1 |
scarcely |
neredeyse |
adv. |
|
- The different effects of our budget decisions on women and men have scarcely featured in our debate today.
- Bütçe kararlarımızın kadınlar ve erkekler üzerindeki farklı etkileri bugünkü tartışmalarımızda neredeyse hiç yer almadı.
- The report before us today scarcely touches on this point.
- Bugün önümüzde bulunan rapor bu noktaya neredeyse hiç değinmiyor.
- There are scarcely any objections to it on the part of our group.
- Grubumuz tarafından bu konuda neredeyse hiç itiraz yok.
- The social dimension, which is may be the main issue on which the Convention will founder, scarcely gets a mention.
- Sözleşmenin kurucusu olabilecek ana konu olan sosyal boyuta neredeyse hiç değinilmiyor.
- Independent human rights organisations can scarcely operate in the country.
- Bağımsız insan hakları örgütleri ülkede neredeyse hiç faaliyet gösterememektedir.
- The social dimension, which is may be the main issue on which the Convention will founder, scarcely gets a mention.
- Belki de Sözleşme'nin temelini oluşturacak ana konu olan sosyal boyuta neredeyse hiç değinilmemektedir.
- Furthermore, our degree of self-sufficiency would scarcely change.
- Dahası, kendi kendimize yeterlilik derecemiz neredeyse hiç değişmeyecektir.
- The Treaty of Nice is scarcely comprehensible, let alone explainable.
- Nice Antlaşması, bırakın açıklanabilir olmayı, neredeyse hiç anlaşılabilir değildir.
- Tom scarcely said a word.
- Tom neredeyse tek kelime söylemedi.
- He scarcely ever gets any exercise.
- Neredeyse hiç egzersiz yapmıyor.
- There was scarcely any money left.
- Neredeyse hiç para kalmamıştı.
- We scarcely had time for lunch.
- Öğle yemeği için neredeyse zamanımız yoktu.
- I scarcely slept a wink.
- Neredeyse gözümü bile kırpmadım.
- They have scarcely gone out since the baby was born.
- Bebek doğduğundan beri neredeyse hiç dışarı çıkmadım.
- I can scarcely believe my eyes.
- Neredeyse gözlerime inanamıyorum.
- Tom scarcely ever gets any exercise.
- Tom neredeyse hiç egzersiz yapmıyor.
- He scarcely ever watches TV.
- O, neredeyse hiç tv izlemez.
- He scarcely said a word.
- Neredeyse tek kelime etmedi.
- Tom scarcely said a word.
- Tom neredeyse tek kelime etmedi.
- He died when he was scarcely thirty.
- Neredeyse otuz yaşındayken öldü.
- There are scarcely any flowers in our garden.
- Bahçemizde neredeyse hiç çiçek yok.
- I scarcely believed my eyes.
- Neredeyse gözlerime inanamıyordum.
- They have scarcely gone out since the baby was born.
- Bebek doğduğundan beri neredeyse hiç dışarı çıkmadılar.
- He scarcely ever gets any exercise.
- Neredeyse hiç spor yapmaz.
- He scarcely ever watches TV.
- Neredeyse hiç televizyon izlemiyor.
Show More (22)
|
2 |
scarcely |
pek |
adv. |
|
- That is scarcely what you would call a responsible social policy.
- Buna sorumlu bir sosyal politika demek pek mümkün değildir.
- Enlargement can scarcely succeed without a strong commitment from, and involvement by, these countries.
- Bu ülkelerin güçlü bir taahhüdü ve katılımı olmadan genişlemenin başarılı olması pek mümkün değildir.
- I find the goings-on in this sensitive area scarcely credible.
- Bu hassas alanda yaşananları pek inandırıcı bulmuyorum.
- It is scarcely Polish farmers who are buying up Dutch land.
- Hollanda topraklarını satın alanlar pek Polonyalı çiftçiler değil.
- This situation will scarcely be changed when the regulation regarding public access to documents comes into force.
- Belgelere kamunun erişimine ilişkin yönetmelik yürürlüğe girdiğinde bu durum pek değişmeyecektir.
- That would scarcely contribute to a more effective EU.
- Bu daha etkin bir AB'ye pek katkı sağlamayacaktır.
- The meeting in Bali was scarcely a source of great delight.
- Bali'deki toplantı pek de büyük bir sevinç kaynağı olmadı.
- Obstacles of that sort make it scarcely possible to speak in terms of a common internal market.
- Bu tür engeller, ortak bir iç pazardan söz etmeyi pek mümkün kılmamaktadır.
- It will scarcely help us to prevent future crimes of rulers against their people.
- Yöneticilerin halklarına karşı gelecekte işleyecekleri suçları önlememize pek yardımcı olmayacaktır.
- The row about the Stability and Growth Pact has scarcely improved the EU’s reputation.
- İstikrar ve Büyüme Paktı ile ilgili tartışmalar AB'nin itibarını pek de arttırmadı.
- This choice was, at the time, scarcely contentious even among advocates of capitalism.
- Bu tercih, o dönemde kapitalizmin savunucuları arasında bile pek tartışılmıyordu.
- Mary scarcely seems to care for me, does she?
- Mary, beni pek umursamıyor gibi görünüyor, değil mi?
- I scarcely think so.
- Ben pek öyle düşünmüyorum.
Show More (10)
|
3 |
scarcely |
henüz |
adv. |
|
- She had scarcely finished speaking when he cut in.
- Adam araya girdiğinde konuşmasını henüz bitirmemişti.
- She had scarcely started reading the book, when someone knocked at the door.
- Biri kapıyı çaldığında o, kitabı okumaya henüz başlamıştı.
- Scarcely had the market opened when the fire broke out.
- Yangın çıktığında, market henüz açılmamıştı.
- Scarcely had the market opened when the fire broke out.
- Yangın çıktığında, pazar henüz açılmıştı.
- I had scarcely entered the class before the students started asking questions.
- Öğrenciler sorular sormaya başladığında sınıfa henüz girmiştim.
Show More (2)
|
4 |
scarcely |
zar zor |
adv. |
|
- We have a large number of businesses that can scarcely support one family.
- Bir aileyi zar zor geçindirebilen çok sayıda işletmemiz var.
- He can scarcely write his name.
- Adını zar zor yazabiliyor.
- I can scarcely sleep at night.
- Geceleri zar zor uyuyabiliyorum.
- Tom scarcely recognized Mary.
- Tom, Mary'yi zar zor tanıdı.
Show More (1)
|
5 |
scarcely |
güçlükle |
adv. |
|
- Tom could scarcely believe it.
- Tom buna güçlükle inanabildi.
- I scarcely believed my eyes.
- Ben gözlerime güçlükle inandım.
- He can scarcely write his name.
- O adını güçlükle yazabiliyor.
Show More (0)
|
6 |
scarcely |
nadiren |
adv. |
|
- I scarcely ever do that.
- Bunu nadiren yaparım.
Show More (-2)
|
7 |
scarcely |
güç bela |
adv. |
|
- Scarcely had I reached home before the telephone rang.
- Telefon çalmadan önce güç bela eve varmıştım.
Show More (-2)
|