Tureng - poor - İngilizce Türkçe Cümleler

Geçmiş

	İngilizce	Türkçe
1	poor	fakir	adj.
	Robbing a poor Peter to pay Paul is an inverse Robin Hood policy and is at best perverse. Paul'e ödeme yapmak için fakir Peter'i soymak ters bir Robin Hood politikasıdır ve en iyi ihtimalle sapkınlıktır. I am Pantalone, I am poor, I have no money, and so I cannot move throughout Europe. Ben Pantalone'um, fakirim, param yok ve bu yüzden Avrupa'da dolaşamıyorum. If we allow this to happen elsewhere we will have a Europe that will be much poorer. Eğer bunun başka yerlerde de olmasına izin verirsek çok daha fakir bir Avrupa'ya sahip olacağız. We cannot ignore the alarming gulf between rich and poor. Zengin ve fakir arasındaki endişe verici uçurumu görmezden gelemeyiz. Now I am penniless, a poor pensioner, but I am happy because I have enjoyed my life. Şimdi beş parasızım, fakir bir emekliyim ama mutluyum çünkü hayatımdan zevk aldım. It is, then, part of the legacy of the former Soviet Union, burdening a poor country like Lithuania. O halde bu, Litvanya gibi fakir bir ülkeye yük olan eski Sovyetler Birliği'nin mirasının bir parçasıdır. The digital divide is further raising the level of antagonism between the rich and poor within a single nation. Dijital uçurum, tek bir ulus içindeki zengin ve fakir arasındaki düşmanlık seviyesini daha da yükseltmektedir. It will be a shift of money from the rich areas to the poor areas, from the bigger farmers to the smaller farmers. Paranın zengin bölgelerden fakir bölgelere, büyük çiftçilerden küçük çiftçilere kayması söz konusu olacaktır. Why, for example, should the British keep their rebate while the much poorer candidate countries pay full price? Örneğin, neden çok daha fakir aday ülkeler tam fiyat öderken İngilizler indirimlerini korumalı? We need intelligent sanctions, intelligent measures, because it is such a poor country. Akıllı yaptırımlara, akıllı tedbirlere ihtiyacımız var çünkü burası çok fakir bir ülke. Those countries are invariably poorer and would benefit from these cheaper medicines. Bu ülkeler her zaman daha fakirdir ve bu ucuz ilaçlardan faydalanacaklardır. Bangladesh is rich and poor at the same time. Bangladeş aynı anda hem zengin hem de fakirdir. Vital resources are being further depleted and the gap between rich and poor becomes ever wider. Vital kaynaklar daha da tükenmekte ve zengin ile fakir arasındaki uçurum daha da büyümektedir. The result is the widening of the gap between rich and poor, despite the growth in international trade. Sonuç, uluslararası ticaretteki büyümeye rağmen zengin ve fakir arasındaki uçurumun genişlemesidir. Britain is much the poorer for that. Britanya bunun için çok daha fakir. The EU takes from the poor and gives to the rich. AB fakirden alıp zengine veriyor. I was impressed by what President Taya has done over the years in a country as poor as this. Bu kadar fakir bir ülkede Başkan Taya'nın yıllar boyunca yaptıklarından çok etkilendim. That is not likely to prevent Central Europe from being the poor cousin of the West for a long time to come. Bu durum, Orta Avrupa'nın uzun bir süre daha Batı'nın fakir kuzeni olmasını engelleyemeyecektir. That is unfortunate because what matters is relations between rich and poor in Slovakia. Bu talihsiz bir durumdur çünkü önemli olan Slovakya'daki zengin ve fakir arasındaki ilişkilerdir. That was the formula that kept those countries poor. Bu ülkeleri fakir tutan formül buydu. We have seen the gap between rich and poor widen. Zengin ve fakir arasındaki uçurumun açıldığını gördük. They are already one of the poorest nations upon Earth. Halihazırda dünyanın en fakir ülkelerinden biridir. Everybody was poor, so there was nothing to steal anyway. Herkes fakirdi, dolayısıyla çalacak bir şey de yoktu zaten. Poor as he was, he couldn't go to college. Fakir olduğu için üniversiteye gidemedi. I wonder whether or not Tom knows how poor Mary really is. Tom'un Mary'nin gerçekten ne kadar fakir olduğunu bilip bilmediğini merak ediyorum. Tom is very poor. Tom çok fakir. Even though he was poor, he was happy. Fakir olmasına rağmen mutluydu. We are poor, but we are happy. Biz fakiriz ama mutluyuz. He's rich rather than poor. Fakirden ziyade zengin. Though he worked hard, he remained poor as ever. Çok çalışmasına rağmen, her zamanki gibi fakir kaldı. They may be poor, but rich in spirit. Onlar fakir olabilir ama ruhen zenginler. He is poor, but honest. O fakir, ama dürüsttür. Nobody wants to be poor in my country. Benim ülkemde kimse fakir olmak istemiyor. I don't care how poor you are. Ne kadar fakir olduğun umurumda değil. He was poor and couldn't buy a coat. O, fakirdi ve bir ceket satın alamadı. Nobody wanted to be poor in my country. Kimse benim ülkemde fakir olmak istemedi. Why are you so poor if you're so smart? Bu kadar zekiysen neden bu kadar fakirsin? Has Tom told Mary that he's poor? Tom, Mary'ye fakir olduğunu söyledi mi? Tom seemed so poor and so sad. Tom çok fakir ve üzgün görünüyordu. Even though she's rich, she says she's poor. Zengin olmasına rağmen fakir olduğunu söylüyor. Born in a poor family, he is anxious for wealth. O, fakir bir ailede doğduğu için, servet için endişeli. Tony did not feel poor. Tony fakir hissetmiyordu. Mary is poor. Mary fakir. We are poor, but we are happy. Fakiriz ama mutluyuz. A poor workman blames his tools. Fakir bir işçi aletlerini suçluyor. I used to be poor like you. Ben de senin gibi fakirdim. Tom's family is poor. Tom'un ailesi fakir. Once upon a time there was a miller who was poor, but he had a beautiful daughter. Bir zamanlar fakir bir değirmenci varmış ama çok güzel bir kızı varmış. She is poor, but she looks happy. Fakir ama mutlu görünüyor. Poor as he is, he is generous. Ne kadar fakir olsa da cömerttir. The poor don't get richer when the rich get poorer. Zenginler fakirleşirken fakirler zenginleşmez. Tom used to be poor. Tom fakirdi. His parents were too poor to send their son to college. Onun ebeveynleri oğullarını üniversiteye gönderemeyecek kadar çok fakirdi. He always remained poor. Her zaman fakir kaldı. He was so poor that he could not buy the bread. O kadar fakirdi ki ekmek alamadı. You're not poor. Sen fakir değilsin. Poor as he is, he is happy. Fakir olduğu halde mutlu. Tom was very poor. Tom çok fakirdi. You look like you're poor. Sen fakir gibi görünüyorsun. A person views things differently according to whether they are rich or poor. Bir insan zengin ya da fakir oluşuna göre olaylara farklı bakar. He was born so poor that he received hardly any school education. O kadar fakir doğdu ki hiç okul eğitimi almadı. Don't look down on him just because he's poor. Sadece fakir olduğu için ona tepeden bakma. I think Tom is poor. Bence Tom fakir. The city is separated into rich and poor. Şehir zengin ve fakir olarak ikiye ayrılmıştı. He said that he was very poor when he was young. Gençken çok fakir olduğunu söyledi. I'm quite poor. Ben oldukça fakirim. He works as hard as ever, but he remains poor. O her zamanki kadar çok çalışıyor fakat fakir kalıyor. We're a very poor country. Biz çok fakir bir ülkeyiz. He said that he was very poor when he was young. O gençken çok fakir olduğunu söyledi. I don't want to end up poor. Sonunda fakir olmak istemiyorum. He is said to have been very poor when he was young. Gençliğinde çok fakir olduğu söyleniyor. I'm a poor student and I can't pay you. Ben fakir bir öğrenciyim ve size ödeme yapamam. Even though they were poor, they were happy. Fakir olmalarına rağmen, onlar mutluydu. You're poor. Siz fakirsiniz. We aren't that poor. O kadar da fakir değiliz. In another time, there were poor farmers in that village. Başka bir zamanda, o köyde fakir çiftçiler vardı. Nutrition is inadequate in some poor areas. Bazı fakir bölgelerde beslenme yetersiz. People on that island are very poor. O adadaki insanlar çok fakir. Tom is still as poor as he's always been. Tom hala her zaman olduğu gibi fakir. He was poor and couldn't buy a coat. Babam fakirdi ve palto alamıyordu. Tom and Mary told me that they were very poor. Tom ve Mary bana çok fakir olduklarını söylediler. For one thing, I am poor; for another, I am busy. Öncelikle, fakirim, aynı zamanda da, yoğunum. Dan, the son of a poor man, dreamed of a university education. Fakir bir adamın oğlu olan Dan, üniversite eğitimi almayı hayal ediyordu. You don't want Tom to think you're poor. Tom'un senin fakir olduğunu düşünmesini istemiyorsun. Death knows neither rich nor poor. Ölüm ne zengin ne de fakir tanır. I'm a poor student and I can't pay you. Ben fakir bir öğrenciyim ve sana ödeme yapamam. We're very poor. Çok fakiriz. He is poor as a church mouse. Bir kilise faresi kadar fakir. He is rich, but his older brother is poor. O zengin ama ağabeyi fakir. I doubt that Tom is still poor. Tom'un hâlâ fakir olduğundan şüpheliyim. He is poor, but he never complains. Fakirdir ama asla şikayet etmez. Tom is poor, but he's happy. Tom fakir ama mutlu. Poor as a church mouse. Bir kilise faresi kadar fakir. He is poor, but he never complains. Fakirdir, ama asla şikâyet etmez. Tom and Mary aren't poor. Tom ve Mary fakir değiller. Once upon a time, there lived a poor man and a rich woman. Bir zamanlar, fakir bir adam ve zengin bir kadın yaşarmış. There is no disgrace in being poor. Fakirlik ayıp değildir. They are poor because of prejudice against them. Onlara karşı olan önyargılardan dolayı fakirler. Nutrition is inadequate in some poor areas. Bazı fakir bölgelerde beslenme yetersizdir. Tom is still just as poor as he used to be. Tom hala eskiden olduğu kadar fakir. Tom and Mary told me they were very poor. Tom ve Mary bana çok fakir olduklarını söylediler. I'm just a poor student. Ben sadece fakir bir öğrenciyim. He is not too poor to buy a bicycle. Bisiklet alamayacak kadar fakir değil. The goat was the poor man's cow. Keçi, fakir adamın ineğiydi. I'm too poor to buy a new suit. Yeni bir takım elbise alamayacak kadar fakirim. For one thing, I am poor; for another, I am busy. Bir yandan fakirim, diğer yandan meşgulüm. The poor peasants ate potatoes. Fakir köylüler patates yerdi. The poor are not always unhappy. Fakirler her zaman mutsuz değildir. Has Tom told Mary that he's poor? Tom fakir olduğunu Mary'ye söyledi mi? The poor get poorer, and the rich get richer. Fakir daha fakir, zengin daha zengin oluyor. I'm not ashamed that I'm poor. Fakir olmaktan utanmıyorum. He is rich and I am poor. O zengin ve ben fakirim. He was very poor. Çok fakirdi. Tom's family is poor. Tom'un ailesi fakirdir. This discovery has been exploited to the detriment of the poor peasants. Bu keşif, fakir çiftçilerin aleyhine oldu. He's a poor student. O fakir bir öğrenci. Tom was poor. Tom fakirdi. I wonder whether or not Tom knows how poor Mary really is. Tom'un Mary'nin ne kadar fakir olduğunu bilip bilmediğini merak ediyorum. Born in a poor family, he is anxious for wealth. Fakir bir ailede doğdu, zenginlik için endişeleniyor. He remained poor despite being a hard worker. Çok çalışmasına rağmen fakir kaldı. There were once poor farmers in that village. Bir zamanlar o köyde fakir çiftçiler vardı. Something you should know about me is that my greatest fear in life is that people will find out that I'm poor. Benim hakkımda bilmeniz gereken bir şey varsa o da hayattaki en büyük korkumun insanların fakir olduğumu öğrenmesi olduğudur. Tom and Mary told me they were very poor. Tom ve Mary bana çok fakir olduklarını söyledi. He's rich rather than poor. O fakirden ziyade zengindir. I'm poor, and I can't buy it. Fakirim ve bunu satın alamam. He was born so poor that he received hardly any school education. O kadar fakir doğdu ki neredeyse hiç okul eğitimi almadı. He is said to be very poor. Çok fakir olduğu söyleniyor. One views things differently according to whether one is rich or poor. İnsan zengin ya da fakir olmasına göre olaylara farklı bakıyor. The Tennessee River Valley area was very poor. Tennessee Nehri Vadisi bölgesi çok fakirdi. It makes no difference to me whether you are rich or poor. Zengin ya da fakir olup olmaman benim için hiç fark etmez. He's as poor as can be. Hint fakirinden farkı yok. We're very poor. Biz çok fakiriz. All of them are not poor. Onların hepsi fakir değil. We're a very poor country. Çok fakir bir ülkeyiz. Tom told me that he used to be very poor. Tom bana çok fakir olduğunu söyledi. Tom is too poor to do that. Tom bunu yapamayacak kadar fakir. Even though they were poor, they were happy. Fakir olmalarına rağmen mutluydular. Tom and I aren't that poor. Tom ve ben o kadar fakir değiliz. We're poor. Biz fakiriz. Tom was born to a poor family. Tom fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. He remained a poor man. Fakir bir adam olarak kaldı. He was so poor that he could not buy the bread. O kadar fakirdi ki ekmek alamıyordu. Nobody wanted to be poor in my country. Ülkemde hiç kimse fakir olmak istemedi. He was poor for a long time, but he is well off now. O uzun süredir fakirdi ama şimdi varlıklı. Tom is too poor to hire a lawyer. Tom avukat tutamayacak kadar fakir. Why are we poor? Neden fakiriz? Let's talk about the poor. Fakirler hakkında konuşalım. We are poor because we are honest. Biz fakiriz çünkü dürüstüz. They are poor because of prejudice against them. Onlara karşı önyargılar yüzünden fakirler. Tom lives in a poor neighborhood. Tom fakir bir mahallede yaşıyor. The rich have trouble as well as the poor. Zenginlerin fakirler kadar sorunu vardır. Not everybody is poor. Herkes fakir değil. Lincoln's parents remained poor all their lives. Lincoln'un ebeveynleri, tüm hayatları boyunca fakir kaldılar. Tom isn't poor. Tom fakir değil. They are as poor as can be. Olabildiğince fakirler. She's not poor. O fakir değil. His family was very poor; consequently, they couldn't afford to spend money carelessly. Ailesi çok fakirdi; dolayısıyla fütursuzca para harcamaya güçleri yetmiyordu. The rich have troubles as well as the poor. Zenginlerin fakirler kadar sorunları vardır. He lives in a poor district of London. Londra'nın fakir bir bölgesinde yaşıyor. In spite of the fact that she's rich, she says she's poor. Zengin olmasına rağmen, fakir olduğunu söylüyor. He was very poor. O, çok fakirdi. It is true that he is poor, but he is contented. Fakir biri olduğu doğrudur ama o mutludur. Tom was born to a poor family. Tom fakir bir ailede doğdu. Something you should know about me is that my greatest fear in life is that people will find out that I'm poor. Benim hakkımda bilmen gereken bir şey hayattaki en büyük korkumun insanların fakir olduğumu öğrenmesidir. Tom isn't all that poor, is he? Tom o kadar fakir değil, değil mi? I wonder if Mary realizes how poor Tom really is. Mary'nin Tom'un gerçekten ne kadar fakir olduğunu farkedip etmediğini merak ediyorum. He's as poor as can be. Olabildiğince fakir. Have you been poor? Sen fakir miydin? I was very poor. Çok fakirdim. It's only the poor who are generous. Cömert olanlar sadece fakirler. They were very poor. Onlar çok fakirdi. I used to be poor like you. Senin gibi fakirdim. The millionaire began life as a poor boy. Milyoner, fakir bir çocuk olarak hayata başladı. The world has become poorer. Dünya daha fakir hale geldi. When Mary was a child, her family was very poor. Mary çocukken ailesi çok fakirdi. Tom is poor. Tom fakir. He is rich, but his older brother is poor. O zengindir ama ağabeyi fakirdir. He's poor, but he's honest. Fakir ama dürüst biri. I was very poor in those days. O zamanlar çok fakirdim. He was so poor that he couldn't buy bread. O kadar fakirdi ki ekmek alamıyordu. He remained poor all his life. O, bütün hayatı boyunca fakir kaldı. People look at things differently depending on whether they are rich or poor. İnsanlar zengin ya da fakir olmalarına göre olaylara farklı bakarlar. There's one law for the rich, and another for the poor. Zengine şekerden helva basarlar fakire pekmez bile bulunmaz. He was poor, but he was honest. Fakirdi ama dürüsttü. Poor Japanese immigrants were willing to work for low pay. Fakir Japon göçmenler düşük ücretle çalışmaya istekliydiler. When Mary was a child, her family was very poor. Mary bir çocukken ailesi çok fakirdi. You should never look down on a man merely because he is poor. Sırf fakir diye bir adamı asla hor görmemelisin. Tom stole from both the rich and the poor. Tom zenginden de fakirden de çalıyordu. Tom and Mary are very poor. Tom ve Mary çok fakirler. Naoki was poor and lived in a cabin. Naoki fakirdi ve bir kulübede yaşıyordu. Though he worked hard, he remained poor as ever. Çok çalışmasına rağmen her zamanki gibi fakir kaldı. We're here because we're poor. Fakir olduğumuz için buradayız. She is poor, but she is happy. Fakir ama mutlu. Tom is poor and happy. Tom fakir ve mutlu. We're not poor. Fakir değiliz. He was terribly poor when he was young. Gençken son derece fakirdi. He's as poor as a church mouse. Bir kilise faresi kadar fakir. They may be poor, but rich in spirit. Fakir olabilirler ama ruhen zengindiler. You're not poor. Fakir değilsin. He always remained poor. O her zaman fakir kaldı. Once upon a time there was a poor man and a rich woman. Bir zamanlar fakir bir adam ve zengin bir kadın varmış. He looks as poor as ever. O, her zamanki gibi fakir görünüyor. They don't think about the poor children who are dying of hunger. Onlar açlıktan ölen fakir çocukları düşünmüyorlar. He was terribly poor when he was young. Gençken çok fakirmiş. He remained a poor man. O, fakir bir adam kaldı. Getting rich is the opposite of getting poor. Zengin olmak, fakir olmanın tam tersidir. Tom seems to be poor. Tom fakir görünüyor. Tom was as poor as a church mouse. Tom bir kilise faresi kadar fakirdi. Tom is still poor. Tom hâlâ fakir. Tom is quite poor. Tom oldukça fakir. There were once a poor man and a rich woman. Bir zamanlar fakir bir adam ve zengin bir kadın varmış. All of them are not poor. Hepsi fakir değil. Naoki was poor and lived in a small cabin. Naoki fakirdi ve küçük bir kulübede yaşıyordu. If I weren't poor, I'd buy that car. Eğer fakir olmasaydım, o arabayı satın alırdım. Tom is still poor. Tom hala fakir. Tom remained poor all his life. Tom hayatı boyunca fakir kaldı. She is as poor as ever. O her zamanki kadar fakirdir. He remained poor all his life. Hayatı boyunca fakir kaldı. Don't give fish to a poor man; teach him how to fish. Fakir bir adama balık vermeyin; ona nasıl balık tutacağını öğretin. Money and I are strangers; in other words, I am poor. Para ve ben birbirimize yabancıyız, yani, ben fakirim. The man was ashamed of being born poor. Adam fakir doğduğu için utanıyordu. She isn't poor. Fakir değil. Tom said that he was really poor. Tom gerçekten fakir olduğunu söyledi. The poor man eats when he can, but the rich man eats when he wants. Fakir bulabildiğinde, zengin canı istediğinde yer. Poor as he was, he couldn't go to college. O, fakir olduğu için üniversiteye gidemedi. In spite of the fact that she's rich, she says she's poor. O zengin olmasına rağmen fakir olduğunu söylüyor. Tom isn't poor, but Mary is. Tom fakir değil ama Mary öyle. What if I am poor? Ya ben fakirsem? Tom isn't that poor. Tom o kadar da fakir değil. Naoki was poor and lived in a cabin. Naoki fakirdi ve bir kulübede yaşardı. Tom never was poor. Tom asla fakir değildi. Tom is still as poor as he's always been. Tom hâlâ her zamanki gibi fakir. He is afraid of dying poor. Fakir ölmekten korkuyor. Many poor students are given bursaries. Birçok fakir öğrenciye burs veriliyor. Don't give fish to a poor man; teach him how to fish. Fakir bir adama balık verme; ona balık tutmayı öğret. I'm a poor student. Ben fakir bir öğrenciyim. She remained poor all her life. Hayatı boyunca fakir kaldı. Tom is poor, but he's happy. Tom fakir ama mutludur. Are we poor? Biz fakir miyiz? Tom and Mary are poor. Tom ve Mary fakirler. The millionaire began life as a poor boy. Milyoner, hayata fakir bir çocuk olarak başladı. The rich get richer and the poor get poorer. Zengin daha zengin, fakir daha fakir oluyor. Don't look down on him just because he's poor. Fakir diye onu küçümseme. The poor man eats when he can, but the rich man eats when he wants. Fakir adam yiyebildiği zaman yer, ama zengin adam istediği zaman yer. The man was ashamed of being born poor. Adam fakir olarak doğmaktan utanıyordu. My parents don't like my boyfriend because he's poor. Ailem erkek arkadaşımı sevmiyor çünkü o fakir. Are we poor? Fakir miyiz? Tom is poor, isn't he? Tom fakir, değil mi? Are we really that poor? Gerçekten o kadar fakir miyiz? We were poor, but we were happy. Biz fakirdik, ama mutluyduk. Mississippi is the poorest state in the United States. Mississippi Birleşik Devletler'in en fakir eyaleti. Tom and Mary are poor. Tom ve Mary fakir. They are a poor family. Onlar fakir bir aile. Tom is too poor to marry Mary. Tom, Mary ile evlenemeyecek kadar fakir. There's one law for the rich, and another for the poor. Zengin kağnısını dağdan aşırır, fakirin eşeği düz yolda şaşırır. He was a poor musician. Fakir bir müzisyendi. I wonder if Mary realizes how poor Tom really is. Acaba Mary, Tom'un ne kadar fakir olduğunun farkında mı? I'm quite poor. Oldukça fakirim. Naoki was poor and lived in a hut. Naoki fakirdi ve bir kulübede yaşıyordu. We are poor because we are honest. Fakiriz çünkü dürüstüz. He is poor. O fakirdir. He is poor, but honest. Fakir ama dürüst. He was born poor, but died a millionaire. Fakir doğdu ama milyoner olarak öldü. I may be poor, but I'm not stupid. Fakir olabilirim ama aptal değilim. He seems to have been poor when he was young. O gençken fakirmiş gibi görünüyor. She is poor, but she is happy. O fakir ama mutlu. This county is poor in natural resources. Bu ülke doğal kaynaklar açısından fakirdir. It seems that the rich part of humanity doesn't care much for the problems of the poor part. Öyle görünüyor ki, insanlığın zengin kısmı, fakir kısmın problemlerini çok umursamıyor. He is as poor as can be. Olabildiğince fakir. He is as poor as ever. Her zamanki gibi fakir. It's better to be poor and in good health than rich and ill. Fakir ve sağlıklı olmak, zengin ve hasta olmaktan daha iyidir. He works as hard as ever, but he remains poor. Her zamanki gibi çok çalışıyor ama fakir kalıyor. We've always been poor. Her zaman fakirdik. Lincoln's parents remained poor all their lives. Lincoln'ün ailesi, hayatları boyunca fakir kaldı. He was born poor, but died a millionaire. O fakir doğdu ama bir milyoner olarak öldü. He grew up poor, so he's used to deprivation. Fakir büyüdü, bu yüzden yoksunluğa alışkın. The poor are not always unhappy. Fakirler her zaman mutsuz değillerdir. Africa is the poorest continent. Afrika en fakir kıta. I'm very poor. Çok fakirim. They say that he was very poor when he was young. Gençken çok fakir olduğunu söylüyorlar. This county is poor in natural resources. Bu ülke doğal kaynaklar açısından fakir. His family was poor, and poor people did not often hear music. Ailesi fakirdi ve fakir insanlar sık sık müzik dinlemezdi. War makes you poorer and weaker, even if you win. Savaş, kazansan bile seni daha fakir ve güçsüz yapar. I'm not as poor as I used to be. Eskisi kadar fakir değilim. Tom told me that he used to be very poor. Tom bana eskiden çok fakir olduğunu söyledi. They're very poor. Onlar çok fakir. I'm not ashamed that I'm poor. Fakir olduğum için utanmıyorum. Once upon a time there were a poor man and a rich woman. Bir zamanlar fakir bir adam ve zengin bir kadın varmış. He is poor, but happy. O fakir ama mutlu. I'm not poor, but not rich either. Fakir değilim ama varlıklı da sayılmam. Tom looks like he's poor. Tom fakir gibi görünüyor. Sami moved from a poor house to a penthouse overnight. Sami bir gecede fakir bir evden çatı katına taşındı. I've been poor. Fakirdim. Why are we poor? Neden biz fakiriz? I would buy the car, but I am poor. Arabayı alırdım ama fakirim. Tom isn't all that poor, is he? Tom o kadar da fakir değil, değil mi? The poor support the rich. Fakirler zenginleri destekler. I used to be poor. Eskiden fakirdim. Japan is poor in natural resources. Japonya doğal kaynaklar bakımından fakirdir. There were once upon a time a poor man and a rich woman. Bir zamanlar fakir bir adam ve zengin bir kadın vardı. In Colombia, the population is classified into social strata ranging from one to six, one being the poorest and six being the richest. Kolombiya'da nüfus birden altıya kadar değişen sosyal katmanlara göre sınıflandırılır. Bir en fakir olma ve altı en zengin olma. He is far from poor, in fact he has a lot of money. Fakir olmaktan çok uzaktır, aslında çok parası vardır. Once upon a time, there lived a poor man and a rich woman. Bir zamanlar fakir bir adam ve zengin bir kadın yaşardı. I was very poor in those days. Ben o günlerde çok fakirdim. It makes no difference to me whether you are rich or poor. Zengin ya da fakir olman benim için fark etmez. Tom isn't that poor. Tom o kadar fakir değil. Every nation, rich or poor, has its strengths and weaknesses. Zengin ya da fakir her ulusun güçlü ve zayıf yanları vardır. You look like you're poor. Fakir gibi görünüyorsun. The rich are getting richer and the poor are getting poorer. Zenginler zenginleşiyor ve fakirler fakirleşiyor. The poor are getting poorer. Fakirler daha da fakirleşiyor. Tom always remained poor. Tom her zaman fakir kaldı. Tom seemed to be poor. Tom fakir görünüyordu. Death knows neither rich nor poor. Ölüm ne zengin ne de fakir bilir. We were poor, so any present was a pretty big deal. Fakirdik, bu yüzden her hediye büyük bir olaydı. I was very poor. Ben çok fakirdim. I'm poor, and I can't buy it. Ben fakirim, onu satın alamam. Even though she's rich, she says she's poor. Zengin olmasına rağmen, fakir olduğunu söylüyor. He remained poor despite being a hard worker. Çalışkan bir işçi olmasına rağmen fakir kaldı. It seems that the rich part of humanity doesn't care much for the problems of the poor part. Görünüşe göre insanlığın zengin kesimi fakir kesiminin sorunlarını pek umursamıyor. He seems to have been poor when he was young. Gençliğinde fakirmiş gibi görünüyor. Tom has always been poor. Tom her zaman fakir. Gaza is one of the most overcrowded and poorest colonies in the world. Gazze dünyanın en kalabalık ve en fakir kolonilerinden biri. I was poor three years ago. Üç yıl önce fakirdim. Tom said that he was very poor. Tom çok fakir olduğunu söyledi. They're very poor. Çok fakirler. She gave some food to the poor family. O, fakir aileye biraz yiyecek verdi. Tom is poor. Tom fakirdir. He was poor for a long time, but he is well off now. Uzun süre fakirdi ama şimdi durumu iyi. Tom and Mary aren't poor. Tom ve Mary fakir değil. He lives in a poor district of London. Londra'nın fakir bir bölgesinde yaşar. Why are you so poor if you're so smart? Eğer çok zekiysen neden bu kadar fakirsin? This country is very poor. Bu ülke çok fakirdir. Tom used to be poor. Tom eskiden fakirdi. They are a poor family. Fakir bir aile. The poor man finally became a great artist. Fakir adam sonunda büyük bir sanatçı oldu. People look at things differently depending on whether they are rich or poor. İnsanlar zengin ya da fakir olmalarına bağlı olarak işlere farklı olarak bakarlar. He looks as poor as ever. Her zamanki gibi fakir görünüyor. The rich are getting richer and the poor are getting poorer. Zenginler daha da zenginleşiyor, fakirler daha da fakirleşiyor. Poor as she was, she gave him what little money she had. O, fakir olmasına rağmen, sahip olduğu az miktarda parayı ona verdi. They're really poor. Onlar gerçekten fakir. His parents were too poor to send their son to college. Ailesi oğullarını üniversiteye gönderemeyecek kadar fakirdi. Tom is really poor. Tom gerçekten fakir. George is poor, but he's always happy. George fakir ama her zaman mutlu. Sami lives in a poor country. Sami fakir bir ülkede yaşıyor. Don't they think about the poor children who are dying of hunger? Açlıktan ölen fakir çocukların halini düşünmüyorlar mı? Once upon a time there were a poor man and a rich woman. Bir zamanlar fakir bir adam ve zengin bir kadın vardı. Tom wasn't poor. Tom fakir değildi. He's poor, but he's honest. O, fakir ama dürüsttür. How dare you call me poor? Ne cüretle bana fakir dersin? I wasn't as poor as my neighbors. Komşularım kadar fakir değildim. Have you been poor? Fakir miydin? The musician left his family poor. Müzisyen ailesini fakir bıraktı. What if I am poor? Fakirsem ne olacak? People on that island are very poor. O adadaki insanlar çok fakirler. Even though he was poor, he was happy. Fakir olmasına rağmen, mutluydu. One day when I was around the fountain, a poor woman came up to me asking for something to drink. Bir gün çeşme başındayken fakir bir kadın yanıma gelip içecek bir şey istedi. Even though he's poor, he's happy. Fakir olmasına rağmen mutlu. I'm too poor to marry her. Ben onunla evlenemeyecek kadar fakirim. I grew up in a poor family. Fakir bir ailede büyüdüm. He was poor, but he was honest. Fakir ama namusluydu. We were poor, so any present was a pretty big deal. Biz fakirdik, bu nedenle herhangi bir hediye oldukça önemli bir şeydi. He was so poor that he couldn't buy bread. O, ekmek alamayacak kadar fakirdi. Even though he's poor, he's happy. O, fakir olmasına rağmen mutludur. Tom said that he wasn't poor. Tom fakir olmadığını söyledi. In Colombia, the population is classified into social strata ranging from one to six, one being the poorest and six being the richest. Kolombiya'da nüfus birden altıya kadar değişen sosyal tabakalara ayrılmıştır; bir en fakir, altı ise en zengindir. He defends everybody, whether they are rich or poor. Zengin olsun fakir olsun herkesi savunur. Tom isn't as poor as most people think he is. Tom çoğu kişinin düşündüğü kadar fakir değil. Nobody wants to be poor in my country. Ülkemde hiç kimse fakir olmak istemiyor. Tom isn't as poor as I am. Tom benim kadar fakir değil. You're poor. Sen fakirsin. We've always been poor. Biz her zaman fakirdik. I'm very poor. Ben çok fakirim. He is poor, but happy. Fakir ama mutlu. I'm not rich, but not poor either. Zengin değilim ama fakir de değilim. This country is poor in natural resources. Bu ülke doğal kaynaklar bakımından fakir. I'm poor. Ben fakirim. He is far from poor, in fact he has a lot of money. O, fakir olmaktan çok uzak, aslında çok parası var. For one thing, I am poor; for another, I am busy. Fakirim. Ayrıca meşgulüm de. Tom has always been poor. Tom her zaman fakirdi. We see things differently, according to whether we are rich or poor. Zengin ya da fakir olmamıza göre olaylara farklı bakıyoruz. In another time, there were poor farmers in that village. Bir zamanlar, o köyde fakir çiftçiler vardı. He was a poor musician. O fakir bir müzisyendi. Becoming rich is the opposite of becoming poor. Zengin olmak, fakir olmanın tam tersidir. Tom said that Mary was very poor. Tom, Mary'nin çok fakir olduğunu söyledi. He was poor and lived in a small cabin. Fakirdi ve küçük bir kulübede yaşıyordu. There were once upon a time a poor man and a rich woman. Bir zamanlar fakir bir adam ve zengin bir kadın varmış. That poor family lives from hand to mouth every month. O fakir aile her ay kıt kanaat geçiniyor. You don't want Tom to think you're poor. Tom'un fakir olduğunu düşünmesini istemezsin. He is poor. O fakir. Show More (386)
2	poor	kötü	adj.
	They do not want Europe to be a poor relation of the United States. Avrupa'nın ABD'nin kötü bir akrabası olmasını istemiyorlar. We are talking about poor execution and poor management. Kötü uygulama ve kötü yönetimden bahsediyoruz. The banning of the Fazilet party last year was a poor signal. Fazilet partisinin geçen yıl yasaklanması kötü bir sinyaldi. The combination of high temperatures, poor ventilation, overcrowding and lack of water can be lethal. Yüksek sıcaklıklar, kötü havalandırma, aşırı kalabalık ve su eksikliğinin birleşimi ölümcül olabilir. One of aquaculture's most significant problems is its poor image, which is the result of a lack of knowledge. Su ürünleri yetiştiriciliğinin en önemli sorunlarından biri, bilgi eksikliğinin bir sonucu olan kötü imajıdır. It would be a poor show if the EU were unable to share a little of its ever increasing wealth with these countries. AB'nin giderek artan zenginliğinin bir kısmını bu ülkelerle paylaşamaması kötü bir gösteri olur. The Commission's poor management tarnishes the reputation of all the European institutions. Komisyon'un kötü yönetimi tüm Avrupa kurumlarının itibarını zedelemektedir. Tourist revenues rose by about 5% in the first half of 2000, after a poor result in 1999. Turizm gelirleri, 1999 yılındaki kötü bir sonuçtan sonra, 2000 yılının birinci yarısında %5 kadar yükselmiştir. This indicates incredibly poor management. Bu da inanılmaz derecede kötü bir yönetime işaret etmektedir. The fact that poor working methods are used in order to be so cheap does not matter. Bu kadar ucuz olması için kötü çalışma yöntemlerinin kullanılmış olması önemli değildir. The banning of the Fazilet party last year was a poor signal. Geçen yıl Fazilet partisinin yasaklanması kötü bir sinyaldi. You are a poor representative of your country if you allow this sort of thing to go on'. Bu tür şeylerin devam etmesine izin verirseniz ülkenizin kötü bir temsilcisi olursunuz'. If a country’s human rights situation is poor, it is likely to be seen first among religious groups. Eğer bir ülkede insan hakları durumu kötüyse, bunun ilk olarak dini gruplar arasında görülmesi muhtemeldir. The situation is particularly poor regarding the Structural Funds. Yapısal Fonlar açısından durum özellikle kötüdür. We apologise on behalf of the Commission for the poor treatment that you have received'. Gördüğünüz kötü muamele için Komisyon adına özür dileriz'. It would be a poor show if the EU were unable to share a little of its ever increasing wealth with these countries. AB'nin giderek artan zenginliğinin bir kısmını bu ülkelerle paylaşamaması kötü bir gösteri olurdu. Flags of convenience are synonymous with poor quality, a poor vessel, poor technology and a poor crew. Kolay bayraklar, kalitesizlik, kötü bir gemi, kötü teknoloji ve kötü bir mürettebat ile eş anlamlıdır. We are talking about poor execution and poor management. Kötü icraat ve kötü yönetimden bahsediyoruz. This indicates incredibly poor management. Bu da son derece kötü bir yönetime işaret etmektedir. Poor use is sometimes made of financial resources. Mali kaynaklar bazen kötü kullanılmaktadır. Implementation of action under TACIS has produced some very poor results. TACIS kapsamındaki eylemlerin uygulanması bazı çok kötü sonuçlar doğurmuştur. Poor water leads to disease and disability and to death and, of course, the loss of a productive workforce. Kötü su hastalıklara, sakatlıklara, ölümlere ve tabii ki üretken işgücünün kaybına yol açar. The extremely poor situation in respect of maritime transport must indeed be a warning to us. Deniz taşımacılığı konusundaki son derece kötü durum gerçekten de bizim için bir uyarı olmalıdır. The situation in the refugee camps in Ingushetia is poor and deteriorating. İnguşetya'daki mülteci kamplarındaki durum kötüdür ve daha da kötüye gitmektedir. It is also the result of poor working environments that cause people to become exhausted before their time. Ayrıca insanların zamanından önce tükenmesine neden olan kötü çalışma ortamlarının bir sonucudur. Many of us are disappointed at the poor result from Nice and hope that Laeken will prove to be very ambitious. Birçoğumuz Nice'ten gelen kötü sonuçtan dolayı hayal kırıklığına uğradık ve Laeken'in çok iddialı olacağını umuyoruz. Furthermore, not all the problems are due to poor distribution and re-distribution. Ayrıca, tüm sorunlar kötü dağıtım ve yeniden dağıtımdan kaynaklanmamaktadır. The Commission's poor management tarnishes the reputation of all the European institutions. Komisyonun kötü yönetimi tüm Avrupa kurumlarının itibarını zedelemektedir. The Commission proposal is based on the principle of sustainable development and the poor state of fishery resources. Komisyon önerisi sürdürülebilir kalkınma ilkesine ve balıkçılık kaynaklarının kötü durumuna dayanmaktadır. This is not a poor apology, this is increasingly the real thing in international relations. Bu kötü bir özür değil, uluslararası ilişkilerde giderek artan bir gerçek. This is not a poor apology, this is increasingly the real thing in international relations. Bu kötü bir özür değil, bu uluslararası ilişkilerde giderek daha gerçek bir şey haline geliyor. The situation is particularly poor regarding the Structural Funds. Yapısal Fonlar konusunda durum özellikle kötüdür. It is a question of irresponsible behaviour as well as poor administration. Bu, kötü yönetimin yanı sıra sorumsuz davranışlarla ilgili bir sorundur. Certainly, my own country sets a rather poor example in this respect. Kesinlikle kendi ülkem bu açıdan oldukça kötü bir örnek teşkil ediyor. It is a question of irresponsible behaviour as well as poor administration. Bu, sorumsuz davranışların yanı sıra kötü yönetimle de ilgili bir sorundur. Everyone knows Tom has poor people skills. Tom'un insanlarla ilişkilerinin kötü olduğunu herkes biliyor. Lander assumes that rioting and gang behavior are a result of poverty and poor economic conditions. Lander, isyan ve çete davranışlarının yoksulluk ve kötü ekonomik koşulların bir sonucu olduğunu varsayıyor. It was poor timing. Zamanlama kötüydü. My knowledge of German is poor. Benim Almanca bilgim kötüdür. It's a poor workman who blames his tools. Aletlerini suçlayan işçi, kötü bir işçidir. Tom is absent due to poor health. Tom sağlık durumu kötü olduğu için gelemedi. A poor rice harvest will get us into real trouble. Kötü bir pirinç hasadı bizi gerçekten sıkıntıya sokar. He is in poor health. Onun sağlığı kötü. Hemingway had a poor writing style. Hemingway'in kötü bir yazım tarzı vardı. He's still in poor health after his illness. Hastalığından sonra onun sağlığı hâlâ kötü. High tax and poor sales bankrupted the company. Yüksek vergi ve kötü satış şirketi iflas ettirdi. I made a lot of poor choices. Bir sürü kötü seçim yaptım. Everyone knows Tom has poor people skills. Herkes Tom'un kötü insan ilişkileri olduğunu biliyor. Tom is a very poor driver. Tom çok kötü bir şofördür. He was a weak child with poor eyesight. O kötü görme yeteneği olan zayıf bir çocuktu. He speaks poor French. Kötü Fransızca konuşuyor. She is a very poor driver. O, çok kötü bir sürücü. Poor health kept him away from travel. Kötü olan sağlık durumu onu seyahatten uzak tuttu. My poor state of mind made me distraught. Kötü ruh halim beni perişan etti. I am ashamed of my poor English. Kötü İngilizcemden utanıyorum. He is a good listener but a poor speaker. İyi bir dinleyici fakat kötü bir konuşmacı. They have a poor memory. Onların kötü bir hafızaları var. My grammar is poor. Gramerim kötüdür. I am a poor correspondent. Ben kötü bir muhabirim. Instinct is often a poor guide. İçgüdü genellikle kötü bir rehberdir. You have such a poor sense of direction! Çok kötü bir yön bulma duygun var! His handwriting is poor. El yazısı kötü. She is a very poor driver. Çok kötü bir şoför. The poor talker sometimes surprises us by being a good writer. Kötü bir konuşmacı bazen iyi bir yazar olarak bizi şaşırtır. He managed to pass his driving test even though he was a poor driver. Kötü bir sürücü olmasına rağmen ehliyet sınavını geçmeyi başardı. We are all poor swimmers with the possible exception of Jack. Muhtemelen Jack'ın dışında hepimiz kötü yüzücüyüz. He's still in poor health after his illness. Hastalığından sonra hala sağlık durumu kötü. The house was in poor condition. Ev kötü durumda idi. He was rejected because his health was poor. Sağlığı kötü olduğu için reddedildi. It was a poor concert. Kötü bir konserdi. She lives in poor circumstances. O kötü koşullarda yaşamaktadır. The mind is a good servant, but a poor master. Akıl iyi bir uşak fakat kötü bir efendidir. My wife is a poor driver. Karım kötü bir şofördür. I pardoned my friend for his poor manners. Kötü davranışları için arkadaşımı affettim. He is a good listener but a poor speaker. İyi bir dinleyici ama kötü bir konuşmacı. My wife is a poor driver. Benim karım kötü bir sürücüdür. I am concerned about his poor health. Sağlık durumunun kötü olmasından endişe duyuyorum. My poor English cost me my job. Kötü İngilizcem bana işime maloldu. She resented his remarks about her poor driving. Onun kötü araba kullanması hakkındaki sözlerine içerledi. Poor personal hygiene can be a sign of depression. Kötü kişisel hijyen depresyon belirtisi olabilir. It is a pity that she should be in such poor health. Sağlığının bu kadar kötü olması çok üzücü. He has poor eyesight. Onun görme kabiliyeti kötü. I'm poor at French. Ben Fransızcada kötüyüm. Hemingway had a poor writing style. Hemingway'in kötü bir yazma stili vardı. We are all poor swimmers with the possible exception of Jack. Muhtemelen Jack hariç hepimiz kötü yüzücüleriz. Tom is a very poor driver. Tom çok kötü bir sürücüdür. Tom is in poor health. Tom'un sağlık durumu kötü. What with overwork and poor meals, she fell ill. Çok çalışmaktan ve kötü yemeklerden dolayı hastalandı. We had a poor harvest because of the lack of water. Su eksikliği yüzünden kötü bir hasat yaptık. She lives in poor circumstances. Kötü şartlarda yaşıyor. His poor reading ability impedes his progress in the class. Onun kötü okuma yeteneği sınıftaki ilerlemesini engelliyor. We made some poor decisions. Bazı kötü kararlar aldık. I've made some poor choices. Bazı kötü seçimler yaptım. The house was in poor condition. Ev kötü durumdaydı. Everyone knows that Tom has poor people skills. Tom'un insanlarla ilişkilerinin kötü olduğunu herkes biliyor. I pardoned my friend for his poor manners. Arkadaşımı kötü davranışları için affettim. For a professional, he gave a poor account of himself in today's game. Bir profesyonele göre bugünkü maçta çok kötü bir performans sergiledi. Time is a great healer, but a poor beautician. Zaman büyük bir şifacıdır, ama kötü bir güzellik uzmanıdır. Instinct is often a poor guide. İçgüdü çoğu zaman kötü bir rehberdir. Lander assumes that rioting and gang behavior are a result of poverty and poor economic conditions. Lander, ayaklanmanın ve çete davranışının yoksulluğun ve kötü ekonomik koşulların bir sonucu olduğunu varsayıyor. The mind is a good servant, but a poor master. Akıl iyi bir hizmetkârdır ama kötü bir efendidir. Tom made a poor impression. Tom kötü bir izlenim bıraktı. I'm in poor health. Sağlığım kötü. He is in poor health. Sağlığı kötü. Tom's prognosis was poor. Tom'un prognozu kötüydü. Your poor memory is due to poor listening habits. Senin kötü hafızan senin kötü dinleme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Compared with his brother, he is a poor athlete. Erkek kardeşi ile karşılaştırıldığında o, kötü bir atlet. He speaks poor French. O kötü Fransızca konuşur. We complained about the poor service. Kötü servis hakkında şikayetçi olduk. I just made a poor decision. Kötü bir karar verdim. The rice crop is poor this year. Pirinç hasatı bu yıl kötü. My mother is always very cheerful in spite of poor health. Annem kötü sağlığına rağmen her zaman çok neşeli. Tom is in poor health. Tom'un sağlığı kötü. He has poor eyesight. O kötü görme duyusuna sahip. I am very poor at sports. Sporda çok kötüyüm. Poor posture can cause many problems. Kötü duruş birçok soruna neden olabilir. We made some poor decisions. Biz bazı kötü kararlar verdik. She is a poor cook. O kötü bir aşçıdır. I've made some poor choices. Ben bazı kötü seçimler yaptım. Please excuse my poor pronunciation! Lütfen kötü telaffuzum için özür dilerim! His handwriting is poor. Onun el yazısı kötü. We complained about the poor service. Kötü hizmetten şikayet ettik. You have a poor memory! Sen kötü bir belleğe sahipsin! She is a poor cook. O kötü bir aşçı. Show More (121)
3	poor	yoksul	adj.
	Seafarers must not be exploited on European ships just because they come from poor regions of the world. Denizciler sırf dünyanın yoksul bölgelerinden geldikleri için Avrupa gemilerinde sömürülmemelidir. It cannot be, or rather it should not be, the case that Europe's poor are treated unequally. Avrupa'nın yoksullarına eşitsiz davranılması söz konusu olamaz, daha doğrusu olmamalıdır. The number of poor people is increasing, not decreasing. Yoksul insanların sayısı azalmıyor, artıyor. Poverty is spreading, and the gulf between rich and poor is growing every single day. Yoksulluk yayılıyor ve zengin ile yoksul arasındaki uçurum her geçen gün büyüyor. For example, in poor provinces such as Misiones, the members of the provincial legislature earn more than an MEP. Örneğin, Misiones gibi yoksul illerde il yasama meclisi üyeleri bir AP üyesinden daha fazla kazanmaktadır. The greatest proportion of the world’s poor live in Asia. Dünyadaki yoksulların en büyük bölümü Asya'da yaşamaktadır. Supplying poor markets at the lowest possible prices should be the rule. Yoksul pazarlara mümkün olan en düşük fiyatlarla tedarik sağlamak kural olmalıdır. The gap between the world's rich and poor has grown. Dünyanın zenginleri ve yoksulları arasındaki uçurum büyüdü. Kaliningrad is merely one concrete example of the consequences Fortress Europe will have for poor people outside the EU. Kaliningrad, Avrupa Kalesi'nin AB dışındaki yoksul halklar için doğuracağı sonuçların sadece somut bir örneğidir. It neglects the plight of many very poor black people in Zimbabwe. Zimbabve'deki çok sayıda yoksul siyah insanın içinde bulunduğu kötü durumu göz ardı etmektedir. When we do that, we are cramming poor people's money directly into the pockets of the Mafia. Bunu yaptığımızda, yoksul insanların parasını doğrudan mafyanın cebine aktarmış oluruz. It cannot be, or rather it should not be, the case that Europe's poor are treated unequally. Avrupa'nın yoksullarına eşitsiz muamele edilmesi söz konusu olamaz, daha doğrusu olmamalıdır. It prevents poor farmers from earning their own income by exporting to Europe. Yoksul çiftçilerin Avrupa'ya ihracat yaparak kendi gelirlerini elde etmelerini engellemektedir. Moldova is a small and poor country in the EU’s future border area. Moldova, AB'nin gelecekteki sınır bölgesinde yer alan küçük ve yoksul bir ülkedir. That comes to one and a half euros for every poor European. Bu, her yoksul Avrupalı için bir buçuk avroya denk geliyor. Poor people are clearly involved in terrorist actions, but those directing operations are not poor. Yoksul insanların terör eylemlerine karıştığı açıktır ancak operasyonları yönetenler yoksul değildir. Water is a scarce resource and its 2.2 million people are poor and live in rural areas. Su kıt bir kaynaktır ve 2,2 milyon insan yoksuldur ve kırsal alanlarda yaşamaktadır. In fact, they make up two thirds of the world's poor and bear the main burden of poverty. Aslında bu insanlar dünyadaki yoksulların üçte ikisini oluşturmakta ve yoksulluğun ana yükünü taşımaktadırlar. Large Member States are not managing to achieve it; poor Member States will certainly not be able to. Büyük Üye Devletler bunu başaramıyor; yoksul Üye Devletler de kesinlikle başaramayacak. I believe that many poor people in Asia, Africa and other parts of the world have rejoiced. Asya, Afrika ve dünyanın diğer bölgelerindeki pek çok yoksul insanın sevindiğine inanıyorum. This commodity is available to anyone who is rich and powerful but not to anyone who is poor and powerless. Bu mal, zengin ve güçlü olan herkes için mevcuttur ancak yoksul ve güçsüz olan herkes için mevcut değildir. Kaliningrad is merely one concrete example of the consequences Fortress Europe will have for poor people outside the EU. Kaliningrad, Avrupa Kalesi'nin AB dışındaki yoksul insanlar için doğuracağı sonuçların sadece somut bir örneğidir. The landless poor want to be given the chance to survive. Topraksız yoksullar kendilerine hayatta kalma şansı verilmesini istiyor. Everybody was poor, so there was nothing to steal anyway. Herkes yoksuldu, yani zaten çalınacak da bir şey yoktu. Don't be ashamed of being poor. Yoksul olmaktan utanma. Tom isn't as poor as I am. Tom benim kadar yoksul değil. For one thing, I am poor; for another, I am busy. Birincisi, yoksulum; ikincisi de, meşgulüm. Tom lives in a poor neighborhood. Tom yoksul bir mahallede yaşıyor. Poor as she was, she gave him what little money she had. Yoksul olduğu halde, sahip olduğu azıcık parayı ona verdi. They are a poor family. Onlar yoksul bir aile. Tom always remained poor. Tom hep yoksul kaldı. I was poor three years ago. Üç yıl önce yoksuldum. Tom and Mary are very poor. Tom ve Mary çok yoksullar. Majority of his clientele are poor people. Müşterilerinin çoğunluğu yoksul insanlardır. Tony did not feel poor. Tony, yoksul hissetmedi. There were once a poor man and a rich woman. Bir zamanlar yoksul bir adam ve zengin bir kadın vardı. The musician left his family poor. Müzisyen, ailesini yoksul bıraktı. It's a myth that poor people are lazy. Yoksul insanların tembel olduğu bir efsanedir. He's as poor as a church mouse. O bir kilise faresi kadar yoksuldur. They are poor because of the discrimination against them. Onlara karşı yapılan ayrımcılık yüzünden yoksullar. He grew up poor, so he's used to deprivation. O yoksul büyüdü, bu yüzden yoksunluğa alışkın. My parents don't like my boyfriend because he's poor. Annem ve babam, erkek arkadaşımdan hoşlanmazlar, çünkü o yoksul. Becoming rich is the opposite of becoming poor. Zengin olmak, yoksul olmanın karşıtıdır. She is poor, but she is happy. O, yoksul ama mutlu. Once upon a time there was a poor man and a rich woman. Bir zamanlar yoksul bir adam ve zengin bir kadın vardı. I'm just a poor student. Ben sadece yoksul bir öğrenciyim. They say that he was very poor when he was young. Onlara göre gençken çok yoksuldu. He is poor as a church mouse. O bir kilise faresi kadar yoksuldur. Don't look down on poor people. Yoksul insanlara tepeden bakma. She spent most of her life taking care of poor people. O, hayatının çoğunu yoksul insanlara bakarak geçirdi. I think Tom is poor. Bence Tom yoksul. Poor is not the one who has too little, but the one who wants too much. Yoksul, çok az şeye sahip olan değil, çok fazla şey isteyen kişidir. Japan is poor in natural resources. Japonya doğal kaynaklar bakımından yoksuldur. He has done many things for poor people. O, yoksul insanlar için pek çok şey yaptı. Many poor students are given bursaries. Pek çok yoksul öğrenciye burs verilmektedir. Poor as a church mouse. Bir kilise faresi gibi yoksul. Tom is poor and happy. Tom yoksul ve mutlu. I don't like being around poor people. Yoksul insanların etrafında olmaktan hoşlanmam. Poor Japanese immigrants were willing to work for low pay. Yoksul Japon göçmenler düşük ücretle çalışmaya hazırdı. The city is separated into rich and poor. Şehir zengin ve yoksul olarak ayrılmış. He has done many things for poor people. Yoksul insanlar için birçok şey yaptı. Sami lives in a poor country. Sami yoksul bir ülkede yaşıyor. She is as poor as ever. Her zamanki gibi yoksul. That poor family lives from hand to mouth every month. O yoksul aile her ay kıt kanaat geçiniyor. How dare you call me poor? Ne cüretle bana yoksul diyorsun? He is said to have been very poor when he was young. Onun gençken çok yoksul olduğu söyleniyor. Naoki was poor and lived in a small cabin. Naoki yoksuldu ve küçük bir kulübede yaşıyordu. Not everybody is poor. Herkes yoksul değildir. But poor people did not go to concerts. Ama yoksul insanlar konserlere gitmediler. Even though the United States is a developed country, it still has some very poor people. Gelişmiş bir ülke olsa bile Abd'de hala bazı çok yoksul insanlar var. Although he is poor, he is happy. O, yoksul olmasına rağmen mutludur. It's better to be poor and in good health than rich and ill. Yoksul ve sağlıklı olmak zengin ve hasta olmaktan iyidir. If you see his house, you'll know that he is poor. Evini bir görsen, yoksul olduğunu anlarsın. Poor as he is, he is generous. O yoksul olduğu gibi cömerttir. I am not so poor that I cannot send my son to college. Oğlumu üniversiteye gönderemeyecek kadar yoksul değilim. We were poor, but we were happy. Yoksulduk ama mutluyduk. He dedicated his whole life to helping poor people. Tüm hayatını yoksul insanlara yardım etmeye adadı. They are poor because of the discrimination against them. Onlara karşı ayrımcılık yapıldığı için yoksullar. Show More (75)
4	poor	zayıf	adj.
	In many of these countries the judicial system is still very poor and deficient. Bu ülkelerin birçoğunda yargı sistemi hala çok zayıf ve yetersizdir. The report says that economic development is poor in the EU. Rapor AB'de ekonomik kalkınmanın zayıf olduğunu belirtmektedir. The risks have been seriously overstated on the basis of scandalously poor evidence. Riskler, skandal derecesinde zayıf kanıtlara dayanılarak ciddi şekilde abartılmıştır. The Commission proposal is based on the principle of sustainable development and the poor state of fishery resources. Komisyon teklifi, sürdürülebilir kalkınma ilkesine ve balıkçılık kaynaklarının zayıf durumuna dayanmaktadır. People are getting somewhat tired of summits, because their practical results are so poor. İnsanlar zirvelerden biraz yoruluyor, çünkü pratik sonuçları çok zayıf. The coordination of matters of forestry in the EU is poor. AB'de ormancılıkla ilgili konularda koordinasyon zayıftır. The first thing that the annual reports on cohesion policy for 1999 point out is that the results have been very poor. 1999 yılı için uyum politikasına ilişkin yıllık raporların işaret ettiği ilk şey, sonuçların çok zayıf olduğudur. This report seeks to prevent poor coordination between national and European institutions. Bu rapor, ulusal ve Avrupa kurumları arasındaki zayıf koordinasyonu önlemeyi amaçlamaktadır. Not only were there language difficulties; the telephone line was so poor that it was almost impossible to communicate. Dil sorunlarının yanı sıra telefon hattı da o kadar zayıftı ki iletişim kurmak neredeyse imkansızdı. We want this second reading to alter the Council's Common Position, which is poor, feeble, and far from forward-looking. Bu ikinci okumanın Konsey'in zayıf, güçsüz ve ileriye dönük olmaktan uzak olan Ortak Tutumunu değiştirmesini istiyoruz. We are in favour of the political solution that Moscow also supports, but the results still seem poor. Moskova'nın da desteklediği siyasi çözümden yanayız ancak sonuçlar hala zayıf görünüyor. It is, unfortunately, a very poor point of departure for the reform of the common fisheries policy in 2002. Ne yazık ki 2002 yılında ortak balıkçılık politikası reformu için çok zayıf bir çıkış noktasıdır. I think of my own country in this context, with its poor road, rail and inland waterway infrastructure. Bu bağlamda zayıf karayolu, demiryolu ve iç suyolu altyapısıyla kendi ülkemi düşünüyorum. That would include those Member States that have a very poor score in this area. Bu, bu alanda çok zayıf bir puana sahip olan Üye Devletleri de kapsamaktadır. There is also poor control and enforcement of EU fishing activities. AB balıkçılık faaliyetlerinin kontrolü ve uygulanması da zayıftır. This poor development is the by-product of developing the European economy within restricted national frameworks. Bu zayıf gelişme, Avrupa ekonomisinin kısıtlı ulusal çerçeveler içerisinde geliştirilmesinin bir yan ürünüdür. Only when it came to monitoring interventions was 1998 a poor year. Sadece müdahalelerin izlenmesi söz konusu olduğunda 1998 zayıf bir yıl olmuştur. Water transport is the poor transport relation. Su taşımacılığı zayıf bir taşımacılık ilişkisidir. I myself can see that there is poor compliance in my own country. Kendi ülkemde uyumun zayıf olduğunu bizzat görebiliyorum. Rio's political framework was sound, but its execution poor. Rio'nun siyasi çerçevesi sağlamdı ancak uygulaması zayıftı. The amendments to directives have improved some, if I may say so, rather poor proposals by the Commission. Direktiflerde yapılan değişiklikler, Komisyon'un oldukça zayıf bazı önerilerini iyileştirdi. They have no, or poor, access to education. Eğitime erişimleri ya hiç yok ya da çok zayıf. Are bananas the poor relation of agricultural production in the European Union? Muz, Avrupa Birliği'ndeki tarımsal üretimin zayıf halkası mı? Today, I am disappointed by the poor results achieved. Bugün, elde edilen zayıf sonuçlar beni hayal kırıklığına uğrattı. The amendments to directives have improved some, if I may say so, rather poor proposals by the Commission. Direktiflerde yapılan değişiklikler, Komisyonun oldukça zayıf bazı önerilerini iyileştirdi. I believe we can obtain more progress by putting up a fight than by entering now into a poor compromise. Şimdi zayıf bir uzlaşmaya girmektense mücadele ederek daha fazla ilerleme kaydedebileceğimize inanıyorum. Rio's political framework was sound, but its execution poor. Rio'nun siyasi çerçevesi sağlamdı, ancak uygulaması zayıftı. Banach was not physically fit for army service, having poor vision in his left eye. Banach fiziksel olarak askerliğe uygun değildi, sol gözünün görme yetisi zayıftı. Happiness is good health and a poor memory. Mutluluk, sağlıklı olmak ve zayıf bir hafızaya sahip olmaktır. I'm afraid my depth perception is very poor. Korkarım benim derinlik algım çok zayıf. Tom has poor hand-eye coordination. Tom'un el-göz koordinasyonu zayıf. His speech was very poor. Konuşması çok zayıftı. My poor English cost me my job. Zayıf İngilizcem işime mal oldu. Only those with poor memories are happy. Sadece hafızası zayıf olanlar mutludur. She is rather poor at tennis. Teniste oldukça zayıf. This company's responsiveness to my complaint is poor. Bu şirketin şikayetime verdiği yanıt zayıf. Unusually low temperatures account for the poor rice crop this year. Alışılmadık derecede düşük sıcaklıklar bu yılki zayıf pirinç mahsulünün nedenini açıklıyor. Tom has poor impulse control. Tom'un dürtü kontrolü zayıftır. The rice crop is poor this year. Pirinç mahsulü bu yıl zayıf. Tom is a poor student. Tom zayıf bir öğrencidir. I'm afraid my depth perception is very poor. Korkarım derinlik algım çok zayıf. Everyone knows that Tom has poor people skills. Herkes Tom'un insan ilişkilerinde zayıf olduğunu bilir. He suffers from poor blood circulation to his legs. Bacaklarındaki kan dolaşımı zayıf. Poor sight is a handicap to an athlete. Zayıf görüş bir sporcu için engel teşkil eder. Everyone knows Tom has poor people skills. Herkes Tom'un insan ilişkilerinde zayıf olduğunu bilir. He is poor at chemistry. Kimyada zayıf. My knowledge of Japanese is rather poor. Japonca bilgim oldukça zayıftır. His poor reading ability impedes his progress in the class. Zayıf okuma yeteneği sınıfta ilerlemesini engelliyor. I'm poor at French. Fransızcam zayıftır. The poor acoustics in the hall severely affected the audience's enjoyment of the concert. Salonun zayıf akustiği, dinleyicilerin konserden zevk almalarını ciddi şekilde olumsuz etkiledi. His knowledge of English is poor. İngilizce bilgisi zayıf. Tom has poor impulse control. Tom'un zayıf dürtü kontrolü var. She is handicapped by poor hearing. İşitme zayıflığından ötürü engelli. I have a poor memory. Zayıf bir belleğim var. I have a poor imagination. Hayal gücüm zayıf. I have a poor memory. Zayıf bir hafızam var. I have a poor imagination. Zayıf bir hayal gücüm var. My knowledge of German is poor. Almanca bilgim zayıf. Their customer service is poor. Müşteri hizmetleri zayıf. You have a poor memory! Zayıf bir hafızan var! Pardon my poor Esperanto. Zayıf Esperanto dilimi bağışlayın. Their customer service is poor. Onların müşteri hizmetleri zayıf. The poor acoustics in the hall severely affected the audience's enjoyment of the concert. Salondaki zayıf akustik, seyircinin konserden aldığı keyfi ciddi şekilde etkiledi. Our education system is very poor. Eğitim sistemimiz çok zayıf. You've got a poor memory! Zayıf bir hafızan var! The lighting is poor in this part of the city. Şehrin bu kısmında ışıklandırma zayıf. This company's responsiveness to my complaint is poor. Bu şirketin şikayetime karşı duyarlılığı zayıftır. Tom has a poor sense of direction. Tom'un yön duygusu zayıftır. Tom has a poor memory. Tom'un zayıf bir hafızası var. They have a poor memory. Zayıf bir bellekleri var. Tom has a poor memory. Tom'un hafızası zayıftır. I am ashamed of my poor English. Zayıf İngilizcemden utanıyorum. I am very poor at sports. Sporda çok zayıfım. My knowledge of Japanese is rather poor. Japonca bilgim oldukça zayıf. The poor educational policy is a detriment to Japan. Zayıf eğitim politikası Japonya'ya zarar veriyor. I have poor eyesight. Görme yeteneğim zayıf. Show More (73)
5	poor	zavallı	adj.
	We need uniform tariffs so as to make the job of the poor airport staff easier. Zavallı havaalanı personelinin işini kolaylaştırmak için tek tip tarifelere ihtiyacımız var. And what is the poor consumer supposed to do? Peki zavallı tüketicinin ne yapması gerekiyor? Poor guy probably won't get a moment's peace. Zavallı adam muhtemelen bir an bile rahata eremeyecek. Poor guy probably won't get a moment's peace. Zavallı adama muhtemelen bir an bile rahat huzur olmayacak. Therefore, these poor beings get over many hardships and fulfill their requirements. Bu nedenle, bu zavallı varlıklar birçok zorluğun üstesinden gelir ve gereksinimlerini yerine getirir. The poor child suffers from hay fever. Zavallı çocuk saman nezlesi olmuş. The poor child suffers from hay fever. Zavallı çocuk saman nezlesinden muzdarip. The poor man was never to see his wife again. Zavallı adam karısını bir daha asla göremeyecekti. Leave the poor girl alone. Zavallı kızı yalnız bırak. His poor dog is still alive. Zavallı köpeği hâlâ hayatta. Her heart ached for the poor child. Kalbi zavallı çocuk için acıyordu. I feel pity for you, you poor woman. Sana acıyorum, zavallı kadın. He took the trouble to assist the poor man. Zavallı adama yardımcı olmak için zahmete girdi. She isn't poor. O zavallı değildir. Poor little boy! Zavallı küçük çocuk! The poor man was in need. Zavallı adam muhtaç durumdaydı. The poor man was in need. Zavallı adamın ihtiyacı vardı. The poor mother could not endure the unfilial behaviour of her son. Zavallı anne, oğlunun çocukça olmayan davranışlarına dayanamadı. Only the blackest of hearts could leave that poor kitty out on the street in the cold. O zavallı kediciği sokakta soğukta bırakmaya ancak kalbi en kara olanlar cesaret edebilir. We found a poor little cat in the yard. Avluda zavallı küçük bir kedi bulduk. I felt sorry for the poor dog. Zavallı köpek için üzüldüm. Poor Tom! Zavallı Tom! I felt sorry for this poor dog. Bu zavallı köpek için üzüldüm. Tom is a poor loser. Tom zavallı bir ezik. She took care of the poor little bird. Zavallı küçük kuşa baktı. The poor girl made a living by selling flowers. Zavallı kız çiçek satarak geçimini sağlıyordu. Leave the poor girl alone. Zavallı kızı rahat bırak. She isn't poor. Zavallı durumda değil. Poor moggy. Zavallı kedi. That poor lady is disabled. Şu zavallı kadın engelli. Don't they think about the poor children who are dying of hunger? Açlıktan ölen zavallı çocukları düşünmüyorlar mı? The poor old woman had her bag stolen again. Zavallı yaşlı kadının çantası yine çalındı. I feel pity for you, you poor woman. Haline acıyorum seni zavallı kadın! The poor rabbit, terrified, whimpered in the hands of its owner. Zavallı tavşan, çok korkmuştu, sahibinin ellerinde inildedi. The poor little girl did nothing but weep. Zavallı küçük kız ağlamaktan başka bir şey yapmadı. It's all over with poor Tom. Zavallı Tom için yolun sonu. Do you hate poor childen? Zavallı çocuklardan nefret mi ediyorsun? The poor child was born deaf and dumb. Zavallı çocuk sağır ve dilsiz doğdu. Tom seems to be poor. Tom zavallı görünüyor. A poor workman blames his tools. Zavallı bir işçi aletlerini suçlar. You just have to have mercy on my poor wife. Zavallı karıma merhamet etmelisin. The witch cursed the poor little girl. Cadı zavallı küçük kızı lanetledi. The poor girl went out of her mind. Zavallı kız aklını yitirdi. The poor rabbit, terrified, whimpered in the hands of its owner. Zavallı tavşan dehşete kapılmış, sahibinin ellerinde inliyordu. The poor girl was on the point of death. Zavallı kız ölümün eşiğindeydi. Poor Tom had no idea what life had in store for him. Zavallı Tom'un hayatın ona neler hazırladığından haberi yoktu. Poor Tom's been trying to get to sleep for three hours now. Zavallı Tom üç saattir uyumaya çalışıyor. The poor Irishman was now left all alone, and did not know where the others had gone to, so he just stayed where he was, very sad and miserable. Zavallı İrlandalı şimdi yapayalnız kalmıştı ve diğerlerinin nereye gittiğini bilmiyordu, bu yüzden olduğu yerde kaldı, çok üzgün ve perişandı. The poor man didn't live long enough to see his son's happiness. Zavallı adam oğlunun mutluluğunu görecek kadar uzun yaşamadı. Leave the poor boy alone. Zavallı oğlanı yalnız bırak. The poor girl went blind. Zavallı kız kör oldu. Poor Tom, I'm sorry for you. Zavallı Tom, senin için üzüldüm. Poor Tom had no idea what life had in store for him. Zavallı Tom hayatın kendisine neler getireceğinden habersizdi. Poor tomcat. Zavallı erkek kedi. I felt for the poor dog. Zavallı köpeğe acıdım. The poor old woman was robbed of her money. Zavallı yaşlı kadının parası çalındı. The poor young man finally became a great artist. Zavallı genç adam sonunda büyük bir sanatçı oldu. You poor baby. Seni zavallı bebek. His poor dog is still alive. Onun zavallı köpeği hâlâ hayatta. He is as poor as ever. Her zamanki kadar zavallı. The poor cat was on the verge of starvation. Zavallı kedi açlıktan ölmenin eşiğindeydi. He took the trouble to assist the poor man. Zavallı adama yardım etme zahmetine katlandı. We found a poor little cat in the yard. Bahçede zavallı küçük bir kedi bulduk. She took care of the poor little bird. Zavallı küçük kuşla ilgilendi. The poor girl went out of her mind. Zavallı kız aklını kaçırdı. The poor man was never to see his wife again. Zavallı adam karısını bir daha asla görmeyecekti. The poor girl looked up at the sky. Zavallı kız gökyüzüne baktı. Poor moggy. Zavallı moggy. The poor man has no relatives. Zavallı adamın hiç akrabası yok. The poor old man became so thin that now he's just skin and bones. Zavallı yaşlı adam o kadar zayıfladı ki, şimdi sadece bir deri bir kemik kaldı. The poor old woman had her bag stolen again. Zavallı yaşlı kadın çantasını tekrar çaldırdı. The poor child was born deaf and dumb. Zavallı çocuk sağır ve dilsiz doğmuş. The poor girl was on the point of death. Zavallı kız ölümle burun burunaydı. I felt for the poor dog. Zavallı köpek için üzüldüm. What a poor flower! Ne zavallı bir çiçek! The poor cat was on the verge of starvation. Zavallı kedi neredeyse açlıktan ölmek üzereydi. Show More (73)
6	poor	yetersiz	adj.
	Poor compliance with environmental legislation is a huge problem. Çevre mevzuatına yetersiz uyum büyük bir sorundur. In my view, this is partly due to poor preparation. Benim görüşüme göre bu kısmen yetersiz hazırlıktan kaynaklanmaktadır. For a long time transport policy was a poor relation in European policy. Uzun bir süre boyunca ulaştırma politikası Avrupa politikasının yetersiz bir alanıydı. Compared with his brother, he is a poor athlete. Kardeşiyle kıyaslandığında yetersiz bir atlet. He managed to pass his driving test even though he was a poor driver. Yetersiz bir sürücü olmasına rağmen sürücü sınavını geçebildi. His speech was very poor. Konuşması çok yetersizdi. The lighting is poor in this part of the city. Şehrin bu kısmında aydınlatma yetersiz. Show More (4)
7	poor	kalitesiz	adj.
	Indefinitely lamenting the poor quality of the statistical data on MGPs therefore does not make much sense. Bu nedenle MGP'lere ilişkin istatistiki verilerin kalitesizliğinden sürekli yakınmak pek bir anlam ifade etmemektedir. I myself did not vote in favour due to the poor quality of the report's conclusions. Raporun sonuçlarının kalitesizliği nedeniyle ben lehte oy kullanmadım. First of all, because of the poor quality of the report. Her şeyden önce, raporun kalitesizliği nedeniyle. Show More (0)
8	poor	düşük	adj.
	High tax and poor sales bankrupted the company. Yüksek vergi ve düşük satışlar şirketi iflas ettirdi. If you don't study hard, you'll continue to get poor scores. Çok çalışmazsanız, düşük puanlar almaya devam edersiniz. At that time I had a poor income and couldn't live on it. O zamanlar düşük bir gelirim vardı ve onunla geçinemezdim. Show More (0)
9	poor	fakir kimse	n.
	Why doesn't anyone care to listen to the poor? Neden fakirler kimsenin umurunda değil? Show More (-2)
10	poor	berbat	adj.
	It was a poor concert. Berbat bir konserdi. Show More (-2)
11	poor	fakir insanlar	n.
	He dedicated his life to helping the poor. O, hayatını fakir insanlara yardım etmeye adadı. Show More (-2)
12	poor	verimsiz	adj.
	A poor rice harvest will get us into real trouble. Verimsiz bir pirinç hasadı başımızı belaya sokacaktır. Show More (-2)
13	poor	perişan	adj.
	Tom seemed so poor and so sad. Tom çok perişan ve çok üzgün görünüyordu. Show More (-2)
14	poor	sefil	adj.
	You poor thing. Seni sefil şey. Show More (-2)