|
- I congratulate the Greek Presidency most sincerely for having shown that this is completely false.
- Bunun tamamen yanlış olduğunu gösterdiği için Yunanistan Dönem Başkanlığını en içten dileklerimle kutluyorum.
- This is a grossly false accusation displaying a regrettable prejudice against the work of the Convention.
- Bu, Sözleşme'nin çalışmalarına karşı üzüntü verici bir önyargı sergileyen son derece yanlış bir suçlamadır.
- I should also like to add that what the question says is false in certain respects.
- Ayrıca soruda söylenenlerin bazı açılardan yanlış olduğunu da eklemek isterim.
- I should also like to add that what the question says is false in certain respects.
- Şunu da eklemek isterim ki soruda ifade edilenler bazı açılardan yanlıştır.
- I hope that neither you nor the European Commission will be given false information.
- Umarım ne size ne de Avrupa Komisyonu'na yanlış bilgi verilmez.
- We cannot take practical decisions based on false information and distorted realities.
- Yanlış bilgilere ve çarpıtılmış gerçeklere dayanarak pratik kararlar alamayız.
- We have an entirely legitimate expectation, however, that no false information is put into circulation.
- Bununla birlikte hiçbir yanlış bilginin dolaşıma sokulmaması konusunda tamamen meşru bir beklentimiz var.
- In any event I believe that it is a false problem.
- Her halükarda bunun yanlış bir sorun olduğuna inanıyorum.
- Such a thing would surely be false.
- Böyle bir şey kesinlikle yanlış olur.
- Last month in a show trial, he was sentenced to six months' imprisonment for spreading false information.
- Geçtiğimiz ay göstermelik bir duruşmada, yanlış bilgi yaymaktan altı ay hapis cezasına çarptırıldı.
- This is a false distinction.
- Bu yanlış bir ayrım.
- We have an entirely legitimate expectation, however, that no false information is put into circulation.
- Bununla birlikte, hiçbir yanlış bilginin dolaşıma sokulmaması konusunda tamamen meşru bir beklentimiz var.
- This is a false debate whose aim is purely political, and has no basis or technical viability.
- Bu, amacı tamamen siyasi olan yanlış bir tartışmadır ve hiçbir temeli ya da teknik uygulanabilirliği yoktur.
- This is where harmonisation is false, costing a lot of money and calling for unnecessary effort.
- Uyumlaştırmanın yanlış olduğu, çok paraya mal olduğu ve gereksiz çaba gerektirdiği yer burasıdır.
- We should not arouse false expectations.
- Yanlış beklentiler uyandırmamalıyız.
- From what I saw in the Maltese referendum the prospectus that is being sold is quite false.
- Malta referandumunda gördüğüm kadarıyla satılan prospektüs oldukça yanlış.
- Rath drove the anxious citizen to action with false arguments, no less.
- Rath, endişeli vatandaşı yanlış argümanlarla harekete geçirdi, daha az değil.
- This argument is utterly false.
- Bu argüman tamamen yanlıştır.
- Balance sheets are being falsified, funds embezzled, and false information deftly fed to the public.
- Bilançolar tahrif ediliyor, fonlar zimmete geçiriliyor ve kamuoyuna ustalıkla yanlış bilgiler veriliyor.
- In any event, I believe that it is a false problem.
- Her halükarda bunun yanlış bir sorun olduğuna inanıyorum.
- Such an assumption is not only fatal, but also false.
- Böyle bir varsayım sadece ölümcül değil, aynı zamanda yanlıştır.
- None of us should entertain any false notions.
- Hiçbirimiz yanlış bir düşünceye kapılmamalıyız.
- But the solution is not supranational integration of immigration policy based on false priorities.
- Ancak çözüm, göç politikasının yanlış önceliklere dayalı uluslarüstü entegrasyonu değildir.
- A vessel runs aground if its crew has a false perception of the seabed.
- Bir gemi, mürettebatının deniz tabanını yanlış algılaması durumunda karaya oturur.
- It is solidarity aid on the part of the European Union and we should not raise false hopes.
- Bu Avrupa Birliği'nin dayanışma yardımıdır ve yanlış umutlar yaratmamalıyız.
- They have been given a false prospectus.
- Onlara yanlış bir prospektüs verildi.
- We cannot awaken any false hopes here.
- Burada herhangi bir yanlış umut uyandıramayız.
- As a corollary, there will be safeguards for officials who are the subject of false allegations.
- Sonuç olarak, yanlış iddialara maruz kalan yetkililer için güvenceler olacaktır.
- You simply have to study the content of the amendments tabled to see that this statement is false.
- Bu ifadenin yanlış olduğunu görmek için verilen değişiklik önergelerinin içeriğini incelemeniz yeterlidir.
- That would mean our becoming unclear and sending out false signals.
- Bu bizim belirsizleşmemiz ve yanlış sinyaller göndermemiz anlamına gelecektir.
- Is this claim true or false?
- Bu iddia doğru mu yanlış mı?
- He's spreading false rumors.
- O yanlış söylentiler yayıyor.
- If that's false, she's a liar.
- Eğer bu yanlışsa, o bir yalancıdır.
- It's absolutely false.
- O kesinlikle yanlış.
- That is a false dichotomy.
- Bu yanlış bir ikilem.
- It is a false premise.
- O yanlış bir önermedir.
- That's just false.
- Bu sadece yanlış.
- The news turned out false.
- Haber yanlış çıktı.
- The report turned out to be false.
- Raporun yanlış olduğu ortaya çıktı.
- It turned out that the rumor was false.
- Söylentinin yanlış olduğu ortaya çıktı.
- Whoever said so, it is false.
- Kim öyle dediyse yanlış.
- Where there are Muslims, there is oil; the opposite statement is false.
- Müslümanların olduğu yerde petrol vardır; aksi olan ifade ise yanlıştır.
- The charges were false.
- Suçlamalar yanlıştı.
- Tom's accusations are false.
- Tom'un suçlamaları yanlış.
- What he says is false.
- Söyledikleri yanlış.
- He's spreading false rumors.
- Yanlış söylentiler yayıyor.
- The next sentence is false.
- Bir sonraki cümle yanlış.
- The main idea of the book relied on a false premise.
- Kitabın ana fikri yanlış bir öncüle dayanıyordu.
- The papers contained false information.
- Belgeler yanlış bilgi içeriyordu.
- You're spreading false news.
- Sen yanlış haberler yayıyorsun.
- They said that his claim was false.
- İddiasının yanlış olduğunu söylediler.
- Whether the news is true or false makes little difference.
- Haberin doğru ya da yanlış olması pek bir şey değiştirmiyor.
- Both claims are false.
- Her iki iddia yanlış.
- What the lawyer had told me finally turned out to be false.
- Avukatın bana söylediğinin yanlış olduğu sonunda ortaya çıktı.
- It's only another false alarm.
- Bu sadece başka bir yanlış alarm.
- The rumor turned out false.
- Söylenti yanlış çıktı.
- Tom gave the police a false address.
- Tom polise yanlış adres verdi.
- The news turned out false.
- Haberin yanlış olduğu ortaya çıktı.
- Tom's allegations are false.
- Tom'un iddiaları yanlış.
- Tom gave the police a false address.
- Tom polise yanlış bir adres verdi.
- There's no point arguing about what's true and what's false.
- Neyin doğru neyin yanlış olduğunu tartışmanın bir anlamı yok.
- The contestant made two false starts.
- Yarışmacı, iki yanlış başlangıç yaptı.
- Everything you said was false.
- Söylediğin her şey yanlıştı.
- She's spreading false rumors.
- Yanlış söylentiler yayıyor.
- Mary spread false rumors about Kate's parents.
- Mary, Kate'in ailesi hakkında yanlış söylentiler yaydı.
- It's absolutely false.
- Kesinlikle yanlış.
- Both claims are false.
- İki iddia da yanlış.
- The main idea of the book relied on a false premise.
- Kitabın ana fikri yanlış bir önermeye dayanıyordu.
- The news that she died is false.
- Öldüğü haberi yanlış.
- His story can't be false.
- Hikayesi yanlış olamaz.
- The contestant made two false starts.
- Yarışmacı, iki yanlış start yaptı.
- She's spreading false rumors.
- O yanlış söylentiler yayıyor.
- That's just false.
- O sadece yanlış.
- The truth is that nothing is totally true or false.
- Gerçek şu ki, hiçbir şey tamamen doğru ya da yanlış değildir.
- These allegations are false.
- Bu iddialar yanlış.
- We will clarify what is true and what is false.
- Neyin doğru neyin yanlış olduğunu açıklığa kavuşturacağız.
- What he said turned out to be false.
- Onun söylediğinin yanlış olduğu çıktı.
- What the lawyer had told me finally turned out to be false.
- Avukatın bana söylediği şey sonunda yanlış çıktı.
- Tom forced Mary to give false information to the police.
- Tom, Mary'yi polise yanlış bilgi vermeye zorladı.
- There will be setbacks and false starts.
- Aksilikler ve yanlış başlangıçlar olacaktır.
- It is a false premise.
- Bu yanlış bir önermedir.
- What he says is false.
- Onun söylediği yanlıştır.
- The next sentence is false.
- Sonraki cümle yanlış.
- Mary spread false rumors about Kate's parents.
- Mary Kate'in ebeveynleri hakkında yanlış söylentiler yaydı.
- The current sentence is false.
- Şu anki cümle yanlış.
- What he said turned out to be false.
- Söylediklerinin yanlış olduğu ortaya çıktı.
- Her statement was false.
- İfadesi yanlıştı.
- The papers contained false information.
- Bildiriler yanlış bilgi içeriyordu.
- Today, we had two false alarms.
- Bugün iki yanlış alarm verdik.
- These claims are false.
- Bu iddialar yanlış.
- The girls spread many false rumors and lies about Mary.
- Kızlar Mary hakkında birçok yanlış söylenti ve yalan yaydılar.
- His story turned out to be false.
- Hikayesinin yanlış olduğu ortaya çıktı.
- His story may sound false, but it is true for all that.
- Hikayesi kulağa yanlış gelebilir, ama her şeye rağmen doğru.
- That statement is false.
- Bu ifade yanlış.
- There's no point arguing about what's true and what's false.
- Neyin doğru ve neyin yanlış olduğu hakkında tartışmanın bir anlamı yok.
- That statement is false.
- O ifade yanlış.
- It is a false premise.
- O yanlış bir öncüldür.
- The report is utterly false.
- Rapor tamamen yanlış.
- It's only another false alarm.
- Bu sadece başka yanlış bir alarm.
- It seems that the news was false.
- Görünüşe göre haber yanlıştı.
- Tom said the report was false.
- Tom raporun yanlış olduğunu söyledi.
- The false alarm caused panic.
- Yanlış alarm paniğe neden oldu.
- If that's false, she's a liar.
- Bu yanlışsa, o yalancıdır.
- Whoever said so, it is false.
- Kim söylediyse, yanlış söylemiş.
- That is a false dichotomy.
- O yanlış bir ikilem.
- This is false.
- Bu yanlıştır.
- Tom made a false statement to the police.
- Tom polise yanlış açıklama yaptı.
- This is obviously false.
- Bu kesinlikle yanlış.
- What you say is false.
- Söylediğin şey yanlış.
- They said that his claim was false.
- Onun iddiasının yanlış olduğunu söylediler.
- This is false.
- Bu, yanlış.
- The truth is that nothing is totally true or false.
- Gerçek şu ki hiçbir şey tamamen doğru ya da yanlış değildir.
- She was disqualified from the race for two false starts.
- İki kez yanlış kalkış yaptığı için yarıştan diskalifiye edildi.
- This sentence is false.
- Bu cümle yanlış.
Show More (112)
|
|
- Despite hundreds of false testimonies and the plethora of fabricated evidence, the indictment is turning into a fiasco.
- Yüzlerce sahte ifadeye ve çok sayıda uydurma delile rağmen, iddianame bir fiyaskoya dönüşüyor.
- For those unfortunate investors, even real euros are false money.
- Bu talihsiz yatırımcılar için gerçek avrolar bile sahte paradır.
- And false demagoguery will only hinder the resolution of such a serious problem.
- Ve sahte demagojiler böylesine ciddi bir sorunun çözümünü engellemekten başka bir işe yaramayacaktır.
- Somebody has been selling false currency in this Parliament.
- Birileri bu Parlamento'da sahte para satıyor.
- It would be unfair to refuse them this right due to the fact that they often only have false identity papers.
- Çoğunlukla sadece sahte kimlik belgelerine sahip olmaları nedeniyle bu hakkı reddetmek haksızlık olacaktır.
- Rath drove the anxious citizen to action with false arguments, no less.
- Rath endişeli vatandaşları sahte iddialarla kışkırtarak harekete geçirdi, ki az şey değil.
- If you would know yourself, distinguish between the false appearances of life.
- Kendini tanımak istiyorsan, hayatın sahte görünüşlerini ayırt et.
- He gave the police a false name and address.
- Polise sahte isim ve adres vermiş.
- Some people had to use false names to get work.
- Bazı insanlar iş bulmak için sahte isimler kullanmak zorunda kaldı.
- He gave the police a false name and address.
- Polise sahte isim ve adres verdi.
- Some people had to use false names to get work.
- Bazı insanlar iş bulabilmek için sahte isimler kullanmak zorunda kaldı.
- He sits at a table, surrounded by false friends and shameless women.
- Sahte arkadaşlar ve utanmaz kadınlarla çevrili bir masada oturuyor.
- You're a false god.
- Sen sahte bir tanrısın.
- He gave the police a false name and address.
- Polise sahte bir isim ve adres verdi.
- There are false friends in every language.
- Her dilde sahte arkadaşlar vardır.
- He sits at a table, surrounded by false friends and shameless women.
- O, sahte arkadaşlar ve utanmaz kadınlarla çevrili bir masada oturuyor.
Show More (13)
|