tom washed his face and hands.
- Tom yüzünü ve ellerini yıkadı.
- Tom's face is red.
- Tom'un yüzü kırmızı.
- That's such a cute face.
- O çok şirin bir yüz.
- Tom's face was covered with blood.
- Tom'un yüzü kanla kaplıydı.
- Her hair hid her face.
- Saçları yüzünü saklıyordu.
- Tom wiped his face with the towel that Mary handed him.
- Tom Mary'nin ona uzattığı havluyla yüzünü sildi.
- Tom has an ugly face.
- Tom'un çirkin bir yüzü var.
- He struck me a heavy blow in the face.
- O, yüzüme ağır bir darbe indirdi.
- Tom has a very punchable face.
- Tom'un çok yumruklanası bir yüzü var.
- A face appeared at the window.
- Pencerede bir yüz göründü.
- His face turned white.
- Yüzü beyazladı.
- Tom couldn't make out their faces.
- Tom yüzlerini göremedi.
- She approached him with a smile on her face.
- Ona yüzünde bir gülümseme ile yaklaştı.
- He has a nice face.
- Güzel bir yüzü var.
- Tom looked up into Mary's face.
- Tom, Mary'nin yüzüne baktı.
- Mary buried her face in her hands and sobbed uncontrollably.
- Mary yüzünü ellerine gömdü ve kontrolsüzce hıçkırdı.
- Tom threw a pie in Mary's face.
- Tom, Mary'nin yüzüne bir turta attı.
- I was too shy to look her in the face.
- Onun yüzüne bakamayacak kadar utangaçtım.
- Mary hid her face in her hands.
- Mary yüzünü ellerinin arasına sakladı.
- I ought to punch him in the face.
- Yüzüne yumruk atmalıyım.
- Tom never forgets a face.
- Tom asla bir yüzü unutmaz.
- I looked around hoping to spot a friendly face.
- Dost bir yüz görmeyi umarak etrafıma bakındım.
- She has a round face.
- Onun yuvarlak bir yüzü var.
- Layla recognized Sami's face.
- Layla, Sami'nin yüzünü tanıdı.
- I never saw his face.
- Onun yüzünü hiç görmedim.
- All the kids lined up to have their faces painted.
- Bütün çocuklar yüzlerini boyatmak için sıraya girdiler.
- I never forget a face.
- Ben bir yüzü asla unutmam.
- Why did you draw a face on the wall?
- Neden duvara bir yüz çizdin?
- I know I've seen your face somewhere before.
- Yüzünüzü daha önce bir yerlerde gördüğümü biliyorum.
- Her face betrayed her real feelings.
- Yüzü gerçek duygularını ele veriyordu.
- Your face is sunburned.
- Yüzün güneşten yanmış.
- Her face suddenly turned red.
- Yüzü aniden kızardı.
- Her face was bright red with anger.
- Yüzü öfkeden kıpkırmızıydı.
- This is a slap in the face for us.
- Bu yüzümüze bir tokat gibi çarpıyor.
- Mary's face turned bright red.
- Mary'nin yüzü kıpkırmızı oldu.
- Sami shot a taxi driver in the face.
- Sami taksi şoförünü yüzünden vurdu.
- If you face north, the east is on your right.
- Eğer yüzünüzü kuzeye dönerseniz, doğu sağınızda kalır.
- Wipe your face clean.
- Yüzünü temizle.
- I saw his face in the dim light.
- Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.
- This bride is covering her face with a veil.
- Bu gelin yüzünü bir duvakla örtüyor.
- I slept lying on my face.
- Yüz üstü yatarak uyudum.
- In about 20 minutes she made up her face.
- Yaklaşık 20 dakikada yüzüne makyaj yaptı.
- She buried her face in her hands.
- Yüzünü ellerinin arasına gömdü.
- Ixtli has a lovely face.
- Ixtli'nin güzel bir yüzü var.
- I ought to punch him in the face.
- Onun yüzünü yumruklamam gerekir.
- She gave him a slap in the face.
- Onun yüzüne bir tokat attı.
- She hid her face behind a veil.
- Yüzünü bir peçenin arkasına saklamış.
- I don't like to see you shouting in her face.
- Onun yüzüne bağırdığını görmekten hoşlanmıyorum.
- Sami doesn't want to ever see Layla's face again.
- Sami, Layla'nın yüzünü bir daha görmek istemiyor.
- Her face turned red.
- Onun yüzü kızardı.
- They turned to face each other, and then kissed each other on the lips.
- Yüzlerini birbirlerine döndüler ve sonra birbirlerini dudaklarından öptüler.
- A face with too much make up looks strange.
- Çok fazla makyajlı bir yüz garip görünüyor.
- Tears began to stream down Tom's face.
- Tom'un yüzünden yaşlar akmaya başladı.
- Tom doesn't want to see Mary's face ever again.
- Tom, Mary'nin yüzünü bir daha görmek istemiyor.
- I used to hate washing my face.
- Eskiden yüzümü yıkamaktan nefret ederdim.
- Do you remember faces easily?
- Yüzleri kolay hatırlar mısınız?
- I know your face.
- Yüzünü tanıyorum.
- Tom's face turned bright red.
- Tom'un yüzü kızardı.
- Meg has a lovely face.
- Meg'in çok güzel bir yüzü var.
- His face turned pale.
- Yüzü solgunlaştı.
- Few things can compare to the joy on your child's face as they open their Christmas presents.
- Noel armağanlarını açarken çocuğunuzun yüzündeki sevinç ile kıyaslayabilecek çok az şey vardır.
- Tom washed his face.
- Tom yüzünü yıkadı.
- He hasn't ever shown his face again.
- Bir daha asla yüzünü göstermedi.
- Tom punched him in the face.
- Tom onun yüzüne yumruk attı.
- He struck Mary in the face.
- Mary'nin yüzüne vurdu.
- Tom couldn't wipe the smile off his face.
- Tom yüzündeki gülümsemeyi silemedi.
- He struck Mary in the face.
- O, Mary'nin yüzüne vurdu.
- He whose face gives no light, shall never become a star.
- Yüzü ışık vermeyen, asla bir yıldız olamaz.
- I noticed a new face in the gym.
- Spor salonunda yeni bir yüz fark ettim.
- She wiped her face with a handkerchief.
- Yüzünü bir mendille sildi.
- Emily has a beautiful face.
- Emily'nin güzel bir yüzü var.
- Mary threw a bucket of cold water on Tom's face to wake him up.
- Mary uyandırmak için Tom'un yüzüne bir kova soğuk su attı.
- Tom kicked sand in Mary's face.
- Tom, Mary'nin yüzüne tekmeyle kum attı.
- She dried her face and brushed her hair.
- O yüzünü kuruttu ve saçını fırçaladı.
- Her face turned pale.
- Onun yüzü soldu.
- It's more or less impossible to completely stop touching your face.
- Yüzünüze dokunmayı tamamen bırakmanız neredeyse imkansız.
- I don't like your face and I can't bear your company any longer.
- Yüzünü sevmiyorum ve arkadaşlığına artık katlanamıyorum.
- I knew I recognized that face.
- O yüzü tanıdığımı biliyordum.
- You should've seen their faces.
- Yüzlerini görmeliydin.
- Tom's face was wet with tears.
- Tom'un yüzü gözyaşlarıyla ıslanmıştı.
- One glance at his face told me that he was reluctant to work.
- Yüzüne bir bakışta çalışmak istemediğini anladım.
- Each face of a polyhedron is a polygon.
- Bir polihedronun her yüzü bir poligondur.
- Have you ever washed your face with body soap?
- Hiç yüzünü vücut sabunuyla yıkadın mı?
- She punched me in the face.
- O benim yüzüme yumruk attı.
- He pressed his face against the shop window.
- Yüzünü dükkanın camına dayadı.
- His face was sooty.
- Yüzü isliydi.
- The officer shone his flashlight in the drunken man's face.
- Polis memuru el fenerini sarhoş adamın yüzüne tuttu.
- The firemen's face was grim when he came out of the burning house.
- İtfaiyeci yanan evden çıktığında yüzü asıktı.
- Her face is covered with pimples.
- Yüzü sivilcelerle kaplıydı.
- They hid their faces.
- Yüzlerini sakladılar.
- I close my eyes and remember your face.
- Gözlerimi kapatıyorum ve yüzünü hatırlıyorum.
- She approached him with a smile on her face.
- Yüzünde bir gülümseme ile ona yaklaştı.
- He was a fresh face in American politics.
- Amerikan siyasetinde yeni bir yüzdü.
- Tom's face paled.
- Tom'un yüzü soldu.
- Tom's face suddenly went blank.
- Tom'un yüzü aniden ifadesizleşti.
- His bad face doesn't scare me even a bit.
- Kötü yüzü beni biraz bile korkutmuyor.
- Peeling an orange can be tricky at times, you never know if it will squirt you in the face.
- Portakal soymak bazen zor olabiliyor, yüzünüze fışkırıp fışkırmayacağını asla bilemezsiniz.
- Tom's face was wet with tears.
- Tom'un yüzü gözyaşlarıyla ıslaktı.
- I wash my face every morning.
- Her sabah yüzümü yıkarım.
- They dashed water into my face.
- Onlar yüzüme su çarptılar.
- I don't want to see your face ever again.
- Bir daha senin yüzünü görmek istemiyorum.
- I'll never forget your face.
- Ben yüzünü asla unutmayacağım.
- Mary made me want to punch her in the face.
- Mary bende yüzüne yumruk atma isteği uyandırdı.
- I don't want to forget Tom's face.
- Tom'un yüzünü unutmak istemiyorum.
- His face was twisted with pain.
- Yüzü acıyla buruşmuştu.
- Come nearer so that I can see your face.
- Yüzünü görebilmem için yakına gel.
- Layla's face dropped.
- Layla'nın yüzü düştü.
- They dashed water into my face.
- Yüzüme su döktüler.
- Layla wanted to touch Sami's face.
- Leyla, Sami'nin yüzüne dokunmak istedi.
- Turn your face this way.
- Yüzünü bu tarafa çevir.
- I recognized his face.
- Yüzünü tanıdım.
- Mary's face was very pale.
- Mary'nin yüzü çok solgundu.
- He slammed the door right in my face.
- Kapıyı yüzüme kapattı.
- His face lighted up with joy.
- Yüzü sevinçle aydınlandı.
- She has a purplish face.
- Morumsu bir yüzü var.
- I really can't remember people's names, but I don't forget faces.
- İnsanların isimlerini gerçekten hatırlayamam fakat yüzleri unutmam.
- I lather my face before shaving.
- Tıraş olmadan önce yüzümü köpürtürüm.
- Tom washed the dirt off his face.
- Tom yüzündeki kiri yıkadı.
- If you want to hide your face, walk naked.
- Yüzünü gizlemek istiyorsan, çıplak yürü.
- When passing someone in a narrow space, do you face them or turn your back?
- Dar bir alanda birini geçerken yüzünüzü mü dönersiniz yoksa arkanızı mı dönersiniz?
- I remember Fadil's face.
- Fadıl'ın yüzünü hatırlıyorum.
- Her face reflects disgust and sadness, rather than anger.
- Yüzünde öfkeden ziyade tiksinti ve üzüntü vardı.
- He has a round face.
- Yuvarlak bir yüzü var.
- Are you good at remembering faces?
- Yüzleri hatırlamada iyi misin?
- Oh, if I could see Mary's face once more in my life.
- Ah, Mary'nin yüzünü hayatımda bir kez daha görebilseydim.
- He saw a horrible face at the top of the stairs.
- Merdivenlerin başında korkunç bir yüz gördü.
- I cannot forget Taninna's face.
- Taninna'nın yüzünü unutamam.
- Your face covered with cum.
- Yüzün dölle kaplanmış.
- His face was full of hate.
- Yüzü nefret doluydu.
- We can tell how old we've become by looking at the faces of those we knew when we were young.
- Gençliğimizde tanıdığımız insanların yüzlerine bakarak ne kadar yaşlandığımızı anlayabiliriz.
- Instead of slapping him in the face, she spit in it, and walked contemptuously away.
- Kız ona tokat atmak yerine yüzüne tükürdü ve aşağılayarak uzaklaştı.
- It is written in his face.
- Yüzünden okunuyor.
- The fog was so thick that I couldn't see my hand in front of my face.
- Sis o kadar yoğundu ki elimi yüzümün önünde göremiyordum.
- You have a face of a child.
- Çocuksu bir yüzün var.
- It's more or less impossible to completely stop touching your face.
- Yüzünüze dokunmayı tamamen bırakmak aşağı yukarı imkansızdır.
- I couldn't see Tom's face, but I was sure he was smiling.
- Tom'un yüzünü göremedim ama gülümsediğinden emindim.
- Say it to his face, not behind his back.
- Yüzüne söyle, arkasından değil.
- She gave him a slap in the face.
- Yüzüne bir tokat attı.
- The boy had a red face.
- Çocuğun kırmızı bir yüzü vardı.
- Those twins are identical, not only their faces, but also in their characters.
- Bu ikizlerin sadece yüzleri değil, karakterleri de birbirinin aynısı.
- The little girl cried so much that her face was awash with tears.
- Küçük kız o kadar çok ağladı ki yüzü gözyaşlarıyla yıkandı.
- Tom couldn't look me straight in the face.
- Tom doğruca yüzüme bakamadı.
- Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face.
- Tom Mary'ye bir yastık fırlattı ve yastık Mary'nin yüzüne tam isabet etti.
- His face was full of hate.
- Onun yüzü nefret doluydu.
- Cookie licked Tom's face.
- Cookie Tom'un yüzünü yaladı.
- Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face.
- Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.
- If you have something to say, say it to my face.
- Söyleyecek bir şeyin varsa, yüzüme söyle.
- Tom wiped his face with his sleeve.
- Tom koluyla yüzünü sildi.
- I'll never forget your face.
- Yüzünü asla unutmayacağım.
- They've seen our faces.
- Onlar yüzlerimizi gördüler.
- What a nice face she has!
- Ne güzel bir yüzü var!
- I can still see my mother's face.
- Annemin yüzünü hala görebiliyorum.
- Eugenia shared with us her favorite oils for cleaning the face and protecting the skin.
- Eugenia yüzü temizlemek ve cildi korumak için en sevdiği yağları bizimle paylaştı.
- The sun is shining in my face.
- Güneş yüzümde parlıyor.
- Her face became pink.
- Onun yüzü pembe oldu.
- Tom washed his hands and face.
- Tom ellerini ve yüzünü yıkadı.
- I really can't remember people's names, but I don't forget faces.
- İnsanların isimlerini gerçekten hatırlayamıyorum ama yüzlerini unutmuyorum.
- Mary has a very pretty face.
- Mary'nin çok güzel bir yüzü var.
- Sami started hitting Layla in the face.
- Sami, Layla'nın yüzüne vurmaya başladı.
- His face brightened.
- Yüzü aydınlandı.
- We know that even foetuses still in the womb of their mothers touch their faces.
- Henüz anne karnındaki ceninlerin dahi yüzlerine dokunduğunu biliyoruz.
- They hid their faces.
- Yüzlerini gizlediler.
- Your face is dirty.
- Yüzün kirli.
- If you face north, the east is on your right.
- Yüzünü kuzeye dönersen, doğu senin sağındadır.
- Suddenly, her face was pale.
- Birdenbire onun yüzü soldu.
- Go and clean up your face!
- Git ve yüzünü temizle!
- Sami was making funny faces.
- Sami komik yüzler yapıyordu.
- I saw his face in the dim light.
- Loş ışıkta yüzünü gördüm.
- She hid her ugly face.
- Çirkin yüzünü sakladı.
- Tears of joy streamed down Tom's face when he saw his baby daughter for the first time.
- Bebek kızını ilk kez gördüğünde Tom'un yüzünden sevinç gözyaşları aktı.
- Tom's face is very pale.
- Tom'un yüzü çok solgun.
- His face was disfigured by horror.
- Yüzü dehşet yüzünden bozulmuştu.
- Don't touch your face.
- Yüzüne dokunma.
- A face with too much make up looks strange.
- Çok makyajlı bir yüz tuhaf görünür.
- Tom needs to wash his face.
- Tom yüzünü yıkamalı.
- Did you see his face?
- Onun yüzünü gördün mü?
- I am already forgetting my grandmother's face.
- Şimdiden büyükannemin yüzünü unutuyorum.
- His face turned red with anger.
- Yüzü öfkeden kıpkırmızı oldu.
- What happened to your face?
- Yüzüne ne oldu?
- Did you see their faces?
- Yüzlerini gördün mü?
- She caught sight of his face.
- Onun yüzünü gördü.
- I remember your face, but I don't remember your name.
- Senin yüzünü hatırlıyorum ama senin adını hatırlamıyorum.
- I remember the man's face but I can't call his name to mind.
- Adamın yüzünü hatırlıyorum ama ismini aklıma getiremiyorum.
- Look at Tom's face.
- Tom'un yüzüne bak.
- The old man had an innocent face, but in truth was a rogue.
- Yaşlı adamın masum bir yüzü vardı ama gerçekte bir hayduttu.
- Tom kicked sand in Mary's face.
- Tom Mary'nin yüzüne kum attı.
- He covered his face with the handkerchief and cried as well!
- Yüzünü mendille kapatıp bir de ağladı!
- Her face was wet with tears.
- Yüzü gözyaşlarıyla ıslanmıştı.
- Tom's face was sunburned.
- Tom'un yüzü güneşten yanmıştı.
- You cannot see your own face without a mirror.
- Ayna olmadan kendi yüzünü göremezsin.
- Her face lit up.
- Onun yüzü parladı.
- The toothache made his face swell up.
- Diş ağrısı yüzünde şişlik yaptı.
- Her hair was hiding her face.
- Saçları yüzünü gizliyordu.
- He looked me in the face.
- O, yüzüme baktı.
- Don't point the laser at my face!
- Lazeri yüzüme tutma!
- Sami saw Layla's beautiful face.
- Sami, Leyla'nın güzel yüzünü gördü.
- The cold wind blew in her face.
- Soğuk rüzgar yüzüne vurdu.
- Tom's face turned red with anger.
- Tom'un yüzü öfkeden kıpkırmızı oldu.
- How dare you show your face around here!
- Yüzünü buralarda göstermeye nasıl cesaret edersin!
- It is written in his face.
- Bu onun yüzünden okunuyor.
- I haven't touched my face in weeks.
- Haftalardır yüzüme dokunmadım.
- Show me your true face.
- Bana gerçek yüzünü göster.
- Tom and Mary both make faces.
- Tom ve Mary yüzlerini buruştururlar.
- Tom's face lit up when Mary entered the room.
- Mary odaya girdiğinde Tom'un yüzü ışıldadı.
- She hid her ugly face.
- O çirkin yüzünü sakladı.
- Tom wiped his face with the towel that Mary handed him.
- Tom, Mary'nin uzattığı havluyla yüzünü sildi.
- The sun is shining in my face.
- Güneş yüzüme parlıyor.
- How dare you show your face around here!
- Ne cüretle yüzünü buralarda gösterirsin!
- Tom's dog licked his face.
- Tom'un köpeği yüzünü yaladı.
- Her hair was hiding her face.
- Saçları yüzünü saklıyordu.
- Turn your face this way.
- Yüzünü bu yana dön.
- I can still see my mother's face.
- Annemin yüzünü hâlâ görebiliyorum.
- A face that does not laugh is not welcome.
- Gülmeyen bir yüz hoş karşılanmaz.
- His face is always expressionless.
- Yüzü her zaman ifadesiz.
- His face says that he lost.
- Yüzünün hali kaybettiğini gösteriyor.
- I remember his face, but I don't remember his name.
- Yüzünü hatırlıyorum ama adını hatırlamıyorum.
- Tom's face was completely bloodied.
- Tom'un yüzü tamamen kanlıydı.
- It's possible that they haven't seen each other's faces.
- Birbirlerinin yüzlerini görmemiş olmaları mümkün.
- He lay face up.
- Yüz üstü yattı.
- I stared at my face in the mirror.
- Aynadaki yüzüme baktım.
- You'll get sick if you touch your face.
- Yüzünüze dokunursanız hasta olursunuz.
- His face was enlightened by happiness.
- Mutluluktan yüzü parlıyordu.
- You should've seen their faces.
- Onların yüzlerini görmeliydin.
- Tom's dog likes to lick people's faces.
- Tom'un köpeği insanların yüzlerini yalamayı seviyor.
- The truth is in front of her face.
- Gerçek onun yüzünün önünde.
- Sami isn't going to forget your face.
- Sami senin yüzünü unutmayacak.
- Sami messaged Layla a sad face.
- Sami, Leyla'ya üzgün bir yüzle mesaj attı.
- Tom couldn't look me straight in the face.
- Tom yüzüme bakamadı.
- I think I'd better show my face.
- Sanırım yüzümü göstersem iyi olacak.
- I can remember some faces, but there are some people here I don't remember seeing.
- Bazı yüzleri hatırlayabiliyorum ama burada gördüğümü hatırlamadığım bazı kişiler var.
- His face was sooty.
- Onun yüzü isliydi.
- She dried her face on a towel.
- Yüzünü bir havluyla kuruladı.
- He struck me a heavy blow in the face.
- Yüzüme ağır bir darbe vurdu.
- She dried her face on a towel.
- O, yüzünü bir havlu ile kuruladı.
- Tom kicked him in the face.
- Tom onun yüzüne tekme attı.
- Her face grew pale.
- Yüzü solgunlaştı.
- I dried my face.
- Yüzümü kuruladım.
- He hasn't ever shown his face again.
- Bir daha hiç yüzünü göstermedi.
- Tom drew a happy face on the cover of his notebook.
- Tom defterinin kapağına mutlu bir yüz çizdi.
- What's wrong with my face?
- Benim yüzümün nesi var?
- I'm not fond of her face.
- Onun yüzünün meraklısı değilim.
- We cannot see our own faces without a mirror.
- Ayna olmadan kendi yüzümüzü göremeyiz.
- Tom dried his face with a towel.
- Tom havluyla yüzünü kuruladı.
- I saw a man's face inside the window.
- Pencerede bir adamın yüzünü gördüm.
- I couldn't see Tom's face.
- Tom'un yüzünü göremedim.
- Her face resembles her mother's.
- Yüzü annesine benziyor.
- Tom covered his face.
- Tom yüzünü kapattı.
- I haven't seen Tom's face yet.
- Tom'un yüzünü henüz görmedim.
- What's wrong with my face?
- Yüzümün nesi var?
- Her long hair covered half her face.
- Uzun saçları yüzünün yarısını kapatıyordu.
- I knew I recognized that face.
- Bu yüzü tanıdığımı biliyordum.
- You'll get sick if you touch your face.
- Yüzüne dokunursan hasta olacaksın.
- Tom's face haunts me.
- Tom'un yüzü aklımdan çıkmıyor.
- He has a nice face.
- Onun hoş bir yüzü var.
- Tears began to roll down her face.
- Gözyaşları yüzünden aşağı akmaya başladı.
- His face hardened.
- Yüzü sertleşti.
- It brought a smile to her face.
- Yüzüne bir gülümseme getirdi.
- His face was twisted with pain.
- Onun yüzü acıdan burkulmuştu.
- Layla's face was covered in blood.
- Layla'nın yüzü kan içindeydi.
- I never thought I'd see your face again.
- Tekrar yüzünü göreceğimi hiç düşünmedim.
- Turn around and face the wall.
- Arkanı dön ve yüzünü duvara dön.
- Layla was beaten in the face and the chest area.
- Layla yüzünden ve göğüs bölgesinden dayak yedi.
- He saw a horrible face at the top of the stairs.
- O, merdivenin tepesinde korkunç bir yüz gördü.
- If you have something to say, say it to my face.
- Söyleyecek bir şeyin varsa onu yüzüme söyle.
- He can't say anything to his father's face.
- O, babasının yüzüne bir şey diyemez.
- He has a chubby face.
- Onun tombul bir yüzü var.
- Tom's face was covered in bruises.
- Tom'un yüzü morluklarla kaplıydı.
- I remember the man's face but I can't call his name to mind.
- Adamın yüzünü hatırlıyorum fakat adını hatırlayamıyorum.
- I need to wash my face.
- Yüzümü yıkamalıyım.
- I know a man who has many faces but only one hat.
- Birçok yüzleri ama tek bir şapkası olan bir adam tanıyorum.
- Her face was stained with tears.
- Onun yüzü gözyaşlarıyla lekeliydi.
- I know I've seen your face somewhere before.
- Yüzünü daha önce bir yerlerde gördüğümü biliyorum.
- Tom laughed in my face.
- Tom yüzüme güldü.
- The baby has a cute face.
- Bebeğin sevimli bir yüzü var.
- You have a child-like face.
- Çocuk gibi bir yüzün var.
- I forgot to wear my hat and my face got badly sunburned.
- Şapkamı takmayı unuttum ve yüzüm fena halde güneşten yandı.
- She looked him in the face.
- Onun yüzüne baktı.
- Wash your face and hands.
- Yüzünü ve ellerini yıka.
- Your face covered with cum.
- Yüzün meni ile kaplı.
- The pallor of his face presaged his tragic end.
- Yüzünün solgunluğu onun trajik sonunun habercisiydi.
- The anger in her face was unmistakeable.
- Yüzündeki öfke açıktı.
- She smacked him across the face.
- Yüzüne bir tokat attı.
- I never want to see your face again.
- Yüzünü bir daha asla görmek istemiyorum.
- Her face was enlightened by happiness.
- Yüzü mutlulukla aydınlanmıştı.
- She has an oval face.
- Onun oval bir yüzü var.
- Her face was wet with tears.
- Yüzü gözyaşlarıyla ıslaktı.
- Tom has a very punchable face.
- Tom'un çok yumruk atılası bir yüzü var.
- He hid his ugly face.
- O, çirkin yüzünü sakladı.
- The officer shone his flashlight in the drunken man's face.
- Memur el fenerini sarhoş adamın yüzüne tuttu.
- Tom studied Mary's face.
- Tom, Mary'nin yüzünü inceledi.
- Wash your face with warm water and soap.
- Yüzünüzü ılık su ve sabunla yıkayın.
- Tom's face showed his surprise.
- Tom'un yüzü şaşkınlığını gösteriyordu.
- Tom did a handstand and his shirt fell over his face.
- Tom amuda kalktı ve gömleği yüzüne düştü.
- My face is the prettiest face around, isn't it?
- Yüzüm civardaki en güzel yüz, değil mi?
- The wind is blowing into my face.
- Rüzgar yüzüme doğru esiyor.
- And the earth was void and empty, and darkness was upon the face of the deep; and the spirit of God moved over the waters.
- Ve yeryüzü boş ve boştu ve derinliğin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Tanrı'nın ruhu suların üzerinde hareket etti.
- Tom wouldn't dare show his face around here again.
- Tom yüzünü bir daha buralarda göstermeye cesaret edemezdi.
- Tom blew smoke in Mary's face.
- Tom Mary'nin yüzüne duman üfledi.
- Why did Tom hide his face?
- Tom neden yüzünü sakladı?
- His face says that he lost.
- Yüzünden kaybettiği anlaşılıyor.
- His face turned pale to hear the news.
- Haberi duyunca yüzü soldu.
- Tom loves his daughter's face.
- Tom kızının yüzünü seviyor.
- Layla's face dropped.
- Leyla'nın yüzü asıldı.
- Tom's face turned bright red.
- Tom'un yüzü kıpkırmızı oldu.
- I wish you could've seen Tom's face.
- Keşke Tom'un yüzünü görebilseydin.
- Twice and thrice had I loved thee before I knew thy face or name.
- Adını öğrenmeden ve yüzünü görmeden önceleri de sana âşıktım.
- His eyes searched my face to see if I was talking straight.
- Benim doğru konuşup konuşmadığımı anlamak için gözleri yüzümü süzdü.
- The anger in her face was unmistakeable.
- Yüzündeki öfke açıkça belli oluyordu.
- The police officer shined his flashlight in Tom's face.
- Polis, Tom'un yüzüne el fenerini tuttu.
- Shoichi's face turned pale.
- Shoichi'nin yüzü soldu.
- I wanted to punch him in the face.
- Onun yüzüne yumruk atmak istedim.
- She has a very pretty face.
- Onun çok güzel bir yüzü var.
- Your faces are all too familiar to me, but I can't remember your names.
- Yüzleriniz bana çok tanıdık geliyor ama isimlerinizi hatırlayamıyorum.
- I can remember some faces, but there are some people here I don't remember seeing.
- Bazı yüzleri hatırlayabiliyorum, ama burada gördüğümü hatırlamadığım bazı insanlar var.
- I saw a man's face inside the window.
- Pencerenin içinde bir adamın yüzünü gördüm.
- I can't face Tom now.
- Şimdi Tom'un yüzüne bakamam.
- Tom covered his face with his hands.
- Tom yüzünü elleriyle kapattı.
- The toothache made his face swell up.
- Diş ağrısı onun yüzünü şişirdi.
- Did you get a good look at his face?
- Yüzüne iyice bakabildin mi?
- His eyes searched my face to see if I was talking straight.
- Gözleri doğru konuşup konuşmadığımı anlamak için yüzümde dolaştı.
- I recognized his face.
- Onun yüzünü tanıdım.
- I slapped his face.
- Onun yüzüne tokat attım.
- He said so to her face.
- Onun yüzüne öyle söyledi.
- He has a chubby face.
- Tombul bir yüzü var.
- The girl lifted her face, still wet with tears.
- Kız hala gözyaşlarıyla hala ıslak olan yüzünü kaldırdı.
- Unconsciously, you bring your hands to your face.
- Farkında olmadan ellerinizi yüzünüze götürürsünüz.
- Tom never forgets a name or a face.
- Tom bir ismi ya da yüzü asla unutmaz.
- His hair almost covered his whole face.
- Onun saçı neredeyse tüm yüzünü kapadı.
- Can you state the facts to his face?
- Gerçekleri yüzüne söyleyebilir misin?
- Just by looking at your face, I know that you have good news.
- Sadece yüzüne bakarak bile iyi haberlerin olduğunu anlıyorum.
- His face was radiant with happiness.
- Yüzü mutlulukla ışıldıyordu.
- Can you describe his face?
- Onun yüzünü tanımlayabilir misin?
- She has a dirty face.
- Kirli bir yüzü var.
- Have you ever been punched in the face?
- Hiç yüzüne yumruk yedin mi?
- I don't like to see you shouting in her face.
- Onun yüzüne bağırdığını görmek istemiyorum.
- Her face was eloquent of her sorrow.
- Yüzü üzüntüsünü ifade ediyordu.
- Tom couldn't wait to see the look on Mary's face.
- Tom, Mary'nin yüzündeki görünüşü görmek için sabırsızlanıyordu.
- Sami never forgets a pretty face.
- Sami güzel bir yüzü asla unutmaz.
- His face showed that he was annoyed.
- Onun yüzü rahatsız olduğunu gösteriyordu.
- If he makes that face it's because he's nervous.
- Yüzünü öyle yapıyorsa, gergin olduğu içindir.
- A smile spread across her face.
- Onun yüzünde bir gülümseme yayılıyordu.
- She has a charming face.
- Onun çekici bir yüzü var.
- Tom wiped the sweat off his face.
- Tom yüzündeki teri sildi.
- I remember your face, but I don't remember your name.
- Yüzünü hatırlıyorum ama adını hatırlamıyorum.
- I looked at my face in the mirror.
- Aynada yüzüme baktım.
- Tom got punched in the face.
- Tom yüzüne yumruk yedi.
- You lied to my face.
- Yüzüme yalan söyledin.
- Don't show your face around here again.
- Yüzünü bir daha buralarda gösterme.
- You should've seen your face.
- Yüzünü görmeliydin.
- You should wash your face.
- Yüzünü yıkamalısın.
- I saw Tom's face.
- Tom'un yüzünü gördüm.
- I knew you weren't just a pretty face.
- Ben sadece senin güzel bir yüzün olmadığını biliyordum.
- I never thought I'd see your face again.
- Yüzünü tekrar göreceğimi hiç düşünmemiştim.
- Her face suddenly turned red.
- Onun yüzü aniden kızardı.
- This bride is covering her face with a veil.
- Bu gelin yüzünü bir peçe ile örtüyor.
- Wipe your face clean.
- Yüzünüzü silip temizleyin.
- He has a face which is easy to understand.
- Anlaşılması kolay bir yüzü vardır.
- Her face turned pale.
- Yüzü soldu.
- Tom punched Mary in the face.
- Tom Mary'nin yüzüne yumruk attı.
- It's possible that they haven't seen each other's faces.
- Onların birbirlerinin yüzünü görmemiş olmaları mümkündür.
- I'll tell you the truth to your face.
- Senin yüzüne gerçeği söyleyeceğim.
- He told me to wash my face.
- O, bana yüzümü yıkamamı söyledi.
- His face is red.
- Yüzü kızarmış.
- She couldn't look me straight in the face.
- Yüzüme bakamadı.
- His face reflects joy.
- Yüzünde sevinç okunuyor.
- Bob stared me in the face.
- Bob yüzüme baktı.
- Your face is familiar to me.
- Yüzünüz bana tanıdık geliyor.
- The young man's face became even redder.
- Genç adamın yüzü daha da kızardı.
- Tom shut the door in Mary's face.
- Tom kapıyı Mary'nin yüzüne kapattı.
- Don't point the laser at my face!
- Lazeri yüzüme doğru tutma.
- She's perfect for the face of my new campaign.
- O yeni kampanyamın yüzü için mükemmel.
- I remember the man's face, but forgot his name.
- Adamın yüzünü hatırlıyorum ama adını unuttum.
- I stared at my face in the mirror.
- Aynada yüzüme baktım.
- We can't help touching our face.
- Yüzümüze dokunmaktan kendimizi alamayız.
- The woman washes her face.
- Kadın yüzünü yıkıyor.
- Sami had marks all over his face.
- Sami'nin yüzünün her yerinde izler vardı.
- Eugenia shared with us her favorite oils for cleaning the face and protecting the skin.
- Eugenia, yüzü temizlemek ve cildi korumak için en sevdiği yağları bizimle paylaştı.
- Tom has a chubby face.
- Tom'un tombul bir yüzü var.
- I don't want to see your faces.
- Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
- Tom punched me in the face.
- Tom yüzüme yumruk attı.
- Are you good at remembering faces?
- Yüzleri hatırlamakta iyi misin?
- Tom's dog licked his face.
- Tom'un köpeği onun yüzünü yaladı.
- He makes a face like this.
- Yüzünü böyle yapıyor.
- I think I'd better show my face.
- Sanırım yüzümü göstersem iyi olur.
- Her face betrayed her real feelings.
- Onun yüzü gerçek hislerini açığa vurdu.
- Tom's face is dirty.
- Tom'un yüzü kirli.
- He has a round face.
- Onun yuvarlak bir yüzü var.
- Your face is red.
- Yüzün kıpkırmızı.
- Maria covered her face with her hands.
- Maria yüzünü elleriyle kapattı.
- Her face was all puffed up.
- Yüzü şişmişti.
- Her face became pink.
- Yüzü pembeleşti.
- Tom splashed his face with water.
- Tom da yüzüne su sıçrattı.
- I know your face.
- Yüzünü biliyorum.
- He laughed in my face.
- O yüzüme güldü.
- Your face is your personality.
- Yüzünüz karakterinizdir.
- The breeze kissed her face.
- Esinti yüzünü öptü.
- Tom hid his face.
- Tom yüzünü sakladı.
- Tom told me to wash my face.
- Tom, yüzümü yıkamamı söyledi.
- The cold wind blew in her face.
- Yüzüne soğuk rüzgar esti.
- Tom's face feels rough because he needs to shave.
- Tom'un yüzü pürüzlü, çünkü onun tıraş olmaya ihtiyacı var.
- He hit me in the face.
- O, yüzüme vurdu.
- It's as plain as the nose on your face that Tom is dotty about Mary.
- Tom'un Mary hakkında ne kadar huysuz olduğu yüzündeki burun kadar açık.
- Those twin brothers have similar faces.
- Şu ikiz erkek kardeşler benzer yüzlere sahip.
- Tom couldn't see Mary's face.
- Tom Mary'nin yüzünü göremiyordu.
- All the children had happy faces.
- Bütün çocukların mutlu yüzleri vardı.
- I punched him in the face.
- Onun yüzüne yumruk attım.
- Tom called Mary names to her face.
- Tom Mary'nin yüzüne karşı küfür etti.
- I have lost face completely.
- Yüzü tamamen unuttum.
- You cannot see your own face without a mirror.
- Ayna olmadan kendi yüzünüzü göremezsiniz.
- He lost face.
- Yüzünü kaybetti.
- It's to see your face well.
- Yüzünü iyi görmek için.
- Tom's face is reflected in the glass.
- Tom'un yüzü bardağa yansımış.
- The smile did not leave his face.
- Gülümseme onun yüzünü terk etmedi.
- She has an oval face.
- Oval bir yüzü var.
- Can you describe his face?
- Yüzünü tarif edebilir misin?
- His face expresses deep sorrow and repentance.
- Yüzünde derin bir üzüntü ve pişmanlık ifadesi vardı.
- I never want to see his face again, so I tore all of his pictures into pieces and burned them.
- Yüzünü bir daha görmek istemediğim için tüm fotoğraflarını parçalara ayırıp yaktım.
- Her face is always expressionless.
- Onun yüzü her zaman ifadesiz.
- Sami kicked Layla in the face.
- Sami, Layla'nın yüzüne tekme attı.
- She couldn't look me straight in the face.
- O yüzüme bakamadı.
- Tom couldn't keep a straight face.
- Tom yüzünü asamadı.
- She has a nice face.
- Güzel bir yüzü var.
- She looked her child in the face.
- Çocuğunun yüzüne baktı.
- The pale face troubled me a little.
- Soluk yüz beni biraz rahatsız etti.
- Her face was white.
- Onun yüzü beyazdı.
- The boy had a red face.
- Çocuğun yüzü kızarmıştı.
- Tom buried his face in his hands.
- Tom yüzünü ellerine gömdü.
- Her face was red.
- Yüzü kızarmıştı.
- The police officer shined his flashlight in Tom's face.
- Polis memuru el fenerini Tom'un yüzüne tuttu.
- A beautiful face is half of the dowry.
- Güzel bir yüz çeyizin yarısıdır.
- Tom slammed the door in my face.
- Tom kapıyı yüzüme kapattı.
- Her face turned white.
- Yüzü bembeyaz oldu.
- His face was covered with mud.
- Yüzü çamurla kaplıydı.
- He can't say anything to his father's face.
- Babasının yüzüne karşı bir şey söyleyemez.
- Tom lost his temper and hit Konrad in the face.
- Tom kendini kaybetti ve Konrad'ın yüzüne vurdu.
- I remember the man's face, but forgot his name.
- Adamın yüzünü hatırlıyorum, ama adını unutmuşum.
- He cloaks his wickedness under a smiling face.
- Kötülüğünü gülümseyen bir yüzün altında gizliyor.
- His face was red and he felt hot and uncomfortable.
- Yüzü kızarmıştı, kendini sıcak basmış ve rahatsız hissediyordu.
- I looked at Emily's face.
- Emily'nin yüzüne baktım.
- A drop of sweat ran down Tom's face.
- Tom'un yüzünden bir damla ter aktı.
- Something in his face really reminded me of an old boyfriend of mine.
- Onun yüzündeki bir şey bana gerçekten eski bir erkek arkadaşımı hatırlattı.
- The little girl cried so much that her face was awash with tears.
- Küçük kız o kadar çok ağladı ki, yüzü gözyaşları ile örtüldü.
- Some shadow of doubt now covered his face.
- Yüzünü bir şüphe gölgesi kapladı.
- Tom only cares about pretty faces.
- Tomi sadece güzel yüzleri umursar.
- She began to cry at the sight of my face.
- Yüzümü görünce ağlamaya başladı.
- Those twin brothers have similar faces.
- Bu ikiz kardeşlerin yüzleri birbirine benziyor.
- Tom's dog likes to lick people's faces.
- Tom'un köpeği insanların yüzünü yalamayı sever.
- I used to hate washing my face.
- Yüzümü yıkamaktan nefret ederdim.
- Tom said that to my face.
- Tom bunu yüzüme söylemişti.
- I don't like her face.
- Yüzünü beğenmedim.
- She began to cry at the sight of my face.
- O, yüzümü gördüğünde ağlamaya başladı.
- She wiped her face with a handkerchief.
- O, bir mendille yüzünü sildi.
- We can't help touching our face.
- Yüzümüze dokunmadan duramıyoruz.
- The rain was falling in my face.
- Yağmur yüzüme yağıyordu.
- Come nearer so that I can see your face.
- Yaklaşın ki yüzünüzü görebileyim.
- They've seen our faces.
- Yüzlerimizi gördüler.
- I want to punch you in your face.
- Yüzüne yumruk atmak istiyorum.
- Don't hide your face.
- Yüzünü gizleme.
- Layla's face was covered in blood.
- Leyla'nın yüzü kanla kaplıydı.
- Tom was talking to Mary with a smile on his face.
- Tom yüzünde bir tebessümle Mary ile konuşuyordu.
- She hid her face behind a veil.
- O yüzünü bir peçenin arkasına sakladı.
- Her face was stained with tears.
- Yüzü gözyaşlarıyla lekelenmişti.
- Do you remember faces easily?
- Yüzleri kolayca hatırlar mısınız?
- When passing someone in a narrow space, do you face them or turn your back?
- Dar bir ortamda birinin önünden geçerken yüzünü mü, yoksa arkanı mı dönersin?
- Why do we touch our face?
- Neden yüzümüze dokunuyoruz?
- Tom stepped off the bus with a big smile on his face.
- Tom yüzünde büyük bir gülümseme ile otobüsten indi.
- She buried her face in her hands.
- Yüzünü ellerinin arasına sakladı.
- Unconsciously, you bring your hands to your face.
- Bilinçsiz bir şekilde elinizi yüzünüze götürüyorsunuz.
- Her face was sooty.
- Onun yüzü isliydi.
- His face was covered in blood.
- Onun yüzü kanla kaplıydı.
- The picture I drew depicts a face with wavy lips.
- Çizdiğim resim dalgalı dudaklı bir yüzü tasvir ediyor.
- His face clearly shows gratitude.
- Onun yüzü açıkça minnettarlık gösteriyor.
- Sami saw Layla's beautiful face.
- Sami Layla'nın güzel yüzünü gördü.
- Don't hide your face.
- Yüzünü saklama.
- His face was red.
- Yüzü kıpkırmızıydı.
- She smacked him across the face.
- Onun yüzüne tokat attı.
- His face looks familiar, but I don't think I know him.
- Yüzü tanıdık geliyor ama onu tanıdığımı sanmıyorum.
- I need to wash my face.
- Yüzümü yıkamam lazım.
- Tom's face was as white as a sheet.
- Tom'un yüzü bir çarşaf kadar beyazdı.
- The man puffed smoke into her face.
- Adam kadının yüzüne duman üfledi.
- It brought a smile to his face.
- Bu onun yüzüne bir gülümseme getirdi.
- Her face lit up.
- Yüzü aydınlandı.
- Tom has a chubby face.
- Tom'un dolgun bir yüzü var.
- I don't like that prissy face of yours.
- Ben senin o titiz yüzünü sevmiyorum.
- Tom told Mary to wash her face.
- Tom Mary'ye yüzünü yıkamasını söyledi.
- I don't remember my grandmother's face exactly.
- Büyükannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
- The pallor of his face presaged his tragic end.
- Yüzünün solgunluğu trajik sonunun habercisiydi.
- Layla's face was pretty and feminine.
- Layla'nın yüzü tatlı ve kadınsıydı.
- The face of an angel appeared in his dream.
- Rüyasında bir meleğin yüzü belirdi.
- Your face says that you don't agree.
- Yüzünüz aynı fikirde olmadığınızı söylüyor.
- The pale face troubled me a little.
- Solgun yüz beni biraz rahatsız etti.
- My face is the prettiest face around, isn't it?
- Benim yüzüm etraftaki en güzel yüz, değil mi?
- She got so angry that she belted him in the face with the back of her hand.
- O kadar sinirlendi ki, elinin tersiyle adamın yüzüne vurdu.
- She's perfect for the face of my new campaign.
- Yeni kampanyamın yüzü olmak için mükemmel.
- She has a funny face.
- Komik bir yüzü var.
- She began to cry at the sight of my face.
- Yüzümü gördüğünde ağlamaya başladı.
- Mary threw a bucket of cold water on Tom's face to wake him up.
- Mary, Tom'u uyandırmak için yüzüne bir kova soğuk su fırlattı.
- Tom kept splashing water in Mary's face.
- Tom, Mary'nin yüzüne su sıçratmaya devam etti.
- One cannot see their own face without a mirror.
- Ayna olmadan insan kendi yüzünü göremez.
- His eyes searched my face to see if I was talking straight.
- Gözleri doğru konuşup konuşmadığımı anlamak için yüzümü süzdü.
- Tom's face was all black and blue.
- Tom'un yüzü tamamen morarmıştı.
- The truth is in front of her face.
- Gerçek yüzünün önünde.
- Tom's whole face shows what he is thinking.
- Tom'un bütün yüzü ne düşündüğünü gösteriyor.
- His rude reply provoked her to slap his face.
- Kaba cevabı, kadının onun yüzüne tokat atmasına neden oldu.
- His face went white with fear.
- Yüzü korkudan bembeyaz oldu.
- Dry your face with a towel.
- Yüzünüzü bir havlu ile kurulayın.
- I don't like that prissy face of yours.
- Bu titiz yüzünü sevmiyorum.
- Tom wiped his face with his shirt.
- Tom yüzünü gömleğine sildi.
- Sami's face was covered in blood.
- Sami'nin yüzü kanla kaplıydı.
- Suddenly, her face was pale.
- Birden yüzü soldu.
- She has a purplish face.
- Onun morumsu bir yüzü var.
- Tom couldn't make out their faces.
- Tom yüzlerini seçememiş.
- Did you get a good look at his face?
- Onun yüzüne iyi baktın mı?
- Don't you have an interesting face?
- İlginç bir yüzün yok mu?
- Your face is pale.
- Yüzünüz solgun.
- My face was dirty.
- Yüzüm kirliydi.
- I slept lying on my face.
- Yüzüm üzerinde yatarak uyudum.
- Your face is pale.
- Yüzün solgun.
- Layla wanted to touch Sami's face.
- Layla, Sami'nin yüzüne dokunmak istedi.
- I didn't want to see Tom's face.
- Tom'un yüzünü görmek istemedim.
- Whatever you say about me, say it to my face, not behind my back.
- Hakkımda ne söylersen söyle, yüzüme söyle, arkamdan değil.
- He hid his ugly face.
- Çirkin yüzünü sakladı.
- The smile did not leave his face.
- Gülümseme yüzünden gitmedi.
- I said that to Tom's face.
- Bunu Tom'un yüzüne söyledim.
- Tom is washing his face.
- Tom yüzünü yıkıyor.
- I saw my face in the mirror.
- Aynada kendi yüzümü gördüm.
- His rude reply provoked her to slap his face.
- Onun kaba cevabı onun yüzüne tokat atması için onu kışkırttı.
- A person will have the face of an angel when borrowing something, but the face of the devil when returning it.
- Bir insan bir şeyi ödünç alırken melek yüzlü olur, ama geri verirken şeytan yüzlü olur.
- Tom wiped the sweat off his face.
- Tom teri yüzünden sildi.
- I remember her face, but I don't remember her name.
- Onun yüzünü hatırlıyorum ama onun adını hatırlamıyorum.
- She made up her face in 20 minutes.
- Yüzüne 20 dakikada makyaj yaptı.
- Dry your face with a towel.
- Yüzünüzü bir havluyla kurulayın.
- This is an old book with a new face.
- Bu yeni bir yüzü olan eski bir kitap.
- Tom's face lit up when Mary entered the room.
- Mary odaya girdiğinde Tom'un yüzü aydınlandı.
- Layla recognized Sami's face.
- Leyla, Sami'nin yüzünü tanıdı.
- I splashed my face with water.
- Yüzüme su sıçrattım.
- I don't like her face.
- Ben onun yüzünü sevmiyorum.
- Tom punched her in the face.
- Tom onun yüzüne yumruk attı.
- Tom's face turned red with anger.
- Tom'un yüzü öfkeden kızardı.
- Her hair hid her face.
- Saçları yüzünü gizledi.
- His face was covered with mud.
- Onun yüzü çamurla kaplıydı.
- Mary punched Tom in the face.
- Mary Tom'un yüzüne yumruk attı.
- She slapped him in the face.
- Yüzüne tokat attı.
- His face is known to many people.
- Yüzü birçok insan tarafından biliniyor.
- Do you remember faces easily?
- Yüzleri kolayca hatırlar mısın?
- I don't want to see your face ever again.
- Yüzünü bir daha görmek istemiyorum.
- He wiped the sweat off his face.
- Yüzündeki teri sildi.
- She has a charming face.
- Büyüleyici bir yüzü var.
- I have lost face completely.
- Yüzü tamamen kaybettim.
- She has a round face.
- Yuvarlak bir yüzü var.
- I was simply entranced by the beauty of her face.
- Yüzünün güzelliği beni büyüledi.
- Tom said that to my face.
- Tom bunu yüzüme söyledi.
- Tom brushed his teeth and washed his face.
- Tom dişlerini fırçaladı ve yüzünü yıkadı.
- Put on a happy face.
- Mutlu bir yüz takın.
- His face lighted up with joy.
- Yüzü sevinçle ışıldadı.
- I didn't see their faces.
- Yüzlerini görmedim.
- Did you see their faces?
- Onların yüzlerini gördün mü?
- Cookie licked Tom's face.
- Cookie, Tom'un yüzünü yaladı.
- You should've seen Tom's face.
- Tom'un yüzünü görmeliydin.
- I remember his face but I can't remember his name.
- Yüzünü hatırlıyorum ama adını hatırlayamıyorum.
- I can't wait to see their faces.
- Onların yüzlerini görmek için sabırsızlanıyorum.
- He dealt me a blow in the face.
- O yüzüme bir yumruk attı.
- There are quantities of human beings, but there are many more faces, for each person has several.
- Çok sayıda insan vardır, ama her insanın birkaç yüzü olduğu için çok daha fazla yüz vardır.
- Her face is always expressionless.
- Yüzü her zaman ifadesiz.
- He looked me in the face.
- Yüzüme baktı.
- Tom's face was as white as a sheet.
- Tom'un yüzü bir çarşaf gibi beyazdı.
- Tom's hands were shaking and his face was red.
- Tom'un elleri titriyordu ve yüzü kızarmıştı.
- On TV someone with a serious look on his face is talking about the problems of our country's future.
- Televizyonda, yüzünde ciddi bir görünümü olan birisi ülkemizin geleceği ile ilgili sorunlar hakkında konuşuyor.
- Did you see her face?
- Onun yüzünü gördün mü?
- Tom wiped the snow off his face.
- Tom yüzündeki karı sildi.
- I saw my face in the mirror.
- Aynada yüzümü gördüm.
- Tom's face was covered in bruises.
- Tom'un yüzü çürüklerle kaplıydı.
- Her face was sooty.
- Yüzü is kaplıydı.
- Tom's face was sunburned.
- Tom'un yüzü bronzlaşmıştı.
- The face betrays what is in the heart.
- Yüz, kalptekini ele verir.
- The breeze kissed her face.
- Esinti onun yüzünü okşadı.
- Her face turned red.
- Yüzü kıpkırmızı oldu.
- You have a child-like face.
- Çocuksu bir yüzün var.
- I never forget a face.
- Bir yüzü asla unutmam.
- Tom's face is reflected in the glass.
- Tom'un yüzü cama yansıyor.
- I'm so drunk that I can't feel my face anymore.
- O kadar sarhoşum ki artık yüzümü hissedemiyorum.
- Tom wiped his face with his shirt.
- Tom yüzünü gömleğiyle sildi.
- Maria hid her face in her hands.
- Maria yüzünü ellerinin arasına sakladı.
- Tom wiped his face.
- Tom yüzünü sildi.
- Wash your face.
- Yüzünüzü yıkayın.
- Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust.
- Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.
- Tom is drying his face with a towel.
- Tom yüzünü havluyla kuruluyor.
- I laughed in her face.
- Onun yüzüne güldüm.
- Mary felt her face grow hot.
- Mary yüzünün ısındığını hissetti.
- Tom told me to wash my face.
- Tom bana yüzümü yıkamamı söyledi.
- Tom's face was pale.
- Tom'un yüzü solgundu.
- The wind is blowing into my face.
- Rüzgar yüzüme esiyor.
- Don't touch your face.
- Yüzünü elleme.
- Tom couldn't see Mary's face.
- Tom, Mary'nin yüzünü göremedi.
- I don't remember my grandmother's face exactly.
- Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
- Her face resembles her mother's.
- Yüzü annesininkine benziyor.
- Her long hair covered half her face.
- Onun uzun saçı yüzünün yarısını örttü.
- Tom's whole face shows what he is thinking.
- Tom'un tüm yüzü ne düşündüğünü gösteriyor.
- Looking at his face, you could tell that he was annoyed.
- Yüzüne bakınca sinirli olduğu anlaşılıyordu.
- Tom needs to wash his face.
- Tom'un yüzünü yıkaması gerekiyor.
- I was simply entranced by the beauty of her face.
- Yüzünün güzelliği resmen beni büyüledi.
- Emily would never slap me in the face.
- Emily asla yüzüme tokat atmaz.
- The young woman's face became even redder.
- Genç kadının yüzü daha da kızardı.
- Tom wiped his face with his sleeve.
- Tom giysi koluyla yüzünü sildi.
- I punched Tom in the face.
- Tom'un yüzüne yumruk attım.
- I'm really bad with names, but I never forget a face.
- İsimler konusunda çok kötüyümdür ama bir yüzü asla unutmam.
- I studied his face for signs of weariness.
- Yorgunluk belirtisi var mı diye yüzünü inceledim.
- The face betrays what is in the heart.
- Yüz, kalptekine ihanet eder.
- Tom's face was all black and blue.
- Tom'un yüzü mosmordu.
- I remember his face, but I don't remember his name.
- Yüzünü hatırlıyorum, ama onun adını hatırlamıyorum.
- The clown made a funny face.
- Palyaço komik bir yüz yaptı.
- I don't want to see your face again.
- Yüzünü bir daha görmek istemiyorum.
- His hair almost covered his whole face.
- Saçları neredeyse tüm yüzünü kaplıyordu.
- Your face is getting red.
- Yüzün kızarıyor.
- His face was covered in blood.
- Yüzü kan içindeydi.
- Tom couldn't make out their faces.
- Tom yüzlerini seçemedi.
- Tom studied her face.
- Tom onun yüzünü inceledi.
- Tom had a concerned look on his face.
- Tom yüzü endişeliydi.
- To Tom, only a pretty face counts.
- Tom için sadece güzel bir yüz önemlidir.
- I see that I am surrounded by hostile faces.
- Düşman yüzler tarafından kuşatıldığımı görüyorum.
- I looked at Tom's face.
- Ben Tom'un yüzüne baktım.
- Did you see Tom's face?
- Tom'un yüzünü gördün mü?
- She has a very pretty face.
- Çok güzel bir yüzü var.
- What do you think of your own face?
- Kendi yüzün hakkında ne düşünüyorsun?
- There was almost no color in his face.
- Onun yüzünde neredeyse hiç renk yoktu.
- She has a funny face.
- Onun komik bir yüzü var.
- Tom closed the door in Mary's face.
- Tom kapıyı Mary'nin yüzüne kapattı.
- I see that I am surrounded by hostile faces.
- Etrafımın düşmanca yüzlerle çevrili olduğunu görüyorum.
- Tom's face is badly bruised.
- Tom'un yüzü çok kötü morarmış.
- I looked at Tom's face.
- Tom'un yüzüne baktım.
- Ixtli has a lovely face.
- Ixtli'nin çok güzel bir yüzü var.
- She stared him in the face.
- Onun yüzüne baktı.
Show More (802)
|
2 |
face |
karşı karşıya olmak |
v. |
|
- I should like to say that we are currently facing an historic moment.
- Şu anda tarihi bir anla karşı karşıya olduğumuzu söylemek isterim.
- It highlights the enormous challenge facing the international community over the protection of children's rights.
- Çocuk haklarının korunması konusunda uluslararası toplumun karşı karşıya olduğu muazzam zorluğa dikkat çekmektedir.
- That is the prospect facing fishermen in the south and east of Ireland at the moment.
- Şu anda İrlanda'nın güney ve doğusundaki balıkçıların karşı karşıya olduğu durum budur.
- This is the real problem facing us.
- Bizim karşı karşıya olduğumuz asıl sorun budur.
- Drug use is increasing along with the other problems facing modern society.
- Modern toplumun karşı karşıya olduğu diğer sorunlarla birlikte uyuşturucu kullanımı da artmaktadır.
- This is, unfortunately, the situation now facing us.
- Ne yazık ki şu anda karşı karşıya olduğumuz durum budur.
- These are the really crucial and exciting questions which we face.
- Bunlar karşı karşıya olduğumuz gerçekten hayati ve heyecan verici sorulardır.
- Today I stand before the European Parliament to let you know that we have faced countless challenges.
- Bugün Avrupa Parlamentosunun huzurunda sayısız güçlükle karşı karşıya olduğumuzu bilmenizi isterim.
- Unemployment is the most serious problem facing our European national economies.
- İşsizlik, Avrupa ulusal ekonomilerimizin karşı karşıya olduğu en ciddi sorundur.
- Enlargement is the most important matter we are facing at this time.
- Genişleme şu anda karşı karşıya olduğumuz en önemli konudur.
- We all know that the European Union faces many sensitive issues in the coming months and years.
- Avrupa Birliği'nin önümüzdeki aylarda ve yıllarda pek çok hassas konuyla karşı karşıya olduğunu hepimiz biliyoruz.
- I should therefore like to say that we now face our hour of destiny when it comes to fish stocks.
- Bu nedenle, balık rezervleri söz konusu olduğunda artık kader anıyla karşı karşıya olduğumuzu söylemek isterim.
- This perhaps is the greatest challenge we face as a Community.
- Bu belki de Topluluk olarak karşı karşıya olduğumuz en büyük zorluktur.
- The programme that was proposed to us today meets the challenges facing us.
- Bugün bize önerilen program karşı karşıya olduğumuz güçlükleri karşılamaktadır.
- The real challenge facing us is how to solve this problem.
- Karşı karşıya olduğumuz asıl zorluk, bu sorunun nasıl çözüleceğidir.
- The real challenge faced by the farming industry is to become more competitive and closer to the consumer.
- Tarım sektörünün karşı karşıya olduğu asıl zorluk daha rekabetçi ve tüketiciye daha yakın olmaktır.
- That is the truth of the situation we face.
- Karşı karşıya olduğumuz durumun gerçeği budur.
- The conflicts we are facing today are conflicts where the civil population is not detached from the conflict.
- Bugün karşı karşıya olduğumuz çatışmalar, sivil halkın çatışmadan kopuk olmadığı çatışmalardır.
- As has already been said, this is one of the major issues facing the European Union.
- Daha önce de ifade edildiği üzere bu, Avrupa Birliği'nin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biridir.
- I should therefore like to say that we now face our hour of destiny when it comes to fish stocks.
- Bu nedenle, balık rezervleri söz konusu olduğunda artık kader anımızla karşı karşıya olduğumuzu söylemek isterim.
- This is the pressing issue we now face.
- Şu anda karşı karşıya olduğumuz acil sorun budur.
- The Napolitano report addresses one of the most controversial issues facing the Convention.
- Napolitano raporu, Kurultay'ın karşı karşıya olduğu en tartışmalı konulardan birini ele almaktadır.
- There are serious challenges facing the European Union in the field of justice and home affairs.
- Avrupa Birliği'nin adalet ve içişleri alanında karşı karşıya olduğu ciddi zorluklar vardır.
- We had better get used to the idea that a permanent transfer is part of the challenge facing us.
- Kalıcı bir transferin karşı karşıya olduğumuz zorluğun bir parçası olduğu fikrine alışsak iyi olur.
- It depends upon ourselves, however, and upon how we deal with the challenge now facing us.
- Ancak bu, kendimize ve şu anda karşı karşıya olduğumuz meydan okumayla nasıl başa çıkacağımıza bağlıdır.
- He has looked at creating solutions to the problems that we now face.
- Şu anda karşı karşıya olduğumuz sorunlara çözüm üretmeye çalışmıştır.
- These are the true choices we are facing, whether we like them or not.
- Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, karşı karşıya olduğumuz gerçek seçimler bunlardır.
- In my explanatory statement I underline the seriousness of these impacts that we face.
- Açıklayıcı beyanımda, karşı karşıya olduğumuz bu etkilerin ciddiyetinin altını çiziyorum.
- I will therefore comment on these two issues, bearing in mind the restrictions we are faced with at the moment.
- Bu nedenle, şu anda karşı karşıya olduğumuz kısıtlamaları göz önünde bulundurarak bu iki konu hakkında yorum yapacağım.
- The problem facing me is whether they are admissible or not.
- Benim karşı karşıya olduğum sorun, bunların kabul edilebilir olup olmadığıdır.
- In my explanatory statement I underline the seriousness of these impacts that we face.
- Açıklayıcı beyanımda karşı karşıya olduğumuz bu etkilerin ciddiyetinin altını çiziyorum.
- It is important for me to again emphasise, in conclusion, that the agriculture budget faces attack on two fronts.
- Sonuç olarak, tarım bütçesinin iki cepheden gelen saldırılarla karşı karşıya olduğunu bir kez daha vurgulamak isterim.
- Drug use is increasing along with the other problems facing modern society.
- Uyuşturucu kullanımı, modern toplumun karşı karşıya olduğu diğer sorunlarla birlikte artmaktadır.
- She has identified unemployment as one of the most serious economic and social problems faced by the European Union.
- İşsizliği Avrupa Birliği'nin karşı karşıya olduğu en ciddi ekonomik ve sosyal sorunlardan biri olarak tanımlamıştır.
- We are all aware of the current difficulties faced by farmers.
- Çiftçilerin karşı karşıya olduğu mevcut zorlukların hepimiz farkındayız.
- This is the core of the challenges we now face.
- Şu anda karşı karşıya olduğumuz zorlukların özü budur.
- Europe could be broken by the crisis now facing the world.
- Avrupa şu anda dünyanın karşı karşıya olduğu krizden etkilenebilir.
- I would like to say to them that we are faced with a critical choice.
- Onlara kritik bir seçimle karşı karşıya olduğumuzu söylemek isterim.
- Meeting the demographic challenge is one of the main problems facing the countries of Europe.
- Demografik zorlukların üstesinden gelmek Avrupa ülkelerinin karşı karşıya olduğu temel sorunlardan biridir.
- That is the reality of one European labour market, and that is the problem facing us.
- Bu, bir Avrupa işgücü piyasasının gerçekliğidir ve karşı karşıya olduğumuz sorun da budur.
- Today I stand before the European Parliament to let you know that we have faced countless challenges.
- Bugün Avrupa Parlamentosu'nun huzurunda sayısız güçlükle karşı karşıya olduğumuzu bilmenizi isterim.
- But this also means that the Commission faces an immense challenge.
- Ancak bu aynı zamanda Komisyon'un büyük bir zorlukla karşı karşıya olduğu anlamına da gelmektedir.
- Such a misconception is indicative of a general problem which, in my view, we are facing in our committee.
- Böyle bir yanılgı, bana göre komitemizde karşı karşıya olduğumuz genel bir sorunun göstergesidir.
- The second obvious fact is that Côte d'Ivoire is in not facing a civil war.
- İkinci açık gerçek ise Fildişi Sahili'nin bir iç savaşla karşı karşıya olmadığıdır.
- That is the situation we face.
- Karşı karşıya olduğumuz durum da budur.
- The challenges facing the EU constitute a decidedly uphill task.
- AB'nin karşı karşıya olduğu güçlükler kesinlikle çetin bir görev teşkil etmektedir.
- These priorities do not mean that we do not face problems and dangers.
- Bu öncelikler sorun ve tehlikelerle karşı karşıya olmadığımız anlamına gelmiyor.
- We need to all join forces and examine the problems facing us.
- Hepimiz güçlerimizi birleştirmeli ve karşı karşıya olduğumuz sorunları incelemeliyiz.
- Were these communities informed of the risks that they faced?
- Bu topluluklar karşı karşıya oldukları riskler konusunda bilgilendirildi mi?
- We have to be clear what we are facing.
- Neyle karşı karşıya olduğumuz konusunda net olmalıyız.
- This is one of the problems we are facing.
- Karşı karşıya olduğumuz sorunlardan biri de budur.
- This is, of course, the challenge we are facing.
- Elbette karşı karşıya olduğumuz zorluk budur.
- The threat we are facing does not, however, come from something we can fight using military hardware.
- Ancak karşı karşıya olduğumuz tehdit, askeri donanım kullanarak mücadele edebileceğimiz bir tehdit değildir.
- That, rather than austerity alone, is the challenge that Europe faces.
- Avrupa'nın karşı karşıya olduğu zorluk, tek başına kemer sıkma politikalarından ziyade budur.
- I am also worried about the welfare of vulnerable sea areas and the environmental risks they face.
- Hassas deniz alanlarının refahı ve karşı karşıya oldukları çevresel riskler konusunda da endişeliyim.
- I would like to stress that we are not facing a war between different civilisations.
- Farklı medeniyetler arasında bir savaşla karşı karşıya olmadığımızı vurgulamak isterim.
- That is the challenge facing you.
- Sizin karşı karşıya olduğunuz zorluk budur.
- That is the problem we are facing.
- İşte karşı karşıya olduğumuz sorun bu.
- That is the problem we face.
- Bizim karşı karşıya olduğumuz sorun da budur.
- Your speech also correctly got to the dilemma that we face.
- Konuşmanız aynı zamanda karşı karşıya olduğumuz ikilemi de doğru bir şekilde ortaya koydu.
- After all, enlargement is clearly the major issue facing Europe today.
- Ne de olsa genişleme bugün Avrupa'nın karşı karşıya olduğu en önemli meseledir.
- We know that terrorism is one of the most terrible challenges facing our societies.
- Terörizmin toplumlarımızın karşı karşıya olduğu en korkunç sorunlardan biri olduğunu biliyoruz.
- Europe has to be driven by the moral imperatives which we face.
- Avrupa, karşı karşıya olduğumuz ahlaki zorunluluklar tarafından yönlendirilmelidir.
- Most of the problems the sector faces are linked to agricultural alcohol and not so much to synthetic alcohol.
- Sektörün karşı karşıya olduğu sorunların çoğu tarımsal alkolle bağlantılı olup sentetik alkolle pek bağlantılı değildir.
- Furthermore, I would remind you again that we are facing the serious problem of town and country planning.
- Ayrıca ciddi bir şehir ve ülke planlaması sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu tekrar hatırlatmak isterim.
- Peace and development in the areas of the world facing crisis are also what we must strive for.
- Dünyanın krizle karşı karşıya olan bölgelerinde barış ve kalkınma için de çaba göstermeliyiz.
- We are all familiar with the enormous problems that we face.
- Karşı karşıya olduğumuz devasa sorunları hepimiz biliyoruz.
- The scale of the tragedy we are facing is as yet unknown.
- Karşı karşıya olduğumuz trajedinin boyutu henüz bilinmemektedir.
- That is the difficulty that faces the industry.
- Sektörün karşı karşıya olduğu zorluk budur.
- Let us hope that the Convention helps us to resolve this problem which we are all facing.
- Umalım ki Sözleşme hepimizin karşı karşıya olduğu bu sorunun çözümüne yardımcı olsun.
- These are the true choices we are facing, whether we like them or not.
- Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, karşı karşıya olduğumuz gerçek seçenekler bunlardır.
- That leads to my third remark on what now faces us.
- Bu da şu anda karşı karşıya olduğumuz durumla ilgili üçüncü sözüme yol açıyor.
- The problem facing us now is that we cannot protect organic seed.
- Şu anda karşı karşıya olduğumuz sorun, organik tohumu koruyamamamızdır.
- The major issue facing democratic leaders is how to respond to this latest atrocity.
- Demokratik liderlerin karşı karşıya olduğu en önemli sorun, bu son vahşete nasıl yanıt verileceğidir.
- That is the paradox we face today.
- Bugün karşı karşıya olduğumuz paradoks budur.
- Many of the additional problems that enlargement is, unfortunately, facing today stem from this error of timing.
- Genişlemenin bugün karşı karşıya olduğu ilave sorunların birçoğu maalesef bu zamanlama hatasından kaynaklanmaktadır.
- The problems we face at the moment are acute.
- Şu anda karşı karşıya olduğumuz sorunlar çok ciddi.
- This is a fact of life and it is not the biggest problem we are facing.
- Bu hayatın bir gerçeği ve karşı karşıya olduğumuz en büyük sorun da bu değil.
- Fighting unemployment through economic growth is the greatest challenge facing Europe.
- Ekonomik büyüme yoluyla işsizlikle mücadele etmek Avrupa'nın karşı karşıya olduğu en büyük zorluktur.
- The real challenge faced by the farming industry is to become more competitive and closer to the consumer.
- Tarım sektörünün karşı karşıya olduğu asıl zorluk, daha rekabetçi ve tüketiciye daha yakın olma çabasıdır.
- The Laeken Declaration rightly refers to the twin challenges facing the Union.
- Laeken Deklarasyonu haklı olarak Birliğin karşı karşıya olduğu ikiz zorluklara atıfta bulunmaktadır.
- We do not therefore know what situation we are facing.
- Dolayısıyla nasıl bir durumla karşı karşıya olduğumuzu bilmiyoruz.
- Our ambitions should reflect the scale of the challenges we face.
- Hedeflerimiz, karşı karşıya olduğumuz zorlukların ölçeğini yansıtmalıdır.
- It is sadly only a recognition of the very great difficulties that Wales faces.
- Ne yazık ki bu, Galler'in karşı karşıya olduğu çok büyük zorlukların sadece bir kabulüdür.
- It is obvious the new president faces big challenges.
- Yeni başkanın büyük zorluklarla karşı karşıya olduğu açık.
- It is obvious the new president faces big challenges.
- Yeni başkanın büyük zorluklarla karşı karşıya olduğu aşikâr.
- This is a human being facing a life sentence.
- Bu, ömür boyu hapis cezasıyla karşı karşıya olan bir insan.
- You must know you're faced with a crisis.
- Bir krizle karşı karşıya olduğunuzu bilmelisiniz.
- It is one of the most serious problems facing this country.
- Bu ülkenin karşı karşıya olduğu en ciddi sorunlardan biri.
- You must know you're faced with a crisis.
- Bir krizle karşı karşıya olduğunu bilmelisin.
- Climate change is the biggest threat that we face.
- İklim değişikliği, karşı karşıya olduğumuz en büyük tehdittir.
- This is one of the most serious problems facing this country.
- Bu ülkenin karşı karşıya olduğu en ciddi sorunlardan biri bu.
- Climate change is the biggest threat that we face.
- İklim değişikliği karşı karşıya olduğumuz en büyük tehdittir.
- That is one of the most serious problems facing this country.
- Bu ülkenin karşı karşıya olduğu en ciddi sorunlardan biri bu.
- Global climate change is one of the greatest threats facing humanity.
- Küresel iklim değişikliği insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük tehditlerden biri.
- I'm well aware of the problems we face.
- Karşı karşıya olduğumuz sorunların farkındayım.
Show More (93)
|
3 |
face |
yüzleşmek |
v. |
|
- We must now prove that we are prepared to face the challenge.
- Şimdi bu zorlukla yüzleşmeye hazır olduğumuzu kanıtlamalıyız.
- The European Union must now face its responsibilities in this matter.
- Avrupa Birliği şimdi bu konudaki sorumluluklarıyla yüzleşmelidir.
- If they do not cooperate, they will have to face other means being used to make them do so.
- İşbirliği yapmazlarsa, bunu yapmalarını sağlamak için kullanılan diğer araçlarla yüzleşmek zorunda kalacaklar.
- These are matters that must be faced, they cannot be swept away.
- Bunlar yüzleşilmesi gereken konulardır, bir kenara atılamazlar.
- There are a number of challenges which the Union must face and which must include the following.
- Birliğin yüzleşmesi gereken ve aşağıdakileri de içeren bir dizi zorluk vardır.
- Why are we not facing the battle?
- Neden savaşla yüzleşmiyoruz?
- Let us face reality and base our decisions on scientific considerations.
- Gerçeklerle yüzleşelim ve kararlarımızı bilimsel değerlendirmelere dayandıralım.
- To reverse this destructive tendency is a bold challenge, admittedly, but it is one we are prepared to face.
- Bu yıkıcı eğilimi tersine çevirmek kuşkusuz cesur bir meydan okumadır, ancak biz bununla yüzleşmeye hazırız.
- So, we must once again look beyond the words and face reality.
- Yani bir kez daha sözlerin ötesine bakmalı ve gerçeklerle yüzleşmeliyiz.
- That is a political criticism we have to face.
- Bu yüzleşmemiz gereken siyasi bir eleştiri.
- There are only a few years left before enlargement, and it is high time that we began to face that reality head on.
- Genişlemeye sadece birkaç yıl kaldı ve bu gerçekle yüzleşmenin tam zamanı.
- Thus we have to continue the dialogue and face the challenge.
- Bu nedenle diyaloğa devam etmeli ve zorluklarla yüzleşmeliyiz.
- Everybody must face their responsibilities, and you have responsibility in relation to an entirely constitutional issue.
- Herkes sorumluluklarıyla yüzleşmeli ve sizin de tamamen anayasal bir meseleyle ilgili sorumluluğunuz var.
- We must work just as hard as in the past and face future challenges together.
- Geçmişte olduğu gibi sıkı çalışmalı ve gelecekteki zorluklarla birlikte yüzleşmeliyiz.
- These are matters that must be faced, they cannot be swept away.
- Bunlar yüzleşilmesi gereken meseleler, bir kenara atılamazlar.
- It is time we stopped this state of denial and faced reality.
- Bu inkâr durumunu bırakıp gerçeklerle yüzleşmenin zamanı geldi.
- We must, though, face reality.
- Yine de gerçeklerle yüzleşmeliyiz.
- If they do not cooperate, they will have to face other means being used to make them do so.
- İşbirliği yapmazlarsa, işbirliği yapmalarını sağlamak için kullanılan başka araçlarla yüzleşmek zorunda kalacaklar.
- The Commission has to face this.
- Komisyon bununla yüzleşmelidir.
- Those are the problems we have to face.
- Bunlar yüzleşmemiz gereken sorunlar.
- We must be ready to welcome into the Commission our colleagues from the new Member States and to face new challenges.
- Yeni Üye Devletlerden gelen meslektaşlarımızı Komisyon'da ağırlamaya ve yeni zorluklarla yüzleşmeye hazır olmalıyız.
- So, we must once again look beyond the words and face reality.
- Bu nedenle bir kez daha sözlerin ötesine bakmalı ve gerçeklerle yüzleşmeliyiz.
- It is best to face these things so you can make plans.
- En iyisi bunlarla yüzleşmek ki planlar yapabilesiniz.
- Tom doesn't have to face it alone.
- Tom bununla tek başına yüzleşmek zorunda değil.
- You should face reality.
- Gerçeklerle yüzleşmelisiniz.
- If you want freedom, you'll have to face your parents.
- Eğer özgürlük istiyorsan, ebeveynlerinle yüzleşmek zorunda kalacaksın.
- You should face reality.
- Gerçekle yüzleşmelisin.
- You're grown up enough to face your own problems.
- Kendi sorunlarınla yüzleşecek kadar büyüdün.
- I just have to face the music.
- Yaptıklarımın sonuçlarıyla yüzleşmek zorundayım.
- Tom turned around and faced Mary.
- Tom arkasını döndü ve Mary ile yüzleşti.
- We'll face that problem when we come to it.
- Bu sorunla yeri geldiğinde yüzleşeceğiz.
- I don't want to face that alone.
- Bununla tek başıma yüzleşmek istemiyorum.
- Layla will face her Lord and get questioned for not wearing the hijab.
- Leyla Rabbiyle yüzleşecek ve başörtüsü takmadığı için sorgulanacak.
- It's time you faced reality.
- Gerçeklerle yüzleşmenin zamanı geldi.
- Face your past!
- Geçmişinle yüzleş!
- He was ready to face his fate.
- O, kaderiyle yüzleşmeye hazırdı.
- They were forced to face the future.
- Onlar gelecekle yüzleşmek zorunda kaldılar.
- This is something I must face alone.
- Bununla tek başıma yüzleşmeliyim.
- Tom said he was ready to face a tough challenge.
- Tom zorlu bir mücadeleyle yüzleşmeye hazır olduğunu söyledi.
- You ought to face the stark reality.
- Sert gerçeklerle yüzleşmelisin.
- I don't want to face that alone.
- Onunla yalnız yüzleşmek istemiyorum.
- She was ready to face her fate.
- Kaderiyle yüzleşmeye hazırdı.
- I couldn't leave you alone to face the danger by yourself.
- Tehlikeyle tek başına yüzleşmen için seni yalnız bırakamazdım.
- Tomorrow, we will face the enemies.
- Yarın düşmanlarla yüzleşeceğiz.
- He had to face the music.
- Müzikle yüzleşmek zorunda kaldı.
- They all turned to face him.
- Onların hepsi onunla yüzleşmek için döndü.
- Let's face reality.
- Gerçekle yüzleşelim.
- They all turned to face him.
- Hepsi onunla yüzleşmek için döndü.
- Don't run away from consequences, don't fear them; face them.
- Sonuçlardan kaçmayın, onlardan korkmayın; onlarla yüzleşin.
- I can't wait to face him.
- Onunla yüzleşmek için sabırsızlanıyorum.
- The problem had to be faced.
- Sorunla yüzleşmek gerekiyordu.
- Let's face reality.
- Gerçeklerle yüzleşelim.
- You taught me always to face my fears, Tom.
- Bana her zaman korkularımla yüzleşmeyi öğrettin, Tom.
- Layla will face her Lord and get questioned for not wearing the hijab.
- Leyla tanrısıyla yüzleşecek ve tesettüre girmediği için sorguya çekilecek.
- Most people are rather afraid of facing their mistakes, than of making mistakes.
- İnsanların çoğu, hata yapmaktan çok, yaptıkları hatayla yüzleşmekten korkar.
- She was ready to face her fate.
- O, kaderi ile yüzleşmeye hazırdı.
- Let's face the reality!
- Gerçeklikle yüzleşelim!
- It is not always easy to face reality.
- Gerçekle yüzleşmek her zaman kolay değildir.
- He was ready to face his fate.
- Kaderiyle yüzleşmeye hazırdı.
- You need to face reality.
- Gerçeklerle yüzleşmelisin.
- I haven't been able to face Tom.
- Tom'la yüzleşemedim.
- You need to face reality.
- Gerçekle yüzleşmen gerekiyor.
- I faced the champion.
- Şampiyonla yüzleştim.
- I can't face such a daunting task.
- Böyle göz korkutucu bir görevle yüzleşemem.
- It is not always easy to face reality.
- Gerçeklerle yüzleşmek her zaman kolay değildir.
- They were forced to face the future.
- Gelecekle yüzleşmek zorunda kaldılar.
- You're grown up enough to face your own problems.
- Kendi sorunlarınızla yüzleşecek kadar büyümüşsünüzdür.
- Most people are rather afraid of facing their mistakes, than of making mistakes.
- Çoğu insan hata yapmaktan çok hatalarıyla yüzleşmekten korkar.
- This is something I must face alone.
- Bu tek başıma yüzleşmem gereken bir şey.
- You don't expect me to face Tom alone, do you?
- Tom'la tek başıma yüzleşmemi beklemiyorsun, değil mi?
Show More (67)
|
4 |
face |
surat |
n. |
|
- I experience this as a slap in the face of the Commission and Parliament.
- Bunu Komisyon ve Parlamento'nun suratına atılmış bir tokat olarak görüyorum.
- It's been hard enough for me to help him overcome your accusations without seeing your face.
- Suratını görmeden suçlamalarınızın üstesinden gelmesine yardım etmek benim için yeterince zor oldu.
- His nasty face doesn't scare me even a bit.
- Onun çirkin suratı beni hiç korkutmuyor.
- Tom punched me in the face.
- Tom suratıma yumruk attı.
- Tom got punched in the face.
- Tom suratına yumruk yedi.
- Tom threw a pie in Mary's face.
- Tom, Mary'nin suratına turta fırlattı.
- Stop making that duck face!
- O ördek suratını yapmayı bırak!
- He's keeping a straight face.
- Suratını asmıyor.
- Tom saw a person with a scary looking face today.
- Tom bugün korkunç suratlı birini gördü.
- I wanted to punch him in the face.
- Ben suratına yumruk atmak istedim.
- Why do we touch our face?
- Neden suratımıza dokunuyoruz?
- Tom slammed the door in my face.
- Tom kapıyı suratıma çarptı.
- Didn't you see Tom's face?
- Tom'un suratını görmediniz mi?
- Tom kicked him in the face.
- Tom onun suratına tekme attı.
- He laughed in my face.
- O benim suratıma karşı güldü.
- She told the joke with a completely straight face.
- Fıkrayı tamamen ifadesiz bir suratla anlattı.
- Sami was making funny faces.
- Sami komik suratlar yapıyordu.
- Don't make faces.
- Surat yapma.
- Tom made a funny face.
- Tom komik bir surat yaptı.
- The clown made a funny face.
- Palyaço komik bir surat yaptı.
- When pimple face uses the bathroom, it takes him at least two hours!
- Sivilceli surat tuvalete gittiğinde en az iki saat sürüyor!
- Tom is trying to keep a straight face.
- Tom suratını asmamaya çalışıyor.
- Her bad face doesn't scare me even a bit.
- Onun çirkin suratı beni hiç korkutmuyor.
- Stop making those faces.
- Surat yapmayı kes.
- Tom shut the door in Mary's face.
- Tom kapıyı Mary'nin suratına kapattı.
- Don't touch your face.
- Suratınıza dokunmayın.
- She told the joke with a completely straight face.
- Fıkrayı tamamen donuk bir suratla anlattı.
- Sami messaged Layla a sad face.
- Sami Layla'ya üzgün bir suratla mesaj attı.
- Tom couldn't keep a straight face.
- Tom suratını asamadı.
- Tom pulled a long face when he heard the story.
- Tom, hikayeyi duyduğunda suratını astı.
- He lied to my face.
- Suratıma baka baka yalan söyledi.
- She made faces at that woman.
- O kadına surat yaptı.
- Tom is making faces at me.
- Tom bana surat yapıyor.
- Tom slammed the door in Mary's face.
- Tom kapıyı Mary'nin suratına çarptı.
- Stop making that duck face!
- Şu ördek suratını yapmayı kes!
- If you talk to me that way again, I'm going to smash your face in.
- Bir daha benimle bu şekilde konuşursan, suratını dağıtırım.
- If he makes that face it's because he's nervous.
- O surat asıyorsa, bu sinirli olduğundan dolayıdır.
- Tom pulled a long face when he heard the story.
- Tom, hikayeyi duyunca suratını astı.
- Why the long face?
- Neden suratın asık?
- Tom kicked him in the face.
- Tom onun suratını tekmeledi.
- I slapped his face.
- Suratına tokat attım.
- Why the long face?
- Niçin suratın asık?
- I ought to punch him in the face.
- Onun suratına yumruk atmalıyım.
- I woke up with my cat's butt in my face.
- Kedimin kıçı suratıma dayanmış bir vaziyette uyandım.
- He punched her in the face.
- Suratına bir yumruk attı.
- Tom has a very punchable face.
- Tom'da tam yumrukluk bir surat var.
- I looked at my face in the mirror.
- Aynada suratıma baktım.
- I want to punch you in your face.
- Suratını yumruklamak istiyorum.
- She punched me in the face.
- O, suratıma yumruk attı.
- Tom has a very punchable face.
- Tom'un suratı tam yumrukluk.
- Tom kept a straight face.
- Tom suratını asmadı.
- I ought to punch him in the face.
- Suratına bir yumruk atmalıyım.
- Tom is making faces.
- Tom surat yapıyor.
- You stole my bike, and now I'm going to break your face.
- Bisikletimi çaldın ve şimdi suratını dağıtacağım.
- Tom's face turned red.
- Tom'un suratı kıpkırmızı oldu.
- Daddy, let's make faces at each other and see who can keep from laughing the longest.
- Baba, birbirimize surat yapalım ve bakalım kim daha uzun süre gülmeyecek.
- If I was Tom, I would've punched Mary in the face.
- Tom'un yerinde olsaydım, Mary'nin suratını yumruklardım.
- Stop making that face.
- Şu suratı yapmayı kes.
- In this line of work, if you make a grim face the customers won't come.
- Bu işte suratını asarsan müşteri gelmez.
- I can't read her poker face.
- Onun poker suratını okuyamıyorum.
- Tom's face haunts me.
- Tom'un suratı gözümün önünden gitmiyor.
- Mary sat on Tom's face.
- Mary Tom'un suratına oturdu.
- It was hard for Tom to keep a straight face.
- Tom'un suratını asmaması çok zordu.
Show More (60)
|
5 |
face |
bakmak |
v. |
|
- You cannot face both ways at the same time, no matter how hard you try.
- Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, aynı anda iki yöne birden bakamazsınız.
- We face a choice as we look towards the future.
- Geleceğe bakarken bir seçimle karşı karşıyayız.
- It must, on the other hand, turn the page on the past and resolutely face the future.
- Öte yandan geçmişe bir sayfa açmalı ve geleceğe kararlılıkla bakmalıdır.
- On the face of it, Islams ability to avoid this fate is astonishing, and demands careful analysis.
- Görünüşe bakılırsa, İslam'ın bu kaderden kaçınma yeteneği şaşırtıcıdır ve dikkatli bir tahlil yapılmasını gerektirir.
- The windows of my bedroom face the courtyard.
- Yatak odamın pencereleri avluya bakıyor.
- What direction does your house face?
- Evin hangi yöne bakıyor?
- The largest bedroom faces south.
- En büyük yatak odası güneye bakıyor.
- My house faces to the south.
- Evim güneye bakıyor.
- I'd like a room facing the ocean instead.
- Onun yerine okyanusa bakan bir oda istiyorum.
- Tom's study faces the backyard.
- Tom'un çalışma odası arka bahçeye bakıyor.
- My office faces Fifth Avenue.
- Ofisim Beşinci Cadde'ye bakıyor.
- Shizuoka, one of Japan's prefectures, faces the Pacific Ocean.
- Japonya'nın eyaletlerinden biri olan Shizuoka, Pasifik Okyanusu'na bakar.
- They have bought a house that faces south.
- Onlar güneye bakan bir ev satın aldılar.
- This hotel faces the sea.
- Bu otel denize bakıyor.
- Since my room faces south, it isn't so cold even in the winter.
- Odam güneye baktığı için kışın bile çok soğuk olmuyor.
- His study faces the park.
- Onun çalışma odası parka bakıyor.
- Turn around and face the wall.
- Arkanı dön ve duvara bak.
- Tom sat facing the door.
- Tom kapıya bakarak oturdu.
- My house faces to the south.
- Evim güneye bakar.
- I'd like a room facing the ocean instead.
- Bunun yerine okyanusa bakan bir oda istiyorum.
- They have bought a house that faces south.
- Güneye bakan bir ev aldılar.
- The windows of my bedroom face the courtyard.
- Yatak odamın pencereleri avluya bakar.
- My room faces east.
- Odam doğuya bakıyor.
- The half of the Moon facing the Sun is always lit.
- Ay'ın Güneş'e bakan yarısı her zaman aydınlıktır.
- The windows of my bedroom face the courtyard.
- Yatak odamın pencereleri iç bahçeye bakar.
- Nearly all siheyuans had their main buildings and gates facing south for better lighting, so a majority of hutongs run from east to west.
- Neredeyse tüm siheyuanların ana binaları ve kapıları daha iyi aydınlatma için güneye bakıyordu, bu nedenle hutongların çoğu doğudan batıya doğru uzanıyordu.
- My house faces the sea.
- Evim denize bakıyor.
- I'd like a room facing the garden.
- Bahçeye bakan bir oda istiyorum.
- My room faces the garden.
- Benim odam bahçeye bakıyor.
- My house faces south.
- Evim güneye bakıyor.
- Tom turned around to face Mary.
- Tom Mary'ye bakmak için geriye döndü.
- The girls are facing each other.
- Kızlar birbirlerine bakıyorlar.
- Our hotel faces the coast.
- Otelimiz kıyıya bakar.
- This hotel faces the sea.
- Bu otel denize bakmaktadır.
- My room faces the garden.
- Odam bahçeye bakar.
- My house faces the sea.
- Evim denize bakar.
- His study faces the park.
- Çalışma odası parka bakıyor.
- The two mirrors facing each other created a repeating image that went on to infinity.
- Birbirine bakan iki ayna sonsuza kadar tekrar eden bir görüntü oluşturdu.
- On the face of it, nothing could be more reasonable.
- Görünüşe bakılırsa, bundan daha mantıklı bir şey olamaz.
- The half of the Moon facing the Sun is always lit, but the lit side does not always face the Earth.
- Ay'ın Güneş'e bakan yarısı her zaman aydınlıktır, ancak aydınlık taraf her zaman Dünya'ya bakmaz.
- The two mirrors facing each other created a repeating image that went on to infinity.
- Birbirlerine bakan iki ayna, sonsuza kadar yinelenen bir görüntü yarattı.
- My house faces a busy street.
- Evim işlek bir caddeye bakmaktadır.
- My room faces south, which makes it sunny and very comfortable.
- Odam güneye bakar, bu da onu güneşli ve çok rahat yapıyor.
- Nearly all siheyuans had their main buildings and gates facing south for better lighting, so a majority of hutongs run from east to west.
- Neredeyse bütün siheuyanların ana binaları ve daha iyi aydınlatma için güneye bakan kapıları vardı.Bu yüzden hutongların bir çoğunluğu doğudan batıya doğru çalışırlar.
- My room faces east.
- Benim odam doğuya bakıyor.
- They all turned to face Tom.
- Onların hepsi Tom'a bakmak için döndü.
- My house faces a busy street.
- Evim işlek bir caddeye bakıyor.
- Our hotel faces the coast.
- Otelimiz sahile bakıyor.
- Are you lying straight to my face?
- Gözümün içine baka baka yalan mı söylüyorsun?
Show More (46)
|
6 |
face |
itibar |
n. |
|
- Criticism should never cause the recipient to lose face, inner dignity, or self-respect.
- Eleştiri hiçbir zaman muhatabın itibarını, iç saygınlığını ya da öz saygısını kaybetmesine neden olmamalıdır.
- England doesn't want a war but doesn't want to lose face.
- İngiltere savaş istemiyor ama itibarını da kaybetmek istemiyor.
- I feel very wronged but also lose face.
- Kendimi çok haksızlığa uğramış hissediyorum ama aynı zamanda itibarımı da kaybediyorum.
- Such rumours made Liu Yuancheng significantly lose face within the noble families.
- Bu tür söylentiler Liu Yuancheng'in soylu aileler nezdinde itibarını önemli ölçüde kaybetmesine neden oldu.
- He made a farcical attempt to save face during the fallout of his sex scandal.
- Seks skandalı patlak verdiğinde itibarını kurtarmak için saçma bir girişimde bulundu.
- Tom tried his best to cover his tracks so he could save face.
- Tom itibarını kurtarabilmek adına izini kaybettirmek için elinden geleni yaptı.
Show More (3)
|
7 |
face |
karşı karşıya gelmek |
v. |
|
- When he was faced with the evidence, he had to admit that he was guilty.
- O delil ile karşı karşıya geldiğinde, suçlu olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı.
- I faced the champion.
- Ben şampiyonla karşı karşıya geldim.
- The boy and his uncle faced each other across the table.
- Çocuk ve amcası masada birbirleriyle karşı karşıya geldi.
- The boy and his uncle faced each other across the table.
- Çocuk ve amcası masanın karşısında karşı karşıya geldiler.
- Tom didn't face serious opposition.
- Tom ciddi bir muhalefetle karşı karşıya gelmedi.
Show More (2)
|
8 |
face |
çehre |
n. |
|
- The struggles for power and for the social face of Europe have now really broken out.
- İktidar ve Avrupa'nın sosyal çehresi için verilen mücadeleler artık gerçekten çığırından çıkmıştır.
- So there will soon be a Convention which is supposed to give a democratic face to an enforced federal Europe.
- Dolayısıyla yakında federal Avrupa'ya demokratik bir çehre kazandırması beklenen bir Kongre yapılacak.
- Galileo's discoveries forever changed the face of astronomy.
- Galileo'nun keşifleri astronominin çehresini sonsuza dek değiştirdi.
- If Cleopatra's nose had been shorter, the whole face of the world would have been changed.
- Kleopatra'nın burnu daha kısa olsaydı, dünyanın tüm çehresi değişirdi.
Show More (1)
|
9 |
face |
yüz yüze gelmek |
v. |
|
- One is born one and, from that moment, one faces a huge number of obstacles which would not be there if one were a man.
- Kişi bir kez doğar, ve o andan itibaren, erkek olsaydı hiç var olmayacak olan çok sayıda engelle yüz yüze gelir.
- You ought to face the stark reality.
- Yalın gerçeklikle yüz yüze gelmelisin.
- Tomorrow, we will face the enemies.
- Yarın düşmanla yüz yüze geleceğiz.
- I'm never going to be able to face Tom again.
- Tom'la tekrar yüz yüze gelemeyeceğim.
Show More (1)
|
10 |
face |
sima |
n. |
|
- They're saying, you have a French face.
- Sende Fransız siması var diyorlar.
- Tom, one of the notable faces of Boston society, also attended the event.
- Etkinliğe Boston cemiyet hayatının tanınmış simalarından Tom da katıldı.
- Tom saw many familiar faces.
- Tom birçok tanıdık sima gördü.
- Tom, one of the notable faces of Boston society, also attended the event.
- Boston sosyetesinin önemli simalarından biri olan Tom da etkinliğe katıldı.
Show More (1)
|
11 |
face |
yüz ifadesi |
n. |
|
- From the look on his face, he is in a bad mood now.
- Yüzündeki ifadeye bakılırsa, şu anda kötü bir ruh hali içinde.
- How did you manage to keep a straight face?
- Yüz ifadeni korumayı nasıl başardın?
- He came out with an angry face.
- Öfkeli bir yüz ifadesiyle dışarı çıktı.
- Put on a happy face.
- Mutlu bir yüz ifadesi takın.
Show More (1)
|
12 |
face |
görünüş |
n. |
|
- This report is on the face of it well-intentioned and recognises the need for ACP countries to export their goods.
- Bu rapor görünüşte iyi niyetlidir ve ACP ülkelerinin mallarını ihraç etme ihtiyacını kabul etmektedir.
- On the face of it, Islams ability to avoid this fate is astonishing, and demands careful analysis.
- Görünüşte İslam'ın bu kaderden kaçınma yeteneği hayret vericidir ve dikkatli bir tahlil gerektirmektedir.
- Nothing could be more reasonable, on the face of it.
- Görünüşe göre, bundan daha mantıklı bir şey olamazdı.
Show More (0)
|
13 |
face |
üst |
n. |
|
- Tom fell over and landed flat on his face.
- Tom düştü ve yüz üstü yere çakıldı.
- Tom tripped and fell flat on his face in the snow.
- Tom tökezledi ve karda yüz üstü kapaklandı.
- I slept lying on my face.
- Yüz üstü uzanarak uyudum.
Show More (0)
|
14 |
face |
dış görünüş |
n. |
|
- Nothing could be more reasonable, on the face of it.
- Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- On the face of it, nothing could be more reasonable.
- Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
Show More (-1)
|
15 |
face |
yönelmek |
v. |
|
- Muslims always pray facing toward Mecca.
- Müslümanlar her zaman Mekke'ye doğru yönelerek dua ederler.
Show More (-2)
|
16 |
face |
alın |
n. |
|
- He wiped the sweat off his face.
- Teri alnından sildi.
Show More (-2)
|
17 |
face |
kaplamak |
v. |
|
- Her face is covered with pimples.
- Onun yüzü sivilceler ile kaplıdır.
Show More (-2)
|
18 |
face |
yüzey |
n. |
|
- How many vertices and faces does a pentagonal prism have?
- Bir beşgen prizmanın kaç köşesi ve yüzeyi vardır?
Show More (-2)
|