1 |
alive |
hayatta |
adj. |
|
- It is also far from clear whether or not Osama Bin Laden is still alive.
- Usame Bin Ladin'in hala hayatta olup olmadığı da net değildir.
- Moreover, such emergency vaccination and keeping animals alive must be given a fair chance.
- Ayrıca, bu tür acil aşılama ve hayvanları hayatta tutmaya adil bir şans verilmelidir.
- The third man is still alive but his health is shot to pieces.
- Üçüncü adam hala hayatta ama sağlığı berbat ötesi durumda.
- These refugees are alive; others have been tortured, killed or imprisoned and have no freedom of speech.
- Bu mülteciler hayatta; diğerleri işkence gördü, öldürüldü veya hapsedildi ve ifade özgürlüğüne sahip değiller.
- It is also far from clear whether or not Osama Bin Laden is still alive.
- Usame Bin Ladin'in hala hayatta olup olmadığı da net değil.
- Moreover, such emergency vaccination and keeping animals alive must be given a fair chance.
- Ayrıca bu tür acil aşılama ve hayvanları hayatta tutmaya adil bir şans verilmelidir.
- Seventy thousand of these internees are still alive.
- Bu tutuklulardan yetmiş bini hala hayatta.
- You were the last one to see her alive.
- Onu hayatta gören son kişi sendin.
- I think Tom is still alive.
- Bence Tom hala hayatta.
- Layla desperately tried to keep Sami alive.
- Layla umutsuzca Sami'yi hayatta tutmaya çalışıyordu.
- I'm amazed Tom is still alive.
- Tom'un hâlâ hayatta olmasına şaşırıyorum.
- I know Tom is still alive.
- Tom'un hâlâ hayatta olduğunu biliyorum.
- What an exciting time to be alive.
- Hayatta kalmak için ne heyecanlı bir zaman.
- Do you really think Tom might still be alive?
- Tom'un hâlâ hayatta olabileceğini gerçekten düşünüyor musun?
- Are your parents alive?
- Annen ve baban hayatta mı?
- Tom refused to rule out the possibility that his son was still alive.
- Tom oğlunun hala hayatta olma ihtimalini göz ardı etmeyi reddetti.
- Fadil realized that Layla was still alive.
- Fadıl, Leyla'nın hâlâ hayatta olduğunu fark etti.
- It was a miracle that Fadil was still alive.
- Fadıl'ın hala hayatta olması bir mucizeydi.
- Unfortunately, she is not alive anymore.
- Ne yazık ki artık hayatta değil.
- Dan was still alive.
- Dan hâlâ hayattaydı.
- But he's still alive?
- Ama o hâlâ hayatta mı?
- To my surprise, she was alive.
- Şaşırtıcı bir şekilde hayattaydı.
- At least I'm still alive.
- En azından ben hala hayattayım.
- I doubt that Tom is still alive.
- Tom'un hâlâ hayatta olduğundan şüpheliyim.
- At least we know that Tom is still alive.
- En azından Tom'un hâlâ hayatta olduğunu biliyoruz.
- Could it be alive?
- O, hayatta olabilir mi?
- Apparently, he's still alive.
- Görünüşe göre, o hâlâ hayatta.
- Do you really think Tom might still be alive?
- Gerçekten Tom'un hala hayatta olabileceğini düşünüyor musun?
- It's a wonder that she's still alive.
- Onun hâlâ hayatta olması bir mucize.
- I'm glad I'm alive.
- Hayatta olduğuma memnun oldum.
- Why are we still alive?
- Neden hâlâ hayattayız?
- I had no idea you were still alive.
- Hâlâ hayatta olduğun konusunda hiçbir fikrim yoktu.
- It was a miracle that Fadil was still alive.
- Fadıl'ın hâlâ hayatta olması bir mucizeydi.
- Nobody else believes Tom is still alive.
- Tom'un hâlâ hayatta olduğuna hiç kimse inanmıyor.
- Is everyone still alive?
- Herkes hâlâ hayatta mı?
- I suppose Tom is still alive.
- Sanırım Tom hâlâ hayatta.
- I thank my lucky stars that I'm still alive.
- Hâlâ hayatta olduğum için şanslı yıldızlarıma şükrediyorum.
- I hear that he's still alive.
- Onun hâlâ hayatta olduğunu duyuyorum.
- That's why I'm still alive.
- Hâlâ hayatta olmamın nedeni bu.
- Are you still alive?
- Hâlâ hayatta mısın?
- Are you sure Tom is still alive?
- Tom'un hâlâ hayatta olduğundan emin misin?
- The doctors thought he was dead, but today he is still alive and healthy, and has a job and a family.
- Doktorlar onun öldüğünü düşündüler ama bugün hala hayatta ve sağlıklı, bir işi ve ailesi var.
- They're still alive.
- Hala hayattalar.
- I know they're still alive.
- Biliyorum hâlâ hayattalar.
- If my mother were still alive, she would have helped me.
- Annem hayatta olsaydı, bana yardım ederdi.
- None of them is alive.
- Hiçbiri hayatta değil.
- He is probably still alive.
- Muhtemelen hala hayattadır.
- If Tom is really alive, where is he?
- Tom gerçekten hayattaysa, o nerede?
Show More (45)
|
2 |
alive |
canlı |
adj. |
|
- They had permission from the Commission to vaccinate and keep the animals alive.
- Hayvanları aşılamak ve canlı tutmak için Komisyon'dan izin almışlardı.
- We are, in fact, the only ones keeping funding activities alive and functional inside Chechnya.
- Aslında, Çeçenistan'da fonlama faaliyetlerini canlı ve işlevsel tutan tek kişi biziz.
- I confess that I never thought he could be released, and I am delighted to have seen him here alive.
- İtiraf etmeliyim ki serbest bırakılabileceğini hiç düşünmemiştim ve onu burada canlı olarak gördüğüm için çok mutluyum.
- We also owe it to the winners of the Sakharov Prize to do all we can to keep their hope alive.
- Sakharov Ödülü'nü kazananlara da umutlarını canlı tutmak için elimizden geleni yapma borcumuz var.
- One major question is that of how we care for rural areas and keep them alive.
- Kırsal alanlara nasıl bakacağımız ve onları nasıl canlı tutacağımız önemli bir sorudur.
- Why are we surprised, then, when it is this type of arms which keep these forgotten conflicts alive?
- O halde bu unutulmuş çatışmaları canlı tutan bu tür silahlar olduğunda neden şaşırıyoruz?
- The good news is that the Council and the Commission say the Northern Dimension is alive and well.
- İyi haber şu ki Konsey ve Komisyon Kuzey Boyutunun canlı ve iyi olduğunu söylüyor.
- European parliamentarism has thereby shown signs of being very much alive.
- Böylelikle Avrupa parlamentarizmi canlı olduğunun işaretlerini vermiştir.
- European parliamentarism has thereby shown signs of being very much alive.
- Avrupa parlamentarizmi bu nedenle çok canlı olduğunun işaretlerini vermiştir.
- This is the way for Europe to continue to keep its soul alive.
- Avrupa'nın ruhunu canlı tutmaya devam etmesinin yolu budur.
- One major question is that of how we care for rural areas and keep them alive.
- En önemli sorulardan biri de kırsal alanlara nasıl bakacağımız ve onları nasıl canlı tutacağımızdır.
- Unfortunately, we must point out that this dangerous state of mind is still very much alive.
- Ne yazık ki bu tehlikeli ruh halinin hala canlı olduğunu belirtmek durumundayız.
- The issue of North-South relations is spectacularly alive in the Mediterranean.
- Kuzey-Güney ilişkileri konusu Akdeniz'de olağanüstü bir şekilde canlıdır.
- They had permission from the Commission to vaccinate and keep the animals alive.
- Hayvanları aşılamak ve canlı tutmak için Komisyon'dan izin aldılar.
- No human being in history has seen these creatures alive before us.
- Tarihte hiçbir insan bu yaratıkları bizden önce canlı olarak görmedi.
- You were the last one to see her alive.
- Onu canlı gören son kişi sendin.
- You were the last one to see her alive.
- Onu en son canlı gören sendin.
- Maybe he needs them alive to effect their transformation.
- Belki dönüşümlerini gerçekleştirmek için onlara canlı ihtiyacı vardır.
- You were the last one to see her alive.
- Onu canlı gören son kişi sizdiniz.
- Maybe he needs them alive to effect their transformation.
- Belki de dönüşümlerini etkilemek için onlara canlı ihtiyacı vardır.
- It would be better for the cause to stay alive.
- Davanın canlı kalması daha iyi olacaktır.
- This is how they catch an elephant alive.
- Bir fili canlı olarak böyle yakalıyorlar.
- They are not alive.
- Onlar canlı değil.
- Layla left Sami alive.
- Leyla, Sami'yi canlı bıraktı.
- He was buried alive.
- O canlı gömüldü.
- She was still clinging to the hope that her dog would be found alive.
- O hâlâ köpeğinin canlı bulunabileceği umuduna tutunuyordu.
- Tom told Mary that no one could leave that island alive.
- Tom Mary'ye kimsenin o adadan canlı çıkamayacağını söyledi.
- We hope to come back alive.
- Canlı dönmeyi umuyoruz.
- Keep the fire alive.
- Ateşi canlı tutun.
- We didn't know whether Layla was dead or alive.
- Leyla'nın ölü mü yoksa canlı mı olduğunu bilmiyorduk.
- Could it be alive?
- Canlı olabilir mi?
- In the summer months Tom has to water his garden early in the morning to keep the plants alive.
- Yaz aylarında bitkileri canlı tutmak için Tom bahçesini sabahları erkenden sulamak zorunda.
- Keep the fire alive.
- Ateşi canlı tut.
- Little presents keep a friendship alive.
- Küçük hediyeler dostluğu canlı tutar.
- Keep yourself alive during winter.
- Kış boyunca kendinizi canlı tutun.
- If you want to get out of here alive, listen to me.
- Buradan canlı çıkmak istiyorsan, beni dinle.
- If it were not for air and water, nothing alive would exist.
- Hava ve su olmasaydı, canlı hiçbir şey var olmazdı.
- They succeeded in catching the tiger alive.
- Kaplanı canlı yakalamayı başardılar.
- Capture him alive.
- Onu canlı yakala.
- They caught a bear alive.
- Canlı bir ayı yakaladılar.
- Tom was last seen alive in October.
- Tom en son Ekim ayında canlı görüldü.
- Layla was never seen alive again.
- Leyla bir daha asla canlı görülmedi.
- I don't like seeing animals get eaten alive.
- Canlı olarak yenilen hayvanları görmekten hoşlanmıyorum.
- Tom wasn't alive.
- Tom canlı değildi.
Show More (41)
|
3 |
alive |
sağ |
adj. |
|
- No one escaped alive.
- Kimse sağ kurtulamadı.
- I hope Tom is alive.
- İnşallah Tom sağdır.
- I can't help thinking my father is still alive.
- Babamın hâlâ sağ olduğunu düşünmeden edemiyorum.
Show More (0)
|
4 |
alive |
diri diri |
adv. |
|
- Citizens are believed to have been burnt alive in air-raid shelters.
- Vatandaşların hava saldırısı sığınaklarında diri diri yakıldığına inanılmaktadır.
Show More (-2)
|
5 |
alive |
diri |
adj. |
|
- I didn't know whether Tom was dead or alive.
- Tom'un ölü mü diri mi olduğunu bilmiyordum.
Show More (-2)
|
6 |
alive |
canlı canlı |
adj. |
|
- These mosquitos are eating me alive!
- Bu sivrisinekler beni canlı canlı yiyorlar!
Show More (-2)
|
7 |
alive |
yaşayan |
adj. |
|
- Carl is the tallest man alive.
- Yaşayan en uzun adam Carl'dır.
Show More (-2)
|
8 |
alive |
farkında |
adj. |
|
- I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
Show More (-2)
|