live - Anglais Turc Phrases
Anglais Turc
live yaşamak v.
  • However, to quote a well-known philosopher, we do not live in the best of all possible worlds.
  • Ancak, tanınmış bir filozoftan alıntı yapacak olursak, mümkün olan tüm dünyaların en iyisinde yaşamıyoruz.
  • Millions of citizens are living in appalling conditions.
  • Milyonlarca vatandaş korkunç koşullarda yaşıyor.
  • We live in an age in which terrorism operates on an international scale.
  • Terörizmin uluslararası ölçekte faaliyet gösterdiği bir çağda yaşıyoruz.
Show More (1913)
live oturmak v.
  • Yanni lives half an hour from the supermarket.
  • Yanni süpermarkete yarım saatlik mesafede oturuyor.
  • Tom lives near the park.
  • Tom parkın yakınında oturuyor.
  • Does Mary live next door to the bus driver who John worked with?
  • Mary John'la çalışmış olan otobüs şoförünün yan dairesinde mi oturuyor?
Show More (34)
live canlı adj.
  • We therefore support a pilot project to broadcast plenary sittings live.
  • Bu nedenle genel kurul oturumlarının canlı yayınlanmasına yönelik bir pilot projeyi destekliyoruz.
  • With regard to agriculture, the committee gave export aid for live cattle its own separate budget heading.
  • Tarımla ilgili olarak komite canlı sığır ihracat yardımına ayrı bir bütçe başlığı vermiştir.
  • Live animals should only have to endure very short spells of transport.
  • Canlı hayvanlar sadece çok kısa süreli nakillere katlanmak zorunda kalmalıdır.
Show More (29)
live geçirmek v.
  • In fact, the world has never lived a single day of peace.
  • Aslında dünya hiçbir zaman huzurlu bir gün geçirmemiştir.
  • Tom has lived in Boston most of his life.
  • Tom hayatının çoğunu Boston'da geçirdi.
  • I've lived in Boston most of my life.
  • Hayatımın çoğunu Boston'da geçirdim.
Show More (1)
live geçinmek v.
  • The twenty thousand people who live from fishing in Galicia do not understand you very well.
  • Galiçya'da balıkçılıkla geçinen yirmi bin kişi sizi pek iyi anlamıyor.
  • Tom is a parasite who lives at the expense of others who earn money through hard work.
  • Tom, çok çalışarak para kazanan başkalarının sırtından geçinen bir asalak.
  • Tom lives on SSI.
  • Tom engelli aylığıyla geçiniyor.
Show More (0)
live sürmek (yaşam/ömür) v.
  • I was living the high life.
  • Lüks hayat sürüyordum.
  • Do you live a healthy lifestyle?
  • Sağlıklı bir yaşam tarzı mı sürüyorsunuz?
Show More (-1)
live canlı olarak adv.
  • I believe that our proceedings in this Chamber today are being broadcast live.
  • Sanırım bugün bu Meclisteki görüşmelerimiz canlı olarak yayınlanıyor.
Show More (-2)
live hayat geçirmek v.
  • I was trying so hard to live a life of love.
  • Sevgi dolu bir hayat geçirmek için çok çaba harcadım.
Show More (-2)
live hayatta kalmak v.
  • Without water, people couldn't live.
  • Su olmasa insanlar hayatta kalamaz.
Show More (-2)
live hayat sürmek v.
  • Tom lived a lonely life.
  • Tom yalnız bir hayat sürüyordu.
Show More (-2)
live beslenmek v.
  • Most Japanese live on rice.
  • Çoğu Japon, pirinçle beslenir.
Show More (-2)
live ikamet etmek v.
  • Do you live in this building?
  • Bu binada mı ikamet ediyorsun?
Show More (-2)