1 |
allowance |
harçlık |
n. |
|
- I'll give you half my allowance.
- Sana harçlığımın yarısını vereceğim.
- I've already spent my allowance.
- Harçlığımı çoktan harcadım.
- My dad gives me an allowance of $10 a week.
- Babam bana haftalık on dolar harçlık verir.
- He gives his children an allowance.
- Çocuklarına harçlık veriyor.
- Tom is living on an allowance from his parents.
- Tom anne ve babasından aldığı harçlıkla yaşıyor.
- You should make allowances for her age.
- Onun yaşına göre harçlık vermelisin.
- I've already spent my allowance.
- Harçlığımı daha önce harcadım.
- Tom has already spent his allowance.
- Tom zaten harçlığını harcadı.
- Tom has an allowance.
- Tom'un harçlığı var.
- He gives his children an allowance.
- Çocuklarına harçlık verir.
- If you want one, you'll have to pay for it out of your own allowance.
- Eğer istersen, kendi harçlığından ödemek zorunda kalacaksın.
- Don't waste your allowance on useless things.
- Harçlıklarınızı, gereksiz şeylere harcamayın.
- Don't fritter away your allowance.
- Harçlığını çarçur etme.
- Tom has already spent his allowance.
- Tom harçlığını çoktan harcadı.
- My dad gives me an allowance of $10 a week.
- Babam bana haftada 10 dolar harçlık veriyor.
- I approached my father about an increase in allowance.
- Harçlığımı artırması için babamla konuştum.
- Tom is living on an allowance from his parents.
- Tom ebeveynlerinden aldığı harçlıkla yaşıyor.
Show More (14)
|
2 |
allowance |
ödenek |
n. |
|
- It was only after petitioning this Parliament that they got that allowance.
- Ancak bu Parlamento'ya dilekçe verdikten sonra bu ödeneği alabildiler.
- How often do widows and elderly people receive the correct allowance?
- Dullar ve yaşlılar ne sıklıkla doğru ödeneği alıyor?
- It was only after petitioning this Parliament that they got that allowance.
- Ancak bu Parlamentoya dilekçe verdikten sonra bu ödeneği alabildiler.
- This is complete nonsense, because we already have an adequate daily allowance to cover such costs.
- Bu tamamen saçmalık çünkü bu tür masrafları karşılamak için zaten yeterli bir günlük ödeneğimiz var.
- In other words the total allowance will be small.
- Başka bir deyişle toplam ödenek küçük olacaktır.
- We reiterate our opposition to the creation of 'pollution allowance trading', however.
- Bununla birlikte, 'kirlilik ödeneği ticareti' oluşturulmasına karşı olduğumuzu yineliyoruz.
- Very well, we'll make allowance in your case.
- Pekala, sizin durumunuz için ödenek ayıracağız.
- All employees received a cost-of-living allowance this year.
- Bu yıl tüm çalışanlar hayat pahalılığı ödeneği aldı.
- They receive an allowance every month which is €247.32.
- Onlar her ay 247.32 euroluk bir ödenek alırlar.
Show More (6)
|
3 |
allowance |
tahsisat |
n. |
|
- That must be taken into account when allowances are allocated, otherwise it will not be fair.
- Tahsisat yapılırken bu husus dikkate alınmalıdır aksi takdirde adil olmayacaktır.
- These emission allowances must lapse.
- Bu emisyon tahsisatları sona ermelidir.
- The companies that have reduced their emissions before the allowances become effective will be punished.
- Tahsisatlar yürürlüğe girmeden önce emisyonlarını azaltan şirketler cezalandırılacaktır.
- One of them is undoubtedly the trading of emissions allowances.
- Bunlardan biri hiç şüphesiz emisyon tahsisatlarının ticaretidir.
- These emission allowances must lapse.
- Bu emisyon tahsisatları zaman aşımına uğramalıdır.
- That must be taken into account when allowances are allocated, otherwise it will not be fair.
- Tahsisat yapılırken bu husus dikkate alınmalıdır, aksi takdirde adil olmayacaktır.
Show More (3)
|
4 |
allowance |
aylık |
n. |
|
- Don't fritter away your allowance.
- Aylığını boşa harcama.
- Don't fritter away your allowance.
- Aylığını israf etme.
- Don't fritter away your allowance.
- Aylığını çarçur etme.
Show More (0)
|
5 |
allowance |
tolerans |
n. |
|
- There can be no allowances or half-measures such as have hitherto been conceded in these matters.
- Bu konularda şimdiye kadar kabul edildiği gibi hiçbir tolerans ya da yarım tedbir söz konusu olamaz.
Show More (-2)
|
6 |
allowance |
izin |
n. |
|
- The emission allowances are to be sold on the stock market.
- Emisyon izinleri borsada satılacaktır.
Show More (-2)
|
7 |
allowance |
indirim |
n. |
|
- All employees received a cost-of-living allowance this year.
- Bu yıl tüm çalışanlara asgari geçim indirimi ödemesi yapıldı.
Show More (-2)
|
8 |
allowance |
göz önünde tutma |
n. |
|
- The lawyer asked the judge to make allowance for the age of the accused.
- Avukat yargıca suçlananların yaşlarını göz önünde tutmasını rica etti.
Show More (-2)
|
9 |
allowance |
cep harçlığı |
n. |
|
- Don't waste your allowance on useless things.
- Cep harçlığını, yararsız şeylere harcama.
Show More (-2)
|