|
- This idea gave them an opportunity to make money.
- Bu fikir onlara para kazanma fırsatı verdi.
- She left her job and is currently looking for new opportunities.
- İşinden ayrıldı ve şu anda yeni fırsatlar arıyor.
- Mr Fatuzzo, it would have been a pity to let the opportunity pass.
- Bay Fatuzzo, bu fırsatı kaçırmak yazık olurdu.
- However, we have, yet again, chosen to waste an opportunity, at least for us, to uphold a democratic principle.
- Bununla birlikte bir kez daha, en azından bizim için, demokratik bir ilkeyi destekleme fırsatını heba etmeyi seçtik.
- Secondly, this is a very important opportunity from the economic point of view.
- İkinci olarak, bu, ekonomik açıdan çok önemli bir fırsattır.
- I am grateful for this opportunity to set out the position of the Commission and the European Union.
- Komisyon'un ve Avrupa Birliği'nin tutumunu ortaya koyma fırsatı verdiğiniz için müteşekkirim.
- It is an historic opportunity to unite the whole continent.
- Bu, tüm kıtayı birleştirmek için tarihi bir fırsattır.
- We will very soon have an opportunity to deal with this question objectively when we talk about the Oostlander report.
- Çok yakında Oostlander raporu hakkında konuşurken bu soruyu objektif bir şekilde ele alma fırsatımız olacak.
- The recent G8 summit in Alberta, Canada, provided a new opportunity to discuss these issues.
- Kanada'nın Alberta kentinde düzenlenen son G8 zirvesi bu konuların tartışılması için yeni bir fırsat sağlamıştır.
- That is our great opportunity.
- Bu bizim için büyük bir fırsat.
- The enlargement of the Union is an economic and political opportunity for Europe.
- Birliğin genişlemesi Avrupa için ekonomik ve siyasi bir fırsattır.
- If I had had the opportunity yesterday to put these questions, I would have done so.
- Eğer dün bu soruları yöneltme fırsatım olsaydı, bunu yapardım.
- Since I have the opportunity, I would like to say a few words on the participation of the applicant countries.
- Fırsat bulmuşken başvuran ülkelerin katılımına ilişkin birkaç söz söylemek istiyorum.
- The removal of the Taliban regime has now provided the opportunity for reconstruction.
- Taliban rejiminin ortadan kaldırılması yeniden yapılanma için bir fırsat yaratmıştır.
- Today, we have the opportunity of opting in favour of sustainable development.
- Bugün, sürdürülebilir kalkınma lehine tercih yapma fırsatına sahibiz.
- We do not have the right to miss this opportunity.
- Bizim bu fırsatı kaçırmaya hakkımız yok.
- I thought it was rather impolite not to give the Belgian Presidency the opportunity to answer.
- Belçika Başkanlığına cevap verme fırsatı vermemenin oldukça kaba olduğunu düşündüm.
- The opportunity to express an opinion will not automatically imply the right of appeal.
- Görüş bildirme fırsatı otomatik olarak temyiz hakkı anlamına gelmeyecektir.
- I see this as a major opportunity for agriculture and dynamic rural development in a united Europe.
- Bunu birleşik bir Avrupa'da tarım ve dinamik kırsal kalkınma için büyük bir fırsat olarak görüyorum.
- At no time has enlargement been the opportunity for a dialogue on experiences and the sharing of success stories.
- Genişleme hiçbir zaman deneyimler üzerine bir diyalog ve başarı öykülerinin paylaşılması için fırsat olmamıştır.
- This is yet another wasted opportunity.
- Bu da yine boşa harcanmış bir fırsat.
- Secondly, why do so few European SMEs see growth as an opportunity instead of pure risk?
- İkinci olarak, neden bu kadar az Avrupalı KOBİ büyümeyi saf risk yerine bir fırsat olarak görüyor?
- I call upon everyone to seize this historic opportunity to reunite a Europe that was previously divided.
- Herkesi, daha önce bölünmüş olan Avrupa'yı yeniden birleştirmek için bu tarihi fırsatı değerlendirmeye çağırıyorum.
- I am sure Parliament will have the opportunity to begin a wide-ranging debate on the development of cinema in Europe.
- Parlamentonun Avrupa'da sinemanın gelişimi konusunda geniş kapsamlı bir tartışma başlatma fırsatı bulacağından eminim.
- She always has the opportunity.
- Her zaman fırsatı vardır.
- This is an opportunity to blend tradition and the modern rediscovery of ancient skills.
- Bu, geleneği ve eski becerilerin modern yeniden keşfini harmanlamak için bir fırsattır.
- It has given us an opportunity to make two findings.
- Bize iki tespitte bulunma fırsatı vermiştir.
- We also, however, have to give the people who come to our countries the opportunity to integrate into our society.
- Bununla birlikte, ülkemize gelen insanlara toplumumuza entegre olma fırsatı da vermeliyiz.
- So, I greatly welcome this opportunity to respond to Parliament's initiative in the report.
- Bu nedenle, Parlamento'nun raporda yer alan girişimine yanıt verme fırsatını büyük bir memnuniyetle karşılıyorum.
- We should not allow the Community patent to pass as a wasted opportunity.
- Topluluk patentinin boşa harcanmış bir fırsat olarak geçip gitmesine izin vermemeliyiz.
- The Commission very much welcomes the opportunity to address Parliament on this matter.
- Komisyon bu konuda Parlamentoya hitap etme fırsatını memnuniyetle karşılamaktadır.
- Some time ago, I was given the opportunity to look into this matter more deeply.
- Bir süre önce bana bu konuyu daha derinlemesine inceleme fırsatı verildi.
- This rule of law comprises the right to an opportunity to shape one's own life.
- Bu hukukun üstünlüğü, kişinin kendi hayatını şekillendirme fırsatına sahip olma hakkını da içerir.
- The Commission very much welcomes the opportunity to address Parliament on this matter.
- Komisyon bu konuda Parlamento'ya hitap etme fırsatını memnuniyetle karşılamaktadır.
- This is an opportunity to be seized.
- Bu yakalanması gereken bir fırsattır.
- It also offers the airlines the opportunity to enter into voluntary commitments with the airports.
- Ayrıca hava yollarına havalimanları ile gönüllü taahhütlere girme fırsatı da sunmaktadır.
- I welcome every opportunity to work with you to create this new world'.
- Bu yeni dünyayı yaratmak için sizinle birlikte çalışma fırsatını memnuniyetle karşılıyorum.
- If I had had the opportunity yesterday to put these questions, I would have done so.
- Dün bu soruları yöneltme fırsatım olsaydı, bunu yapardım.
- This is a tremendous opportunity but does not guarantee results and it is for us to make something of it.
- Bu muazzam bir fırsattır ancak sonuçları garanti etmez ve bize düşen bundan bir şeyler çıkarmaktır.
- This new Palestinian Government must assume its responsibilities at the earliest opportunity.
- Bu yeni Filistin Hükûmeti ilk fırsatta sorumluluklarını üstlenmelidir.
- Perhaps this is an opportunity for Europe.
- Belki de bu Avrupa için bir fırsattır.
- Obviously, Turkey will then have to be given the same opportunity.
- Elbette bu durumda Türkiye'ye de aynı fırsatın sunulması gerekecektir.
- This will provide you with the opportunity to shape the hard legislation on animal welfare.
- Bu size hayvan refahına ilişkin katı mevzuatı şekillendirme fırsatı sağlayacaktır.
- That is both an opportunity and a responsibility.
- Bu hem bir fırsat hem de bir sorumluluktur.
- I would like to thank Parliament for this timely opportunity to review the situation in Afghanistan.
- Parlamento'ya Afganistan'daki durumu gözden geçirme fırsatı verdiği için teşekkür ederim.
- We have taken note that the first opportunity for an overall review will be in mid-2005.
- Genel bir gözden geçirme için ilk fırsatın 2005 yılının ortalarında olacağını not ettik.
- We now stand here having implemented frontloading which gives us the opportunity to comply with what we promised.
- Şimdi burada, bize söz verdiklerimizi yerine getirme fırsatı veren önden yüklemeyi uygulamış olarak duruyoruz.
- Enlargement gives us the opportunity to sink the foundations of democracy even deeper.
- Genişleme bize demokrasinin temellerini daha da derine batırma fırsatı veriyor.
- We are not being given the opportunity to vote against individual points in the report.
- Rapordaki münferit noktalara karşı oy kullanma fırsatı bize verilmiyor.
- The Danish Presidency in fact offers a new opportunity for this in the Nordic area.
- Danimarka Dönem Başkanlığı aslında İskandinav bölgesinde bunun için yeni bir fırsat sunmaktadır.
- They must be given the opportunity to have their cases tried in court.
- Davalarının mahkemede görülmesi için kendilerine fırsat verilmelidir.
- The sexually active population must have the opportunity to practise prevention.
- Cinsel olarak aktif nüfus, korunma fırsatına sahip olmalıdır.
- This directive provides us with an additional opportunity to seize the big players.
- Bu yönerge bize büyük oyuncuları yakalamak için ek bir fırsat sunmaktadır.
- So the beginnings of an opportunity have certainly just passed us by.
- Yani bir fırsatın başlangıcı kesinlikle yanımızdan geçip gitti.
- This has been done in order to give the German Government the opportunity to change this unsatisfactory situation.
- Bu, Alman Hükümetine bu tatmin edici olmayan durumu değiştirme fırsatı vermek için yapılmıştır.
- Thank you for giving me the opportunity of responding to the honourable Member so quickly.
- Sayın Üyeye bu kadar çabuk yanıt verme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
- They offer the citizen the opportunity to vote for a party directly.
- Vatandaşa doğrudan bir partiye oy verme fırsatı sunarlar.
- The Convention that is meeting to prepare the IGC 2004 will afford us the opportunity in the months to come.
- IGC 2004'ü hazırlamak üzere toplanan Konvansiyon önümüzdeki aylarda bize bu fırsatı sağlayacaktır.
- I thank you for providing me the opportunity to share my thoughts with you.
- Düşüncelerimi sizlerle paylaşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
- This is the opportunity we have to seize.
- Bu, yakalamamız gereken bir fırsattır.
- Therefore, essentially, to have to give back this money as it is is a lost opportunity.
- Bu nedenle, esasen bu parayı olduğu gibi geri vermek zorunda kalmak kaybedilmiş bir fırsattır.
- The constitutional Convention is an important opportunity that should not be missed.
- Anayasa Sözleşmesi kaçırılmaması gereken önemli bir fırsattır.
- Last Saturday I had the opportunity to speak in Tehran with the new Afghan Ambassador to the Islamic Republic of Iran.
- Geçtiğimiz Cumartesi günü Tahran'da İran İslam Cumhuriyeti'nin yeni Afgan Büyükelçisi ile konuşma fırsatım oldu.
- I have often, in this Assembly, had the opportunity to quote from the excellent Norwegian handbook for mountaineers.
- Bu Mecliste sık sık Norveç'in dağcılar için hazırladığı mükemmel el kitabından alıntılar yapma fırsatı buldum.
- I said this is an opportunity, but it is not a guarantee.
- Bunun bir fırsat olduğunu ama bir garanti olmadığını söyledim.
- We must give them this opportunity.
- Onlara bu fırsatı vermeliyiz.
- These two agencies give us the opportunity to take a clear line right from the outset.
- Bu iki kurum bize en başından itibaren net bir çizgi izleme fırsatı vermektedir.
- It is a challenge and an opportunity which extends beyond our own time.
- Bu, kendi zamanımızın ötesine uzanan bir meydan okuma ve fırsattır.
- I would like to take advantage of this opportunity to raise another issue with you.
- Bu fırsattan yararlanarak sizinle bir konuyu daha paylaşmak istiyorum.
- I feel this has been an important opportunity to develop the debate on the future of Europe.
- Bunun Avrupa'nın geleceğine ilişkin tartışmayı geliştirmek için önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
- I apologise for the fact that we did not have an opportunity to talk about this.
- Bu konuda konuşma fırsatımız olmadığı için özür dilerim.
- It is a missed opportunity that the EP did not act more clearly as Dritte im Bunde [Third in the Alliance].
- AP'nin Dritte im Bunde [İttifakta Üçüncü] olarak daha açık bir şekilde hareket etmemiş olması kaçırılmış bir fırsattır.
- I hope that he will promote this dialogue at every given opportunity.
- Kendisinin her fırsatta bu diyaloğu teşvik edeceğini umuyorum.
- Tomorrow’s meeting of the Joint EU-Vietnam Committee in Brussels provides opportunity for this.
- Yarın Brüksel'de yapılacak olan AB-Vietnam Ortak Komitesi toplantısı bunun için bir fırsat sunmaktadır.
- Thus I am availing myself of the opportunity this morning.
- Bu nedenle bu sabah bu fırsatı değerlendiriyorum.
- It is a challenge and an opportunity.
- Bu hem bir meydan okuma hem de bir fırsattır.
- The Greek Presidency is being given an historic opportunity here.
- Yunanistan Dönem Başkanlığı'na burada tarihi bir fırsat verilmektedir.
- The Maoist underground rebels have tried to grab this opportunity to destabilise the country still further.
- Maoist yeraltı isyancıları ülkeyi daha da istikrarsızlaştırmak için bu fırsatı değerlendirmeye çalıştı.
- Mr Fatuzzo, it would have been a pity to let the opportunity pass.
- Sayın Fatuzzo, bu fırsatı kaçırmak yazık olurdu.
- Tomorrow, each of us will have the opportunity to shoulder our responsibilities.
- Yarın her birimiz sorumluluklarımızı yerine getirme fırsatına sahip olacağız.
- This enlargement represents for Europe an extraordinary and unparalleled act of reconciliation, healing and opportunity.
- Bu genişleme Avrupa için olağanüstü ve benzersiz bir uzlaşma, iyileşme ve fırsat eylemini temsil etmektedir.
- In particular, we have encouraged Turkey to explore any opportunity for normalising its relations with Armenia.
- Özellikle Türkiye'yi Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmek için her türlü fırsatı değerlendirmeye teşvik ettik.
- The Erika package is clearly valuable and should enter into force at the earliest opportunity, but is it sufficient?
- Erika paketinin değerli olduğu ve ilk fırsatta yürürlüğe girmesi gerektiği açıktır, ancak yeterli midir?
- These very innovative approaches provide a good opportunity to improve governance.
- Bu son derece yenilikçi yaklaşımlar, yönetişimin iyileştirilmesi için iyi bir fırsat sunmaktadır.
- Erasmus World can be an opportunity to make up for this deficit.
- Erasmus Dünyası bu açığı kapatmak için bir fırsat olabilir.
- Thank you for giving me the opportunity to speak.
- Bana konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
- This directive provides us with an additional opportunity to seize the big players.
- Bu direktif bize büyük oyuncuları yakalamak için ek bir fırsat sunuyor.
- The fact that this did not happen is a missed opportunity.
- Bunun gerçekleşmemiş olması kaçırılmış bir fırsattır.
- That is an opportunity and a danger in equal measure.
- Bu hem bir fırsat hem de aynı ölçüde bir tehlikedir.
- Moreover, the opportunity could be taken to revise them, which would be no bad thing.
- Dahası, bunların gözden geçirilmesi için fırsat değerlendirilebilir ki bu da kötü bir şey olmayacaktır.
- Dedicated human rights dialogues offer a particularly valuable opportunity to address the issue.
- Özel insan hakları diyalogları, konunun ele alınması için özellikle değerli bir fırsat sunmaktadır.
- When it does, I believe we will once again have the opportunity to insist on this debate.
- Bu gerçekleştiğinde, bir kez daha bu tartışmada ısrar etme fırsatına sahip olacağımıza inanıyorum.
- It gave the general public an opportunity to voice its opinion.
- Kamuoyuna görüşlerini dile getirme fırsatı vermiştir.
- Parliament must seize this opportunity too to reaffirm its right and responsibility to act.
- Parlamento da bu fırsatı değerlendirerek harekete geçme hak ve sorumluluğunu yeniden teyit etmelidir.
- I should like to say thank you for this opportunity to discuss this particularly topical subject.
- Özellikle güncel olan bu konuyu tartışma fırsatı verdiğiniz için teşekkür etmek isterim.
- The Greek Presidency is being given an historic opportunity here.
- Yunanistan Dönem Başkanlığına burada tarihi bir fırsat verilmektedir.
- Enlargement is both a challenge and an opportunity for the European environment.
- Genişleme, Avrupa ortamı için hem bir zorluk hem de bir fırsattır.
- We believe that suspending the agreement would deprive us of this opportunity.
- Anlaşmanın askıya alınmasının bizi bu fırsattan mahrum bırakacağına inanıyoruz.
- This package gives the railways the opportunity of ‘recapturing’ the transport market.
- Bu paket demiryollarına taşımacılık pazarını 'yeniden ele geçirme' fırsatı veriyor.
- We must seize the historic opportunity that we have been given.
- Bize verilen bu tarihi fırsatı değerlendirmeliyiz.
- I would like to use this opportunity to briefly recapitulate on why this is the case.
- Bu fırsatı neden böyle olduğunu kısaca özetlemek için kullanmak istiyorum.
- This, in my view, is where the Commission wasted an opportunity.
- Bana göre Komisyonun bir fırsatı heba ettiği yer burasıdır.
- We should grasp this opportunity with both hands, well aware that this is not a simple task.
- Bunun basit bir görev olmadığının bilincinde olarak bu fırsatı iki elimizle kavramalıyız.
- I welcome the opportunity for debate on this report, on what is an important issue for all our countries.
- Tüm ülkelerimiz için önemli bir konu olan bu rapor üzerinde tartışma fırsatını memnuniyetle karşılıyorum.
- It gave the general public an opportunity to voice its opinion.
- Bu, kamuoyuna görüşlerini dile getirme fırsatı verdi.
- I welcome the opportunity to contribute to this debate, however briefly.
- Bu tartışmaya kısa da olsa katkıda bulunma fırsatını memnuniyetle karşılıyorum.
- I am glad to have the opportunity to explain my amendment.
- Değişikliğimi açıklama fırsatı bulduğum için memnunum.
- Malta has recognised this opportunity.
- Malta bu fırsatın farkına vardı.
- We must take the opportunity of the Prestige oil tanker disaster to make a few observations.
- Prestige petrol tankeri felaketini fırsat bilerek birkaç gözlemde bulunmalıyız.
- Terrorism and violence from both sides destroyed the opportunity we had over those days.
- Her iki taraftan gelen terörizm ve şiddet, o günlerde sahip olduğumuz fırsatı yok etti.
- As we have a bit more time today, I would like to avail myself of the opportunity you mentioned earlier.
- Bugün biraz daha fazla zamanımız olduğu için, daha önce bahsettiğiniz fırsattan yararlanmak istiyorum.
- We must ensure that our industry, for which this system was created, also has the opportunity to compete on equal terms.
- Bu sistemin oluşturulduğu sektörümüzün de eşit şartlarda rekabet etme fırsatına sahip olmasını sağlamalıyız.
- Now, all the chairpersons have the same opportunity to present their arguments.
- Şimdi tüm başkanlar argümanlarını sunmak için aynı fırsata sahipler.
- The opportunity for foreign citizens who are not refugees to immigrate to Europe as migrant workers should be expanded.
- Mülteci olmayan yabancı ülke vatandaşlarının göçmen işçi olarak Avrupa'ya göç etme fırsatı genişletilmelidir.
- This could be an opportunity to open a broad debate on the matter.
- Bu, konuyla ilgili geniş bir tartışma başlatmak için bir fırsat olabilir.
- We need to make the most of the opportunity being given to local and regional agencies.
- Yerel ve bölgesel kurumlara tanınan fırsatlardan en iyi şekilde yararlanmalıyız.
- It is not the last time we shall have that opportunity.
- Bu fırsat son kez elimize geçmeyecek.
- This has probably given me the opportunity of working here.
- Bu muhtemelen bana burada çalışma fırsatı verdi.
- Next time when we have a formal opportunity, we should bring out the champagne.
- Bir dahaki sefere resmi bir fırsatımız olduğunda şampanya getirmeliyiz.
- At any event there will be opportunity to continue this dialogue with a number of other countries.
- Her halükarda bu diyaloğu bir dizi başka ülkeyle sürdürme fırsatı olacaktır.
- I am grateful to have the opportunity to respond at the end of the debate.
- Tartışmanın sonunda cevap verme fırsatı bulduğum için minnettarım.
- In the end, however, we are sorry to say that this opportunity was largely wasted.
- Ancak sonuçta bu fırsatın büyük ölçüde heba edildiğini söylemekten üzüntü duyuyoruz.
- The Convention is an excellent opportunity to do this work.
- Sözleşme bu çalışmayı yapmak için mükemmel bir fırsattır.
- The Turkish Cypriot would unfortunately lose out because this is a once-in-a-lifetime opportunity.
- Kıbrıslı Türkler ne yazık ki kaybedecektir çünkü bu, hayatta bir kez ele geçecek bir fırsattır.
- Thank you for giving me the opportunity to reply to all the Members that have spoken this morning.
- Bu sabah söz alan tüm Üyelere cevap verme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
- The EU had an opportunity to be an equal partner with the United States in responding to this crisis.
- AB, bu krize yanıt verirken ABD ile eşit bir ortak olma fırsatına sahipti.
- It also gives us the opportunity to operate quite effectively as an international community.
- Ayrıca bize uluslararası bir topluluk olarak oldukça etkin bir şekilde faaliyet gösterme fırsatı vermektedir.
- This will be the appropriate opportunity for you to state your case.
- Bu, sizin durumunuzu ifade etmeniz için uygun bir fırsat olacaktır.
- The Danish Presidency in fact offers a new opportunity for this in the Nordic area.
- Danimarka Dönem Başkanlığı aslında İskandinav bölgesinde bu konuda yeni bir fırsat sunmaktadır.
- It is this dark chapter in the history of Europe that we now have opportunity to end.
- Avrupa tarihinde şimdi sona erdirme fırsatına sahip olduğumuz bu karanlık bölümdür.
- So Parliament has an opportunity to present an opinion on both papers.
- Dolayısıyla Parlamento her iki belge hakkında da görüş bildirme fırsatına sahiptir.
- You shall have your opportunity to speak.
- Konuşma fırsatınız olacak.
- This is an opportunity for the European Union to do something for the security of Europe and of the world.
- Bu, Avrupa Birliği'nin Avrupa'nın ve dünyanın güvenliği için bir şeyler yapması için bir fırsattır.
- Demonstrators must have the opportunity to express their opinions.
- Göstericiler görüşlerini ifade etme fırsatına sahip olmalıdır.
- It is up to us now not to squander this opportunity.
- Bu fırsatı heba etmemek artık bizim elimizde.
- It is not the last time we shall have that opportunity.
- Bu fırsat son kez elimize geçiyor olmayacak.
- It also represents an opportunity.
- Bu aynı zamanda bir fırsatı da temsil etmektedir.
- It opens up the opportunity to develop results-based management and activity-based budgeting.
- Sonuçlara dayalı yönetim ve faaliyet bazlı bütçelemenin geliştirilmesi için fırsat yaratır.
- That also gives us the opportunity of tabling a number of amendments and changes as a whole.
- Bu aynı zamanda bize bir dizi değişiklik önergesi sunma ve bir bütün olarak değişiklik yapma fırsatı da veriyor.
- We have had the opportunity to witness this shortcoming.
- Bu eksikliğe tanıklık etme fırsatımız oldu.
- Future generations will not forgive us if we squander that opportunity.
- Bu fırsatı heba edersek gelecek nesiller bizi affetmeyecektir.
- There will be no lack of opportunity for this to happen.
- Bunun gerçekleşmesi için hiçbir fırsat eksikliği olmayacaktır.
- There is currently an opportunity to isolate the radical forces and give the moderates a chance.
- Şu anda radikal güçleri izole etmek ve ılımlılara bir şans vermek için bir fırsat var.
- We must not, under any circumstances, throw this opportunity away.
- Hiçbir koşul altında bu fırsatı elimizin tersiyle itmemeliyiz.
- The public must be given the opportunity to express comments and opinions before decisions are made.
- Kamuya, kararlar alınmadan önce yorum ve görüşlerini ifade etme fırsatı verilmelidir.
- We will have the opportunity to do so on other occasions.
- Bunu başka vesilelerle de yapma fırsatımız olacak.
- Our motive must be serious action against terrorism, not just seizing an opportunity to extend EU competencies.
- Amacımız sadece AB yetkilerini genişletmek için bir fırsat yakalamak değil, terörizme karşı ciddi bir eylem olmalıdır.
- The opportunity for smaller countries, or smaller political groups, to be represented would therefore be minimal.
- Dolayısıyla daha küçük ülkelerin ya da daha küçük siyasi grupların temsil edilme fırsatı asgari düzeyde olacaktır.
- Because the burden-sharing was clearly unfair, we have an opportunity here.
- Yük paylaşımı açıkça adaletsiz olduğu için, burada bir fırsatımız var.
- We will be sleeping with our clothes on so that we do not miss a single opportunity to reach a compromise.
- Bir uzlaşmaya varmak için tek bir fırsatı bile kaçırmamak için kıyafetlerimizle uyuyacağız.
- We will very soon have an opportunity to deal with this question objectively when we talk about the Oostlander report.
- Çok yakında Oostlander raporu hakkında konuştuğumuzda bu soruyu objektif bir şekilde ele alma fırsatımız olacak.
- That opportunity must not be wasted.
- Bu fırsat heba edilmemelidir.
- Just recently I had the opportunity to discuss the contents of the report with prominent US senators.
- Geçtiğimiz günlerde raporun içeriğini ABD'nin önde gelen senatörleriyle tartışma fırsatı buldum.
- It is an excellent opportunity for this Parliament to introduce far-reaching reforms to these plans.
- Bu Parlamento'nun bu planlara geniş kapsamlı reformlar getirmesi için mükemmel bir fırsattır.
- The political ramifications of their intention are, however, a missed opportunity.
- Ancak niyetlerinin siyasi sonuçları kaçırılmış bir fırsattır.
- We fear that an opportunity for progress may have been missed.
- İlerleme kaydedilmesi için bir fırsatın kaçırılmış olmasından korkuyoruz.
- We have night sittings and virtually no opportunity even to meet the visitors' groups who come here.
- Gece oturumlarımız var ve buraya gelen ziyaretçi gruplarıyla görüşmek için bile neredeyse hiç fırsatımız yok.
- Since some of these remarks have been made in public, I would like to take this opportunity to briefly react.
- Bu açıklamaların bazıları kamuoyu önünde yapıldığından, bu fırsattan yararlanarak kısaca tepki göstermek istiyorum.
- Once again, this represents an opportunity for the rail sector as a whole.
- Bir kez daha bu durum demir yolu sektörünün bütünü için bir fırsat teşkil etmektedir.
- This rejection must be used as an opportunity to restate our position.
- Bu ret, pozisyonumuzu yeniden ifade etmek için bir fırsat olarak kullanılmalıdır.
- Without this opportunity to launder money, national and international terrorism will find it hard to survive.
- Bu kara para aklama fırsatı olmadan, ulusal ve uluslararası terörizmin hayatta kalması zor olacaktır.
- We must not, under any circumstances, throw this opportunity away.
- Bu fırsatı hiçbir koşulda elimizin tersiyle itmemeliyiz.
- The opportunity must not be missed to redress the current imbalance during this reform process.
- Bu reform sürecinde mevcut dengesizliğin giderilmesi fırsatı kaçırılmamalıdır.
- I am grateful for the opportunity to discuss this issue here today.
- Bugün burada bu konuyu tartışma fırsatı bulduğum için minnettarım.
- I thank you for giving me the opportunity to take part in this debate.
- Bana bu tartışmaya katılma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
- These benefits particularly relate to the opportunity to trade freely across the Union.
- Bu faydalar özellikle Birlik genelinde serbestçe ticaret yapma fırsatıyla ilgilidir.
- We have never done anything like this before and I welcome the opportunity to open this debate.
- Daha önce hiç böyle bir şey yapmadık ve bu tartışmayı açma fırsatını memnuniyetle karşılıyorum.
- This is the only way of affording the victims the opportunity to make their claims for compensation.
- Bu, mağdurlara tazminat taleplerini dile getirme fırsatı vermenin tek yoludur.
- There should be abundant opportunity to discuss this in the future.
- Gelecekte bu konuyu tartışmak için bolca fırsat olacaktır.
- The reunification of Europe is an opportunity of historic significance.
- Avrupa'nın yeniden birleşmesi tarihi öneme sahip bir fırsattır.
- This debate offers a welcome opportunity to consolidate our resolve to enlarge.
- Bu tartışma, genişleme yönündeki kararlılığımızı pekiştirmek için hoş bir fırsat sunmaktadır.
- We have night sittings and virtually no opportunity even to meet the visitors' groups who come here.
- Gece oturumlarımız var ve buraya gelen ziyaretçi gruplarıyla tanışmak için bile neredeyse hiç fırsatımız yok.
- This was an opportunity for Parliament to gain control over the Member States.
- Bu, Parlamento'nun Üye Devletler üzerinde kontrol sahibi olması için bir fırsattı.
- I hope that the European Parliament will then have the opportunity to deliver an opinion on these conclusions.
- Umarım Avrupa Parlamentosu bu sonuçlara ilişkin görüş bildirme fırsatına sahip olur.
- He gave our group sufficient opportunity to express the essence of our views in the report.
- Grubumuza görüşlerimizin özünü raporda ifade etmek için yeterli fırsatı vermiştir.
- We have an opportunity to get it right.
- Bunu doğru yapmak için bir fırsatımız var.
- Not every bad thing that happens is an opportunity to heap censure on a specific regime.
- Yaşanan her kötü şey, belirli bir rejimi kınamak için bir fırsat değildir.
- It should be viewed not as a threat but an opportunity.
- Bu bir tehdit değil bir fırsat olarak görülmelidir.
- I hope that the European Parliament will then have the opportunity to deliver an opinion on these conclusions.
- Avrupa Parlamentosu'nun daha sonra bu sonuçlara ilişkin görüş bildirme fırsatına sahip olacağını umuyorum.
- Under no circumstances must we Europeans let this opportunity pass us by!
- Biz Avrupalılar hiçbir koşulda bu fırsatın elimizden kaçmasına izin vermemeliyiz!
- The EU must take this opportunity for openness and transparency.
- AB, açıklık ve şeffaflık için bu fırsatı değerlendirmelidir.
- If Israel had nothing to hide, then it had an opportunity to show the world that no massacre had taken place.
- Eğer İsrail'in saklayacak bir şeyi yoksa, o zaman dünyaya hiçbir katliamın yaşanmadığını gösterme fırsatı vardı.
- We have very little opportunity to do any of the paperwork which still arises during the week of plenary.
- Genel kurul haftası boyunca ortaya çıkan evrak işlerini yapmak için çok az fırsatımız oluyor.
- We must give young people the opportunity to demonstrate active commitment by getting involved in public life.
- Gençlere, kamu hayatına katılarak aktif bağlılık gösterme fırsatı vermeliyiz.
- I welcome the opportunity to make a few, but important, points on the Stability and Growth Pact.
- İstikrar ve Büyüme Paktı konusunda birkaç ama önemli noktaya değinme fırsatını memnuniyetle karşılıyorum.
- I am the first leader of Lithuania to have an opportunity to address the European Parliament.
- Litvanya'nın Avrupa Parlamentosu'na hitap etme fırsatı bulan ilk lideriyim.
- Cleaner fuels give us the opportunity to make use of all the environmental advantages of new engine technology.
- Daha temiz yakıtlar bize yeni motor teknolojisinin tüm çevresel avantajlarından yararlanma fırsatı verir.
- This is a missed opportunity.
- Bu kaçırılmış bir fırsattır.
- I am therefore particularly pleased to have the opportunity to welcome this proposal which will change things.
- Bu nedenle bazı şeyleri değiştirecek olan bu teklifi memnuniyetle karşılama fırsatı bulduğum için özellikle memnunum.
- Are their fragile economies given the opportunity to prepare for the competition?
- Kırılgan ekonomilerine rekabete hazırlanma fırsatı veriliyor mu?
- This is not acceptable and, in my view, we should put an end to this at the earliest opportunity.
- Bu kabul edilebilir bir durum değildir ve bana göre ilk fırsatta buna bir son vermeliyiz.
- It is this dark chapter in the history of Europe that we now have opportunity to end.
- Avrupa tarihindeki bu karanlık sayfayı artık kapatma fırsatımız var.
- As regards last year's budget, the Commission had had every opportunity.
- Geçen yılın bütçesiyle ilgili olarak, Komisyon'un her türlü fırsatı vardı.
- I therefore regret that we did not get that opportunity.
- Bu nedenle bu fırsatı yakalayamadığımız için üzgünüm.
- This provides an historic opportunity to get rid of the EU's failed planned economy.
- Bu, AB'nin başarısız planlı ekonomisinden kurtulmak için tarihi bir fırsat sunmaktadır.
- We need to make the most of the opportunity being given to local and regional agencies.
- Yerel ve bölgesel ajanslara verilen bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.
- The sexually active population must have the opportunity to practise prevention.
- Cinsel olarak aktif olan nüfus, önleme pratiği yapma fırsatına sahip olmalıdır.
- That is perfectly clear from this report, in whose appendix I have taken the opportunity to discuss specific examples.
- Bu durum, ekinde belirli örnekleri tartışma fırsatı bulduğum bu raporda gayet açık bir şekilde görülmektedir.
- That said, I do not think we should use this opportunity to indulge in anti-American rhetoric.
- Bununla birlikte, bu fırsatı Amerikan karşıtı söylemlere kapılmak için kullanmamamız gerektiğini düşünüyorum.
- Is the forthcoming Intergovernmental Conference not the ideal opportunity for this?
- Önümüzdeki Hükümetlerarası Konferans bunun için ideal bir fırsat değil mi?
- Could the Commission look into this matter at the earliest opportunity?
- Komisyon ilk fırsatta bu konuyu inceleyebilir mi?
- I must remind you that, as President of the European Parliament, I had the opportunity to visit Orient House.
- Avrupa Parlamentosu Başkanı olarak Orient House'u ziyaret etme fırsatım olduğunu hatırlatmak isterim.
- We must take the opportunity of the Prestige oil tanker disaster to make a few observations.
- Prestige petrol tankeri felaketini fırsat bilerek birkaç gözlemde bulunmak istiyoruz.
- This was an opportunity for Parliament to gain control over the Member States.
- Bu, Parlamento'nun Üye Devletler üzerinde kontrol sahibi olması için bir fırsattır.
- Make use of the opportunity which you have to take Europe forward.
- Avrupa'yı ileriye taşımak için sahip olduğunuz fırsatı değerlendirin.
- This report is a good opportunity for us to familiarise ourselves with the approach in various countries.
- Bu rapor, çeşitli ülkelerdeki yaklaşımları yakından tanımamız için iyi bir fırsattır.
- It is an important opportunity and an exchange from which we can all benefit.
- Bu önemli bir fırsat ve hepimizin faydalanabileceği bir görüş alışverişidir.
- We have the opportunity and responsibility to act positively on this today.
- Bugün bu konuda olumlu adımlar atma fırsatına ve sorumluluğuna sahibiz.
- Indeed, it provides a good opportunity to discuss various aspects of this important issue.
- Gerçekten de bu önemli konunun çeşitli yönlerini tartışmak için iyi bir fırsat sunmaktadır.
- Therefore, essentially, to have to give back this money as it is is a lost opportunity.
- Dolayısıyla, esasen, bu parayı olduğu gibi geri vermek zorunda kalmak kaybedilmiş bir fırsattır.
- This is an opportunity for our European Union.
- Bu Avrupa Birliğimiz için bir fırsattır.
- Too often we miss the opportunity to intervene and prevent conflict.
- Müdahale etme ve çatışmayı önleme fırsatını çok sık kaçırıyoruz.
- The first is the European dimension and the European value that the opportunity of mobility adds to education.
- Bunlardan ilki, hareketlilik fırsatının eğitime kattığı Avrupa boyutu ve Avrupa değeridir.
- It has given us an opportunity to make two findings.
- Bu bize iki tespitte bulunma fırsatı verdi.
- I do not want to say anything about that now, as there will be ample opportunity this afternoon.
- Öğleden sonra bu konuda yeterli fırsat olacağı için şimdi bu konuda bir şey söylemek istemiyorum.
- I, personally, have no doubt that such an opportunity will present itself.
- Şahsen benim böyle bir fırsatın ortaya çıkacağından hiç şüphem yok.
- The November meeting of the General Assembly will offer a further opportunity to reinforce this coalition.
- Kasım ayındaki Genel Kurul toplantısı bu koalisyonun güçlendirilmesi için bir fırsat daha sunacaktır.
- Adversity sometimes produces an opportunity to be constructive, positive and to build better for the future.
- Sıkıntılar bazen yapıcı, olumlu olmak ve gelecek için daha iyisini inşa etmek için bir fırsat yaratır.
- We cannot now retrospectively alter the agenda without the groups also having the opportunity to discuss it.
- Şimdi, grupların da tartışma fırsatı olmadan gündemi geriye dönük olarak değiştiremeyiz.
- I welcome every opportunity to work with you to create this new world'.
- Bu yeni dünyayı yaratmak üzere sizinle birlikte çalışmak için her fırsatı memnuniyetle karşılıyorum.
- We will, however, have another opportunity to discuss these issues.
- Bununla birlikte, bu konuları tartışmak için başka bir fırsatımız olacak.
- The Saudi peace plan represents a considerable opportunity from this point of view.
- Suudi barış planı bu açıdan önemli bir fırsatı temsil etmektedir.
- So Parliament has an opportunity to present an opinion on both papers.
- Böylece Parlamento her iki belge hakkında da görüş bildirme fırsatına sahip olacaktır.
- The physical reality of the euro affords us the opportunity to make further progress in the process of integration.
- Avro'nun fiziksel gerçekliği bize entegrasyon sürecinde daha fazla ilerleme kaydetme fırsatı sunmaktadır.
- I welcome the opportunity to contribute to this debate tonight.
- Bu akşamki tartışmaya katkıda bulunma fırsatını memnuniyetle karşılıyorum.
- It is firstly a question of ensuring that the EU institutions are given the opportunity to prepare for enlargement.
- Bu, öncelikle AB kurumlarına genişlemeye hazırlanma fırsatı verilmesinin sağlanması meselesidir.
- An opportunity for early reform has been lost.
- Erken reform için bir fırsat kaçırıldı.
- I hope that we will have the opportunity to work together in order to change this situation as quickly as possible.
- Umarım bu durumu mümkün olan en kısa sürede değiştirmek için birlikte çalışma fırsatımız olur.
- We shall grab every possible opportunity for fruitful cooperation between us.
- Aramızda verimli bir işbirliği için mümkün olan her fırsatı değerlendireceğiz.
- The Heads of State and Government must not fudge the opportunity of real economic reform in Barcelona.
- Devlet ve Hükümet Başkanları Barselona'da gerçek bir ekonomik reform fırsatını kaçırmamalıdır.
- If Israel had nothing to hide, then it had an opportunity to show the world that no massacre had taken place.
- Eğer İsrail'in saklayacak bir şeyi yoksa, o zaman dünyaya hiçbir katliamın gerçekleşmediğini gösterme fırsatı vardır.
- We shall grab every possible opportunity for fruitful cooperation between us.
- Aramızda verimli bir işbirliği için mümkün olan her fırsatı değerlendirmeliyiz.
- I am very pleased to have the opportunity to respond to this valuable and important debate on this report.
- Bu rapora ilişkin bu değerli ve önemli tartışmaya yanıt verme fırsatı bulduğum için çok memnunum.
- I should like, on behalf of the Council, to urge Parliament not to let this opportunity pass by.
- Konsey adına Parlamento'ya bu fırsatın kaçırılmaması çağrısında bulunmak istiyorum.
- I myself, however, have already had the opportunity to hear this assurance personally.
- Ancak ben, bu güvenceyi bizzat duyma fırsatını çoktan elde ettim.
- Today would have been a perfect opportunity.
- Bugün mükemmel bir fırsat olabilirdi.
- Secondly, why do so few European SMEs see growth as an opportunity instead of pure risk?
- İkinci olarak neden bu kadar az Avrupalı KOBİ büyümeyi saf risk yerine bir fırsat olarak görüyor?
- However, that said, there is an opportunity for greater accountability of Europol.
- Bununla birlikte, Europol'ün daha fazla hesap verebilir olması için bir fırsat bulunmaktadır.
- That is the opportunity for us genuinely to resolve this problem once and for all.
- Bu, bizim için bu sorunu kesin olarak çözme fırsatıdır.
- It creates the opportunity to use a budget over several years to make the best possible use of resources.
- Bu, kaynakların mümkün olan en iyi şekilde kullanılması için birkaç yıl boyunca bütçe kullanma fırsatı yaratmaktadır.
- Commissioner Nielson's communication gives us the opportunity to do just that.
- Komisyon Üyesi Nielson'ın iletişimi bize tam da bunu yapma fırsatı veriyor.
- The new international situation undoubtedly presents an opportunity that we must grasp.
- Yeni uluslararası durum kuşkusuz değerlendirmemiz gereken bir fırsat sunuyor.
- The extraordinary Council gave the Union an opportunity to get several important messages across.
- Olağanüstü Konsey, Birliğe birkaç önemli mesajı iletme fırsatı verdi.
- They have no opportunity to defend themselves or to lodge an appeal.
- Kendilerini savunmak ya da itirazda bulunmak için hiçbir fırsatları yok.
- Further, it takes advantage of the opportunity to place financial aid to Turkey in the 'pre-accession' heading.
- Ayrıca, Türkiye'ye mali yardımı 'katılım öncesi' başlığına yerleştirme fırsatından yararlanmaktadır.
- Theatre and dramatic art are important and we support people's opportunity for increased freedom of movement.
- Tiyatro ve dramatik sanat önemlidir ve insanların daha fazla hareket özgürlüğü fırsatını destekliyoruz.
- I had the opportunity to express my views on this matter before the Conference of Presidents meeting.
- Bu konudaki görüşlerimi Başkanlar Konferansı toplantısı öncesinde ifade etme fırsatım oldu.
- I am pleased to have this opportunity to talk about the G8 Summit.
- G8 Zirvesi hakkında konuşma fırsatı bulduğum için memnuniyet duyuyorum.
- Mr Staes had the opportunity to be here and to participate in this debate if he had so wished.
- Sayın Staes dileseydi burada bulunma ve bu tartışmaya katılma fırsatına sahipti.
- I consider this to be a missed opportunity for the Union and the regions.
- Bunun Birlik ve bölgeler için kaçırılmış bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
- Today, we have the opportunity of turning this fine concept into reality.
- Bugün, bu güzel kavramı gerçeğe dönüştürme fırsatına sahibiz.
- We fortunately have the opportunity to improve these points tomorrow in plenary.
- Neyse ki yarın genel kurulda bu hususları geliştirme fırsatına sahibiz.
- We have the opportunity to give the citizens new, modern rules which provide greater guarantees of civil liberties.
- Vatandaşlara, sivil özgürlükleri daha fazla güvence altına alan yeni ve modern kurallar getirme fırsatına sahibiz.
- We were given the opportunity of discussing the climate issue with both Congress and the House of Representatives.
- Hem Kongre hem de Temsilciler Meclisi ile iklim konusunu tartışma fırsatı bulduk.
- It is a privilege to have the opportunity of taking part in this debate.
- Bu tartışmada yer alma fırsatına sahip olmak bir ayrıcalıktır.
- We certainly want to make the best use of this opportunity.
- Bu fırsatı kesinlikle en iyi şekilde değerlendirmek istiyoruz.
- There is a saying that opportunity comes to pass, not to pause.
- Bir söz vardır: Fırsat duraklamak için değil, geçmek için gelir.
- Moreover, the opportunity could be taken to revise them, which would be no bad thing.
- Dahası, bunları revize etme fırsatı da doğabilir ki bu da kötü bir şey olmaz.
- Article 90 gives the Court of Justice the opportunity for abundant jurisprudence.
- 90. Madde Adalet Divanına bol miktarda içtihat yapma fırsatı vermektedir.
- The Iranian opposition fears that the mullahs will take the opportunity to destroy them.
- İran muhalefeti, mollaların bu fırsatı değerlendirerek kendilerini yok etmesinden korkuyor.
- In fact, it eliminates the opportunity of following a particular animal that may be carrying that particular disease.
- Aslında bu, söz konusu hastalığı taşıyor olabilecek belirli bir hayvanı takip etme fırsatını ortadan kaldırmaktadır.
- In other words, we think that liberalisation is an excellent opportunity for goods transport.
- Başka bir deyişle serbestleşmenin mal taşımacılığı için mükemmel bir fırsat olduğunu düşünüyoruz.
- There will be no lack of opportunity for this to happen.
- Bunun gerçekleşmesi için hiçbir fırsat eksik olmayacaktır.
- Unfortunately, the European Union began by missing an historic opportunity.
- Ne yazık ki Avrupa Birliği tarihi bir fırsatı kaçırarak işe başladı.
- Let us make use of this opportunity without delay!
- Gecikmeden bu fırsatı değerlendirelim!
- I hope that we shall have the opportunity to discuss it here at a plenary sitting of the European Parliament.
- Umarım bu konuyu Avrupa Parlamentosu genel kurulunda tartışma fırsatımız olur.
- On the contrary, it is here to provide an opportunity for a renaissance of the railways.
- Aksine, burada demiryollarının rönesansı için bir fırsat sunuluyor.
- This, in my view, is where the Commission wasted an opportunity.
- Bana göre Komisyon'un bir fırsatı heba ettiği yer burasıdır.
- This new Palestinian Government must assume its responsibilities at the earliest opportunity.
- Bu yeni Filistin Hükümeti ilk fırsatta sorumluluklarını üstlenmelidir.
- Parliament will thus have the opportunity to express itself in a vote on a resolution.
- Parlamento böylece bir karar tasarısı oylamasında kendini ifade etme fırsatına sahip olacak.
- This is, therefore, a good opportunity to give a warning shot and take a legislative initiative.
- Dolayısıyla bu, bir uyarı atışı yapmak ve yasama girişiminde bulunmak için iyi bir fırsattır.
- These partnerships also offer our European students an opportunity to study abroad.
- Bu ortaklıklar aynı zamanda Avrupalı öğrencilerimize yurtdışında eğitim alma fırsatı da sunmaktadır.
- His report will give us an opportunity to dispute or discuss this subject objectively.
- Bu rapor bize bu konuyu objektif bir şekilde tartışmak için bir fırsat verecektir.
- They deserve from us the opportunity and the dignity.
- Onlar bizden fırsat ve saygınlık hak ediyorlar.
- The constitutional Convention is an important opportunity that should not be missed.
- Anayasa Kurultayı kaçırılmaması gereken önemli bir fırsattır.
- Such a debate would give us the opportunity to adopt a resolution during the second September part-session.
- Böyle bir tartışma bize Eylül ayındaki ikinci oturumda bir karar kabul etme fırsatı verecektir.
- This is an opportunity for us to make a fresh start on tourism at European level.
- Bu, Avrupa düzeyinde turizm konusunda yeni bir başlangıç yapmamız için bir fırsattır.
- Anyone wishing to take part must have the opportunity to do so.
- Katılmak isteyen herkes bunu yapma fırsatına sahip olmalıdır.
- We did not have the opportunity to watch Danish television.
- Danimarka televizyonunu izleme fırsatımız olmadı.
- This package gives the railways the opportunity of ‘recapturing’ the transport market.
- Bu paket demiryollarına taşımacılık pazarını "yeniden ele geçirme" fırsatı veriyor.
- We naturally have a responsibility to help the victims and give them the opportunity of a better life.
- Doğal olarak mağdurlara yardım etme ve onlara daha iyi bir yaşam fırsatı verme sorumluluğumuz var.
- If we leave an area out, it will only be half a job and we will have wasted an opportunity.
- Eğer bir bölgeyi dışarıda bırakırsak, bu sadece yarım bir iş olur ve bir fırsatı heba etmiş oluruz.
- This will then also give the various groups the opportunity of concluding compromises.
- Bu aynı zamanda çeşitli gruplara uzlaşmaya varma fırsatı da verecektir.
- This report gave us the opportunity to take some practical action.
- Bu rapor bize bazı pratik adımlar atma fırsatı verdi.
- We now stand here having implemented frontloading which gives us the opportunity to comply with what we promised.
- Şimdi burada, bize söz verdiklerimizi yerine getirme fırsatı veren ön yüklemeyi uygulamış olarak duruyoruz.
- Second, because this was an opportunity that did not arise ten years ago and which will not arise in the next few years.
- İkincisi, bunun on yıl önce ortaya çıkmamış ve önümüzdeki birkaç yıl içinde de çıkmayacak bir fırsat olması.
- The Convention that is meeting to prepare the IGC 2004 will afford us the opportunity in the months to come.
- IGC 2004'ü hazırlamak üzere toplanan Kurultay, önümüzdeki aylarda bize bu fırsatı sağlayacaktır.
- You will have the opportunity to raise the matter then.
- O zaman konuyu gündeme getirme fırsatınız olacaktır.
- I would like to make use of the opportunity afforded by this short speech to refer to two things.
- Bu kısa konuşmanın sağladığı fırsattan yararlanarak iki hususa değinmek istiyorum.
- The Union will take every opportunity to make these positions accepted by both sides.
- Birlik, bu pozisyonların her iki tarafça da kabul edilmesi için her fırsatı değerlendirecektir.
- That offered the opportunity to visualise the new Union for the first time.
- Bu, yeni Birliği ilk kez görselleştirme fırsatı sundu.
- This is the opportunity to create a new ambition for the South.
- Bu, Güney için yeni bir hırs yaratma fırsatıdır.
- The parties were given the opportunity to present written and oral comments.
- Taraflara yazılı ve sözlü görüşlerini sunma fırsatı verilmiştir.
- The public will have the opportunity to make comments prior to decisions and to the authorisation of products.
- Kamuoyu, kararlar alınmadan ve ürünlere izin verilmeden önce yorum yapma fırsatına sahip olacaktır.
- No opportunity is given to such prisoners to choose their own lawyer.
- Bu tür mahkumlara kendi avukatlarını seçme fırsatı verilmemektedir.
- On the substance of the matter, I have actually had the opportunity to hear Alexandre Lamfalussy spell out the concerns.
- Konunun özüne ilişkin olarak Alexandre Lamfalussy'nin endişelerini dile getirmesini dinleme fırsatım oldu.
- This is undeniably an historic opportunity for Europe to be reconciled with its past.
- Bu, Avrupa'nın geçmişiyle barışması için inkar edilemez tarihi bir fırsattır.
- The referendum in Ireland gave us an opportunity to sit back and think about the way in which Europe develops.
- İrlanda'daki referandum bize arkamıza yaslanıp Avrupa'nın nasıl geliştiğini düşünme fırsatı verdi.
- That is an opportunity for Turkey, and I also believe that Turkey is capable of meeting these requirements.
- Bu Türkiye için bir fırsattır ve Türkiye'nin bu gereklilikleri karşılayabilecek kapasitede olduğuna da inanıyorum.
- We have an opportunity of doing something about that this week.
- Bu hafta bu konuda bir şeyler yapma fırsatımız var.
- That offered the opportunity to visualise the new Union for the first time.
- Bu durum, yeni Birliği ilk defa görselleştirme fırsatını sunmuştur.
- First of all, may I take the opportunity of congratulating the rapporteur.
- Öncelikle raportörü tebrik etme fırsatını kullanabilir miyim.
- The protection period will give the innovative pharmaceutical industry an opportunity to recover its R& D investments.
- Koruma dönemi, yenilikçi ilaç endüstrisine Ar-Ge yatırımlarını geri kazanma fırsatı verecektir.
- People were particularly grateful to have the opportunity to submit their comments to the committee members in person.
- İnsanlar, yorumlarını komite üyelerine şahsen sunma fırsatına sahip oldukları için özellikle minnettardılar.
- We had the opportunity to talk about this yesterday.
- Dün bu konu hakkında konuşma fırsatımız oldu.
- In the last year and a half, the Palestinian Authority has not had the opportunity to meet physically.
- Son bir buçuk yıldır Filistin Yönetimi fiziksel olarak bir araya gelme fırsatı bulamadı.
- Let ours not be the generation which flunks this opportunity.
- Bizim neslimiz bu fırsatı kaçıran nesil olmasın.
- What we need is the political courage to grab this opportunity and resolve the Cyprus question now.
- İhtiyacımız olan şey, bu fırsatı yakalamak ve Kıbrıs sorununu şimdi çözmek için siyasi cesarettir.
- Thank you for giving me the opportunity to repeat that.
- Bunu tekrarlama fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
- We have perhaps an opportunity with the forthcoming IGC to do that.
- Önümüzdeki IGC ile bunu yapmak için belki de bir fırsatımız var.
- This enlargement presents the European Union with an enormous historical opportunity, an opportunity that we must seize.
- Bu genişleme Avrupa Birliği'ne muazzam bir tarihi fırsat sunmaktadır ve bu fırsatı değerlendirmeliyiz.
- The Heads of State and Government will thus have an opportunity to influence preparations, where necessary.
- Böylece Devlet ve Hükûmet Başkanları, gerektiğinde hazırlıkları etkileme fırsatına sahip olacaklardır.
- We have had the opportunity on more than one occasion to discuss those guidelines in this Parliament.
- Bu Parlamento'da birden fazla kez bu kılavuz ilkeleri tartışma fırsatımız oldu.
- Mr Staes had the opportunity to be here and to participate in this debate if he had so wished.
- Bay Staes'ın burada bulunma ve eğer isterse bu tartışmaya katılma fırsatı vardı.
- It is a pity that the rapporteur intends to nullify the opportunity that the Commission's proposal is presenting.
- Raportörün Komisyonun teklifinin sunduğu fırsatı ortadan kaldırmaya niyetli olması üzücüdür.
- On the contrary, it is here to provide an opportunity for a renaissance of the railways.
- Aksine burada demir yollarının rönesansı için bir fırsat sunuluyor.
- I think that we now have an opportunity for even more efficient and substantial collaboration.
- Artık daha da verimli ve önemli bir işbirliği için bir fırsatımız olduğunu düşünüyorum.
- This is a vital opportunity to update the European economic and social model.
- Bu, Avrupa ekonomik ve sosyal modelinin güncellenmesi için hayati bir fırsattır.
- If we are divided, the opportunity for international progress is often lost.
- Bölündüğümüz takdirde, uluslararası ilerleme fırsatı genellikle kaybolur.
- This is why Copenhagen will be a good opportunity to send out a clear signal on Article 202.
- Bu nedenle Kopenhag, 202. Madde konusunda net bir sinyal göndermek için iyi bir fırsat olacaktır.
- The reform of the common fisheries policy, I believe, is an opportunity.
- Ortak balıkçılık politikası reformunun bir fırsat olduğuna inanıyorum.
- The European Union should draw attention to any progress that is made and lend its support should the opportunity arise.
- Avrupa Birliği kaydedilen her türlü ilerlemeye dikkat çekmeli ve fırsat doğması halinde destek vermelidir.
- It creates the opportunity to use a budget over several years to make the best possible use of resources.
- Kaynakların mümkün olan en iyi şekilde kullanılması için birkaç yıllık bir bütçe kullanma fırsatı yaratır.
- We should be kept informed about that; we should have an opportunity to deliver an opinion on it.
- Bu konuda bilgilendirilmeliyiz; bu konuda görüş bildirme fırsatına sahip olmalıyız.
- I therefore welcome the opportunity to take stock of the year and describe the tasks that still lie ahead of us.
- Bu nedenle yılın değerlendirmesini yapma ve önümüzde duran görevleri açıklama fırsatını memnuniyetle karşılıyorum.
- Mr Cohn-Bendit, you will undoubtedly have an opportunity to express your views.
- Sayın Cohn-Bendit, şüphesiz görüşlerinizi ifade etme fırsatınız olacaktır.
- If we leave an area out, it will only be half a job and we will have wasted an opportunity.
- Bir alanı dışarıda bırakırsak, bu sadece yarım bir iş olur ve bir fırsatı boşa harcamış oluruz.
- I thank you for giving me the opportunity to say this.
- Bana bunu söyleme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
- There will not be a second opportunity of this kind.
- Bu türden ikinci bir fırsat olmayacaktır.
- I would like to thank you, therefore, for this opportunity and thus quickly mention certain points.
- Bu nedenle size bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür etmek ve bazı hususlara hızlıca değinmek istiyorum.
- Tomorrow morning we will have the opportunity to discuss this aspect.
- Yarın sabah bu konuyu ele alma fırsatımız olacak.
- The EU is taking every opportunity to strengthen the human rights dialogue with Tunisia.
- AB, Tunus ile insan hakları diyaloğunu güçlendirmek için her fırsatı değerlendirmektedir.
- In the fight against the advance of SARS, only this third opportunity is being paid full attention.
- SARS'ın ilerlemesine karşı mücadelede sadece bu üçüncü fırsata tam anlamıyla dikkat ediliyor.
- Then we will have the opportunity to comment on these replies and to express our concerns to the Commission as well.
- O zaman bu yanıtlar hakkında yorum yapma ve Komisyon'a endişelerimizi ifade etme fırsatına da sahip olacağız.
- The assessment meeting presents a good opportunity to achieve this.
- Değerlendirme toplantısı bunu başarmak için iyi bir fırsat sunuyor.
- Furthermore, the lack of opportunity for local product processing is one great weakness of these economies.
- Ayrıca, yerel ürün işleme fırsatının olmaması, bu ekonomilerin büyük bir zayıflığıdır.
- With this proposal, the EU has an opportunity to fundamentally improve the free movement of people.
- Bu öneri ile AB, insanların serbest dolaşımını temelden iyileştirme fırsatına sahiptir.
- I hope that you can give him the opportunity to give me a reply.
- Umarım bana cevap vermesi için ona bir fırsat verebilirsiniz.
- This opportunity is evident in various situations.
- Bu fırsat çeşitli durumlarda kendini göstermektedir.
- The opportunity must not be missed to redress the current imbalance during this reform process.
- Bu reform sürecinde mevcut dengesizliği giderme fırsatı kaçırılmamalıdır.
- For our part, we are using this opportunity to protest against the imperialist war against Iraq.
- Kendi adımıza, bu fırsatı Irak'a karşı yürütülen emperyalist savaşı protesto etmek için kullanıyoruz.
- We must give Turkey the opportunity to carry out the reforms its country needs.
- Türkiye'ye, ülkesinin ihtiyaç duyduğu reformları gerçekleştirmesi için fırsat vermeliyiz.
- You said yourself that there will be an opportunity to make decisions at a later stage.
- Daha sonraki bir aşamada karar vermek için bir fırsat olacağını kendiniz söylediniz.
- We have perhaps an opportunity with the forthcoming IGC to do that.
- Önümüzdeki Hükûmetlerarası Konferans ile bunu yapmak için belki de bir fırsatımız var.
- The Turkish Cypriot would unfortunately lose out because this is a once-in-a-lifetime opportunity.
- Kıbrıs Türkü ne yazık ki kaybedecektir çünkü bu hayatta bir kez ele geçecek bir fırsattır.
- We now know that we have an opportunity to make a success of the new Intergovernmental Conference.
- Şimdi yeni Hükümetlerarası Konferansı başarıya ulaştırmak için bir fırsatımız olduğunu biliyoruz.
- At the first opportunity it abuses its position again!
- İlk fırsatta yine konumunu kötüye kullanıyor!
- In the interest of an effectively functioning market, it is necessary that they are afforded the opportunity to join.
- Etkin bir şekilde işleyen bir piyasa için bu kişilere katılma fırsatı tanınması gerekmektedir.
- It would, therefore, have been a tragic mistake not to take advantage of this opportunity.
- Dolayısıyla bu fırsattan yararlanmamak trajik bir hata olurdu.
- Regionally, it is extremely important that the opportunity now at hand is not missed.
- Bölgesel olarak şu anda elimizde bulunan fırsatın kaçırılmaması son derece önemlidir.
- I am grateful for this opportunity to set out the position of the Commission and the European Union.
- Komisyon ve Avrupa Birliği'nin tutumunu ortaya koyma fırsatı verdiğiniz için müteşekkirim.
- Europe cannot miss this extraordinary opportunity.
- Avrupa bu olağanüstü fırsatı kaçıramaz.
- Today, we have the opportunity of turning this fine concept into reality.
- Bugün, bu güzel konsepti gerçeğe dönüştürme fırsatına sahibiz.
- We must make ourselves heard and seize every opportunity to do so.
- Sesimizi duyurmalı ve bunun için her fırsatı değerlendirmeliyiz.
- But this conference provided, above all, an opportunity to weigh up the importance of some demands.
- Ancak bu konferans her şeyden önce bazı taleplerin önemini tartmak için bir fırsat sağlamıştır.
- Thank you for giving me the opportunity to repeat that.
- Bana bunu tekrarlama fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
- It is a good opportunity for us to present our country.
- Ülkemizi tanıtmamız için güzel bir fırsat.
- Lawrence introduced me to a world of culture and opportunity.
- Lawrence beni kültür ve fırsatlarla dolu bir dünyayla tanıştırdı.
- In addition, we offer you the opportunity to continue studying.
- Buna ek olarak, size eğitiminize devam etme fırsatı sunuyoruz.
- As for they returning, yes, there is a opportunity.
- Geri dönmelerine gelince, evet, bir fırsat var.
- In a certain sense I see this editorial as an opportunity.
- Belli bir anlamda bu başyazıyı bir fırsat olarak görüyorum.
- That gave us the opportunity to do many fun things.
- Bu bize pek çok eğlenceli şey yapma fırsatı verdi.
- It's also a great opportunity for me to play with him.
- Onunla oynamak benim için de harika bir fırsat.
- Thanks for providing us the opportunity to attend the cultural activities.
- Bize kültürel etkinliklere katılma fırsatı sağladığınız için teşekkür ederiz.
- This could be a great opportunity for professional networking.
- Bu, profesyonel ağ oluşturma konusunda harika bir fırsat olabilir.
- It has been an opportunity to find and create my own style.
- Kendi tarzımı bulmak ve yaratmak için bir fırsat oldu.
- For others, having an opportunity to collaborate will override emotional connection.
- Diğerleri için, işbirliği yapma fırsatına sahip olmak duygusal bağlantının önüne geçecektir.
- There is the opportunity to feel like a real space traveler.
- Gerçek bir uzay yolcusuymuş gibi hissetme fırsatı var.
- Well, then here's your opportunity to get me back.
- O halde işte beni geri alma fırsatınız.
- Bond funds also offer an opportunity to invest in specific types.
- Tahvil fonları da belirli türlere yatırım yapma fırsatı sunuyor.
- If such an opportunity occurs, it will certainly be used.
- Böyle bir fırsat ortaya çıkarsa kesinlikle bundan faydalanılacaktır.
- I'm sure I'll find another opportunity to serve.
- Hizmet etmek için başka bir fırsat bulacağımdan eminim.
- Someone else's failure might be an opportunity for you.
- Başkasının başarısızlığı sizin için bir fırsat olabilir.
- They saw an opportunity to get more, they took it.
- Daha fazlasını elde etmek için bir fırsat gördüler ve bunu değerlendirdiler.
- He's laying low, waiting for a new opportunity to pounce.
- Dikkat çekmemeye gayret ediyor, saldırmak için yeni bir fırsat bekliyor.
- Giving them the opportunity to express themselves is a great idea.
- Onlara kendilerini ifade etme fırsatı vermek harika bir fikir.
- They also will have the opportunity to create a new book.
- Yeni bir kitap yaratmak için bir fırsatları da olacak.
- Gumbet Nights, which you can evaluate for Bodrum holiday, will be an opportunity to give you unforgettable times.
- Bodrum tatili için değerlendirebileceğiniz Gümbet Geceleri sizlere unutulmaz anlar yaşatmak için bir fırsat olacaktır.
- It's also a great opportunity for me to play with him.
- Onunla maç oynamam için de harika bir fırsat.
- Internet marketing gives you an opportunity to demonstrate your expert as a go-to resource.
- İnternet pazarlamacılığı, uzmanlığınızı başvurulabilecek bir kaynak olarak göstermek için bir fırsat sunar.
- Binky, this is a huge opportunity for you.
- Binky, bu senin için büyük bir fırsat.
- That would give you another opportunity to talk to them.
- Bu size onlarla konuşmak için bir fırsat daha verir.
- Funds also provide an opportunity to invest in specific market segments.
- Fonlar ayrıca belirli pazar segmentlerine yatırım yapma fırsatı sunar.
- This is a wonderful opportunity to showcase our country.
- Bu ülkemizi tanıtmak için harika bir fırsat.
- This opportunity excites me so much.
- Bu fırsat beni çok heyecanlandırıyor.
- Because it gives me an opportunity to say thank you.
- Çünkü bu bana size teşekkür etme fırsatı veriyor.
- You now have the opportunity to simply do it a little different.
- Şimdi bunu biraz farklı yapma fırsatına sahipsiniz.
- Video gives you an opportunity to create an emotional connection with your potential clients.
- Video size potansiyel müşterilerinizle duygusal bir bağ kurma fırsatı verir.
- An army man couldn't get a better opportunity.
- Bir asker için daha iyi bir fırsat olamazdı.
- Because it gives me an opportunity to say thank you.
- Çünkü bu bana teşekkür etme fırsatı veriyor.
- These programs give young workers the opportunity to learn a trade or profession and earn a modest income.
- Bu programlar genç işçilere bir meslek öğrenmek ve mütevazı bir gelir elde etmek için fırsat verir.
- Believe me; the opportunity that you have now gives you a great advantage.
- İnan bana; şu anda sahip olduğunuz fırsat size büyük bir avantaj sağlıyor.
- You grabbed this job because you knew it was a rare opportunity.
- Bu işi kaptın çünkü bunun nadir bir fırsat olduğunu biliyordun.
- I was looking for a good opportunity to say it.
- Bunu söylemek için uygun bir fırsat arıyordum.
- In death there is no opportunity.
- Ölümde fırsat diye bir şey yoktur.
- He's laying low, waiting for a new opportunity to pounce.
- Ortalıkta görünmüyor, saldırmak için yeni bir fırsat kolluyor.
- Please discuss this opportunity with your child.
- Lütfen çocuğunuzla bu fırsat üzerine tartışın.
- Please discuss this opportunity with your child.
- Lütfen bu fırsat hakkında çocuğunuzla konuşun.
- Maybe there's an opportunity for you to grow here.
- Belki burada büyümen için bir fırsat vardır.
- Please discuss this opportunity with your child.
- Lütfen çocuğunuzla bu fırsat hakkında görüşün.
- They saw an opportunity to get more, they took it.
- Dahasını da elde etmek için bir fırsat gördüler ve bunu değerlendirdiler.
- If such an opportunity occurs, it will certainly be used.
- Böyle bir fırsat ortaya çıkarsa mutlaka kullanılacaktır.
- But most importantly, freedom produces opportunity.
- Ama en önemlisi, özgürleşme fırsatlar üretir.
- There is a lot of change and a lot of opportunity.
- Çok fazla değişim ve çok fazla fırsat var.
- You will have only one opportunity to talk with the interviewees.
- Görüşülen kişilerle konuşmak için yalnızca tek bir fırsatınız olacak.
- In Switzerland I have an opportunity to make up for it.
- İsviçre'de bunu telafi etmek için bir fırsatım var.
- This is our one opportunity to rid the park of this villain.
- Parkı bu kötü adamdan kurtarmak için tek fırsatımız bu.
- In a certain sense I see this editorial as an opportunity.
- Bir anlamda bu başmakaleyi bir fırsat olarak görüyorum.
- We'll give him an opportunity and see how it goes.
- Ona bir fırsat vereceğiz ve bakalım nasıl olacak.
- It gives you the opportunity to compete with big businesses.
- Size büyük işletmelerle rekabet etme fırsatı veriyor.
- You have the opportunity to help someone here, a fellow inmate.
- Burada birine, bir mahkum arkadaşınıza yardım etme fırsatınız var.
- An army man couldn't get a better opportunity.
- Bir ordu mensubu bundan daha iyi bir fırsat bulamazdı.
- This is probably the most exciting opportunity.
- Bu muhtemelen en heyecan verici fırsattır.
- It has been an opportunity to find and create my own style.
- Kendi tarzımı bulma ve yaratma fırsatı oldu.
- Well, then here's your opportunity to get me back.
- Peki, işte beni geri kazanmak için sana fırsat.
- Internet marketing gives you an opportunity to demonstrate your expert as a go-to resource.
- İnternet üzerinden pazarlama, size uzmanlığınızı başvurulacak bir kaynak olarak gösterme fırsatı verir.
- That would give you another opportunity to talk to them.
- Bu sana onlarla konuşmak için başka bir fırsat verecektir.
- He's laying low, waiting for a new opportunity to pounce.
- Gözlerden uzak duruyor ve yeni bir saldırı fırsatı bekliyor.
- It's a great opportunity for everyone involved in the sport.
- Bu sporla ilgilenen herkes için harika bir fırsat.
- You now have the opportunity to simply do it a little different.
- Artık elinizde biraz farklı yapma fırsatı var.
- It has also given me an opportunity to expand my repertoire.
- Bu aynı zamanda bana repertuarımı genişletme fırsatı da verdi.
- That night her opportunity came and she took it.
- O gece eline bir fırsat geçti ve onu kullandı.
- I was looking for a good opportunity to say it.
- Bunu söylemek için iyi bir fırsat arıyordum.
- Learning it will offer you the opportunity to do wonderful things.
- Bunu öğrenmek size harika şeyler yapma fırsatı sunacaktır.
- There is a lot of change and a lot of opportunity.
- Çok fazla değişiklik ve çok fazla fırsat var.
- Give him the opportunity to consider what he gave up.
- Ona nelerden vazgeçtiğini düşünme fırsatı verin.
- The blog gives you the opportunity to talk about any topic and express your opinion.
- Blog size herhangi bir konu hakkında konuşma ve fikrinizi ifade etme fırsatı verir.
- It is your first opportunity to get some information about a client.
- Bir müşteri hakkında bilgi almak için ilk fırsatınız.
- Internet marketing gives you an opportunity to demonstrate your expert as a go-to resource.
- İnternet pazarlaması size, uzmanınızı başvurulacak kaynak olarak gösterme fırsatı verir.
- It's an opportunity to make peace with your sordid past.
- Bu, karanlık geçmişinizle barışmak için bir fırsat.
- It's a great opportunity to get away from it all.
- Her şeyden uzaklaşmak için harika bir fırsat.
- Bond funds also offer an opportunity to invest in specific types.
- Tahvil fonları da belirli türlere yatırım yapma fırsatı sunar.
- You now have the opportunity to simply do it a little different.
- Artık bunu biraz farklı yapma fırsatınız var.
- Could it be an opportunity for long term?
- Uzun vadede bir fırsat olabilir mi?
- In terms of the varicose veins returning, yes, there's an opportunity.
- Varisli damarların geri gelmesi açısından evet, bir fırsat var.
- Everything gives you the opportunity to choose between fear and love.
- Her şey size korku ve sevgi arasında seçim yapma fırsatı veriyor.
- Only then can we collectively start to give everyone an equal opportunity.
- Ancak o zaman hep birlikte herkese eşit fırsat tanımaya başlayabiliriz.
- It's a great opportunity to get away from it all.
- Bu, her şeyden uzaklaşmak için güzel bir fırsat.
- I did not get the opportunity to do any physical exercise.
- Herhangi bir fiziksel egzersiz yapma fırsatı bulamadım.
- An army man couldn't get a better opportunity.
- Bir ordu mensubu bundan daha iyi bir fırsat yakalayamazdı.
- That night her opportunity came and she took it.
- O gece bir punduna getirdi ve fırsatı değerlendirdi.
- There is the opportunity to feel like a real space traveler.
- Gerçek bir uzay gezgini gibi hissetme fırsatı var.
- But most importantly, freedom produces opportunity.
- Ama en önemlisi özgürlük fırsat üretir.
- You grabbed this job because you knew it was a rare opportunity.
- Bu işi aldın çünkü bunun nadir bir fırsat olduğunu biliyordun.
- So, you have the opportunity to do it a little differently.
- Yani bunu biraz farklı yapma fırsatına sahipsiniz.
- But most importantly, freedom produces opportunity.
- Daha da önemlisi özgürleşme fırsat üretir.
- You have the opportunity to help someone here, a fellow inmate.
- Burada birine, bir mahkûm arkadaşınıza yardım etme fırsatınız var.
- Well, then here's your opportunity to get me back.
- O zaman işte size beni geri kazanma fırsatı.
- For others, having an opportunity to collaborate will override emotional connection.
- Diğerleri için, işbirliği yapma fırsatı bulmak duygusal bağlantının önüne geçecektir.
- In addition, we offer you the opportunity to continue studying.
- Buna ek olarak, size okumaya devam etme fırsatı sunuyoruz.
- Giving them the opportunity to express themselves is a great idea.
- Onlara kendilerini ifade etme fırsatı vermek harika bir fikirdir.
- Just giving you an opportunity to keep your job.
- İşte sana işini koruman için bir fırsat veriyorum.
- For others, having an opportunity to collaborate will override emotional connection.
- Diğerleri için ise işbirliği yapma fırsatına sahip olmak, duygusal bağın önüne geçecektir.
- Funds also provide an opportunity to invest in specific market segments.
- Fonlar da belirli piyasa segmentlerine yatırım yapma fırsatı sunuyor.
- Huge opportunity for somebody like me.
- Benim gibi biri için büyük fırsat.
- I did not get the opportunity to do any physical exercise.
- Herhangi bir fiziksel egzersiz yapma fırsatım olmadı.
- Everything gives you the opportunity to choose between fear and love.
- Her şey size korku ve sevgi arasında tercih yapma fırsatı verir.
- Being there personally also gives you the opportunity to catch mistakes.
- Bizzat orada olmak size hataları yakalama fırsatı da veriyor.
- One last opportunity to tell us what happened that night.
- Bize o gece olanları anlatmak için son bir fırsat.
- They also will have the opportunity to create a new book.
- Ayrıca yeni bir kitap oluşturma fırsatına da sahip olacaklar.
- As for they returning, yes, there is a opportunity.
- Geri dönmeleri hakkında ise, evet, bir fırsat var.
- This slight delay gave our heroes the opportunity to effect another beautiful, if implausibly coincidental, reunion.
- Bu küçük gecikme, kahramanlarımıza, inanılmaz derecede tesadüfi de olsa, güzel bir yeniden buluşma fırsatı verdi.
- It's a great opportunity for everyone involved in the sport.
- Bu spora ilgi duyan herkes için güzel bir fırsat.
- This is our one opportunity to rid the park of this villain.
- Bu, parkı bu kötü adamdan kurtarmak için tek fırsatımız.
- It is your first opportunity to get some information about a client.
- Bir müşteri hakkında bilgi almak için ilk fırsatınızdır.
- Hence, your opportunity of getting best trade results increases.
- Bu nedenle, ticari açıdan çok iyi sonuçlar alma fırsatınızı artırır.
- There is an opportunity to play in demo mode.
- Demo modunda oynama fırsatı var.
- Clients will have an opportunity to choose between two engines.
- Müşteriler iki motor arasında seçim yapma fırsatına sahip olacak.
- It can also come with a little opportunity.
- Aynı zamanda küçük bir fırsatı da beraberinde getirebilir.
- Everything gives you the opportunity to choose between fear and love.
- Her şey sana korku ve sevgi arasında seçim yapma fırsatı verir.
- In terms of the varicose veins returning, yes, there's an opportunity.
- Varisli damarların geri dönmesi açısından, evet, bir fırsat var.
- It gives you the opportunity to compete with big businesses.
- Size büyük işletmelerle rekabet etme fırsatı verir.
- Being there personally also gives you the opportunity to catch mistakes.
- Şahsen orada olmak size hataları yakalama fırsatı da verir.
- Maybe there's an opportunity for you to grow here.
- Belki burada büyümeniz için bir fırsat vardır.
- There is the opportunity to feel like a real space traveler.
- Gerçek bir uzay yolcusu gibi hissetme fırsatı var.
- In addition, we offer you the opportunity to continue studying.
- Ayrıca size eğitiminize devam etme fırsatı sunuyoruz.
- Only then can we collectively start to give everyone an equal opportunity.
- Ancak o zaman kolektif olarak herkese eşit fırsat vermeye başlayabiliriz.
- Glad to see it and to have the opportunity to thank them.
- Bunu gördüğüme ve onlara teşekkür etme fırsatı bulduğuma sevindim.
- In a certain sense I see this editorial as an opportunity.
- Bir bakıma bu başyazıyı bir fırsat olarak görüyorum.
- This will at least give you an opportunity to convert visitors.
- Bu size en azından ziyaretçileri dönüştürmek için bir fırsat verecektir.
- You get an opportunity every morning to reset your life.
- Her sabah hayatınızı sıfırlamak için bir fırsat yakalıyorsunuz.
- Risks can in some cases also create an opportunity to gain.
- Riskler bazı durumlarda kazanç elde etme fırsatı da yaratabilir.
- I'm sure I'll find another opportunity to serve.
- Hizmet etmek için başka bir fırsat bulacağıma eminim.
- Instead I'm seeing the next nine months as an opportunity.
- Bunun yerine önümüzdeki dokuz ayı bir fırsat olarak görüyorum.
- In death there is no opportunity.
- Ölümde hiçbir fırsat yoktur.
- They also will have the opportunity to create a new book.
- Onlar da yeni bir kitap yaratma fırsatına sahip olacaklar.
- They saw an opportunity to get more, they took it.
- Daha fazlasını elde etme fırsatını görerek bunu değerlendirdiler.
- Indeed, I am humbled at this opportunity.
- Gerçekten de bu fırsattan dolayı çok müteşekkirim.
- Risks can in some cases also create an opportunity to gain.
- Riskler bazı durumlarda kazanç fırsatı da yaratabilir.
- It is a good opportunity to support new investments, especially projects.
- Yeni yatırımların, özellikle projelerin desteklenmesi için güzel bir fırsat.
- This will at least give you an opportunity to convert visitors.
- Bu en azından size ziyaretçileri dönüştürme fırsatı verecektir.
- Bond funds also offer an opportunity to invest in specific types.
- Tahvil fonları aynı zamanda belirli türlere yatırım yapma fırsatı da sunuyor.
- It's an opportunity to make peace with your sordid past.
- Bu, menfur geçmişinizle barışmak için bir fırsattır.
- There is really no better opportunity.
- Gerçekten daha iyi bir fırsat yok.
- So it really is a huge opportunity, said Doyle.
- Doyle bunun gerçekten çok büyük bir fırsat olduğunu söyledi.
- So, you have the opportunity to do it a little differently.
- Yani bunu biraz daha farklı yapma fırsatınız var.
- Funds also provide an opportunity to invest in specific market segments.
- Fonlar ayrıca belirli pazar segmentlerine yatırım yapma fırsatı da sunar.
- You'll have plenty of opportunity to explain yourself.
- Kendini açıklamak için bolca fırsatın olacak.
- I saw an opportunity and I took it.
- Bir fırsat gördüm ve değerlendirdim.
- Opportunity is around every corner.
- Fırsat her köşede.
- Don't let this opportunity slip away!
- Bu fırsatın kayıp gitmesine izin verme!
- It's a huge opportunity.
- Bu büyük bir fırsat.
- I availed myself of this favorable opportunity.
- Bu olumlu fırsattan yararlandım.
- An opportunity presented itself.
- Karşısına bir fırsat çıktı.
- Let's not waste this opportunity.
- Bu fırsatı heba etmeyelim.
- He took advantage of the opportunity to visit the museum.
- Müzeyi ziyaret etme fırsatından faydalandı.
- Tom should take advantage of this opportunity.
- Tom bu fırsattan yararlanmalı.
- We appreciate the opportunity you've given us to learn more about your organization.
- Kuruluşunuz hakkında daha fazla bilgi edinmek için bize verdiğiniz fırsat için minnettarız.
- This is a big opportunity for you to show what you can do.
- Bu, neler yapabileceğini göstermen için büyük bir fırsat.
- Tom deserves this opportunity.
- Tom bu fırsatı hak ediyor.
- I think I can't let this opportunity slip by.
- Sanırım bu fırsatın kaçmasına izin veremem.
- I have an incredible opportunity.
- Inanılmaz bir fırsatım var.
- Though Newton did not excel in school, he did earn the opportunity to attend Trinity College Cambridge where he wanted to study law.
- Newton okulda başarı göstermemesine rağmen hukuk okumak istediği Trinity College Cambridge'e katılma fırsatını kazandı.
- I never had that opportunity.
- Bu fırsata hiç sahip olmadım.
- An opportunity like this must be seized!
- Böyle bir fırsat değerlendirilmeli!
- You may have that opportunity.
- Bu fırsata sahip olabilirsiniz.
- Layla lost an opportunity.
- Leyla bir fırsatı kaybetti.
- Don't let such a good opportunity go to waste.
- Böyle iyi bir fırsatın boşa gitmesine izin verme.
- Layla used that opportunity to kill Sami.
- Leyla, Sami'yi öldürmek için o fırsatı kullandı.
- Thanks for the opportunity.
- Fırsat için teşekkürler.
- Opportunity seldom knocks twice.
- Fırsat kapıyı nadiren iki kere çalar.
- I'd like to take advantage of this opportunity.
- Bu fırsattan yararlanmak istiyorum.
- We'll get an opportunity to try that tomorrow.
- Yarın bunu denemek için bir fırsatımız olacak.
- Take advantage of this opportunity to see Versailles.
- Versailles'ı görmek için bu fırsattan yararlanın.
- Opportunity waits for no one.
- Fırsat hiç kimseyi beklemez.
- I took advantage of every opportunity to improve my English.
- İngilizcemi geliştirmek için her fırsattan yararlandım.
- You have to seize the opportunity with both hands.
- Bu fırsatı iki elinle yakalamalısın.
- One day, all children in Malaysia will have the opportunity to attain an excellent education.
- Bir gün Malezya'daki tüm çocuklar mükemmel bir eğitim alma fırsatına sahip olacak.
- This will be a great opportunity.
- Bu harika bir fırsat olacak.
- Tom won't get the opportunity.
- Tom'un eline fırsat geçmeyecek.
- We might never have this opportunity again.
- Bu fırsata yeniden sahip olamayabiliriz.
- I thought it would be an opportunity for you to improve your French.
- Fransızcanı geliştirmen için bir fırsat olur diye düşündüm.
- You should watch that movie if you get the opportunity.
- Fırsat bulursan o filmi izlemelisin.
- I hope I have an opportunity to meet Tom when I'm in Boston.
- Umarım Boston'dayken Tom'la tanışma fırsatım olur.
- I want my children to have that opportunity.
- Çocuklarımın bu fırsata sahip olmasını istiyorum.
- We have the opportunity to make some changes.
- Bazı değişiklikler yapmak için fırsatımız var.
- You should think of this as an opportunity.
- Bunu bir fırsat olarak düşünmelisin.
- It was an unexpected opportunity.
- Beklenmedik bir fırsattı.
- Make good use of this opportunity.
- Bu fırsatı iyi kullanın.
- You should see this film if you get the opportunity.
- Fırsatını bulursan bu filmi görmelisin.
- It was my opportunity.
- Bu benim fırsatımdı.
- I'm really glad we had this opportunity to talk.
- Konuşmak için bu fırsata sahip olduğumuza gerçekten memnun oldum.
- This is a learning opportunity.
- Bu bir öğrenme fırsatı.
- Now Tatoeba users have the opportunity to delete their own sentences, provided they are not linked to any translations.
- Artık Tatoeba kullanıcıları, herhangi bir çeviriyle bağlantılı olmamaları koşuluyla, kendi cümlelerini silme fırsatına sahipler.
- Unless you make a decision quickly, the opportunity will be lost.
- Çabucak karar vermezsen, fırsat kaybedilecek.
- I never had the opportunity to use it.
- Onu kullanmak için hiç fırsatım olmadı.
- I want to take advantage of the opportunity to speak to the governor.
- Vali ile konuşma fırsatından yararlanmak istiyorum.
- You should take advantage of this opportunity.
- Bu fırsattan yararlanmalısın.
- I'm so grateful to you for this opportunity.
- Bu fırsat için size çok minnettarım.
- New Year's cards provide us with the opportunity to hear from friends and relatives.
- Yeni yıl kartları bize arkadaşlarınızdan ve akrabalarından haber alma fırsatı sunuyor.
- Last year when I was in the United States, I had almost no opportunity to speak Japanese.
- Geçen yıl Amerika Birleşik Devletleri'ndeyken Japonca konuşmak için neredeyse hiç fırsatım olmadı.
- We have to make the most of the opportunity.
- Bu fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeliyiz.
- He takes every opportunity to belittle you.
- Seni küçümsemek için her fırsatı değerlendiriyor.
- Tom and Mary take every opportunity to find time in their busy schedules to spend time together.
- Tom ve Mary birlikte vakit geçirmek için kendi yoğun programları içinde zaman bulmak için her fırsatı değerlendirirler.
- We'll get an opportunity to try that tomorrow.
- Onu yarın denemek için bir fırsat bulacağız.
- I'll make use of this opportunity.
- Bu fırsattan yararlanacağım.
- I'll speak to him at the first opportunity.
- İlk fırsatta onunla konuşacağım.
- We made the most of the opportunity.
- Fırsatı en iyi şekilde değerlendirdik.
- I don't often have an opportunity to use French.
- Fransızca kullanma fırsatım pek olmuyor.
- This is a great opportunity for Tom to unleash his potential.
- Bu Tom'un potansiyelini açığa çıkarması için harika bir fırsat.
- It's the perfect opportunity!
- Bu mükemmel bir fırsat!
- I don't have an opportunity to get a new car.
- Yeni bir araba almak için fırsatım yok.
- A pessimist sees the difficulty in every opportunity; an optimist sees the opportunity in every difficulty.
- Bir kötümser her fırsatta zorluk görür; bir iyimser her zorlukta fırsat görür.
- Tom had an opportunity to do that.
- Tom'un bunu yapmak için bir fırsatı vardı.
- Tom likes being on the beach mostly because it gives him an opportunity to practice making sand stoats.
- Tom sahilde olmayı seviyor çünkü bu ona kumdan sıçan yapma pratiği yapma fırsatı veriyor.
- In this way, the students of the University have the opportunity to expand their cultural horizons.
- Bu sayede üniversite öğrencileri kültürel ufuklarını genişletme fırsatı buluyor.
- It's too good an opportunity to let slip away.
- Elimizden kayıp gitmesine izin veremeyeceğimiz kadar iyi bir fırsat.
- I took advantage of an opportunity.
- Bir fırsattan yararlandım.
- We have little opportunity to use English.
- İngilizce kullanma fırsatımız çok az.
- I want to take advantage of the opportunity to speak to the governor.
- Ben vali ile konuşma fırsatından yararlanmak istiyorum.
- It's a huge opportunity.
- O büyük bir fırsat.
- I gave Tom an opportunity to do that.
- Tom'a bunu yapma fırsatı verdim.
- It was a good opportunity.
- Bu iyi bir fırsattı.
- It was a lost opportunity.
- Kaçan bir fırsattı.
- I'm just grateful for the opportunity to help.
- Yardım etme fırsatı bulduğum için minnettarım.
- We deserve this opportunity, Tom.
- Bu fırsatı hak ediyoruz, Tom.
- We never had that opportunity.
- Biz o fırsatı hiç yaşamadık.
- Last year when I was in the United States, I had almost no opportunity to speak Japanese.
- Geçen yıl ben Amerika Birleşik Devletleri'ndeyken Japonca konuşmak için neredeyse hiç fırsatım olmadı.
- Though Newton did not excel in school, he did earn the opportunity to attend Trinity College Cambridge where he wanted to study law.
- Newton okulda başarılı olamasa da, hukuk okumak istediği Trinity College Cambridge'e gitme fırsatını elde etti.
- Layla lost an opportunity.
- Layla bir fırsatı kaçırdı.
- We have that opportunity now.
- Şimdi o fırsata sahibiz.
- I never miss the opportunity to eat Italian food.
- İtalyan yemeği yeme fırsatını asla kaçırmam.
- Take advantage of every opportunity.
- Her fırsattan yararlanın.
- We are just making use of the opportunity.
- Biz sadece bu fırsatı değerlendiriyoruz.
- In this way, the students of the university have the opportunity to expand their horizons.
- Bu sayede üniversite öğrencileri ufuklarını genişletme fırsatı buluyor.
- I hope I have an opportunity to meet Tom when I'm in Boston.
- Umarım Boston'a gittiğimde Tom'la tanışma fırsatım olur.
- I'd like an opportunity to explain my plan.
- Planımı açıklamak için bir fırsat istiyorum.
- You should make good use of this opportunity.
- Bu fırsatı iyi değerlendirmelisin.
- You may have that opportunity.
- Bu fırsata sahip olabilirsin.
- She availed herself of every opportunity.
- Her fırsattan yararlandı.
- Don't you think this is a good opportunity to show off your talents?
- Bunun yeteneklerini göstermek için iyi bir fırsat olduğunu düşünmüyor musun?
- It was a good opportunity.
- O iyi bir fırsattı.
- It was a lost opportunity.
- Bu kaçırılmış bir fırsattı.
- You need to be attentive during the interview and grab any opportunity that presents itself.
- Görüşme sırasında dikkatli olmalı ve karşınıza çıkan her fırsatı değerlendirmelisiniz.
- We have that opportunity now.
- Şimdi böyle bir fırsatımız var.
- He made the most of his opportunity.
- Elindeki fırsatı en iyi şekilde değerlendirdi.
- I availed myself of this favorable opportunity.
- Bu uygun fırsattan yararlandım.
- I never had that opportunity.
- Böyle bir fırsatım hiç olmadı.
- She took full advantage of the opportunity.
- Bu fırsattan sonuna kadar yararlandı.
- I just wanted an opportunity.
- Sadece bir fırsat istedim.
- Don't let such a good opportunity go to waste.
- Böyle iyi bir fırsatın boşa gitmesine izin vermeyin.
- Tom is going to get an opportunity to do that.
- Tom bunu yapmak için bir fırsata kavuşacak.
- Layla used that opportunity to kill Sami.
- Leyla bu fırsatı Sami'yi öldürmek için kullandı.
- He takes every opportunity to belittle you.
- O sizi küçümsemek için her fırsatı kullanır.
- I'm happy for this opportunity.
- Bu fırsat için mutluyum.
- It's a great opportunity.
- Bu harika bir fırsat.
- Make good use of this opportunity.
- Bu fırsatı iyi değerlendirin.
- Layla came to Canada looking for opportunity.
- Layla Kanada'ya fırsat aramaya geldi.
- It's a remarkable opportunity.
- Bu olağanüstü bir fırsat.
- He made the best of the opportunity.
- Fırsatı en iyi şekilde değerlendirdi.
- Now you have an opportunity to do it.
- Şimdi bunu yapmak için bir fırsatın var.
- We're excited about the opportunity.
- Fırsat için heyecanlıyız.
- Tom nearly missed that opportunity.
- Tom neredeyse bu fırsatı kaçırıyordu.
- You had better avail yourself of this opportunity.
- Bu fırsattan yararlansan iyi olur.
- You should watch that movie if you get the opportunity.
- Fırsatını bulursan o filmi izlemelisin.
- Grab this opportunity with both hands.
- Bu fırsatı mutlaka yakala.
- A missed opportunity never comes again.
- Kaçırılan bir fırsat bir daha asla gelmez.
- You had better make use of this opportunity.
- Bu fırsattan yararlansanız iyi olur.
- Don't you think this is a good opportunity to show off your talents?
- Bunun yeteneklerinizi göstermek için iyi bir fırsat olduğunu düşünmüyor musunuz?
- This is the opportunity of a lifetime.
- Bu hayatımın fırsatı.
- I'm looking forward to the opportunity.
- Bu fırsatı dört gözle bekliyorum.
- If you don't grab the opportunity, you'll lose it.
- Eğer fırsatı yakalayamazsan, kaybedersin.
- Try to profit from every opportunity.
- Her fırsattan yararlanmaya çalış.
- This opportunity should be taken advantage of.
- Bu fırsat değerlendirilmeli.
- This is a great business opportunity.
- Bu büyük bir iş fırsatı.
- I'll make use of this opportunity.
- Bu fırsatı değerlendireceğim.
- It's a rare opportunity.
- Bu nadir bir fırsat.
- I'm giving you an opportunity.
- Sana bir fırsat veriyorum.
- This is a once in a lifetime opportunity.
- Bu hayatta bir kez ele geçecek bir fırsat.
- Your success will largely depend upon how you will make good use of your opportunity.
- Sizin başarınız büyük ölçüde fırsatınızdan nasıl yararlanacağınıza bağlıdır.
- It's a great opportunity.
- Bu mükemmel bir fırsat.
- It's a great opportunity for Tom.
- Tom için harika bir fırsat.
- We shouldn't lose this opportunity.
- Bu fırsatı kaybetmemeliyiz.
- Let's not waste this opportunity.
- Bu fırsatı boşa harcamayalım.
- It's a once in a lifetime opportunity.
- Bu hayat boyu bir kez gelecek bir fırsat.
- Don't waste the opportunity.
- Fırsatı kaçırma.
- Tom had an opportunity to come back.
- Tom'un geri dönme fırsatı vardı.
- Sami had an opportunity.
- Sami'nin bir fırsatı vardı.
- Tom had plenty of opportunity to plant the bomb.
- Tom'un bir bomba yerleştirmek için çok fırsatı vardı.
- You should make the most of this rare opportunity to demonstrate your talent.
- Yeteneğinizi göstermek için bu nadir fırsatı en iyi şekilde değerlendirmelisiniz.
- I think I can't let this opportunity slip by.
- Sanırım bu fırsatı kaçıramam.
- Don't miss this amazing opportunity.
- Bu harika fırsatı kaçırmayın.
- I'm open to any opportunity.
- Herhangi bir fırsata açığım.
- This opportunity should be taken advantage of.
- Bu fırsattan yararlanılmalı.
- Tom saw the party as a good networking opportunity.
- Tom partiyi iyi bir networking fırsatı olarak gördü.
- It seemed like a good opportunity.
- İyi bir fırsat gibi görünüyordu.
- Tom thought it was a good idea to take advantage of the opportunity that Mary had given him.
- Tom, Mary'nin kendisine verdiği fırsatı değerlendirmenin iyi bir fikir olduğunu düşündü.
- Try to profit from every opportunity.
- Her fırsattan yararlanmaya çalışın.
- That was a lost opportunity.
- O, kayıp bir fırsattı.
- It's the perfect opportunity!
- Mükemmel bir fırsat!
- Don't let the opportunity get away.
- Fırsatın kaçmasına izin verme.
- We might never have this opportunity again.
- Bu fırsatı bir daha yakalayamayabiliriz.
- He made good use of the opportunity.
- Fırsatı iyi değerlendirdi.
- The opportunity is definitely there.
- Fırsat kesinlikle orada.
- We're going to give Tom an opportunity to do that.
- Tom'a bunu yapması için bir fırsat vereceğiz.
- I'm glad for this opportunity to work with you.
- Sizinle çalışma fırsatı bulduğum için memnunum.
- Thank you for the opportunity.
- Fırsat için teşekkür ederim.
- I'm sorry I didn't have the opportunity to say goodbye to Tom.
- Tom'a elveda deme fırsatım olmadığına üzgünüm.
- Grab this opportunity with both hands.
- Bu fırsata dört elle sarıl.
- She availed herself of every opportunity.
- O her fırsatı kendi çıkarına kullandı.
- Thanks again for the opportunity.
- Fırsat için tekrar teşekkürler.
- Sami went to Canada, looking for opportunity.
- Sami fırsat aramak için Kanada'ya gitti.
- You must take advantage of the opportunity.
- Fırsattan yararlanmalısın.
- Tom got an opportunity to do that.
- Tom'un bunu yapmak için bir fırsatı var.
- I don't have an opportunity to get a new car.
- Yeni bir araba almak için bir fırsatım yok.
- My mother-in-law never passes up an opportunity to upbraid me over my decision to go into business for myself.
- Kayınvalidem kendi işimi kurma kararımdan dolayı beni azarlama fırsatını asla kaçırmaz.
- Sami had ample time and ample opportunity to kill Layla.
- Sami'nin Layla'yı öldürmek için bolca zamanı ve fırsatı vardı.
- I didn't have any opportunity to do that.
- Bunu yapmak için hiç fırsatım olmadı.
- Tom saw the party as a good networking opportunity.
- Tom partiyi iyi bir ağ kurma fırsatı olarak gördü.
- That was a lost opportunity.
- Bu kaçırılmış bir fırsattı.
- I took advantage of every opportunity to improve my English.
- İngilizcemi geliştirmek için her fırsatı değerlendirdim.
- He took advantage of the opportunity.
- O, fırsattan yararlandı.
- There is no security on this earth; there is only opportunity.
- Bu dünyada güvenlik yoktur; sadece fırsat vardır.
- We're going to give Tom an opportunity to do that.
- Tom'a onu yapma fırsatı vereceğiz.
- I took every opportunity to improve my Esperanto.
- Esperantomu geliştirmek için her fırsatı kullandım.
- Tom thinks I'm missing this great opportunity.
- Tom bu büyük fırsatı kaçırdığımı düşünüyor.
- It's a great opportunity.
- Harika bir fırsat.
- Tom is going to get an opportunity to do that.
- Tom bunu yapmak için bir fırsat yakalayacak.
- I will see him at the first opportunity.
- İlk fırsatta onu göreceğim.
- Don't let this opportunity slip away!
- Bu fırsatın kaçmasına izin verme!
- It's too good an opportunity to let it slip away.
- Elimizden kaçmasına izin veremeyeceğimiz kadar iyi bir fırsat.
- We'll get an opportunity to do this again, I think.
- Sanırım bunu tekrar yapmak için bir fırsatımız olacak.
- I had the opportunity to do that last summer.
- Geçen yaz bunu yapma fırsatım oldu.
- I've never had the opportunity.
- Hiç fırsatım olmadı.
- Was that a crime of opportunity?
- Bu bir fırsat suçu muydu?
- I'm sorry I didn't have the opportunity to say goodbye to Tom.
- Tom'a veda etme fırsatım olmadığı için üzgünüm.
- It's a wonderful opportunity for you to improve your English.
- İngilizcenizi geliştirmeniz için harika bir fırsat.
- We shouldn't lose this opportunity.
- Bu fırsatı kaybetmememiz gerekir.
- You have lost a good opportunity by delaying.
- Gecikerek iyi bir fırsatı kaçırdınız.
- I took every opportunity to improve my Esperanto.
- Esperanto dilimi geliştirmek için her fırsatı değerlendirdim.
- Thank you for the opportunity.
- Bu fırsatı verdiğin için teşekkürler.
- How could I not be grateful for this opportunity?
- Bu fırsat için nasıl minnettar olmayabilirim?
- That opportunity was lost.
- Bu fırsat kaçtı.
- I'd like an opportunity to explain my reasons.
- Nedenlerimi açıklamak için bir fırsat istiyorum.
- You had better make use of the opportunity.
- Fırsattan yararlansanız iyi olur.
- I'd like to take advantage of this opportunity to thank you all for your cooperation.
- Bu fırsattan yararlanarak işbirliğiniz için hepinize teşekkür etmek istiyorum.
- That opportunity has been lost.
- Bu fırsat kaçtı.
- I saw an opportunity.
- Bir fırsat gördüm.
- Dan waited for an opportunity.
- Dan bir fırsat bekledi.
- It's a once in a lifetime opportunity.
- Böyle fırsat insanın eline bir kez geçer.
- Tom nearly missed that opportunity.
- Tom o fırsatı neredeyse kaçırdı.
- All Tom wants is an opportunity.
- Tom'un tek istediği bir fırsat.
- If you don't grab the opportunity, you'll lose it.
- Eğer fırsatı yakalamazsan onu kaybedersin.
- Tom thought it was a good idea to take advantage of the opportunity that Mary had given him.
- Tom Mary'nin ona verdiği fırsattan yararlanmanın iyi bir fikir olduğunu düşündü.
- Tom had an opportunity to do that.
- Tom'un bunu yapacak fırsatı vardı.
- I saw an opportunity and I took it.
- Ben bir fırsat gördüm ve onu aldım.
- He made the most of his opportunity.
- O fırsatlarının çoğunu kendi yarattı.
- We never had that opportunity.
- Bizim hiç böyle bir fırsatımız olmadı.
- It's a once in a lifetime opportunity.
- Bu hayatta bir kez ele geçecek bir fırsat.
- I can't walk away from an opportunity like this.
- Böyle bir fırsatı kaçıramam.
- You should make the most of this rare opportunity to demonstrate your talent.
- Yeteneğini göstermek için bu az bulunur fırsatı en iyi şekilde kullanmalısın.
- It could be a huge opportunity.
- Bu büyük bir fırsat olabilir.
- We'll get an opportunity to do this again, I think.
- Bunu tekrar yapmak için bir fırsat bulacağız, sanırım.
- Tom thinks I'm missing this great opportunity.
- Tom benim bu büyük fırsatı kaçırıyor olduğumu düşünüyor.
- It's a wonderful opportunity for you to improve your English.
- İngilizceni geliştirmen için güzel bir fırsat.
- Tom deserves another opportunity.
- Tom başka bir fırsatı hak ediyor.
- You'll have plenty of opportunity to explain yourself.
- Kendini açıklamak için bol fırsatın olacak.
- You had better make use of the opportunity.
- Bu fırsatı değerlendirseniz iyi olur.
- Don't throw away a good opportunity.
- İyi bir fırsatı tepme.
- I didn't have the opportunity to say I couldn't come.
- Gelemeyeceğimi söyleme fırsatım olmadı.
- A pessimist sees the difficulty in every opportunity; an optimist sees the opportunity in every difficulty.
- Kötümser her fırsatta zorluğu görür; bir iyimser her zorlukta fırsatı görür.
- Don't let such a good opportunity go by.
- Böyle iyi bir fırsatın kaçmasına izin verme.
- This is a great business opportunity.
- Bu harika bir iş fırsatı.
- Don't miss this opportunity.
- Bu fırsatı kaçırmayın.
- I'm glad to have this opportunity to speak to you.
- Sizinle konuşma fırsatı bulduğum için çok mutluyum.
- We appreciate the opportunity you've given us to learn more about your organization.
- Kuruluşunuz hakkında daha fazla bilgi edinmek için bize vermiş olduğunuz fırsat için size müteşekkiriz.
- Don't miss this incredible opportunity.
- Bu inanılmaz fırsatı kaçırmayın.
- I'm really glad we had this opportunity to talk.
- Konuşma fırsatımız olduğu için çok mutluyum.
- That was our first opportunity to spend some time together.
- Bu birlikte vakit geçirmek için ilk fırsatımızdı.
- Opportunity seldom knocks twice.
- Fırsat kapıyı nadiren iki kez çalar.
- This is a good opportunity to get to know one another.
- Bu birbirimizi tanımak için iyi bir fırsat.
- It's too good an opportunity to let slip away.
- Kaçmasına izin veremeyeceğimiz kadar iyi bir fırsat.
- We have little opportunity to use English.
- İngilizceyi kullanmak için çok az fırsatımız var.
- He took advantage of the opportunity to visit the museum.
- O,müzeyi ziyaret etme fırsatından yararlandı.
- I had an opportunity to do that.
- Bunu yapmak için bir fırsatım vardı.
- Tom and Mary take every opportunity to find time in their busy schedules to spend time together.
- Tom ve Mary yoğun programlarında birlikte vakit geçirmek için her fırsatı değerlendirirler.
- Tom had an opportunity to come back.
- Tom'un geri dönmek için bir fırsatı vardı.
- It's an amazing opportunity.
- Bu harika bir fırsat.
- It's not every day you get an opportunity to meet him.
- Onunla her gün tanışma fırsatı bulamazsın.
- I'd like to make use of this opportunity to thank you.
- Bu fırsatı size teşekkür etmek için kullanmak istiyorum.
- I never had the opportunity to use it.
- Hiç kullanma fırsatım olmadı.
- We have a great opportunity.
- Harika bir fırsatımız var.
- I'm open to any opportunity.
- Her türlü fırsata açığım.
- We should make use of this opportunity.
- Bu fırsatı değerlendirelim.
- New Year's cards provide us with the opportunity to hear from friends and relatives.
- Yeni yıl kartları bize arkadaşlarımızdan ve akrabalarımızdan haber alma fırsatı sağlar.
- This is a good opportunity.
- Bu iyi bir fırsat.
- Every challenge is an opportunity.
- Her zorluk bir fırsattır.
- Tom had plenty of opportunity to plant the bomb.
- Tom'un bombayı yerleştirmek için bolca fırsatı vardı.
- I had the opportunity to do that last summer.
- Geçen yaz bunu yapma fırsatım vardı.
- It's a once in a lifetime opportunity.
- Böyle fırsat insanın ayağına 100 yılda bir gelir.
- We are just making use of the opportunity.
- Fırsattan istifade ediyoruz.
- I'm excited about this opportunity.
- Bu fırsat için heyecanlıyım.
- He took advantage of the opportunity.
- Fırsattan istifade etti.
- It's a wonderful opportunity.
- Bu harika bir fırsat.
- I didn't have the opportunity to say I couldn't come.
- Gelemeyeceğimi söyleme fırsatım olmamıştı.
- It's an opportunity to get to know each other better.
- Bu birbirimizi daha iyi tanımak için bir fırsat.
- I appreciate this opportunity.
- Bu fırsat için minnettarım.
- Sami saw an opportunity.
- Sami bir fırsat gördü.
- Opportunity waits for no one.
- Fırsat kimseyi beklemez.
- This is a big opportunity for you to show what you can do.
- Ne yapabileceğini göstermen için bu büyük bir fırsat.
- I made use of every opportunity to improve my English.
- İngilizcemi geliştirmek için her fırsatı değerlendirdim.
- She took advantage of every opportunity.
- O her fırsatı kullandı.
- I will see him at the first opportunity.
- İlk fırsatta onunla görüşeceğim.
- We should make use of this opportunity.
- Bu fırsatı değerlendirmeliyiz.
- It's a once in a lifetime opportunity.
- Hayatta bir kez ele geçecek bir fırsat.
- She took advantage of every opportunity.
- Her fırsattan yararlandı.
- It seemed like a good opportunity.
- O iyi bir fırsat gibi görünüyordu.
- She took full advantage of the opportunity.
- Fırsattan tam olarak faydalandı.
- He made good use of the opportunity.
- O, fırsatı iyi kullandı.
- This is a good opportunity for Tom.
- Bu Tom için iyi bir fırsat.
- You had better make use of this opportunity.
- Bu fırsatı değerlendirsen iyi olur.
- I gave Tom an opportunity to do that.
- Tom'a bunu yapması için bir fırsat verdim.
- I just wanted an opportunity.
- Ben sadece bir fırsat istedim.
- He took advantage of every opportunity he had.
- Sahip olduğu her fırsattan yararlandı.
- Don't miss this incredible opportunity.
- Bu inanılmaz fırsatı kaçırma.
- An opportunity presented itself.
- Bir fırsat kendini gösterdi.
- We're excited about the opportunity.
- Bu fırsat için heyecanlıyız.
- This is a very interesting investment opportunity.
- Bu çok ilginç bir yatırım fırsatı.
- I'm looking forward to the opportunity.
- Fırsatı sabırsızlıkla bekliyorum.
- He made the best of the opportunity.
- O, fırsatı en iyi şekilde değerlendirdi.
- Layla came to Canada looking for opportunity.
- Leyla fırsat aramak için Kanada'ya geldi.
Show More (778)
|
