1 |
twilight |
alacakaranlık |
n. |
|
- The soft glow of twilight painted the sky.
- Alacakaranlığın tatlı kızıllığı gökyüzünü boyamıştı.
- We shall have to gradually get accustomed to twilight conditions, for example.
- Örneğin alacakaranlık koşullarına yavaş yavaş alışmamız gerekecek.
- I love twilight.
- Alacakaranlığı severim.
- I love twilight.
- Ben alacakaranlığı severim.
Show More (1)
|
2 |
twilight |
gün batımı |
n. |
|
- They took a romantic stroll during the enchanting twilight hours.
- Büyüleyici gün batımında romantik bir gezintiye çıktılar.
Show More (-2)
|
3 |
twilight |
(ömürde vb.) sonbahar |
n. |
|
- As retirement approached, he entered the twilight of his career.
- Emekliliği yaklaşırken kariyerinin sonbaharını yaşıyordu.
Show More (-2)
|