1 |
in |
içinde |
prep. |
|
- The aim must also be a Palestinian state in secure borders.
- Amaç aynı zamanda güvenli sınırlar içinde bir Filistin devleti olmalıdır.
- I was glad that you indicated to us in committee that you would reconsider this over time.
- Komitede bize bu konuyu zaman içinde yeniden değerlendireceğinizi belirtmenizden memnuniyet duydum.
- In that time, we have seen 190.000 animals suffer and be destroyed.
- Bu süre içinde 190.000 hayvanın acı çektiğini ve yok edildiğini gördük.
- The euro will come into circulation in 89 days, and it is already the second most important currency in the world.
- Euro 89 gün içinde tedavüle girecek ve şimdiden dünyanın en önemli ikinci para birimi haline geldi.
- In 1993 Burundi's Hutu President was assassinated and within a month over 100,000 civilians were killed.
- 1993 yılında Burundi'nin Hutu Devlet Başkanı suikasta uğradı ve bir ay içinde 100.000'den fazla sivil öldürüldü.
- Turkey's efforts in dealing with these problems in this spirit cannot but affect EU-Turkey relations positively.
- Türkiye'nin bu sorunları bu tutum içinde ele alma çabaları, AB-Türkiye ilişkilerini ancak olumlu etkileyebilir.
- But joking apart, what can I say to you in just a minute?
- Ama şaka bir yana, bir dakika içinde size ne söyleyebilirim?
- Criminals must be left in no doubt as to this supranationality.
- Suçlular, bu uluslarüstülük konusunda hiçbir şüphe içinde bırakılmamalıdır.
- So let us keep it in perspective.
- O yüzden bunu bir perspektif içinde tutalım.
- There are reports from neighbouring countries that the Taliban are in terminal decline.
- Komşu ülkelerden Taliban'ın ölümcül bir düşüş içinde olduğuna dair raporlar geliyor.
- There is provision in it for some very important appropriations.
- İçinde çok önemli bazı ödenekler için hükümler var.
- In two years, hunger caused more deaths than the two world wars put together.
- İki yıl içinde açlık, iki dünya savaşının toplamından daha fazla ölüme neden oldu.
- This support would be best provided in cooperation with the OSCE, the Council of Europe and the UN.
- Bu destek en iyi şekilde AGİT, Avrupa Konseyi ve BM ile iş birliği içinde sağlanabilir.
- The reason our products burn as well as they do is that we already use chemicals in them.
- Ürünlerimizin bu kadar iyi yanmasının nedeni zaten içlerinde kimyasal kullanıyor olmamızdır.
- It has destroyed an entire ecosystem in a matter of days.
- Birkaç gün içinde bütün bir ekosistemi yok etti.
- That is what the US Government has done, injecting more than USD 100 billion into the economy in one year.
- ABD Hükümeti de bunu yaptı ve bir yıl içinde ekonomiye 100 milyar dolardan fazla kaynak aktardı.
- I shall enquire about the services in the exact course of events.
- Olayların tam seyri içinde hizmetler hakkında bilgi alacağım.
- That is not an enviable position to be in and I do not envy them.
- İçinde bulundukları durum imrenilecek bir durum değil ve onları kıskanmıyorum.
- The issue of late payments has now become legendary in the Union.
- Geç ödemeler konusu artık Birlik içinde efsane haline gelmiştir.
- It is ambitious to expect to achieve these goals in six months.
- Bu hedeflere altı ay içinde ulaşmayı beklemek iddialı bir yaklaşımdır.
- We all need improvement, and this is definitely being pursued in good cooperation.
- Hepimizin gelişime ihtiyacı var ve bu kesinlikle iyi bir işbirliği içinde sürdürülüyor.
- In 10 years, almost 150 bulk carriers have sunk, causing 800 deaths.
- 10 yıl içinde yaklaşık 150 dökme yük gemisi batmış ve 800 kişinin ölümüne neden olmuştur.
- The framework directive prescribes that the procedure be carried out in a spirit of cooperation.
- Çerçeve yönerge, prosedürün bir işbirliği ruhu içinde yürütülmesini öngörmektedir.
- In them are those who committed crimes and those who witnessed them.
- İçlerinde suç işleyenler ve onlara tanık olanlar var.
- That is the context of the process we are engaged in.
- İçinde bulunduğumuz sürecin bağlamı budur.
- Specifically, it is the risk of war breaking out - which you have mentioned - in 15, 20 or 30 days' time.
- Özellikle, sizin de bahsetmiş olduğunuz gibi 15, 20 ya da 30 gün içinde savaş çıkma riski demektir.
- I see one inconsistency, one omission and one fallacy in it.
- İçinde bir tutarsızlık, bir ihmal ve bir yanlışlık görüyorum.
- The shadow boxing has finished and these tensions reflect the reality that we are now in a vigorous process.
- Gölge boksu sona erdi ve bu gerilimler artık güçlü bir sürecin içinde olduğumuz gerçeğini yansıtıyor.
- Today, we can adopt a position on the Caudron proposal in peace and quiet.
- Bugün Caudron'un önerisi konusunda huzur ve sükûnet içinde bir tutum benimseyebiliriz.
- That is what the US Government has done, injecting more than USD 100 billion into the economy in one year.
- ABD Hükümeti bir yıl içinde ekonomiye 100 milyar dolardan fazla kaynak aktararak bunu yapmıştır.
- That is something we must have no part in; on the contrary, we have to remain within the boundaries.
- Bu, içinde yer almamamız gereken bir şey; tam tersine, sınırlar içinde kalmalıyız.
- I hope that in the next couple of weeks and months, we will prove worthy of those additional weighty responsibilities.
- Umarım önümüzdeki birkaç hafta ve ay içinde bu ek ağır sorumluluklara layık olduğumuzu kanıtlarız.
- It has also been important to make a number of decisions during the year to cope with long-term problems in category 5.
- Kategori 5'teki uzun vadeli sorunlarla başa çıkmak için yıl içinde bir dizi karar almak da önemli olmuştur.
- They join forces in organisations, and the most extreme also throw stones.
- Örgütler içinde güçlerini birleştirirler ve en aşırıları taş da atar.
- The escalation in violence has claimed over 2,500 lives in less than six months.
- Şiddetin tırmanması altı aydan kısa bir süre içinde 2.500'den fazla can aldı.
- Why should a proposal be forthcoming now, in the next two or three weeks, when it has been overdue for over 15 years?
- 15 yılı aşkın bir süredir gecikmiş olan bir teklif neden şimdi önümüzdeki iki ya da üç hafta içinde sunulmalıdır?
- This was why I was not in the chamber.
- Bu yüzden odanın içinde değildim.
- It neglects the plight of many very poor black people in Zimbabwe.
- Zimbabve'deki çok sayıda yoksul siyah insanın içinde bulunduğu kötü durumu göz ardı etmektedir.
- This is the kind of work we are immersed in at the moment.
- Şu anda içinde bulunduğumuz çalışma da bu türden bir çalışmadır.
- Whilst we oppose acts of barbarism perpetuated elsewhere, we must also ensure that our own house is in order.
- Başka yerlerde sürdürülen barbarlık eylemlerine karşı çıkarken, kendi evimizin de düzen içinde olmasını sağlamalıyız.
- In a few weeks' time there will be an Afghan constitution.
- Birkaç hafta içinde bir Afgan anayasası olacak.
- What improvements have actually been made in that region over the past few years?
- Son birkaç yıl içinde bu bölgede gerçekten ne gibi iyileştirmeler yapıldı?
- In one period of just over a year I was in Macedonia almost ten times.
- Bir yıldan biraz fazla bir süre içinde neredeyse on kez Makedonya'da bulundum.
- In 2001, EUR 125 billion were spent on defence within the European Union, and as much as EUR 133 billion this year.
- 2001 yılında Avrupa Birliği içinde savunma için 125 milyar Euro, bu yıl ise 133 milyar Euro harcanmıştır.
- In the past four minutes, eight people have died from malaria.
- Son dört dakika içinde sekiz kişi sıtmadan öldü.
- The speeches that we will hear this evening will be unanimous in their view.
- Bu akşam dinleyeceğimiz konuşmacılar bu konuda görüş birliği içinde olacaklardır.
- We have had a 90% decrease in consumption in just a few months.
- Sadece birkaç ay içinde tüketimde %90'lık bir düşüş yaşadık.
- Do not let it get marooned in principles and disputes concerning the legal base.
- Yasal zemine ilişkin ilkeler ve tartışmalar içinde kaybolmasına izin vermeyin.
- Do you know yet how we will tackle this in the Union?
- Bu konuyu Birlik içinde nasıl ele alacağımızı henüz bilmiyor musunuz?
- Transatlantic relations are currently in turmoil.
- Transatlantik ilişkiler şu anda kargaşa içinde.
- Step down so that your compatriots can live in peace and freedom.
- Yurttaşlarınızın barış ve özgürlük içinde yaşayabilmesi için geri adım atın.
- I think that is the route the Council should pursue in dialogue with us.
- Konsey'in bizimle diyalog içinde izlemesi gereken yolun bu olduğunu düşünüyorum.
- There are contradictions in it.
- İçinde çelişkiler var.
- This is not a position, in all friendship to our colleagues in the PSE, which we are able to accept.
- Bu, PSE'deki meslektaşlarımızın tüm dostluğu içinde kabul edebileceğimiz bir tutum değildir.
- We hope, as does the Commission, that it will be operational in a few months' time.
- Komisyon gibi biz de bu prosedürün birkaç ay içinde işler hale geleceğini umuyoruz.
- In a few weeks, there will be an Afghan constitution.
- Birkaç hafta içinde bir Afgan anayasası olacak.
- Approximately 800 000 internally displaced persons are living in wretched conditions in refugee camps.
- Ülke içinde yerinden edilmiş yaklaşık 800.000 kişi mülteci kamplarında sefil koşullarda yaşamaktadır.
- The global economy is in recession, but that is nothing new.
- Küresel ekonomi durgunluk içinde ama bu yeni bir şey değil.
- The devastation is immense and the people are in deep despair.
- Yıkım çok büyük ve insanlar derin bir umutsuzluk içinde.
- That is the situation we are living in.
- İçinde yaşadığımız durum budur.
- We are surely heading for a creative crisis in the Union.
- Birlik içinde yaratıcı bir krize doğru ilerlediğimiz kesin.
- That implies a growth of around 180% in just four years.
- Bu da sadece dört yıl içinde yaklaşık %180'lik bir büyüme anlamına gelmektedir.
- It has always been in the Council's remit to consider ways of addressing the public's fears.
- Halkın korkularını gidermenin yollarını düşünmek her zaman Konsey'in görev alanı içinde olmuştur.
- It would be an irony of fate if there were discord in the EU which ended up delaying enlargement.
- AB içinde genişlemeyi geciktirecek bir anlaşmazlık yaşanması ise kaderin bir cilvesi olacaktır.
- The preparatory work is being carried out in a spirit of positive cooperation.
- Hazırlık çalışmaları olumlu bir işbirliği ruhu içinde yürütülmektedir.
- In a few months, the UN inspectors will tell us whether Iraq really does have military weaponry.
- Birkaç ay içinde BM denetçileri bize Irak'ın gerçekten askeri silahlara sahip olup olmadığını söyleyecek.
- The Lawal case been seen as a test case in and outside Nigeria.
- Lawal davası Nijerya içinde ve dışında bir test davası olarak görülüyor.
- In this year, above all, we should make progress to that end.
- Bu yıl içinde, her şeyden önce, bu amaç doğrultusunda ilerleme kaydetmeliyiz.
- That is why it is all the more important for us to examine what kind of order our own house is in.
- Bu nedenle kendi evimizin ne tür bir düzen içinde olduğunu incelememiz daha da önem kazanıyor.
- In the final analysis, we must have a decision, within Europe, on the real nature of our Treaties.
- Son tahlilde Antlaşmalarımızın gerçek niteliği konusunda Avrupa içinde bir karara varmalıyız.
- Taking a look at the situation we are in, I cannot resist making an observation.
- İçinde bulunduğumuz duruma baktığımda bir gözlem yapmaktan kendimi alamıyorum.
- Our intention is to convey this concept and these values in a debate which embraces the education systems too.
- Niyetimiz bu kavramı ve bu değerleri eğitim sistemlerini de kapsayan bir tartışma içinde aktarmaktır.
- The situation in which the groups are keeping the parties afloat.
- Grupların içinde bulunduğu durum partileri ayakta tutuyor.
- I shall have finished my work in two days' time.
- Çalışmamı iki gün içinde tamamlamış olacağım.
- The minister should be here in a few minutes.
- Bakan birkaç dakika içinde burada olacak.
- Fishermen in that area have cooperated fully, as they have this year about the North Sea.
- Bu bölgedeki balıkçılar, bu yıl Kuzey Denizi'nde olduğu gibi tam bir iş birliği içinde oldular.
- Enlargement will go ahead when the situation of the institutions is still shrouded in uncertainty.
- Genişleme, kurumların durumu hala belirsizlik içindeyken gerçekleşecektir.
- The success stories in the current year will not be so great.
- İçinde bulunduğumuz yıldaki başarı hikayeleri o kadar da büyük olmayacak.
- We must work in a cooperative manner with industry, ministers and other organisations to seek a common solution.
- Ortak bir çözüm bulmak için endüstri, bakanlar ve diğer kuruluşlarla işbirliği içinde çalışmalıyız.
- The Bureau, which was unanimous in its view, put forward a very humane request.
- Görüş birliği içinde olan Büro, çok insani bir talep ortaya koymuştur.
- In the light of the situation the world is in, however, this statement is a long way from reality.
- Ancak dünyanın içinde bulunduğu durum ışığında, bu ifade gerçeklikten çok uzaktır.
- However we will review it in a few years in the light of experience.
- Ancak birkaç yıl içinde deneyimler ışığında bunu gözden geçireceğiz.
- Perhaps this programme, with its delays and miserly budget, is just an afterthought in the overall endeavour?
- Belki de bu program, gecikmeleri ve cimri bütçesiyle, genel çaba içinde sadece sonradan düşünülmüş bir şeydir?
- I have always said that I would expect all MEPs to be fully aware of the institutional system in which we are working.
- Her zaman tüm AP üyelerinin içinde çalıştığımız kurumsal sistemin tamamen farkında olmalarını beklediğimi söyledim.
- I believe that there is a great deal of truth in it.
- İçinde büyük ölçüde doğruluk payı olduğuna inanıyorum.
- It will become a lot clearer in one or two years' time.
- Bir ya da iki yıl içinde her şey çok daha netleşecek.
- Europe is, after all, about unity in diversity, and so I would like to put the following question.
- Avrupa her şeyden önce çeşitlilik içinde birliktir ve bu nedenle aşağıdaki soruyu yöneltmek istiyorum.
- Mr Cohn-Bendit rightly said that we are involved in what could be termed an incremental process.
- Sayın Cohn-Bendit haklı olarak, aşamalı olarak adlandırılabilecek bir sürecin içinde olduğumuzu söyledi.
- Furthermore, a business based in the Union is guaranteed completely free cross-border trade in services.
- Ayrıca Birlik içinde yerleşik bir işletmeye hizmetlerde tamamen serbest sınır ötesi ticaret garanti edilmektedir.
- In the spirit of conciliation that is quite satisfactory.
- Uzlaşma ruhu içinde bu oldukça tatmin edicidir.
- Almost five months have passed and, over these five months, too many things have happened in those countries.
- Neredeyse beş ay geçti ve bu beş ay içinde o ülkelerde çok fazla şey oldu.
- The law on the situation we are in is unclear.
- İçinde bulunduğumuz duruma ilişkin yasa belirsizdir.
- The Commission has already presented proposals for improvements in these areas or will be presenting them shortly.
- Komisyon bu alanlarda iyileştirmeler için teklifler sunmuştur veya kısa süre içinde sunacaktır.
- The energy sector is the most important area in which we are investing, yet it is also typified by an inherent paradox.
- Enerji sektörü yatırım yaptığımız en önemli alan olmakla birlikte aynı zamanda bir paradoksu da içinde barındırıyor.
- In a few years' time, we shall be neighbours with the Republic of Moldavia.
- Birkaç yıl içinde Moldavya Cumhuriyeti ile komşu olacağız.
- The immigrant communities are living in fear and anxiety.
- Göçmen toplulukları korku ve endişe içinde yaşıyor.
- Nobody in the Europe in which we live would understand if we took a different approach today.
- Bugün farklı bir yaklaşım benimsemiş olsaydık içinde yaşadığımız Avrupa'da hiç kimse bunu anlamazdı.
- The discussions that have just begun show, too, that we are fundamentally in complete agreement with this.
- Henüz başlamış olan tartışmalar da bu konuda temelde tam bir mutabakat içinde olduğumuzu göstermektedir.
- The Middle East can be depicted as a pressure cooker, in which the water is bubbling and seething.
- Ortadoğu, içinde suyun fokurdadığı ve kaynadığı bir düdüklü tencere olarak tasvir edilebilir.
- This sector of the third generation, however, seems to be in difficulties.
- Ancak üçüncü neslin bu sektörü zorluklar içinde görünüyor.
- We keep getting caught in a huge tautology and I am afraid that this is precisely the economic policy which you support.
- Büyük bir totolojinin içinde sıkışıp kalıyoruz ve korkarım ki bu tam da sizin desteklediğiniz ekonomi politikası.
- We have so many examples of that in life today.
- Bugün hayatın içinde bunun pek çok örneğine sahibiz.
- A monetary crisis is defined as the depreciation of a currency by more than 25% in one year.
- Para krizi, bir para biriminin bir yıl içinde %25'ten fazla değer kaybetmesi olarak tanımlanmaktadır.
- We must start by adapting our own institutions and asking ourselves whether our own house is in order.
- İşe kendi kurumlarımızı adapte ederek ve kendi evimizin düzen içinde olup olmadığını kendimize sorarak başlamalıyız.
- It will take a little longer there but in the majority of countries the conversion will take place within one week.
- Burada biraz daha uzun sürecektir ancak ülkelerin çoğunda dönüşüm bir hafta içinde gerçekleşecektir.
- The vote will take place in a few minutes, at 12 noon.
- Oylama birkaç dakika içinde, öğlen 12'de yapılacak.
- It is my job to handle the trade disputes that we are currently involved in.
- Şu anda içinde bulunduğumuz ticari anlaşmazlıkları ele almak benim işim.
- The argument is that, instead of converging, taxation diverges from one country to another in the Union.
- Tartışma, vergilendirmenin yakınsamak yerine Birlik içinde bir ülkeden diğerine farklılaştığı yönündedir.
- These cannot simply be made in the course of a few years without causing major damage.
- Bunlar birkaç yıl içinde büyük bir hasara yol açmadan kolayca yapılamaz.
- The European Union must promote sport in universities, both inside and outside the university itself.
- Avrupa Birliği, üniversitelerde sporu hem üniversite içinde hem de dışında teşvik etmelidir.
- That is a very important point which may have been overlooked in the heat of the debate.
- Bu, tartışmanın harareti içinde gözden kaçmış olabilecek çok önemli bir noktadır.
- That is just what we will be in ten days' time.
- On gün içinde durumumuz bu olacak.
- That particular circle cannot be squared, and unfortunately this is the situation we are in regarding this project.
- Bu çemberin karesi alınamıyor ve ne yazık ki bu projeyle ilgili olarak içinde bulunduğumuz durum da bu.
- People in northern or non-tourist regions also have the right to bathe in safety.
- Kuzeydeki ya da turistik olmayan bölgelerdeki insanların da güven içinde banyo yapma hakları vardır.
- This is why we are, actually, in a kind of virtual debate and are doing silly things to boot.
- İşte bu yüzden aslında bir tür sanal tartışma içindeyiz ve bunun için de aptalca şeyler yapıyoruz.
- They threaten the communities in which they live.
- İçinde yaşadıkları toplumları tehdit ediyorlar.
- The situation is still not perfect, but I believe we will be able to spend the Spring in peace and calm.
- Durum hala mükemmel değil, ancak baharı barış ve huzur içinde geçirebileceğimize inanıyorum.
- We are engaged in high-level political dialogue in each of the states in region.
- Bölgedeki devletlerin her birinde üst düzey siyasi diyalog içindeyiz.
- I am sorry that we are in disagreement on this very fundamental point.
- Bu çok temel noktada görüş ayrılığı içinde olduğumuz için üzgünüm.
- In 500 days Russia was to do what China had been tackling for 25 years.
- 500 gün içinde Rusya, Çin'in 25 yıldır uğraştığı şeyi yapacaktı.
- This issue must also be addressed in a serious dialogue.
- Bu konu da ciddi bir diyalog içinde ele alınmalıdır.
- There are probably things in it that not everyone likes.
- Muhtemelen içinde herkesin hoşuna gitmeyecek şeyler var.
- As far as I know CESAR has already accomplished remarkable things in the short time it has been in existence.
- Bildiğim kadarıyla CESAR, var olduğu kısa süre içinde dikkate değer işler başarmıştır.
- On Tuesday we awoke in astonishment to a manifestation of a new form of totalitarianism.
- Salı günü totalitarizmin yeni bir biçiminin tezahürüne hayretler içinde uyandık.
- However, ratification of the AETR is now in its final phase, and accession to the ADR is planned for this year.
- Ancak, AETR'nin onaylanması son aşamada olup, ADR'ye katılımın bu yıl içinde gerçekleşmesi planlanmıştır.
- Nor should they be, because they need to be closely coordinated in the service of a single strategy.
- Öyle de olmalıdır, çünkü tek bir stratejiye hizmet etmek üzere yakın koordinasyon içinde olmaları gerekmektedir.
- We hope it will bear fruit in a couple of weeks' time.
- Birkaç hafta içinde meyvelerini vereceğini umuyoruz.
- Society's weaker members must, though, be strengthened in a spirit of solidarity.
- Yine de toplumun zayıf üyeleri dayanışma ruhu içinde güçlendirilmelidir.
- Russia intends to ratify shortly and then the Kyoto Protocol will be in force.
- Rusya kısa süre içinde onaylamayı planlıyor ve ardından Kyoto Protokolü yürürlüğe girecek.
- By 11 April, 66 countries had ratified it and, in little more than two months, the number has now risen to 76.
- 11 Nisan itibariyle 66 ülke sözleşmeyi onaylamıştı ve iki aydan biraz daha uzun bir süre içinde bu sayı 76'ya yükseldi.
- I was glad that you indicated to us in committee that you would reconsider this over time.
- Komitede bize bunu zaman içinde yeniden değerlendireceğinizi belirtmenizden memnuniyet duydum.
- And since I am in an excessively candid mood, I shall make a third point.
- Ve aşırı samimi bir ruh hali içinde olduğum için üçüncü bir noktaya değineceğim.
- Hopefully, we shall have agreed, in as little as two weeks' time in Seville, to take entirely practical initiatives.
- Umarım, Sevilla'da iki hafta gibi kısa bir süre içinde tamamen pratik girişimlerde bulunma konusunda anlaşmış oluruz.
- We hope it will bear fruit in a couple of weeks' time.
- Bunun birkaç hafta içinde meyvelerini vereceğini umuyoruz.
- That is why we feel such solidarity with our friends in Galicia.
- İşte bu nedenle Galiçya'daki dostlarımızla dayanışma içindeyiz.
- In my city, the number of conventional asylum seekers has doubled in a little less than a year.
- Benim şehrimde geleneksel sığınmacıların sayısı bir yıldan kısa bir süre içinde iki katına çıktı.
- It is the second time in two years that the city of Melilla has suffered a tragedy of this nature.
- Melilla kenti iki yıl içinde ikinci kez bu tür bir trajediyle karşı karşıya kalmıştır.
- It would be gratifying if that were to happen in less than twelve months.
- Bunun on iki aydan kısa bir süre içinde gerçekleşmesi memnuniyet verici olacaktır.
- In actual fact, the present time is a phase in the enlargement of Europe.
- Aslında içinde bulunduğumuz dönem Avrupa'nın genişlemesinde bir aşamadır.
- The Italian Presidency has taken it out of the water in which it was drowning.
- İtalya Dönem Başkanlığı, Konseyi içinde boğulmakta olduğu sudan çıkarmıştır.
- These concerns are, however, drowned out in a hotchpotch of irresolute declarations.
- Ancak bu kaygılar, kararsız beyanlardan oluşan bir karmaşanın içinde boğulmaktadır.
- This is, I believe, the third or fourth debate on Chechnya in one year.
- Sanırım bu, bir yıl içinde Çeçenistan üzerine yapılan üçüncü ya da dördüncü tartışma.
- We will get back to the subject when Parliament draws up a report in two years' time.
- Parlamento iki yıl içinde bir rapor hazırladığında konuya tekrar döneceğiz.
- Mr Watson modestly tells us that what he asked for in his report is useful only within the European Union.
- Bay Watson mütevazı bir şekilde raporunda talep ettiği şeylerin sadece Avrupa Birliği içinde faydalı olduğunu söylüyor.
- We have seen some worrying developments in fiscal policy in some countries over the last few months.
- Son birkaç ay içinde bazı ülkelerde maliye politikasında endişe verici gelişmeler yaşandı.
- What we demand of the Council is complete transparency in all aspects of the lawmaking process.
- Konsey'den talep ettiğimiz şey yasa yapma sürecinin tüm yönleriyle tam bir şeffaflık içinde yürütülmesidir.
- That is what I wanted to say to you on behalf of a group united in its diversity.
- Farklılıkları içinde birleşmiş bir grup adına size söylemek istediğim buydu.
- This is a genetic and scientific fact which would have serious consequences in just ten or twenty years.
- Bu, sadece on ya da yirmi yıl içinde ciddi sonuçlar doğuracak genetik ve bilimsel bir gerçektir.
- As I see it, Israel has many enemies to defeat before it can live in security and peace.
- Gördüğüm kadarıyla İsrail'in güvenlik ve barış içinde yaşayabilmesi için yenmesi gereken çok sayıda düşmanı var.
- The people of Israel also live in a situation of insecurity.
- İsrail halkı da güvensizlik içinde yaşamaktadır.
- This absurd situation does, however, reflect the times in which we live.
- Ancak bu absürt durum, içinde yaşadığımız zamanı yansıtmaktadır.
- Does a further discretional fiscal policy in the Union make sense?
- Birlik içinde daha fazla isteğe bağlı bir maliye politikası mantıklı mı?
- In 50 years' time, the roles will be reversed as Albanians come to form the largest group in Macedonia.
- 50 yıl içinde roller tersine dönecek ve Arnavutlar Makedonya'daki en büyük grubu oluşturacak.
- Millions of human beings live in extreme poverty and every hour of the day many die of hunger.
- Milyonlarca insan aşırı yoksulluk içinde yaşamakta ve günün her saatinde birçoğu açlıktan ölmektedir.
- We are in total chaos.
- Tam bir kaos içindeyiz.
- Society's weaker members must, though, be strengthened in a spirit of solidarity.
- Bununla birlikte toplumun zayıf üyeleri dayanışma ruhu içinde güçlendirilmelidir.
- The social security system continues to be in grave financial difficulty.
- Sosyal güvenlik sistemi, ağır mali güçlük içinde olmaya devam etmektedir.
- In a few years, we will undoubtedly increase resources in this context, but they are required now.
- Birkaç yıl içinde bu bağlamdaki kaynakları şüphesiz artıracağız, ancak şimdi gerekli.
- US steel has been uncompetitive and in deep trouble over a long period; it has not become so suddenly.
- ABD çeliği uzun bir süredir rekabetsiz ve büyük sıkıntılar içindeydi; birdenbire bu hale gelmedi.
- We cannot have two different procedures being applied in the same week.
- Aynı hafta içinde iki farklı prosedür uygulayamayız.
- For years, a brutal junta has been terrorising the people of Burma, who live in extreme poverty.
- Yıllardır acımasız bir cunta, aşırı yoksulluk içinde yaşayan Burma halkını terörize etmektedir.
- That way we will protect our markets and put an end to the dumping that is often concealed in the confusion.
- Bu şekilde piyasalarımızı koruyacak ve genellikle kafa karışıklığı içinde gizlenen dampinge son vereceğiz.
- In this year we will provide some EUR 13 million.
- Bu yıl içinde yaklaşık 13 milyon avro sağlayacağız.
- This company is also in serious difficulty.
- Bu şirket de ciddi bir zorluk içinde.
- In just over two months' time presidential elections will be taking place in his country, White Russia.
- İki aydan biraz daha uzun bir süre içinde ülkesi Beyaz Rusya'da başkanlık seçimleri yapılacak.
- That is something we must have no part in; on the contrary, we have to remain within the boundaries.
- Bu, içinde yer almamamız gereken bir şeydir; aksine, sınırlar içerisinde kalmalıyız.
- I believe it will be adopted in the first few months of 2004.
- Bunun 2004 yılının ilk birkaç ayı içinde kabul edileceğine inanıyorum.
- I believe that this also corresponds to the times we are living in.
- Bunun aynı zamanda içinde yaşadığımız dönemle de örtüştüğüne inanıyorum.
- Moreover, former employees are in constant anxiety about whether they will be affected by cancer in the future.
- Dahası, eski çalışanlar gelecekte kanserden etkilenip etkilenmeyecekleri konusunda sürekli endişe içindeler.
- I was afraid that we would allow ourselves to get bogged down in interminable bureaucratic discussions.
- Bitmek tükenmek bilmeyen bürokratik tartışmaların içinde boğulup kalacağımızdan korkuyordum.
- It is high time that Europe acted in a more united manner and more effectively than it has done so far.
- Avrupa'nın bugüne kadar olduğundan daha birlik içinde ve daha etkili bir şekilde hareket etmesinin zamanı gelmiştir.
- These projects are implemented in areas where internally displaced people have settled.
- Bu projeler ülke içinde yerinden edilmiş insanların yerleştiği bölgelerde uygulanmaktadır.
- It is planning to make the results of its analysis available in about a year’s time.
- Analiz sonuçlarını yaklaşık bir yıl içinde kullanıma sunmayı planlıyor.
- Second, because this was an opportunity that did not arise ten years ago and which will not arise in the next few years.
- İkincisi, bunun on yıl önce ortaya çıkmamış ve önümüzdeki birkaç yıl içinde de çıkmayacak bir fırsat olması.
- And this is a perfect illustration of the situation we are living in in our country.
- Ve bu, ülkemizde içinde bulunduğumuz durumun mükemmel bir örneğidir.
- In Iran alone a total of 35 people, both men and women, have already been executed this year in various ways.
- Sadece İran'da bu yıl içinde kadın ve erkek olmak üzere toplam 35 kişi çeşitli şekillerde idam edildi.
- In one minute nobody should confuse attitude with platitude.
- Bir dakika içinde kimse bu tutumu basmakalıp sözlerle karıştırmamalıdır.
- We were able to catch our breath in peace for a while.
- Bir süre huzur içinde nefes alabildik.
- We must bring hope to large parts of the world that have to live in despair.
- Dünyanın umutsuzluk içinde yaşamak zorunda kalan büyük bölümüne umut getirmeliyiz.
- It has been a very long time and this is one of the most difficult reports I have seen in twelve years in Parliament.
- Çok uzun zaman oldu ve bu, Parlamentoda geçirdiğim on iki yıl içinde gördüğüm en zor raporlardan biri.
- It was recognised that people too have rights, not just the states in which they live.
- Sadece içinde yaşadıkları devletlerin değil, insanların da hakları olduğu kabul edilmiştir.
- Providing a comprehensive overview of the report in just one minute now is impossible.
- Raporun kapsamlı bir özetini şu anda sadece bir dakika içinde sunmak mümkün değil.
- The success stories in the current year will not be so great.
- İçinde bulunduğumuz yıldaki başarı öyküleri o kadar büyük olmayacaktır.
- Here we are in a terrible dilemma.
- Burada korkunç bir ikilem içindeyiz.
- The discussion in which we are engaged has, however, moved on to include Turkey and other countries.
- Ancak içinde bulunduğumuz tartışma Türkiye ve diğer ülkeleri de kapsayacak şekilde ilerlemiştir.
- Of course, we want peace, but not the 'rest in peace' kind!
- Elbette barış istiyoruz ama "huzur içinde yat" türünden değil!
- We will be in Skopje in the next few days.
- Önümüzdeki birkaç gün içinde Üsküp'te olacağız.
- Strasbourg and the region we are in were witness to the ways in which attempts were made to unify Europe in the past.
- Strazburg ve içinde bulunduğumuz bölge, geçmişte Avrupa'yı birleştirme çabalarına tanıklık etmiştir.
- Moreover, a review will take place in a few years' time.
- Ayrıca, birkaç yıl içinde bir gözden geçirme yapılacaktır.
- A gap clearly exists, however, in occupational and geographical mobility in the Union.
- Bununla birlikte, Birlik içinde mesleki ve coğrafi hareketlilik konusunda bir boşluk olduğu açıktır.
- The protection of minorities is an important task which we have not yet fully achieved in the existing Union either.
- Azınlıkların korunması, mevcut Birlik içinde de henüz tam olarak başaramadığımız önemli bir görevdir.
- Over the last decade, the number of women living in absolute poverty has risen.
- Son on yılda mutlak yoksulluk içinde yaşayan kadınların sayısı artmıştır.
- The issue of late payments has now become legendary in the Union.
- Geç ödemeler konusu Birlik içinde artık efsane haline gelmiştir.
- So this is the vicious circle in which the euro zone countries will struggle over the coming years.
- Dolayısıyla Avro bölgesi ülkelerinin önümüzdeki yıllarda içinde debeleneceği kısır döngü budur.
- Therefore, the legislative Council should basically work in complete transparency, with open debates and public votes.
- Bu nedenle Yasama Konseyi temelde açık tartışmalar ve kamuya açık oylamalarla tam bir şeffaflık içinde çalışmalıdır.
- Byelorussia, or Belarus, will, in a very short time, be one of the European Union's neighbours.
- Byelorussia ya da Belarus, çok kısa bir süre içinde Avrupa Birliği'nin komşularından biri olacak.
- Some damage, given human nature and the fallen world we live in, is inevitable.
- İnsan doğası ve içinde yaşadığımız düşmüş dünya göz önüne alındığında bir miktar zarar kaçınılmazdır.
- A one-off review by the Commission in five years' time will suffice.
- Komisyon tarafından beş yıl içinde yapılacak tek seferlik bir inceleme yeterli olacaktır.
- Currently, only six countries are involved in it and that is not enough.
- Şu anda sadece altı ülke bu işin içinde ve bu yeterli değil.
- Strasbourg and the region we are in were witness to the ways in which attempts were made to unify Europe in the past.
- Strazburg ve içinde bulunduğumuz bölge geçmişte Avrupa'yı birleştirme çabalarına tanıklık etmiştir.
- A few wealthy individuals compared with millions living in hunger.
- Açlık içinde yaşayan milyonlarla karşılaştırıldığında birkaç zengin birey.
- We find ourselves in a bit of an awkward situation.
- Kendimizi biraz garip bir durumun içinde buluyoruz.
- However, GM cultivation is likely to spread to other nations in the next few years.
- Bununla birlikte, GD ekiminin önümüzdeki birkaç yıl içinde diğer ülkelere de yayılması muhtemeldir.
- In the euphoria of the moment, we should not be blind to the various problem areas.
- Anın coşkusu içinde çeşitli sorun alanlarına karşı kör olmamalıyız.
- We are in complete agreement on a great many matters.
- Pek çok konuda tam bir mutabakat içindeyiz.
- They will not, therefore, be working alone, but rather in solidarity, which is a very different matter indeed.
- Dolayısıyla tek başlarına değil, dayanışma içinde çalışacaklardır ki bu da gerçekten bambaşka bir konudur.
- Here lies the crux of the situation we are in today.
- Bugün içinde bulunduğumuz durumun özü burada yatmaktadır.
- It is scandalous that the prisoners at the Guantanamo Bay base are still in legal limbo.
- Guantanamo Körfezi üssündeki mahkumların hala yasal belirsizlik içinde olması skandaldır.
- I believe we are caught up in a race against the clock.
- Zamana karşı bir yarış içinde olduğumuza inanıyorum.
- There are people there living in extraordinarily wretched conditions, both within Chechnya and outside.
- Orada hem Çeçenistan içinde hem de dışında olağanüstü kötü koşullarda yaşayan insanlar var.
- If an interinstitutional dispute arises, I fear that we could find ourselves in a deadlock.
- Eğer kurumlar arası bir ihtilaf ortaya çıkarsa, korkarım ki kendimizi bir çıkmazın içinde bulabiliriz.
- We are in absolute agreement on that.
- Bu konuda mutlak bir mutabakat içindeyiz.
- In a few years, we shall live in a Europe which can be an area of stability and freedom.
- Birkaç yıl içinde istikrar ve özgürlük alanı olabilecek bir Avrupa'da yaşayacağız.
- The people living along the transit routes are in despair.
- Geçiş güzergahlarında yaşayan insanlar umutsuzluk içinde.
- In the space of a month and a half it will now also be possible for them to lower their charges to a standard level.
- Bir buçuk ay içinde artık ücretlerini standart bir seviyeye indirmeleri de mümkün olacak.
- Administrative costs should be in reasonable proportion to the operating appropriations used.
- İdari masraflar, kullanılan işletme ödenekleri ile makul bir orantı içinde olmalıdır.
- One per cent? It might still have something in it.
- Yüzde bir mi? İçinde hala bir şeyler olabilir.
- Over 2000 houses have been demolished in these past 2 years and 20 000 people have been wounded.
- Geçtiğimiz 2 yıl içinde 2000'den fazla ev yıkıldı ve 20 000 kişi yaralandı.
- This committee will work in collaboration with the existing European-level committee for dialogue with the sector.
- Bu komite, sektörle diyalog için Avrupa düzeyinde mevcut komite ile işbirliği içinde çalışacaktır.
- In the course of the next few days, we shall no doubt become much clearer about what is possible.
- Önümüzdeki birkaç gün içinde neyin mümkün olduğu konusunda şüphesiz çok daha net olacağız.
- The European Union itself is not participating in the debate, but Europe is certainly involved.
- Avrupa Birliği'nin kendisi bu tartışmaya katılmıyor ama Avrupa kesinlikle bu tartışmanın içinde.
- We are all in the habit of lobbying for moratoria.
- Hepimiz moratoryum için lobi yapma alışkanlığı içindeyiz.
- These amendments must be seen in the whole context of the data-protection scheme.
- Bu değişiklikler, veri koruma planının bütün bağlamı içinde görülmelidir.
- In less than two weeks Ms Lawal's appeal against her inhuman punishment comes up.
- İki haftadan kısa bir süre içinde Sayın Lawal'ın insanlık dışı cezasına karşı temyiz gündeme gelecek.
- The internal market enhances competitiveness in Europe and in the world, but it does not ban competition within Europe.
- İç pazar Avrupa'da ve dünyada rekabet gücünü artırır, ancak Avrupa içinde rekabeti yasaklamaz.
- We are obliged to work in a spirit of optimism.
- İyimserlik ruhu içinde çalışmak zorundayız.
- The most significant thing I found in it was a picture of the footprint of one of Saddam Hussein's palaces.
- İçinde bulduğum en önemli şey, Saddam Hüseyin'in saraylarından birinin ayak izinin resmiydi.
- One billion plastic bags have been taken out of circulation in six months.
- Altı ay içinde bir milyar plastik poşet tedavülden kaldırıldı.
- There is a light in the darkness, in the autonomous Kurdish areas in the north.
- Kuzeydeki özerk Kürt bölgelerinde karanlığın içinde bir ışık var.
- It is certainly true that too many pregnant women find themselves in situations of human or material distress.
- Çok sayıda hamile kadının kendilerini insani ya da maddi sıkıntılar içinde bulduğu kesinlikle doğrudur.
- Of course, we are unable to stop deer running around in the fog but we have to decide what to do about pensions.
- Elbette sisin içinde koşuşturan geyikleri durduramayız ama emekli maaşları konusunda ne yapacağımıza karar vermeliyiz.
- This would offer welcome assistance in their current plight.
- Bu, içinde bulundukları kötü durumda memnuniyetle karşılanacak bir yardım sağlayacaktır.
- In Europe, he would be abandoned in legal and financial limbo.
- Avrupa'da yasal ve finansal belirsizlik içinde terk edilecektir.
- In 1995 and 1998, the UN, NATO and the European Union were unanimous.
- 1995 ve 1998'de BM, NATO ve Avrupa Birliği oybirliği içindeydi.
- This is not the kind of behaviour that we expect when working in a partnership.
- Bu, bir ortaklık içinde çalışırken beklediğimiz türden bir davranış değildir.
- Let us keep things in perspective.
- Olayları bir perspektif içinde ele alalım.
- To defend the idea that everywhere in Europe people may live in freedom, in plurality, and may live together.
- Avrupa'nın her yerinde insanların özgürlük içinde çoğulculuk içinde ve birlikte yaşayabilecekleri fikrini savunmak.
- I suppose we will take note of it but only in a few hours’ time, I fear.
- Sanırım bunu not alacağız ama korkarım sadece birkaç saat içinde.
- They can no longer communicate in confidence.
- Artık güven içinde iletişim kuramazlar.
- Is it any wonder that stocks are actually in trouble?
- Rezervlerin gerçekten sıkıntı içinde olması şaşırtıcı mı?
- In multilateral fora we have co-operated closely in efforts to drive forward the Doha Development Agenda.
- Çok taraflı forumlarda Doha Kalkınma Gündemini ilerletme çabalarında yakın iş birliği içinde olduk.
- Millions of country people are living in misery.
- Milyonlarca ülke insanı sefalet içinde yaşamaktadır.
- Indeed, our amendments to the common position mean that a board can get fast-track approval in 14 days.
- Esasen ortak tutumda yaptığımız değişiklikler, bir kurulun 14 gün içinde hızlı onay alabileceği anlamına gelmektedir.
- In a year's time, you will no longer be the leader of Zimbabwe.
- Bir yıl içinde artık Zimbabve'nin lideri olmayacaksınız.
- If an interinstitutional dispute arises, I fear that we could find ourselves in a deadlock.
- Eğer kurumlar arası bir anlaşmazlık ortaya çıkarsa, korkarım ki kendimizi bir çıkmazın içinde bulabiliriz.
- The concluding of the negotiations in Copenhagen in 23 days' time will be an incredible breakthrough.
- Kopenhag'daki müzakerelerin 23 gün içinde sonuçlandırılması inanılmaz bir atılım olacaktır.
- In the current climate, it is right that we should do what we are proposing now.
- İçinde bulunduğumuz ortamda, şu anda önerdiğimiz şeyi yapmamız doğru olacaktır.
- So what should we do in the EU?
- AB içinde ne yapmalıyız?
- Those clients may be involved in all sorts of dodgy transactions.
- Bu müşteriler her türlü tehlikeli işlemin içinde olabilirler.
- There is no specific provision on violence against women in marriage in the Criminal Code; general provisions apply.
- Ceza Kanunu'nda, evlilik içinde kadınlara yönelik şiddet konusunda özel hükümler yoktur; genel hükümler uygulanır.
- It is quite astonishing that in two decades you have not learnt any better.
- Yirmi yıl içinde daha iyisini öğrenmemiş olmanız oldukça şaşırtıcıdır.
- That should happen in the next few months.
- Bu önümüzdeki birkaç ay içinde gerçekleşmelidir.
- You cannot be in it and out of it at the same time.
- Aynı anda hem içinde hem de dışında olamazsınız.
- The global economy is in recession, but that is nothing new.
- Küresel ekonomi durgunluk içinde, ancak bu yeni bir şey değil.
- We will take these measures in full compliance with WTO rules.
- Bu tedbirleri DTÖ kuralları ile tam uyum içinde alacağız.
- In the past year alone, a dozen petitions from victims of violent crime within the EU have been passed on to us.
- Sadece geçtiğimiz yıl, AB içinde şiddet suçu mağdurlarından gelen bir düzine dilekçe bize iletildi.
- The British countryside is at the moment in total crisis.
- İngiltere kırsalı şu anda tam bir kriz içinde.
- The proof will be in the pudding.
- Kanıtı pudingin içinde olacak.
- The rapporteur analyses the common position in the spirit of constructive criticism.
- Raportör ortak tutumu yapıcı eleştiri ruhu içinde analiz etmektedir.
- Now Guinea, too, is caught up in a regional struggle for power.
- Şimdi Gine de bölgesel bir güç mücadelesinin içinde.
- I believe the ISIS reports were the most recent evidence of the dire straits our fishing industry is in.
- IŞİD raporlarının balıkçılık sektörümüzün içinde bulunduğu vahim durumun en son kanıtı olduğuna inanıyorum.
- Not only do we talk in those terms, but we live in solidarity and set definite dates.
- Sadece bu terimlerle konuşmakla kalmıyor, aynı zamanda dayanışma içinde yaşıyor ve kesin tarihler belirliyoruz.
- We have ratified the Kyoto Protocol and are now in fact working, within the EU, on three different fronts.
- Kyoto Protokolünü onayladık ve şu anda AB içinde üç farklı cephede çalışıyoruz.
- That is the difficulty that we are in.
- İçinde bulunduğumuz zorluk da bu.
- Providing a comprehensive overview of the report in just one minute now is impossible.
- Raporun kapsamlı bir özetini sadece bir dakika içinde sunmak şu anda mümkün değil.
- The predicament of Afghan women is a particularly apt case in point.
- Afgan kadınlarının içinde bulunduğu durum bu açıdan özellikle uygun bir örnek teşkil etmektedir.
- In light of the situation in the country, this is really quite incredible.
- Ülkenin içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında bu gerçekten inanılmaz.
- In multilateral fora we have co-operated closely in efforts to drive forward the Doha Development Agenda.
- Çok taraflı forumlarda Doha Kalkınma Gündemini ilerletme çabalarında yakın işbirliği içinde olduk.
- In a few months' time they will be planning elections and the start of election campaigns there.
- Birkaç ay içinde orada seçimler ve seçim kampanyalarının başlaması planlanıyor olacak.
- The end result will be that if the Commission continues to fail to act, bees will be extinct in a few years' time.
- Sonuç olarak, Komisyon harekete geçmemeye devam ederse, arıların nesli birkaç yıl içinde tükenecektir.
- The study by the German Institute for Economic Research indicates that this would happen in three years.
- Alman Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü tarafından yapılan çalışma, bunun üç yıl içinde gerçekleşeceğini göstermektedir.
- We can return to them in a few years’ time.
- Birkaç yıl içinde bunlara geri dönebiliriz.
- Do you know yet how we will tackle this in the Union?
- Birlik içinde bu konuyu nasıl ele alacağımızı henüz bilmiyor musunuz?
- The space occupied by religion in a social and political whole must involve a very broad range of possibilities.
- Dinin toplumsal ve siyasi bir bütün içinde kapladığı alan çok geniş bir olasılıklar yelpazesini içermelidir.
- Terrorism in Europe, consequently, slips through the net.
- Sonuç olarak Avrupa'daki terörizm ağın içinden kayıp gitmektedir.
- It will become a lot clearer in one or two years’ time.
- Bir ya da iki yıl içinde her şey çok daha netleşecek.
- So today we find ourselves in a state of utter confusion.
- Dolayısıyla bugün kendimizi tam bir kafa karışıklığı içinde buluyoruz.
- Other countries in the region intend to follow Croatia's example shortly.
- Bölgedeki diğer ülkeler de kısa süre içinde Hırvatistan örneğini takip etmeyi planlıyor.
- This is a genetic and scientific fact which would have serious consequences in just ten or twenty years.
- Bu, sadece on ya da yirmi yıl içinde ciddi sonuçları olacak genetik ve bilimsel bir gerçektir.
- In five countries it will occur within one day.
- Beş ülkede bir gün içinde gerçekleşecektir.
- In the past few weeks the escalating violence in Bangladesh has reached new heights.
- Geçtiğimiz birkaç hafta içinde Bangladeş'te tırmanan şiddet yeni boyutlara ulaştı.
- Is that the European Union that we want our citizens to live in?
- Vatandaşlarımızın içinde yaşamasını istediğimiz Avrupa Birliği bu mu?
- It was in precisely such a decisive situation as this in which we found ourselves.
- Kendimizi tam da böyle belirleyici bir durumun içinde bulduk.
- This is our proposal, and may the others rest in eternal peace.
- Bu bizim önerimizdir ve diğerleri ebedi huzur içinde yatsınlar.
- There have been noises in and around the European Convention that Article 95 should be amended.
- Avrupa Konvansiyonu çevresinde ve içinde Madde 95'in değiştirilmesi gerektiğine dair sesler duyuldu.
- The grave situation in the Yugoslav economy has been discussed at length.
- Yugoslav ekonomisinin içinde bulunduğu vahim durum uzun uzun tartışılmıştır.
- One of these minorities who live in abject misery are, of course, the Roma in various candidate countries.
- Sefalet içinde yaşayan bu azınlıklardan biri de elbette çeşitli aday ülkelerdeki Romanlardır.
- Recent tragic reports confirm the miserable situation the population is in.
- Son zamanlarda gelen trajik haberler, nüfusun içinde bulunduğu sefil durumu teyit etmektedir.
- The social security system continues to be in serious financial difficulty.
- Sosyal güvenlik sistemi, ciddi mali güçlük içinde olmaya devam etmektedir.
- A solid skills base will not be built in a year.
- Sağlam bir beceri tabanı bir yıl içinde oluşturulmayacaktır.
- Water becomes bathing water when a large number of bathers are in it.
- Su, içinde çok sayıda kişi yüzdüğünde yüzme suyu haline gelir.
- However, this is not about what is in it but rather what is not in it.
- Ancak bu, içinde ne olduğuyla değil, içinde ne olmadığıyla ilgilidir.
- Nine white farmers and 360 black farm workers have been killed in the chaos over the last few months.
- Son birkaç ay içinde yaşanan kaos ortamında dokuz beyaz çiftçi ve 360 siyah çiftlik işçisi öldürüldü.
- The Italian Presidency has taken it out of the water in which it was drowning.
- İtalya Dönem Başkanlığı, Konsey'i içinde boğulmakta olduğu sudan çıkarmıştır.
- Consideration of this report began in confusion during the first reading.
- Bu raporun görüşülmesi ilk okuma sırasında karışıklık içinde başlamıştır.
- We have to work in collaboration.
- İşbirliği içinde çalışmak zorundayız.
- The second question concerns political awareness of the times in which we live.
- İkinci soru, içinde yaşadığımız döneme ilişkin siyasi farkındalıkla ilgilidir.
- No one can say with certainty what the advantages and disadvantages of the two options will be in the next two years.
- Önümüzdeki iki yıl içinde iki seçeneğin avantaj ve dezavantajlarının ne olacağını kimse kesin olarak söyleyemez.
- We are saying yes or no to entire peoples taking up their rightful place in the Union.
- Tüm halkların Birlik içinde hak ettikleri yeri almalarına evet ya da hayır diyoruz.
- The people of Israel also live in a situation of insecurity.
- İsrail halkı da güvensizlik içinde yaşıyor.
- So, let us stop creating obstacles and let things take their course, as, for once, we are not in a great rush.
- Öyleyse engeller yaratmayı bırakalım ve işleri akışına bırakalım çünkü bir kez olsun büyük bir acele içinde değiliz.
- Over the last year the energy sector has been the focus of serious discussions in Turkey.
- Geçen yıl içinde, enerji sektörü Türkiye’de ciddi tartışmaların odağı olmuştur.
- Secondly, neither partner may be married or in another non-marital partnership.
- İkinci olarak, eşlerden hiçbiri evli ya da evlilik dışı başka bir birliktelik içinde olamaz.
- Until literally the last minute, he has been fine-tuning the compromises in collaboration with the Council.
- Kelimenin tam anlamıyla son dakikaya kadar, Konsey ile işbirliği içinde uzlaşmalar üzerinde ince ayarlar yapıyordu.
- In only two hours, heavy rainfall of more than 200 litres/m2 flooded the capital.
- Sadece iki saat içinde 200 litre/m2'den fazla şiddetli yağış başkenti sular altında bırakmıştır.
- It is something we must work on in the short time that remains before Johannesburg.
- Johannesburg'a kalan kısa süre içinde bu konu üzerinde çalışmalıyız.
- The most significant thing I found in it was a picture of the footprint of one of Saddam Hussein's palaces.
- İçinde bulduğum en önemli şey Saddam Hüseyin'in saraylarından birindeki ayak izinin resmiydi.
- Of course we want peace, but not the 'rest in peace' kind!
- Elbette barış istiyoruz, ama 'huzur içinde yat' türünden değil!
- Mr Cohn-Bendit rightly said that we are involved in what could be termed an incremental process.
- Sayın Cohn-Bendit haklı olarak aşamalı olarak adlandırılabilecek bir sürecin içinde olduğumuzu söyledi.
- That is why we feel such solidarity with our friends in Galicia.
- Bu nedenle Galiçya'daki dostlarımızla büyük bir dayanışma içindeyiz.
- Recent tragic reports confirm the miserable situation the population is in.
- Son zamanlarda yayınlanan trajik raporlar halkın içinde bulunduğu sefil durumu teyit etmektedir.
- Yes, Israel must accept that there has to be a Palestinian state in secure borders.
- Evet, İsrail güvenli sınırlar içinde bir Filistin devleti olması gerektiğini kabul etmelidir.
- New Commission initiatives are already in effect or will shortly become effective.
- Komisyonun yeni girişimleri halihazırda yürürlüktedir veya kısa süre içinde yürürlüğe girecektir.
- Proper discussions will be opened on these issues at Monterrey in a few weeks' time.
- Birkaç hafta içinde Monterrey'de bu konular üzerine uygun tartışmalar yapılacaktır.
- That is what we expect of you in the next five years.
- Önümüzdeki beş yıl içinde sizden beklediğimiz budur.
- In one minute, nobody should confuse attitude with a platitude.
- Bir dakika içinde kimse tavrı basmakalıp sözlerle karıştırmasın.
- So what should we do in the EU?
- Peki AB içinde ne yapmalıyız?
- We are all involved in a conflict which is becoming increasingly horrific.
- Hepimiz giderek daha korkunç bir hal alan bir çatışmanın içindeyiz.
- I hope that we can discuss the issue of licences in peace and quiet in the Committee on Human Genetics.
- İnsan Genetiği Komitesinde ruhsatlar konusunu huzur ve sükunet içinde tartışabileceğimizi umuyorum.
- Sustainable development includes development and where is the commitment to that in the EU's position?
- Sürdürülebilir kalkınmanın içinde kalkınma da vardır ve AB'nin bu konudaki taahhüdü nerededir?
- Article 1 prescribes that the procedure should be carried on in a spirit of cooperation.
- Madde 1, prosedürün iş birliği ruhu içinde yürütülmesi gerektiğini öne sürmektedir.
- Until literally the last minute, he has been fine-tuning the compromises in collaboration with the Council.
- Kelimenin tam anlamıyla son dakikaya kadar Konsey ile işbirliği içinde uzlaşmalar üzerinde ince ayarlar yapıyordu.
- Only with this priority will a presidency be successful and worthy of the times we live in.
- Ancak bu önceliğe sahip bir başkanlık başarılı ve içinde yaşadığımız çağa yakışır olacaktır.
- This absurd situation does, however, reflect the times in which we live.
- Ancak bu absürd durum, içinde yaşadığımız zamanı yansıtmaktadır.
- We were fully agreed about these matters during the period in which we sat almost side by side here in Parliament.
- Burada, Parlamento'da neredeyse yan yana oturduğumuz süre boyunca bu konularda tam bir mutabakat içindeydik.
- We are not self-sufficient in fish in the Union, only 50% self-sufficient.
- Birlik içinde balık konusunda kendi kendimize yetemiyoruz, sadece %50 oranında yetebiliyoruz.
- Of course we want peace, but not the 'rest in peace' kind!
- Elbette huzur istiyoruz ama "huzur içinde yat" türünden değil!
- The insolvency directive offers employees valuable protection when their employer is in financial difficulty.
- İflas direktifi, işverenleri mali zorluk içinde olduğunda çalışanlara değerli bir koruma sağlar.
- The much vaunted regime change can only be effective if there is support for it in the country itself.
- Çok övünülen rejim değişikliği ancak ülke içinde destek bulursa etkili olabilir.
- The ship Erika has been investigated four times in the course of the last two years.
- Erika gemisi son iki yıl içinde dört kez soruşturulmuştur.
- We know that the thickness of the polar icecap had decreased by 40% in just a decade.
- Kutup buzulunun kalınlığının sadece on yıl içinde %40 oranında azaldığını biliyoruz.
- That is a huge rise of 43% in two years.
- Bu iki yıl içinde %43 gibi büyük bir artış demek.
- Both peoples must be able to live in peace and security.
- Her iki halk da barış ve güvenlik içinde yaşayabilmelidir.
- That is why it is all the more important for us to examine what kind of order our own house is in.
- Bu nedenle kendi evimizin ne tür bir düzen içinde olduğunu incelememiz çok daha önemlidir.
- The threats in an enlarged Union do not only lie beyond Europe's borders but also within them.
- Genişlemiş bir Birlik'te tehditler sadece Avrupa'nın sınırlarının ötesinde değil, aynı zamanda içinde de yatmaktadır.
- E-health and communication are essential in the world that we live in.
- E-sağlık ve iletişim, içinde yaşadığımız dünyanın vazgeçilmez unsurlarıdır.
- The fact that Sabena is the first national airline company to go bankrupt in the Union speaks volumes.
- Sabena'nın Birlik içinde iflas eden ilk ulusal havayolu şirketi olması çok şey anlatıyor.
- Bring the money here in an hour and nothing will happen.
- Bana bir saat içinde parayı getirirsen hiçbir şey olmayacak.
- You just have to find a green space and stay in it for at least five minutes.
- Yeşil bir alan bulup içinde en az beş dakika kalmanız yeterli.
- We must check out in an hour, so you guys need to start packing!
- Bir saat içinde çıkış yapmamız gerekiyor, bu yüzden toplanmaya başlamalısınız!
- You live in anarchy, murdering one another.
- Anarşi içinde yaşıyorsunuz, birbirinizi öldürüyorsunuz.
- This evening, we are all in one such fairy tale.
- Bu akşam hepimiz böyle bir peri masalının içindeyiz.
- In a few weeks we are going to start a marketing campaign.
- Birkaç ay içinde tanıtım kampanyalarına başlayacağız.
- Our thoughts, feelings, and emotions affect the space we live in.
- Düşüncelerimiz, hislerimiz ve duygularımız içinde bulunduğumuz ortamı etkiler.
- It's very hard to keep your anger in.
- Öfkeni içinde tutmak çok zordur.
- This chemical is in lots of things you eat and drink.
- Bu kimyasal yediğiniz ve içtiğiniz birçok şeyin içinde mevcuttur.
- It's very hard to keep your anger in.
- Öfkenizi içinizde tutmak çok zordur.
- The ring arrived the next day in a nice box.
- Yüzük ertesi gün şık bir kutu içinde geldi.
- The seven heavens, the earth, and whosoever in them, exalt Him.
- Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar O'nu yüceltirler.
- Master gave me a nice pair of bracelets to sleep in.
- Usta bana içinde uyumam için güzel bir çift bilezik verdi.
- In it, the dog can easily take your food and eat it.
- İçindeyken köpek yemeğinizi rahatlıkla alıp yiyebilir.
- In two decades, the earth will be unable to support human life.
- Yirmi yıl içinde dünya insan yaşamını destekleyemez duruma gelecek.
- These organs need to work in coordination with one another.
- Bu organların birbirleriyle koordinasyon içinde çalışması gerekir.
- There's hope of a peace conference in a couple of months.
- Birkaç ay içinde bir barış konferansı yapılması umudu var.
- The home offices have now become a separate space in the houses.
- Ev ofisleri artık evlerin içinde ayrı bir mekan halini aldı.
- But in those three years, nothing has changed.
- Ama bu üç yıl içinde hiçbir şey değişmedi.
- In just a few weeks, thousands of square miles of dry desert plains are turned into a watery green grassland.
- Binlerce kilometre karelik çöl yalnızca birkaç hafta içinde sulak ve yemyeşil bir otlağa dönüşüyor.
- I'm so excited that my favorite author has a new book coming out in a few weeks.
- En sevdiğim yazarın birkaç hafta içinde yeni bir kitabı çıkacağı için çok heyecanlıyım.
- Close this case in three days, and join the first squad.
- Bu davayı üç gün içinde kapatın ve ilk takıma katılın.
- Hearing the voices of bereaved parents in the public will help break down taboos.
- Yaslı ebeveynlerin seslerinin toplum içinde duyulması tabuların yıkılmasına yardımcı olacaktır.
- I hope they can find peace and be productive in society.
- Umarım huzur bularak toplum içinde üretken olabilirler.
- We're out in two minutes, not one second longer.
- İki dakika içinde çıkıyoruz, bir saniye bile fazla değil.
- Get infinite space in the cloud for your entire digital life.
- Tüm dijital yaşamınız için bulut içinde sonsuz boş alanınız olsun.
- Indeed, our deepest desire is to live in loving relationships with one another.
- Gerçekten de en derin arzumuz birbirimizle sevgi dolu ilişkiler içinde yaşamaktır.
- It's also in a lot of cold and sinus medicines.
- Ayrıca pek çok soğuk algınlığı ve sinüs ilacının içinde de bulunur.
- Alice called my name in her head and had my attention at once.
- Alice kafasının içinde ismimi söyledi ve dikkatimi anında çekti.
- No, I'm in a desirable trade.
- Hayır, ben cazip bir işin içindeyim.
- Your family can live here in safety and peace.
- Aileniz burada güven ve huzur içinde yaşayabilir.
- The media and a corporation, in a marketing partnership.
- Medya ve bir şirket, pazarlama ortaklığı içindeler.
- You'll find a kid in it I picked up.
- İçinde benim seçip aldığım bir çocuğu bulacaksın.
- Your body will feel the horror when this takes effect, in a few minutes.
- Bu tesir birkaç dakika içinde ortaya çıktığında vücudunuz dehşeti hissedecektir.
- This mantra is very powerful and brings result in few days.
- Bu mantra çok etkilidir ve birkaç gün içinde sonuç verir.
- In just a few weeks, thousands of square miles of dry desert plains are turned into a watery green grassland.
- Yalnızca birkaç hafta içinde binlerce kilometrekarelik kuru çöl ovaları sulak yemyeşil bir otlağa dönüşüyor.
- In two decades, the earth will be unable to support human life.
- Yirmi yıl içinde Dünya, insan yaşamını destekleyemez hale gelecek.
- This chemical is in lots of things you eat and drink.
- Bu kimyasal, yediğiniz ve içtiğiniz birçok şeyin içinde bulunur.
- Bring the money here in an hour and nothing will happen.
- Parayı bir saat içinde buraya getir, hiçbir şey olmayacak.
- In an hour, the whole town'll be awake, so we have to move fast.
- Bir saat içinde bütün kasaba uyanmış olur, o yüzden hızlı hareket etmeliyiz.
- This mantra is very powerful and brings result in few days.
- Bu mantra çok etkili ve birkaç gün içinde sonuç verir.
- Your body will feel the horror when this takes effect, in a few minutes.
- Bu birkaç dakika içinde etkisini gösterdiğinde vücudunuz dehşeti hissedecek.
- The production was fast and we got everything needed in one package.
- Üretim hızlıydı ve ihtiyacımız olan her şey bir paketin içinde elimizdeydi.
- I have been in theater since 1st grade.
- 1.sınıftan beri tiyatronun içindeyim.
- Your body will feel the horror when this takes effect, in a few minutes.
- Bu birkaç dakika içinde tesir ettiğinde, bedenin dehşeti tadacak.
- In an hour, the whole town'll be awake, so we have to move fast.
- Bir saat içinde bütün kasaba uyanacak, o yüzden hızlı hareket etmeliyiz.
- In a few weeks we are going to start a marketing campaign.
- Birkaç hafta içinde bir pazarlama kampanyası başlatıyoruz.
- But in those three years, nothing has changed.
- Fakat bu üç yıl içinde hiçbir şey değişmedi.
- The media and a corporation, in a marketing partnership.
- Medya ve bir şirket, pazarlama ortaklığı içinde.
- There's hope of a peace conference in a couple of months.
- Birkaç ay içinde bir barış konferansı için umut var.
- You'll find a kid in it I picked up.
- İçinde benim seçtiğim bir çocuk bulacaksın.
- In just a few weeks, thousands of square miles of dry desert plains are turned into a watery green grassland.
- Sadece birkaç hafta içinde, binlerce kilometrekarelik kuru çöl ovaları yemyeşil sulak bir otlağa dönüşür.
- The company managed to double that amount in roughly one year.
- Şirket yaklaşık bir yıl içinde bu miktarı ikiye katlamayı başardı.
- Note that these work in a kind of dynamic tension with one another.
- Bunların birbirleriyle bir tür dinamik gerilim içinde çalıştığını unutmayın.
- There is fundamental goodness in every human being.
- Her insanın içinde temel bir iyilik vardır.
- Close this case in three days, and join the first squad.
- Bu davayı üç gün içinde kapatın ve ilk ekibe katılın.
- Bring the money here in an hour and nothing will happen.
- Paraları bir saat içinde buraya getirirsen hiçbir şey olmaz.
- Experience and sensitivity build up one another in a never-ending cycle.
- Deneyim ve duyarlılık hiç bitmeyen bir döngü içinde birbirini geliştirir.
- He had previously made his plans to return to Israel in the coming few days.
- Önümüzdeki birkaç gün içinde İsrail'e dönme planlarını daha önce yapmıştı.
- Israel had been slaves in Egypt, living a pointless life, working hard in their slavery and serving the idols of Egypt.
- İsrail Mısır'da köleydi, anlamsız bir yaşam sürüyor, kölelik içinde çok çalışıyor ve Mısır'ın putlarına hizmet ediyordu.
- Close this case in three days, and join the first squad.
- Bu dosyayı üç gün içinde kapat ve birinci ekibe katıl.
- In search for synergies, the company merged with another firm a few years later.
- Sinerji arayışı içinde olan şirket, birkaç yıl sonra başka bir firmayla birleşti.
- In two decades, the earth will be unable to support human life.
- Yirmi yıl içinde dünya insan yaşamını destekleyemeyecek hale gelecek.
- In it, the dog can easily take your food and eat it.
- İçindeyken, köpek kolayca yemeğinizi alabilir ve yiyebilir.
- Like two powerful rulers changing places in a continual cycle.
- Sürekli bir döngü içinde yer değiştiren iki kudretli hükümdar gibi.
- Like two powerful rulers changing places in a continual cycle.
- Sürekli bir döngü içinde yer değiştiren iki kudretli kral gibi.
- In a few weeks we are going to start a marketing campaign.
- Birkaç hafta içinde bir pazarlama kampanyası başlatacağız.
- I believe that in every legend or story has some truth.
- Ben her efsane ya da hikayenin içinde bir gerçek olduğuna inanıyorum.
- I promise that I'll be with you in half an hour.
- Yarım saat içinde seninle olacağıma söz veriyorum.
- There's no denying that he looks so funny in that costume.
- O kostümün içinde çok komik göründüğünü kimse inkar edemez.
- I saw many people who had no clothes and I saw many clothes which had no people in them.
- Ne insanlar gördüm giysisi yok, ne giysiler gördüm içinde insan yok.
- The dog was in the box under the table.
- Köpek masanın altındaki kutunun içindeydi.
- Better to give up possessions than to live in discontent with others.
- Başkalarıyla hoşnutsuzluk içinde yaşamaktansa, sahip olduklarından vazgeçmek daha iyidir.
- Somebody's in a good mood.
- Biri iyi bir ruh hali içinde.
- Tell Tom we'll be there in thirty minutes.
- Tom'a 30 dakika içinde orada olacağımızı söyle.
- This is a dangerous state of mind for a man to be in.
- Bu bir erkeğin içinde olabileceği tehlikeli bir ruh hali.
- Tom peeked into the box to see what was in it.
- Tom içinde ne olduğunu görmek için kutuya baktı.
- The man has no house to live in.
- Adamın içinde yaşayabileceği bir evi yok.
- He's in a bad mood.
- O kötü bir ruh hali içinde.
- The light shines in the darkness.
- Işık, karanlığın içinde parlar.
- Tom is going to be here in fifteen minutes.
- Tom on beş dakika içinde burada olacak.
- Don't run around in the room.
- Odanın içinde oraya buraya koşup durma.
- Tom was obviously in pain.
- Tom'un acı içinde olduğu belliydi.
- Something in Dan has changed.
- Dan'in içinde bir şeyler değişti.
- The sun will set in two hours.
- Güneş iki saat içinde batacak.
- Are you in some kind of trouble?
- Bir tür belanın mı içindesin?
- It is in a kitchen.
- Bir mutfağın içinde.
- I'll be ready in just a minute.
- Bir dakika içinde hazır olacağım.
- Ten to one it'll clear up in an hour or so.
- Çok yüksek ihitmalle, bir saat içinde açar.
- Tom will leave in an hour.
- Tom bir saat içinde ayrılacak.
- My dream is to live peacefully in the village.
- Benim hayalim köyde huzur içinde yaşamak.
- We'll be ready to start in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde başlamaya hazır olacağız.
- We're meeting Tom in three hours.
- Biz üç saat içinde Tom'la buluşacağız.
- The keys are in the wardrobe.
- Anahtarlar gardırobun içinde.
- I heard someone call my name in the crowd.
- Kalabalığın içinde birinin adımı söylediğini duydum.
- The vampire came back to life in his coffin.
- Vampir tabutunun içinde hayata döndü.
- Mary asked Tom not to kiss her in public again.
- Mary Tom'dan onu bir daha herkesin içinde öpmemesini istedi.
- Even though my friend was a vegetarian, I didn't tell him that the soup had some meat in it.
- Arkadaşım vejetaryen olmasına rağmen ona çorbanın içinde et olduğunu söylemedim.
- I wish Tom hadn't kissed me in public.
- Keşke Tom beni herkesin içinde öpmeseydi.
- I'll be there in five minutes.
- Beş dakika içinde orada olacağım.
- He lived and died in obscurity.
- Bilinmezlik içinde yaşadı ve öldü.
- He is used to speaking in public.
- O, toplum içinde konuşmaya alışkındır.
- I hope he leaves in a few hours.
- Birkaç saat içinde gideceğini umuyorum.
- The ice melted in the water.
- Buz, su içinde eridi.
- They are leaving in three days, that is to say June 10th.
- Onlar üç gün içinde gidiyorlar. Yani 10 Haziran'da.
- Sami grew up in wealth.
- Sami zenginlik içinde büyüdü.
- I have not heard from Tom in two weeks.
- İki hafta içinde Tom'dan haber almadım.
- This tire doesn't have enough air in it.
- Bu lastiğin içinde yeterli hava yok.
- Let's see what happens in the next couple of years.
- Önümüzdeki birkaç yıl içinde ne olacağını görelim.
- You can travel from Osaka to Tokyo in an hour by plane.
- Uçakla Osaka'dan Tokyo'ya bir saat içinde seyahat edebilirsiniz.
- Everything is in perfect working order.
- Her şey mükemmel düzen içinde çalışıyor.
- I'll be with you in ten minutes.
- On dakika içinde seninle olacağım.
- The Japanese live in harmony with nature.
- Japonlar doğayla uyum içinde yaşarlar.
- Tom doesn't know why Mary was in a bad mood this morning.
- Tom bu sabah Mary'nin neden kötü bir ruh hali içinde olduğunu bilmiyor.
- I have to be at work in three hours.
- Üç saat içinde işte olmak zorundayım.
- He hid in a barrel.
- Bir fıçının içinde gizlendi.
- Tom was laughed at in public.
- Tom'a herkesin içinde gülündü.
- I'll get my diploma in two years.
- İki yıl içinde diplomamı alacağım.
- The water will come to a boil in 5 minutes or so.
- Su, yaklaşık 5 dakika içinde kaynamaya başlayacak.
- I'm meeting them in ten minutes.
- On dakika içinde onlarla buluşuyorum.
- The teacher claimed that he'd have us all speaking fluent French in three months.
- Öğretmen üç ay içinde hepimizi akıcı Fransızca konuşur hale getireceğini iddia ediyordu.
- You can't learn a foreign language in just a couple of weeks.
- Birkaç hafta içinde yabancı bir dil öğrenemezsiniz.
- I have to go shopping; I'll be back in an hour.
- Alışverişe gitmem gerekiyor; bir saat içinde dönerim.
- Let's wait and see what happens in the next couple of weeks.
- Bekleyelim ve önümüzdeki birkaç hafta içinde neler olacağını görelim.
- We don't know what's in there.
- İçinde ne olduğunu bilmiyoruz.
- One who loves danger, shall perish in it.
- Tehlikeyi seven, onun içinde yok olur.
- Why don't you like to speak in your language in public?
- Neden toplum içinde kendi dilinizde konuşmayı sevmiyorsunuz?
- I lost him in the crowd.
- Kalabalığın içinde onu kaybettim.
- Tom is in a very good mood.
- Tom çok iyi bir ruh hali içinde.
- Do you realize the danger you're in?
- İçinde olduğun tehlikenin farkında mısın?
- In a few minutes we'll be landing at New Tokyo International Airport.
- Birkaç dakika içinde yeni Tokyo Uluslararası Havalimanına iniyor olacağız.
- Tom used to be in a relationship with Mary.
- Tom Mary ile bir ilişki içindeydi.
- One mouse is running around in the room.
- Odanın içinde bir fare dolaşıyor.
- He should get to the office in an hour.
- Bir saat içinde ofise gitmeli.
- I'll be back in one hour without fail.
- Bir saat içinde mutlaka geri dönmüş olacağım.
- With deep and reverent awe I replaced the candelabrum in its former position.
- Derin ve saygılı bir huşu içinde şamdanı eski yerine yerleştirdim.
- Tom was in a bad mood yesterday.
- Tom dün kötü bir ruh hali içindeydi.
- What do you have in that box?
- O kutunun içinde neyiniz var?
- He was in deep grief at the death of his wife.
- Karısı öldüğünde o derin bir keder içindeydi.
- He's trying to learn Spanish in a month.
- O bir ay içinde İspanyolca öğrenmeye çalışıyor.
- It is of no use to try to find him in the crowd.
- Kalabalığın içinde onu bulmaya çalışmanın anlamı yok.
- The train will be leaving in five minutes so you had better hurry up.
- Tren beş dakika içinde kalkacak, bu yüzden acele etseniz iyi olur.
- What is in the desk?
- Masanın içinde ne var?
- The ref is going to end the game in two minutes.
- Hakem oyunu iki dakika içinde bitirecek.
- I'll be back in an hour.
- Bir saat içinde geri döneceğim.
- I thought Tom was in on it.
- Ben Tom'un onun içinde olduğunu düşündüm.
- Tom is going to be here in a moment.
- Tom bir süre içinde burada olacak.
- In one day she drinks a litre of coffee.
- Bir gün içinde bir litre kahve içiyor.
- I'm in it for the long haul.
- Uzun vadede bu işin içindeyim.
- I leave in an hour.
- Bir saat içinde gideceğim.
- Tom can do it in 10 minutes.
- Tom on dakika içinde bunu yapabilir.
- I'll call you in about an hour.
- Seni bir saat içinde ararım.
- My flight will depart in an hour.
- Uçağım bir saat içinde kalkacak.
- She is used to speaking in public.
- Toplum içinde konuşmaya alışkındır.
- Tom knew better than to try to kiss Mary in public.
- Tom, Mary'yi herkesin içinde öpmeye çalışmaması gerektiğini biliyordu.
- Tom will be here in five minutes.
- Tom beş dakika içinde burada olacak.
- They found Rachel in great pain.
- Onlar Rachel'i büyük acı içinde buldular.
- He died peacefully in bed at the age of 86.
- Yatağında 86 yaşında huzur içinde öldü.
- See you in three months.
- Üç ay içinde görüşürüz.
- I want to see them in an hour.
- Bir saat içinde onları görmek istiyorum.
- What's in the wallet?
- Cüzdanın içinde ne var?
- This cake tastes like it has cheese in it.
- Bu kekin tadı içinde peynir varmış gibi.
- My son will come from school in an hour.
- Oğlum bir saat içinde okuldan gelecek.
- I'll be back in ten minutes.
- 10 dakika içinde döneceğim.
- I hope he leaves in a few hours.
- Umarım birkaç saat içinde gider.
- I'm meeting Tom in an hour.
- Bir saat içinde Tom'la buluşacağım.
- I'm going to sleep in about an hour.
- Yaklaşık bir saat içinde uyuyacağım.
- She is in a very good mood.
- Çok iyi bir ruh hali içinde.
- Tom is going to do that in a day or two.
- Tom bir iki gün içinde bunu yapacak.
- Language is the world in which men live.
- Dil, insanların içinde yaşadığı dünyadır.
- I really hate to see you in such pain.
- Seni böyle acı içinde görmekten gerçekten nefret ediyorum.
- I was in disbelief.
- İnançsızlık içindeydim.
- Tom is in a bad mood right now.
- Tom şu anda kötü bir ruh hali içinde.
- In the next four years, €15,000,000,000 must be saved.
- Gelecek dört yıl içinde, 15 milyar euro biriktirilmeli.
- We waited in the park for a long time.
- Parkın içinde uzun süre bekledik.
- Why don't you meet me out front in a few minutes?
- Neden birkaç dakika içinde benimle ön tarafta buluşmuyorsun?
- Layla's shirt was covered in blood.
- Layla'nın gömleği kan içindeydi.
- I'll be there in thirty minutes.
- Otuz dakika içinde orada olacağım.
- Fruits have seeds in them.
- Meyvelerin içinde tohumlar var.
- Let's get in touch in another day or two.
- Bir ya da iki gün içinde irtibat kuralım.
- I was in agony.
- Acı içindeydim.
- The three hyenas sat in a circle, reasoning with one another.
- Üç sırtlan birbirlerini ikna etmeye çalışarak bir daire içinde oturdu.
- She solved the task in ten minutes.
- Görevi on dakika içinde çözdü.
- I'll see you in a few months.
- Birkaç ay içinde seni göreceğim.
- In another six months you will be able to speak German fluently.
- Altı ay içinde akıcı bir şekilde Almanca konuşabileceksiniz.
- That man is in a panic.
- Adam panik içinde.
- He looks cute in his uniform.
- O, üniforması içinde şirin görünüyor.
- In all the excitement the 30 minute show-time passed in a flash.
- Tüm bu heyecan içinde 30 dakikalık gösteri süresi bir anda geçti.
- There are only chemicals in that mayo!
- O mayonezin içinde sadece kimyasallar var!
- He lost himself quickly in the crowd.
- Kalabalığın içinde hızla kayboldu.
- I'll be back in twenty minutes or so.
- Yaklaşık yirmi dakika içinde döneceğim.
- I'll meet you in an hour.
- Bir saat içinde buluşuruz.
- They found Tom in the crowd.
- Tom'u kalabalığın içinde buldular.
- This is the hottest summer that we have had in thirty years.
- Bu otuz yıl içinde yaşadığımız en sıcak yaz mevsimi.
- The furniture was covered in dust.
- Mobilyalar toz içindeydi.
- You'll feel better in a few hours.
- Birkaç saat içinde daha iyi hissedeceksin.
- The bus leaves in about two minutes.
- Otobüs iki dakika içinde kalkıyor.
- Each kind of atom has a certain unique number of particles called protons, neutrons, and electrons in it.
- Her atom türünün içinde proton, nötron ve elektron adı verilen belirli sayıda benzersiz parçacık vardır.
- The flutes and violins are playing in unison.
- Flütler ve kemanlar uyum içinde çalıyorlar.
- I'll be back in two hours.
- İki saat içinde dönerim.
- Tom calculated that he had given Mary over 34,000 dollars in the past six months.
- Tom, Mary'ye son altı ay içinde 34.000 dolardan fazla para verdiğini hesapladı.
- Have you been to Boston or Chicago in the past three weeks?
- Son üç hafta içinde Boston ya da Chicago'ya gittin mi?
- I cannot get there in an hour.
- Bir saat içinde oraya varamam.
- Tom doesn't want Mary to kiss him in public.
- Tom herkesin içinde Mary'nin kendisini öpmesini istemiyor.
- They're all in cahoots.
- Hepsi işbirliği içinde.
- Don't speak ill of him in public.
- Milletin içinde onu kötüleme.
- I'll be thirty in a couple of weeks.
- Birkaç hafta içinde otuz yaşında olacağım.
- Mary looks pretty in that dress.
- Mary o elbise içinde güzel görünüyor.
- Doing math is the only socially acceptable way to masturbate in public.
- Matematik yapmak, toplum içinde mastürbasyon yapmanın sosyal olarak kabul edilebilir tek yoludur.
- The library will be closing in ten minutes.
- Kütüphane on dakika içinde kapanacak.
- I want to see her in an hour.
- Bir saat içinde onu görmek istiyorum.
- I used to hate singing in public.
- Eskiden toplum içinde şarkı söylemekten nefret ederdim.
- Tom is too shy to sing in public.
- Tom toplum içinde şarkı söylemek için fazla utangaç.
- In 48 hours, everything will be over!
- 48 saat içinde her şey bitecek!
- Tom will get out of prison in three years.
- Tom üç yıl içinde hapisten çıkacak.
- Tom is meeting Mary in three hours.
- Tom üç saat içinde Mary ile buluşacak.
- You have no idea of how to speak in public.
- Toplum içinde nasıl konuşulacağı hakkında hiçbir fikrin yok.
- Tom died peacefully at his home in Boston in the early hours of the morning.
- Tom sabahın erken saatlerinde Boston'daki evinde huzur içinde öldü.
- You'll see me in 30 minutes.
- Beni 30 dakika içinde göreceksin.
- We're in a recession.
- Biz bir durgunluk içindeyiz.
- The ferry started to move and we were across in half an hour.
- Feribot hareket etmeye başladı ve yarım saat içinde karşıdaydık.
- He answered all the questions in ten minutes.
- Tüm soruları on dakika içinde cevapladı.
- I've never heard Tom sing in public.
- Tom'u toplum içinde şarkı söylerken hiç duymadım.
- She really looks beautiful in a kimono.
- Kimono içinde gerçekten çok güzel görünüyor.
- I will return for you in 20 minutes.
- Senin için 20 dakika içinde döneceğim.
- I'll be back in twenty minutes or so.
- Yirmi dakika içinde döneceğim.
- Tom is in an angry mood.
- Tom kızgın bir ruh hali içinde.
- You will soon get used to speaking in public.
- Yakında herkesin içinde konuşmaya alışacaksın.
- Tom is still in a bad mood.
- Tom hala kötü bir ruh hali içinde.
- I'll pick up Tom in an hour.
- Tom'u bir saat içinde alırım.
- I'll come back for you in thirty minutes.
- Otuz dakika içinde senin için geri geleceğim.
- My flight leaves in less than an hour.
- Uçağım bir saatten az bir süre içinde kalkıyor.
- My friend disappeared like a grey mule in the fog.
- Arkadaşım sisin içinde gri bir katır gibi gözden kayboldu.
- I leave in an hour.
- Bir saat içinde gidiyorum.
- Sami can now die in peace.
- Sami şimdi huzur içinde ölebilir.
- Learning probably takes place in virtually every activity in which we take part.
- Öğrenme, muhtemelen içinde yer aldığımız hemen her faaliyette gerçekleşir.
- In these two or three years, he acquired a large amount of wealth.
- Bu iki ya da üç yıl içinde büyük miktarda servet edindi.
- It is better to die honorably than to live in disgrace.
- Utanç içinde yaşamaktansa onurlu bir şekilde ölmek daha iyidir.
- The bomb was set to go off in thirty minutes.
- Bomba 30 dakika içinde patlayacak şekilde ayarlanmıştı.
- He made fun of me in public.
- O, herkesin içinde benimle alay etti.
- Businesses have created more than 9.7 million private sector jobs in the past 52 months.
- İşletmeler, son 52 ay içinde 9.7 milyondan fazla özel sektör istihdamı yarattılar.
- They seem to be in a bad mood today.
- Bugün kötü bir ruh hali içinde görünüyorlar.
- He is leaving in three days.
- Üç gün içinde ayrılıyor.
- The surgery, performed at our clinic, is over in half an hour.
- Kliniğimizde yapılan ameliyat yarım saat içinde bitecek.
- Tom is afraid of dancing in public.
- Tom toplum içinde dans etmekten korkuyor.
- You can move about in all directions of Space, but you cannot move about in Time.
- Neredeyse Uzayın tüm yönlerinde hareket edebilirsin ancak zaman içinde hareket edemezsin.
- I'll be back in twenty minutes.
- Yirmi dakika içinde döneceğim.
- Can you do that in thirty minutes?
- Onu otuz dakika içinde yapabilir misin?
- She wrote 5 novels in 5 years.
- O, 5 yıl içinde 5 tane roman yazdı.
- You look nice in that dress.
- Bu elbisenin içinde çok hoş görünüyorsun.
- Tom will be leaving for the airport in a few minutes.
- Tom birkaç dakika içinde havaalanına gidecek.
- She will become a doctor in two years.
- İki yıl içinde bir doktor olacak.
- She doesn't wear that jewellery in public.
- O mücevheri herkesin içinde takmıyor.
- Dan opened up the sandwich and found no cheese in it.
- Dan sandviçi açtı ve içinde peynir olmadığını gördü.
- We just want to live in peace.
- Sadece huzur içinde yaşamak istiyoruz.
- Tom looked in consternation at the stain on his shirt.
- Tom şaşkınlık içinde gömleğindeki lekeye baktı.
- The restaurant was fairly empty, so I could read in peace while I ate.
- Restoran oldukça boştu, bu yüzden yemek yerken huzur içinde okudum.
- Let me work in peace.
- Bırak da huzur içinde çalışayım.
- Eleanor though the daughter of a king and brought up in the greatest luxury determined to share misfortune with her husband.
- Eleanor bir kralın kızı olmasına ve büyük bir lüks içinde yetişmiş olmasına rağmen talihsizliği kocasıyla paylaşmaya kararlıydı.
- These shoes have lights in them.
- Bu ayakkabıların içinde ışık var.
- There's a little bit of water in the glass.
- Bardağın içinde biraz su var.
- Tom floated down the river in a barrel.
- Tom bir fıçının içinde nehirde yüzdü.
- I can't get there in an hour.
- Bir saat içinde oraya varamam.
- I must finish my homework in an hour.
- Ödevimi bir saat içinde bitirmeliyim.
- Tom knew there was something in the box, but he didn't know what.
- Tom kutunun içinde bir şey olduğunu biliyordu, ama ne olduğunu bilmiyordu.
- A woman picked my pocket in the crowd.
- Kalabalığın içinde bir kadın cebimi karıştırdı.
- We'll meet again in three hours.
- Biz üç saat içinde tekrar buluşacağız.
- She looked very beautiful in her new dress.
- Yeni elbisesinin içinde çok güzel görünüyordu.
- Tom is in a good mood.
- Tom iyi bir ruh hali içinde.
- Tom might change his mind in a couple of weeks.
- Tom birkaç hafta içinde fikrini değiştirebilir.
- I'll call you back in five minutes.
- Seni beş dakika içinde arayacağım.
- I'm in a bad mood today.
- Bugün kötü ruh hali içindeyim.
- It is very difficult to find happiness in us, and it is quite impossible to find it elsewhere.
- İçimizdeki mutluluğu bulmak oldukça zordur ve onu başka yerde bulmak imkansızdır.
- I'll be ready in just a second.
- Bir saniye içinde hazır olacağım.
- And you are going to raise it in three days?
- Ve siz onu üç gün içinde mi toplayacaksınız?
- She screamed in agony.
- O, acı içinde çığlık attı.
- The leaves will turn red in two or three weeks.
- Yapraklar iki ya da üç hafta içinde kırmızıya dönecek.
- Ice melts in water.
- Buz su içinde erir.
- He'll leave in an hour.
- Bir saat içinde gidecek.
- Tom is going to be meeting Mary in three hours.
- Tom üç saat içinde Mary ile görüşecek.
- Speaking in public was an ordeal for Tom.
- Toplum içinde konuşmak Tom için bir çileydi.
- Tom is supposed to meet Mary in thirty minutes.
- Tom'un otuz dakika içinde Mary ile buluşması gerekiyor.
- Insurance makes us remember that the world we live in isn't completely safe; we might fall ill, face danger or encounter the unexpected.
- Sigorta bize içinde yaşadığımız dünyanın tamamen güvenli olmadığını hatırlatıyor; biz hastalanabiliriz ya da beklenmedik şeylerle karşılaşabiliriz.
- Dan opened up the sandwich and found no cheese in it.
- Dan sandvici açtı ve içinde hiç peynir bulmadı.
- She read the book in one day.
- O, kitabı bir gün içinde okudu.
- I'll be there in about thirty minutes.
- Otuz dakika içinde orada olacağım.
- Can you be here in half an hour?
- Yarım saat içinde burada olabilir misin?
- Speaking in public makes me nervous.
- Toplum içinde konuşmak beni geriyor.
- Tom will be there in thirty minutes.
- Tom otuz dakika içinde orada olacak.
- She's leaving the country in six months.
- Altı ay içinde ülkeyi terk edecek.
- Look, the boys are walking barefoot in the water.
- Bakın, çocuklar suyun içinde çıplak ayakla yürüyor.
- There's a rock in my shoe.
- Ayakkabımın içinde bir taş var.
- She looked happy in her new dress.
- Yeni elbisesinin içinde mutlu görünüyordu.
- I can be there in thirty minutes.
- Otuz dakika içinde orada olabilirim.
- In the course of time, he changed his mind.
- Zaman içinde fikrini değiştirdi.
- In three seconds midnight will strike.
- üç saniye içinde gece yarısı çalacak.
- I can have it ready in three days.
- Üç gün içinde hazırlayabilirim.
- Tom doesn't want Mary to kiss him in public.
- Tom, Mary'nin onu herkesin içinde öpmesini istemedi.
- The dog was covered in mud from head to foot.
- Köpek baştan ayağa çamur içindeydi.
- I am in pain.
- Acı içindeyim.
- He's used to speaking in public.
- Toplum içinde konuşmaya alışkın.
- Tom appears to be in a very good mood.
- Tom çok iyi bir ruh hali içinde görünüyor.
- I'll be back in about three hours.
- Üç saat içinde döneceğim.
- What's in the envelope?
- Zarfın içinde ne var?
- We'll meet in an hour.
- Bir saat içinde buluşacağız.
- We've done it twice in three months.
- Üç ay içinde onu iki kez yaptık.
- In ten minutes, the potatoes will be done.
- On dakika içinde patatesler bitmiş olacak.
- They are living in misery.
- Onlar sefalet içinde yaşıyorlar.
- He's in a bad mood.
- Kötü bir ruh hali içinde.
- I became a retiree after working for forty-five years in a cubicle.
- Kırk beş yıl bir kabin içinde çalıştıktan sonra emekli oldum.
- A sensible man wouldn't say such a thing in public.
- Mantıklı bir adam toplum içinde böyle bir şey söylemez.
- The new equipment enabled us to finish the work in an hour.
- Yeni ekipman, işi bir saat içinde bitirmemizi sağladı.
- It was all over in a matter of seconds.
- Birkaç saniye içinde onun hepsi bitti.
- He does not have a particle of honesty in him.
- İçinde zerre kadar dürüstlük yok.
- I don't like to speak in public.
- Toplum içinde konuşmayı sevmiyorum.
- I'm leaving soon because my bus goes in half an hour.
- Biraz sonra gidiyorum çünkü otobüsüm yarım saat içinde hareket ediyor.
- Tom hid the money he got from Mary in a book.
- Tom bir kitabın içinde Mary'den aldığı parayı sakladı.
- I have a stone in my shoe.
- Ayakkabımın içinde bir taş var.
- This class will be over in ten minutes.
- Bu ders on dakika içinde bitecek.
- He's in the forest.
- Ormanın içinde.
- Did you see the state she was in?
- İçinde bulunduğu durumu gördün mü?
- She is in a very good mood.
- O çok iyi bir ruh hali içinde.
- Ready or not, we have to be on stage in five minutes.
- Hazır ol ya da olma, beş dakika içinde sahnede olmamız gerekiyor.
- Tom seems to be in a good mood today.
- Tom bugün iyi bir ruh hali içinde görünüyor.
- I'll call you in a couple of days.
- Seni birkaç gün içinde ararım.
- Tell Tom I'll be there in 30 minutes.
- Tom'a 30 dakika içinde orada olacağımı söyle.
- She detests speaking in public.
- Toplum içinde konuşmaktan nefret eder.
- She's in a bad mood.
- O kötü bir ruh hali içinde.
- Where do you see yourself in five years?
- Beş yıl içinde kendinizi nerede görüyorsunuz?
- I will be free in ten minutes.
- On dakika içinde boşa çıkarım.
- Dan's body was found in a well with fifty stab wounds.
- Dan'in cesedi elli tane bıçak yarasıyla birlikte bir kuyu içinde bulundu.
- Tom didn't say what else might be in it.
- Tom onun içinde başka ne olabileceğini söylemedi.
- He says the room will be ready in twenty minutes, but I doubt it.
- O, odanın yirmi dakika içinde hazır olacağını söylüyor ama bundan şüpheliyim.
- The bus leaves in five minutes.
- Otobüs, beş dakika içinde ayrılacak.
- You seem to be in a bad mood today.
- Bugün kötü bir ruh hali içinde gibi görünüyorsun.
- I'm drenched in sweat.
- Ter içinde sırılsıklam oldum.
- The whole town was in an uproar.
- Bütün kasaba bir kargaşa içindeydi.
- I don't want to live my life in fear.
- Hayatımı korku içinde yaşamak istemiyorum.
- There are fifty states in the union.
- Birlik içinde 50 eyalet var.
- Mary shivered in her thin blouse.
- Mary ince bluzunun içinde titriyordu.
- I know what's in the bag.
- Çantanın içinde ne olduğunu biliyorum.
- What happens in my head stays in my head.
- Kafamın içinde olanlar, kafamın içinde kalır.
- He insulted me in public.
- Herkesin içinde bana hakaret etti.
- We're all in agreement about that.
- Bu konuda hepimiz uzlaşma içindeyiz.
- The bridge must be built in six months.
- Köprü altı ay içinde inşa edilmeli.
- You can ski and go to the beach in the same day.
- Aynı gün içinde kayak kayıp plaja gidebilirsiniz.
- Coffee prices have jumped almost 50% in six months.
- Kahve fiyatları altı ay içinde neredeyse %50 arttı.
- I leave for Brussels in one hour.
- Bir saat içinde Brüksel'e gidiyorum.
- This river is so polluted that fish can no longer live in it.
- Bu nehir o kadar kirli ki balıklar artık içinde yaşayamıyor.
- Children came running in terror from the different spookhouses along the street.
- Çocuklar cadde boyunca farklı hayalet evlerden dehşet içinde koşarak geliyorlardı.
- This message will explode in three seconds.
- Bu mesaj üç saniye içinde patlayacak.
- At the end of his life, Hokusai lived in misery, alone with his daughter, and worked until his death.
- Hayatının sonunda Hokusai sefalet içinde, kızıyla yalnız yaşadı ve ölene kadar çalıştı.
- He will be back in a day or two.
- O, bir ya da iki gün içinde dönecek.
- Tom will be here in less than an hour.
- Tom bir saat içinde burada olacak.
- He will be back in an hour.
- Bir saat içinde dönecek.
- We'll meet Tom in thirty minutes.
- Biz otuz dakika içinde Tom'la buluşacağız.
- I can be there in 30 minutes.
- Yarım saat içinde orada olabilirim.
- Please be ready in about half an hour, okay?
- Lütfen yaklaşık yarım saat içinde hazır ol, tamam mı?
- The plane takes off in ten minutes.
- Uçak on dakika içinde hareket eder.
- We want to be in the group.
- Grubun içinde olmak istiyoruz.
- I'll be there in a couple of hours.
- Birkaç saat içinde orada olacağım.
- She's in a bad mood.
- Kötü bir ruh hali içinde.
- The dog was in a box under the table.
- Köpek, masanın altındaki bir kutunun içindeydi.
- It's in the well.
- Kuyunun içinde.
- Do you know what's in that box?
- O kutunun içinde ne olduğunu biliyor musun?
- Tom's birthday is in three days.
- Tom'un doğum günü birkaç gün içinde.
- I'll be there in about 30 minutes.
- Yaklaşık 30 dakika içinde orada olacağım.
- That woman was almost always in a bad mood.
- O kadın neredeyse her zaman kötü bir ruh hali içinde.
- I'll be there in about 30 minutes.
- Yaklaşık otuz dakika içinde orada olacağım.
- The leaves will turn red in two or three weeks.
- Yapraklar iki veya üç hafta içinde kızaracak.
- Let me eat in peace.
- Huzur içinde yiyeyim.
- Tom told Mary that he wouldn't be able finish the job in the amount of time she'd given him.
- Tom, Mary'ye işi kendisine verdiği süre içinde bitiremeyeceğini söyledi.
- Tom kissed Mary in public.
- Tom, Mary'i herkesin içinde öptü.
- They're hiding in the woods.
- Onlar ormanın içinde saklanıyor.
- Tom will be back in a second.
- Tom bir saniye içinde dönecek.
- He quickly disappeared in the crowd.
- Kalabalığın içinde hızla kayboldu.
- Tom will be back in a day or two.
- Tom bir ya da iki gün içinde dönecek.
- The country is in crisis.
- Ülke kriz içinde.
- We'll be back in an hour.
- Bir saat içinde döneceğiz.
- Is everything that belongs to you in that chest?
- Sana ait olan her şey o sandığın içinde mi?
- Well, what's in the box?
- Peki, kutunun içinde ne var?
- The dog and the cat are sleeping together in a basket.
- Köpek ve kedi bir sepetin içinde birlikte uyuyorlar.
- I want to get a bank loan in half a year's time - what should I be doing now?
- Altı ay içinde bankadan kredi almak istiyorum; şimdi ne yapmalıyım?
- I didn't know what was in the envelope.
- Zarfın içinde ne olduğunu bilmiyordum.
- I could tell Tom was in a great deal of pain.
- Tom'un büyük bir acı içinde olduğunu söyleyebilirim.
- You look ravishing in that dress.
- O elbisenin içinde çekici duruyorsun.
- Is Tom in on this?
- Tom bu işin içinde mi?
- Tell Tom I'll be there in thirty minutes.
- Tom'a otuz dakika içinde orada olacağımı söyle.
- I can't believe Tom sang in public.
- Tom'un herkesin içinde şarkı söylediğine inanamıyorum.
- It really doesn't matter to me where the water flows, as long as it is not in my wine.
- Benim şarabımın içinde olmadığı sürece suyun nereye aktığı benim için gerçekten önemli değil.
- The new telescope was shipped in a huge wooden box.
- Yeni teleskop büyük bir ahşap kutu içinde gönderildi.
- Tom was writhing in agony.
- Tom acı içinde kıvranıyordu.
- He knows how to behave in public.
- Toplum içinde nasıl davranacağını bilir.
- We'll be back in school in a couple of weeks.
- Birkaç hafta içinde okula döneceğiz.
- That all happened in just three days.
- Hepsi sadece üç gün içinde oldu.
- Tom needs to see you in ten minutes.
- Tom on dakika içinde seni görmek istiyor.
- Our sun will run out of energy in about five billion years.
- Bizim güneşimiz yaklaşık beş milyar yıl içinde enerjisini tüketecektir.
- If a relationship has to be a secret, you shouldn't be in it.
- Bir ilişki gizli olmak zorundaysa, onun içinde olmamalısın.
- My shift's over in a couple of hours.
- Vardiyam birkaç saat içinde bitiyor.
- He seemed to be in a good mood.
- İyi bir ruh hali içinde görünüyordu.
- You look good in that suit.
- O takımın içinde iyi görünüyorsun.
- I'll be back in three hours.
- Üç saat içinde döneceğim.
- You must speak clearly in company.
- Topluluk içindeyken anlaşılır şekilde konuşmalısınız.
- Mary looks good in that red dress.
- Mary o kırmızı elbisenin içinde iyi görünüyor.
- This house is too small to live in.
- Bu ev içinde yaşanamayacak kadar küçük.
- Tom and Mary are getting married in three months.
- Tom ve Mary üç ay içinde evleniyorlar.
- Call me again in two days.
- İki gün içinde beni yeniden ara.
- Why are you in such a bad mood this evening?
- Bu akşam neden böyle kötü bir ruh hali içindesin?
- I'm in a gang.
- Bir çetenin içindeyim.
- Tom is in an awful mood.
- Tom berbat bir ruh hali içinde.
- One can walk to school in ten minutes.
- Biri okula on dakika içinde yürüyebilir.
- I'll call Tom up in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde Tom'u telefonla arayacağım.
- I'll call back in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde geri döneceğim.
- I want to see you in an hour.
- Bir saat içinde seni görmek istiyorum.
- The man was in rags.
- Adam paçavralar içindeydi.
- In a few years, we'll all be doing that.
- Birkaç yıl içinde hepimiz bunu yapıyor olacağız.
- She certainly looks beautiful in a Japanese kimono.
- Japon kimonosu içinde kesinlikle güzel görünüyor.
- If a relationship has to be a secret, you shouldn't be in it.
- Bir ilişkinin gizli kalması gerekiyorsa, içinde olmamalısın.
- In the early days of American history, blacks lived in slavery.
- Amerikan tarihinin ilk günlerinde siyahlar kölelik içinde yaşıyordu.
- They live in peace.
- Huzur içinde yaşıyorlar.
- I'll be back in an hour to check on you again.
- Seni tekrar kontrol etmek için bir saat içinde döneceğim.
- Tom will leave in thirty minutes.
- Tom otuz dakika içinde ayrılacak.
- Tom is going to leave in an hour.
- Tom bir saat içinde ayrılacak.
- I'm leaving in ten minutes.
- On dakika içinde çıkıyorum.
- I'll be back in five minutes.
- Beş dakika içinde geri döneceğim.
- Let's call each other in a day or two.
- Bir iki gün içinde birbirimizi arayalım.
- Nature photos of animals taken in complete tranquility and serenity are truly masterpieces.
- Hayvanların tam bir sükunet ve dinginlik içinde çekilmiş doğa fotoğrafları gerçekten şaheserdir.
- This rash should go away by itself in a couple of weeks.
- Bu isilik birkaç hafta içinde kendiliğinden kaybolmalıdır.
- I have a feeling I'm going to really like living in Boston.
- İçimde Boston'da yaşamaktan gerçekten hoşlanacağıma dair bir his var.
- I'd do it again in a second.
- Onu bir saniye içinde tekrar yapardım.
- I'll pick up Tom in an hour.
- Bir saat içinde Tom'u alacağım.
- Tom has never kissed anyone in public.
- Tom hiç kimseyi herkesin içinde öpmemişti.
- I'll finish it in one hour.
- Bir saat içinde bitireceğim.
- Mary is in a good mood today.
- Mary bugün iyi bir ruh hali içinde.
- I've got accustomed to speaking in public.
- Toplum içinde konuşmaya alıştım.
- I thought I told you to stay in the car.
- Sanırım arabanın içinde kalmanı söylemiştim.
- Tom should be able to do that in three hours.
- Tom üç saat içinde bunu yapabilmelidir.
- She'll be back in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde dönecek.
- The wedding is in two weeks.
- Düğün iki hafta içinde.
- I will call you in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde seni arayacağım.
- Tom should have known better than to kiss Mary in public.
- Tom, Mary'yi herkesin içinde öpmemesi gerektiğini bilmeliydi.
- See you in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde görüşürüz.
- I want to see Tom in an hour.
- Bir saat içinde Tom'u görmek istiyorum.
- In looking through the mist, I caught a glimpse of my future.
- Sisin içinden bakarken, geleceğime dair bir anlık görüntü yakaladım.
- I knew Tom wouldn't be able to learn enough French in just three weeks.
- Sadece üç hafta içinde Tom'un yeterince Fransızca öğrenemeyeceğini biliyordum.
- We will get there in two hours.
- Oraya iki saat içinde varacağız.
- He'll be along in ten minutes.
- On dakika içinde gelecek.
- I'm meeting him in ten minutes.
- O dakika içinde onunla buluşuyorum.
- She's in a fairly bad mood now.
- O, şimdi oldukça kötü bir ruh hali içinde.
- I will come to you in an hour.
- Bir saat içinde sana geleceğim.
- This car is my father's, but in a little while it will be mine.
- Bu araba benim babamın ama kısa bir süre içinde o benim olacak.
- You may change your mind in a couple of weeks.
- Birkaç hafta içinde fikrini değiştirebilirsin.
- This sentence will self-destruct in five seconds.
- Bu cümle beş saniye içinde kendini imha edecek.
- He danced in the fire.
- Ateşin içinde dans etti.
- We did not expect him to finish the task in so short a time.
- Onun bu işi bu kadar kısa bir süre içinde bitirebileceğini ummuyorduk.
- His salary enables him to live in comfort.
- Maaşı onun konfor içinde yaşamasını sağlar.
- Tom needs to see you in ten minutes.
- Tom'un on dakika içinde seni görmesi gerekiyor.
- Tom is going to be back in a day or two.
- Tom bir iki gün içinde dönecek.
- There's some whiskey in that bottle.
- O şişenin içinde biraz viski var.
- The economy is in a slight depression.
- Ekonomi hafif bir bunalım içinde.
- I'm meeting her in ten minutes.
- On dakika içinde onunla buluşuyorum.
- In three seconds midnight will strike.
- Üç saniye içinde gece yarısı olacak.
- I just can't bear to see you in so much pain.
- Seni bu kadar acı içinde görmeye dayanamıyorum.
- Can you finish this in three days?
- Bunu üç gün içinde bitirebilir misin?
- After all the merrymaking, the apartment was in great disarray.
- Tüm eğlenceden sonra daire büyük bir karışıklık içindeydi.
- That's the nicest motor home that I've ever been in.
- Bu şimdiye kadar içinde bulunduğum en güzel karavan.
- I've got an exam in a few minutes, and I'm going to fail for sure.
- Birkaç dakika içinde bir sınavım var, kesin başarısız olacağım.
- This bucket has a hole in it.
- Bu kovanın içinde bir deliği var.
- They worked in perfect harmony with each other.
- Birbirleriyle mükemmel bir uyum içinde çalıştılar.
- Tom was in a lot of pain.
- Tom çok acı içindeydi.
- Money can change a person in a few minutes.
- Para bir insanı birkaç dakika içinde değiştirebilir.
- Nobody's seen Tom in a month.
- Bir ay içinde kimse Tom'u görmedi.
- She lives in comfort.
- O konfor içinde yaşar.
- It was all over in a matter of seconds.
- Her şey birkaç saniye içinde bitti.
- She really looks beautiful in a kimono.
- O bir kimononun içinde gerçekten güzel görünüyor.
- I want to see him in an hour.
- Bir saat içinde onu görmek istiyorum.
- Tom was in a lousy mood.
- Tom kötü bir ruh hali içindeydi.
- He had his pocket picked in the crowd.
- Kalabalığın içinde cebindekileri çaldırdı.
- I will be back in an hour.
- Bir saat içinde döneceğim.
- I'll be over in half an hour.
- Yarım saat içinde geleceğim.
- Tom is going to be here in five minutes.
- Tom beş dakika içinde burada olacak.
- Tom is going to be ready in just a minute.
- Tom bir dakika içinde hazır olacak.
- See you in a couple of minutes.
- İki dakika içinde görüşürüz.
- While the civil war went on, the country was in a state of anarchy.
- İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.
- We lost sight of Jim in the crowd.
- Kalabalığın içinde Jim'i gözden kaybettik.
- I shouldn't eat food that has sugar in it.
- İçinde şeker olan yiyecekleri yememeliyim.
- Tom tripled his investment in six months.
- Tom altı ay içinde yatırımını üçe katladı.
- We never sing in public.
- Asla herkesin içinde şarkı söylemeyiz.
- Can you pay off your loans in a year?
- Kredilerinizi bir yıl içinde ödeyebilir misiniz?
- Don't make a scene in public.
- Herkesin içinde olay çıkarma.
- He brought a chest, in which there were very valuable goods.
- İçinde çok değerli eşyalar olan bir sandık getirdi.
- We are all in terrible danger.
- Hepimiz büyük bir tehlike içindeyiz.
- Start your health care career in less than one year.
- Bir yıldan kısa bir zaman içinde sağlık hizmeti kariyerinize başlayın.
- I was in disbelief.
- Kuşku içindeydim.
- I felt like I was in church.
- Kendimi kilise içinde gibi hissettim.
- The Japanese live in harmony with nature.
- Japonlar doğa ile uyum içinde yaşarlar.
- I can't believe Tom did that in public.
- Tom'un bunu herkesin içinde yaptığına inanamıyorum.
- Tom is going to be back in a day or two.
- Tom bir ya da iki gün içinde dönecek.
- I'll be able to finish it in a day or two.
- Bir ya da iki gün içinde bitirebilirim.
- I have a tarantula in a small terrarium, and I feed it cockroaches.
- Küçük bir teraryum içinde bir tarantulam var ve onu hamamböceği ile besliyorum.
- The missing child was found in two days' time.
- Kayıp çocuk iki gün içinde bulundu.
- I'll be all right in a minute or two.
- Bir ya da iki dakika içinde iyi olacağım.
- There's probably something in the box.
- Kutunun içinde muhtemelen bir şey vardır.
- The town has altered a lot in the last two years.
- Kasaba son iki yıl içinde çok değişti.
- What's this picture doing in your book?
- Bu fotoğraf kitabının içinde ne geziyor?
- Miraculously, all the passengers managed to leave the blazing plane in less than three minutes.
- Mucize eseri olarak, tüm yolcular üç dakikadan daha az süre içinde yanan uçaktan ayrılmayı başardı.
- I'll pick him up in an hour.
- Onu bir saat içinde alacağım.
- There's no way Tom can save up enough money in one year to buy a house.
- Tom'un bir yıl içinde ev alacak kadar para biriktirmesine imkan yok.
- Life is the grave in which I'm turning.
- Hayat, içinde döndüğüm bir mezar.
- She made up her face in 20 minutes.
- O, 20 dakika içinde yüzüne makyaj yaptı.
- Tom will be back in a few minutes.
- Tom birkaç dakika içinde dönecek.
- Tom knows why Mary is in a bad mood.
- Tom, Mary'nin neden kötü bir ruh hali içinde olduğunu biliyor.
- I'll get there in an hour.
- Bir saat içinde oraya ulaşırım.
- The new equipment enabled us to finish the work in an hour.
- Yeni ekipman işi bir saat içinde bitirmemize olanak sağladı.
- One cannot study in such noise.
- Biri böyle bir gürültü içinde çalışamaz.
- Tom and Mary are going to be here in ten minutes.
- Tom ve Mary on dakika içinde burada olacaklar.
- It will be finished in a day or two.
- Bir ya da iki gün içinde bitecek.
- I bet that I can finish this task in an hour's time.
- Bahse girerim bu işi bir saat içinde bitirebilirim.
- Whichever way you may take, you can get to the station in about ten minutes.
- Hangi yoldan giderseniz gidin, yaklaşık on dakika içinde istasyona varabilirsiniz.
- Sami took the shahada in the privacy of his own room.
- Sami odasında mahremiyet içinde şehadet getirdi.
- I will be back in two week's time.
- İki hafta içinde döneceğim.
- Tom will be back in three hours.
- Tom üç saat içinde dönecek.
- Fadil said he heard voices in his head.
- Fadıl kafasının içinde sesler duyduğunu söyledi.
- There is a stone in my shoe.
- Ayakkabımın içinde bir taş var.
- The bus leaves in five minutes.
- Otobüs beş dakika içinde kalkıyor.
- Tom is tired and in a bad mood.
- Tom yorgun ve kötü bir ruh hali içinde.
- It seems like you're in a bad mood this morning.
- Bu sabah kötü bir ruh hali içindesin gibi görünüyorsun.
- You are very pretty in those clothes.
- Sen bu elbiseler içinde çok güzelsin.
- I'm going home in three days.
- Üç gün içinde eve gidiyorum.
- We find ourselves in an impossible situation.
- Kendimizi imkansız bir durumun içinde bulduk.
- I feel like I'm in a fantasy novel.
- Kendimi fantastik bir romanın içinde gibi hissediyorum.
- In the next four years, 15 billion euros must be saved.
- Gelecek dört yıl içinde 15 milyar euro biriktirilmeli.
- He is in the money.
- Paranın içinde.
- I will live in prosperity.
- Refah içinde yaşayacağım.
- We can be there in an hour.
- Bir saat içinde orada olabiliriz.
- How often do the buses run in an hour?
- Otobüsler bir saat içinde ne sıklıkta çalışırlar?
- I'll give you an answer in a day or two.
- Bir iki gün içinde size bir cevap vereceğim.
- I can't believe that Tom was in on it.
- Tom'un da bu işin içinde olduğuna inanamıyorum.
- We'll meet Tom in thirty minutes.
- Tom'la 30 dakika içinde buluşacağız.
- She is in conflict with her father.
- Babasıyla anlaşmazlık içinde.
- The meeting will reconvene in two hours after a brief recess.
- Toplantı, kısa bir aradan sonra iki saat içinde tekrar toplanacak.
- We'll find out in just a minute.
- Sadece bir dakika içinde öğreneceğiz.
- Come back in five minutes.
- Beş dakika içinde geri gel.
- He worked day and night so that his family could live in comfort.
- Ailesi konfor içinde yaşayabilsin diye gündüz ve gece çalıştı.
- Tom and Mary's wedding is in three days.
- Tom ve Mary'nin düğünü birkaç gün içinde.
- Come back in two days.
- İki gün içinde geri gel.
- He had to empty his apartment in two days.
- Dairesini iki gün içinde boşaltmak zorunda.
- I am uncomfortable in these new shoes.
- Bu yeni ayakkabıların içinde rahatsızım.
- Couples don't usually hold hands in public here.
- Burada çiftler genelde toplum içinde el ele tutuşmazlar.
- They are living in misery.
- Sefalet içinde yaşıyorlar.
- Suddenly, Tom grabbed his chest in pain.
- Tom aniden acı içinde göğsünü tuttu.
- Our sun will run out of energy in about five billion years.
- Güneşimizin enerjisi yaklaşık beş milyar yıl içinde tükenecek.
- There were two people in it, one of her girl students and a young man.
- İçinde iki kişi vardı, kız öğrencilerinden biri ve genç bir adam.
- We're going to Hell in a handbasket.
- Bir sepet içinde cehenneme gidiyoruz.
- I can make it in two hours.
- Onu iki saat içinde yapabilirim.
- See you in an hour.
- Bir saat içinde görüşürüz.
- Are you sure there isn't rat meat in that burger?
- O hamburgerin içinde fare eti olmadığına emin misin?
- How many kilometers are there in six miles?
- Altı milin içinde kaç kilometre var?
- I want to see you in your office in half an hour.
- Yarım saat içinde seni ofisinde görmek istiyorum.
- We have to find out what's in the crate.
- Sandığın içinde ne olduğunu bulmalıyız.
- Tom asked what was in the box.
- Tom kutunun içinde ne olduğunu sordu.
- Nobody likes to be made fun of in public.
- Kimse toplum içinde kendisiyle dalga geçilmesinden hoşlanmaz.
- More than 45 million Americans live in poverty.
- 45 milyondan fazla Amerikalı fakirlik içinde yaşıyor.
- Keep me in the loop.
- Beni döngü içinde tutun.
- Tom can solve a Rubik's Cube in less than 30 seconds.
- Tom 30 saniyeden daha az süre içinde Rubik küpünü çözebilir.
- Tom will be here in fifteen minutes.
- Tom on beş dakika içinde burada olacak.
- This work can be finished in half an hour.
- Bu iş yarım saat içinde bitirilebilir.
- Tom is going to be ready in just a minute.
- Tom sadece bir dakika içinde hazır olacak.
- I'll call Tom up in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde Tom'u arayacağım.
- I'm sure there's something in the box.
- Eminim kutunun içinde bir şey vardır.
- From the look on his face, he is in a bad mood now.
- Görünüşe göre o şimdi kötü bir ruh hali içinde.
- I'll pick Tom up in an hour.
- Bir saat içinde Tom'u alırım.
- They'll be here in ten minutes.
- On dakika içinde burada olacaklar.
- A lot can happen in three years.
- Üç sene içinde bir sürü şey yaşanabilir.
- We're meeting in an hour in front of the hotel.
- Bir saat içinde otelin önünde buluşuyoruz.
- He will be here in half an hour.
- Yarım saat içinde burada olacak.
- An autopsy will be done in the next few days.
- Önümüzdeki birkaç gün içinde otopsi yapılacak.
- Tom was in a very good mood.
- Tom çok iyi bir ruh hali içindeydi.
- In an hour my son will come home from school.
- Bir saat içinde oğlum okuldan eve gelecek.
- Tom will be back in about three hours.
- Tom üç saat içinde dönecek.
- Tom has to leave in a few minutes.
- Tom'un birkaç dakika içinde gitmesi gerekiyor.
- My dog and cat live in harmony with each other.
- Köpeğim ve kedim birbirleriyle uyum içinde yaşıyorlar.
- He will be back in a couple of days.
- Birkaç gün içinde dönecek.
- He says the room will be ready in twenty minutes, but I doubt it.
- Odanın yirmi dakika içinde hazır olacağını söylüyor, ama bundan şüpheliyim.
- Dissolve the tablet in a glass of water.
- Tableti bir bardak su içinde erit.
- Do you think you can make out the list in an hour?
- Bir saat içinde listeyi çıkarabileceğini düşünüyor musun?
- You were never in any real danger.
- Hiçbir zaman gerçek bir tehlike içinde olmadın.
- I've been in a similar situation.
- Benzer bir durumun içindeyim.
- She lost herself in the crowd.
- Kalabalığın içinde kendini kaybetti.
- We'll see each other in half an hour.
- Yarım saat içinde görüşürüz.
- I'll be back in five minutes.
- Beş dakika içinde dönerim.
- You're in a bad mood today, aren't you?
- Bugün kötü bir ruh hali içindesin, değil mi?
- Tom gave us something in a small box.
- Tom bize küçük bir kutu içinde bir şey verdi.
- Can you finish this in three days?
- Üç gün içinde bunu bitirebilir misin?
- Ready or not, we have to be on stage in five minutes.
- Hazır ol ya da olma, beş dakika içinde sahnede olmalıyız.
- Tom is meeting Mary in three hours.
- Tom üç saat içinde Mary ile buluşuyor.
- I will call you in an hour.
- Bir saat içinde seni arayacağım.
- My sock has a hole in it.
- Çorabımın içinde bir delik var.
- I'll meet you there in one hour.
- Bir saat içinde orada buluşuruz.
- He'll get there in ten hours.
- On saat içinde orada olacak.
- In a month, the weather won't be as hot as it is now.
- Bir ay içinde, hava şimdi olduğu kadar sıcak olmayacak.
- I'll be back in a month.
- Bir ay içinde geri geleceğim.
- Tom will be awake in an hour.
- Tom bir saat içinde uyanmış olacak.
- They're all in cahoots.
- Onların hepsi işbirliği içinde.
- I'll be back in a few months.
- Birkaç ay içinde döneceğim.
- It's so muggy; I think it will thunder in a short while.
- Hava çok bunaltıcı; sanırım kısa bir süre içinde gök gürleyecek.
- The flutes and violins are playing in unison.
- Flütler ve kemanlar uyum içinde çalıyor.
- We will get there in two hours.
- İki saat içinde orada olacağız.
- The sun will become a red giant in about 5 billion years.
- Güneş yaklaşık 5 milyar yıl içinde kırmızı bir dev olacak.
- Tom is somewhere here in the park.
- Tom parkın içinde bir yerde.
- I believe there's a little cork in that wine.
- O şarabın içinde küçük bir mantar olduğuna inanıyorum.
- This rash should go away by itself in a couple of weeks.
- Bu kızarıklık birkaç hafta içinde kendiliğinden geçer.
- We were in very big trouble.
- Çok büyük bir belanın içindeydik.
- It really doesn't matter to me where the water flows, as long as it is not in my wine.
- Şarabımın içinde olmadığı sürece suyun nereden aktığı benim için gerçekten önemli değil.
- A satellite has to operate in space within massive temperature differences.
- Bir uydu uzayda büyük sıcaklık farklılıkları içinde çalışmak zorundadır.
- Tom asked Mary not to kiss him in public again.
- Tom Mary'den onu bir daha herkesin içinde öpmemesini istedi.
- Tom was in a better mood an hour ago.
- Tom bir saat önce daha iyi bir ruh hali içindeydi.
- I'll call you in a couple of days.
- Birkaç gün içinde seni arayacağım.
- Everybody but me was in a little group of friends.
- Benim dışımda herkes küçük bir arkadaş grubunun içindeydi.
- Tom is going to be back in three hours.
- Tom üç saat içinde dönecek.
- I'm in a good mood today.
- Bugün iyi bir ruh hali içindeyim.
- And I will raise it again in three days.
- Ve onu üç gün içinde tekrar kaldıracağım.
- Tom will be executed in three days.
- Tom üç gün içinde idam edilecek.
- They were covered in blood.
- Kan içindeydiler.
- We are in a fierce competition with that company.
- O şirketle kıyasıya bir rekabet içindeyiz.
- We'll be leaving in a few minutes.
- Biz birkaç dakika içinde ayrılıyor olacağız.
- He will be back in a day or two.
- Bir ya da iki gün içinde dönecek.
- Tom says he'll never sing in public again.
- Tom bir daha asla toplum içinde şarkı söylemeyeceğini söylüyor.
- In the next four years, 15 billion euros must be saved.
- Önümüzdeki dört yıl içinde 15 milyar avro tasarruf edilmeli.
- Don't scold your children in public.
- Çocuklarınızı insan içinde azarlamayın.
- I'll call you back in about thirty minutes.
- Yaklaşık otuz dakika içinde seni geri arayacağım.
- Tom crouched in the bushes.
- Tom çalıların içinde çömeldi.
- I'm meeting him in an hour.
- Onunla bir saat içinde buluşacağım.
- I should be back in two to three weeks.
- İki ya da üç hafta içinde dönmüş olurum.
- Tom said he could do that in a few hours.
- Tom bunu birkaç saat içinde yapabileceğini söyledi.
- I'll be back in four or five days.
- Dört ya da beş gün içinde döneceğim.
- We live in peace.
- Huzur içinde yaşıyoruz.
- Dan vomitted in the car.
- Dan arabanın içinde kustu.
- The small town was in disbelief.
- Küçük kasaba şüphe içinde idi.
- Tom is leaving in thirty minutes.
- Tom 30 dakika içinde ayrılıyor.
- A spontaneous fire started in the hay.
- Samanların içinde kendiliğinden yangın çıktı.
- Mary doesn't ever kiss her husband in public.
- Mary kocasını toplum içinde asla öpmez.
- The concentration of ascorbic acid in the tablet is very low.
- Tablet içinde, askorbik asid konsantrasyonu çok düşüktür.
- My flight will depart in an hour.
- Uçağım bir saat içinde hareket edecek.
- He lay in agony until the doctor arrived.
- Doktor gelene kadar acı içinde yattı.
- Layla was covered in blood.
- Layla kanlar içindeydi.
- Tom is going to meet Mary in three hours.
- Tom üç saat içinde Mary ile buluşacak.
- If our neighbors around the world are in need, let's lend a helping hand.
- Dünyanın dört bir yanındaki komşularımız ihtiyaç içindeyse, yardım eli uzatalım.
- I'll be ready in about thirty minutes.
- Otuz dakika içinde hazır olurum.
- From the look on his face, he is in a bad mood now.
- Yüzündeki ifadeye bakılırsa, şu anda kötü bir ruh hali içinde.
- Japan has changed significantly in the past 50 years.
- Japonya son 50 yıl içinde önemli ölçüde değişti.
- You can probably learn how to do that in about three hours.
- Bunu nasıl yapacağınızı muhtemelen üç saat içinde öğrenebilirsiniz.
- The sisters lived in harmony with each other.
- Kız kardeşler birbirleriyle uyum içinde yaşadı.
- Dinner will be ready in 10 minutes.
- Akşam yemeği 10 dakika içinde hazır olacak.
- I'll be back in just a few minutes.
- Birkaç dakika içinde döneceğim.
- I should be there in an hour.
- Bir saat içinde orada olmalıyım.
- I'm leaving in ten minutes.
- On dakika içinde ayrılıyorum.
- I should be there in half an hour.
- Yarım saat içinde orada olmalıyım.
- Ready or not, the exam begins in ten minutes.
- Hazır olsan da ya da olmasan da, sınav on dakika içinde başlar.
- He lives in comfort.
- Konfor içinde yaşıyor.
- Tom is in a panic.
- Tom panik içinde.
- I'm leaving in ten minutes.
- On dakika içinde gidiyorum.
- My flight back to Boston leaves in three hours.
- Boston'a dönüş uçağım üç saat içinde kalkıyor.
- I'll be back in a sec.
- Bir saniye içinde dönerim.
- We should be there in about thirty minutes.
- Otuz dakika içinde orada olmalıyız.
- I wonder why Tom was in such a bad mood.
- Tom'un neden böyle kötü bir ruh hali içinde olduğunu merak ediyorum.
- I lost half my family in one day.
- Bir gün içinde ailemin yarısını kaybettim.
- She seemed to be wallowing in her grief instead of trying to recover from the disaster.
- Felaketin etkisinden kurtulmaya çalışmak yerine kederinin içinde debeleniyor gibiydi.
- Miracles do exist, but we just don't notice them in the flow of events.
- Mucizeler vardır, ama biz sadece olayların akışı içinde onları fark etmeyiz.
- My flight back to Boston leaves in three hours.
- Boston'a geri giden uçağım üç saat içinde kalkar.
- The books are covered in dust.
- Kitaplar toz içinde.
- In an hour my son will come home from school.
- Bir saat içinde oğlum okuldan eve dönecek.
- This is the best Christmas I've had in years.
- Yıllar içinde yaşadığım en güzel Noel budur.
- I'm going to be back in an hour.
- Bir saat içinde dönmüş olacağım.
- He was in deep grief at the death of his wife.
- Karısının ölümünden dolayı derin bir keder içindeydi.
- I can finally die in peace.
- Sonunda huzur içinde ölebilirim.
- My dog and cat live in harmony with each other.
- Köpeğim ve kedim birbirleriyle uyum içinde yaşarlar.
- He is in an angry mood.
- Öfkeli bir ruh hali içinde.
- In every man there lives a little boy.
- Her insanın içinde küçük bir çocuk yaşar.
- Do I look fat in these pants?
- Bu pantolonun içinde şişman mı görünüyorum?
- I read the whole book in a day.
- Bir gün içinde bütün kitabı okudum.
- He will be back in a couple of days.
- Birkaç gün içinde geri dönecek.
- I just can't bear to see you in so much pain.
- Seni şimdi bu kadar çok acı içinde görmeye dayanamıyorum.
- Tom crossed the river in a boat.
- Tom nehri bir tekne içinde geçti.
- There were creatures lurking in the shadows.
- Gölgelerin içinde saklanmış yaratıklar vardı.
- I'm going to sleep in about an hour.
- Bir saat içinde uyuyacağım.
- I thought Tom was in on it.
- Tom'un da işin içinde olduğunu sanıyordum.
- I'll call back in twenty minutes.
- Yirmi dakika içinde tekrar arayacağım.
- The child was hiding in the box.
- Çocuk kutunun içinde saklanıyordu.
- Tom is going to be back in an hour.
- Tom bir saat içinde dönecek.
- Tom gave Mary $1,000 in a brown paper bag.
- Tom, Mary'e kahverengi bir kese kağıdı içinde 1000 dolar verdi.
- They will arrive at the train station in seven hours.
- Yedi saat içinde tren istasyonuna varacaklar.
- He'll be able to make it in three hours.
- Üç saat içinde yetişebilir.
- I'm looking forward to seeing you in a wedding dress.
- Ben seni bir gelinlik içinde görmek için sabırsızlanıyorum.
- I'm going out in an hour.
- Bir saat içinde çıkıyorum.
- Why can't you just eat in peace?
- Neden huzur içinde yiyemiyorsun?
- The bones remained frozen in the ice.
- Kemikler buzun içinde donmuş halde kaldı.
- How pretty she looks in her new dress!
- Yeni elbisesinin içinde ne kadar hoş duruyor!
- I can be there in ten minutes.
- On dakika içinde orada olabilirim.
- Can you complete the job in two days?
- İşi iki gün içinde bitirebilir misin?
- I'm going to be there in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde orada olacağım.
- Tom saw Mary in her car.
- Tom, Mary'yi arabasının içinde görmüş.
- There's no way Tom can save up enough money in one year to buy a house.
- Bir yıl içinde bir ev almak için Tom'un gerekli parayı biriktirebilmesinin bir yolu yok.
- The train departs in five minutes.
- Tren beş dakika içinde kalkacak.
- The train is supposed to arrive in ten minutes.
- Trenin on dakika içinde gelmesi gerekiyor.
- Tom was covered in blood.
- Tom kanlar içindeydi.
- I'll meet you there in five minutes.
- Beş dakika içinde orada buluşalım.
- In one year there are more than thirty-one million seconds.
- Bir yıl içinde otuz bir milyondan fazla saniye vardır.
- Tom will be here in about thirty minutes.
- Tom 30 dakika içinde burada olacak.
- Tom seemed to be in a good mood today.
- Tom bugün iyi bir ruh hali içinde görünüyordu.
- It'll be dark in an hour.
- Bir saat içinde karanlık olacak.
- Tom may change his mind in a couple of weeks.
- Tom birkaç hafta içinde fikrini değiştirebilir.
- Tom will be here in an hour.
- Tom bir saat içinde burada olacak.
- We'll be there in three hours.
- Üç saat içinde orada olacağız.
- It's impossible to learn English in a month.
- Bir ay içinde İngilizce öğrenmek imkansızdır.
- He answered all the questions in ten minutes.
- O, bütün soruları on dakika içinde cevapladı.
- I'll be back in one hour without fail.
- Bir saat içinde mutlaka döneceğim.
- I haven't talked to Tom in almost a year.
- Neredeyse bir yıl içinde Tom'la konuşmadım.
- Sami was found naked in the closet.
- Sami dolabın içinde çıplak bulundu.
- I lived in happiness.
- Mutluluk içinde yaşadım.
- We'll be moving to Boston in a year.
- Bir yıl içinde Boston'a taşınacağız.
- We can now die in peace.
- Artık huzur içinde ölebiliriz.
- Tom wanted to be in a committed relationship with Mary.
- Tom Mary ile kararlı bir ilişki içinde olmak istedi.
- The building will be completed in a year.
- Bina bir yıl içinde tamamlanacak.
- We're really in a recession.
- Biz gerçekten bir durgunluk içindeyiz.
- It'll be finished in a day or two.
- Bir iki gün içinde biter.
- He was in a bad mood, which was rare for him.
- Kötü bir ruh hali içindeydi, ki bu onun için nadir bir durumdu.
- That child grew a lot in a short amount of time.
- O çocuk kısa süre içinde çok büyüdü.
- I'll make sure you get the raise in a year.
- Bir yıl içinde mutlaka zam almanı sağlayacağım.
- Tom was still in his pajamas and bathrobe when I got here this morning.
- Bu sabah buraya geldiğimde Tom hâlâ pijamasının ve bornozunun içindeydi.
- Tom wanted to be in a committed relationship with Mary.
- Tom, Mary ile kararlı bir ilişki içinde olmak istedi.
- I lived in happiness.
- Ben mutluluk içinde yaşadım.
- He will learn to do it in three hours.
- Onu yapmayı üç saat içinde öğrenir.
- Farting in public is viewed as impolite.
- Toplum içinde yellenmek kabalık olarak görülür.
- You'd look good in that dress.
- O elbisenin içinde iyi görünürdün.
- I'll call you up again in an hour.
- Bir saat içinde seni tekrar arayacağım.
- Tom knew he was in serious trouble.
- Tom ciddi bir sıkıntı içinde olduğunu biliyordu.
- Tom saw Mary standing in the crowd.
- Tom Mary'yi kalabalığın içinde ayakta dururken gördü.
- We'll get on the airplane in an hour.
- Bir saat içinde uçağa bineceğiz.
- I'll be ready in a few moments.
- Birkaç dakika içinde hazır olurum.
- She finished her homework in an hour.
- Ödevini bir saat içinde bitirdi.
- I should be there in less than three hours.
- Üç saatten az bir süre içinde orada olmalıyım.
- Meet me at my office in fifteen minutes.
- On beş dakika içinde benimle ofisimde buluş.
- He is accustomed to speaking in public.
- Toplum içinde konuşmaya alışkın.
- We're getting married in three months.
- Üç ay içinde evleniyoruz.
- Tom told me I didn't look good in blue.
- Tom bana maviler içinde iyi görünmediğimi söyledi.
- They will arrive at the train station in seven hours.
- Yedi saat içinde tren istasyonuna ulaşacaklar.
- My hand is in warm water.
- Elim sıcak suyun içinde.
- The restaurant was fairly empty, so I could read in peace while I ate.
- Restoran oldukça boştu, bu yüzden yemek yerken huzur içinde kitap okuyabildim.
- The Narita Express will take you directly to Tokyo Station in approximately 90 minutes.
- Narita Ekspresi sizi yaklaşık 90 dakika içinde doğrudan Tokyo İstasyonu'na götürecektir.
- My heart is in pain.
- Kalbim acı içinde.
- We have to do the work in a day.
- Biz işi bir gün içinde yapmak zorundayız.
- Sami converted to Islam in five minutes.
- Sami beş dakika içinde Müslüman oldu.
- I heard voices in my head.
- Kafamın içinde sesler duydum.
- We'll take off in a few minutes.
- Birkaç dakika içinde kalkacağız.
- It will be difficult for him to speak in public.
- Toplum içinde konuşmak onun için zor olacak.
- You're in serious danger.
- Ciddi bir tehlike içindesin.
- I'll be with you in just a second.
- Bir saniye içinde seninle olacağım.
- Don't run around in the room.
- Odanın içinde koşuşturmayın.
- I ate half the apple before I noticed there was a worm in it.
- İçinde bir kurt olduğunu fark etmeden önce elmanın yarısını yedim.
- He was in a bad mood, which was rare for him.
- O kötü bir ruh hali içinde, bu onun için nadirdi.
- I have to be at work in three hours.
- Üç saat içinde işte olmam gerekiyor.
- This is the house in which I was born and brought up.
- İçinde doğduğum ve büyüdüğüm ev budur.
Show More (1097)
|
2 |
in |
göre |
prep. |
|
- In the presidency's view, this forum could take either of two forms.
- Başkanlığın görüşüne göre bu forum iki şekilde olabilir.
- In my view, it is crucial for us to be well acquainted with this political commitment, this clear line.
- Benim görüşüme göre, bu siyasi taahhüdü, bu net çizgiyi iyi bilmemiz çok önemlidir.
- In my view, services of general interest serve social cohesion.
- Benim görüşüme göre, genel menfaatlere yönelik hizmetler sosyal uyuma hizmet eder.
- However, in my view, this reaction overshoots the commercial goals pursued by professional clubs.
- Ancak benim görüşüme göre bu tepki, profesyonel kulüpler tarafından takip edilen ticari hedefleri aşmaktadır.
- To my mind, the rapporteur’s belief in the central importance of guaranteeing compensation is particularly impressive.
- Bana göre raportörün tazminatın garanti altına alınmasının merkezi önemine olan inancı özellikle etkileyicidir.
- This is, in my view, proof that the Hindu-Muslim coalition is still respecting democratic values.
- Bana göre bu, Hindu-Müslüman koalisyonunun hala demokratik değerlere saygı duyduğunun kanıtıdır.
- What is also lacking, in my view, is a recognisable and clear-cut European identity for higher education.
- Benim görüşüme göre eksik olan bir diğer husus da yüksek öğrenim için tanınabilir ve net bir Avrupa kimliğidir.
- And this is why this report is so important, in my view.
- Bana göre bu raporun bu kadar önemli olmasının nedeni de budur.
- In my view, this presupposes strong and independent consumer protection organisations.
- Benim görüşüme göre bu, güçlü ve bağımsız tüketici koruma örgütlerini öngörmektedir.
- The compromise that has been thrashed out and the three corresponding amendments are therefore, in my view, inadequate.
- Bu nedenle, varılan uzlaşma ve buna karşılık gelen üç değişiklik benim görüşüme göre yetersizdir.
- This is a good result, in my view.
- Bana göre bu iyi bir sonuç.
- This is not wise, in my view.
- Benim görüşüme göre bu akıllıca değil.
- In my view the report is very focused.
- Benim görüşüme göre rapor çok odaklı.
- It is also, in my view, important to encourage the Bank to tailor its policies to local circumstances.
- Bana göre Banka'nın politikalarını yerel koşullara göre şekillendirmesini teşvik etmek de önemlidir.
- In my view, there is also a difficulty on the legal base.
- Bana göre yasal zeminde de bir sıkıntı var.
- In my judgment, this is possible.
- Benim kanaatime göre bu mümkündür.
- In my view, the Commission proposal does not meet these criteria.
- Benim görüşüme göre, Komisyon teklifi bu kriterleri karşılamamaktadır.
- In my view, it would not be wise to have such a definition of socialist achievements.
- Benim görüşüme göre sosyalist başarıların böyle bir tanımını yapmak akıllıca olmayacaktır.
- In my view, we have built in too much technocracy and not enough politics this time round.
- Benim görüşüme göre, bu sefer çok fazla teknokrasi ve yeterince siyaset inşa ettik.
- In our view, these are crucial elements to address before we can embark on new partnerships with developing countries.
- Bize göre bunlar, gelişmekte olan ülkelerle yeni ortaklıklara başlamadan önce ele alınması gereken önemli unsurlardır.
- In my view, travelling to the European Union unhindered takes priority.
- Benim görüşüme göre Avrupa Birliği'ne engelsiz seyahat etmek önceliklidir.
- In our view, there are too few resources.
- Bizim görüşümüze göre, çok az kaynak vardır.
- It is my impression that this intolerable situation is not manifesting itself in Greece alone.
- Edindiğim izlenime göre bu tahammül edilemez durum sadece Yunanistan'da kendini göstermiyor.
- In my view, it does not, however, extend to include, for example, hazardous substances produced in mining.
- Ancak bana göre bu oran, örneğin madencilikte üretilen tehlikeli maddeleri kapsayacak kadar geniş değildir.
- This is, in my view, the objective we are seeking.
- Bana göre aradığımız hedef de budur.
- This is, in my view, how we must understand it.
- Bana göre bunu bu şekilde anlamalıyız.
- Indeed, in my view, it is a great credit to the European Union and this House.
- Bana göre bu, Avrupa Birliği ve bu Meclis için büyük bir övünç kaynağıdır.
- Indeed, in my view, it is a great credit to the European Union and this House.
- Gerçekten de bana göre bu, Avrupa Birliği ve bu Meclis için büyük bir övgüdür.
- In my view, there is only one important question left today.
- Bana göre bugün geriye tek bir önemli soru kalmıştır.
- All other options, that is, the various proposed opt-outs, do not, in my judgment, guarantee this.
- Diğer tüm seçenekler, yani önerilen çeşitli muafiyetler, benim görüşüme göre bunu garanti etmemektedir.
- I am sorry to say that, in my view, the changeover to the single currency has been forced through.
- Üzülerek belirtmeliyim ki bana göre, tek para birimine geçiş zorlanmıştır.
- You have tabled the questions, a great many questions and the right ones, in my view.
- Bana göre çok sayıda ve doğru olan soruları yönelttiniz.
- It is our opinion that this should be adjusted in the Treaty of Accession.
- Bizim görüşümüze göre bu husus Katılım Antlaşması'nda düzenlenmelidir.
- In my view, this is unacceptable and this attitude must change.
- Benim görüşüme göre bu kabul edilemez ve bu tutum değişmelidir.
- That is a very honourable position in my view.
- Benim görüşüme göre bu çok onurlu bir tutumdur.
- In my judgment, the constitutional treaty must give its own answer to the question contained in the report.
- Bana göre anayasal antlaşma, raporda yer alan soruya kendi cevabını vermelidir.
- This is Europe's role in my view but, once again, this time we have failed to realise it.
- Bana göre Avrupa'nın rolü budur ancak bizler bir kez daha, bu sefer de bunu gerçekleştiremedik.
- In the opinion of the Presidency, the negotiations were successful.
- Başkanlığın görüşüne göre müzakereler başarılı olmuştur.
- In my view, the next French Government should be concerned by this.
- Bana göre bir sonraki Fransız Hükümeti bu konuyla ilgilenmelidir.
- In my view sufficient account has not been taken of this and that is why I have voted against.
- Benim görüşüme göre bu husus yeterince dikkate alınmamıştır ve bu nedenle karşı oy kullandım.
- In my view, there is not enough about personal privacy and the protection of individuals.
- Bana göre kişisel mahremiyet ve bireylerin korunması konusunda yeterli değil.
- In my view, this would be a complete misapprehension, but it can be rectified.
- Benim görüşüme göre bu tam bir yanlış anlama olacaktır ancak düzeltilebilir.
- In my view, the problems that remain are at the level of open coordination.
- Benim görüşüme göre geriye kalan sorunlar açık koordinasyon düzeyindedir.
- In my view, this evidence cannot be contested.
- Benim görüşüme göre bu kanıtlara itiraz edilemez.
- This is, in my view, how we must understand it.
- Benim görüşüme göre olayı bu şekilde anlamalıyız.
- In my view, the rapporteur has handled the topic of religious freedom in his articles very proficiently.
- Bana göre raportör makalelerinde din özgürlüğü konusunu son derece yetkin bir şekilde ele almıştır.
- In my view, Parliament has fought with him a successful battle towards a breakthrough in Doha on this score.
- Bana göre Parlamento, Doha'da bu konuda bir ilerleme sağlanması için başarılı bir mücadele vermiştir.
- In my view, strengthening its administrative capacity is the most important priority.
- Bana göre, idari kapasitenin güçlendirilmesi en önemli önceliktir.
- In my view, the solution we need is long-term.
- Benim görüşüme göre ihtiyacımız olan çözüm uzun vadelidir.
- 'Euro' will, in my view, become the affirmative word of 2002.
- Benim görüşüme göre 'Euro' 2002 yılının olumlu kelimesi olacak.
- These tighten the definition in such a way that, in my view, software as such is excluded.
- Bunlar tanımı öyle bir şekilde daraltıyor ki, benim görüşüme göre, yazılım bu tanımın dışında kalıyor.
- Yet, these same States today are not, in my view, being particularly reasonable.
- Ancak, aynı Devletler bugün bana göre pek de makul davranmamaktadırlar.
- It is, in my view, very important that we should provide an opportunity for follow-up next year.
- Benim görüşüme göre önümüzdeki yıl takip için bir fırsat sağlamamız çok önemlidir.
- In my view, this presupposes strong and independent consumer protection organisations.
- Benim görüşüme göre bu, güçlü ve bağımsız tüketici koruma kuruluşlarını gerektirir.
- To do this, in my view, is already a fair challenge.
- Bana göre bunu yapmak zaten adil bir meydan okumadır.
- In our view, the proposal exceeds, firstly, the legislative competence of the European Union.
- Bizim görüşümüze göre, teklif öncelikle Avrupa Birliği'nin yasama yetkisini aşmaktadır.
- This ought not to pose a great problem, in my view.
- Benim görüşüme göre bu büyük bir sorun teşkil etmemelidir.
- This, in my view, wonderfully reflects the rapporteur's true intention.
- Bana göre bu, raportörün gerçek niyetini harika bir şekilde yansıtmaktadır.
- To do this, in my view, is already a fair challenge.
- Benim görüşüme göre bunu yapmak zaten adil bir meydan okumadır.
- In my view, a person's blood, tissue and organs ought not to be commodities.
- Benim görüşüme göre bir kişinin kanı, dokusu ve organları meta olmamalıdır.
- This, in my view, is yet another example of the nanny super-state, where Brussels supposedly knows best.
- Bana göre bu, Brüksel'in en iyisini bildiği varsayılan dadı süper devletinin bir başka örneğidir.
- Such a misconception is indicative of a general problem which, in my view, we are facing in our committee.
- Böyle bir yanılgı, bana göre komitemizde karşı karşıya olduğumuz genel bir sorunun göstergesidir.
- In the European Union's view, modernity in Europe is inextricably linked to the democratic constitutional state.
- Avrupa Birliği'nin görüşüne göre Avrupa'da modernite, demokratik anayasal devletle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.
- In my view, the intention to promote local agricultural development is vital.
- Benim görüşüme göre, yerel tarımsal kalkınmayı teşvik etme niyeti hayati önem taşımaktadır.
- In my view, this is a text ridden with errors and omissions.
- Bana göre bu, hatalar ve eksikliklerle dolu bir metindir.
- In my view, such a country does not belong in ASEAN and in the ASEM group.
- Benim görüşüme göre böyle bir ülke ASEAN'a ve ASEM grubuna ait değildir.
- First, in my view, we must respect the rules of democracy.
- İlk olarak, benim görüşüme göre, demokrasinin kurallarına saygı göstermeliyiz.
- In my view, we have a genuine problem here as well.
- Benim görüşüme göre, burada da gerçek bir sorunumuz var.
- That is why this is, in my view, such an important item on the EU's agenda.
- İşte bu nedenle, bana göre bu konu AB'nin gündeminde çok önemli bir yer tutmaktadır.
- In my view, the package is looking better now all in all.
- Benim görüşüme göre, paket şimdi daha iyi görünüyor.
- In our view, the second crucial point is the exchange of information, on which Eurogroup members have made a start.
- Bize göre ikinci önemli nokta, Eurogroup üyelerinin bir başlangıç yaptığı bilgi alışverişidir.
- In our view, following existing practice will promote streamlining.
- Bizim görüşümüze göre, mevcut uygulamaların sürdürülmesi kolaylaştırmayı teşvik edecektir.
- In our view, this would introduce bureaucratic burdens without improving safety.
- Bizim görüşümüze göre bu, güvenliği artırmaksızın bürokratik yükler getirecektir.
- This is unacceptable in my view.
- Benim görüşüme göre bu kabul edilemez.
- In my view, the number of joint committees could be cut down even further.
- Benim görüşüme göre ortak komitelerin sayısı daha da azaltılabilir.
- In our view, the amount of this aid is derisory.
- Bizim görüşümüze göre, bu yardımın miktarı yetersizdir.
- In my view, communication and information are crucial in this connection.
- Benim görüşüme göre, iletişim ve bilgilendirme bu bağlamda hayati önem taşımaktadır.
- Indeed, censoring fantasy is taking things too far in our view.
- Aslında, fanteziyi sansürlemek bize göre işi çok ileri götürmektir.
- This concept is, in my view, wide open to misuse.
- Bana göre bu kavram suiistimale çok açık.
- This means balancing things out, in my view.
- Bu benim görüşüme göre işleri dengelemek anlamına geliyor.
- In my view the White Paper tends to neglect this aspect.
- Benim görüşüme göre Beyaz Kitap bu hususu ihmal etme eğilimindedir.
- I should, however, like to emphasise that, in my view, the individual Member States have an important role to play here.
- Bununla birlikte, benim görüşüme göre, Üye Devletlerin burada oynayacakları önemli bir rol olduğunu vurgulamak isterim.
- In our experience during our short presidency, that is what we had to spend most time on.
- Kısa başkanlık dönemimizdeki deneyimlerimize göre, en çok zaman harcamamız gereken konu buydu.
- In my view, this is a good departure point for dealing with future difficulties.
- Bana göre bu, gelecekteki zorluklarla başa çıkmak için iyi bir başlangıç noktasıdır.
- In my view, this exceeds the parameters of the legal basis.
- Benim görüşüme göre bu, yasal dayanağın parametrelerini aşmaktadır.
- In my view, quite a few options are still left open.
- Benim görüşüme göre, pek çok seçenek hala açık bırakılmıştır.
- In my view, this is a good departure point for dealing with future difficulties.
- Benim görüşüme göre bu, gelecekteki zorluklarla başa çıkmak için iyi bir başlangıç noktasıdır.
- This is precisely our task, and in my view, with this directive, we have achieved this goal.
- Bizim görevimiz de tam olarak budur ve bana göre bu yönerge ile bu amaca ulaşmış bulunuyoruz.
- In my view, today we are in a constructive phase of the discussions.
- Bana göre bugün tartışmaların yapıcı bir aşamasındayız.
- In my view, these demands are quite legitimate.
- Bana göre bu talepler oldukça meşrudur.
- In my view, the White Paper tends to neglect this aspect.
- Benim görüşüme göre, Beyaz Kitap bu hususu ihmal etme eğilimindedir.
- In my view, Doris Pack pointed the right way forward here.
- Bana göre Doris Pack burada doğru yolu işaret etmiştir.
- In my view, there are three specific issues.
- Benim görüşüme göre üç özel konu var.
- This is, in my view, the objective we are seeking.
- Benim görüşüme göre aradığımız hedef de budur.
- This line of thinking leads to an approach, which, in our view, is heading in the right direction.
- Bu düşünce tarzı, bize göre doğru yönde ilerleyen bir yaklaşıma yol açmaktadır.
- In my view this is, for the present, a bridge too far.
- Benim görüşüme göre bu şimdilik çok uzak bir köprü.
- In my view, this is also the reason why the European Commission funded most of those taking part in the forum.
- Benim görüşüme göre Avrupa Komisyonu'nun foruma katılanların çoğunu finanse etmesinin nedeni de budur.
- What is now being proposed in the Garrett Report, which in my opinion can only be supported, is only the first step.
- Şu anda Garrett Raporu'nda önerilen ve benim görüşüme göre sadece desteklenebilecek olan şey sadece ilk adımdır.
- In my judgment, this is about changing the culture.
- Bana göre bu, kültürü değiştirmekle ilgili.
- That is, in my view and that of my group, reason enough.
- Benim ve grubumun görüşüne göre bu yeterli bir sebeptir.
- In my view, this additional burden on the stocks is unacceptable, certainly if quotas were to dwindle even further.
- Benim görüşüme göre rezervler üzerindeki bu ilave yük kabul edilemez, özellikle de kotalar daha da azalacaksa.
- The answer, in my view, is 'yes'.
- Benim görüşüme göre cevap 'evet'tir.
- In my view, this will be a constant process, and so it should be.
- Benim görüşüme göre bu sürekli bir süreç olacaktır ve öyle de olmalıdır.
- We have, in my judgment, taken a great step forward in the area of aviation safety.
- Bana göre havacılık güvenliği alanında ileriye doğru büyük bir adım attık.
- In our view, corporate research should be funded from company profits, not the public purse.
- Bizim görüşümüze göre kurumsal araştırmalar kamu kesesinden değil şirket karlarından finanse edilmelidir.
- In my view, it also emphasises precisely the educational side of sport, something which I very much applaud.
- Bana göre bu aynı zamanda sporun eğitici yönünü de vurguluyor ki ben bunu çok takdir ediyorum.
- In my view, travelling to the European Union unhindered takes priority.
- Benim görüşüme göre, Avrupa Birliği'ne engelsiz seyahat etmek önceliklidir.
- In my view, the result expected in Brussels at this stage appears to be dreadful.
- Benim görüşüme göre bu aşamada Brüksel'de beklenen sonuç korkunç görünüyor.
- In my view, we need to develop European insurance systems.
- Bana göre Avrupa sigorta sistemlerini geliştirmemiz gerekiyor.
- In my view, the activities we have under way are, then, particularly wide-ranging.
- Benim görüşüme göre, yürütmekte olduğumuz faaliyetler özellikle geniş kapsamlıdır.
- This is a huge step forward in my view.
- Bu benim görüşüme göre ileriye doğru atılmış büyük bir adımdır.
- But, in my book, the Commission report is a real step backwards.
- Ancak, benim kitabıma göre, Komisyon raporu gerçek bir geri adımdır.
- In my view, that can only be the Commission.
- Benim görüşüme göre bu sadece Komisyon olabilir.
- This is no doubt admirable and important, but in my view it should happen in a completely different manner.
- Bu şüphesiz takdire şayan ve önemlidir ancak benim görüşüme göre tamamen farklı bir şekilde gerçekleşmelidir.
- In my view, we must also recognise that Kaliningrad must not be a reason for enlargement to fail.
- Bana göre Kaliningrad'ın genişlemenin başarısız olması için bir neden olmaması gerektiğini de kabul etmeliyiz.
- This must, in my view, be that of the social market economy.
- Benim görüşüme göre bu, sosyal piyasa ekonomisinin bir gereği olmalıdır.
- In my view, today the multilateral approach still deserves to take priority over regional initiatives.
- Bana göre bugün çok taraflı yaklaşım, bölgesel girişimlere göre hala öncelikli olmayı hak etmektedir.
- This is an untenable situation, in my view.
- Bana göre bu savunulamaz bir durumdur.
- This report, in my view, makes important suggestions that help contribute to this process.
- Bana göre bu rapor, bu sürece katkıda bulunmaya yardımcı olacak önemli önerilerde bulunmaktadır.
- In my view, the Commission did a good job in Johannesburg.
- Bana göre Komisyon Johannesburg'da iyi bir iş çıkardı.
- This concept is, in my view, wide open to misuse.
- Bana göre bu kavram kötüye kullanıma çok açık.
- In my view, the solution we need is long-term.
- Bana göre ihtiyacımız olan çözüm uzun vadelidir.
- That era should finally come to an end, in my view.
- Benim görüşüme göre bu dönem nihayet sona ermelidir.
- This must, in my view, be accompanied by a reduction in the length of drug patents in poor countries.
- Benim görüşüme göre buna, yoksul ülkelerdeki ilaç patentlerinin süresinin kısaltılması eşlik etmelidir.
- As far as the specific content of this resolution is concerned, there is only one conclusion possible, in my view.
- Bu kararın spesifik içeriği söz konusu olduğunda, benim görüşüme göre sadece tek bir sonuç mümkündür.
- This is where, in my view, the Commission is meant to be able to intervene and should be in a position to do so.
- Benim görüşüme göre Komisyon'un müdahale edebilmesi gereken ve bunu yapabilecek konumda olması gereken yer de burasıdır.
- In my view, however, it is not because the money is public money that fish are disappearing!
- Ancak benim görüşüme göre, balıkların yok olmasının nedeni paranın kamu parası olması değil!
- In my view, both the Council and the Commission's positions are unacceptable.
- Benim görüşüme göre hem Konseyin hem de Komisyonun tutumları kabul edilemez.
- In my view, granting the Commission discharge at this stage sends out the wrong signal.
- Benim görüşüme göre Komisyonun bu aşamada ibra edilmesi yanlış bir sinyaldir.
- This is often a disgrace in my view.
- Benim görüşüme göre bu çoğu zaman bir utanç kaynağıdır.
- Indeed, in my view, it is not enough to revise the rules for implementing the Pact.
- Benim görüşüme göre Pakt'ın uygulanmasına ilişkin kuralları gözden geçirmek yeterli değildir.
- In my view, there are three specific issues.
- Benim görüşüme göre, üç özel konu var.
- This is, in my view, an incredibly important message.
- Bana göre bu son derece önemli bir mesajdır.
- In my personal view, we never shall have uniform criminal law.
- Benim kişisel görüşüme göre, hiçbir zaman tek tip bir ceza hukukuna sahip olamayacağız.
- In my view, we need very clear European legislation in this area.
- Bana göre, bu alanda çok net bir Avrupa mevzuatına ihtiyacımız var.
- In my view, granting the Commission discharge at this stage sends out the wrong signal.
- Benim görüşüme göre, Komisyon'un bu aşamada görevden alınmasına izin verilmesi yanlış sinyal göndermektedir.
- This is an essential point, in our view.
- Bize göre bu önemli bir noktadır.
- Incinerating everything is not recovery, in the opinion of my group.
- Grubumun görüşüne göre her şeyi yakmak iyileşme değildir.
- In our view, this should not have happened.
- Bizim görüşümüze göre bu olmamalıydı.
- In my view, services of general interest serve that social cohesion.
- Benim görüşüme göre, genel menfaatlere yönelik hizmetler sosyal uyuma hizmet etmektedir.
- In my view, we ourselves should be precise, honest and coherent here so that progress is achieved.
- Benim görüşüme göre ilerleme kaydedilebilmesi için bizler de burada kesin, dürüst ve tutarlı olmalıyız.
- In my view, this is unacceptable, and this attitude must change.
- Benim görüşüme göre bu kabul edilemez ve bu tutum değişmelidir.
- In our view, some progress has been made and some positive decisions were taken at the G8 summit.
- Bize göre G8 zirvesinde bazı ilerlemeler kaydedilmiş ve bazı olumlu kararlar alınmıştır.
- In my view, we should thus be in a position to conduct the negotiations in a way which makes this possible.
- Benim görüşüme göre müzakereleri bunu mümkün kılacak şekilde yürütebilecek bir konumda olmalıyız.
- This is, in my view, a clear and transparent stance, which we must sustain at all costs.
- Bana göre bu, her ne pahasına olursa olsun sürdürmemiz gereken açık ve şeffaf bir duruştur.
- In my view, employment is not a goal in itself as far as the Bank is concerned.
- Benim görüşüme göre, Banka söz konusu olduğunda istihdam kendi başına bir hedef değildir.
- In my own experience, labelling materially affects one's decision.
- Kendi deneyimlerime göre etiketleme kişinin kararını önemli ölçüde etkilemektedir.
- In my view, that is essential.
- Bana göre bu çok önemlidir.
- In my view, every democracy in the world should have a place in these international institutions.
- Bana göre dünyadaki her demokrasinin bu uluslararası kurumlarda bir yeri olmalıdır.
- In my view, this is the wrong approach.
- Bana göre bu yanlış bir yaklaşım.
- In the view of my group, that is unacceptable.
- Benim grubumun görüşüne göre bu kabul edilemez.
- This is, in my view, a clear and transparent stance, which we must sustain at all costs.
- Bana göre bu, ne pahasına olursa olsun sürdürmemiz gereken açık ve şeffaf bir duruştur.
- In my view, this will be a constant process, and so it should be.
- Benim görüşüme göre bu devamlılığı olan bir süreç olacaktır ve öyle de olmalıdır.
- In their view, this is a downright political assassination.
- Onlara göre bu düpedüz siyasi bir suikasttır.
- This is not acceptable, in my view.
- Benim görüşüme göre bu kabul edilemez.
- In my view, there is also a difficulty on the legal base.
- Benim görüşüme göre, yasal zeminde de bir zorluk var.
- In my view, an injustice has been done to them.
- Benim görüşüme göre, onlara bir haksızlık yapılmıştır.
- In my judgment, the constitutional treaty must give its own answer to the question contained in the report.
- Benim görüşüme göre, anayasal antlaşma raporda yer alan soruya kendi cevabını vermelidir.
- It is, in our view, important that an amendment is once again tabled on this subject.
- Bize göre bu konuda bir kez daha bir değişiklik önergesi sunulması önemlidir.
- In my view, we need very clear European legislation in this area.
- Bana göre bu alanda çok net bir Avrupa mevzuatına ihtiyacımız var.
- Transparency and details are two different things in our view.
- Bize göre şeffaflık ve ayrıntılar iki farklı şeydir.
- The additional designation 'with concentrates' tends in my view to confuse.
- Konsantrelerle birlikte' şeklindeki ek tanımlama bana göre kafa karıştırma eğilimindedir.
- In my view, we are taking one step back instead of forward.
- Benim görüşüme göre, ileri gitmek yerine bir adım geri gidiyoruz.
- In my view, this presupposes strong and independent consumer protection organisations.
- Benim görüşüme göre bu, güçlü ve bağımsız tüketici koruma örgütlerini gerektirir.
- In our view, that is the least that could have been expected of a politically elected assembly.
- Bize göre bu, siyasi olarak seçilmiş bir meclisten beklenebilecek en az şeydir.
- In our view, the EU skated over the subject of sustainable energy too quickly.
- Bize göre AB, sürdürülebilir enerji konusunun üzerinden çok hızlı geçti.
- This compromise will, in my view, provide adequate protection for workers’ rights.
- Benim görüşüme göre bu uzlaşma, işçi hakları için yeterli korumayı sağlayacaktır.
- In the opinion of many we are on the way to a downturn, even a recession.
- Çoğu kişiye göre bir gerileme, hatta resesyona doğru gidiyoruz.
- In my view, a competitive economy open to competition would bring tangible social benefits in the European countries.
- Bana göre rekabete açık bir ekonomi Avrupa ülkelerinde somut sosyal faydalar sağlayacaktır.
- In my view, it is now clear that we should change the way we navigate.
- Benim görüşüme göre artık navigasyon şeklimizi değiştirmemiz gerektiği açıktır.
- In my view, that would give rise to an inappropriate third party in the social dialogue.
- Bana göre bu, sosyal diyalogda uygunsuz bir üçüncü tarafın ortaya çıkmasına neden olacaktır.
- In my view, it is crucial for us to be well acquainted with this political commitment, this clear line.
- Bana göre, bu siyasi taahhüdü, bu net çizgiyi iyi bilmemiz çok önemlidir.
- In my view, we have to decide one way or the other.
- Benim görüşüme göre, öyle ya da böyle bir karar vermeliyiz.
- In my view, the next French Government should be concerned by this.
- Benim görüşüme göre, bir sonraki Fransız Hükümeti bu konuyla ilgilenmelidir.
- Introducing this paper tiger is, in my view, misleading the consumers.
- Bu kağıttan kaplanı tanıtmak bana göre tüketicileri yanıltmaktır.
- Introducing this paper tiger is, in my view, misleading the consumers.
- Bana göre bu kağıttan kaplanı tanıtmak tüketicileri yanıltmaktır.
- In my view, it is not only a matter for the authorities in Great Britain itself.
- Benim görüşüme göre bu sadece Büyük Britanya'daki yetkilileri ilgilendiren bir mesele değildir.
- This is positive and should, in my view, be fully supported.
- Bu olumludur ve benim görüşüme göre tamamen desteklenmelidir.
- In my view, the Commission proposal does not meet these criteria.
- Benim görüşüme göre Komisyon'un teklifi bu kriterleri karşılamamaktadır.
- In the Netherlands, I am used to a system where parliamentary groups are formed on the basis of the election result.
- Hollanda'da parlamento gruplarının seçim sonuçlarına göre oluşturulduğu bir sisteme alışkınım.
- However, the political signal is rather unpleasant, in my view.
- Bununla birlikte, bana göre siyasi göstergeler oldukça rahatsız edicidir.
- This is, in my view, an additional argument in favour of this adaptation.
- Bu, benim görüşüme göre, bu uyarlama lehine ilave bir argümandır.
- In my view, this is an aberration.
- Benim görüşüme göre, bu bir sapmadır.
- Yet, in my view, opinions do not have to be so sharply divided.
- Ancak benim görüşüme göre, görüşlerin bu kadar keskin bir şekilde bölünmesi gerekmiyor.
- In my view, this is highly contradictory.
- Benim görüşüme göre bu son derece çelişkili.
- This remark is not really appropriate, in my view.
- Benim görüşüme göre bu yorum gerçekten uygun değil.
- In my view, only the excessive consumption of eau-de-vie can explain such an outburst.
- Benim görüşüme göre böyle bir patlamayı ancak aşırı eau-de-vie tüketimi açıklayabilir.
- In my view, we have built in too much technocracy and not enough politics this time round.
- Benim görüşüme göre, bu sefer çok fazla teknokrasi ve yeterince politika inşa ettik.
- In my view, this is not adequately expressed in your paper.
- Benim görüşüme göre, bu husus makalenizde yeterince ifade edilmemiştir.
- In our view it is of the utmost importance that the Commission's communication be favourably received.
- Bizim görüşümüze göre Komisyonun bildiriminin olumlu karşılanması son derece önemlidir.
- In my view, better budgetary control is needed here.
- Bana göre burada daha iyi bir bütçe kontrolüne ihtiyaç var.
- In our view, the proposal exceeds, firstly, the legislative competence of the European Union.
- Bizim görüşümüze göre teklif, öncelikle Avrupa Birliği'nin yasama yetkisini aşmaktadır.
- Conditions in prisons in accession countries are unacceptable, in our view.
- Bize göre, katılım sürecindeki ülkelerdeki cezaevlerinin koşulları kabul edilemez.
- In my view, this whole cybercrime issue is primarily intended to legitimise intervention in fundamental rights.
- Benim görüşüme göre tüm bu siber suç meselesi öncelikle temel haklara müdahaleyi meşrulaştırmaya yöneliktir.
- And this is why this report is so important, in my view.
- Bana göre bu rapor işte bu yüzden çok önemli.
- In my view, she deserves a mention here.
- Benim görüşüme göre, burada bir sözü hak ediyor.
- In my view, the solution is two-pronged.
- Benim görüşüme göre çözüm iki yönlüdür.
- In my view, rail transport would be left with an enormous bill.
- Benim görüşüme göre, demiryolu taşımacılığı çok büyük bir faturayla karşı karşıya kalacaktır.
- In my view, the European Year of Education through Sport is of political, practical and symbolic importance.
- Benim görüşüme göre Avrupa Spor Yoluyla Eğitim Yılı siyasi, pratik ve sembolik bir öneme sahiptir.
- In my view, we must all shoulder our responsibilities, at our own level.
- Benim görüşüme göre hepimiz kendi seviyemizde sorumluluklarımızı üstlenmeliyiz.
- In my view, the Commission is too cautious in its assessments.
- Benim görüşüme göre, Komisyon değerlendirmelerinde çok ihtiyatlı davranmaktadır.
- A good balance has been struck, in our view.
- Bize göre iyi bir denge kurulmuştur.
- That is the right way forward in my view.
- Benim görüşüme göre doğru yol budur.
- In the European Union, however, herbal medicinal products are not yet regulated on a uniform basis.
- Ancak Avrupa Birliği'nde bitkisel tıbbi ürünler henüz tek tip bir esasa göre düzenlenmiş değildir.
- In my view, it is alms for Europe.
- Benim görüşüme göre bu Avrupa'ya verilmiş bir sadakadır.
- In the opinion of the independent NGO observers, the would-be democratic election held on 5 October was a sham.
- Bağımsız STK gözlemcilerinin görüşüne göre 5 Ekim'de yapılan sözde demokratik seçim bir sahtekarlıktı.
- In our view, the amount of this aid is derisory.
- Bize göre bu yardımın miktarı çok düşüktür.
- In our view, because of the work that has been done, it is not necessary to draft a White Paper.
- Bize göre, yapılan çalışmalar nedeniyle bir Beyaz Kitap hazırlanmasına gerek yoktur.
- The answer, in my view, is 'yes'.
- Benim görüşüme göre cevap "evet"tir.
- This, in my view, is where the Commission wasted an opportunity.
- Bana göre Komisyonun bir fırsatı heba ettiği yer burasıdır.
- In my view, liberalisation will come at a price.
- Benim görüşüme göre liberalleşmenin bir bedeli olacaktır.
- In my view, employment is not a goal in itself as far as the Bank is concerned.
- Benim görüşüme göre, Banka söz konusu olduğunda istihdam kendi başına bir amaç değildir.
- Turning to the major area of human rights, China still has a long way to go, in our view.
- İnsan hakları gibi önemli bir alana dönecek olursak, bize göre Çin'in hala kat etmesi gereken uzun bir yol var.
- This, in my view, is where the Commission wasted an opportunity.
- Bana göre Komisyon'un bir fırsatı heba ettiği yer burasıdır.
- In my view, all these scenarios should be thought through beforehand.
- Bana göre tüm bu senaryolar önceden düşünülmelidir.
- However, in our view, pilotage services should be included in the directive.
- Bununla birlikte, bizim görüşümüze göre, kılavuzluk hizmetleri yönergeye dahil edilmelidir.
- In my view, we should mainly keep the channels of communication open.
- Benim görüşüme göre, esas olarak iletişim kanallarını açık tutmalıyız.
- It is, in our view, important that an amendment is once again tabled on this subject.
- Bize göre bu konuda bir kez daha bir değişiklik önergesi verilmesi önemlidir.
- In my view, this is partly due to poor preparation.
- Benim görüşüme göre bu kısmen yetersiz hazırlıktan kaynaklanmaktadır.
- In my view, an injustice has been done to them.
- Benim görüşüme göre, onlara haksızlık yapılmıştır.
- In my view, despite the many criticisms, the vision of Europe's founding fathers continues to be realised.
- Bana göre, birçok eleştiriye rağmen, Avrupa'nın kurucu babalarının vizyonu gerçekleşmeye devam ediyor.
- In my view, the term 'biofuel' is regrettable.
- Benim görüşüme göre 'biyoyakıt' terimi üzüntü verici.
- In my view, these words of warning have to be taken seriously.
- Benim görüşüme göre bu uyarı sözleri ciddiye alınmalıdır.
- However, in my view the most important question is missing.
- Ancak bana göre en önemli soru eksik.
- That, in my view, is the best solution for customers and services.
- Bana göre müşteriler ve hizmetler için en iyi çözüm budur.
- This is Europe's role in my view but, once again, this time we have failed to realise it.
- Benim görüşüme göre Avrupa'nın rolü budur ancak bir kez daha, bu kez bunu gerçekleştiremedik.
- In my view, there is no need to be frightened about telling the public what we are doing.
- Benim görüşüme göre ne yaptığımızı halka anlatmaktan korkmaya gerek yok.
- Amendment No 6 is, in my view, a good idea, and I am willing to provide for revision of the measures in 2005.
- Değişiklik No 6 bana göre iyi bir fikirdir ve 2005 yılında tedbirlerin gözden geçirilmesini sağlamaya hazırım.
- This should not be unlimited in my view.
- Benim görüşüme göre bu sınırsız olmamalıdır.
- In my view, we have to decide one way or the other.
- Bana göre öyle ya da böyle bir karar vermeliyiz.
- In my view, we are now facing a very serious problem.
- Bana göre şu anda çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız.
- In my view, this programme operates within a very general scope.
- Benim görüşüme göre, bu program çok genel bir kapsamda faaliyet göstermektedir.
- This is a huge legal scandal, at least in my view and that of many others.
- Bu, en azından benim ve diğer pek çok kişinin görüşüne göre büyük bir hukuk skandalıdır.
- In my view, the period of storage should not exceed the duration of the stay.
- Benim görüşüme göre saklama süresi kalış süresini aşmamalıdır.
- In my view deadlines should be both realistic and ambitious.
- Bana göre son tarihler hem gerçekçi hem de iddialı olmalıdır.
- In my view it would be unrealistic and undesirable to try to apply the American model to Europe.
- Benim görüşüme göre Amerikan modelini Avrupa'ya uygulamaya çalışmak gerçekçi olmaz ve arzu edilmez.
- Yet, in my view, opinions do not have to be so sharply divided.
- Ancak benim görüşüme göre görüşlerin bu kadar keskin bir şekilde bölünmesi gerekmiyor.
- In my judgment, this is possible.
- Benim görüşüme göre bu mümkündür.
- In my view, however, it is not because the money is public money that fish are disappearing.
- Ancak benim görüşüme göre balıkların yok olmasının nedeni paranın kamu parası olması değildir.
- In my view, some progress has already been made in the past.
- Benim görüşüme göre, geçmişte bazı ilerlemeler kaydedilmiştir.
- At the moment, the strawberry regulation is too lightweight and should, in my view, be improved.
- Şu anda çilek yönetmeliği çok hafif ve bana göre iyileştirilmeli.
- In our view, there are too few resources.
- Bizim görüşümüze göre, çok az kaynak var.
- This must, in my view, be that of the social market economy.
- Benim görüşüme göre bu, sosyal piyasa ekonomisi olmalıdır.
- In our view, it is the only viable method given the time constraints we are up against.
- Bize göre, karşı karşıya olduğumuz zaman kısıtlamaları göz önünde bulundurulduğunda tek uygulanabilir yöntem budur.
- In my view, the rapporteur has handled the topic of religious freedom in his articles very proficiently.
- Bana göre raportör, makalelerinde din özgürlüğü konusunu çok yetkin bir şekilde ele almıştır.
- In my view, it does not, however, extend to include, for example, hazardous substances produced in mining.
- Ancak benim görüşüme göre, örneğin madencilikte üretilen tehlikeli maddeleri kapsayacak şekilde genişletilmemiştir.
- In my view, services of general interest serve that social cohesion.
- Benim görüşüme göre, genel çıkarlara yönelik hizmetler bu sosyal uyuma hizmet etmektedir.
- This is, in my view, proof that the Hindu-Muslim coalition is still respecting democratic values.
- Bana göre bu, Hindu-Müslüman koalisyonunun hala demokratik değerlere saygı duyduğunun bir kanıtıdır.
- Here we need a specific approach in my view in favour of environmentally friendly and safe transport.
- Benim görüşüme göre burada çevre dostu ve güvenli taşımacılık lehine özel bir yaklaşıma ihtiyacımız var.
- In our view, it is the only viable method given the time constraints we are up against.
- Bize göre karşı karşıya olduğumuz zaman kısıtlamaları göz önünde bulundurulduğunda tek uygulanabilir yöntem budur.
- However, in our view, pilotage services should be included in the directive.
- Ancak bizim görüşümüze göre kılavuzluk hizmetleri de direktif kapsamına alınmalıdır.
- That is quite wrong, in our view.
- Bize göre bu oldukça yanlış.
- Equality in sport is, in my view, the most important aspect of this report.
- Bana göre, sporda eşitlik bu raporun en önemli yönüdür.
- In my view, our economic policy is a combination of success and failure.
- Benim görüşüme göre ekonomi politikamız başarı ve başarısızlığın bir kombinasyonudur.
- In our view this would introduce bureacratic burdens without improving safety.
- Bizim görüşümüze göre bu, güvenliği arttırmaksızın bürokratik yükler getirecektir.
- In my view, an exception should therefore be provided for in the regulation.
- Benim görüşüme göre bu nedenle yönetmelikte bir istisna öngörülmelidir.
- In my mind, she should go through another door.
- Bana göre farklı bir kapıdan geçmesi gerekiyor.
- The 10th year of Showa is 1935 in the Western calendar.
- Showa'nın 10. yılı Batı takvimine göre 1935'tir.
- In his opinion, the plan is far from perfect.
- Ona göre, plan mükemmel olmaktan çok uzak.
- From my point of view, Australia is one of the best countries in the world.
- Benim bakış açıma göre, Avustralya dünyadaki en iyi ülkelerden biridir.
- He is a genius in his own opinion.
- Kendine göre bir dahi.
- What is the hardest language, in your view?
- Size göre en zor dil hangisi?
- From my point of view, Australia is one of the best countries in the world.
- Benim bakış açıma göre, Avustralya dünyanın en iyi ülkelerinden biridir.
- In my opinion, Twitter bird is the most evil bird in our world.
- Kendi görüşüme göre, Twitter kuşu dünyamızdaki en kötü kuştur.
- In his opinion, there are few risks.
- Ona göre, çok az sayıda risk var.
- You can't judge happiness in terms of money.
- Mutluluğu paraya göre değerlendiremezsiniz.
- In his opinion, the eurozone is disintegrating.
- Ona göre, Euro bölgesi parçalanıyor.
Show More (264)
|
3 |
in |
içeri |
adv. |
|
- It is essential that the weapons inspectors be allowed back in.
- Silah denetçilerinin tekrar içeri girmesine izin verilmesi elzemdir.
- Russia is particularly well-placed to get a foot in the door because of their mutual economic links.
- Karşılıklı ekonomik bağlar nedeniyle Rusya'nın kapıdan içeri adım atma konusunda özellikle iyi bir konumu var.
- Once in, those inspectors must be allowed to go wherever they want, whenever they want.
- Bir kez içeri girdikten sonra, bu müfettişlerin istedikleri zaman istedikleri yere gitmelerine izin verilmelidir.
- What mattered was at last to get a foot in the door, which can then be opened a bit wider by the next blast of wind.
- Önemli olan nihayet kapıdan içeri bir adım atabilmekti; bu kapı bir sonraki rüzgarla biraz daha açılabilir.
- Just come in and see how nice it is.
- Sadece içeri gelin ve ne kadar güzel olduğunu görün.
- Come down and let me in.
- Aşağıya inip beni içeri alın.
- Just come in and see how nice it is.
- İçeri gel ve ne kadar güzel olduğunu gör.
- Rather than break down the door, they unscrewed the keypad, wired it in, and reattached it on their way out.
- Kapıyı kırmak yerine, tuş takımını söktüler, içeri bağladılar ve çıkarken tekrar taktılar.
- I'll bring the table in.
- Masayı içeri getireceğim.
- If anyone shows up on the roof, move us in fast.
- Eğer çatıda beliren olursa bizi hemen içeri alın.
- Wait for a knock, step through another door, and you're in.
- Kapının çalınmasını bekleyin, başka bir kapıdan geçin ve işte içeridesiniz.
- They brought my neighbor in on counterfeiting charges.
- Komşumu sahtecilik suçundan içeri aldılar.
- Come down and let me in.
- Aşağı in ve beni içeri al.
- If anyone shows up on the roof, move us in fast.
- Eğer çatıda biri görünürse bizi hemen içeri alın.
- I'll come down and let you in.
- Aşağı inip seni içeri alacağım.
- If anyone shows up on the roof, move us in fast.
- Çatıda biri belirirse bizi hemen içeri alın.
- Bring the laundry in.
- Kirli çamaşırı içeri getir.
- Can you ask her to come on in?
- Ondan içeri gelmesini isteyebilir misin?
- Please let in some fresh air.
- Lütfen içeri biraz temiz hava girsin.
- Let me in.
- İçeri girmeme izin ver.
- I thought I was going to get into that bar, but they wouldn't let me in.
- O bara gireceğimi sandım ama beni içeri almadılar.
- He thrust the door open and marched in.
- Kapıyı iterek açtı ve içeri girdi.
- I didn't go straight in.
- Doğruca içeri girmedim.
- I won't let them in.
- Onların içeri girmesine izin vermeyeceğim.
- Aren't you coming back in?
- İçeri dönmüyor musun?
- Tom let Mary in.
- Tom Mary'nin içeri girmesine izin verdi.
- Tom begged me to let him in.
- Tom içeri girmesine izin vermem için bana yalvardı.
- Tell him to let the dog in.
- Köpeği içeri almasını söyle.
- Come in quickly, please.
- Çabuk içeri gelin lütfen.
- Open the window and let in some fresh air.
- Pencereyi aç da içeri biraz temiz hava girsin.
- Tom poked his finger up through the hole in the wall.
- Tom parmağını duvardaki delikten içeri soktu.
- I hope you don't mind that I let myself in.
- Umarım içeri girmeme aldırmazsın.
- Tom opened the sliding door to let John and Mary in.
- Tom John ve Mary'nin içeri girmesi için sürgülü kapıyı açtı.
- Are you the one who let the dog in?
- Köpeği içeri alan sen misin?
- Tom wouldn't let us in.
- Tom içeri girmemize izin vermedi.
- Please let me in.
- Lütfen beni içeri alın.
- Tom let Mary in.
- Tom, Mary'yi içeri aldı.
- Bring it in, Tom.
- Onu içeri getir, Tom.
- Come on in and sit down.
- İçeri gel ve otur.
- They won't let him in.
- Onu içeri almayacaklar.
- Come in and sit down.
- İçeri gel ve otur.
- I won't let you in.
- Sana içeri almayacağım.
- Tom didn't go straight in.
- Tom doğruca içeri girmedi.
- Open the curtains and let the sunshine in.
- Perdeleri aç ve güneş ışığı içeri girsin.
- Do come in, please.
- İçeri gel, lütfen.
- Tell him to let the dog in.
- Ona köpeğin içeri girmesine izin vermesini söyle.
- I didn't go straight in.
- Ben içeri girmedim.
- Hi, come on in.
- Merhaba, içeri gel.
- Someone tried to break in.
- Birisi içeri girmeye çalıştı.
- The kitten wanted in.
- Kedi yavrusu içeri girmek istedi.
- Your security guard wouldn't let me in.
- Güvenlik görevlin içeri girmeme izin vermedi.
- There's no other way in.
- İçeri girmek için başka yol yok.
- Open the door and let me in, please.
- Kapıyı aç ve içeri girmeme izin ver, lütfen.
- We can't let him in.
- Onu içeri alamayız.
- If you let them in, I'll kill you myself.
- Eğer onları içeri alırsan, seni kendim öldürürüm.
- You shouldn't let us in.
- Bizi içeri almamalısınız.
- Tom won't let me in.
- Tom içeri girmeme izin vermeyecek.
- Who let the dog in?
- Köpeği kim içeri aldı?
- Who let you in here?
- Seni kim içeri aldı?
- Why won't you let us in?
- Neden içeri girmemize izin vermiyorsun?
- Tom let himself in through the back door.
- Tom içeri arka kapıdan girdi.
- Why don't you come on in?
- Neden içeri gelmiyorsun?
- Tom won't let Mary in.
- Tom, Mary'nin içeri girmesine izin vermiyor.
- She flatly refused to let him in.
- Onun içeri girmesine kesinlikle izin vermedi.
- Tom won't let Mary in.
- Tom Mary'nin içeri girmesine izin vermeyecek.
- You forgot to let the dog in!
- Köpeği içeri almayı unuttun!
- Please, come in and sit down.
- Lütfen, içeri gelin ve oturun.
- I let the cat in.
- Ben kedinin içeri girmesine izin verdim.
- They won't let Tom in.
- Tom'un içeri girmesine izin vermeyecekler.
- You locked yourself in.
- Kendini içeri kilitledin.
- You must let me in.
- Beni içeri almalısın.
- We didn't break in.
- İçeri girmedik.
- They won't let me in.
- İçeri girmeme izin vermeyecekler.
- Please come on in.
- Lütfen içeri gel.
- Send Tom in.
- Tom'u içeri gönder.
- Tom let himself in through the back door.
- Tom arka kapıdan içeri girdi.
- Tom wouldn't let us in.
- Tom bizi içeri almadı.
- I can get you in.
- Seni içeri alabilirim.
- Was Tom the one who let you in?
- Seni içeri alan Tom muydu?
- Don't let them in.
- İçeri girmelerine izin verme.
- Bring him in.
- İçeri getirin.
- We can't let him in.
- Biz onun içeri girmesine izin veremeyiz.
- Can you ask them to come on in?
- Onların içeri gelmesini isteyebilir misin?
- They won't let you in.
- Seni içeri almayacaklar.
- Were you the one who let the dog in?
- Köpeği içeri sokan kişi sen miydin?
- Kick the door in.
- Kapıyı tekmeleyip içeri gir.
- Show Tom in.
- Tom'u içeri alın.
- Tom wouldn't let Mary in.
- Tom Mary'nin içeri girmesine izin vermezdi.
- Get in here, Tom.
- Buraya içeri gel, Tom.
- Tell Tom to let the dog in.
- Tom'a köpeği içeri almasını söyle.
- Come in, the door's open.
- İçeri gelin, kapı açık.
- When I came to class late the teacher didn't let me in.
- Sınıfa geç geldiğimde öğretmen beni içeri almadı.
- I won't let them in.
- Onları içeri almayacağım.
- You shouldn't let them in.
- Onları içeri almamalısınız.
- Tom refused to let Mary in.
- Tom Mary'yi içeri almayı reddetti.
- Tell her to let the dog in.
- Ona köpeğin içeri girmesine izin vermesini söyle.
- Is somebody going to let me in?
- Biri beni içeri alacak mı?
- Tom wouldn't let them in.
- Tom onları içeri almadı.
- Come in, Tom.
- İçeri gel, Tom.
- I'm not letting Tom in.
- Tom'u içeri almıyorum.
- Either go out or come in.
- Ya dışarı çık ya da içeri gel.
- Don't let Tom in.
- Tom'un içeri girmesine izin verme.
- Tom rushed in.
- Tom aceleyle içeri girdi.
- You have to let me in.
- İçeri girmeme izin vermek zorundasın.
- I can't let you in.
- İçeri girmene izin veremem.
- If you let them in, I'll kill you myself.
- Eğer onları içeri alırsanız sizi kendim öldürürüm.
- Who brought you in?
- Seni kim içeri getirdi?
- A burglar broke in while he was asleep.
- O uyurken içeri bir hırsız girdi.
- Is somebody going to let us in?
- Biri bizi içeri alacak mı?
- If you knock three times, Tom will let you in.
- Kapıyı üç kez çalarsan, Tom seni içeri alır.
- Is there another way in?
- İçeri girmenin başka bir yolu var mı?
- You shouldn't let me in.
- İçeri girmeme izin vermemelisin.
- Tom broke in.
- Tom içeri girdi.
- You shouldn't let us in.
- İçeri girmemize izin vermemelisin.
- They won't let you in.
- Onlar içeri girmene izin vermeyecek.
- Let me in, please.
- Lütfen içeri girmeme izin verin.
- Just let them in.
- Sadece onların içeri girmesine izin verin.
- We can't let you in.
- İçeri girmene izin veremeyiz.
- Tom wouldn't let Mary in.
- Tom, Mary'nin içeri girmesine izin vermedi.
- It seems that the burglar broke in through an upstairs window.
- Görünüşe göre hırsız üst kattaki bir pencereden içeri girmiş.
- Let me in or I'll tell Tom.
- Beni içeri al yoksa Tom'a söylerim.
- Please come in, Sir.
- Lütfen içeri gelin, efendim.
- Once you're in, you can't get out.
- Bir kez içeri girersen, dışarı çıkamazsın.
- She opened the door and invited the young farmer in.
- Kapıyı açtı ve genç çiftçiyi içeri davet etti.
- Sami is not going to let you in.
- Sami senin içeri girmene izin vermeyecek.
- Are you the one who let the dog in?
- Köpeğin içeri girmesine izin veren kişi sen misin?
- Tom opened the sliding door to let John and Mary in.
- Tom, John ve Mary'yi içeri almak için sürgülü kapıyı açtı.
- Open the door to let my cat in.
- Kedimi içeri almak için kapıyı aç.
- She beckoned me to come in.
- Beni içeri çağırdı.
- Send Tom in, please.
- Tom'u içeri gönder lütfen.
- Were you the one who let the dog in?
- Köpeği içeri alan sen miydin?
- Just let Tom in.
- Bırak Tom içeri girsin.
- They beat the door in.
- Kapıyı kırıp içeri girdiler.
- The door opens and in walks my friend.
- Kapı açıldı ve arkadaşım içeri girdi.
- If it rains, bring the washing in.
- Yağmur yağarsa, çamaşırları içeri getirin.
- Tom won't let me in.
- Tom beni içeri almayacak.
- A ball flew in through the window.
- Bir top uçarak pencereden içeri girdi.
- Please come in.
- Lütfen içeri gel.
Show More (138)
|
4 |
in |
içeride |
adv. |
|
- Today, after mature consideration and in complete accord with my conscience, I have voted 'no'.
- Bugün, olgun bir değerlendirmenin ardından ve vicdanımla tam bir uyum içerisinde 'hayır' oyu kullandım.
- This may be proclaimed in the course of this year, with or without Israel's support.
- İsrail'in desteği olsun ya da olmasın bu yıl içerisinde ilan edilebilir.
- Every state must have equal rights and possibilities in the Union.
- Birlik içerisinde her devlet eşit hak ve imkânlara sahip olmalıdır.
- The transfer of executive power to the future prime minister is expected to take place in the course of this month.
- Yürütme yetkisinin müstakbel başbakana devrinin bu ay içerisinde gerçekleşmesi beklenmektedir.
- Does a further discretional fiscal policy in the Union make sense?
- Birlik içerisinde daha fazla ihtiyari maliye politikası mantıklı mı?
- It is all supposed to be transposed into national law in about 18 months' time.
- Tüm bunların yaklaşık 18 ay içerisinde ulusal yasalara aktarılması gerekiyor.
- In the short space of time available to me, I will focus on just a few points.
- Bana ayrılan kısa süre içerisinde sadece birkaç noktaya odaklanacağım.
- Is it wrong to retain a relatively low basic membership in a new and enlarging Union?
- Yeni ve genişleyen bir Birlik içerisinde nispeten düşük bir temel üyeliği muhafaza etmek yanlış mıdır?
- Then we can see whether the Commission really makes any progress in the coming six months.
- Önümüzdeki altı ay içerisinde Komisyon'un gerçekten bir ilerleme kaydedip kaydetmediğini göreceğiz.
- In the past eight years, more than two million people have starved to death in North Korea.
- Geçtiğimiz sekiz yıl içerisinde Kuzey Kore'de iki milyondan fazla insan açlıktan ölmüştür.
- In a very short time, this has become a parliament with considerable legislative power.
- Burası çok kısa bir süre içerisinde önemli ölçüde yasama yetkisine sahip bir parlamento haline geldi.
- Today, after mature consideration and in complete accord with my conscience, I have voted 'no'.
- Bugün olgun bir değerlendirmenin ardından ve vicdanımla tam bir uyum içerisinde "hayır" oyu kullandım.
- I have emphasised this issue in my report on the Sixth Framework Programme that we will be voting on in a few days.
- Bu konuyu birkaç gün içerisinde oylayacağımız Altıncı Çerçeve Programına ilişkin raporumda da vurguladım.
- Whether this will come about today, tomorrow or in a few months' time, I do not know.
- Bunun bugün mü, yarın mı yoksa birkaç ay içerisinde mi gerçekleşeceğini bilemiyorum.
- In Europe, over the past few days, large, so-called "gay pride" demonstrations have been held.
- Avrupa'da son birkaç gün içerisinde "eşcinsel onur günü gösterileri" olarak adlandırılan büyük gösteriler düzenlendi.
- We need to take steps to prevent similar terrorist attacks again taking place in or from the air.
- Benzer terör saldırılarının bir daha havadan ya da içeriden gerçekleşmesini önlemek için adımlar atmamız gerekiyor.
- The CEN has been unable to complete its work in the time allotted.
- CEN kendisine ayrılan süre içerisinde çalışmalarını tamamlayamamıştır.
- Over 2000 houses have been demolished in these past 2 years and 20 000 people have been wounded.
- Geçtiğimiz 2 yıl içerisinde 2000'den fazla ev yıkılmış ve 20 000 kişi yaralanmıştır.
- You have requested a debate on this subject in the course of the next few days during this part-session.
- Önümüzdeki birkaç gün içerisinde bu kısmi oturum sırasında bu konuda bir tartışma talep etmiştiniz.
- It is predicted that 250 000 will die in the European Union of these diseases in the next 35 years.
- Önümüzdeki 35 yıl içerisinde Avrupa Birliği'nde 250.000 kişinin bu hastalıklardan öleceği tahmin edilmektedir.
- I presume this means he will reply in the normal way and within the normal period.
- Sanırım bu, normal şekilde ve normal süre içerisinde cevap vereceği anlamına geliyor.
- We are facing a veritable obstacle race, in political and electoral terms, in the next two and a half years.
- Önümüzdeki iki buçuk yıl içerisinde siyasi ve seçimsel anlamda gerçek bir engel yarışı ile karşı karşıyayız.
- The following are purely illustrative in the limited time available.
- Aşağıdakiler, mevcut kısıtlı zaman içerisinde tamamen açıklayıcı niteliktedir.
- Nowadays, someone living in an old people's home is accommodated within the social field.
- Günümüzde huzurevinde yaşayan bir kişi sosyal alan içerisinde yer almaktadır.
- We now have a comprehensive blueprint for the way in which cultural policy could operate in the Union.
- Artık kültür politikasının Birlik içerisinde nasıl işleyebileceğine dair kapsamlı bir plana sahibiz.
- It is certainly true that too many pregnant women find themselves in situations of human or material distress.
- Çok sayıda hamile kadının kendilerini insani ya da maddi sıkıntılar içerisinde bulduğu kesinlikle doğrudur.
- In its presentation Greece mentioned some well-chosen issues it intends to address over the next six months.
- Yunanistan sunumunda önümüzdeki altı ay içerisinde ele almayı planladığı bazı iyi seçilmiş konulardan bahsetti.
- The operations to introduce the euro that have taken place in these first two weeks have gone extraordinarily well.
- Bu ilk iki hafta içerisinde gerçekleştirilen Avro'yu tanıtma operasyonları olağanüstü iyi gitti.
- We expect there to be new countries in the European Union in the next few years.
- Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Avrupa Birliği'ne yeni ülkelerin katılmasını bekliyoruz.
- This ambivalence is manifesting itself in openness to the outside world and growing uncommunicativeness at home.
- Bu kararsızlık, dış dünyaya açıklık ve içeride artan iletişimsizlik şeklinde kendini göstermektedir.
- As regards the budget for external policies, however, I am not in complete agreement at present.
- Ancak dış politikalara yönelik bütçe konusunda şu anda tam bir mutabakat içerisinde değilim.
- It is very much to be preferred to leaving Member States to act in dispersed order.
- Üye Devletlerin dağınık bir düzen içerisinde hareket etmelerine izin vermek çok daha tercih edilir bir durumdur.
- The Commission shares the desire of Parliament and the Council to adopt the decision in the shortest possible timeframe.
- Komisyon, Parlamento ve Konsey'in kararın mümkün olan en kısa süre içerisinde kabul edilmesi arzusunu paylaşmaktadır.
- I say this in the light of my visit to the United States over the last two days.
- Bunu son iki gün içerisinde Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptığım ziyaretin ışığında söylüyorum.
- We have presented a document on enlargement in which we remain within the constraints of the Berlin agenda.
- Genişleme konusunda Berlin gündeminin kısıtlamaları içerisinde kaldığımız bir belge sunduk.
- We have ratified the Kyoto Protocol and are now in fact working, within the EU, on three different fronts.
- Kyoto Protokolünü onayladık ve şu anda AB içerisinde üç farklı cephede çalışıyoruz.
- Then, too, society changes in a process that you have described.
- O zaman da toplum sizin tarif ettiğiniz bir süreç içerisinde değişir.
- Democracy also comprises the possibility for dialogue with the citizens in the process.
- Demokrasi aynı zamanda süreç içerisinde vatandaşlarla diyalog imkanını da içerir.
- This is the second urgent resolution on Zimbabwe that we have put forward in just over three months.
- Bu, Zimbabve ile ilgili olarak üç aydan biraz daha uzun bir süre içerisinde sunduğumuz ikinci acil karar tasarısıdır.
- We are obliged to work in a spirit of optimism.
- İyimserlik ruhu içerisinde çalışmak zorundayız.
- This will become clear shortly in the IGC.
- Bu durum Hükûmetlerarası Konferans'ta kısa süre içerisinde netleşecektir.
- We now feel comfortable in the greater community of Europeans and regard ourselves as being at the heart of Europe.
- Artık Avrupalılar topluluğu içerisinde kendimizi rahat hissediyor ve Avrupa'nın merkezinde olduğumuzu düşünüyoruz.
- In six months' time, that system will come to an end.
- Altı ay içerisinde bu sistem sona erecek.
- The economic slowdown in the United States is having repercussions within the European Union.
- Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ekonomik yavaşlamanın Avrupa Birliği içerisinde de yansımaları olmaktadır.
- The conciliation procedure will be completed in two months at the latest - it has to be.
- Uzlaştırma prosedürü en geç iki ay içerisinde tamamlanacaktır; ki tamamlanmak zorundadır.
- It is all supposed to be transposed into national law in about 18 months' time.
- Tüm bunların yaklaşık 18 ay içerisinde ulusal hukuka aktarılması gerekiyor.
- In the brief time available to me, I would like to consider two aspects of it.
- Bana tanınan kısa süre içerisinde bu konunun iki yönünü ele almak istiyorum.
- The Council, however, were not prepared to accept them in the body of the text.
- Ancak Konsey bu kriterleri metnin bütünü içerisinde kabul etmeye hazır değildi.
- One of the issues that we may have to address over time is the question of the speed of response in such circumstance.
- Zaman içerisinde ele almamız gerekebilecek konulardan biri de bu tür durumlarda müdahale hızı sorunudur.
- Environmental issues are all too often hidden away in development work.
- Çevresel konular çoğu zaman kalkınma çalışmaları içerisinde gizlenmektedir.
- The transfer of executive power to the future prime minister is expected to take place in the course of this month.
- Yürütme yetkisinin müstakbel başbakana devrinin bu ay içerisinde gerçekleşmesi bekleniyor.
- We must bring a sense of urgency to the preparations for Johannesburg in the short time that lies before us.
- Önümüzde duran kısa süre içerisinde Johannesburg hazırlıklarına aciliyet kazandırmalıyız.
- I wonder whether this is the worst-prepared presidency of my time in Parliament.
- Acaba bu, Parlamento'da geçirdiğim süre içerisinde en kötü hazırlanmış başkanlık dönemi mi?
- In only two hours, heavy rainfall of more than 200 litres/m2 flooded the capital.
- Sadece iki saat içerisinde 200 litre/m2'den fazla şiddetli yağış başkenti sular altında bıraktı.
- We must bring a sense of urgency to the preparations for Johannesburg in the short time that lies before us.
- Önümüzde bulunan kısa süre içerisinde Johannesburg hazırlıklarına aciliyet kazandırmalıyız.
- Since the European Council in Lisbon, we have travelled a long way in a relatively short space of time.
- Lizbon'daki Avrupa Konseyi'nden bu yana, nispeten kısa bir süre içerisinde uzun bir yol kat ettik.
- Despite this, insiders in the shape of Western development workers in the central highlands, detect a glimmer of hope.
- Buna rağmen, orta dağlık bölgelerde Batılı kalkınma çalışanları şeklinde içeriden gelenler bir umut ışığı görüyorlar.
- This will become clear shortly in the IGC.
- Bu durum HAK'de kısa süre içerisinde netleşecektir.
- This ambivalence is manifesting itself in openness to the outside world and growing uncommunicativeness at home.
- Bu kararsızlık kendini dış dünyaya açıklık ve içeride artan iletişimsizlik olarak gösteriyor.
- The Commission shares the desire of Parliament and the Council to adopt the decision in the shortest possible timeframe.
- Komisyon, Parlamento ve Konsey'in kararı mümkün olan en kısa süre içerisinde kabul etme arzusunu paylaşmaktadır.
- In the enlarged Union the Structural Funds as a whole will play a very significant role.
- Genişleyen Birlik içerisinde Yapısal Fonlar bir bütün olarak çok önemli bir rol oynayacaktır.
- Over the last year, we have spoken about the situation in Russia on a number of occasions.
- Geçtiğimiz yıl içerisinde Rusya'daki durum hakkında çeşitli vesilelerle konuştuk.
- We hope that the measures for combating the funding of terrorism in Europe can also be applied soon.
- Avrupa'da terörizmin finansmanıyla mücadeleye yönelik tedbirlerin de kısa süre içerisinde uygulanabileceğini umuyoruz.
- These events are clear proof that we need to strengthen economic governance in the Union.
- Bu olaylar Birlik içerisinde ekonomik yönetişimi güçlendirmemiz gerektiğinin açık bir kanıtıdır.
- It is also important that actions taken in the medical sphere be properly positioned within the ethical framework.
- Tıp alanında atılan adımların etik çerçeve içerisinde doğru bir şekilde konumlandırılması da önemlidir.
- That is how, in only a few months, the consumer ends up with a loss of EUR 500 million.
- Bu şekilde sadece birkaç ay içerisinde tüketici 500 milyon Avro zarara uğratılmaktadır.
- As has been said, there is still a budgetary margin in the Union which can be used to meet these needs.
- Söylendiği üzere Birlik içerisinde bu ihtiyaçları karşılamak için kullanılabilecek bir bütçe marjı hala mevcuttur.
- The second new feature is connected with sport, which still does not have a legal basis in the Union.
- İkinci yeni özellik ise Birlik içerisinde hala yasal bir dayanağı bulunmayan spor ile ilgilidir.
- A Community strategy must be carefully planned in co-operation with the Member States.
- Üye devletlerle işbirliği içerisinde dikkatlice bir topluluk stratejisi planlanmalıdır.
- The Commission's report confirms that ten countries can become members in just over a year.
- Komisyon'un raporu, on ülkenin bir yıldan biraz daha uzun bir süre içerisinde üye olabileceğini teyit etmektedir.
- First of all, is there any possibility of resolving the crisis diplomatically in the short time left.
- Her şeyden önce, kalan kısa süre içerisinde krizi diplomatik yollardan çözme imkanı var mı?
- We will shortly be presenting a proposal for a considerable increase in the aid given to Turkey.
- Kısa bir süre içerisinde Türkiye'ye verilen yardımın önemli ölçüde arttırılmasına yönelik bir teklif sunacağız.
- I would like to know what will be done in specific terms and within what timeframe.
- Spesifik olarak ne yapılacağını ve hangi zaman dilimi içerisinde yapılacağını bilmek istiyorum.
- In a very short time, this has become a parliament with considerable legislative power.
- Çok kısa bir süre içerisinde bu parlamento, hatırı sayılır yasama gücüne sahip bir parlamento haline geldi.
- We can communicate with one another in seconds.
- Saniyeler içerisinde birbirimiz ile bağlantı kurabiliyoruz.
- This chemical is in lots of things you eat and drink.
- Bu kimyasal yiyip içtiğiniz birçok şeyin içerisinde mevcut.
- Tom's not in.
- Tom içeride değil.
- Tom is still in there.
- Tom hala içeride.
- Who's in it?
- İçeride kim var?
- Tom tripled his investment in six months.
- Tom altı ay içerisinde yatırımını üçe katladı.
- I plan to finish it in two or three minutes.
- İki ya da üç dakika içerisinde onu bitirmeyi planlıyorum.
- Be sure to keep in mind that you're supposed to complete the work within a week.
- İşi bir hafta içerisinde bitirmen gerektiğini aklından çıkarma.
- In severe weather, it's best to stay indoors.
- Şiddetli havalarda, içeride kalmak en iyisidir.
- Who do you have in there?
- İçeride kimler var?
- The heavy rain kept the children in all day.
- Şiddetli yağmur çocukları bütün gün içeride tuttu.
- It looks like Tom is in.
- Görünüşe göre Tom içeride.
- From the look of the cabin, no one lives in it.
- Kabinin görünümüne bakılırsa içeride kimse yaşamıyor.
- He sometimes sleeps in.
- O, bazen içeride uyur.
- Tom has been in there for a long time.
- Tom uzun zamandır içeride.
- Tom is likely to be in.
- Tom muhtemelen içeride.
- I'll call him in a few minutes.
- Birkaç dakika içerisinde onu arayacağım.
- Is Tom in?
- Tom içeride mi?
- He was in good spirits.
- O iyi bir ruh hali içerisindeydi.
- The electricity came on again in a few minutes.
- Elektrik birkaç dakika içerisinde tekrar geldi.
- It sounds like you're having a party in there.
- İçeride parti veriyormuşsunuz gibi görünüyor.
- Are your parents in now?
- Ebeveynleriniz şu an içeride mi?
- Who else is in there?
- İçeride başka kim var?
- Tom usually eats in a rush.
- Tom genellikle telaş içerisinde yemek yer.
- What's going on in there?
- İçeride neler oluyor?
- I'll finish it in two or three minutes.
- İki ya da üç dakika içerisinde onu bitireceğim.
- Tom has been in there for almost three hours now.
- Tom neredeyse üç saattir içeride.
- He will learn the facts in the course of time.
- O zaman içerisinde gerçekleri öğrenecek.
- Is Tom in there?
- Tom içeride mi?
- Tom is in there with Mary and John.
- Tom içeride Mary ve John'la birlikte.
- Let's take a rest in the garden instead of indoors.
- İçeride dinlenmek yerine bahçede dinlenelim.
- He's not in.
- İçeride değil.
- You'll see me in 30 minutes.
- 30 dakika içerisinde beni göreceksin.
- Don't leave your dog in all day.
- Köpeğinizi bütün gün içeride bırakmayın.
- Tom carried everything he owned in a small suitcase.
- Tom sahip olduğu her şeyi küçük bir valiz içerisinde taşıdı.
- I'll see if he is in.
- Bakayım içeride mi?
- There's someone in there.
- Orada içeride biri var.
- Are there guns in there?
- İçeride silah var mı?
- Tom hasn't seen Mary more than five or six time in the past twelve years.
- Tom Mary'yi son on iki yıl içerisinde beş ya da altı kezden daha fazla görmedi.
- Tom isn't in now.
- Tom şimdi içeride değil.
- It is often difficult to see if a ball is in or out.
- Bir topun içeride mi yoksa dışarıda mı olduğunu görmek genellikle zordur.
- They're in.
- Onlar içerideler.
Show More (114)
|
5 |
in |
açısından |
adv. |
|
- Respect for fundamental principles is essential in consolidating the democratic process.
- Temel ilkelere saygı, demokratik sürecin pekiştirilmesi açısından elzemdir.
- That is important in order to prevent a lack of clarity where the matter of responsibility is concerned.
- Bu, sorumluluk konusunda netlik eksikliğini önlemek açısından önemlidir.
- It is essential in the interests of equity across the Union.
- Bu, Birlik genelinde eşitliğin sağlanması açısından elzemdir.
- However, the Commission's proposal is perverse in its duplicity.
- Bununla birlikte, Komisyon'un önerisi ikiyüzlülük açısından sapkındır.
- Coming months will be vital in judging efforts to modernise the economy.
- Önümüzdeki aylar ekonomiyi modernleştirme çabalarını değerlendirmek açısından hayati önem taşıyacak.
- Mr Martin's report has come at a crucial time in the fisheries sector.
- Bay Martin'in raporu balıkçılık sektörü açısından kritik bir dönemde geldi.
- It is a violation of this agreement as far as the state in question is concerned.
- Söz konusu devlet açısından bu anlaşmanın ihlali söz konusudur.
- We note that you want to pension the Council off, which is fairly normal in view of your political career.
- Konseyi emekliye ayırmak istediğinizi not ediyoruz ki bu siyasi kariyeriniz açısından oldukça normaldir.
- Clearly support under the Sapard scheme is of vital importance in assisting that process.
- Sapard programı kapsamındaki desteğin bu sürece yardımcı olmak açısından hayati önem taşıdığı açıktır.
- In conciliation we arrived at a solution that is satisfactory as far as Parliament is concerned.
- Uzlaşma sürecinde Parlamento açısından tatmin edici bir çözüme ulaştık.
- Vietnam is an important partner, both in political and in economic terms.
- Vietnam hem siyasi hem de ekonomik açıdan önemli bir ortaktır.
- This has been a bad week for the rule of law in the European Union.
- Bu hafta Avrupa Birliği'nde hukukun üstünlüğü açısından kötü bir hafta oldu.
- Respect for fundamental principles is essential in consolidating the democratic process.
- Temel ilkelere saygı, demokratik sürecin sağlamlaştırılması açısından elzemdir.
- In operational terms, the raft of planned operations has been implemented steadily.
- Operasyonel açıdan, planlanan operasyonlar istikrarlı bir şekilde uygulanmıştır.
- But as regards finance SMEs operate in a more difficult environment than their Community counterparts.
- Fakat, finansman açısından KOBİ'ler, Topluluk'taki benzerlerine kıyasla daha güç bir ortamda faaliyet göstermektedir.
- This growth is vital in order to secure the Stability Pact.
- Bu büyüme İstikrar Paktının güvence altına alınması açısından hayati önem taşımaktadır.
- This is one of the first issues in budgetary terms to affect them directly.
- Bu, bütçe açısından onları doğrudan etkileyecek ilk konulardan biridir.
- In the interests of time, I will make just one other point.
- Zaman açısından sadece bir noktaya daha değineceğim.
- This is one of the most dangerous places in Europe for traffic at sea.
- Burası deniz trafiği açısından Avrupa'nın en tehlikeli yerlerinden biridir.
- It is not national claims, but the market that plays a decisive role in respect of such rights.
- Bu tür haklar açısından belirleyici rol oynayan ulusal talepler değil, piyasadır.
- The Commission has made proposals for the reconstruction of Iraq that are reasonable and acceptable in budgetary terms.
- Komisyon, Irak'ın yeniden inşası için bütçe açısından makul ve kabul edilebilir önerilerde bulunmuştur.
- This is crucial to the future of European railways in the twenty-first century.
- Bu, yirmi birinci yüzyılda Avrupa demiryollarının geleceği açısından hayati önem taşımaktadır.
- It is an extremely valuable contribution in placing women nearer the centre of the European Union's foreign policy.
- Bu, kadınların Avrupa Birliği'nin dış politikasının merkezine yerleştirilmesi açısından son derece değerli bir katkıdır.
- My mother tongue is very rich in popular proverbs and sayings.
- Anadilim popüler atasözleri ve deyimler açısından çok zengindir.
- Success in employment policy is crucial to achieving the objective of economic policy.
- İstihdam politikasındaki başarı, ekonomi politikasının hedeflerine ulaşması açısından hayati önem taşımaktadır.
- In the interests of time, I will make just one other point.
- Zaman açısından bir noktaya daha değinmek istiyorum.
- We support Mrs Valenciano’s position, which, in procedural terms, is absolutely right.
- Bayan Valenciano'nun usul açısından kesinlikle doğru olan tutumunu destekliyoruz.
- Parliament's amendments are crucial in order to guarantee EU citizens legal certainty.
- Parlamento'nun değişiklikleri, AB vatandaşlarına yasal kesinlik sağlamak açısından hayati önem taşımaktadır.
- This proposal is one of key importance for consumer protection in the European Union.
- Bu öneri Avrupa Birliği'nde tüketicinin korunması açısından kilit öneme sahiptir.
- I noted your saying it is important, partly in the interests of innovation, to consider relevant markets.
- Kısmen inovasyon açısından ilgili pazarları dikkate almanın önemli olduğunu söylediğinizi not ettim.
- In paragraph 8, is West Africa really more vital to the EU's interests than Central or southern Africa?
- 8. paragrafta, Batı Afrika AB'nin çıkarları açısından gerçekten de Orta ya da Güney Afrika'dan daha mı hayati önemde?
- It is awkward in that all economic or financial mechanisms are effectively frozen.
- Tüm ekonomik veya finansal mekanizmaların etkin bir şekilde dondurulmuş olması açısından gariptir.
- I want to pick out two points that we regard as positively essential in their significance.
- Önemleri açısından olumlu olarak gördüğümüz iki noktaya değinmek istiyorum.
- This is a significant achievement for this Parliament in influencing the final shape of this legislation.
- Bu Parlamento için bu mevzuatın nihai şeklini etkilemek açısından önemli bir başarıdır.
- This area is an important spawning ground, rich in juvenile fish.
- Bu alan yavru balıklar açısından zengin, önemli bir yumurtlama alanıdır.
- That is not much in the way of left-wing policy.
- Bu sol politika açısından pek bir şey ifade etmiyor.
- The fact that we managed to solve a problem in the region around us in this way is very important for enlargement.
- Çevremizdeki bir sorunu bu şekilde çözmeyi başarmış olmamız genişleme açısından çok önemli.
- Similarly, anything not contained in primary or secondary legislation is meaningless as far as the Union is concerned.
- Benzer şekilde, birincil ya da ikincil mevzuatta yer almayan her şey Birlik açısından anlamsızdır.
- However, the Commission's proposal is perverse in its duplicity.
- Bununla birlikte, Komisyon'un önerisi iki yüzlülük açısından sapkındır.
- At all events, comparability must be preserved here, in the interests of the customer.
- Her halükarda burada müşterinin menfaatleri açısından karşılaştırılabilirlik korunmalıdır.
- In paragraph 8, is West Africa really more vital to the EU's interests than Central or southern Africa?
- 8. paragrafta Batı Afrika AB'nin çıkarları açısından gerçekten de Orta ya da Güney Afrika'dan daha mı hayati?
- This is extremely important in consolidating the European democratic institutions.
- Bu, Avrupa demokratik kurumlarının sağlamlaştırılması açısından son derece önemlidir.
- In very practical terms, the EU can do three things.
- Uygulama açısından AB üç şey yapabilir.
- The Stability and Growth Pact is an essential element in the credibility of the Euro area.
- İstikrar ve Büyüme Paktı, Avro alanının kredibilitesi açısından temel bir unsurdur.
- That strikes me as essential, partly also with a view to the forthcoming elections in 2004.
- Bu bana, kısmen 2004'te yapılacak seçimler açısından da çok önemli geliyor.
- That is important for this sector's competitiveness in relation to other sectors within the telecommunications sector.
- Bu, bu sektörün telekomünikasyon sektöründeki diğer sektörlerle rekabet edebilirliği açısından önemlidir.
- This area is an important spawning ground, rich in juvenile fish.
- Bu bölge yavru balıklar açısından zengin, önemli bir yumurtlama alanıdır.
- The coming months will be vital in judging efforts to modernise the economy.
- Önümüzdeki aylar, ekonomiyi modernleştirme çabalarını değerlendirmek açısından hayati önem taşıyacaktır.
- This has been a good week for working conditions in Europe.
- Bu hafta Avrupa'daki çalışma koşulları açısından iyi bir hafta olmuştur.
- This fresh step is certainly also of importance in the removal of inequalities between North and South.
- Bu yeni adım, Kuzey ve Güney arasındaki eşitsizliklerin giderilmesi açısından da büyük önem taşımaktadır.
- That will become very important in view of the elections to be held in 2004.
- Bu, 2004 yılında yapılacak seçimler açısından çok önemli hale gelecektir.
- That strikes me as essential, partly also with a view to the forthcoming elections in 2004.
- Bu bana, kısmen 2004'te yapılacak seçimler açısından da gerekli geliyor.
- The English language is rich in expressions.
- İngiliz dili ifadeler açısından zengindir.
- I will mention only two, in order to be brief.
- Kısa olması açısından sadece iki yerden bahsedeceğim.
- However, since the last regular report, progress in transposition of legislation in these areas has been limited.
- Ancak, son düzenli rapordan beri, bu alanlarda mevzuat aktarımı açısından ilerleme sınırlı olmuştur.
- The difference between ‘may’ and ‘must’ has significant implications for ports and dockers in Europe.
- "Olabilir" ve "olmalı" arasındaki ayrımın Avrupa'daki limanlar ve liman işçileri açısından önemli sonuçları vardır.
- Granting such a patent would be very harmful as far as research and improvements in treatment are concerned.
- Böyle bir patentin verilmesi, araştırma ve tedavideki gelişmeler açısından çok zararlı olacaktır.
- The control of agricultural subsidies is particularly important in view of the enlargement of the European Union.
- Tarımsal sübvansiyonların kontrolü, Avrupa Birliği'nin genişlemesi açısından özellikle önemlidir.
- There are also these budget items that, year after year, completely miss the mark in budgeting terms.
- Bir de her yıl bütçeleme açısından hedefi tamamen ıskalayan bütçe kalemleri var.
- This is particularly important in relation to investment firms.
- Bu özellikle yatırım firmaları açısından çok önemli.
- We see this, in political terms, as a rather unimaginative way of handling Budget guidelines.
- Bunu, siyasi açıdan, Bütçe yönergelerini ele almanın oldukça yaratıcı olmayan bir yolu olarak görüyoruz.
- Various procedures are applied which vary in their speed and thoroughness.
- Hız ve titizlik açısından farklılık gösteren çeşitli prosedürler uygulanmaktadır.
- In view of deconcentration we want to ensure there is a proper infrastructure in place for our delegations.
- Dekonsantrasyon açısından delegasyonlarımız için uygun bir altyapının mevcut olmasını sağlamak istiyoruz.
- Its own communication is lacking in strategic thinking, and we need to make great progress on that issue.
- Kendi iletişimi stratejik düşünce açısından eksiktir ve bu konuda büyük ilerleme kaydetmemiz gerekmektedir.
- The Middle East has a unique heritage, rich in symbols and history.
- Ortadoğu, semboller ve tarih açısından zengin, eşsiz bir mirasa sahiptir.
- The country is abundant in natural resources.
- Bu ülke doğal kaynak açısından zengindir.
- Such visitors do not make any sense in projects such as affiliate marketing.
- Satış ortaklığı gibi projeler açısından böyle ziyaretçilerin hiçbir anlamı yoktur.
- For example, whole grains are rich in the mineral magnesium.
- Örneğin, tam tahıllar mineral magnezyum açısından zengindir.
- And that's a unique opportunity, I would say, in design.
- Ve bunun tasarım açısından eşsiz bir imkan olduğunu söyleyebilirim.
- Oranges are rich in vitamin C.
- Portakallar vitamin C açısından zengindirler.
- India is a region rich in culinary culture.
- Hindistan mutfak kültürü açısından zengin bir bölge.
- The country isn't rich in natural resources.
- Bu ülke doğal kaynaklar açısından zengin değil.
- The district is abundant in natural resources.
- Bölge, doğal kaynaklar açısından zengindir.
- Australia is rich in natural resources.
- Avustralya, doğal kaynaklar açısından zengindir.
- The region is relatively rich in mineral resources.
- Bölge, maden kaynakları açısından oldukça zengindir.
- Bach's music is rich in polyphony.
- Bach'ın müziği çok seslilik açısından zengin.
- There's a stark difference in background and ideology between the two presidential candidates.
- İki başkan adayı arasında geçmiş ve ideoloji açısından bariz bir fark var.
- His music is rich in polyphony.
- Onun müziği çokseslilik açısından zengin.
- In the big orchard, they grow citrus fruits that are juicy and rich in vitamins.
- Büyük meyve bahçesinde sulu ve vitamin açısından zengin turunçgiller yetiştiriyorlar.
- The avocado is rich in fats.
- Avokado yağ açısından zengindir.
- Oranges are rich in vitamin C.
- Portakallar C vitamini açısından zengindir.
- The French language is rich in synonyms.
- Fransız dili eşanlamlılar açısından zengindir.
- Avocados are rich in vitamin E.
- Avokadolar E vitamini açısından zengindir.
- Japan is not rich in natural resources.
- Japonya doğal kaynaklar açısından zengin değildir.
Show More (81)
|
6 |
in |
olarak |
prep. |
|
- Administrative expenditure has been discussed in great detail by the Council.
- İdari harcamalar Konsey tarafından ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
- Hygiene plays a very important part in connection with disease.
- Hijyen, hastalıkla bağlantılı olarak çok önemli bir rol oynar.
- Administrative expenditure has been discussed in great detail by the Council.
- İdari harcamalar Konsey tarafından ayrıntılı olarak tartışılmıştır.
- I am thinking in the very first place of Palestine.
- İlk olarak Filistin'i düşünüyorum.
- Everyone recognises this failure in private.
- Herkes bu başarısızlığı özel olarak kabul eder.
- Everything else is virtually identical in content.
- Diğer her şey içerik olarak neredeyse aynıdır.
- We should now be resolute in showing our solidarity in practical, cash-down terms.
- Şimdi dayanışmamızı pratik ve nakit olarak gösterme konusunda kararlı olmalıyız.
- In a certain sense I see this editorial as an opportunity.
- Belli bir anlamda bu başyazıyı bir fırsat olarak görüyorum.
- In a certain sense I see this editorial as an opportunity.
- Bir bakıma bu başyazıyı bir fırsat olarak görüyorum.
- In a certain sense I see this editorial as an opportunity.
- Bir anlamda bu başmakaleyi bir fırsat olarak görüyorum.
- However, exterior space is variable in scale and function.
- Ancak dış mekân ölçek ve işlev olarak değişkendir.
- Algeria is a large country in land.
- Cezayir toprak olarak büyük bir ülke.
- It's also written in French.
- Ayrıca Fransızca olarak yazılmış.
- Tom answered in the negative.
- Tom olumsuz olarak cevap verdi.
- He gave me this doll in token of his gratitude.
- Minnettarlık göstergesi olarak bana bu bebeği verdi.
- I'm not accusing anyone in particular.
- Ben özel olarak kimseyi suçlamıyorum.
- She majors in French literature.
- Anadal olarak Fransız edebiyatı okuyor.
- His novels also appear in French.
- Romanları Fransızca olarak da yayınlanıyor.
- Modern bridges are similar in shape.
- Modern köprüler şekil olarak birbirine benzer.
- He pays about 25% of his income in taxes.
- Gelirinin yüzde yirmi beşini vergi olarak ödüyor.
- I'd like to speak with Tom in private.
- Tom ile özel olarak konuşmak istiyorum.
- He showed me her picture in private.
- O, bana özel olarak resmini gösterdi.
- Could I see you in private?
- Seni özel olarak görebilir miyim?
- I paid for it in euros.
- Parasını avro olarak ödedim.
- He offered me some money in token of gratitude.
- Minnettarlığının göstergesi olarak bana biraz para teklif etti.
- Whales are similar to fish in shape.
- Balinalar şekil olarak balıklara benzer.
- May I speak to you in private?
- Sizinle özel olarak konuşabilir miyim?
- May I have a word with you in private?
- Seninle özel olarak konuşabilir miyim?
- His novels also appear in French.
- Romanları Fransızca olarak da yayınlanmaktadır.
- I'll explain it in more detail later.
- Onu daha sonra ayrıntılı olarak açıklayacağım.
- I'm not accusing anyone in particular.
- Özel olarak kimseyi suçlamıyorum.
- I asked him if I could talk to him in private.
- Onunla özel olarak konuşabilir miyim diye sordum.
- Tom loves to talk about his travels in great detail.
- Tom seyahatleri hakkında ayrıntılı olarak konuşmayı sever.
- It's also written in French.
- Fransızca olarak da yazılmıştır.
- May I speak with you in private?
- Sizinle özel olarak konuşabilir miyim?
- May I present this to you in token of my appreciation?
- Minnettarlığımın bir ifadesi olarak bunu size sunabilir miyim?
- After Tom explained it in French, he said the same thing in English.
- Tom Fransızca olarak açıkladıktan sonra aynı şeyi İngilizce söyledi.
- What does Tom expect in return?
- Tom karşılık olarak ne bekliyor?
- Could I see you in private?
- Sizinle özel olarak görüşebilir miyim?
- I asked Mary if I could talk to her in private.
- Mary'ye onunla özel olarak konuşup konuşamayacağımı sordum.
- If defective in structure, they are perfect in function.
- Yapı olarak kusurlu olsalar bile, onlar fonksiyon olarak mükemmeldir.
- Can I talk to you in private for a minute?
- Seninle bir dakika özel olarak konuşabilir miyim?
- May I talk with you in private about the matter?
- Sizinle bu konu hakkında özel olarak konuşabilir miyim?
- He told me about it in private.
- Bunu bana özel olarak anlattı.
- Tom was in trouble financially.
- Tom'un başı finansal olarak dertteydi.
- Do you want your money in coins?
- Paranı bozuk para olarak mı istiyorsun?
- Dogs see in black and white.
- Köpekler siyah ve beyaz olarak görür.
- I went there in private.
- Oraya özel olarak gittim.
- I always pay my monthly rent in Euros.
- Aylık kiramı her zaman euro olarak öderim.
- I must speak to you in private.
- Seninle özel olarak konuşmalıyım.
- What does Tom want in return?
- Tom karşılık olarak ne istiyor.
Show More (48)
|
7 |
in |
içindeki |
prep. |
|
- Priority areas for action must, nevertheless, be identified according to trends in crime in the Union.
- Bununla birlikte eylem için öncelikli alanlar Birlik içindeki suç eğilimlerine göre belirlenmelidir.
- The ratio of debt in Greece is one of the highest in the Community.
- Yunanistan'daki borç oranı Topluluk içindeki en yüksek oranlardan biridir.
- The letter reminded me of a drug addict in denial, addicted to subsidies.
- Mektup bana inkâr içindeki, sübvansiyonlara bağımlı bir uyuşturucu müptelasını hatırlattı.
- Europe was founded on the idea of putting an end to war between the various nations in it.
- Avrupa, içindeki çeşitli uluslar arasındaki savaşa son verme fikri üzerine kurulmuştur.
- The share of exports in GNP stood at 4,3% in 1981 but had risen to 23,9% in 1997.
- İhracatın GSMH içindeki payı 1981'deki % 4,3 düzeyinden, 1997 yılında % 23,9'a yükselmiştir.
- Processed healthy bone in animal meal is, though, apparently a danger to the omnivore.
- Ancak, görünüşe göre hayvani gıda içindeki işlenmiş sağlıklı kemik, omnivorlar için bir tehlikedir.
- This directive elaborates upon this as a right for all companies in the Union.
- Bu yönerge bunu Birlik içindeki tüm şirketler için bir hak olarak detaylandırmaktadır.
- Portugal is one of the biggest textile and clothing producers in the Union.
- Portekiz, Birlik içindeki en büyük tekstil ve giyim üreticilerinden biridir.
- There is no doubt that this imbalance within NATO promotes American unilateralism in the area of security.
- NATO içindeki bu dengesizliğin güvenlik alanında Amerikan tek taraflılığını teşvik ettiğine şüphe yoktur.
- I am also in favour of strengthening political and economic ties within Europe.
- Ben de Avrupa içindeki siyasi ve ekonomik bağların güçlendirilmesinden yanayım.
- In the debate within the European Union, a major ethical problem, which is a question, has arisen.
- Avrupa Birliği içindeki tartışmalarda önemli bir etik sorun, yani bir soru ortaya çıkmıştır.
- It must fulfil necessary political pre-conditions and relate to countries in clear geographical proximity.
- Gerekli siyasi ön koşulları yerine getirmeli ve açık bir coğrafi yakınlık içindeki ülkelerle ilgili olmalıdır.
- This policy should contribute to the integration of all regions in the Community and promote territorial cohesion.
- Bu politika, Topluluk içindeki tüm bölgelerin entegrasyonuna katkıda bulunmalı ve bölgesel uyumu teşvik etmelidir.
- It would be good if they encouraged more participation in their work within Parliament.
- Parlamento içindeki çalışmalarına daha fazla katılımı teşvik etmeleri iyi olurdu.
- I would mention the cheese on the pizza and the milk in the bar of chocolate.
- Pizzanın üzerindeki peynirden ve çikolatanın içindeki sütten bahsederdim.
- The devastation is immense and the people are in deep despair.
- Yıkım çok büyüktür ve insanlar derin bir umutsuzluk içindedir.
- To put it mildly, it is in a conceptual and political vacuum.
- En hafif deyimiyle, kavramsal ve siyasi bir boşluk içindedir.
- It must fulfil necessary political pre-conditions and relate to countries in clear geographical proximity.
- Gerekli siyasi önkoşulları yerine getirmeli ve açık bir coğrafi yakınlık içindeki ülkelerle ilgili olmalıdır.
- Exposure to lead in the diet is well within safe limits.
- Beslenmede kurşuna maruz kalma güvenli sınırlar içindedir.
- Some might regard Britain as the grit in the oyster that has created the pearl.
- Bazıları Britanya'yı inciyi yaratan istiridyenin içindeki kum olarak görebilir.
- Moreover, former employees are in constant anxiety about whether they will be affected by cancer in the future.
- Ayrıca eski çalışanlar gelecekte kanser hastalığına yakalanıp yakalanmayacakları konusunda sürekli bir endişe içindedir.
- The Commission and Parliament are in full agreement on this, also for very principled reasons.
- Komisyon ve Parlamento, ilkesel nedenlerle de olsa, bu konuda tam bir mutabakat içindedir.
- The political groups are in wide agreement on this matter.
- Siyasi gruplar bu konuda geniş bir mutabakat içindedir.
- Internal tensions in the coalition have so far been successfully mastered.
- Koalisyon içindeki gerilimler bugüne kadar başarıyla aşılmıştır.
- No, nothing in her could make her do that.
- Hayır, içindeki hiçbir şey ona bunu yaptıramaz.
- No, nothing in her could make her do that.
- Hayır, içindeki hiçbir şey ona bunu yaptıramazdı.
- Your rich cosmetic dentist is not going to like the sugar in these.
- Senin zengin estetik dişçin bunların içindeki şekerden pek haz etmeyecek.
- He is the owner of four very big farms in the interior of Sao Paulo.
- O Sao Paulo'nun içindeki dört tane çok büyük çiftliğin sahibidir.
- He is in harmony with all his classmates.
- Tüm sınıf arkadaşlarıyla uyum içindedir.
- Russia is a riddle wrapped in a mystery inside an enigma.
- Rusya, bir muammanın içindeki gizemle sarılmış bir bilmece.
- He is in harmony with all his classmates.
- O tüm sınıf arkadaşlarıyla uyum içindedir.
- She couldn't stand the heat in the train.
- Trenin içindeki sıcağa dayanamadı.
- I run like a hamster in a wheel.
- Çarkın içindeki bir hamster gibi koşuyorum.
- What's in the truck?
- Kamyonun içindeki ne?
- A few people mentioned they would like to attend some sessions later in the day on the Technical Session Agenda.
- Teknik Oturum Gündeminde birkaç kişi daha sonra gün içindeki bazı oturumlara katılmak istediklerinden söz ettiler.
- I never see a library without wishing I had time to go there and stay till I had read everything in it.
- Bir kütüphane görünce, gidip içindeki her şeyi okuyana kadar orada kalmayı dilemediğim olmamıştır.
- The chickens are in the henhouse.
- Tavuklar kümes içindedirler.
- I never see a library without wishing I had time to go there and stay till I had read everything in it.
- Ne zaman bir kütüphane görsem; gönlümden hep gidip içindeki her şeyi okuyana kadar orada kalmak geçer.
Show More (35)
|
8 |
in |
-de |
adv. |
|
- That was two weeks ago and they are still in jail.
- Bu iki hafta önceydi ve hala hapisteler.
- Our mother's a drug addict, and she's in jail right now.
- Annemiz bir uyuşturucu bağımlısı ve şu anda hapiste.
- Sami made that phone call in jail.
- Sami o telefon görüşmesini hapiste yaptı.
- Sami is gonna spend the rest of his life in jail.
- Sami ömrünün geri kalanını hapiste geçirecek.
- I thought Tom might be in jail.
- Tom'un hapiste olabileceğini düşündüm.
- Tom is now in jail, isn't he?
- Tom şu anda hapiste, değil mi?
- Do you want to spend the rest of your life in jail?
- Hayatının geri kalanını hapiste mi geçirmek istiyorsun?
- Tom is likely going to spend the rest of his life in jail.
- Tom muhtemelen hayatının geri kalanını hapiste geçirecek.
- I would prefer to spend six months in jail rather than getting busted.
- Yakalanmaktansa altı ay hapiste kalmayı tercih ederim.
- The judge said that the defendant will remain in jail until he finds the money to pay all his fines.
- Yargıç, sanığın tüm cezalarını ödeyecek parayı bulana kadar hapiste kalacağını söyledi.
- Shouldn't Tom be in jail?
- Tom'un hapiste olması gerekmiyor mu?
- Tom spent thirty days in jail.
- Tom hapiste otuz gün geçirdi.
- I don't want to spend the rest of my life in jail.
- Hayatımın geri kalanını hapiste geçirmek istemiyorum.
- I wonder if Tom is still in jail.
- Tom'un hala hapiste olup olmadığını merak ediyorum.
- Tom spent some time in jail when he was in his thirties.
- Tom otuzlu yaşlarındayken bir süre hapiste kaldı.
- Do you know why Tom is in jail?
- Tom neden hapiste olduğunu biliyor musun?
- Tom is already in jail.
- Tom zaten hapiste.
- Is Tom still in jail?
- Tom hala hapiste mi?
- There are many innocent men in jail.
- Hapiste pek çok masum erkek vardır.
- Sami arranged for someone to look after his children while he was in jail.
- Sami hapisteyken çocuklarına bakması için birini ayarladı.
- Fadil spent two decades in jail.
- Fadıl hapiste yirmi yıl geçirdi.
- My father's in jail.
- Babam hapiste.
- Tom is probably still in jail.
- Tom muhtemelen hala hapiste.
- He spent the night in jail.
- Geceyi hapiste geçirdi.
- Tom said he doesn't want to spend time in jail.
- Tom hapiste zaman geçirmek istemediğini söyledi.
- How long were you in jail?
- Hapiste ne kadar kaldın?
- Tom spent more than three years in jail.
- Tom hapiste üç yıldan fazla kaldı.
- Tom is still in jail, isn't he?
- Tom hala hapiste, değil mi?
- Tom only spent three days in jail.
- Tom hapiste sadece üç gün geçirdi.
Show More (26)
|
9 |
in |
içine |
adv. |
|
- Literacy breaks the vicious poverty circle in which many families have been imprisoned for generations.
- Okuryazarlık, pek çok ailenin nesiller boyu içine hapsolduğu kısır yoksulluk döngüsünü kırmaktadır.
- It must grow, reform itself and engage in deeper cooperation.
- Büyümeli, kendini yenilemeli ve daha derin bir işbirliği içine girmelidir.
- You hover around them and suddenly you are sucked in and find enormous difficulties.
- Etraflarında dolaşırken birdenbire içine çekiliyorsunuz ve muazzam zorluklarla karşılaşıyorsunuz.
- One often sees a presidency looking at a problem firmly in the eye, and then running away.
- Bir cumhurbaşkanının bir sorunun gözünün içine baka baka kaçması sıkça görülen bir durumdur.
- It must grow, reform itself and engage in deeper cooperation.
- Meclis büyümeli, kendini yenilemeli ve daha derin bir işbirliği içine girmelidir.
- This reflects precisely the dilemma in which the groups have placed me.
- Bu tam da grupların beni içine soktuğu ikilemi yansıtıyor.
- This one'll bring you right in the family, kid.
- Bu seni ailenin içine sokmuş olacak, evlat.
- This one'll bring you right in the family, kid.
- Bu seni doğrudan ailenin içine sokar, evlat.
- He slipped and fell in the pool.
- O kaydı ve havuzun içine düştü.
- Tom looked in his briefcase.
- Tom evrak çantasının içine baktı.
- You put far too much pepper in it.
- Onun içine çok fazla biber koydun.
- This book is mine; I wrote my name in it myself.
- Bu kitap benim; içine adımı kendim yazdım.
- His friends said he didn't like going out in public.
- Arkadaşları insan içine çıkmayı sevmediğini söyledi.
- The massacre in Norway and the recent rebellion and the booty in England, are dreadful in consideration of the circumstances that the world drifted into.
- Norveç'te yaşanan katliam ve son günlerde İngiltere'deki ayaklanma ve yağma, dünyanın içine sürüklendiği durum itibarı ile dehşet vericidir.
- What did you put in the coffee?
- Kahvenin içine ne koydun?
- Tom dangled his feet in the water.
- Tom ayaklarını suyun içine sarkıttı.
- You put far too much pepper in it.
- İçine çok fazla biber koymuşsun.
- They sat in a semi-circle.
- Onlar bir yarım daire içine oturdular.
- Tuck your shirt in.
- Gömleğini içine sok.
- You should put this phrase in quotation marks.
- Bu cümleyi tırnak içine almalısın.
- The monkey locked himself in the bunker.
- Maymun kendini sığınağın içine kilitledi.
- The secretary inserted the letter in the envelope.
- Sekreter mektubu zarfın içine yerleştirdi.
- He put the clothes in the trough.
- Elbiseleri yalağın içine koydu.
- I looked in the box.
- Kutunun içine baktım.
- My garden is very colourful, because I planted a lot of flowers in it.
- Bahçem çok renkli, çünkü içine bir sürü çiçek ektim.
- Tom keeps enough money for a taxi fare home tucked in his sock when he goes out drinking.
- Tom içmeye gittiğinde çorabının içine eve taksiyle dönecek kadar para koyar.
- You should put this phrase in quotation marks.
- Bu ifadeyi tırnak içine almalısınız.
Show More (24)
|
10 |
in |
ile |
adv., prep. |
|
- I agree that President Musharraf took over in a coup.
- Başkan Müşerref'in görevi bir darbe ile devraldığına katılıyorum.
- Esperanto adjectives always end in a.
- Esperanto sıfatlar hep a ile sona erer.
- You'll be receiving your certificate in the mail.
- Posta ile sertifikanı alacaksın.
- This book is written in easy English.
- Bu kitap, kolay İngilizce ile yazılmış.
- Tom first met Mary when they were in high school.
- Tom, Mary ile ilk kez lisedeyken tanıştı.
- He made a speech in plain English.
- Sade bir İngilizce ile bir konuşma yaptı.
- You'll be receiving your license in the mail.
- Posta ile lisansını alacaksın.
- He's very interested in Japanese.
- Japonca ile çok ilgileniyor.
- This book is written in easy English.
- Bu kitap kolay bir İngilizce ile yazılmış.
- I talked to Tom in French.
- Tom ile Fransızca konuştum.
- Tom first met Mary at a cafe in Boston.
- Tom, Mary ile ilk kez Boston'da bir kafede tanıştı.
- Tom asked for directions in fluent Chinese.
- Tom akıcı bir Çince ile yol sordu.
- I am very interested in the Berber language.
- Berberi dili ile çok ilgileniyorum.
- Tom graduated in the same year as Mary.
- Tom, Mary ile aynı yıl mezun olmuştu.
- He is very much interested in Japanese history.
- Japon tarihi ile çok ilgileniyor.
- This book is written in easy English for beginners to understand.
- Bu kitap yeni başlayanların anlayabilmesi için kolay bir İngilizce ile yazılmış.
- It's said that a new airport will be built in the province.
- İle yeni bir havalimanı yapılacağı söyleniyor.
- I hear some tribes in eastern Africa live on milk products.
- Doğu Afrika'da bazı kabilelerin süt ürünleri ile yaşadığını duydum.
- Tom didn't seem particularly interested in Mary.
- Tom Mary ile özellikle ilgileniyor gibi görünmüyordu.
- It is written in easy English.
- Kolay bir İngilizce ile yazılmış.
- I met Meg in Kyoto last week.
- Meg ile geçen hafta Kyoto'da tanıştım.
- Tom is facing life in prison.
- Tom ömür boyu hapis ile karşı karşıya.
- He looked quite handsome in his suit and tie.
- Takım elbisesi ve kravatı ile oldukça yakışıklı görünüyordu.
- This is a story written in simple English.
- Bu, basit İngilizce ile yazılmış bir hikaye.
Show More (21)
|
11 |
in |
-da |
adv. |
|
- Leyla Zana, the European Parliament Sakharov prizewinner, is still in jail.
- Avrupa Parlamentosu Sakharov ödülü sahibi Leyla Zana hala hapiste.
- If you can't make bail, you'll have to stay in jail.
- Kefaleti ödeyemezsen, hapiste kalmak zorunda kalacaksın.
- How'd they treat you in jail, Tom?
- Hapiste sana nasıl davrandılar, Tom?
- Tom spent three days in jail.
- Tom hapiste üç gün geçirdi.
- Maintaining a criminal in the jail is very expensive.
- Hapisteki bir suçlunun bakımı çok pahalıdır.
- Tom is in jail in Boston.
- Tom Boston'da hapiste.
- I thought Tom was still in jail.
- Tom'un hala hapiste olduğunu sanıyordum.
- Tom is probably still in jail.
- Tom muhtemelen hâlâ hapiste.
- Tom is now in jail, isn't he?
- Tom şimdi hapiste, değil mi?
- I've never spent a day in jail.
- Hapiste bir gün bile geçirmedim.
- It's a wonder you're not in jail.
- Hapiste olmaman bir mucize.
- I wonder if Tom is still in jail.
- Acaba Tom hala hapiste mi?
- Sami is gonna spend the rest of his life in jail.
- Sami hayatının geri kalanını hapiste geçirecek.
- My husband is in jail.
- Kocam hapiste.
- Tom is stuck in jail because he can't afford bail.
- Tom kefaleti ödeyemediği için hapiste.
- I don't want to die in jail.
- Hapiste ölmek istemiyorum.
- His father is in jail.
- Babası hapiste.
- Tom spent the night in jail.
- Tom geceyi hapiste geçirdi.
- Tom served 30 days in jail.
- Tom hapiste 30 gün görev yaptı.
- I'm not going to spend the rest of my life in jail.
- Hayatımın geri kalanını hapiste geçirmeyeceğim.
- Tom is still in jail, isn't he?
- Tom hâlâ hapiste, değil mi?
- He should be in jail.
- O hapiste olmalı.
- Tom will end up in jail.
- Tom'un sonu hapiste bitecek.
Show More (20)
|
12 |
in |
sonra |
prep. |
|
- Let us now consider the prospects for the Ministerial Conference, which will take place in two weeks' time.
- Şimdi de iki hafta sonra gerçekleşecek olan Bakanlar Konferansı'na ilişkin beklentileri ele alalım.
- We'll see how he plays in two weeks.
- İki hafta sonra nasıl oynayacağını göreceğiz.
- I'll pick them up in an hour.
- Onları bir saat sonra alırım.
- Come back in a month.
- Bir ay sonra gel.
- Tom and Mary's wedding is in three days.
- Tom ve Mary'nin düğünü üç gün sonra.
- We'll be back in three months.
- Üç ay sonra döneceğiz.
- Sami's body was dumped in the lake but it rose to the surface just days later.
- Sami'nin cesedi göle atıldı ama günler sonra yüzeye çıktı.
- See you in an hour.
- Bir saat sonra görüşürüz.
- I'm meeting her in an hour.
- Bir saat sonra onunla buluşacağım.
- I'll call you back in about thirty minutes.
- Otuz dakika sonra tekrar ararım.
- I left Japan for the first time in ten years.
- On yıl sonra ilk defa Japonya'dan ayrıldım.
- I'm meeting them in ten minutes.
- On dakika sonra onlarla buluşacağım.
- Come back in an hour.
- Bir saat sonra gel.
- Maybe we'll see Tom again in a few years.
- Belki Tom'u birkaç yıl sonra tekrar görürüz.
- Come back in a day.
- Bir gün sonra gel.
- See you in thirty minutes.
- Otuz dakika sonra görüşürüz.
- See everyone in two months.
- İki ay sonra görüşürüz.
- Can you meet me in the cafeteria in ten minutes?
- On dakika sonra kafeteryada buluşabilir miyiz?
- I'll pick you up in an hour.
- Seni bir saat sonra alırım.
- See you in a little while.
- Bir süre sonra görüşürüz.
- I'll fill you in later.
- Sonra anlatırım.
Show More (18)
|
13 |
in |
halinde |
adv. |
|
- We must communicate with the authorities and civil society in Belarus.
- Belarus'taki yetkililer ve sivil toplum ile iletişim halinde olmalıyız.
- We addressed them in separate documents.
- Bunları ayrı belgeler halinde ele aldık.
- I cannot appreciate how organising everything in large groups will liven up the parliamentary debate.
- Her şeyi büyük gruplar halinde organize etmenin parlamentodaki tartışmaları nasıl canlandıracağını anlayamıyorum.
- I cannot guarantee that with the Single Sky in operation this accident would have been prevented.
- Single Sky'ın faaliyette olması halinde bu kazanın önlenebileceğini garanti edemem.
- They were made in sets of two, husband and wife.
- Karı koca ikişerli setler halinde üretildiler.
- However, these need not be purchased together in one package.
- Ancak bunların tek bir paket halinde satın alınmasına gerek yok.
- They were made in sets of two, husband and wife.
- Karı-koca olmak üzere ikişerli setler halinde yapılmışlardı.
- The delays of time are inevitable in the presence of certain space conditions.
- Belirli mekansal koşulların varlığı halinde zamansal gecikmeler kaçınılmazdır.
- He is wandering around in a trance.
- Trans halinde dolaşıyor.
- Even if you go far away, let's keep in touch with each other over the phone.
- Uzaklara gitsen bile, telefonla birbirimizle iletişim halinde olalım.
- Snow fell in large flakes.
- Kar büyük taneler halinde düştü.
- I want you back in one piece.
- Seni tek parça halinde geri istiyorum.
- I need you here in case something else happens.
- Başka bir şey olması halinde sana burada ihtiyacım var.
- She keeps her hair in curls.
- Saçlarını bukleler halinde tutuyor.
- I want you back in one piece.
- Tek parça halinde dönmeni istiyorum.
- The birds were flying in a group.
- Kuşlar grup halinde uçuyorlardı.
- Let's keep in touch with each other.
- Birbirimizle iletişim halinde olalım.
- Send it in duplicate.
- Onu iki kopya halinde gönderin.
- The rain came down in torrents.
- Yağmur sağanak halinde yağdı.
Show More (16)
|
14 |
in |
bakımından |
adv. |
|
- In the case of elected officials, corruption is partly caused by the absence of public funding for political parties.
- Seçilmiş görevliler bakımından ise, yolsuzluğun bir nedeni, siyasi partiler için kamusal fonlama olmayışıdır.
- It forms an ecosystem, an entity in its own right, rich in its environment and in its culture.
- Bir ekosistem oluşturur, kendi başına bir varlıktır, çevresi ve kültürü bakımından zengindir.
- Iraq is rich in petroleum.
- Irak petrol bakımından zengin.
- But despite considerable progress recently, Turkey is still lagging behind in human development.
- Fakat, son zamanlarda sağlanan önemli ilerlemeye rağmen, Türkiye beşeri gelişme bakımından hâlâ geridedir.
- There is some feeling within the Socialist Group that the proposal is somewhat lacking in ambition.
- Sosyalist Grup içerisinde, teklifin azim bakımından biraz eksik olduğuna dair bazı hisler var.
- Anyway, why was France so dead against counting in population density?
- Her neyse, Fransa nüfus yoğunluğu bakımından neden bu kadar gerideydi?
- If that is to be possible, Parliament must be strengthened in its key functions.
- Bunun mümkün olabilmesi için Parlamento'nun temel işlevleri bakımından güçlendirilmesi gerekmektedir.
- The others, although equal in dignity, are not equal in law.
- Diğerleri, saygınlık bakımından eşit olsalar da, hukuken eşit değillerdir.
- The country is abundant in natural resources.
- Ülke doğal kaynaklar bakımından zengindir.
- The United States is abundant in natural resources.
- Birleşik Devletler doğal kaynaklar bakımından zengindir.
- Berries are high in minerals such as potassium.
- Meyveler potasyum gibi mineraller bakımından zengindir.
- Japan is not abundant in natural resources.
- Japonya doğal kaynaklar bakımından zengin değildir.
- Foods rich in vitamin E include dark-green, leafy vegetables, beans, nuts and whole-grain cereals.
- E vitamini bakımından zengin gıdalar, koyu yeşil, yapraklı sebzeler, fasulye, sert kabuklu yemişler ve tam taneli hububatları içermektedir.
- The US is rich in oil.
- ABD petrol bakımından zengindir.
- Mandarin oranges are rich in vitamins.
- Mandalina vitamin bakımından zengindir.
- Arabia is rich in oil.
- Arabistan petrol bakımından zengindir.
Show More (13)
|
15 |
in |
giymiş |
adj., prep. |
|
- We want an open Europe, not one tied in a straitjacket.
- Şeffaf bir Avrupa istiyoruz, deli gömleği giymiş bir Avrupa değil.
- Why are you in your pajamas?
- Neden pijama giyiyorsun?
- She hasn't worn a Kabyle dress in a long time.
- Uzun zamandır Berberi elbisesi giymemişti.
- I've never worn cowboy boots in my whole life.
- Hayatım boyunca hiç kovboy çizmeleri giymedim.
- I've never worn cowboy boots in my whole life.
- Ben bütün hayatımda hiç kovboy çizmesi giymedim.
- She is in a green dress.
- Yeşil bir elbise giymiş.
- Tom is in his pajamas.
- Tom pijamalarını giymiş.
- Tom is still in his pajamas.
- Tom hala pijamalarını giyiyor.
- Why aren't you in your uniform?
- Neden üniformanı giymiyorsun?
- The ladies were in evening dress.
- Hanımlar gece kıyafeti giymişlerdi.
- Why aren't you in your uniform?
- Neden üniformanı giymedin?
- Tom is in a suit.
- Tom takım elbise giymiş.
Show More (9)
|
16 |
in |
yerinde |
adj. |
|
- I was in a good mood until Tom got here.
- Tom buraya gelene kadar keyfim yerindeydi.
- Somebody's in a good mood.
- Birilerinin keyfi yerinde.
- He's in a good mood today.
- Bugün keyfi yerinde.
- I'm in a good mood today.
- Bugün keyfim yerinde.
- Tom is still in good health.
- Tom'un hâlâ sağlığı yerinde.
- She's in a good mood today.
- Onun bugün keyfi yerinde.
- Tom is in great spirits.
- Tom'un neşesi yerinde.
Show More (4)
|
17 |
in |
içeriye |
adv. |
|
- You can come back in.
- İçeriye geri gelebilirsin.
- Why didn't you invite him in?
- Neden onu içeriye davet etmedin?
- Did she let you in?
- Seni içeriye aldı mı?
- She invited him in for a cup of coffee.
- Bir fincan kahve için onu içeriye davet etti.
- Send Tom in.
- Tom'u içeriye gönder.
- She opened the door and invited the young farmer in.
- Kapıyı açtı ve genç çiftçiyi içeriye davet etti.
Show More (3)
|
18 |
in |
iç |
n. |
|
- When it comes to behaviour in class, I am not sure that the Union would score well.
- Sınıf içi davranışlar söz konusu olduğunda, Birliğin iyi bir not alacağından emin değilim.
- Implementation of the regulation must not, in any event, cause domestic charges to rise.
- Yönetmeliğin uygulanması hiçbir durumda ev içi ücretlerin artmasına neden olmamalıdır.
- The first is the issue of tax fraud in a specific area, that of VAT in intra Community and triangular operations.
- Bunlardan birincisi spesifik bir alanda, Topluluk içi ve üçgen operasyonlarda KDV alanında vergi kaçakçılığı konusudur.
- Fill me in.
- Doldur içimi.
Show More (1)
|
19 |
in |
içerde |
adv. |
|
- Wait for a knock, step through another door, and you're in.
- Kapının çalmasını bekle, öbür kapıdan gir ve içerdesin.
- Wait for a knock, step through another door, and you're in.
- Kapının çalmasını bekle, diğer kapıdan geç ve içerdesin.
- Tom's not in.
- Tom içerde değil.
- Is Tom in?
- Tom içerde mi?
Show More (1)
|
20 |
in |
sırasında |
prep. |
|
- This was the first time that a president had died in office.
- İlk kez başkanlık görevi sırasında biri öldü.
- My grandfather was killed in World War II.
- Dedem 2. Dünya Savaşı sırasında öldürüldü.
- The soldier was killed in action.
- Asker, operasyon sırasında öldürüldü.
Show More (0)
|
21 |
in |
durumunda |
adv. |
|
- I was in pretty bad shape.
- Ben oldukça kötü durumdaydım.
- They're in ecstasy.
- Kendilerinden geçmiş durumdalar.
Show More (-1)
|
22 |
in |
giysisi içinde |
prep. |
|
- Uncontrolled bodily functions in a space suit can be rather inconvenient!
- Uzay giysisi içinde kontrolsüz bedensel işlevler oldukça rahatsız edici olabilir!
Show More (-2)
|
23 |
in |
giren |
adj. |
|
- I've been in trouble before.
- Daha önce de başım belaya girmişti.
Show More (-2)
|
24 |
in |
-da |
prep. |
|
- In that language, adjectives and nouns are inflected for gender.
- Bu dilde, sıfatlar ve isimler cinsiyete göre çekimlenir.
Show More (-2)
|
25 |
in |
hapiste |
adv. |
|
- Did you know Tom has spent time in jail?
- Tom'un hapiste yattığını biliyor muydun?
Show More (-2)
|
26 |
in |
-de |
prep. |
|
- In that language, adjectives and nouns are inflected for gender.
- O dilde, sıfatlar ve isimler cinsiyete göre çekilir.
Show More (-2)
|