|
- However, to quote a well-known philosopher, we do not live in the best of all possible worlds.
- Ancak, tanınmış bir filozoftan alıntı yapacak olursak, mümkün olan tüm dünyaların en iyisinde yaşamıyoruz.
- Millions of citizens are living in appalling conditions.
- Milyonlarca vatandaş korkunç koşullarda yaşıyor.
- We live in an age in which terrorism operates on an international scale.
- Terörizmin uluslararası ölçekte faaliyet gösterdiği bir çağda yaşıyoruz.
- That is the situation we are living in.
- İçinde yaşadığımız durum budur.
- We will all be grateful for the measures taken, especially those who live, work and suffer along our coasts.
- Hepimiz, özellikle de kıyılarımızda yaşayan, çalışan ve acı çeken insanlar, alınan tedbirler için minnettar olacağız.
- But we live in hope and that is why we are asking that these steps be taken.
- Ancak umutla yaşıyoruz ve bu nedenle bu adımların atılmasını istiyoruz.
- The system is ruthless and we have to live with it.
- Sistem acımasız ve biz bununla yaşamak zorundayız.
- For years, a brutal junta has been terrorising the people of Burma, who live in extreme poverty.
- Yıllardır acımasız bir cunta, aşırı yoksulluk içinde yaşayan Burma halkını terörize etmektedir.
- The Commission does not plan to create a single charter of rights for people living near airports.
- Komisyon, havaalanlarının yakınında yaşayan insanlar için tek bir haklar sözleşmesi oluşturmayı planlamamaktadır.
- We are seeking to dictate to others how they should live.
- Başkalarına nasıl yaşamaları gerektiğini dikte etmeye çalışıyoruz.
- We are not living in an era of autocratic regimes.
- Otokratik rejimlerin hüküm sürdüğü bir çağda yaşamıyoruz.
- I believe that this also corresponds to the times we are living in.
- Bunun aynı zamanda içinde yaşadığımız dönemle de örtüştüğüne inanıyorum.
- E-health and communication are essential in the world that we live in.
- E-sağlık ve iletişim, içinde yaşadığımız dünyanın vazgeçilmez unsurlarıdır.
- Only through an agreement based on equality can two peoples find a way to live peacefully as good neighbours.
- Sadece eşitliğe dayalı bir anlaşma yoluyla iki halk iyi komşular olarak barış içinde yaşamanın bir yolunu bulabilir.
- Some 7.2 million Zimbabweans, more than half the population, are living on the brink of starvation.
- Yaklaşık 7.2 milyon Zimbabveli, yani nüfusun yarısından fazlası açlık sınırında yaşıyor.
- European citizenship should also be an added extra for everyone living in the European Union.
- Avrupa vatandaşlığı da Avrupa Birliği'nde yaşayan herkes için ekstra bir hak olmalıdır.
- Taking the complaints of people living near airports seriously is just as important.
- Havalimanlarının yakınında yaşayan insanların şikayetlerini ciddiye almak da bir o kadar önemlidir.
- In any case, politically, we are already living in an enlarged Union.
- Her halükarda, siyasi olarak zaten genişlemiş bir Birlik içinde yaşıyoruz.
- This week we voted on the transit problems of Russians living in Kaliningrad.
- Bu hafta Kaliningrad'da yaşayan Rusların transit geçiş sorunlarını oyladık.
- We live in an imperfect world and the use of thresholds reflects that reality.
- Kusurlu bir dünyada yaşıyoruz ve eşik değerlerin kullanımı da bu gerçeği yansıtmaktadır.
- They live for extremely long periods of time and with very limited distributions.
- Son derece uzun süreler boyunca ve çok sınırlı dağılımlarla yaşarlar.
- I imagine that you have a similar situation where you live.
- Yaşadığınız yerde de benzer bir durum olduğunu tahmin ediyorum.
- It is unfortunate that my parents could not live to see this event.
- Ailemin bu olayı görecek kadar yaşayamamış olması büyük bir talihsizlik.
- What is this economic organisation which forces half of the world's population to live on less than two dollars a day?
- Dünya nüfusunun yarısını günde iki dolardan daha az bir parayla yaşamaya zorlayan bu ekonomik organizasyon nedir?
- This absurd situation does, however, reflect the times in which we live.
- Ancak bu absürd durum, içinde yaşadığımız zamanı yansıtmaktadır.
- We do not live in an ideal world in which everybody would welcome humanitarian action just like that.
- Herkesin bu şekilde insani bir eylemi memnuniyetle karşılayacağı ideal bir dünyada yaşamıyoruz.
- Today, half the world lives on less than two dollars a day.
- Bugün dünyanın yarısı günde iki dolardan daha az bir gelirle yaşamaktadır.
- One legal opinion is now being pitted against another, and that is something we will have to live with.
- Şu anda bir hukuki görüş diğeriyle karşı karşıya getiriliyor ve bununla yaşamak zorundayız.
- We must be able to live in these areas.
- Bu bölgelerde yaşayabilmeliyiz.
- The immigrant communities are living in fear and anxiety.
- Göçmen toplulukları korku ve endişe içinde yaşıyor.
- We can live with it quite nicely and, more to the point, it is a report which is conducive to consensus.
- Bununla gayet güzel bir şekilde yaşayabiliriz ve daha da önemlisi, uzlaşmaya elverişli bir rapordur.
- That is something we cannot live with.
- Bu durumla yaşayamayız.
- Nowadays, we know a very great deal indeed about the living world.
- Günümüzde içinde yaşadığımız dünya hakkında gerçekten de çok şey biliyoruz.
- These people live in areas which should benefit from these projects.
- Bu insanlar bu projelerden faydalanması gereken bölgelerde yaşamaktadır.
- The second question concerns political awareness of the times in which we live.
- İkinci soru, içinde yaşadığımız döneme ilişkin siyasi farkındalıkla ilgilidir.
- We encourage people to live, work and settle in states other than their own national Member State.
- İnsanları kendi ulusal Üye Devletleri dışındaki ülkelerde yaşamaya, çalışmaya ve yerleşmeye teşvik ediyoruz.
- The policy of emergency vaccination must be part of a strategy which allows animals to live.
- Acil aşılama politikası, hayvanların yaşamasına olanak tanıyan bir stratejinin parçası olmalıdır.
- Let us remember that the right to live as part of a family is a fundamental right which no country can deny.
- Bir ailenin parçası olarak yaşama hakkının hiçbir ülkenin reddedemeyeceği temel bir hak olduğunu unutmayalım.
- All too many people in the world are starving, and all too many are living in poverty.
- Dünyada çok sayıda insan açlık çekiyor ve çok sayıda insan da yoksulluk içinde yaşıyor.
- The dignity of all those living in poverty is injured and, to us, that is unacceptable.
- Yoksulluk içinde yaşayan herkesin onuru zedeleniyor ve bizim için bu kabul edilemez.
- They threaten the communities in which they live.
- İçinde yaşadıkları toplumları tehdit ediyorlar.
- I entirely regret this result, but one must live as a democrat with due process.
- Bu sonuca tamamen üzülsem de bir demokrat olarak hukuki prosedüre göre yaşanması gerekir.
- People living along the main roads in border areas have to cope with traffic jams, noise and gas emissions.
- Sınır bölgelerindeki ana yollarda yaşayan insanlar trafik sıkışıklığı, gürültü ve gaz salınımıyla baş etmek zorundadır.
- The people of Israel also live in a situation of insecurity.
- İsrail halkı da güvensizlik içinde yaşıyor.
- I welcome this report's dedication to a policy to vaccinate to live.
- Bu raporun yaşamak için aşı politikasına olan bağlılığını memnuniyetle karşılıyorum.
- If there were only 100 people living on this earth, 15 would be illiterate.
- Bu dünyada sadece 100 kişi yaşıyor olsaydı, 15'i okuma yazma bilmiyor olurdu.
- Nobody in the Europe in which we live would understand if we took a different approach today.
- Bugün farklı bir yaklaşım benimsemiş olsaydık içinde yaşadığımız Avrupa'da hiç kimse bunu anlamazdı.
- The Korean people lived in a unified country for over 1 300 years from the seventh century.
- Kore halkı yedinci yüzyıldan itibaren 1300 yılı aşkın bir süre boyunca birleşik bir ülkede yaşamıştır.
- There are very few Scottish families that do not have a relative, however distant, living in Canada.
- Uzak da olsa Kanada'da yaşayan bir akrabası olmayan çok az İskoç aile vardır.
- We live in a different world.
- Biz farklı bir dünyada yaşıyoruz.
- Those who have managed to flee are then forced to return to an area that is really impossible to live in.
- Kaçmayı başaranlar ise gerçekten yaşanması imkânsız bir bölgeye geri dönmek zorunda kalıyorlar.
- I would like to inform you once again of the difficulties of travelling to Strasbourg from the countries where we live.
- Yaşadığımız ülkelerden Strazburg'a seyahat etmenin zorlukları hakkında sizi bir kez daha bilgilendirmek isterim.
- We live in a world characterised by great material wealth, but the wealth is unevenly distributed.
- Büyük bir maddi zenginliğe sahip bir dünyada yaşıyoruz, ancak bu zenginlik eşitsiz bir şekilde dağılmış durumda.
- She lives in that area, which my son represents in the City Council.
- Kendisi, oğlumun Belediye Meclisi'nde temsil ettiği bölgede yaşıyor.
- Unfortunately, we live in an increasingly throw-away society where we produce more and more waste.
- Ne yazık ki, giderek daha fazla atık ürettiğimiz, kullan-at bir toplumda yaşıyoruz.
- Ninety-five per cent of those infected with HIV live in developing countries.
- HIV ile enfekte olanların yüzde doksan beşi gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır.
- Over there, 1.2 billion people live on less than one dollar a day.
- Orada 1.2 milyar insan günde bir dolardan daha az bir gelirle yaşıyor.
- The poorest people in this world have to live on one dollar.
- Dünyanın en yoksul insanları bir dolarla yaşamak zorunda.
- It is self-evident that the Czechs are part of Europe, in the heart of which they live.
- Çeklerin, kalbinde yaşadıkları Avrupa'nın bir parçası oldukları aşikârdır.
- That is of inestimable value and helps peoples to live together in peace.
- Bu paha biçilemez bir değerdir ve halkların barış içinde bir arada yaşamasına yardımcı olur.
- The number of people living in poverty has tripled.
- Yoksulluk içinde yaşayan insanların sayısı üç katına çıktı.
- Two thirds of the world live in conditions of extreme poverty.
- Dünyanın üçte ikisi aşırı yoksulluk koşullarında yaşıyor.
- Increasingly, of course, we are all living in a continent of minorities.
- Elbette giderek artan bir şekilde hepimiz bir azınlıklar kıtasında yaşıyoruz.
- It may be a light-weight version of the first directive, but we have to live with it for legal reasons.
- Bu ilk direktifin hafif bir versiyonu olabilir ancak yasal nedenlerden dolayı bununla yaşamak zorundayız.
- We live in a society which for reasons of solidarity and on economic grounds takes whatever steps need to be taken.
- Dayanışma ve ekonomik gerekçelerle atılması gereken her türlü adımı atan bir toplumda yaşıyoruz.
- Only with this priority will a presidency be successful and worthy of the times we live in.
- Ancak bu önceliğe sahip bir başkanlık başarılı ve içinde yaşadığımız çağa yakışır olacaktır.
- Many of them live far from our prosperous Europe.
- Birçoğu bizim müreffeh Avrupa'mızdan uzakta yaşıyor.
- And I wonder why the people living in this area do not trust the European Union.
- Ve bu bölgede yaşayan insanların Avrupa Birliği'ne neden güvenmediklerini merak ediyorum.
- But the people who live in the Alpine regions also have a right to a healthy environment.
- Ancak Alp bölgelerinde yaşayan insanların da sağlıklı bir çevreye sahip olma hakkı vardır.
- Is it reasonable to create so much disquiet amongst people who we want to live within our society?
- Toplumumuzda yaşamasını istediğimiz insanlar arasında bu kadar huzursuzluk yaratmak mantıklı mı?
- We must bring hope to large parts of the world that have to live in despair.
- Dünyanın umutsuzluk içinde yaşamak zorunda kalan büyük bölümüne umut getirmeliyiz.
- This is about a Swede who wants to go and live and work in Italy, for example.
- Bu, örneğin İtalya'ya gidip orada yaşamak ve çalışmak isteyen bir İsveçli ile ilgili.
- We live in an internal market where there is free movement of people.
- İnsanların serbest dolaşımının olduğu bir iç pazarda yaşıyoruz.
- We must, however, be able to live with this compromise.
- Bununla birlikte, bu uzlaşmayla yaşayabilmeliyiz.
- On 1 May 2004 we will be living in a Community of up to 25 Member States.
- 1 Mayıs 2004 tarihinde 25 Üye Devletten oluşan bir Toplulukta yaşıyor olacağız.
- What sort of world are we living in?
- Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?
- Anyway, I notice that they reflect a contradiction we all live with.
- Her neyse, hepimizin yaşadığı bir çelişkiyi yansıttıklarını fark ettim.
- By a diabolical coincidence, it is aeroplanes that illustrate what sort of a world we are living in today.
- Şeytani bir tesadüf eseri, bugün nasıl bir dünyada yaşadığımızı gösteren şey uçaklardır.
- We cannot and will not live with a system which condones stoning fellow human beings, wherever this may be.
- Her nerede olursa olsun, insan kardeşlerimizin taşlanmasına göz yuman bir sistemle yaşayamayız ve yaşamayacağız.
- Over the last decade, the number of women living in absolute poverty has risen.
- Son on yılda mutlak yoksulluk içinde yaşayan kadınların sayısı artmıştır.
- Seventy percent of the approximately one and a half billion people who live below the poverty line are women.
- Yoksulluk sınırının altında yaşayan yaklaşık bir buçuk milyar insanın yüzde yetmişini kadınlar oluşturuyor.
- We bear responsibility not only for those living today but also for the future of our children and our grandchildren.
- Sadece bugün yaşayanlar için değil, aynı zamanda çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceği için de sorumluluk taşıyoruz.
- In the East Midlands of the United Kingdom, where I live, a number of small new airports are coming into being.
- Yaşadığım yer olan Birleşik Krallık'ın East Midlands bölgesinde bir dizi küçük yeni havalimanı hayata geçiyor.
- The incredibly inflexible budget ceilings we live with at present should not be turned into permanent fixtures.
- Şu anda yaşadığımız inanılmaz derecede esnek olmayan bütçe tavanları kalıcı demirbaşlara dönüştürülmemelidir.
- Whatever his nationality, he has the right to live with his parents.
- Uyruğu ne olursa olsun, ebeveynleriyle birlikte yaşama hakkına sahiptir.
- At least that is how Saddam's living victims see it.
- En azından Saddam'ın yaşayan kurbanları bunu böyle görüyor.
- We do live, after all, in the twenty-first century.
- Ne de olsa yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz.
- Whether we like it or not, we live in Huxley's Brave New World.
- Hoşumuza gitse de gitmese de Huxley'in Cesur Yeni Dünyası'nda yaşıyoruz.
- We must strike a balance between immigrants living in the European area legally and our societies.
- Avrupa bölgesinde yasal olarak yaşayan göçmenler ile toplumlarımız arasında bir denge kurmalıyız.
- Finally, we live in challenging and uncertain times and the political situation in the Middle East is very volatile.
- Son olarak zorlu ve belirsiz zamanlarda yaşıyoruz ve Orta Doğu'daki siyasi durum çok değişken.
- If anybody imagines that our drug policies are working, then they are living in cloud-cuckoo-land.
- Eğer birileri uyuşturucu politikalarımızın işe yaradığını düşünüyorsa, o zaman hayal aleminde yaşıyorlar demektir.
- Step down so that your compatriots can live in peace and freedom.
- Yurttaşlarınızın barış ve özgürlük içinde yaşayabilmesi için geri adım atın.
- I welcome this report's dedication to a policy to vaccinate to live.
- Bu raporun, yaşamak için aşılama politikasına olan bağlılığını memnuniyetle karşılıyorum.
- It should, once again, be pointed out that 70% of people infected with AIDS live in sub-Saharan Africa.
- AIDS ile enfekte olmuş insanların %70'inin Sahra altı Afrika'da yaşadığını bir kez daha belirtmek isterim.
- At any rate, it means that millions of foreigners live on our soil permanently and illegally.
- Her halükarda bu, milyonlarca yabancının topraklarımızda kalıcı ve yasadışı olarak yaşadığı anlamına geliyor.
- Those who were awarded the prize last year live under difficult circumstances, but they live in peace.
- Geçen yıl ödüle layık görülenler zor koşullar altında yaşıyorlar ama barış içinde yaşıyorlar.
- Many of them are farmers whose families have lived on their farms for centuries.
- Bunların birçoğu, aileleri yüzyıllardır çiftliklerinde yaşayan çiftçilerdir.
- This absurd situation does, however, reflect the times in which we live.
- Ancak bu absürt durum, içinde yaşadığımız zamanı yansıtmaktadır.
- This is a social tragedy for those who live by the sea and tourism.
- Bu, deniz kenarında yaşayanlar ve turizmciler için sosyal bir trajedidir.
- There are people there living in extraordinarily wretched conditions, both within Chechnya and outside.
- Orada hem Çeçenistan içinde hem de dışında olağanüstü kötü koşullarda yaşayan insanlar var.
- The Palestinians must be permitted to live freely, in peace, in the other quarter.
- Filistinlilerin diğer çeyrekte özgürce ve barış içinde yaşamalarına izin verilmelidir.
- We are living in a world of paradoxes.
- Bir paradokslar dünyasında yaşıyoruz.
- The poorest people in this world have to live on one dollar.
- Bu dünyadaki en yoksul insanlar bir dolarla yaşamak zorundadır.
- However, this is causing a problem for the many people who now live there.
- Ancak bu durum, şu anda orada yaşayan çok sayıda insan için bir soruna neden olmaktadır.
- This moral authority must be safeguarded if we want to live in a world of security and freedom.
- Eğer güvenlik ve özgürlük dolu bir dünyada yaşamak istiyorsak bu ahlaki otorite korunmalıdır.
- Therefore we have to live with that.
- Dolayısıyla bununla yaşamak zorundayız.
- They may work on one side and live on the other.
- Bir tarafta çalışıp diğer tarafta yaşayabilirler.
- One of these minorities who live in abject misery are, of course, the Roma in various candidate countries.
- Sefalet içinde yaşayan bu azınlıklardan biri de elbette çeşitli aday ülkelerdeki Romanlardır.
- Whether we like it or not, we live in Huxley's Brave New World.
- Hoşumuza gitse de gitmese de Huxley'in Cesur Yeni Dünyasında yaşıyoruz.
- Such medicines often cost more than the annual income of people living there.
- Bu tür ilaçların maliyeti genellikle orada yaşayan insanların yıllık gelirinden daha fazladır.
- We want to see two states living side by side, peaceful and prosperous.
- Yan yana, barış ve refah içinde yaşayan iki devlet görmek istiyoruz.
- For almost half a century we lived with an artificial division of Europe.
- Neredeyse yarım yüzyıl boyunca Avrupa'nın yapay bir bölünmüşlüğü ile yaşadık.
- Mr Bouwman mentioned an example from the one where he lives.
- Sayın Bouwman yaşadığı yerden bir örnek verdi.
- The ?U has insisted that suitable conditions for these people to return to and live in must be provided in advance.
- BM, bu insanların geri dönmeleri ve yaşamaları için uygun koşulların önceden sağlanması gerektiğinde ısrar etmiştir.
- They live under a military regime in the guise of a pseudo-democracy.
- Sözde demokrasi kisvesi altında askeri bir rejim altında yaşıyorlar.
- Personally, I am not entirely delighted with all these amendments, but I can live with them.
- Şahsen ben tüm bu değişikliklerden tam olarak memnun değilim, ancak bunlarla yaşayabilirim.
- It is not a matter of them being given a higher value, but they do live higher up.
- Mesele onlara daha yüksek bir değer verilmesi değil, ama onlar daha yüksekte yaşıyorlar.
- Yet the principle of the right to live as a family is simple.
- Oysa aile olarak yaşama hakkı ilkesi basittir.
- Increasingly, of course, we are all living in a continent of minorities.
- Elbette giderek artan bir şekilde, hepimiz bir azınlıklar kıtasında yaşıyoruz.
- The peoples of Europe are united there in all their cultural richness and live peacefully together.
- Avrupa halkları tüm kültürel zenginlikleriyle orada birleşmiş ve barış içinde bir arada yaşamaktadır.
- The monks and sisters who live in the religious community of Bethlehem cannot be considered hostages.
- Beytüllahim'deki dini cemaatte yaşayan rahip ve rahibeler rehine olarak kabul edilemez.
- Anyone who has ever lived there will recognise very little and will no longer feel at home there.
- Orada daha önce yaşamış olan herkes çok az şey tanıyacak ve artık orada kendini evinde hissetmeyecektir.
- Whatever his nationality, he has the right to live with his parents.
- Uyruğu ne olursa olsun, ailesiyle birlikte yaşama hakkına sahiptir.
- It was recognised that people too have rights, not just the states in which they live.
- Sadece yaşadıkları devletlerin değil, insanların da hakları olduğu kabul edildi.
- Three-quarters of the world's population now live in these two regions.
- Dünya nüfusunun dörtte üçü artık bu iki bölgede yaşamaktadır.
- Some of these have been living in Europe for over twenty years.
- Bunlardan bazıları yirmi yılı aşkın bir süredir Avrupa'da yaşıyor.
- Not only do we talk in those terms, but we live in solidarity and set definite dates.
- Sadece bu terimlerle konuşmakla kalmıyor, aynı zamanda dayanışma içinde yaşıyor ve kesin tarihler belirliyoruz.
- Women are often easy prey, given the poor conditions they live under.
- Kadınlar, yaşadıkları kötü koşullar göz önüne alındığında genellikle kolay avdır.
- We have to live in the real world.
- Gerçek dünyada yaşamak zorundayız.
- His Holiness the Dalai Lama left the country in 1959 and now lives, with his government-in-exile, in exile in India.
- Kutsal Dalai Lama 1959'da ülkeyi terk etti ve şimdi sürgündeki hükümetiyle birlikte Hindistan'da sürgünde yaşıyor.
- We live in an internal market with free movement of goods, persons, services and capital.
- Malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlandığı bir iç pazarda yaşıyoruz.
- One in five people who live in this global village still have no access to education or health care.
- Bu küresel köyde yaşayan her beş kişiden birinin hala eğitim veya sağlık hizmetlerine erişimi yok.
- Some damage, given human nature and the fallen world we live in, is inevitable.
- İnsan doğası ve içinde yaşadığımız düşmüş dünya göz önüne alındığında bir miktar zarar kaçınılmazdır.
- Is that the European Union that we want our citizens to live in?
- Vatandaşlarımızın içinde yaşamasını istediğimiz Avrupa Birliği bu mu?
- That is a fact, and we have to live with it.
- Bu bir gerçek ve bununla yaşamak zorundayız.
- They now live, much beloved by the public, as Liesl and Hiasl in an animal rescue centre in Vienna.
- Şimdi Liesl ve Hiasl olarak Viyana'daki bir hayvan kurtarma merkezinde halk tarafından çok sevilerek yaşıyorlar.
- Seventy percent of the approximately one and a half billion people who live below the poverty line are women.
- Yoksulluk sınırının altında yaşayan yaklaşık bir buçuk milyar insanın yüzde yetmişi kadındır.
- Moreover, efforts at village level, where the majority of the poor live, must be clearly prioritised.
- Ayrıca yoksulların çoğunluğunun yaşadığı köy düzeyindeki çabalara açık bir şekilde öncelik verilmelidir.
- It was recognised that people too have rights, not just the states in which they live.
- Sadece içinde yaşadıkları devletlerin değil, insanların da hakları olduğu kabul edilmiştir.
- In many ways, these show that they are living in a world of their own, detached from reality outside.
- Bunlar pek çok açıdan, dış gerçeklikten kopuk, kendilerine ait bir dünyada yaşadıklarını göstermektedir.
- We live in the same world as the women of Afghanistan.
- Afganistanlı kadınlarla aynı dünyada yaşıyoruz.
- It is also important to know which house the couple will live in, and that is the job of the Convention.
- Çiftin hangi evde yaşayacağını bilmek de önemlidir ve bu da Konvansiyon'un işidir.
- All the more so as we mostly live in a border-free area where decisions affect our neighbours.
- Çoğunlukla kararların komşularımızı etkilediği sınırların olmadığı bir bölgede yaşadığımız için bu daha da önemlidir.
- We should take an interest in the future of the people who live there.
- Orada yaşayan insanların geleceğiyle ilgilenmeliyiz.
- I could even have lived with the text proposed by the Council.
- Konsey tarafından önerilen metinle bile yaşayabilirdim.
- It is not a matter of them being given a higher value, but they do live higher up.
- Mesele onlara daha yüksek bir değer verilmesi değil ama onlar daha yüksekte yaşıyorlar.
- There are over 290 million people who live within the twelve new euro zone countries alone.
- Sadece on iki yeni Avro bölgesi ülkesinde yaşayan 290 milyondan fazla insan var.
- What did those of our parents who lived in occupied countries 60 years ago do?
- Bundan 60 yıl önce işgal altındaki ülkelerde yaşayan ebeveynlerimiz ne yaptı?
- Representatives of foreign donors and Vietnamese NGOs cannot travel freely in the area where they live.
- Yabancı bağışçıların ve Vietnamlı STK'ların temsilcileri yaşadıkları bölgelerde serbestçe seyahat edememektedir.
- The Serbs, Roma and other minorities have a right to live there!
- Sırpların, Romanların ve diğer azınlıkların orada yaşamaya hakkı var!
- As we know, most of Aceh's 4.2 million people live outside the two main towns.
- Bildiğimiz gibi Açe'nin 4.2 milyonluk nüfusunun çoğu iki ana kentin dışında yaşamaktadır.
- Coasts are not conurbation areas, but nevertheless around one third of the EU population live in coastal regions today.
- Kıyılar şehir merkezi değildir ancak yine de bugün AB nüfusunun yaklaşık üçte biri kıyı bölgelerinde yaşamaktadır.
- Both peoples must be able to live in peace and security.
- Her iki halk da barış ve güvenlik içinde yaşayabilmelidir.
- Yet what age are we living in?
- Oysa hangi çağda yaşıyoruz?
- I can live with these minimum standards, but I would ask the Commission to carefully monitor the situation.
- Bu asgari standartlarla yaşayabilirim ancak Komisyondan durumu dikkatle izlemesini rica ediyorum.
- Noise pollution caused by aircraft is mainly a problem for people who live near the airports.
- Uçakların neden olduğu gürültü kirliliği esas olarak havaalanlarının yakınında yaşayan insanlar için bir sorundur.
- In many ways, these show that they are living in a world of their own, detached from reality outside.
- Bunlar birçok yönden, dış gerçeklikten kopuk, kendi dünyalarında yaşadıklarını göstermektedir.
- Those who have managed to flee are then forced to return to an area that is really impossible to live in.
- Kaçmayı başaranlar ise yaşaması gerçekten imkansız olan bir bölgeye geri dönmek zorunda kalıyor.
- In my constituency in Wales, three out of five older people live in poverty.
- Galler'deki seçim bölgemde her beş yaşlıdan üçü yoksulluk içinde yaşamaktadır.
- Although most people live in rural areas, too little attention is given to food production.
- İnsanların çoğu kırsal alanlarda yaşamasına rağmen, gıda üretimine çok az önem verilmektedir.
- The greatest proportion of the world’s poor live in Asia.
- Dünyadaki yoksulların en büyük bölümü Asya'da yaşamaktadır.
- Is it a violation of human rights to allow an elderly, sick, retired person to live on a mere EUR 500 per month?
- Yaşlı, hasta, emekli bir kişinin ayda sadece 500 avro ile yaşamasına izin vermek insan hakları ihlali midir?
- We have to live and earn a living in these places.
- Bu yerlerde yaşamak ve hayatımızı kazanmak zorundayız.
- In other words, prosperity and stability so that all can live with dignity in their own lands.
- Başka bir deyişle herkesin kendi topraklarında onurlu bir şekilde yaşayabilmesi için refah ve istikrar.
- The people living along the transit routes are in despair.
- Geçiş güzergahlarında yaşayan insanlar umutsuzluk içinde.
- In our cities we have families living under canvas.
- Şehirlerimizde branda altında yaşayan ailelerimiz var.
- We also need to recognise that people who live in glasshouses should not throw stones.
- Ayrıca camdan evlerde yaşayan insanların taş atmaması gerektiğini de kabul etmeliyiz.
- People living in Europe need to be protected from being subjected to that American system.
- Avrupa'da yaşayan insanların bu Amerikan sistemine maruz kalmaktan korunmaları gerekmektedir.
- I am fortunate to live in one of the most beautiful places in the Union, namely West Cork in Ireland.
- Avrupa Birliği'nin en güzel yerlerinden birinde, İrlanda'nın Batı Cork bölgesinde yaşadığım için şanslıyım.
- Representatives of foreign donors and Vietnamese NGOs cannot travel freely in the area where they live.
- Yabancı donörlerin ve Vietnamlı STK'ların temsilcileri yaşadıkları bölgede özgürce seyahat edememektedir.
- That is a fact that, alas, we have to live with.
- Bu, ne yazık ki, yaşamak zorunda olduğumuz bir gerçektir.
- This is a legitimate expectation of the 2.8 billion people who live on less than USD 2 per day.
- Bu, günde 2 ABD Dolarının altında bir gelirle yaşayan 2.8 milyar insanın meşru bir beklentisidir.
- As we are all too aware, we live in a dangerous world.
- Hepimizin farkında olduğu üzere, tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz.
- The policy of emergency vaccination must be part of a strategy which allows animals to live.
- Acil aşılama politikası, hayvanların yaşamasına izin veren bir stratejinin parçası olmalıdır.
- The environment, and the people who live in the affected areas, will thank us for it.
- Çevre ve etkilenen bölgelerde yaşayan insanlar bunun için bize teşekkür edeceklerdir.
- The farm workers working on the white farms often have to live in unacceptable social conditions.
- Beyaz çiftliklerde çalışan tarım işçileri genellikle kabul edilemez sosyal koşullarda yaşamak zorundadır.
- Between 5 and 7% of the European citizens live in mountain regions, on average.
- Avrupa vatandaşlarının ortalama %5 ila %7'si dağlık bölgelerde yaşamaktadır.
- The monks and sisters who live in the religious community of Bethlehem cannot be considered hostages.
- Beytüllahim dini cemaatinde yaşayan rahip ve rahibeler rehine olarak kabul edilemez.
- How long will those who have lost their homes and are living in precarious conditions have to wait to be housed?
- Evlerini kaybeden ve güvencesiz koşullarda yaşayanlar ev sahibi olmak için ne kadar beklemek zorunda kalacak?
- We who live on the border with Eastern Europe know these countries very well.
- Doğu Avrupa sınırında yaşayan bizler bu ülkeleri çok iyi tanıyoruz.
- We are now living in a global market where companies have to be competitive.
- Artık şirketlerin rekabetçi olmak zorunda olduğu küresel bir pazarda yaşıyoruz.
- We live in an imperfect world, and the use of thresholds reflects the reality.
- Kusurlu bir dünyada yaşıyoruz ve eşik değerlerin kullanımı gerçeği yansıtmaktadır.
- My family has lived in Tanzania for 166 years, much longer than many white farmers in Zimbabwe.
- Ailem 166 yıldır Tanzanya'da yaşıyor, bu süre Zimbabwe'deki birçok beyaz çiftçiden çok daha uzun.
- Water is a scarce resource and its 2.2 million people are poor and live in rural areas.
- Su kıt bir kaynaktır ve 2,2 milyon insan yoksuldur ve kırsal alanlarda yaşamaktadır.
- Even after it has expired, its spirit must live on.
- Süresi dolmuş olsa bile ruhu yaşamaya devam etmelidir.
- Millions of human beings live in extreme poverty and every hour of the day many die of hunger.
- Milyonlarca insan aşırı yoksulluk içinde yaşamakta ve günün her saatinde birçoğu açlıktan ölmektedir.
- The Vietnamese people live in poverty, their society is in decline and the country is still under-developed.
- Vietnam halkı yoksulluk içinde yaşıyor, toplumları çöküşte ve ülke hala az gelişmiş durumda.
- If Parliament endorses it, it proves that it too is living on another planet.
- Parlamento bunu onaylarsa, bu onun da başka bir gezegende yaşadığını kanıtlar.
- I am fortunate to live in one of the most beautiful places in the Union, namely West Cork in Ireland.
- Avrupa Birliği'nin en güzel yerlerinden birinde, İrlanda'nın West Cork bölgesinde yaşadığım için şanslıyım.
- Noise dumping of this kind is obviously very harmful to citizens living close to these airports.
- Bu tür gürültü boşaltımlarının bu havalimanlarına yakın yaşayan vatandaşlar için çok zararlı olduğu açıktır.
- As I see it, Israel has many enemies to defeat before it can live in security and peace.
- Gördüğüm kadarıyla İsrail'in güvenlik ve barış içinde yaşayabilmesi için yenmesi gereken çok sayıda düşmanı var.
- The people of Israel also live in a situation of insecurity.
- İsrail halkı da güvensizlik içinde yaşamaktadır.
- That is how life is lived there.
- Orada hayat böyle yaşanıyor.
- Most of the 60 million people living beneath the poverty line in the EU are women.
- AB'de yoksulluk sınırının altında yaşayan 60 milyon kişinin çoğu kadındır.
- We must live in the real world.
- Gerçek dünyada yaşamalıyız.
- Most of the Kurdish population lives in the South-East of the country.
- Kürt nüfusun çoğunluğu, ülkenin güneydoğusunda yaşar.
- As long as people are living there in dreadful conditions, they will want to go on fleeing to Western countries.
- İnsanlar orada korkunç koşullarda yaşadıkları sürece Batı ülkelerine kaçmaya devam etmek isteyeceklerdir.
- It may be possible to live with silicone breasts if they are periodically replaced with new material.
- Periyodik olarak yeni malzeme ile değiştirildikleri takdirde silikon göğüslerle yaşamak mümkün olabilir.
- As some colleagues may know, I live in Cumbria at the heart of last year's foot and mouth outbreak.
- Bazı meslektaşlarımın bilebileceği gibi, geçen yılki şap salgınının merkezinde yer alan Cumbria'da yaşıyorum.
- We live at a vital juncture of European and international affairs.
- Avrupa ve uluslararası ilişkilerin hayati bir kavşağında yaşıyoruz.
- I myself live close to the Baltic, which matters to us all.
- Ben de hepimiz için önemli olan Baltık Denizi'ne yakın bir yerde yaşıyorum.
- In a few years, we shall live in a Europe which can be an area of stability and freedom.
- Birkaç yıl içinde istikrar ve özgürlük alanı olabilecek bir Avrupa'da yaşayacağız.
- This minority has however lived peacefully alongside the Muslim majority for decades.
- Ancak bu azınlık on yıllardır Müslüman çoğunluğun yanında barış içinde yaşamaktadır.
- That has not yet been forthcoming, but we live in hope.
- Bu henüz gerçekleşmedi ama umutla yaşıyoruz.
- How much longer must Israelis and Palestinians live in Gethsemane?
- İsrailliler ve Filistinliler Gethsemane'de daha ne kadar yaşamak zorunda?
- We are not unsympathetic to the fact that some foreign families have to live apart.
- Bazı yabancı ailelerin ayrı yaşamak zorunda kalmasına anlayışsız değiliz.
- Mr Bouwman mentioned an example from the one where he lives.
- Bay Bouwman yaşadığı yerden bir örnek verdi.
- Millions of people live on the Iranian side of the border, millions of others live on the Pakistani side.
- Milyonlarca insan sınırın İran tarafında milyonlarca insan da Pakistan tarafında yaşıyor.
- We must live in a positive way.
- Olumlu bir şekilde yaşamalıyız.
- Two thirds of the world live in conditions of extreme poverty.
- Dünyanın üçte ikisi aşırı yoksulluk koşullarında yaşamaktadır.
- They live under a military regime in the guise of a pseudo-democracy.
- Sözde demokrasi kisvesi altında askeri bir rejim altında yaşamaktadırlar.
- More than 60 million people are living at risk of poverty.
- 60 milyondan fazla insan yoksulluk riski altında yaşıyor.
- Nowadays, someone living in an old people's home is accommodated within the social field.
- Günümüzde huzurevinde yaşayan bir kişi sosyal alan içerisinde yer almaktadır.
- Everyone living on the earth looks for ways of achieving happiness.
- Dünyada yaşayan herkes mutluluğa ulaşmanın yollarını arar.
- For Israel, to live with the Palestinians as equals inside a democratic system is equivalent to a suicide.
- İsrail için Filistinlilerle demokratik bir sistemde eşit bir şekilde yaşamak intiharla eşdeğerdir.
- That is the only reason for a horse to live, kid.
- Bir atın yaşamasının tek sebebi budur, evlat.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ve sezon bittikten sonra onunla orada yaşayacağım.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahilde yaşıyorsun, güzel bir karın var ve hiçbir şey yeterli gelmiyor.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ayrıca sezon bittikten sonra da onunla birlikte yaşayacağım.
- Everyone living on the earth looks for ways of achieving happiness.
- Dünya üzerinde yaşayan herkes mutluluğa ulaşmanın yollarını arar.
- For Israel, to live with the Palestinians as equals inside a democratic system is equivalent to a suicide.
- İsraillilere göre Filistinliler ile eşit şartlarda demokratik bir yapı içinde yaşamak intihara eşdeğerdir.
- They granted them their freedom and allowed them to live by their religious principles and culture.
- Onlara özgürlüklerini bahşettiler ve dini ilkelerine ve kültürlerine göre yaşamalarına izin verdiler.
- That is the only reason for a horse to live, kid.
- Bir atın yaşamasının tek nedeni budur evlat.
- So, you were living with this guy the whole time.
- Yani, başından beri bu adamın yanında yaşıyordunuz.
- I will personally find you a nice little place to live.
- Sana yaşaman için küçük, güzel bir yeri bizzat bulacağım.
- Indeed, our deepest desire is to live in loving relationships with one another.
- Aslında, en derin arzumuz birbirimizle sevgi dolu ilişkilerde yaşamaktır.
- Your family can live here in safety and peace.
- Aileniz burada güven ve huzur içinde yaşayabilir.
- We are living in a planet which have enough water and continents.
- Yeterince suyu ve kıtası olan bir gezegende yaşıyoruz.
- You have learned to recycle certain things and to live more in harmony with the planet in some areas.
- Bazı şeyleri geri dönüştürmeyi ve bazı alanlarda gezegenle daha uyumlu yaşamayı öğrendiniz.
- I was trying so hard to live a life of love.
- Aşk dolu bir hayat yaşamak için çok çabalıyordum.
- Our thoughts, feelings, and emotions affect the space we live in.
- Düşüncelerimiz, duygularımız ve duygularımız yaşadığımız yeri de etkiler.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahil kenarında yaşıyorsun, güzel bir karın var, ve hiçbiri sana yetmiyor.
- If you can live with that decision, so can I.
- Eğer sen bu kararla yaşayabilirsen, ben de yaşayabilirim.
- It makes our life new, rich, and worth living.
- Hayatımızı yeni, zengin ve yaşamaya değer kılar.
- You're the only one among us living like a decent human being.
- Aramızda düzgün bir insan gibi yaşayan tek kişi sensin.
- They are conspiring against you, but music is where freedom lives.
- Sana karşı komplo kuruyorlar ama müzik özgürlüğün yaşadığı yerdir.
- In fact, the world has never lived a single day of peace.
- Aslında dünya hiçbir zaman huzur dolu bir gün yaşamadı.
- And I'm going to go live with him there, after the season's over.
- Ve ben de bu dönem sonunda gidip onunla birlikte orada yaşayacağım.
- They are built on respect, courtesy, and how to live with one another.
- Bunlar saygı, nezaket ve birbirimizle nasıl yaşayacağımız üzerine inşa edilmiştir.
- Together we will live with respect for one another.
- Birlikte birbirimize saygı duyarak yaşayacağız.
- They say when you are a drug addict, you should think of something you want to live for.
- Uyuşturucu bağımlısı olduğunuzda, uğruna yaşamak isteyeceğiniz bir şey düşünmeniz gerektiğini söylerler.
- We live in an automated world now, so these things are necessary.
- Artık otomatikleşmiş bir dünyada yaşıyoruz, dolayısıyla bunlar gerekli.
- No one can eat that much sugar and live.
- Kimse o kadar şeker yiyerek yaşayamaz.
- Just pay the minimum and live to fight another month.
- Asgarisini ödeyip bir ay daha geçim mücadelesi vermek için yaşayacaksın.
- They are conspiring against you, but music is where freedom lives.
- Size karşı komplo kuruyorlar ama müzik özgürlüğün yaşadığı yerdir.
- It is a costly world to live in these days.
- Bugünlerde yaşamak pahalı bir dünya.
- I'm going to my house, where I live like a respectable human being.
- Saygıdeğer bir insan gibi yaşadığım evime gidiyorum.
- We are living in a planet which have enough water and continents.
- Yeterli suya ve kıtalara sahip bir gezegende yaşıyoruz.
- I will personally find you a nice little place to live.
- Sana yaşaman için küçük, güzel bir yeri bizzat ben bulacağım.
- Indeed, our deepest desire is to live in loving relationships with one another.
- Gerçekten de en derin arzumuz birbirimizle sevgi dolu ilişkiler içinde yaşamaktır.
- They granted them their freedom and allowed them to live by their religious principles and culture.
- Onlara hürriyetlerini tanıdılar, dini esaslarını ve kültürlerini yaşamalarına izin verdiler.
- We live in a place where these things never happen.
- Biz böyle şeylerin hiç yaşanmadığı bir yerde yaşıyoruz.
- If you can live with that decision, so can I.
- Eğer siz bu kararla yaşayabiliyorsanız, ben de yaşayabilirim.
- Your family can live here in safety and peace.
- Ailen burada, güvenli ve huzurlu bir şekilde yaşayabilir.
- You live in anarchy, murdering one another.
- Anarşi içinde yaşıyorsunuz, birbirinizi öldürüyorsunuz.
- So, you were living with this guy the whole time.
- Demek tüm bu süre boyunca bu adamla birlikte yaşıyordun.
- The name of this metropolis, where more than ten million people live, also means the "capital city" in Korean.
- On milyondan fazla insanın yaşadığı bu metropolün adı Korece'de "başkent" anlamına da gelmektedir.
- I thought we lived in such a nice small town.
- Küçük şirin bir yerde yaşıyoruz sanıyordum.
- The couple has been living happily together since.
- Çift o zamandan beri mutlu bir birliktelik yaşıyor.
- It is born, lives, and dies like all living things.
- Doğar, yaşar ve ölür, tıpkı diğer canlılar gibi.
- You live down by the beach, you have a beautiful wife, and nothing's ever good enough.
- Sahilde yaşıyorsun, güzel bir karın var ve hiçbir şey yeterince iyi değil.
- So, you were living with this guy the whole time.
- Yani onca zamandır bu adamla yaşıyordunuz.
- You have learned to recycle certain things and to live more in harmony with the planet in some areas.
- Bazı şeyleri geri dönüştürmeyi ve bazı bölgelerde gezegenle daha uyum içinde yaşamayı öğrendiniz.
- For Israel, to live with the Palestinians as equals inside a democratic system is equivalent to a suicide.
- İsrail için Filistinlilerle demokratik bir sistem içinde eşit olarak yaşamak intihar etmekle eşdeğerdir.
- I will personally find you a nice little place to live.
- Sana şahsen yaşaman için güzel bir yer bulacağım.
- The three-dimensional world we thought we lived in is only what we see.
- Yaşadığımızı sandığımız üç boyutlu dünya sadece gördüklerimizden ibarettir.
- But a person can't live two lives at once.
- Ama bir insan aynı anda iki hayat yaşayamaz.
- Just pay the minimum and live to fight another month.
- Sadece asgari tutarı ödeyin ve bir ay daha geçim mücadelesi vermek için yaşayın.
- I was trying so hard to live a life of love.
- Aşk dolu bir hayat yaşamak için çok uğraştım.
- It is born, lives, and dies like all living things.
- Tüm canlılar gibi doğar, yaşar ve ölür.
- I thought we lived in such a nice small town.
- Küçük ve güzel bir kasabada yaşadığımızı sanıyordum.
- They are conspiring against you, but music is where freedom lives.
- Size komplo kuruyorlar, ancak özgürlük, müzikte yaşıyor.
- No one can eat that much sugar and live.
- Kimse bu kadar şekeri yiyerek yaşayamaz.
- You have learned to recycle certain things and to live more in harmony with the planet in some areas.
- Belli ürünleri geri dönüştürmeyi ve bazı bölgelerde gezegenle daha fazla uyum içinde yaşamayı öğrendiniz.
- I thought we lived in such a nice small town.
- Çok güzel ve küçük bir kasabada yaşadığımızı sanıyordum.
- At the moment I feel like I'm living in two places.
- Şu anda iki yerde yaşıyormuşum gibi hissediyorum.
- The children of Palestine and Israel will live together in this region.
- Filistin ve İsrail'in çocukları bu bölgede bir arada yaşayacaklar.
- Our thoughts, feelings, and emotions affect the space we live in.
- Düşüncelerimiz, hislerimiz ve duygularımız yaşadığımız ortamı etkiliyor.
- My parents and I lived in the area, too, for a while.
- Annem ve babam da bir süre bu bölgede yaşadık.
- The couple has been living happily together since.
- Çift o zamandan beri beraber mutlu bir şekilde yaşıyor.
- Tom didn't know where Mary wanted to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini bilmiyordu.
- A surgeon lives with Death, his inseparable companion - I walk hand in hand with him.
- Bir cerrah ölümle birlikte yaşar, onun ayrılmaz yoldaşıdır - ben onunla el ele yürürüm.
- One of my classmates used to live in Boston.
- Sınıf arkadaşlarımdan biri eskiden Boston'da yaşıyordu.
- I know that you live here.
- Burada yaşadığını biliyorum.
- Layla lived in a very wealthy part of London.
- Layla Londra'nın çok zengin bir bölgesinde yaşıyordu.
- He lives in an apartment.
- Bir apartman dairesinde yaşıyor.
- I couldn't afford to live in that neighborhood.
- O semtte yaşamaya param yetmedi.
- Two little squirrels, a white one and a black one, lived in a large forest.
- Biri beyaz ve biri siyah renkli iki küçük sincap, büyük bir ormanda yaşadı.
- I would rather live by myself than do what he tells me to do.
- Onun yapmamı söylediğini yapmaktansa tek başıma yaşamayı tercih ederim.
- Tom came to Boston in 2001 and lived here until 2010.
- Tom 2001'de Boston'a geldi ve orada 2010'a kadar yaşadı.
- I can't tell you where Tom lives.
- Tom'un nerede yaşadığını söyleyemem.
- I wish I could live in a house like this.
- Keşke böyle bir evde yaşayabilsem.
- Tom lives in a small apartment on Park Street.
- Tom Park caddesinde küçük bir dairede yaşar.
- Tom lives just one floor above Mary.
- Tom Mary'nin sadece bir kat üstünde yaşıyor.
- He lived in Ukraine for many years.
- O uzun yıllar Ukrayna'da yaşadı.
- Tom lives by himself.
- Tom yalnız yaşıyor.
- Elephants live in Asia and Africa.
- Filler Asya ve Afrika'da yaşarlar.
- I've always wanted to live in another country.
- Hep başka bir ülkede yaşamak istemişimdir.
- Mr Smith has lived in Kyoto for three years.
- Bay Smith üç yıldır Kyoto'da yaşıyor.
- His higher salary allows him to live comfortably.
- Onun yüksek maaşı rahat bir şekilde yaşamasını sağlıyor.
- I don't want to live in a big city.
- Büyük bir şehirde yaşamak istemiyorum.
- Dan wanted to live in Mexico.
- Dan Meksika'da yaşamak istedi.
- How long have you lived in Japan?
- Japonya'da ne kadar yaşadınız?
- Where are you living?
- Nerede yaşıyorsun?
- Although rainforests make up only two percent of the earth's surface, over half the world's wild plant, animal and insect species live there.
- Yağmur ormanlarının, dünya yüzeyinin sadece yüzde ikisini kaplamasına rağmen; vahşi bitki, hayvan ve bitki türlerinin yarısından fazlası oralarda yaşar.
- Tom was the one who told me where Mary lived.
- Mary'nin nerede yaşadığını bana söyleyen Tom'du.
- Not I but my brother lives in Sendai.
- Ben değil ama kardeşim Sendai'de yaşıyor.
- He lives by himself.
- Tek başına yaşıyor.
- My uncle lives in an apartment.
- Amcam bir apartman dairesinde yaşamaktadır.
- I can't live without music.
- Müziksiz yaşayamam.
- I know where you live.
- Nerede yaşadığınızı biliyorum.
- Those who keeps early hour will live long.
- Erken kalkanlar uzun yaşarlar.
- Tom lives next door to us.
- Tom bizim bitişiğimizde yaşıyor.
- Tom has been living here on an expired visa since 2013.
- Tom 2013'ten beri süresi dolmuş bir vizeyle burada yaşıyor.
- I'd like to live in Europe someday.
- Bir gün Avrupa'da yaşamak istiyorum.
- He lives in New York.
- New York'ta yaşıyor.
- People often live comfortably in the suburbs.
- İnsanlar genelde banliyölerde rahatça yaşamaktadır.
- Tom is the one who told me where Mary lived.
- Mary'nin nerede yaşadığını söyleyen kişi Tom'dur.
- I have several friends who live in Boston.
- Boston'da yaşayan birkaç arkadaşım var.
- She lives in another city.
- O, başka bir şehirde yaşıyor.
- She went to live with her grandmother.
- Büyükannesiyle yaşamaya başladı.
- I thought that Tom lived with you.
- Tom'un seninle yaşadığını sanıyordum.
- Tom used to live with us.
- Tom eskiden bizimle yaşardı.
- And Seth lived after he begot Enos, eight hundred and seven years, and begot sons and daughters.
- Enoş'un doğumundan sonra Şit sekiz yüz yedi yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
- I can't live that kind of life.
- Ben o tür bir hayat yaşayamam.
- They live in this town.
- Bu kasabada yaşıyorlar.
- The owner lives above the store.
- Mal sahibi mağazanın üstünde yaşıyor.
- Tom lives in a rock house.
- Tom bir kaya evinde yaşıyor.
- I want to live in Italy.
- İtalya'da yaşamak istiyorum.
- Some turtles have lived more than 100 years.
- Bazı kaplumbağalar 100 yıldan fazla yaşamıştır.
- Tom lives in a flood zone, but he doesn't have flood insurance.
- Tom sel bölgesinde yaşıyor ama sel sigortası yok.
- Tom lived upstairs.
- Tom üst katta yaşadı.
- I think Beethoven is the greatest composer who ever lived.
- Sanırım Beethoven, şimdiye kadar yaşamış en büyük besteci.
- I'll help you as long as I live.
- Ben yaşadığım sürece hiçbir şeyin eksikliğini hissetmeyeceksin.
- You are young and healthy and you will surely live a long life.
- Genç ve sağlıklısınız ve kesinlikle uzun bir hayat yaşayacaksınız.
- She is one person I can't live without.
- Onsuz yaşayamayacağım tek kişi o.
- Tom lived here with us for three years.
- Tom üç yıl boyunca burada bizimle yaşadı.
- A nymph lives there.
- Orada bir su perisi yaşıyor.
- I live in America.
- Ben Amerika'da yaşıyorum.
- In Rio de Janeiro, 20% of the population lives in slums.
- Rio de Janeiro'da nüfusun % 20'si gecekondularda yaşıyor.
- Sami didn't have a place to live.
- Sami'nin yaşayacak bir yeri yoktu.
- I had nobody to play with when I lived with my grandmother.
- Büyükannemle yaşarken oynayacak kimsem yoktu.
- I told Tom you used to live in Boston.
- Tom'a eskiden Boston'da yaşadığını söyledim.
- Where does Tom live now?
- Tom şimdi nerede yaşıyor?
- Tom and Mary have always lived in Boston.
- Tom ve Mary her zaman Boston'da yaşadılar.
- Ostriches live in Africa.
- Devekuşları Afrika'da yaşar.
- We want to live.
- Biz yaşamak istiyoruz.
- He used to live deep in the forest.
- Eskiden ormanın derinliklerinde yaşardı.
- His in-laws live in the United States.
- Kayınvalidesi Amerika'da yaşıyor.
- Tom lives in a small house by himself.
- Tom küçük bir evde kendi başına yaşıyor.
- You know where Tom lives, don't you?
- Tom'un nerede yaşadığını biliyorsun, değil mi?
- I lived in Boston three years ago.
- Boston'da üç yıl önce yaşadım.
- It was because of her that he lived so miserably.
- Onun yüzünden bu kadar sefil yaşadı.
- We both know you don't live where you say you do.
- Yaşadığını söylediğin yerde yaşamadığını ikimiz de biliyoruz.
- Tom loved living on the ranch.
- Tom çiftlikte yaşamayı severdi.
- I lived for more than a month in Nagoya.
- Nagoya'da bir aydan fazla yaşadım.
- I used to live near here.
- Buraya yakın bir yerde yaşardım.
- Wherever you live, there's the capital city.
- Nerede yaşarsan yaşa, başkent orasıdır.
- I have an older brother who lives in Kyoto.
- Kyoto'da yaşayan bir ağabeyim var.
- My father lives in the country.
- Babam taşrada yaşıyor.
- We have lived a lot.
- Biz çok yaşadık.
- Tom lives in an old building on Park Street.
- Tom Park Caddesinde eski bir binada yaşıyor.
- I didn't know you used to live in Katowice.
- Senin geçmişte Katowice'de yaşadığını bilmiyordum.
- We found out recently that some foxes live here on this mountain.
- Bazı tilkilerin bu dağda yaşadığını yeni öğrendik.
- If it were not for water, we couldn't live.
- Su olmasa yaşayamayız.
- I've lived here thirty years.
- Otuz yıldır burada yaşıyorum.
- Tom is going to live with us.
- Tom bizimle yaşayacak.
- She lived there for many years.
- Yıllarca orada yaşadı.
- Tom wants to live in the country.
- Tom kırsalda yaşamak istiyor.
- Before coming to Tokyo, we lived for ten years in Osaka.
- Tokyo'ya gelmeden önce 10 yıl Osaka'da yaşadık.
- Sami wanted to live close to where he studied.
- Sami okuduğu yere yakın bir yerde yaşamak istiyordu.
- Tom still lives with his mother.
- Tom hâlâ annesi ile birlikte yaşıyor.
- Tom lived in Australia for quite a few years.
- Tom birkaç yıl Avustralya'da yaşadı.
- The old man lives alone.
- Yaşlı adam yalnız yaşıyor.
- All revolutionaries live on coffee and potatoes.
- Bütün devrimciler kahve ve patatesle yaşar.
- He lived here five years ago.
- Beş yıl önce burada yaşıyordu.
- I live in Athens.
- Ben Atina'da yaşıyorum.
- Where exactly do you live?
- Tam olarak nerede yaşıyorsun?
- Tom said that he thought Mary was still living with her parents.
- Tom, Mary'nin hâlâ ailesiyle birlikte yaşadığını düşündüğünü söyledi.
- If you live in hell, then don't argue with the devil!
- Cehennemde yaşarsan, o zaman şeytanla tartışma!
- Which floor does he live on?
- O hangi katta yaşıyor?
- He lives in the western part of town.
- Şehrin batı kısmında yaşıyor.
- We live in the block of flats just there on the other side of the street.
- Caddenin diğer tarafındaki apartman dairelerinde yaşıyoruz.
- Tom lives on the other side of the hill.
- Tom tepenin diğer tarafında yaşıyor.
- Tom said he didn't want to live in Australia.
- Tom Avustralya'da yaşamak istemediğini söyledi.
- He lives close by.
- O yakın yaşıyor.
- I live right around the corner.
- Köşede yaşıyorum.
- Tom still doesn't live in Boston.
- Tom henüz Boston'da yaşamıyor.
- Do you think Marika is ready to accept to live in Algeria?
- Sizce Marika Cezayir'de yaşamayı kabul etmeye hazır mı?
- Tom told Mary that he couldn't live without her.
- Tom Mary'ye onsuz yaşayamayacağını söyledi.
- You live in Boston now, don't you?
- Şimdi Boston'da yaşıyorsun, değil mi?
- I've also lived in Boston.
- Boston'da da yaşadım.
- Tom didn't live up to Mary's expectations.
- Tom Mary'nin beklentilerine uyarak yaşamıyordu.
- She lives by herself.
- Tek başına yaşıyor.
- I like living with him.
- Onunla yaşamayı seviyorum.
- He lived and died in obscurity.
- Gözlerden uzak yaşadı ve öldü.
- I live pretty close to her.
- Ona oldukça yakın yaşıyorum.
- Sometimes it feels as if we were living in a fishbowl.
- Bazen bir akvaryumda yaşıyormuşuz gibi hissediyorum.
- Do you live in the area?
- Bu bölgede mi yaşıyorsun?
- Tom lives in a very quiet neighborhood.
- Tom çok sakin bir çevrede yaşıyor.
- She lived a quiet life in the country.
- Taşrada sakin bir hayat yaşıyordu.
- Tom says he could never live in Australia.
- Tom asla Avustralya'da yaşayamayacağını söylüyor.
- He will never live up to his parent's expectations.
- O, asla ebeveynlerinin beklentilerine uyarak yaşamayacaktır.
- Tom has a daughter living in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşayan bir kızı var.
- I've been living here for the past ten years.
- Son on yıldır burada yaşıyorum.
- Tom and Mary lived in a mobile home their first three years after they got married.
- Tom ve Mary evlendikten sonraki ilk üç yıl bir karavanda yaşadılar.
- I think I'm going to like living here.
- Sanırım burada yaşamayı seveceğim.
- He went to Italy ten years ago and has lived there ever since.
- On yıl önce İtalya'ya gitti ve o zamandan beri orada yaşıyor.
- Tom lives with his mother.
- Tom annesi ile birlikte yaşıyor.
- Many people in the world still live in poverty.
- Dünyada birçok insan hala yoksulluk içinde yaşıyor.
- Is your mother still living?
- Annen hâlâ yaşıyor mu?
- Large houses are not necessarily comfortable to live in.
- Büyük evlerde yaşamak her zaman rahat olmayabilir.
- I've lived here my entire life.
- Hayatım boyunca burada yaşadım.
- Tom lives close to the old railway station.
- Tom eski tren istasyonuna yakın yaşamaktadır.
- You're not living in Boston anymore, are you?
- Artık Boston'da yaşamıyorsun, değil mi?
- You were right, she doesn't live in Rio.
- Haklıydın, o Rio'da yaşamıyor.
- Most people live in pursuit of happiness.
- Çoğu insan, mutluluğun peşinde yaşar.
- She doesn't want to live there ever again.
- Bir daha asla orada yaşamak istemiyor.
- Sami will have to live with that.
- Sami bununla yaşamak zorunda kalacak.
- We lived there for ten years when the war began.
- Savaş başladığında on yıl orada yaşadık.
- Casey lives in Tver.
- Casey Tver'de yaşıyor.
- Tom couldn't live with it.
- Tom bununla yaşayamaz.
- That's where I want to live.
- Yaşamak istediğim yer orası.
- Leave Layla and come to live with me.
- Leyla'yı bırak ve benimle yaşamaya gel.
- By the age of 25, she had lived in 5 different countries.
- 25 yaşına kadar, o beş farklı ülkede yaşamıştı..
- Those who live by the sword die by the sword.
- Kılıçla yaşayanlar kılıçla ölürler.
- Mennad doesn't want to live in a cave.
- Minned mağarada yaşamak istemiyor.
- They live there.
- Onlar, orada yaşıyor.
- I thought we were going to live here.
- Burada yaşayacağımızı sanıyordum.
- I'm living on welfare, without a car or anything.
- Sosyal yardımla yaşıyorum, arabam ya da başka bir şeyim yok.
- We live in that apartment just over the street.
- Sokağın hemen üstündeki dairede yaşıyoruz.
- We're still living on Park Street.
- Biz hâlâ Park Caddesi'nde yaşıyoruz.
- The only place Tom has ever wanted to live is Boston.
- Tom'un yaşamak istediği tek yer Boston'dur.
- It must be wonderful to live here.
- Burada yaşamak harika olmalı.
- He lives alone.
- O yalnız yaşıyor.
- How long has George lived there?
- George ne kadar süredir orada yaşıyor?
- We live in a society; not just in an economy.
- Bir toplumda yaşıyoruz; sadece bir ekonomide değil.
- Evliya Celebi was a Turkish traveller who lived in the 17th century.
- Evliya Çelebi 17. yüzyılda yaşamış bir Türk gezginidir.
- Tom used to live on a boat.
- Tom bir teknede yaşardı.
- I wish my father had lived longer.
- Keşke babam daha uzun yaşasaydı.
- She hopes she doesn't have to live there for more than a year.
- Orada bir yıldan fazla yaşamak zorunda kalmamayı umuyor.
- Tom lives in a safe place.
- Tom güvenli bir yerde yaşıyor.
- Libusza lives in Poznań.
- Libusza Poznań'da yaşıyor.
- Are you telling me you don't know where Tom lives?
- Bana Tom'un nerede yaşadığını bilmediğini mi söylüyorsun?
- Does he still live in Luxembourg?
- Hâlâ Lüksemburg'da mı yaşıyor?
- Santa lives in Rovaniemi.
- Santa Rovaniemi'de yaşıyor.
- Generally speaking, women live longer than men by almost ten years.
- Genel olarak, kadınlar erkeklerden yaklaşık on yıl daha uzun yaşarlar.
- Since when has Marcus been living here?
- Ne zamandan beri Marcus burada yaşıyor?
- I will send a letter to my brother who lives in Sapporo.
- Sapporo'da yaşayan kardeşime bir mektup göndereceğim.
- We live in Rome.
- Roma'da yaşıyoruz.
- That poet lived here a little over 20 years.
- O şair 20 yıldan biraz fazla burada yaşadı.
- I live within spitting distance of the subway station.
- Metro istasyonuna çok yakın yaşıyorum.
- Tom said that he wanted to move to Boston because that's where Mary lives.
- Tom Boston'a taşınmak istediğini çünkü Mary'nin orada yaşadığını söyledi.
- Leanne lives in Leicester.
- Leanne Leicester'da yaşıyor.
- He seems to have lived in Spain.
- İspanya'da yaşamış gibi görünüyor.
- We live on Park Street.
- Park Caddesi'nde yaşıyoruz.
- I live in Dublin.
- Ben Dublin'de yaşıyorum.
- You live inside my heart.
- Kalbimde yaşıyorsun.
- Tom is the only one here who knows where Mary lives.
- Burada Mary'nin nerede yaşadığını bilen tek kişi Tom.
- Sami lived a charmed life in Cairo.
- Sami Kahire'de büyüleyici bir hayat yaşadı.
- Tom said Boston is a nice place to live.
- Tom, Boston'un yaşamak için güzel bir yer olduğunu söyledi.
- Maisie lives in an English-speaking country.
- Maisie İngilizce konuşulan bir ülkede yaşıyor.
- I live in a two story house.
- İki katlı bir evde yaşıyorum.
- I have lived here a little over 60 years.
- 60 yılın biraz üzerinde bir süredir burada yaşıyorum.
- Tom didn't seem to remember where Mary lived.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını hatırlıyor gibi görünmüyordu.
- He lives in a large house.
- O büyük bir evde yaşıyor.
- He lives apart from his family.
- Ailesinden ayrı yaşıyordu.
- I lived in Boston when I was a kid.
- Çocukken Boston'da yaşadım.
- I had no intention of living in a large city from the start.
- Benim başından beri büyük bir şehirde yaşamaya hiç niyetim yoktu.
- I live at home with my parents.
- Evde ailemle yaşıyorum.
- Tom lives in the heart of the city.
- Tom şehrin kalbinde yaşıyor.
- Why do you like living in Boston?
- Boston'da yaşamayı neden seviyorsun?
- Has he lived here for two years?
- O, iki yıldır burada mı yaşıyor?
- Tango lived with a small boy in a small village.
- Tango küçük bir köyde küçük bir çocukla yaşıyordu.
- I can live without it.
- Onsuz yaşayabilirim.
- I've lived a long time.
- Uzun bir süre yaşadım.
- You're still living on Park Street, aren't you?
- Hâlâ Park Caddesi'nde yaşıyorsun, değil mi?
- Tom lives in a wealthy neighborhood.
- Tom zengin bir mahallede yaşıyor.
- The place I live in is very good for your health.
- Yaşadığım yer sağlığınız için çok iyi.
- I used to live near a lake.
- Eskiden göl kenarında yaşıyordum.
- She lives on a small pension.
- O, küçük bir emekli aylığıyla yaşıyor.
- Tom won't tell us where he lives.
- Tom bize nerede yaşadığını söylemiyor.
- The Rosenfelders live in Wheaton, Indiana.
- Rosenfelder'lar Wheaton, Indiana'da yaşıyor.
- How long has Ken lived in Kobe?
- Ken ne kadar zamandır Kobe'de yaşıyor?
- How long do frogs live for?
- Kurbağalar ne kadar yaşar?
- I don't think Tom knows where Mary wants to live.
- Tom'un Mary'nin nerede yaşamak istediğini bildiğini sanmıyorum.
- Tom said he couldn't remember where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını hatırlayamadığını söyledi.
- There are people of many different races living in America.
- Amerika'da yaşayan birçok farklı ırktan insan var.
- I no longer live in Boston.
- Artık Boston'da yaşamıyorum.
- I can't live without him.
- O olmadan yaşayamam.
- Tom lives three miles from Mary.
- Tom, Mary'den üç mil uzakta yaşıyor.
- Are you living in Boston now?
- Artık Boston'da mı yaşıyorsun?
- What city do you live in?
- Hangi şehirde yaşıyorsun?
- I could probably get used to living here.
- Belki de burada yaşamaya alışabilirim.
- He lives somewhere near that park.
- Şu parkın yakınlarında bir yerde yaşıyor.
- Dan has been living in London since 1978.
- Dan 1978 yılından bu yana Londra'da yaşıyor.
- I lived there for years.
- Yıllarca orada yaşadım.
- Tom wanted to live in the country.
- Tom taşrada yaşamak istedi.
- Tom couldn't live with it.
- Tom bununla yaşayamazdı.
- I want to live a happy life.
- Mutlu bir hayat yaşamak istiyorum.
- I live in Antalya.
- Antalya'da yaşıyorum.
- You live freely if you haven't a reputation to lose.
- Kaybedecek bir itibarınız yoksa özgürce yaşarsınız.
- I'd like to live near a beach.
- Sahile yakın yaşamayı isterdim.
- I want to live in India.
- Hindistan'da yaşamak istiyorum.
- He lives near Paris.
- Paris civarında yaşıyor.
- Tom lives by himself in Australia.
- Tom, Avustralya'da kendi başına yaşıyor.
- Tom didn't have any place to live.
- Tom'un yaşayacak bir yeri yoktu.
- Tom lives a long way from here.
- Tom buradan çok uzakta yaşıyor.
- I live in a quiet neighborhood.
- Sessiz bir mahallede yaşıyorum.
- Does Tom know where you used to live?
- Tom eskiden nerede yaşadığını biliyor mu?
- How many of your cousins live in Boston?
- Kuzenlerinin kaç tanesi Boston'da yaşıyor?
- My grandmother on my mother's side lives in Osaka.
- Anne tarafımdan büyükannem Osaka'da yaşıyor.
- I live in Cairo.
- Kahire'de yaşıyorum.
- I lived there three years ago.
- Üç yıl önce orada yaşadım.
- There are 7 billion people living on Earth.
- Dünya üzerinde 7 milyar insan yaşıyor.
- Tell me where you live.
- Nerede yaşadığını söyle.
- Tom doesn't live in the basement.
- Tom bodrum katında yaşamıyor.
- Tom lived a long and happy life.
- Tom uzun ve mutlu bir hayat yaşadı.
- Do you know in which country she lives now?
- Şimdi onun hangi ülkede yaşadığını biliyor musun?
- Do you know where the girl lives?
- Kızın nerede yaşadığını biliyor musun?
- How long should I live in England in order to become fluent in English?
- Akıcı İngilizce konuşabilmek için İngiltere'de ne kadar yaşamalıyım?
- She lives on milk and vegetables.
- Süt ve sebzeye dayalı yaşar.
- We all live in the same dorms.
- Hepimiz aynı yurtlarda yaşarız.
- Fifty families live in this tiny village.
- Bu küçücük köyde elli aile yaşıyor.
- Tom said you lived in Boston.
- Tom senin Boston'da yaşadığını söyledi.
- You always said you wanted to live in Boston.
- Hep Boston'da yaşamak istediğini söylerdin.
- Tom is living in a small apartment on Park Street.
- Tom, Park Caddesi'nde küçük bir dairede yaşıyor.
- I'm still living in Australia.
- Ben hala Avustralya'da yaşıyorum.
- Have you been living in Boston long?
- Boston'da uzun zamandır mı yaşıyorsun?
- I live in this area.
- Bu alanda yaşıyorum.
- Sami lived with his aunt.
- Sami yengesiyle birlikte yaşıyordu.
- All of us live in the same neighborhood.
- Hepimiz aynı mahallede yaşıyoruz.
- I want to know who used to live here.
- Burada kimin yaşadığını bilmek istiyorum.
- Why would you want to live in Boston?
- Neden Boston'da yaşamak istiyorsun?
- My father lives in the country.
- Babam köyde yaşıyor.
- How hot is it where you live?
- Yaşadığınız yer ne kadar sıcak?
- As long as you live under my roof, you're going to live by my rules.
- Kanatlarımın altında olduğun sürece benim kurallarıma göre yaşayacaksın.
- Nobody lives there.
- Kimse orada yaşamıyor.
- As long as you live under my roof, you're going to live by my rules.
- Bu çatı altında olduğun sürece benim kurallarımla yaşayacaksın.
- Layla lived in Cairo.
- Leyla, Kahire'de yaşıyordu.
- He lived in Matsue for seven years.
- O yedi yıl boyunca Matsue'de yaşadı.
- I don't find it necessary to live by the standard of another.
- Ben başkalarının standardına göre yaşamayı gerekli bulmuyorum.
- He lives in a house without running water.
- Akan suyu olmayan bir evde yaşıyor.
- How long have you been living in Australia?
- Ne zamandır Avustralya'da yaşıyorsun?
- Where does the devil live?
- Şeytan nerede yaşıyor?
- Dan lived only four miles away.
- Dan yalnızca 4 mil uzakta yaşıyordu.
- Tom lived with his uncle before he came to Australia.
- Tom Avustralya'ya gelmeden önce amcasıyla yaşıyordu.
- You must not live beyond your means.
- İmkanlarının ötesinde yaşamamalısın.
- The farmer that lived nearby came to investigate.
- Yakında yaşayan çiftçi araştırmak için geldi.
- Why don't you want to live in Boston?
- Neden Boston'da yaşamak istemiyorsun?
- Tom and Mary live on the same street.
- Tom ve Mary aynı caddede yaşıyorlar.
- Tom lived with us for three years.
- Tom bizimle üç yıl yaşadı.
- She did not forget his kindness as long as she lived.
- Yaşadığı sürece onun iyilikseverliğini unutmadı.
- Tom can no longer afford to live in the style he is accustomed to.
- Tom'un artık alıştığı tarzda yaşamaya parası yetmez.
- That old trapper lived in California.
- Şu yaşlı avcı Kaliforniya'da yaşadı.
- Tom lives in the student village.
- Tom öğrenci köyünde yaşıyor.
- I live in Lahore.
- Lahor'da yaşıyorum.
- How did you know where I lived?
- Nerede yaşadığımı nasıl bildin?
- I've lived here my entire life.
- Ben hayatım boyunca burada yaşadım.
- Latin Americans know very little about the history of the indigenous peoples who used to live here several centuries ago.
- Latin Amerikalılar birkaç asır önce burada yaşamış olan yerlilerin geçmişi hakkında çok az şey bilmektedir.
- I want to live in Antarctica.
- Antartika'da yaşamak istiyorum.
- Don't tell Tom where you live.
- Tom'a nerede yaşadığını söyleme.
- I was born in the north, but now I live in Florida.
- Kuzeyde doğdum ama şimdi Florida'da yaşıyorum.
- Tom didn't like living in the country.
- Tom taşrada yaşamayı sevmiyordu.
- I don't live in Boston now.
- Artık Boston'da yaşamıyorum.
- By the age of 25, she had lived in five different countries.
- O, 25 yaşına kadar beş farklı ülkede yaşadı.
- Did you use to live here?
- Eskiden burada mı yaşıyordun?
- Tom wanted to live.
- Tom yaşamak istiyordu.
- He lives near Paris.
- O Paris yakınlarında yaşıyor.
- Layla lived in rural England.
- Layla İngiltere'nin kırsalında yaşıyordu.
- Tom lives in this building.
- Tom bu binada yaşıyor.
- Have you lived here long?
- Uzun zamandır burada mı yaşıyorsun?
- My cousin lives in the heart of Paris.
- Kuzenim Paris'in kalbinde yaşıyor.
- We live close by.
- Yakınlarda yaşıyoruz.
- I'm the only one here who has never lived in Boston.
- Burada Boston'da hiç yaşamamış tek kişi benim.
- Tom wants to find a place to live close to where he works.
- Tom yaşamak için çalıştığı yere yakın bir yer bulmak istiyor.
- I want to live like that.
- Öyle yaşamak istiyorum.
- Layla lived in a neighborhood where anybody would like to raise a family.
- Leyla herkesin aile yetiştirmek istediği bir mahallede yaşıyordu.
- In Rio de Janeiro, 20% of the population lives in favelas.
- Rio de Janeiro'da nüfusun %20'si varoşlarda yaşıyor.
- Tom and I don't live in Boston anymore.
- Tom ve ben artık Boston'da yaşamıyoruz.
- I live in Viana, Espírito Santo.
- Viana, Espírito Santo'da yaşıyorum.
- I've already lived in Coimbra.
- Zaten Coimbra'da yaşadım.
- Do any of you know where he lives?
- Aranızda nerede yaşadığını bilen var mı?
- I've been living with my uncle for a month.
- Bir aydır amcamla beraber yaşıyorum.
- He lives in a large house.
- Büyük bir evde yaşıyor.
- She lives in a fantasy world.
- Hayal dünyasında yaşıyor.
- I have lived here since 1990.
- 1990'dan beri burada yaşamaktayım.
- I wonder whether man could live with only two hours' sleep a night.
- Acaba insan gecede sadece iki saat uykuyla yaşayabilir mi?
- It's very pleasant to live in a beautiful city at the foot of a mountain ridge.
- Bir dağın eteğinde güzel bir şehirde yaşamak çok hoş.
- We live in the country during the summer.
- Yazları şehir dışında yaşıyoruz.
- You live near here, don't you?
- Buraya yakın yaşıyorsun, değil mi?
- He's the most dangerous man who ever lived.
- O şimdiye kadar yaşamış en tehlikeli adam.
- Tom and Mary's main problem is they can't find a place to live.
- Tom ve Mary'nin asıl sorunu yaşayacak bir yer bulamamaları.
- He once lied and told her a rare creature lived in her closet.
- Bir keresinde yalan söyledi ve ona dolabında nadir bir yaratığın yaşadığını söyledi.
- We have lived in Osaka six years.
- Altı yıl Osaka'da yaşadık.
- Could you tell me where Tom lives?
- Tom'un nerede yaşadığını söyleyebilir misiniz?
- Tom lives in a row house.
- Tom teraslı evde yaşıyor.
- Hippopotamuses live in Africa.
- Hipopotamlar Afrika'da yaşar.
- I can't tell you where Tom lives.
- Tom'un nerede yaşadığını sana söyleyemem.
- I know that Tom likes living here.
- Tom'un burada yaşamayı sevdiğini biliyorum.
- They live near the school.
- Onlar okulun yanında yaşıyorlar.
- They live beyond their means.
- İmkanlarının ötesinde yaşıyorlar.
- How many years have you lived in Boston?
- Sen kaç yıldır Boston'da yaşıyorsun?
- I can't keep living like this.
- Bu şekilde yaşamaya devam edemem.
- He doesn't live with his parents.
- Ailesiyle yaşamıyor.
- Tom chose to live with his father instead of his mother.
- Tom, annesi yerine babası ile yaşamayı seçti.
- It's impossible to live on that island.
- O adada yaşamak imkansızdır.
- He lives somewhere around the park.
- O, parkın civarında bir yerde yaşıyor.
- I didn't know Tom lived in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşadığını bilmiyordum.
- I will live.
- Yaşayacağım.
- He will not live more than one day.
- Bir günden fazla yaşamayacak.
- Tom has been living in Boston since 2013.
- Tom 2013'ten beri Boston'da yaşıyor.
- I lived in Australia for a few years.
- Ben de birkaç yıl Avustralya'da yaşadım.
- We are no longer living in the stone age.
- Artık taş devrinde yaşamıyoruz.
- You live here, don't you?
- Burada yaşıyorsun, değil mi?
- I live in Fiji.
- Fiji'de yaşıyorum.
- He lives in Nagasaki.
- Nagasaki'de yaşıyor.
- From time to time, I think about my mother who is no longer living.
- Arada sırada artık yaşamayan annemi düşünüyorum.
- Long, long ago, there lived an old man in a village.
- Uzun, çok uzun zaman önce, bir köyde yaşlı bir adam yaşarmış.
- He doesn't live here anymore.
- O artık burada yaşamıyor.
- She lives far away from me.
- Benden çok uzakta yaşıyor.
- This little girl lives in Brazil.
- Bu küçük kız Brezilya'da yaşıyor.
- I used to live in Australia.
- Avustralya'da yaşardım.
- Tom lives above me.
- Tom üst katımda yaşıyor.
- She lived in Hiroshima until she was ten.
- On yaşına kadar Hiroşima'da yaşadı.
- I'd like to live in Australia.
- Avustralya'da yaşamak isterdim.
- Layla and Sami lived under the same roof.
- Leyla ve Sami aynı çatı altında yaşıyorlardı.
- He lived there all by himself.
- Orada tek başına yaşadı.
- I decided to live the life of my dreams.
- Sevdiğim hayatı yaşamaya karar verdim.
- I'm not quite sure where you live.
- Nerede yaşadığınızdan emin değilim.
- I didn't know Tom used to live in Boston.
- Tom'un Boston'da yaşamış olduğıunu bilmiyordum.
- Tom has been living here on an expired visa since 2013.
- Tom 2013'ten beri burada süresi dolmuş bir vizeyle yaşıyor.
- I didn't think anyone still lived in this house.
- Bu evde hâlâ birilerinin yaşadığını düşünmemiştim.
- I didn't know you used to live in Boston.
- Boston'da yaşadığını bilmiyordum.
- Tom and Mary live in a very nice house.
- Tom ve Mary çok güzel bir evde yaşıyor.
- We have lived a lot.
- Çok şey yaşadık.
- Tom lives in a small college town.
- Tom küçük bir üniversite şehrinde yaşıyor.
- White bears live in the Arctic.
- Beyaz ayılar Kuzey Kutbu'nda yaşarlar.
- If you eat well, you're likely to live longer.
- İyi beslenirseniz, muhtemelen daha uzun yaşarsınız.
- Tom lived in a small fishing village.
- Tom küçük bir balıkçı köyünde yaşıyordu.
- We haven't lived up to expectations.
- Biz beklentilere göre yaşamadık.
- I want to live in a free country.
- Özgür bir ülkede yaşamak istiyorum.
- I used to live near here.
- Ben buraya yakın yaşardım.
- It turned out not to be so easy to live with him.
- Onunla yaşamanın o kadar kolay olmadığı ortaya çıktı.
- Tom wanted Mary to understand why he couldn't live with her.
- Tom, Mary'nin neden onunla yaşayamayacağını anlamasını istedi.
- Few Indians live in Japan.
- Japonya'da çok az Hintli yaşıyor.
- Maybe someone here knows where Tom lives.
- Belki burada Tom'un nerede yaşadığını bilen biri vardır.
- Have you ever wanted to live in the Caribbean?
- Hiç Karayipler'de yaşamak istediniz mi?
- You'll find it impossible to live there.
- Orada yaşamayı imkansız bulacaksın.
- They live just down the street.
- Sokağın aşağısında yaşıyorlar.
- Tom lived with his uncle before he came to Australia.
- Tom, Avustralya'ya gelmeden önce amcasıyla birlikte yaşıyordu.
- A young girl on crutches asked Tom where he lived.
- Koltuk değnekli genç bir kız Tom'a nerede yaşadığını sordu.
- Tom and Mary live under the same roof.
- Tom ve Mary aynı çatı altında yaşıyor.
- Tom doesn't live here, does he?
- Tom burada yaşamıyor, değil mi?
- Would you like to live with us?
- Bizimle yaşamak ister misin?
- I now live in Boston in the US, but I plan to go back to Japan before the end of the year.
- Şu anda Amerika'da Boston'da yaşıyorum ama yıl sonundan önce Japonya'ya geri dönmeyi planlıyorum.
- Tom already knows where Mary lives.
- Tom, Mary'nin yaşadığı yeri zaten biliyor.
- I live in Parma.
- Ben Parma'da yaşıyorum.
- With the money Mr Johnson had saved, he would be able to live high on the hog when he retired.
- Bay Johnson biriktirdiği parayla, emekli olduğunda lüks içinde yaşayabilecekti.
- Lots of herons live in the marsh.
- Bataklıkta bir sürü balıkçıl yaşıyor.
- Tom liked living in rural Australia.
- Tom Avustralya kırsalında yaşamayı severdi.
- I live in New Delhi.
- Ben Yeni Delhi'de yaşıyorum.
- The doctor said I needed to learn to live with the pain.
- Doktor acıyla yaşamayı öğrenmem gerektiğini söyledi.
- I lived there three years ago.
- Üç sene önce orada yaşadım.
- My grandfather wants to live quietly for the rest of his life.
- Dedem hayatının geri kalanında sessizce yaşamak istiyor.
- Most reindeer live in the Arctic tundra.
- Çoğu ren geyiği Arktik tundrada yaşar.
- Don't tell them where you live.
- Onlara nerede yaşadığını söyleme.
- I thought Tom lived with you.
- Tom'un seninle yaşadığını sanıyordum.
- I lived in Tokyo a few years ago, but now I live in Kyoto.
- Birkaç yıl önce Tokyo'da yaşıyordum ama şimdi Kyoto'da yaşıyorum.
- The house where I live belongs to my parents.
- Yaşadığım ev annemle babama ait.
- He lived there by himself.
- Orada tek başına yaşadı.
- Tímea is a Hungarian living in Poland.
- Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır.
- To live is to be a soldier.
- Yaşamak bir asker olmaktır.
- I didn't tell Tom where I lived.
- Tom'a nerede yaşadığımı söylemedim.
- I used to live in a village.
- Bir köyde yaşardım.
- Tom doesn't know where Mary used to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmiyor.
- He lives in a port town.
- O, bir liman kasabasında yaşamaktadır.
- I would prefer to live in a residential area, not downtown.
- Bir şehir merkezinde değil, bir yerleşim alanında yaşamayı tercih ederim.
- Do you know how many millionaires live in Boston?
- Boston'da kaç milyoner yaşıyor biliyor musun?
- They have lived in Brazil for only five days.
- Onlar yalnızca beş gündür Brezilya'da yaşıyorlar.
- I lived in a small town.
- Küçük bir kasabada yaşıyordum.
- Who's living in Boston now?
- Şimdi Boston'da kim yaşıyor?
- It is not rare at all to live over ninety years.
- Doksan yıldan fazla yaşamak hiç de nadir bir durum değildir.
- My cousin lives in the heart of Paris.
- Kuzenim, Paris'in kalbinde yaşıyor.
- Life is a mystery to be lived, not a problem to be solved.
- Yaşam yaşanacak bir gizemdir, çözülecek bir sorun değildir.
- I lived there for three years.
- Orada üç yıl yaşadım.
- I'm pretty sure that Tom doesn't live in Boston anymore.
- Tom'un artık Boston'da yaşamadığına oldukça eminim.
- In those days, he lived in the house alone.
- O günlerde evde tek başına yaşıyordu.
- I'm pretty sure that Tom used to live in Boston.
- Tom'un eskiden Boston'da yaşadığından eminim.
- Tom's parents live in a large house.
- Tom'un ailesi büyük bir evde yaşıyor.
- Tom might be able to tell us where Mary lives.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bize söyleyebilir.
- Two girls and three boys live in the apartment, each one coming from a different country.
- İki kız ve üç erkek bir apartman dairesinde yaşıyor, her biri farklı bir ülkeden geliyor.
- Tom lived with his parents in Australia.
- Tom ailesiyle birlikte Avustralya'da yaşıyordu.
- Despite having lived near the sea, she still cannot swim.
- Deniz kenarında yaşamasına rağmen hala yüzemiyor.
- Is Tom still living in Boston?
- Tom hala Boston'da mı yaşıyor?
- I thought Tom lived with you.
- Tom'un seninle birlikte yaşadığını sanıyordum.
- I have an uncle who lives in Boston.
- Boston'da yaşayan bir amcam var.
- How did you know where I live?
- Nerede yaşadığımı nasıl bildin?
- Tell Tom that I know where he lives.
- Tom'a onun nerede yaşadığını bildiğimi söyle.
- I lived in Boston before I came to Chicago.
- Chicago'ya gelmeden önce Boston'da yaşıyordum.
- Tom likes Boston better than any other place where he's lived.
- Tom Boston'ı yaşadığı diğer yerlerden daha çok sever.
- Tom can't imagine living without Mary by his side.
- Tom, Mary yanında olmadan yaşamayı hayal bile edemez.
- Is her mother still living?
- Onun annesi hâlâ yaşıyor mu?
- Do you live alone?
- Yalnız mı yaşıyorsun?
- I live with my uncle.
- Ben amcamla yaşıyorum.
- Tom and Mary both live and work in Boston.
- Tom ve Mary hem Boston'da yaşıyor hem de çalışıyorlar.
- Fadil lived on Sadiq street.
- Fadıl, Sadık caddesinde yaşıyordu.
- If you could live anywhere in the world, where would you live?
- Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayabilseydiniz, nerede yaşardınız?
- If it were not for air, we could not live.
- Eğer hava olmasaydı, yaşayamazdık.
- Didn't you know Tom was still living with his parents?
- Tom'un hâlâ ailesiyle birlikte yaşadığını bilmiyor muydun?
- My mother lives by herself.
- Anne tek başına yaşıyor.
- We'll have to live with that.
- Onunla yaşamak zorunda kalacağız.
- Do you know why Tom doesn't live in Boston anymore?
- Tom'un neden artık Boston'da yaşamadığını biliyor musun?
- The sisters lived in harmony with each other.
- Kız kardeşler birbirleriyle uyum içinde yaşadı.
- We live in a very complicated world.
- Biz çok karmaşık bir dünyada yaşıyoruz.
- Tom didn't like the apartment he used to live in.
- Tom eskiden yaşadığı daireyi sevmiyordu.
- I don't want to live on my own.
- Tek başıma yaşamak istemiyorum.
- Tom lives in a mobile home.
- Tom mobil bir evde yaşıyor.
- Nobody can live by himself.
- Kimse tek başına yaşayamaz.
- I don't think I could live without you.
- Sensiz yaşayabileceğimi sanmıyorum.
- Tom and Mary live on Third Street.
- Tom ve Mary Üçüncü Cadde'de yaşıyorlar.
- Tom lives really far from here.
- Tom gerçekten buradan uzakta yaşıyor.
- Tom lives in this neighborhood.
- Tom bu mahallede yaşıyor.
- My family came to live in Tokyo in my great-grandfather's time.
- Ailem, benim büyük büyükbabamın zamanında Tokyo'da yaşamak için geldi.
- I live in a small apartment.
- Küçük bir dairede yaşıyorum.
- How long has he lived there?
- Ne zamandır orada yaşıyor?
- He doesn't want to live there for more than a year.
- Orada bir yıldan fazla yaşamak istemiyor.
- Tom learned how to play golf while he was living in Australia.
- Tom Avustralya'da yaşarken nasıl golf oynanılacağını öğrendi.
- Do penguins live at the North Pole?
- Kuzey Kutbu'nda penguenler yaşıyor mu?
- Tom and Mary have lived in Boston since they got married.
- Tom ve Mary evlendiklerinden beri Boston'da yaşıyorlar.
- I couldn't live without you.
- Sensiz yaşayamadım.
- In an old castle lived a king.
- Kral eski bir kalede yaşardı.
- I live in Montenegro.
- Ben Karadağ'da yaşıyorum.
- She lives with her son in a house quite far away from the city.
- Şehrin epey dışındaki bir evde oğluyla beraber yaşıyor.
- Tom is still living in Boston, isn't he?
- Tom hala Boston'da yaşıyor, değil mi?
- Tom doesn't live far from here.
- Tom buradan uzakta yaşamıyor.
- Tom has gotten used to living here.
- Tom burada yaşamaya alıştı.
- They live apart.
- Onlar ayrı yaşarlar.
- Half of the world's species live in tropical rainforests.
- Dünyadaki türlerin yarısı tropikal yağmur ormanlarında yaşar.
- I lived in Boston for almost three years.
- Neredeyse üç yıl Boston'da yaşadım.
- Tom still lives in the Boston area.
- Tom hala Boston bölgesinde yaşamaktadır.
- Rather than live a hundred years as a rabbit, live one day as a tiger.
- Bir tavşan olarak yüz yıl yaşamaktansa, bir kaplan olarak bir gün yaşa.
- Husbands and wives should help each other as long as they live.
- Karı kocalar yaşadıkları sürece birbirlerine yardım etmelidirler.
- Tom had always wanted to live by the sea.
- Tom hep deniz kenarında yaşamak istemişti.
- Tom and Mary live in a quiet residential neighborhood.
- Tom ve Mary sakin bir mahallede yaşıyorlar.
- I lived in Boston until I was three.
- Ben üç yaşıma kadar Boston'da yaşadım.
- Tom asked Mary if she knew where John lived.
- Tom, Mary'ye John'un nerede yaşadığını bilip bilmediğini sordu.
- They were living in Nagoya then.
- O zaman Nagoya'da yaşıyorlardı.
- I used to live near Tom.
- Tom'un yakınında yaşardım.
- The Japanese live on rice and fish.
- Japonlar pirinç ve balıkla yaşar.
- Deserts are unpleasant places to live.
- Çöller yaşanması hoş olmayan yerlerdir.
- From 1988 to 1994 he lived in Lebanon.
- Ben 1988'den 1994'e kadar Lübnan'da yaşadım.
- Tom is still living in Boston, isn't he?
- Tom hâlâ Boston'da yaşıyor, değil mi?
- He has lived in Kobe for three years.
- Üç yıldır Kobe'de yaşıyor.
- I don't think I can live without you.
- Ben sensiz yaşayabileceğimi sanmıyorum.
- Tom and Mary both live in Boston.
- Tom ve Mary Boston'da yaşıyor.
- I live in Baku.
- Ben Bakü'de yaşıyorum.
- Work to live; don't live to work!
- Yaşamak için çalış; çalışmak için yaşama!
- She lives across the river.
- O, nehrin karşısında yaşıyor.
- I thought your uncle lived in Nyíregyháza.
- Amcanızın Nyíregyháza'da yaşadığını sanıyordum.
- It seemed that that house was small if it was compared with the cottage which he lived in even recently.
- Son zamanlarda yaşadığı kulübe ile karşılaştırılırsa, o ev küçük görünüyordu.
- My mother-in-law lives in an old people's home.
- Kaynanam bir huzurevinde yaşıyor.
- You obviously don't live here.
- Burada yaşamadığın belli.
- Tom has lived in Chicago for a year.
- Tom bir yıldır Chicago'da yaşıyor.
- Two bears can't live in one cave.
- İki ayı bir mağarada yaşayamaz.
- I would like to live in Iceland.
- İzlanda'da yaşamak isterdim.
- Tom lives thirty miles from the border.
- Tom sınırdan 30 mil uzakta yaşıyor.
- Do both Tom and Mary live with you?
- Hem Tom hem de Mary seninle mi yaşıyor?
- I've never lived anywhere other than Boston.
- Boston'dan başka bir yerde hiç yaşamadım.
- I've lived in Boston since 2013.
- 2013'ten beri Boston'da yaşıyorum.
- Tom had no place to live.
- Tom'un yaşayacak hiçbir yeri yoktu.
- She is eager to live in Australia.
- Avustralya'da yaşamaya hevesli.
- Many famous artists live in Boston.
- Birçok ünlü sanatçı Boston'da yaşıyor.
- I'll try to find out where Tom lives.
- Tom'un nerede yaşadığını öğrenmeye çalışacağım.
- I am from Hiroshima, but now I live in Tokyo.
- Ben Hiroşima'lıyım fakat şimdi Tokyo'da yaşıyorum.
- Tom lived with Mary for more than a year.
- Tom bir yıldan daha uzun süredir Mary ile yaşadı.
- This painter lives in London.
- Bu ressam Londra'da yaşıyor.
- I want to live with you.
- Seninle yaşamak istiyorum.
- Yanni lives half an hour from the supermarket.
- Yanni süpermarketten yarım saat uzakta yaşıyor.
- I live next to them.
- Onların yanında yaşıyorum.
- I do not live to eat, but eat to live.
- Yemek için yaşamıyorum, yaşamak için yiyorum.
- This city is hard to live in.
- Bu şehirde yaşamak zordur.
- They live in another country.
- Onlar başka bir ülkede yaşıyorlar.
- I didn't realize Tom lives here.
- Tom'un burada yaşadığını fark etmedim.
- Tom told me he lived on Park Street.
- Tom bana Park caddesinde yaşadığını söyledi.
- Tom said he thought that he might be the only one who knew where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilen tek kişinin kendisi olabileceğini düşündüğünü söyledi.
- Tom and his family live in Boston.
- Tom ve ailesi Boston'da yaşıyor.
- I want to live in a quiet city where the air is clean.
- Havanın temiz olduğu sakin bir şehirde yaşamak istiyorum.
- Tom is looking for a place to live.
- Tom yaşamak için bir yer arıyor.
- We live on planet Earth.
- Dünya gezegeninde yaşıyoruz.
- Tom lives in an imaginary world.
- Tom hayali bir dünyada yaşıyor.
- I think Tom doesn't live anywhere near here.
- Bence Tom buraya yakın bir yerde yaşamıyor.
- Does Tom live here with you?
- Tom burada sizinle mi yaşıyor?
- I want you to let Tom live.
- Tom'un yaşamasına izin vermeni istiyorum.
- Tom is now looking for a bigger house to live in.
- Tom şimdi yaşamak için daha büyük bir ev arıyor.
- My family has lived here for twenty years.
- Ailem yirmi yıldır burada yaşıyor.
- I want them to live.
- Yaşamalarını istiyorum.
- She lived in the suburbs of Tokyo when she was young.
- O gençken Tokyo'nun banliyölerinde yaşıyordu.
- I didn't know that Tom was still living in Boston.
- Tom'un hala Boston'da yaşadığını bilmiyordum.
- She has always lived in Otaru.
- Her zaman Otaru'da yaşadı.
- Tom has been living here a long time.
- Tom uzun süredir burada yaşıyor.
- My parents live in a big house.
- Ebeveynlerim büyük bir evde yaşıyor.
- Fabio lived for two years in Shanghai.
- Fabio Şangay'da iki yıl yaşadı.
- You must live in the present, not in the past.
- Geçmişte değil, şimdiki zamanda yaşamalısın.
- Live a long and prosperous life.
- Uzun ve müreffeh bir hayat yaşa.
- Tom couldn't live without Mary.
- Tom Mary olmadan yaşayamadı.
- Mars is a promising place where we may be able to live.
- Mars yaşayabileceğimiz geleceği parlak bir yer.
- I want to go and live in Luxembourg!
- Lüksemburg'a gidip orada yaşamak istiyorum!
- The king lives inside his castle.
- Kral şatosunun içinde yaşar.
- The Internet is now something we can't live without.
- İnternet artık onsuz yaşayamayacağımız bir şey.
- This is where we live.
- Yaşadığımız yer burası.
- Tom lived next door.
- Tom yan evde yaşıyordu.
- Tom lives on welfare.
- Tom sosyal yardım alarak yaşıyor.
- He has a brother who lives in Tokyo.
- Tokyo'da yaşayan bir erkek kardeşi var.
- Tom lives close by.
- Tom yakında yaşıyor.
- Will he live?
- O yaşayacak mı?
- She lived in the suburbs of Tokyo when she was young.
- Gençken Tokyo'nun banliyölerinde yaşıyordu.
- My uncle lives near the school.
- Amcam okulun yakınında yaşıyor.
- All my relatives live in this city.
- Bütün akrabalarım bu şehirde yaşıyor.
- Tom found out where Mary lives.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını öğrendi.
- Live like you've never lived before.
- Daha önce hiç yaşamamış gibi yaşa.
- My uncle now lives in comfort.
- Amcam şimdi rahat yaşıyor.
- You probably have enough money to live till you die.
- Muhtemelen ölene kadar yaşayacak kadar paranız vardır.
- How long have you and Tom been living here?
- Sen ve Tom ne kadar süredir burada yaşıyorsunuz?
- He is the greatest poet that ever lived.
- Şu ana kadar yaşamış en büyük şair.
- I hope to someday live in a mansion.
- Bir gün bir konakta yaşamayı umuyorum.
- Tom is difficult to live with, isn't he?
- Tom ile yaşamak zor, değil mi?
- I've lived abroad for ten years.
- On yıldır yurt dışında yaşıyorum.
- I've lived here thirty years.
- Burada otuz yıl yaşadım.
- Do you think Tom wants to live in Boston?
- Sence Tom Boston'da mı yaşamak istiyor?
- Do you know where he lives?
- Nerede yaşadığını biliyor musunuz?
- Where do you live in Turkey?
- Türkiye'de nerede yaşıyorsun?
- Your problem is that you live in your own bubble.
- Senin sorunun kendi baloncuğunda yaşaman.
- I'm living in a small town.
- Küçük bir kasabada yaşıyorum.
- Could you tell me where Tom lives?
- Bana Tom'un nerede yaşadığını söyler misiniz?
- Tom told me he didn't want to live in Boston.
- Tom bana Boston'da yaşamak istemediğini söyledi.
- I can't live any longer without him.
- Onsuz daha fazla yaşayamam.
- They both lived in Boston.
- İkisi de Boston'da yaşıyordu.
- Tom lived in Boston until a few years ago.
- Tom birkaç yıl öncesine kadar Boston'da yaşadı.
- The development of the personal computer has revolutionised the way people work, the way they live, and the way they interact with each other.
- Kişisel bilgisayarın gelişimi, insanların çalışma, yaşama ve birbirleriyle etkileşim kurma biçimlerinde devrim yarattı.
- Tom and Mary live in a cave house.
- Tom ve Mary bir mağara evde yaşıyor.
- You don't live in my neighbourhood.
- Sen benim mahallemde yaşamıyorsun.
- I love living with you.
- Sizinle yaşamayı seviyorum.
- She doesn't live with him.
- Onunla yaşamıyor.
- Life was certainly very interesting when we lived in Boston.
- Boston'da yaşadığımızda hayat kesinlikle çok ilginçti.
- Tom lived there a long time.
- Tom uzun süre orada yaşadı.
- How can you stand living here?
- Burada yaşamaya nasıl katlanabiliyorsun?
- I've been looking for a better place to live.
- Yaşayacak daha iyi bir yer arıyorum.
- She knows where we live.
- Nerede yaşadığımızı biliyor.
- People live only about 70 years.
- İnsanlar sadece yaklaşık 70 yıl yaşar.
- Sami has been living on campus for years.
- Sami yıllardır kampüste yaşıyormuş.
- I lived in Boston.
- Boston'da yaşadım.
- Men can't live without water.
- Erkekler susuz yaşayamaz.
- Tom has been living here for a long time.
- Tom uzun zamandır burada yaşıyor.
- He lives far away from my house.
- Evimden çok uzakta yaşıyor.
- Tom still lives in the Boston area.
- Tom hâlâ Boston bölgesinde yaşıyor.
- I can't keep living like this.
- Böyle yaşamaya devam edemem.
- Tom rejects modern technology and lives like in the eighties.
- Tom modern teknolojiyi reddediyor ve seksenli yıllardaki gibi yaşıyor.
- I live outside of the city.
- Ben şehrin dışında yaşıyorum.
- I wish I lived in Switzerland.
- Keşke İsviçre'de yaşasam.
- Tom lived from 1963 to 2013.
- Tom 1963'ten 2013'e kadar yaşadı.
- They live in a big house.
- Onlar büyük bir evde yaşıyorlar.
- I've lived here since I was a boy.
- Çocukluğumdan beri burada yaşıyorum.
- I know someone who lives in your neighborhood.
- Sizin mahallede yaşayan birini tanıyorum.
- Bin lived in Singapore.
- Bin, Singapurda yaşadı.
- What do I live for?
- Ben ne için yaşıyorum?
- How long can a person live without water?
- Bir insan su olmadan ne kadar süre yaşayabilir?
- If you had to go live on a deserted island and could only take one book with you, which one would you choose?
- Issız bir adada yaşamak zorunda olsaydınız ve yanınıza yalnızca bir kitap alabilseydiniz, hangisini seçerdiniz?
- Their grandchild lives in the Netherlands.
- Onların torunu Hollanda'da yaşıyor.
- Tom doesn't want to live like that.
- Tom bu şekilde yaşamak istemiyor.
- He lives up there, up on that mountain.
- Orada, şu dağın tepesinde yaşıyor.
- I'm back in Algeria after living in Turkey for four years.
- Türkiye'de dört yıl yaşadıktan sonra Cezayir'e döndüm.
- This is where Tom says he wants to live.
- Tom burada yaşamak istediğini söylüyor.
- Tom advised me to sell the farm and live somewhere else.
- Tom bana çiftliği satıp başka bir yerde yaşamamı tavsiye etti.
- He once lied and told her a rare creature lived in her closet.
- O, bir zamanlar yalan söyledi ve ona dolabında nadir bir yaratığın yaşadığını söyledi.
- How long has Afonso lived there?
- Afanso ne kadar süredir orada yaşıyor?
- I never wanted to live in Boston.
- Boston'da yaşamayı hiç istemedim.
- People are living in all parts of the world.
- İnsanlar dünyanın her yerinde yaşıyorlar.
- Dan and Linda live in London where they both grew up.
- Dan ve Linda, büyümüş oldukları Londra'da yaşıyorlar.
- With whom do you live?
- Kiminle yaşıyorsun?
- The people who live there are our friends.
- Orada yaşayan insanlar bizim arkadaşlarımız.
- Although she lives nearby, I rarely see her.
- Yakınlarda yaşamasına rağmen, onu nadiren görüyorum.
- And then she remembered that human beings could not live in the water.
- Ve sonra insanların suda yaşayamayacağını hatırladı.
- Sami lived in a small community nestled in the Rocky Mountains.
- Sami, Rocky Dağları'ndaki küçük bir toplulukta yaşıyordu.
- Tom used to live in Boston, didn't he?
- Tom Boston'da yaşardı, değil mi?
- Tom was living well beyond his means.
- Tom imkanlarının çok ötesinde yaşıyordu.
- We live about three miles above this bridge.
- Bu köprünün yaklaşık üç mil ötesinde yaşıyoruz.
- I lived in Boston for three years before coming to Chicago.
- Chicago'ya gelmeden önce üç yıl Boston'da yaşadım.
- I wonder why women live longer than men.
- Niçin kadınların erkeklerden daha uzun yaşadıklarını merak ediyorum.
- Do you know anybody who lives in Boston?
- Boston'da yaşayan birini tanıyor musunuz?
- He was living rent-free in a small house not too far from us.
- Bizden çok uzak olmayan küçük bir evde kira ödemeden yaşıyordu.
- Tom and Mary live in the same house.
- Tom ve Mary aynı evde yaşıyorlar.
- Have you gotten used to living here?
- Burada yaşamaya alıştın mı?
- Vampires live forever.
- Vampirler sonsuza dek yaşar.
- Tom knows where Mary lives.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını biliyor.
- You will soon get accustomed to living in this country.
- Yakında bu ülkede yaşamaya alışacaksın.
- I lived in the Rhineland for many years.
- Uzun yıllar Rhineland'da yaşadım.
- You can't live on that island.
- O adada yaşayamazsın.
- I have a friend who lives on a boat.
- Teknede yaşayan bir arkadaşım var.
- I don't like that house that he lives in.
- Onun yaşadığı şu evi sevmiyorum.
- You live here with a constant perception that something may happen at any time.
- Burada her an bir şey olabileceği algısıyla yaşıyorsunuz.
- Tom lives three doors down.
- Tom üç kapı aşağıda yaşıyor.
- The place where he lives is far from town.
- Yaşadığı yer kasabadan uzaktır.
- I have an older brother who lives in Boston.
- Boston'da yaşayan bir ağabeyim var.
- How long have you been living in this house?
- Ne kadar zamandır bu evde yaşıyorsun?
- His memory will live forever.
- Onun anısı sonsuza dek yaşayacak.
- Tom and Mary live in a very beautiful house in Boston.
- Tom ve Mary Boston'da çok güzel bir evde yaşıyorlar.
- He contracted malaria while living in the jungle.
- Ormanda yaşarken sıtmaya yakalanmış.
- She lives in this neighborhood.
- Bu mahallede yaşıyor.
- This is the house that he lives in.
- Bu onun yaşadığı ev.
- Layla lived in a residential area.
- Layla yerleşim bölgesinde yaşıyordu.
- Most of the peasants living in this godforsaken village are illiterate.
- Tanrı'nın unuttuğu bu köyde yaşayan köylülerin çoğu okuma yazma bilmiyor.
- My friend lives in the middle of nowhere.
- Arkadaşım ıssız bir yerde yaşıyor.
- I lived in Boston until I was three.
- Üç yaşıma kadar Boston'da yaşadım.
- Don't tell him where you live.
- Nerede yaşadığını ona söyleme.
- The neighborhood where Tom lives is very quiet.
- Tom'un yaşadığı mahalle çok sessizdir.
- Tom doesn't have any place to live.
- Tom'un yaşayacak yeri yok.
- We live near the border.
- Biz sınıra yakın yaşıyoruz.
- You can't live your life under these conditions.
- Hayatını bu şartlar altında yaşayamazsın.
- Tom has never lived in Australia.
- Tom hiçbir zaman Avustralya'da yaşamadı.
- The young man lives in an old house.
- Genç adam eski bir evde yaşıyor.
- If it were not for water and salt, we could not live.
- Eğer su ve tuz olmasa biz yaşayamayız.
- I know where Tom lived.
- Tom’un nerede yaşadığını biliyorum.
- Tom lives on the outskirts of town.
- Tom kasabanın dışında yaşıyor.
- I live in a relatively safe neighborhood.
- Nispeten güvenli bir semtte yaşıyorum.
- Does Mary live next door to the bus driver that John worked with?
- Mary, John'un birlikte çalıştığı otobüs şoförünün yan komşusu olan evde mi yaşıyor?
- I live in Tripoli.
- Trablus'ta yaşıyorum.
- Tom had no place to live.
- Tom'un yaşayacak bir yeri yoktu.
- I'm not going to tell you how to live your life.
- Size hayatınızı nasıl yaşayacağınızı söyleyecek değilim.
- Tom lives on a boat.
- Tom bir teknede yaşıyor.
- I'm unaccustomed to living without electricity.
- Elektriksiz yaşamaya alışık değilim.
- We lived close by the sea.
- Denize yakın bir yerde yaşıyorduk.
- I'm pretty sure that Tom doesn't live in Boston anymore.
- Tom'un artık Boston'da yaşamadığından eminim.
- Fadil lived on Long Island, New York.
- Fadıl Long Island, New York'ta yaşıyordu.
- How can one live without pork?
- İnsan domuz eti olmadan nasıl yaşayabilir?
- Everyone can live peacefully.
- Herkes barış içinde yaşayabilir.
- Tom is living on an allowance from his parents.
- Tom anne ve babasından aldığı harçlıkla yaşıyor.
- To love is to live twice.
- Sevmek iki kere yaşamaktır.
- Native Americans lived in America before the Europeans arrived.
- Amerika'da Avrupalılar gelmeden önce Amerikan yerlileri yaşıyordu.
- Tom lives next to a library.
- Tom bir kütüphanenin yanında yaşıyor.
- They were able to live as they wanted in Massachusetts.
- Onlar Massachusetts'de istedikleri gibi yaşayabildiler.
- I have a friend who lives in America.
- Amerika'da yaşayan bir arkadaşım var.
- Tom lived in Australia when he was in college.
- Tom, üniversitede iken Avustralya'da yaşıyordu.
- I will only live for my child in the future.
- Ben sadece gelecekteki çocuğum için yaşayacağım.
- Does Tom live near you?
- Tom sana yakın mı yaşar?
- Tom lives next to me.
- Tom yan tarafımda yaşıyor.
- Evliya Celebi was a Turkish traveller who lived in the 17th century.
- Evliya Çelebi 17. yüzyılda yaşamış bir Türk seyyahıdır.
- I'm so sorry for people who live in lands where there are no Mayflowers.
- Mayıs çiçeklerinin olmadığı topraklarda yaşayan insanlar için çok üzülüyorum.
- They live next door.
- Yan evde yaşıyorlar.
- We have to live with these risks.
- Bu risklerle yaşamak zorundayız.
- Many Lojbanists live in the United States of America.
- Birçok Lojbanist Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşar.
- And Mathlusala lived after he begot Lamech, seven hundred and eighty-two years, and begot sons and daughters.
- Lemek'in doğumundan sonra Metuşelah yedi yüz seksen iki yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
- My friends live in the same house as me.
- Arkadaşlarım benimle aynı evde yaşarlar.
- This is the house I lived in when I was young.
- Burası gençken yaşadığım ev.
- No creature whatsoever can live in space.
- Uzayda hiçbir canlı yaşayamaz.
- I want you to tell Tom where you live.
- Tom'a nerede yaşadığını söylemeni istiyorum.
- They live near the beach.
- Onlar sahile yakın yaşarlar.
- Tom lived a good long life.
- Tom güzel uzun bir hayat yaşadı.
- The king lives inside his castle.
- Kral kalesinin içinde yaşar.
- He likes to live in Tokyo.
- Tokyo'da yaşamayı seviyor.
- You're going to have to live with what you did.
- Yaptığın şeyle yaşamak zorunda kalacaksın.
- Have you ever wanted to live anywhere else?
- Hiç başka bir yerde yaşamayı istedin mi?
- You need to stop living in the past.
- Geçmişte yaşamayı bırakmalısın.
- I didn't think anyone still lived in this house.
- Birinin hala bu evde yaşadığını düşünmedim.
- Tom lives near us.
- Tom bize yakın bir yerde yaşıyor.
- Tom lives just a few blocks away.
- Tom sadece birkaç blok ötede yaşıyor.
- Have you told Tom where Mary lives?
- Mary'nin nerede yaşadığını Tom'a söyledin mi?
- It was difficult to live on his meager earnings.
- Yetersiz kazancıyla yaşamak zordu.
- Soon you'll get used to living by yourself.
- Yakında kendi başına yaşamaya alışacaksın.
- We've been living here since January.
- Ocak ayından beri burada yaşıyoruz.
- Tom doesn't live in Boston anymore.
- Tom artık Boston'da yaşamıyor.
- You live and learn.
- Yaşa ve öğren.
- Layla wanted to live a good life.
- Leyla iyi bir hayat yaşamak istedi.
- She lives in a huge house.
- Çok büyük bir evde yaşıyor.
- Sami made the decision to let Layla live.
- Sami, Layla'nın yaşamasına izin verme kararını verdi.
- Even though Tom's in his forties, he still lives at home with his parents.
- Tom 40'lı yaşlarda olmasına rağmen hala anne babasıyla evde yaşıyor.
- Does Tom live far from you?
- Tom senden uzakta mı yaşıyor?
- Sami lived there for six weeks.
- Sami altı hafta boyunca orada yaşadı.
- Are you still living with your mom?
- Hâlâ annenle birlikte mi yaşıyorsun?
- The parolee started to live in his hometown.
- Şartlı tahliye edilen kişi memleketinde yaşamaya başladı.
- This is the house where I lived in my early days.
- Burası eskiden yaşadığım ev.
- I used to live there.
- Orada yaşardım.
- Let's live here.
- Burada yaşayalım.
- Taro has lived in Obihiro for ten years.
- Taro on yıldır Obihiro'da yaşıyor.
- We lived with Tom.
- Tom'la birlikte yaşadık.
- How long have you lived in Sasayama?
- Ne kadar zamandır Sasayama'da yaşıyorsunuz?
- Fadil lived just 50 miles south of Cairo.
- Fadıl, Kahire'nin sadece 50 mil güneyinde yaşıyordu.
- And Lamech lived after he begot Noah, five hundred and ninety-five years, and begot sons and daughters.
- Nuh'un doğumundan sonra Lemek beş yüz doksan beş yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
- Please stop living in ignorance.
- Lütfen cehalet içinde yaşamayı bırak.
- I think Tom knows where Mary lives.
- Tom'un Mary'nin nerede yaşadığını bildiğini düşünüyorum.
- Why did he live in the United States?
- Neden Birleşik Devletler'de yaşıyordu?
- Tom lives outside the city.
- Tom şehir dışında yaşıyor.
- Tom and Mary live in a mobile home.
- Tom ve Mary bir seyyar evde yaşıyorlar.
- Tom thought Mary would likely know where John lived.
- Tom, Mary'nin John'un nerede yaşadığını muhtemelen bileceğini düşünüyordu.
- In Dutch folklore, kabouters are tiny people who live underground.
- Hollanda folklorunda, kabouter'lar yeraltında yaşayan küçük insanlardır.
- I live there now.
- Şimdi orada yaşıyorum.
- Tom and Mary don't live in the same time zone.
- Tom ve Mary aynı saat diliminde yaşamıyorlar.
- In general, women live longer than men.
- Genel olarak kadınlar erkeklerden daha uzun yaşar.
- He lived in Iceland very long.
- Uzun süre İzlanda'da yaşadı.
- Human beings are not made to understand life, but to live it.
- İnsanlar hayatı anlamak için değil, yaşamak için yaratılmıştır.
- I live from paycheck to paycheck.
- Maaştan maaşa yaşıyorum.
- He lives with his grandmother.
- Büyükannesiyle yaşıyor.
- I live in the middle of nowhere.
- Hiçliğin ortasında yaşıyorum.
- The only country Tom has ever lived in is Australia.
- Tom'un şu ana kadar yaşadığı tek ülke Avustralyadır.
- I don't remember how many years Tom said he lived in Boston.
- Tom'un Boston'da kaç yıl yaşadığını söylediğini hatırlamıyorum.
- I'd rather not tell you where I live.
- Nerede yaşadığımı sana söylememeyi tercih ediyorum.
- I lived in China for six months.
- Altı ay Çin'de yaşadım.
- I live in a European country.
- Bir Avrupa ülkesinde yaşıyorum.
- I live in Izmir.
- Ben İzmir'de yaşıyorum.
- I don't think I have much longer to live.
- Daha fazla yaşamak zorunda olduğumu sanmıyorum.
- I live in Boston now, but I lived in Chicago up until three years ago.
- Şimdi Boston'da yaşıyorum ama üç yıl öncesine kadar Chicago'da yaşadım.
- He does not want to live in a less developed country.
- Daha az gelişmiş bir ülkede yaşamak istemiyor.
- She has always lived in Otaru.
- O, her zaman Otaru'da yaşadı.
- Not everyone who lives here is rich.
- Burada yaşayan herkes zengin değildir.
- Do you know how many people live in Australia?
- Avustralya'da kaç kişinin yaşadığını biliyor musun?
- They live in that house among the trees.
- Onlar ağaçların arasındaki şu evde yaşarlar.
- Leila lives in Yemen.
- Leila Yemen'de yaşıyor.
- Are you still living with your parents?
- Hala ebeveyninle mi yaşıyorsun?
- To live is to fight.
- Yaşamak savaşmaktır.
- I wouldn't want to live in Boston.
- Boston'da yaşamak istemezdim.
- I'm sure glad I don't live in Boston.
- Boston'da yaşamadığıma sevindim.
- His name is Tom and he lives next to the post office.
- Adı Tom ve postanenin yanında yaşıyor.
- When the princess grew up she was betrothed to a prince who lived at a great distance.
- Prenses büyüdüğünde, çok uzakta yaşayan bir prensle nişanlanmış.
- They live downstairs.
- Onlar alt katta yaşıyor.
- I have always wanted to live in Rome.
- Her zaman Roma'da yaşamak istemişimdir.
- I wish you didn't live so far away.
- Keşke bu kadar uzakta yaşamasaydın.
- My daughter lives in Rio de Janeiro, which is four hundred miles away from Sao Paulo.
- Kızım Sao Paulo'dan dört yüz mil uzaktaki Rio de Janeiro'da yaşıyor.
- I lived in Boston for about three years.
- Yaklaşık üç yıl Boston'da yaşadım.
- I didn't say I used to live in Boston.
- Eskiden Boston'da yaşadığımı söylemedim.
- Are you sure you want to live like a caveman?
- Bir mağara adamı gibi yaşamak istediğinden emin misiniz?
- I'd like to live in a decent house.
- İyi bir evde yaşamak istiyorum.
- I forgot that Tom used to live in Boston.
- Tom'un eskiden Boston'da yaşadığını unutmuşum.
- There seems to be a lot of rich people living in this part of town.
- Şehrin bu kısmında yaşayan bir sürü zengin insan var gibi görünüyor.
- Which house did you live in?
- Hangi evde yaşadın?
- Tom still lives by himself.
- Tom hâlâ tek başına yaşıyor.
- She was living rent-free in a small house not too far from us.
- Bizden çok uzakta olmayan küçük bir evde kirasız yaşıyordu.
- He is as brave a man as ever lived.
- O şimdiye kadar yaşamış en cesur adam.
- Only 5 million people live in Norway.
- Norveç'te sadece 5 milyon insan yaşıyor.
- We live on Puistokatu.
- Puistokatu'da yaşıyoruz.
- We live in a civilized society.
- Biz uygar bir toplumda yaşıyoruz.
- I have no desire to live in Boston.
- Boston'da yaşamak gibi bir arzum yok.
- The horse lives in the stable.
- At ahırda yaşıyor.
- Nobody lives forever.
- Kimse sonsuza kadar yaşamıyor.
- They once lived in Nagoya.
- Onlar bir zaman Nagoya'da yaşıyorlardı.
- Mary now lives with her father.
- Mary şimdi babasıyla birlikte yaşıyor.
- Emily permitted me to live with her.
- Emily onunla yaşamama izin verdi.
- I thought you said you used to live in Boston.
- Eskiden Boston'da yaşadığını söylediğini sanıyordum.
- Are you sure you want to live like a caveman?
- Mağara adamı gibi yaşamak istediğine emin misin?
- Sami knows where Layla lives.
- Sami, Leyla'nın nerede yaşadığını biliyor.
- Tom lied to you about having lived in Boston.
- Tom Boston'da yaşadığı konusunda sana yalan söyledi.
- I don't think anybody's lived in this house in a long time.
- Birinin bu evde uzun zaman yaşadığını sanmıyorum.
- How much longer is Tom planning to live in Boston?
- Tom, Boston'da ne kadar süre yaşamayı planlıyor?
- Tom lives only three miles away.
- Tom sadece 3 mil uzakta yaşıyor.
- I live too far away.
- Ben çok uzakta yaşıyorum.
- He lives in another state.
- Başka bir eyalette yaşıyor.
- Have you ever seen the new house in which Marilyn lives?
- Marilyn'in yaşadığı yeni evi hiç gördünüz mü?
- Tom doesn't really want to live there, does he?
- Tom gerçekten orada yaşamak istemiyor, değil mi?
- Forget all grudges and begin living freely.
- Bütün kinleri unut ve özgürce yaşamaya başla.
- I'd like to live in a decent house.
- Düzgün bir evde yaşamak isterdim.
- My brother, who lives in Boston, is a carpenter.
- Boston'da yaşayan erkek kardeşim bir marangoz.
- To live is to fight.
- Yaşamak mücadele etmektir.
- If there was no sun, we would not be able to live.
- Güneş olmasa yaşayamayız.
- One can't live without water.
- Biri su olmadan yaşayamaz.
- Tom no longer lives here.
- Tom artık burada yaşamıyor.
- Twenty families live here.
- Burada yirmi aile yaşar.
- Tom lives in Paris.
- Tom, Paris'te yaşıyor.
- I live in this neighborhood.
- Ben bu mahallede yaşarım.
- Tom lives here.
- Tom burada yaşıyor.
- How do you know where I live?
- Nerede yaşadığımı nasıl biliyorsun?
- They easily adapted to living abroad.
- Yurt dışında yaşamaya kolayca adapte oldular.
- I live in Montenegro.
- Karadağ'da yaşıyorum.
- I don't want to live in a big mansion.
- Büyük bir malikanede yaşamak istemiyorum.
- He lives alone.
- Yalnız yaşıyor.
- Why do you think Tom doesn't live in Boston anymore?
- Neden Tom'un artık Boston'da yaşamadığını düşünüyorsun?
- Sami planned to return to Cairo to live with his family.
- Sami ailesiyle yaşamak için Kahire'ye dönmeyi planlıyordu.
- I finally was able to find out where Tom lives.
- Sonunda Tom'un nerede yaşadığını öğrenebildim.
- She lives in comfort.
- O konfor içinde yaşar.
- I thought you lived with your family.
- Ailenle yaşadığını sanıyordum.
- He lives according to the law of the Lord.
- Tanrı'nın kanunlarına göre yaşıyor.
- When I lived in Rome, I took the subway every day.
- Roma'da yaşarken her gün metroya binerdim.
- Tom told me that you probably know where Mary lives.
- Tom bana muhtemelen Mary'nin nerede yaşadığını bildiğini söyledi.
- It's been more than ten years since we came to live here.
- Buraya yaşamaya geleli on yıldan fazla oldu.
- Tom is the only one here who knows where Mary lives.
- Tom burada Mary'nin nerede yaşadığını bilen tek kişidir.
- I live quite close to Tom.
- Tom'a çok yakın yaşıyorum.
- Tom is the only one here who has never lived in Boston.
- Tom burada Boston'da hiç yaşamamış olan tek kişi.
- Sami lives about a block away from here.
- Sami buradan bir blok ötede yaşıyor.
- Tom was unable to hold a job or live by himself.
- Tom bir işte çalışamadığı gibi kendi başına da yaşayamıyordu.
- You have to live with it.
- Onunla yaşamayı öğrenmek zorundasın.
- As for living in Japan, I have nothing to complain about.
- Japonya'da yaşamaya gelince, şikâyet edecek bir şeyim yok.
- Tom asked me if I knew where Mary lived.
- Tom bana Mary'nin nerede yaşadığını bilip bilmediğimi sordu.
- Tom has been living here since 2013.
- Tom 2013'ten beri burada yaşıyor.
- If there were no air, man could not live even ten minutes.
- Hava yoksa insan on dakika bile yaşayamaz.
- I live in Australia.
- Ben Avustralya'da yaşıyorum.
- It is a great convenience to live near a station.
- Bir istasyonun yakınında yaşamak büyük bir kolaylık.
- My dog and cat live in harmony with each other.
- Köpeğim ve kedim birbirleriyle uyum içinde yaşıyorlar.
- Do any of you know where he lives?
- Nerede yaşadığını bileniniz var mı?
- Do you live a healthy lifestyle?
- Sağlıklı bir yaşam tarzı yaşıyor musunuz?
- Tom lives in Boston with his grandparents.
- Tom Boston'da büyükannesi ve büyükbabasıyla yaşıyor.
- I don't think anyone has lived in this house for years.
- Yıllardır bu evde kimsenin yaşadığını sanmıyorum.
- Michael is already an adult, but he still lives with his mother.
- Michael artık bir yetişkin ama hâlâ annesiyle yaşıyor.
- I want you to let her live.
- Onun yaşamasına izin vermeni istiyorum.
- Tom told me where Mary lives.
- Tom bana Mary'nin nerede yaşadığını söyledi.
- Tom spent years living on the streets of Boston.
- Tom yıllarını Boston sokaklarda yaşayarak geçirdi.
- I lived in happiness.
- Mutluluk içinde yaşadım.
- Tom doesn't like living in the country.
- Tom kırsalda yaşamayı sevmiyor.
- Tom booked a room for me at a hotel near where he lived.
- Tom yaşadığı yere yakın bir otelde benim için bir oda ayırttı.
- Would you like to live in Ukraine?
- Ukrayna'da yaşamak ister misin?
- Tom has lived in Boston since he was three.
- Tom üç yaşından beri Boston'da yaşıyor.
- I'm going to live in Namibia.
- Namibya'da yaşayacağım.
- I've always lived with my parents.
- Her zaman ailemle yaşadım.
- Her baby lived for one day.
- Bebeği bir gün yaşadı.
- How long have you lived in Boston?
- Ne kadar süre Boston'da yaşadın?
- Tom and Mary live on the same street.
- Tom ve Mary aynı sokakta yaşıyorlar.
- Tom never knew that Mary lived on the bad side of town.
- Tom Mary'nin kasabanın kötü tarafında yaşadığını zaten bilmiyordu.
- If it were not for water, we could not live.
- Eğer su olmasaydı, yaşayamazdık.
- They live nearby.
- Onlar yakında yaşarlar.
- I used to live with Tom.
- Tom'la birlikte yaşardım.
- A man just asked me where Tom lives.
- Az önce bir adam bana Tom'un nerede yaşadığını sordu.
- It's dangerous to live near a volcano.
- Bir yanardağın yakınında yaşamak tehlikelidir.
- I do not know how she manages to live telling lies.
- Yalan söyleyerek yaşamayı nasıl başarıyor bilmiyorum.
- He lives within earshot of my house.
- Evimin adeta dibinde yaşıyor.
- This is the house where I lived when I was a child.
- Çocukken yaşadığım ev burası.
- I live in a country where the cost of a liter of gasoline is cheaper than the cost of a liter of water.
- Bir litre benzinin maliyetinin bir litre suyun maliyetinden daha ucuz olduğu bir ülkede yaşıyorum.
- I can't live without my music.
- Müziğim olmadan yaşayamam.
- I know you used to live in Boston.
- Boston'da yaşadığını biliyorum.
- I'm living in Boston now.
- Artık Boston'da yaşıyorum.
- You realize Tom lives in Boston now, right?
- Tom'un artık Boston'da yaşadığının farkındasın, değil mi?
- He lives a long way away.
- O çok uzakta yaşıyor.
- Many young families live in this area.
- Bu bölgede birçok genç aile yaşıyor.
- Humans are asleep when they live, they wake up when they die.
- İnsanlar yaşarken uyurlar, ölünce uyanırlar.
- Tom lives in a house on the edge of town.
- Tom şehrin kenarında bir evde yaşıyor.
- Tom lives in a house that was built in the 1700s.
- Tom 1700'lerde inşa edilmiş bir evde yaşıyor.
- Tom certainly helped make this a better place to live.
- Tom kesinlikle bunu yaşanacak daha iyi bir yer yapmak için yardım etti.
- It seems that Mr Hatoyama is living in company housing.
- Görünüşe göre Bay Hatoyama şirket konutlarında yaşıyor.
- Are your kids still living with you?
- Çocuklarınız hâlâ sizinle mi yaşıyor?
- Have you ever wanted to live anywhere else?
- Hiç başka bir yerde yaşamak istedin mi?
- I live upstate.
- Şehir dışında yaşıyorum.
- Where do Mary and Tom live?
- Mary ve Tom nerede yaşıyorlar?
- Tom and Mary live close to the ocean.
- Tom ve Mary okyanusa yakın yaşarlar.
- I lived in Boston for many, many years.
- Uzun yıllar Boston'da yaşadım.
- He is living outside the city.
- Şehrin dışında yaşıyor.
- Sami's parents live in Cairo.
- Sami'nin anne ve babası, Kahire'de yaşıyor.
- Where does she live now?
- Şimdi nerede yaşıyor?
- Tom has lived in Boston since 2013.
- Tom 2013'ten beri Boston'da yaşıyor.
- They live in a rented house.
- Onlar kiralık bir evde yaşamaktadırlar.
- People can't live without air.
- İnsanlar hava olmadan yaşayamazlar.
- I'm the one who told Tom where you lived.
- Tom'a nerede yaşadığını söyleyen bendim.
- He lives in the suburbs of London.
- Londra'nın banliyölerinde yaşar.
- Tom lives and works in Boston.
- Tom Boston'da yaşar ve çalışır.
- How much longer do you plan to live in this house?
- Bu evde daha ne kadar yaşamayı planlıyorsun?
- It is clear that we cannot live without air.
- Havasız yaşayamayacağımız açıktır.
- Tom doesn't know where he's going to live next year.
- Tom gelecek yıl nerede yaşayacağını bilmiyor.
- He has lived here for a long time.
- Uzun zamandır burada yaşıyor.
- The girl that we were talking about lives here.
- Hakkında konuştuğumuz kız, burada yaşıyor.
- Do you live in Boston?
- Boston'da mı yaşıyorsun?
- I guess I've lived too long.
- Sanırım fazla uzun yaşadım.
- He lives off the grid.
- Şebekeden uzakta yaşıyor.
- Merely to breathe does not mean to live.
- Sadece nefes almak yaşamak demek değildir.
- Tom doesn't like the house that he lives in.
- Tom yaşadığı evi sevmiyor.
- Tom wouldn't tell me where he lived.
- Tom bana nerede yaşadığını söylemezdi.
- I can live without water.
- Susuz yaşayabilirim.
- Doesn't he live in Montmartre anymore?
- O artık Montmartre'da yaşamıyor mu?
- I think Tom knows where Mary lives.
- Tom'un Mary'nin yaşadığı yeri bildiğini düşünüyorum.
- I live kilometers away from the nearest station.
- En yakın istasyondan kilometrelerce uzakta yaşıyorum.
- Mary lives alone except for her cat.
- Mary kedisi dışında yalnız yaşıyor.
- Tom lived next to a library.
- Tom bir kütüphanenin yanında yaşıyordu.
- Tom lived a very frugal lifestyle.
- Tom çok tutumlu bir yaşam tarzı yaşadı.
- That house over there is where Tom lives.
- Oradaki o ev Tom'un yaşadığı yerdir.
- I never really thought I'd live this long.
- Bu kadar uzun yaşayacağımı gerçekten hiç düşünmedim.
- Nobody knows where he lives.
- Kimse onun nerede yaşadığını bilmiyor.
- Sami lived with Farid and Layla.
- Sami, Farid ve Layla ile yaşıyordu.
- Tom says he doesn't know where Mary lives.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmediğini söylüyor.
- I can't live without you.
- Sensiz yaşayamam.
- Do both Tom and Mary live in Boston?
- Tom ve Mary Boston'da mı yaşıyor?
- Tom lives quite close by.
- Tom oldukça yakında yaşıyor.
- She lives within a stone's throw of the school.
- Okula bir taş atımı mesafede yaşıyor.
- The apartment I live in isn't very large.
- İçinde yaşadığım daire çok büyük değil.
- Sami lived in a separate farmhouse owned by his father.
- Sami babasına ait ayrı bir çiftlik evinde yaşıyordu.
- Tom lived in Boston for many years.
- Tom yıllarca Boston'da yaşadı.
- I want to live in Boston or in Chicago.
- Ya Boston'da ya da Chicago'da yaşamak istiyorum.
- Canada is a good place to go if it's your first experience living abroad.
- İlk yurt dışında yaşama deneyiminiz olacaksa Kanada gitmek için iyi bir yer.
- People who go to bed early and get up early live a long time.
- Erken yatıp erken kalkan insanlar uzun süre yaşarlar.
- On average, women live longer than men.
- Ortalama olarak, kadınlar erkeklerden daha uzun yaşar.
- Her family lives in this city.
- Ailesi bu şehirde yaşıyor.
- This is the neighborhood where I lived when I was younger.
- Burası gençken yaşadığım mahalle.
- We know where your family lives.
- Ailenin nerede yaşadığını biliyoruz.
- She lives in the country.
- O kırsalda yaşıyor.
- He lived a moral life.
- O dürüst bir hayat yaşadı.
- I love living on campus.
- Kampüste yaşamayı seviyorum.
- We live in a very safe country.
- Çok güvenli bir ülkede yaşıyoruz.
- About seven billion people live on our planet.
- Gezegenimizde yaklaşık 7 milyar insan yaşıyor.
- Sami lived in an amazing apartment.
- Sami harika bir dairede yaşıyordu.
- Many strange animals live in Australia.
- Avustralya'da birçok tuhaf hayvan yaşıyor.
- Tango lives with a small boy in a little village.
- Tango küçük bir köyde küçük bir çocukla yaşıyor.
- We don't live in a perfect world.
- Kusursuz bir dünyada yaşamıyoruz.
- I'd like to live a quiet life in the country after retirement.
- Emekli olduktan sonra taşrada sakin bir hayat yaşamak istiyorum.
- Tom and Mary still live in Boston.
- Tom ve Mary hâlâ Boston'da yaşıyor.
- He lived in Ankara for six years.
- Ankara'da altı yıl yaşadı.
- We would like to live in this village and study the Kadazan language.
- Bu köyde yaşamak ve Kadazan dilini öğrenmek istiyoruz.
- I couldn't afford to live in that neighborhood.
- O mahallede yaşamaya gücüm yetmezdi.
- I didn't want to live in Boston.
- Boston'da yaşamak istemedim.
- Layla lived a few miles away.
- Leyla birkaç mil uzakta yaşıyordu.
- Can we live here?
- Burada yaşayabilir miyiz?
- My father lived in Nagoya for 30 years.
- Babam 30 yıl Nagoya'da yaşadı.
- He lives within a stone's throw of the sea.
- Denize bir taş atımı mesafede yaşıyor.
- That girl is Icelandic, but now she lives in the United States.
- Bu kız İzlandalı, ama şimdi o, Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşıyor.
- Sami lived just six miles away.
- Sami sadece altı mil uzakta yaşıyordu.
- How long has Marcos lived here?
- Marcos burada ne kadar zamandır yaşıyor?
- We live in peace.
- Huzur içinde yaşıyoruz.
- Where do you think he lives?
- Sence nerede yaşıyor?
- People who live here know how to do that.
- Burada yaşayan insanlar bunun nasıl yapılacağını biliyor.
- They want to live close to the station.
- İstasyona yakın yaşamak istiyorlar.
- When Tom was in kindergarten, he lived in Boston.
- Tom anaokulundayken Boston'da yaşıyordu.
- My brother is living in Boston.
- Erkek kardeşim Boston'da yaşıyor.
- Tom lives here alone.
- Tom burada yalnız yaşıyor.
- I'd rather live in a small town than in a big city.
- Büyük bir şehirde yaşamaktansa küçük bir kasabada yaşamayı tercih ederim.
- My brother lives there.
- Erkek kardeşim orada yaşıyor.
- He lives in a big house.
- O, büyük bir evde yaşıyor.
- I don't remember where you live.
- Nerede yaşadığını hatırlamıyorum.
- I need to find out where Tom lives.
- Tom'un yaşadığı yeri bulmam gerek.
- I thought Tom might know where Mary lives.
- Tom'un Mary'nin nerede yaşadığını bilebileceğini düşündüm.
- Are you sure you don't want to live at home with your parents?
- Ailenle aynı evde yaşamak istemediğine emin misin?
- I didn't live with my mother when I was growing up.
- Büyürken annemle yaşamadım.
- Tom wasn't the one who told me where Mary lived.
- Mary'nin nerede yaşadığını bana söyleyen Tom değildi.
- Tom bought a piece of land not far from where Mary lives.
- Tom, Mary'nin yaşadığı yerden çok uzakta olmayan bir arazi satın aldı.
- Tom lives in the apartment above Mary.
- Tom, Mary'nin üst katındaki dairede yaşıyor.
- I hear some tribes in eastern Africa live on milk products.
- Doğu Afrika'da bazı kabilelerin süt ürünleri ile yaşadığını duydum.
- Do penguins live at the North Pole?
- Kuzey kutbunda penguenler yaşar mı?
- He lived in Azerbaijan for 4 years.
- O, Azerbaycan'da 4 yıl yaşadı.
- He is looking for a place to live.
- Yaşayacak bir yer arıyor.
- How long has George lived here?
- George ne kadar zamandır burada yaşıyor?
- Where did Tom live before he moved here?
- Tom buraya taşınmadan önce nerede yaşıyordu?
- I live in Dublin.
- Dublin'de yaşıyorum.
- Sami used to live in Cairo.
- Sami, Kahire'de yaşardı.
- I can live with that arrangement.
- Bu düzenlemeyle yaşayabilirim.
- Tom lives on his own.
- Tom kendi başına yaşıyor.
- I know where she lives.
- Nerede yaşadığını biliyorum.
- I had trouble finding a place to live in Boston.
- Boston'da yaşayacak bir yer bulmakta zorlandım.
- I didn't realize Tom lives here.
- Tom'un burada yaşadığını bilmiyordum.
- Tom is living here now, isn't he?
- Tom şu anda burada yaşıyor, değil mi?
- If it were not for water, we couldn't live.
- Su olmasaydı, yaşayamazdık.
- Do you still live with your parents?
- Hâlâ annenlerle mi yaşıyorsun?
- I live with my uncle.
- Eniştemle yaşarım.
- Now the old lady lives alone.
- Şimdi yaşlı kadın yalnız yaşıyor.
- Japan, for the most part, is a good place to live.
- Japonya çoğunlukla yaşamak için iyi bir yerdir.
- We have to live in the moment.
- Anı yaşamak zorundayız.
- How long have you lived in Sasayama?
- Ne kadar zamandır Sasayama'da yaşıyorsun?
- She is American, but she lives in England.
- O bir Amerikalı ama İngiltere'de yaşıyor.
- We can't live without oxygen.
- Oksijensiz yaşayamayız.
- To live is the rarest thing in the world; most people exist, that is all.
- Yaşamak dünyadaki en nadir şeydir; birçok insan sadece var olur, hepsi bu.
- Tom and Mary live in Boston with their father.
- Tom ve Mary, babaları ile birlikte Boston'da yaşıyorlar.
- Tom can't say for sure where Mary lives.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını kesin olarak söyleyemiyor.
- I don't live here anymore.
- Artık burada yaşamıyorum.
- I'll never forget that as long as I live.
- Yaşadığım sürece bunu asla unutmayacağım.
- Two little squirrels, a white one and a black one, lived in a large forest.
- İki küçük sincap, biri beyaz biri siyah, büyük bir ormanda yaşıyorlardı.
- Tom's great-great-great grandmother lived in Scotland.
- Tom'un büyük büyük büyükannesi İskoçya'da yaşamış.
- Tom lives in a small village.
- Tom küçük bir köyde yaşar.
- Where do you really live?
- Aslında nerede yaşıyorsun?
- I don't think Tom knows where I live.
- Tom'un nerede yaşadığımı bildiğini sanmam.
- I thought you lived with him.
- Onunla yaşadığını düşündüm.
- They live in constant dread of floods.
- Onlar sürekli sel korkusu içinde yaşarlar.
- Tom found a job not too far from where he lives.
- Tom yaşadığı yerden çok uzakta olmayan bir iş buldu.
- If it were not for air, we could not live on the earth.
- Eğer hava olmasa dünyada yaşayamayız.
- We lived in the country for many years.
- Biz uzun yıllar kırsalda yaşadık.
- My parents live outside the city.
- Ailem şehir dışında yaşıyor.
- George has lived there for six weeks.
- George altı haftadır orada yaşıyor.
- This is the house where I lived when I was a child.
- Burası çocukken yaşadığım ev.
- He lives in Morocco.
- Fas'ta yaşıyor.
- Tom lived with Mary and John for three years.
- Tom üç yıl boyunca Mary ve John ile yaşadı.
- No man lives in the building.
- Binada kimse yaşamıyor.
- You live across the street, don't you?
- Caddenin karşı tarafında yaşıyorsun, değil mi?
- Live free or die.
- Özgür yaşa veya öl.
- Tom is the only one who knows where Mary lives.
- Mary'nin nerede yaşadığını bilen tek kişi Tom.
- I have once lived in Beijing, but now live in Seoul.
- Bir zamanlar Pekin'de yaşadım ama şimdi Seul'de yaşıyorum.
- Layla lived in a comfortable house.
- Leyla konforlu bir evde yaşıyordu.
- Tom lived to a ripe old age.
- Tom olgunluk çağına kadar yaşadı.
- He doesn't want to live in a less developed country.
- Daha az gelişmiş bir ülkede yaşamak istemiyor.
- If there were no air, man could not live even ten minutes.
- Eğer hava olmasaydı, insan on dakika bile yaşayamazdı.
- Tom lives in Boston with his wife and his three children.
- Tom, karısı ve üç çocuğuyla birlikte Boston'da yaşar.
- I've decided not to live in Boston.
- Boston'da yaşamamaya karar verdim.
- 94% of China's population live east of the Heihe-Tengchong Line.
- Çin nüfusunun %94'ü Heihe-Tengchong Hattı'nın doğusunda yaşıyor.
- You still haven't told me where you live.
- Hâlâ nerede yaşadığını söylemedin.
- I have a lot of friends living in Boston.
- Boston'da yaşayan çok arkadaşım var.
- Tom lives in Australia with his family.
- Tom ailesiyle birlikte Avustralya'da yaşıyor.
- We are living in the atomic age.
- Atom çağında yaşıyoruz.
- Both Tom and Mary now live in Boston.
- Hem Tom hem de Mary şimdi Boston'da yaşıyor.
- I've lived a hard life.
- Ben zor bir hayat yaşadım.
- From the viewpoint of health, Tokyo is not such a good place to live.
- Sağlık açısından bakıldığında, Tokyo yaşamak için o kadar da iyi bir yer değildir.
- Tom lives in a small house by himself.
- Tom küçük bir evde tek başına yaşıyor.
- Tom is easy to live with.
- Tom ile yaşamak kolaydır.
- Noise is the most serious problem for those who live around the airports.
- Havaalanın yakınlarında yaşayanlar için gürültü en ciddi problemdir.
- Mary is still living at home with her parents.
- Mary hala ailesiyle birlikte yaşıyor.
- I used to live with her.
- Eskiden onunla yaşardım.
- I lived there for three years.
- Üç yıl boyunca orada yaşadım.
- Vampires live forever, unless they're killed.
- Vampirler, öldürülmedikleri sürece sonsuza kadar yaşarlar.
- Does Tom live far from here?
- Tom buradan uzakta mı yaşıyor?
- I will send a letter to my brother who lives in Sapporo.
- Sapparo'da yaşayan erkek kardeşime bir mektup göndereceğim.
- We don't live in a perfect world.
- Mükemmel bir dünyada yaşamıyoruz.
- This is the house in which the poet lived in his childhood.
- Bu, şairin çocukluğunda yaşadığı evdir.
- How long have you been living in Osaka?
- Ne zamandır Osaka'da yaşıyorsun?
- This house is very comfortable to live in.
- Bu evde yaşamak çok rahat.
- Who would want to live in a place like this?
- Böyle bir yerde kim yaşamak ister?
- Not a few people live to be over eighty.
- Birçok insan seksen yıldan fazla yaşamaz.
- Two families live in the house.
- Evde iki aile yaşıyor.
- I don't deserve to live.
- Yaşamayı hak etmiyorum.
- Both of my parents are still living.
- Annem de babam da hâlâ yaşıyor.
- Tom lives with his wife in Boston.
- Tom karısıyla birlikte Boston'da yaşamaktadır.
- We all live under the same sky, but we do not have the same horizon.
- Hepimiz aynı gökyüzünün altında yaşıyoruz ama aynı ufka sahip değiliz.
- He's rich, but he lives like a beggar.
- Zengin ama dilenci gibi yaşıyor.
- Tom intends to live in Boston for more than a year.
- Tom Boston'da bir yıldan fazla yaşamaya niyetli.
- Tom asked where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını sordu.
- Tom and Mary live in a gated community.
- Tom ve Mary kapalı bir sitede yaşıyorlar.
- She lives in Kyoto.
- O, Kyoto'da yaşıyor.
- Do Tom and Mary live in the same apartment building?
- Tom ve Mary aynı apartmanda mı yaşıyor?
- Since I live on a farm, I don't have a lot of guests.
- Bir çiftlikte yaşadığımdan beri çok misafirim yok.
- Does Mary live next door to the bus driver that John worked with?
- Mary, John'un birlikte çalıştığı otobüs şoförünün yanında mı yaşıyor?
- Fadil lived just 50 miles south of Cairo.
- Fadıl Kahire'nin sadece 50 mil güneyinde yaşıyordu.
- He lives here, I suppose.
- Sanırım burada yaşıyor.
- This is the house in which the prime minister lives.
- Burası başbakanın yaşadığı ev.
- The Japanese live in harmony with nature.
- Japonlar doğa ile uyum içinde yaşarlar.
- We live in a beautiful city.
- Güzel bir şehirde yaşıyoruz.
- Tom has lived in the jungle for five months.
- Tom beş ay boyunca ormanda yaşadı.
- Who's living in Boston now?
- Boston'da şimdi kim yaşıyor?
- Tom lives near the ocean, but he can't swim.
- Tom okyanusa yakın yaşıyor ama yüzemiyor.
- He lives at the top of this hill.
- Bu tepenin üstünde yaşıyor.
- Sami's parents live in Cairo.
- Sami'nin ebeveynleri Kahire'de yaşıyor.
- Let us pray for him to live among us for a long time, because we really need him.
- Aramızda uzun bir süre yaşaması için dua edelim çünkü ona gerçekten ihtiyacımız var.
- I live across the street.
- Sokağın karşısında yaşıyorum.
- Tom told me that you probably know where Mary lives.
- Tom bana Mary'nin nerede yaşadığını muhtemelen bildiğini söyledi.
- He is condemned to live on a wheelchair.
- Tekerlekli sandalyede yaşamaya mahkum edildi.
- The old man lives by himself.
- Yaşlı adam tek başına yaşıyor.
- I told Tom I didn't know where Mary lived.
- Tom'a Mary'nin nerede yaşadığını bilmediğimi söyledim.
- Tom lives near here, doesn't he?
- Tom buraya yakın bir yerde yaşıyor, değil mi?
- The king and his family live in the royal palace.
- Kral ve ailesi kraliyet sarayında yaşar.
- Tom also lives in Boston.
- Tom da Boston'da yaşıyor.
- I think that Tom lives somewhere around here.
- Sanırım Tom buralarda bir yerde yaşıyor.
- Tom knows that I used to live in Boston.
- Tom eskiden Boston'da yaşadığımı biliyor.
- I think it's possible for people to live on the moon.
- İnsanların ayda yaşamasının mümkün olduğunu düşünüyorum.
- We've lived here for a long time.
- Uzun zamandır burada yaşıyoruz.
- It's been ten years since I came to live here.
- Buraya yaşamaya geleli on yıl oldu.
- Tom lives in a small town near Boston.
- Tom Boston yakınlarında küçük bir kasabada yaşıyor.
- I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya.
- Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.
- Tom became friends with Mary when he was living in Boston.
- Tom Boston'da yaşarken Mary ile arkadaş oldu.
- I have to do that every day to keep living.
- Yaşamayı sürdürmek için onu her gün yapmak zorundayım.
- Where do you think we should live?
- Nerede yaşamamız gerektiğini düşünüyorsun?
- Does he live in the same apartment building?
- Aynı apartmanda mı yaşıyor?
- Lajos said that he wants to live in Szeged.
- Lajos, Szeged'de yaşamak istediğini söyledi.
- What planet do you live on?
- Hangi gezegende yaşıyorsunuz?
- Would you really want to live forever?
- Gerçekten sonsuza kadar yaşamak ister misin?
- He lives comfortably.
- O konfor içinde yaşamaktadır.
- Tom and I don't live in the same state.
- Tom'la aynı eyalette yaşamıyoruz.
- My grandkids live in Boston.
- Torunlarım Boston'da yaşıyor.
- He must not live.
- O yaşamıyor olmalı.
- The Hittites are one of the civilizations of the ancient era that lived in Anatolia.
- Hititler, Anadolu'da yaşamış eski çağ uygarlıklarından bir tanesidir.
- I needed to know where Tom lived.
- Tom'un nerede yaşadığını bilmem gerekiyordu.
- What part of Boston does Tom live in?
- Tom Boston'un hangi bölgesinde yaşıyor?
- Tom doesn't want to live in Boston for more than a year.
- Tom bir yıldan daha fazla Boston'da yaşamak istemiyor.
- I will never forget you as long as I live.
- Yaşadığım sürece seni asla unutmayacağım.
- Tom has lived here all his life.
- Tom bütün hayatını burada yaşadı.
- The Rosenfelders live in Wheaton, Indiana.
- Rosenfelderler Wheaton, Indiana'da yaşıyorlar.
- I wonder how long Tom has been living in Boston.
- Tom'un ne kadar zamandır Boston'da yaşadığını merak ediyorum.
- We were living in Osaka for ten years before we came to Tokyo.
- Tokyo'ya gelmeden önce on yıldır Osaka'da yaşıyorduk.
- Tom is living near Boston.
- Tom Boston yakınlarında yaşıyor.
- I thought you lived with her.
- Onunla yaşadığını sanıyordum.
- I'm living my dream.
- Hayalimi yaşıyorum.
- I live to eat, and I don't eat to live.
- Yemek için yaşıyorum, yaşamak için yemiyorum.
- No, we don't live on Albert street anymore.
- Hayır, artık Albert Caddesi'nde yaşamıyoruz.
- Tom told me where you live.
- Tom bana nerede yaşadığını söyledi.
- Fadil lives in a safe town.
- Fadıl güvenli bir kasabada yaşıyor.
- Those who have no goal in life, live only to die.
- Hayatta bir amacı olmayanlar, sadece ölmek için yaşarlar.
- Is Boston a good place to live?
- Boston yaşamak için iyi bir yer mi?
- He lives in a suburb of London.
- O, Londra'nın bir banliyösünde yaşıyor.
- I now live in Boston, but I'm originally from Chicago.
- Şimdi Boston'da yaşıyorum, ancak aslen Chicagoluyum.
- I won't live there ever again.
- Bir daha asla orada yaşamayacağım.
- Do you know how many people live in Australia?
- Avustralya'da kaç kişi yaşadığını biliyor musun?
- I would like to live in a large city.
- Büyük bir şehirde yaşamak isterdim.
- Where in Helsinki do you live?
- Helsinki'de nerede yaşıyorsun?
- I had no idea anyone lived in this cave.
- Bu mağarada birinin yaşadığını bilmiyordum.
- This is where my family used to live.
- Burası eskiden ailemin yaşadığı yer.
- Is Tom living in Boston?
- Tom Boston'da mı yaşıyor?
- You didn't tell me you lived in my neighborhood.
- Benim semtimde yaşadığını bana söylemedin.
- Mary and her husband live in Boston.
- Mary ve kocası Boston'da yaşıyor.
- I'm living in the city.
- Şehirde yaşıyorum.
- Tom lived in Boston when he was in college.
- Tom üniversitedeyken Boston'da yaşıyordu.
- Those who have no goal in life, live only to die.
- Hayatta amacı olmayanlar, sadece ölmek için yaşarlar.
- Tom and Mary live in a micro-apartment.
- Tom ve Mary bir mikro dairede yaşıyorlar.
- A pretty girl lived in that village.
- O köyde güzel bir kız yaşıyordu.
- Does your best friend live very far from you?
- En iyi arkadaşın senden çok uzakta mı yaşıyor?
- Nobody knows where he lives.
- Nerede yaşadığını kimse bilmiyor.
- I have no home to live in.
- Yaşayacak bir evim yok.
- She will forever live on in our memories.
- Sonsuza dek anılarımızda yaşayacak.
- Tom lives in Australia with his grandparents.
- Tom, büyükebeveynleriyle birlikte Avustralya'da yaşıyor.
- I do not like Mary's living there alone.
- Mary'nin orada yalnız yaşamasından hoşlanmıyorum.
- Tom lived in a small fishing village.
- Tom küçük bir balıkçı köyünde yaşadı.
- I'm still living on Park Street.
- Hâlâ Park Caddesi'nde yaşıyorum.
- My children live in Moscow.
- Çocuklarım Moskova'da yaşıyor.
- I've been living in a cave.
- Bir mağarada yaşıyorum.
- Mary lives alone with her cat, Tom.
- Mary, kedisi Tom'la yalnız yaşıyor.
- He lives at the yellow house.
- Sarı evde yaşıyor.
- I didn't know you didn't live in Boston anymore.
- Artık Boston'da yaşamadığını bilmiyordum.
- I wonder if I have any reason to live.
- Yaşamak için bir sebebim var mı acaba?
- This city is hard to live in.
- Bu şehirde yaşamak zor.
- Tom lives in the southern part of Boston.
- Tom Boston'un güney kesiminde yaşıyor.
- They live in another country.
- Onlar başka bir ülkede yaşıyor.
- Tom lives in a huge house.
- Tom çok büyük bir evde yaşıyor.
- I've lived in Realengo since 1993.
- 1993'den beri Realengo'da yaşıyorum.
- Didn't you know Tom lived with his aunt and uncle?
- Tom'un teyzesi ve amcasıyla yaşadığını bilmiyor muydun?
- I lived with Tom in Boston for three years.
- Boston'da üç yıl boyunca Tom'la yaşadım.
- The two sisters lived very quietly.
- İki kız kardeş çok sakince yaşadılar.
- Tom and Mary used to live in Boston.
- Tom ve Mary eskiden Boston'da yaşıyorlardı.
- The village I live in is very small.
- Yaşadığım köy çok küçük.
- I can hear traffic noise all night long where I live.
- Yaşadığım yerde bütün gece trafik gürültüsünü duyabiliyorum.
- I will never forget your kindness as long as I live.
- Yaşadığım sürece nezaketinizi asla unutmayacağım.
- Let's live life together!
- Hayatı birlikte yaşayalım!
- Tom lives with his aunt.
- Tom teyzesiyle yaşıyor.
- I don't want to live my life like this.
- Hayatımı bu şekilde yaşamak istemiyorum.
- I can't believe you live in that building.
- O binada yaşadığına inanamıyorum.
- Tom asked Mary if she knew where John lived.
- Tom Mary'ye John'un nerede yaşadığını bilip bilmediğini sordu.
- They live outside the city.
- Şehrin dışında yaşıyorlar.
- Tom stayed in Boston and continued living with his parents.
- Tom Boston'da kaldı ve ebeveynleriyle yaşamaya devam etti.
- Since when has Marcus been living here?
- Marcus ne zamandan beri burada yaşıyor?
- Sami lived in the outskirts of this sleepy town.
- Sami bu sakin kasabanın kenar mahallelerinde yaşıyordu.
- How many people live in your town?
- Kasabanızda kaç kişi yaşıyor?
- I'm currently living in Boston.
- Ben şu anda Boston'da yaşıyorum.
- He's too young to live by himself yet.
- O henüz kendi başına yaşamak için çok genç.
- They live in a beautiful area.
- Güzel bir bölgede yaşıyorlar.
- Tom told me where you live.
- Tom bana nerede yaşadığınızı söyledi.
- Tom lives in a small space.
- Tom küçük bir yerde yaşıyor.
- Does she live in Algeria?
- Cezayir'de mi yaşıyor?
- Would you want to live like that?
- Böyle yaşamak ister misiniz?
- Tom lived in Boston his whole life.
- Tom tüm hayatı boyunca Boston'da yaşadı.
- I can't live without her.
- Onsuz yaşayamam.
- You know that Tom used to live in Boston, don't you?
- Tom'un eskiden Boston'da yaşadığını biliyorsun, değil mi?
- Tom dislikes the house he's living in.
- Tom yaşadığı evi sevmiyor.
- Tom lives over there on that hill.
- Tom o tepede orada yaşıyor.
- In 2013, Tom was living in Boston.
- 2013'te Tom Boston'da yaşıyordu.
- Tom lives in a hovel.
- Tom bir viranede yaşıyor.
- Fish like carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.
- Tom's grandmother is still living.
- Tom'un büyükannesi hala yaşıyor.
- Tom and Mary used to live in Boston.
- Tom ve Mary, Boston'da yaşardı.
- How long have you lived in Sanda?
- Ne zamandır Sanda'da yaşıyorsun?
- We live in the same house.
- Aynı evde yaşıyoruz.
- All of us live in the same neighborhood.
- Hepimiz aynı mahallede yaşarız.
- The Hittites are one of the civilizations of the ancient era that lived in Anatolia.
- Etiler, Anadolu'da yaşamış antik dönem medeniyetlerinden biridir.
- I can't live that kind of life.
- Ben böyle bir hayat yaşayamam.
- Women live longer than men in most countries.
- Çoğu ülkede, kadınlar erkeklerden daha uzun yaşar.
- I don't care if I live or die.
- Yaşamam ya da ölmem umurumda değil.
- Doctors do not always live long.
- Doktorlar her zaman uzun yaşamazlar.
- They live in a small town on the outskirts of Moscow.
- Moskova'nın eteklerinde küçük bir kasabada yaşıyorlar.
- I have more than enough to live on.
- Yaşamak için fazlasıyla param var.
- He was 12 years old when he came to live with us.
- O bizimle birlikte yaşamak için geldiğinde 12 yaşında idi.
- Tom and Mary became friends when they both lived in Boston.
- Tom ve Mary, ikisi de Boston'da yaşarken arkadaş olmuşlardı.
- Tom lived here for thirty years.
- Tom otuz yıl burada yaşadı.
- She seems to be living by the lake.
- Göl kenarında yaşıyormuş gibi görünüyor.
- I've lived a good life.
- Ben iyi bir hayat yaşadım.
- Many famous artists live in New York.
- Birçok ünlü sanatçı, New York'ta yaşıyor.
- I live in a small village.
- Ben küçük bir köyde yaşarım.
- Man cannot live forever.
- İnsan sonsuza dek yaşayamaz.
- He lives in a poor district of London.
- Londra'nın fakir bir bölgesinde yaşıyor.
- Tom lives somewhere near the park.
- Tom parka yakın bir yerde yaşıyor.
- How long have you lived here?
- Ne zamandır burada yaşıyorsunuz?
- I'm not sure where Tom lives.
- Tom'un nerede yaşadığından emin değilim.
- I live too far away.
- Çok uzakta yaşıyorum.
- I can't live without a woman.
- Bir kadın olmadan yaşayamam.
- I lived for more than a month in Nagoya.
- Bir aydan daha fazla bir süre Nagoya'da yaşadım.
- They live in a new house near the park.
- Parkın yakınında yeni bir evde yaşıyorlar.
- Mary now lives with her friend Sophie.
- Mary şu anda arkadaşı Sophie'yle yaşıyor.
- She is from Hokkaido, but is now living in Tokyo.
- Hokkaido'lu ama şimdi Tokyo'da yaşıyor.
- We all live on planet Earth.
- Hepimiz Dünya gezegeninde yaşıyoruz.
- Tom lives in North Carolina.
- Tom, Kuzey Karolina'da yaşıyor.
- We need to eat in order to live.
- Bizim yaşamak için yemek yememiz gerekir.
- Tom only lived in Boston for a short time.
- Tom Boston'da sadece kısa bir süre yaşadı.
- Half of the world's species live in tropical rainforests.
- Dünyadaki türlerinin yarısı tropikal yağmur ormanlarında yaşıyor.
- I used to live in a village.
- Eskiden bir köyde yaşardım.
- I plan to move back to Boston since my whole family lives there.
- Tüm ailem orada yaşadığı için Boston'a geri taşınmayı planlıyorum.
- Sami was living in that apartment.
- Sami o dairede yaşıyordu.
- Fish can't live out of water.
- Balıklar su dışında yaşayamaz.
- Many would jump at the chance to live in New York.
- Birçok kişi New York'ta yaşama şansını yakalamak için can atardı.
- It is expensive to live in Japan.
- Japonya'da yaşamak pahalıdır.
- You must befriend the bacteria that live in your gut.
- Bağırsaklarında yaşayan bakterilerle dost olmalısın.
- Mary lives in Cairo.
- Mary Kahire'de yaşıyor.
- I want him to live.
- Onun yaşamasını istiyorum.
- Sami and Layla lived apart.
- Sami ve Layla ayrı yaşıyorlardı.
- Begin at once to live, and count each separate day as a separate life.
- Bir kere yaşamaya başlayın ve her bir ayrı günü ayrı bir yaşam olarak sayın.
- Before she moved to France, she lived in Sweden.
- Fransa'ya taşınmadan önce, İsveç'te yaşıyordu.
- One hopes, as long as one lives.
- Biri yaşadığı sürece umar.
- I live in Tokyo.
- Ben Tokyo'da yaşıyorum.
- Tom didn't think he'd ever get used to living in Boston.
- Tom Boston'da yaşamaya alışacağını düşünmüyordu.
- Sami lived on a leafy avenue.
- Sami yapraklı bir caddede yaşıyordu.
- I think that Tom lives somewhere around here.
- Bence Tom buralarda bir yerlerde yaşıyor.
- I'm living in Boston.
- Ben Boston'da yaşıyorum.
- Give up smoking if you want to live long.
- Uzun yaşamak istiyorsan sigarayı bırak.
- Taro has lived in Obihiro for ten years.
- Taro, 10 yıldır Obihiro'da yaşıyor.
- I live by my own rules.
- Kendi kurallarıma göre yaşıyorum.
- This is the house where I lived when I was young.
- Bu gençken yaşadığım ev.
- I live within walking distance of school.
- Okula yürüme mesafesinde yaşıyorum.
- He makes enough money to live a luxurious life.
- O, lüks bir hayat yaşamaya yetecek kadar para kazanır.
- Tom found out that Mary used to live in Boston.
- Tom, Mary'nin Boston'da yaşadığını öğrendi.
- I didn't tell Tom where you live.
- Tom'a nerede yaşadığını söylemedim.
- I will live forever.
- Sonsuza kadar yaşayacağım.
- Aristocrats lived to the east and west of the imperial palace.
- Aristokratlar imparatorluk sarayının doğusunda ve batısında yaşarlardı.
- You aren't living here.
- Sen burada yaşamıyorsun.
- Fish such as carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.
- Three small cats lived together in a tree.
- Üç küçük kedi bir ağaçta beraber yaşıyordu.
- This is the house where my uncle lives.
- Burası amcamın yaşadığı ev.
- Where do you live now?
- Siz nerede yaşıyorsunuz?
- She wants to live in the city.
- O, şehirde yaşamak istiyor.
- He is an Italian Jew who has lived in France for a long time.
- Kendisi uzun süredir Fransa'da yaşayan bir İtalyan Yahudisi.
- I want to live in Tampa.
- Tampa'da yaşamak istiyorum.
- They lived on farms or in small towns.
- Çiftliklerde ya da küçük kasabalarda yaşıyorlardı.
- I live in this house by myself.
- Bu evde yalnız yaşıyorum.
- Tom doesn't want to live next door to us.
- Tom yanımızda yaşamak istemiyor.
- He had no place to live.
- Onun yaşayacak bir yeri yoktu.
- I don't want to live this way.
- Bu şekilde yaşamak istemiyorum.
- Tom wants to live in the country after he retires.
- Tom emekli olduktan sonra taşrada yaşamak istiyor.
- How long has Afonso lived there?
- Afonso ne zamandır orada yaşıyor?
- I don't live in Boston yet.
- Henüz Boston'da yaşamıyorum.
- Have you ever lived in an old building?
- Hiç eski bir binada yaşadınız mı?
- Who do you live with?
- Kiminle yaşıyorsun?
- I live with my parents.
- Ebeveynlerimle birlikte yaşıyorum.
- We have the right to live where we please.
- İstediğimiz yerde yaşama hakkına sahibiz.
- I'm going to look for another place to live.
- Yaşamak için başka bir yer arayacağım.
- We need plants in order to live.
- Yaşamak için bitkilere ihtiyacımız var.
- How many bees live in a hive?
- Bir kovanda kaç tane arı yaşıyor?
- Tom says he doesn't want to live like that anymore.
- Tom artık böyle yaşamak istemediğini söylüyor.
- Tom lives across the river.
- Tom nehrin karşısında yaşıyor.
- Which live longer, chimpanzees or baboons?
- Hangisi daha uzun yaşar, şempanzeler mi babunlar mı?
- Does Tom live in Boston?
- Tom Boston'da yaşıyor mu?
- Tom lives in a luxurious home.
- Tom lüks bir evde yaşıyor.
- Where have you been living?
- Nerede yaşıyorsun?
- I've found a place to live.
- Yaşayacak bir yer buldum.
- He lived a happy life.
- O mutlu bir hayat yaşadı.
- Tom lived there.
- Tom orada yaşadı.
- The man living in the cottage is blind.
- Kulübede yaşayan adam kör.
- He will live up to his father's expectations.
- Babasının beklentilerine uyarak yaşayacak.
- In general, women tend to live ten years longer than men.
- Genel olarak, kadınlar erkeklerden on yıl daha uzun yaşamak eğilimindedir.
- Tom is the only Canadian living in our neighborhood.
- Tom mahallemizde yaşayan tek Kanadalı.
- Rather than live a hundred years as a rabbit, live one day as a tiger.
- Bir tavşan gibi yüz yıl yaşamaktansa, bir kaplan gibi bir gün yaşa.
- Since I used to live in Boston, I know that city pretty well.
- Boston'da yaşadığımdan beri, o şehri çok iyi tanıyorum.
- Tom wanted to know where I lived.
- Tom nerede yaşadığımı bilmek istedi.
- We want to live.
- Yaşamak istiyoruz.
- She asked him where he lived, but he was too smart to tell her.
- Ona nerede yaşadığını sormuş ama o söyleyemeyecek kadar akıllıymış.
- Sami knows where Layla lives.
- Sami, Layla'nın nerede yaşadığını biliyor.
- I was born in Boston, but I live in Chicago.
- Boston'da doğdum ama Şikago'da yaşıyorum.
- I'm afraid you'll have to learn to live with the pain.
- Korkarım acıyla yaşamayı öğrenmek zorunda kalacaksın.
- I wouldn't be able to live without music.
- Müziksiz yaşayamazdım.
- Bill was sent to live with his grandparents while his mother studied to become a nurse.
- Bill, annesi hemşire olmak için eğitim alırken büyükanne ve büyükbabasıyla yaşamaya gönderildi.
- Tom said Mary used to live in Boston.
- Tom, Mary'nin Boston'da yaşadığını söyledi.
- Tell Tom where you live.
- Nerede yaşadığını Tom'a söyle.
- Tom wants to go and live with his uncle.
- Tom gitmek ve amcasıyla yaşamak istiyor.
- Where exactly does Tom live?
- Tom tam olarak nerede yaşıyor?
- Where does your family live?
- Ailen nerede yaşıyor?
- If I were you, I wouldn't go live with him.
- Yerinde olsam, onunla yaşamaya gitmezdim.
- I think that it would be inconvenient to live in a city with no door.
- Kapısı olmayan bir şehirde yaşamanın sakıncalı olacağını düşünüyorum.
- I like living with her.
- Onunla yaşamayı seviyorum.
- Do you live in this neighborhood?
- Bu mahallede mi yaşıyorsun?
- Tom lived a sheltered life.
- Tom korunaklı bir hayat yaşıyordu.
- I forgot to tell you where I live.
- Nerede yaşadığımı sana söylemeyi unuttum.
- Deep water fish never see the light and live all their lives from the scraps that come from above.
- Derin su balıkları asla ışığı görmezler ve bütün hayatlarını yukarıdan gelen artıklarla yaşarlar.
- They live in constant dread of floods.
- Sürekli sel korkusu içinde yaşıyorlar.
- He's lived here his entire life.
- O hayatı boyunca burada yaşadı.
- Mary lives alone with her two children.
- Mary iki çocuğuyla yalnız yaşıyor.
- I live in this area.
- Bu bölgede yaşıyorum.
- I live in a city, but my parents lived in a village.
- Ben şehirde yaşıyorum ama ailem köyde yaşıyordu.
- You have to live here.
- Burada yaşamak zorundasın.
- If you live at a higher altitude, water boils at a lower temperature.
- Daha yüksek bir rakımda yaşıyorsanız, su daha düşük bir sıcaklıkta kaynar.
- Dan is considering living in London forever.
- Dan sonsuza kadar Londra'da yaşamayı düşünüyor.
- Elves live in the forest.
- Elfler ormanda yaşarlar.
- Tom doesn't live near his office.
- Tom ofisinin yakınında yaşamıyor.
- I haven't always lived like this.
- Her zaman böyle yaşamadım.
- He lives in England.
- İngiltere'de yaşıyor.
- My uncle lives in an apartment.
- Dayım bir apartman dairesinde yaşıyor.
- She lives in a large house.
- Büyük bir evde yaşıyor.
- Tom knows where I live.
- Tom nerede yaşadığımı biliyor.
- Cows live on grass.
- İnekler otla yaşar.
- Tom left Mary and went to live with another woman.
- Tom Mary'yi terk ederek başka bir kadınla beraber yaşamaya gitti.
- I'm pretty sure that Tom now lives in Boston.
- Tom'un şimdi Boston'da yaşadığına oldukça eminim.
- Where do the people who speak your language live?
- Dilinizi konuşan insanlar nerede yaşıyor?
- I could live anywhere.
- Ben her yerde yaşayabilirim.
- I learnt to live a more meaningful life.
- Daha anlamlı bir hayat yaşamayı öğrendim.
- He is a British citizen, but lives in India.
- O bir İngiliz vatandaşı fakat Hindistan'da yaşıyor.
- He lives for his computer.
- O, bilgisayarı için yaşar.
- I lived in Boston until three years ago.
- Üç yıl öncesine kadar Boston'da yaşıyordum.
- Live in the moment, live for eternity!
- Şu anda yaşa, sonsuza kadar yaşa!
- Many strange animals live in Australia.
- Avustralya'da birçok garip hayvan yaşar.
- Do you want to continue living like this?
- Böyle yaşamaya devam etmek ister misin?
- How long have you been living on this island?
- Ne zamandır bu adada yaşıyorsunuz?
- Tom wanted to live in Boston with his family.
- Tom ailesiyle birlikte Boston'da yaşamak istedi.
- They lived in a village close to a forest.
- Ormana yakın bir köyde yaşıyorlarmış.
- Tom lives with his parents in a small house.
- Tom ailesi ile küçük bir evde yaşıyor.
- She lives on the outskirts of the city.
- Şehrin dış mahallelerinde yaşıyor.
- I'm sure Tom wants to live with us.
- Tom'um bizimle yaşamak istediğinden eminim.
- Is it true that you wanted to live in Germany?
- Almanya'da yaşamak istediğin doğru mu?
- He lived with me for more than a year.
- O bir yıldan daha fazla bir süredir benimle yaşadı.
- I think Tom used to live in Boston.
- Sanırım Tom Boston'da yaşardı.
- People who go to bed early and get up early live a long time.
- Erken yatan ve erken kalkan insanlar uzun süre yaşarlar.
- I don't want to live anymore.
- Artık yaşamak istemiyorum.
- Once upon a time there lived a king and queen who had three very beautiful daughters.
- Bir zamanlar çok güzel üç kızı olan bir kral ve kraliçe yaşarmış.
- Tom is the one who helped me find a place to live.
- Yaşayacak bir yer bulmama yardım eden kişi Tom'du.
- This is the house in which the prime minister lives.
- Bu, başbakanın yaşadığı evdir.
- They live in tents.
- Çadırlarda yaşıyorlar.
- I had a similar problem when I lived in Boston.
- Boston'da yaşarken ben de benzer bir sorun yaşamıştım.
- I have an aunt who lives in Boston.
- Boston'da yaşayan bir teyzem var.
- I have little time left to live.
- Yaşamak için çok az zamanım kaldı.
- Tom said that Mary used to live in Boston.
- Tom, Mary'nin Boston'da yaşadığını söyledi.
- He knew he did not have much longer to live.
- Yaşamak için çok daha uzun zamanı olmadığını biliyordu.
- She used to live in Tel Aviv.
- Eskiden Tel Aviv'de yaşıyordu.
- Tom wanted to live on his own.
- Tom kendi başına yaşamak istiyordu.
- I hope to live in Boston someday.
- Bir gün Boston'da yaşamayı umuyorum.
- We have to live in the present.
- Şimdide yaşamalıyız.
- She used to live in Tel Aviv.
- O Tel Aviv'de yaşardı.
- I live next to Tom.
- Tom'un yanında yaşıyorum.
- They lived a very happy married life.
- Çok mutlu bir evlilik hayatı yaşamışlar.
- Will you live in Sasayama next year?
- Gelecek yıl Sasayama'da yaşayacak mısın?
- Bell lived in London, right?
- Bell Londra'da yaşıyordu, değil mi?
- Tom knew where Mary lived.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını biliyordu.
- Tom didn't want to live on the street.
- Tom sokakta yaşamak istemiyordu.
- I've always wanted to live in this neighborhood.
- Her zaman bu mahallede yaşamak istemişimdir.
- There on the top of a high mountain they built a small town of their own and lived in peace.
- Orada yüksek bir dağın tepesinde kendilerine ait küçük bir kasaba inşa ettiler ve huzur içinde yaşadılar.
- Tom never really wanted to live in Boston.
- Tom gerçekten Boston'da hiç yaşamak istemedi.
- I don't live very far from here.
- Buradan çok uzakta yaşamıyorum.
- The people who live in the north of Japan enjoy skiing in the winter in the snow.
- Japonya'nın kuzeyinde yaşayan insanlar kışın karda kayak yapmanın tadını çıkarır.
- Man can't live without air.
- İnsan havasız yaşayamaz.
- He lives in the room above us.
- Üst katımızdaki odada yaşıyor.
- She had lived in Hiroshima until she was ten.
- On yaşına gelene kadar Hiroshima'da yaşadı.
- If it were not for plants, we wouldn't be able to live.
- Bitkiler olmasaydı, biz yaşayamazdık.
- I didn't say I used to live in Boston.
- Boston'da yaşadığımı söylemedim.
- I still live on Park Street.
- Hâlâ park caddesinde yaşıyorum.
- He lives like a monk.
- O bir keşiş gibi yaşıyor.
- Are you still living here?
- Sen hâlâ burada mı yaşıyorsun?
- Mary doesn't live in my neighborhood.
- Mary benim mahallemde yaşamıyor.
- Tom hopes he doesn't have to live in Boston for more than a year.
- Tom, Boston'da bir yıldan fazla yaşamak zorunda kalmamayı umuyor.
- Tom lives on his country estate.
- Tom kendi malikanesinde yaşıyor.
- Tom lives next to me.
- Tom bana bitişik yaşıyor.
- I don't like living in Boston.
- Boston'da yaşamayı sevmiyorum.
- Tom's problem is that he lives in his own bubble.
- Tom'un sorunu kendi balonunda yaşaması.
- How much longer do you want to live where you're living?
- Yaşadığın yerde daha ne kadar yaşamak istiyorsun?
- I live with my uncle.
- Amcamla yaşarım.
- You make life worth living.
- Hayatı yaşamaya değer kılıyorsun.
- Tom lives over there on that hill.
- Tom şu tepede yaşıyor.
- That girl is Icelandic, but now she lives in the United States.
- Bu kız İzlandalı, ama şimdi Amerika'da yaşıyor.
- How many years has Tom lived in Boston?
- Tom kaç yıldır Boston'da yaşıyor?
- Tom lived in Boston for many years.
- Tom uzun yıllar Boston'da yaşadı.
- Fadil and Layla lived in a very beautiful house in Cairo.
- Fadıl ve Leyla, Kahire'de çok güzel bir evde yaşıyorlardı.
- Are Tom and Mary still living with you?
- Tom ve Mary hâlâ sizinle mi yaşıyor?
- They lived in a dilapidated house.
- Harap bir evde yaşıyorlardı.
- The Yamada family lives in the apartment below this one.
- Yamada ailesi buranın altındaki dairede yaşıyor.
- Aren't you still living with your parents?
- Hâlâ ailenle yaşamıyor musun?
- Tom has no idea where Mary lives.
- Tom'un Mary'nin nerede yaşadığı hakkında bir fikri yok.
- I live in New Zealand.
- Ben Yeni Zelanda'da yaşıyorum.
- One in seven people in Canada live in poverty.
- Kanada'daki her yedi kişiden biri yoksulluk içinde yaşıyor.
- Even hell can be a nice place to live when you get used to it.
- Ona alıştığın zaman cehennem bile yaşanacak güzel bir yer olabilir.
- Tom lives in Boston, doesn't he?
- Tom Boston'da yaşıyor, değil mi?
- Peter lives with his friend.
- Peter, arkadaşıyla yaşıyor.
- They live on the floor above.
- Onlar yukarıdaki katta yaşıyor.
- Tom used to live in this neighborhood.
- Tom eskiden bu mahallede yaşardı.
- This is the house where I used to live when I was young.
- Bu, gençken yaşadığım ev.
- Are your parents still living?
- Ebeveynlerin hâlâ yaşıyor mu?
- He lives in a big house.
- Büyük bir evde yaşıyor.
- I live in Kobe.
- Ben Kobe'de yaşıyorum.
- Lida lived for many years in a small Native American village in eastern Nicaragua.
- Lida uzun yıllar Nikaragua'nın doğusundaki küçük bir Kızılderili köyünde yaşadı.
- Do you know the town where he lives?
- Onun yaşadığı şehri biliyor musun?
- I lived in Boston many years.
- Boston'da yıllarca yaşadım.
- Tom still lives on Park Street.
- Tom hala Park Caddesi'nde yaşıyor.
- Sami gave Layla a place to live.
- Sami, Layla'ya yaşaması için bir yer verdi.
- Tom lives in a RV.
- Tom bir karavanda yaşıyor.
- I want you to live more like a human being.
- Daha insan gibi yaşamanı istiyorum.
- Tom is looking for somewhere to live.
- Tom yaşayacak bir yer arıyor.
- Tom is looking for a cheap place to live in Boston.
- Tom, Boston'da yaşamak için ucuz bir yer arıyor.
- We live on what we take from the woods.
- Ormandan aldıklarımızın üzerinde yaşıyoruz.
- Tom lives in the woods all by himself.
- Tom ormanda tek başına yaşıyor.
- Tom and Mary live in the same part of town.
- Tom ve Mary şehrin aynı bölgesinde yaşıyorlar.
- I already know where you live.
- Nerede yaşadığını zaten biliyorum.
- Sami started to live the life of luxury he desired.
- Sami istediği lüks hayatı yaşamaya başladı.
- Tom owns the building I live in.
- Tom yaşadığım binanın sahibidir.
- Tom doesn't live in the city.
- Tom şehirde yaşamıyor.
- Tom lived just off Route 19.
- Tom 19. karayolunun hemen dışında yaşıyordu.
- He lives by himself.
- O tek başına yaşar.
- I have no idea where she lives.
- Nerede yaşadığına dair hiçbir fikrim yok.
- Tom lives in a bad part of town.
- Tom şehrin kötü bir yerinde yaşıyor.
- Tom didn't want to live on his own.
- Tom kendi başına yaşamak istemedi.
- Does Tom live alone?
- Tom yalnız mı yaşıyor?
- I don't live with Tom.
- Tom'la birlikte yaşamıyorum.
- She wants to live in the city.
- Şehirde yaşamak istiyor.
- Tom has lived in Boston for most of his life.
- Tom hayatının çoğu boyunca Boston'da yaşadı.
- He lived and died in obscurity.
- Bilinmezlik içinde yaşadı ve öldü.
- I'm old enough to live by myself.
- Tek başıma yaşayacak kadar büyüdüm.
- I don't know how many years Tom lived in Boston.
- Tom'un Boston'da kaç yıl yaşadığını bilmiyorum.
- That district is no longer a safe place to live in.
- O bölge artık yaşamak için güvenli bir yer değil.
- Doesn't Tom live in Boston?
- Tom Boston'da yaşamıyor mu?
- Tom and I both used to live on Park Street.
- Tom ve ben eskiden Park Caddesi'nde yaşardık.
- I'm glad that I still live here.
- Hâlâ burada yaşadığıma memnunum.
- Tom lives in a fantasy world.
- Tom hayal dünyasında yaşıyor.
- Tom found out where Mary lives.
- Tom Mary'nin nerede yaşadığını öğrendi.
- Please tell me where you live.
- Lütfen bana nerede yaşadığını söyle.
- Both Tom and I live in Boston.
- Hem Tom hem de ben Boston'da yaşıyoruz.
- Tom is now living in Boston with his father.
- Tom şimdi Boston'da babasıyla birlikte yaşıyor.
- The longer you live, the older you get.
- Ne kadar uzun yaşarsan, o kadar yaşlanırsın.
- You can't live forever.
- Sonsuza kadar yaşayamazsın.
- Sami lived in a nearby town.
- Sami yakın bir kasabada yaşıyordu.
- He plans to live there for more than a year.
- Orada bir yıldan fazla yaşamayı planlıyor.
- Now he has nothing to live for.
- Onun şimdi uğruna yaşayacağı hiçbir şey yok.
- Without water, you could not live.
- Su olmadan yaşayamazsın.
- Tom asked Mary where she lived, but she wouldn't tell him.
- Tom Mary'ye nerede yaşadığını sordu ama Mary ona söylemedi.
- The soul of a people lives in its language.
- Bir halkın ruhu dilinde yaşar.
- How many people live in Australia?
- Avustralya'da kaç kişi yaşıyor?
- It is impossible to live without water.
- Su olmadan yaşamak imkansızdır.
- Tom knew where Mary wanted to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini biliyordu.
- How much longer is Tom planning to live in Boston?
- Tom daha ne kadar Boston'da yaşamayı planlıyor?
- Tom lives in a tiny studio.
- Tom küçük bir stüdyo dairede yaşıyor.
- My dog and cat live in harmony with each other.
- Köpeğim ve kedim birbirleriyle uyum içinde yaşarlar.
- They live in a little village in England.
- İngiltere'de küçük bir köyde yaşıyorlar.
- I don't know if Tom still lives in Boston.
- Tom hala Boston'da mı yaşıyor bilmiyorum.
- He contracted malaria while living in the jungle.
- Ormanda yaşarken sıtmaya yakalandı.
- My daughter lives in Rio de Janeiro, which is four hundred miles away from Sao Paulo.
- Kızım Sao Paulo'dan 400 mil uzakta, Rio de Janeiro'da yaşıyor.
- That poet lived here a little over 20 years.
- O şair burada 20 yıldan biraz fazla yaşadı.
- Tom lives on a farm in California.
- Tom Kaliforniya'da bir çiftlikte yaşıyor.
- Sandy lives in San Diego.
- Sandy San Diego'da yaşıyor.
- He lives alone in the woods.
- O, ormanda tek başına yaşar.
- No rich people live here.
- Burada hiç zengin insan yaşamıyor.
- I live and work here.
- Burada yaşıyorum ve çalışıyorum.
- Do you want to live like slaves?
- Köle gibi mi yaşamak istiyorsun?
- In the early days of American history, blacks lived in slavery.
- Amerikan tarihinin ilk günlerinde siyahlar kölelik içinde yaşıyordu.
- You shall want for nothing as long as I live.
- Ben yaşadığım sürece hiçbir şeyin eksikliğini hissetmeyeceksin.
- I live with my uncle.
- Dayımla yaşıyorum.
- Tom never wanted to live in Boston.
- Tom asla Boston'da yaşamak istemedi.
- Forget about the past, live in the present, think about the future.
- Geçmişi unut, şimdide yaşa, geleceği düşün.
- I still live at my dad's place.
- Ben hâlâ babamın evinde yaşıyorum.
- Two girls and three boys live in the apartment, each one coming from a different country.
- Dairede iki kız ve üç erkek yaşıyor, her biri farklı bir ülkeden geliyor.
- Generally speaking, women live longer than men by almost ten years.
- Genel olarak konuşursak, kadınlar erkeklerden neredeyse on yıl daha uzun yaşar.
- I live in Maastricht.
- Maastricht'te yaşıyorum.
- I'll remember today for as long as I live.
- Yaşadığım sürece bugünü hatırlayacağım.
- Tom never told me where he lived.
- Tom bana nerede yaşadığını hiç söylemedi.
- Tom started to feel like his life wasn't worth living.
- Tom hayatının yaşamaya değer olmadığını düşünmeye başladı.
- He lives here.
- O burada yaşıyor.
- There are people of many different races living in America.
- Amerika'da yaşayan birçok farklı ırklarda insanlar vardır.
- This is the house where he lived.
- Bu onun yaşadığı evdir.
- I live in Moscow.
- Moskova'da yaşıyorum.
- Who lives in that house?
- O evde kim yaşıyor?
- Tom was living in Boston in those days.
- O günlerde Tom Boston'da yaşıyordu.
- I had many friends when I was living in Boston.
- Boston'da yaşarken çok arkadaşım vardı.
- I thought it would be fun to live in Boston for a year or two.
- Bir ya da iki yıl Boston'da yaşamanın eğlenceli olacağını düşünüyordum.
- We live in a cozy little house in a side street.
- Ara sokakta küçük şirin bir evde yaşıyoruz.
- I couldn't afford to live in that neighborhood.
- O mahallede yaşamayı karşılayamazdım.
- I live in Hyogo Prefecture.
- Hyogo vilayetinde yaşıyorum.
- Tom has been living here alone for the past six months.
- Tom son altı aydır burada yalnız yaşıyor.
- I'm a professor, I'm living in Uberlândia at present, and I love music.
- Ben bir profesörüm, şu anda Uberlândia'da yaşıyorum ve müziği seviyorum.
- He lives in a large house by himself.
- Büyük bir evde yalnız yaşıyor.
- Is Tom still living?
- Tom hâlâ yaşıyor mu?
- Tom's dream is to live in a small town in the south of France.
- Tom'un hayali Fransa'nın güneyinde küçük bir kasabada yaşamak.
- It's not possible to live forever.
- Sonsuza dek yaşamak mümkün değil.
- Does Tom live alone?
- Tom tek başına mı yaşıyor?
- As long as you live in my house, you'll follow my rules.
- Benim evimde yaşadığın sürece kurallarıma uyacaksın.
- What an awful world to live in!
- Yaşamak için ne korkunç bir dünya!
- He lives in a flat.
- Bir apartman dairesinde yaşıyor.
- Where do you live now?
- Şimdi nerede yaşıyorsun?
- Tom lives right next to us.
- Tom yanımızda yaşıyor.
- Do you live in Boston?
- Boston'da mı yaşıyorsunuz?
- He has been living in Ankara since 2006.
- O, 2006'dan beri Ankara'da yaşıyor.
- They lived in Boston.
- Boston'da yaşadılar.
- Where do you think Tom wants to live?
- Tom'un nerede yaşamak istediğini düşünüyorsun?
- Tom doesn't live in this neighborhood.
- Tom bu mahallede yaşamıyor.
- Tom and Mary live in different states.
- Tom ve Mary farklı eyaletlerde yaşıyorlar.
- He lives up there, up on that mountain.
- Orada, o dağın tepesinde yaşıyor.
- Tom and Mary used to live in the same apartment building.
- Tom ve Mary eskiden aynı apartmanda yaşıyorlardı.
- I used to live near a park.
- Bir parka yakın yaşardım.
- Tom said that he doesn't know where Mary lives.
- Tom, Mary'nin nerede yaşadığını bilmediğini söyledi.
- We will have lived here for ten years at the end of this month.
- Bu ayın sonunda on yıldır burada yaşıyor olacağız.
- They have lived here for a long time.
- Onlar uzun süredir burada yaşıyor.
- Tom is living abroad.
- Tom yurt dışında yaşıyor.
- If there was no air, people could not live for even ten minutes.
- Eğer hava olmasaydı, insanlar on dakika bile yaşayamazdı.
- Tom lived in a homeless shelter for a while.
- Tom bir süre evsizler sığınağında yaşadı.
- Tom lives a few miles away.
- Tom birkaç kilometre uzakta yaşıyor.
- He lives just across the road.
- O, tam yolun karşısında yaşıyor.
- The only way to escape air pollution is to live in the middle of nowhere.
- Hava kirliliğinden kurtulmanın tek yolu ıssız bir yerde yaşamaktır.
- Since when have you lived in Tokyo?
- Ne zamandan beri Tokyo'da yaşıyorsun?
- He doesn't know where Maria lives.
- O, Maria'nın nerede yaşadığını bilmiyor.
- The family is forced to live on his little salary.
- Aile onun azıcık maaşıyla yaşamak zorunda.
- 94% of China's population live east of the Heihe-Tengchong Line.
- Çin nüfusunun %94'ü Heihe-Tengçong Hattı'nın doğusunda yaşıyor.
- Tom is still living in Australia.
- Tom hâlâ Avustralya’da yaşıyor.
- He is likely to live to be ninety.
- Muhtemelen doksanına kadar yaşayacak.
- Tom lives alone.
- Tom yalnız yaşıyor.
- Some gazelles live in the mountains.
- Dağlarda bazı ceylanlar yaşıyor.
- Tell me again where you live.
- Nerede yaşadığını bana tekrar söyle.
- Tom has lived in Australia.
- Tom Avustralya'da yaşadı.
- She doesn't live here anymore.
- Artık burada yaşamıyor.
- Nobody wanted to live in my country.
- Kimse benim ülkemde yaşamak istemedi.
- We're now living in Tom's house.
- Artık Tom'un evinde yaşıyoruz.
- Tom and Mary live with their dad in Boston.
- Tom ve Mary Boston'da babalarıyla yaşıyorlar.
- Bears live in forests and do not like people.
- Ayılar ormanlarda yaşar ve insanları sevmezler.
- You're too young to live by yourself.
- Tek başına yaşamak için çok gençsin.
- The king lives inside a large castle.
- Kral büyük bir kalenin içinde yaşıyor.
- He lives in a small town in the hinterlands.
- O da iç bölgelerde küçük bir kasabada yaşıyor.
- The couple lived a happy life to the end.
- Çift, sonuna kadar mutlu bir hayat yaşadı.
- Because of her, he lived a miserable life.
- Onun yüzünden sefil bir hayat yaşadı.
- Her cousin lives in the U.S.
- Kuzeni Amerika'da yaşıyor.
- Tom doesn't want to live in Boston.
- Tom Boston'da yaşamak istemiyor.
- I don't live in Finland.
- Finlandiya'da yaşamıyorum.
- Tom lives outside the city.
- Tom şehir dışında yaşar.
- Tom has lived in Boston for three years.
- Tom üç yıldır Boston'da yaşıyor.
- Tom lives near the ocean, but he can't swim.
- Tom okyanusa yakın bir yerde yaşıyor ama yüzme bilmiyor.
- He lives here all alone.
- Burada tek başına yaşıyor.
- We live in a Muslim country and we are very happy.
- Müslüman bir ülkede yaşıyoruz ve çok mutluyuz.
- Why are people living longer?
- İnsanlar neden daha uzun yaşıyor?
- Tom said that he had never planned on living in Boston for so long.
- Tom, Boston'da bu kadar uzun süre yaşamayı hiç planlamadığını söyledi.
- I lived in São Paulo before, but now I live in Rio.
- Daha önce São Paulo'da yaşadım ama şimdi Rio'da yaşıyorum.
- It is ten years since I came to live in Shizuoka.
- Şizuoka'da yaşamaya başlayalı on yıl oldu.
- Do Tom and Mary still live with you?
- Tom ve Mary hâlâ sizinle birlikte yaşıyor mu?
- Layla still lives on in my heart.
- Layla hala kalbimde yaşıyor.
- I heard that Tom doesn't live in Boston anymore.
- Tom'un artık Boston'da yaşamadığını duydum.
- Tom lived a sheltered life.
- Tom korunaklı bir hayat yaşadı.
- I live on my own.
- Kendi başıma yaşıyorum.
- We used to live in Boston when you were a baby.
- Sen bebekken Boston'da yaşıyorduk.
- I live in the city.
- Şehirde yaşıyorum.
- I live in Viana, Espírito Santo.
- Ben Viana, Espirito Santo'da yaşıyorum.
- I have lived in Tokyo since 1985.
- 1985'ten beri Tokyo'da yaşıyorum.
- Tom lived in Boston for three years before moving back to Chicago.
- Tom Chicago'ya geri dönmeden önce Boston'da üç yıl yaşadı.
- If you eat well, you're likely to live longer.
- İyi beslenirseniz, daha uzun yaşarsınız.
- All of us live in the same dorm.
- Hepimiz aynı yurtta yaşıyoruz.
- Tom doesn't live too far from the station.
- Tom istasyondan çok uzakta yaşamıyor.
- This is where I want to live.
- Yaşamak istediğim yer burası.
- David Beckham now lives in America.
- David Beckham şimdi Amerika'da yaşıyor.
- This is the house in which he lives.
- Bu onun yaşadığı ev.
- I'm still living in Australia.
- Hâlâ Avustralya'da yaşıyorum.
- I have been living like a wolf trapped in a snare.
- Kapana kıstırılmış bir kurt gibi yaşıyorum.
- I may not have a lot of money, but at least I live on my own terms.
- Çok param olmayabilir ama en azından kendi kurallarım çerçevesinde yașıyorum.
- He doesn't want to live in a less developed country.
- O, az gelişmiş bir ülkede yaşamak istemez.
- He doesn't earn enough money to live on.
- Yaşamak için yeterli para kazanmıyor.
- You lived in Osaka until you were 6 years old.
- 6 yaşına kadar Osaka'da yaşadın.
- Does anyone live here?
- Burada kimse yaşıyor mu?
- I live in a quiet neighborhood.
- Sessiz bir semtte yaşıyorum.
- Sami was living in Cairo, Egypt, with his father.
- Sami babasıyla birlikte Kahire, Mısır'da yaşıyordu.
- Tom has never actually lived in Australia.
- Tom aslında Avustralya'da hiç yaşamadı.
- He lived in Kyoto in his college days.
- Üniversite yıllarında Kyoto'da yaşadı.
- Does she live here?
- Kız burada mı yaşıyor?
- As I'm sensitive to heat, I can't live comfortably without air-conditioning in summer.
- Ben sıcağa karşı hassas olduğum için yazın klimasız rahat yaşayamıyorum.
- Do you know why Tom doesn't live in Boston anymore?
- Tom'un artık neden Boston'da yaşamadığını biliyor musun?
- Where do you guys live?
- Siz nerede yaşıyorsunuz?
- There was a guy named Tom who used to live here.
- Eskiden burada yaşayan Tom adında bir adam vardı.
- If it were not for air, we could not live.
- Hava olmasa yaşayamayız.
- Tom lives on the third floor of this apartment building.
- Tom bu apartmanın üçüncü katında yaşıyor.
- I live in Rio de Janeiro.
- Rio de Janeiro'da yaşıyorum.
- How long are you going to live in Boston?
- Boston'da ne kadar yaşayacaksın?
- I live in Baku.
- Bakü'de yaşıyorum.
- Do you live in this building?
- Sen bu binada mı yaşıyorsun?
- I was getting used to living in America.
- Amerika'da yaşamaya alışıyordum.
- I don't want to live on this planet anymore.
- Artık bu gezegende yaşamak istemiyorum.
- He lives in the southern part of the city.
- O, kentin güney kesiminde yaşıyor.
- Do Tom and Mary know where you live?
- Tom ve Mary nerede yaşadığınızı biliyor mu?
- I want to live in Helsinki.
- Helsinki'de yaşamak istiyorum.
- Tom certainly can't expect to live with us.
- Tom kesinlikle bizimle yaşamayı bekleyemez.
- We can't live like this.
- Böyle yaşayamayız.
- We've lived here for a long time.
- Uzun süredir burada yaşıyoruz.
- If you push a button, either you will die or you will live.
- Bir düğmeye basarsan ya ölürsün ya da yaşarsın.
- Don't tell Tom where I live.
- Nerede yaşadığımı Tom'a söyleme.
- I used to live in a mountainous area.
- Eskiden dağlık bir bölgede yaşıyordum.
- I live close by.
- Bu civarda yaşıyorum.
- I've lived in this house for three years.
- Üç yıldır bu evde yaşıyorum.
- I began living by myself.
- Kendi başıma yaşamaya başladım.
- Who'd want to live in a place like this?
- Böyle bir yerde kim yaşamak ister?
- The new road will benefit the people living in the hills.
- Yeni yolun tepede yaşayan insanlara faydası olacaktır.
- I live here now.
- Şimdi burada yaşıyorum.
- I live in the town centre.
- Ben şehir merkezinde yaşıyorum.
- I just want an affordable place to live.
- Ben sadece yaşamak için uygun fiyatlı bir yer istiyorum.
- Why did he live in the United States?
- Neden o Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşadı?
- I'd love to live in Boston.
- Ben Boston'da yaşamak istiyorum.
- After 2013, Tom lived and worked in Boston.
- 2013'ten sonra Tom Boston'da yaşadı ve çalıştı.
- Tom lived with his parents in Australia.
- Tom, Avustralya'da ailesiyle birlikte yaşıyordu.
- I don't know where they live.
- Nerede yaşadıklarını bilmiyorum.
- Sami wanted to live close to where he studied.
- Sami okuduğu yere yakın yaşamak istedi.
- He lives outside the city.
- Şehrin dışında yaşıyor.
- Tom probably won't live long enough to see his daughter get married.
- Tom muhtemelen kızının evlendiğini görecek kadar uzun yaşamayacak.
- He lives in a house far from the village.
- Köyden uzak bir evde yaşıyor.
- It is easier to fight for one's principles than to live according to them.
- Birinin ilkeleri için savaşmak, onlara göre yaşamaktan daha kolaydır.
- Where do you live, Tom?
- Nerede yaşıyorsun, Tom?
- I didn't like living in Boston.
- Boston'da yaşamayı sevmemiştim.
- I like living in this country.
- Bu ülkede yaşamayı seviyorum.
- This bird lives neither in Japan nor in China.
- Bu kuş ne Japonya'da yaşar ne de Çin'de.
- Tom's parents are both still living.
- Tom'un ebeveynlerinin ikisi de hâlâ yaşıyor.
- How many months has Tom been living here?
- Tom kaç aydır burada yaşıyor?
- Where exactly do you live?
- Sen tam olarak nerede yaşıyorsun?
- Tom's paternal grandparents live in Australia.
- Tom'un dedesi ve babaannesi Avustralya'da yaşıyor.
- Many squirrels live in this forest.
- Bu ormanda birçok sincap yaşıyor.
- He always seems to be living rent-free in somebody's house.
- O, her zaman birinin evinde kira vermeden yaşıyor gibi görünüyor.
- I want to live in Boston as much as you do.
- Ben de senin kadar Boston'da yaşamak istiyorum.
- Tom is going to come live with us.
- Tom gelip bizimle yaşayacak.
- Tom has lived here for years.
- Tom yıllardır burada yaşıyor.
- Tom lives three miles east of here.
- Tom buradan 3 mil doğuda yaşıyor.
- Hiroshi has lived in the US for a long time, but he still speaks Engrish.
- Hiroşi uzun zaman Amerika'da yaşadı, ama hâlâ İngirizce konuşuyor.
- They live in a mansion.
- Onlar bir köşkte yaşamaktadırlar.
- My dog and cat live in harmony with each other.
- Köpeğim ve kedim uyum içerisinde yaşıyorlar.
- When I lived in America I played golf with my friends.
- Amerika'da yaşarken arkadaşlarımla golf oynardım.
- Tom lived there all by himself.
- Tom tek başına orada yaşadı.
- And Jared lived after he begot Henoch, eight hundred years, and begot sons and daughters.
- Jared Henoh'u doğurduktan sonra sekiz yüz yıl yaşadı, oğulları ve kızları oldu.
- I can't believe you really want to live here all by yourself.
- Burada gerçekten yalnız yaşamak istediğinize inanamıyorum.
- I will live in the city.
- Kentte yaşayacağım.
- The doctors told Tom that Mary didn't have long to live.
- Doktorlar Tom'a Mary'nin yaşamak için fazla zamanı kalmadığını söyledi.
- I want to live a relaxed life in the country after I retire.
- Emekli olduktan sonra taşrada rahat bir hayat yaşamak istiyorum.
- I'm not living on welfare.
- Sosyal yardımla yaşamıyorum.
- I came to Tokyo three years ago and I've been living here since.
- Tokyo'ya üç yıl önce geldim ve o zamandan beri burada yaşıyorum.
- If we were to live on the moon, how large would the earth look?
- Ayda yaşasak dünya ne kadar büyük görünür?
- Why do we live?
- Neden yaşıyoruz?
- He is not old enough to live alone.
- Tek yaşayacak kadar büyük değil.
- You didn't tell me Tom was living with you.
- Tom'un seninle yaşadığını bana söylemedin.
- I have a friend who lives in Sapporo.
- Sapparo'da yaşayan bir arkadaşım var.
- Tom is now living in Switzerland.
- Tom şimdi İsviçre'de yaşıyor.
- They live in a beautiful area.
- Onlar güzel bir bölgede yaşıyorlar.
- Tom lives in the apartment next door.
- Tom yan dairede yaşıyor.
- His family has to live on his small income.
- Ailesi onun küçük geliriyle yaşamak zorunda.
- Sami lived with Farid and Layla.
- Sami, Ferit ve Leyla'yla yaşıyordu.
- Tom is living apart from his wife.
- Tom eşinden ayrı yaşıyor.
- Language is the world in which men live.
- Dil, insanların yaşadığı dünyadır.
- Tom didn't live in Boston last year.
- Tom geçen yıl Boston'da yaşamadı.
- Tom lives less than thirty minutes away.
- Tom otuz dakikadan daha az bir mesafede yaşıyor.
Show More (1913)
|