deal - English Turkish Sentences
English Turkish
deal anlaşma n.
  • We made a deal with the store to sell our products there.
  • Ürünlerimizi orada satmak üzere mağazayla anlaşma yaptık.
  • It would be outrageous if governments such as the UK Government doing bilateral deals frustrated a Council initiative.
  • Birleşik Krallık Hükümeti gibi ikili anlaşmalar yapan hükümetlerin Konsey'in bir girişimini engellemesi çok çirkin olur.
  • We will only vote 'yes' if we are clear that a proper deal has been done.
  • Sadece doğru dürüst bir anlaşma yapıldığından emin olduğumuz takdirde 'evet' oyu vereceğiz.
Show More (201)
deal ele almak v.
  • We will deal with the compromise amendment later.
  • Uzlaşmaya dayalı değişikliği daha sonra ele alacağız.
  • This report is deals with promoting innovation with new technologies.
  • Bu rapor, yeni teknolojilerle inovasyonun teşvik edilmesi konusunu ele almaktadır.
  • This is also extremely urgent and I am hoping that the Council will deal with it quickly.
  • Bu da son derece acil bir konu ve Konsey'in bu konuyu hızla ele alacağını umuyorum.
Show More (124)
deal (bir sorunla) ilgilenmek v.
  • Attempts are being made to deal more sensitively with major trading partners.
  • Başlıca ticaret ortaklarıyla daha hassas bir şekilde ilgilenmek için girişimlerde bulunulmaktadır.
  • It deals exclusively with the issue of human cloning.
  • Bu rapor sadece insan klonlama konusuyla ilgilenmektedir.
  • We must deal directly with the problem and that is town and country planning.
  • Sorunla doğrudan ilgilenmeliyiz ve bu da şehir ve ülke planlamasıdır.
Show More (19)
deal dağıtmak (iskambil kağıtlarını) v.
  • Then, the dealer will deal one new card on top of each original.
  • Sonra, dağıtıcı her orijinal kartın üstüne bir yeni kart dağıtır.
  • Deal us the cards.
  • Bize kartları dağıt.
  • Deal the cards.
  • Kartları dağıt.
Show More (16)
deal büyük ölçü n.
  • We confined ourselves to this method because it appears to attract a great deal of agreement.
  • Kendimizi bu yöntemle sınırladık çünkü bu yöntem üzerinde büyük ölçüde mutabakat sağlanmış görünüyor.
  • The battle for biodiversity therefore has a great deal to do with our strategy for eradicating poverty.
  • Dolayısıyla biyoçeşitlilik için verilen mücadele, yoksulluğu ortadan kaldırma stratejimizle büyük ölçüde ilgilidir.
  • The Trans-European Networks require a great deal of good will and commitment, as practice has clearly shown.
  • Trans-Avrupa Ağları, uygulamaların da açıkça gösterdiği gibi, büyük ölçüde iyi niyet ve kararlılık gerektirmektedir.
Show More (12)
deal satmak v.
  • Fadil and Layla were arrested for dealing cocain.
  • Fadıl ve Leyla kokain satmaktan tutuklandılar.
  • They deal in shoes and clothes at that store.
  • O mağazada ayakkabı ve giysi satıyorlar.
  • Did you know Tom was dealing drugs?
  • Tom'un uyuşturucu sattığını biliyor muydun?
Show More (11)
deal değinmek v.
  • Let me first of all deal with some of the technical issues.
  • Öncelikle bazı teknik konulara değinmeme izin verin.
  • I should now like to take a few minutes to deal with each in turn.
  • Şimdi birkaç dakikamı ayırarak her bir konuya sırayla değinmek istiyorum.
  • There is much to be said about them, but unfortunately I can only deal with a few points.
  • Bu konuda söylenecek çok şey var ama ne yazık ki ben sadece birkaç noktaya değinmekle yetineceğim.
Show More (8)
deal n.
  • Did one government deal directly with the other, or were international middlemen involved?
  • Bir hükümet diğeriyle doğrudan mı anlaştı, yoksa uluslararası aracılar da işin içinde miydi?
  • I often have to take the floor when we deal with enormous job losses, and it is always a sad occasion.
  • Büyük kayıpları söz konusu olduğunda sık sık söz almak zorunda kalıyorum ve bu her zaman üzücü bir durumdur.
  • That's a done deal.
  • Bu tamamdır.
Show More (5)
deal davranmak v.
  • We should deal fairly with each other.
  • Birbirimize karşı adil olarak davranmamız gerek.
  • We must deal fairly with these people.
  • Bu insanlara adil şekilde davranmalıyız.
  • We must deal fairly with these people.
  • Bu insanlara karşı adil davranmalıyız.
Show More (5)
deal iş yapmak v.
  • What are you dealing with?
  • Ne iş yapıyorsun?
  • She did a great deal of work.
  • O, epeyce iş yaptı.
  • The soul of commerce is upright dealing.
  • Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
Show More (0)
deal pazarlık n.
  • Surely humanity cannot be reduced to the level of political wheeling and dealing.
  • Şüphesiz insanlık, siyasi çark ve pazarlık düzeyine indirgenemez.
  • Surely humanity cannot be reduced to the level of political wheeling and dealing.
  • Şüphesiz insanlık, siyasi çarkçılık ve pazarlık düzeyine indirgenemez.
Show More (-1)
deal vurmak v.
  • The blow that this would deal to our countries could contribute to destabilising them even further.
  • Bunun ülkelerimize vuracağı darbe, onları daha da istikrarsızlaştırmaya zemin hazırlayabilir.
  • Bill dealt Tom a sudden blow.
  • Bill, Tom'a aniden vurdu.
Show More (-1)
deal vermek v.
  • If life deals you lemons, make lemonade.
  • Hayat sana limonlar veriyorsa, limonata yap.
  • That bucket is the best deal for your money.
  • Bu kova paranızın karşılığını en iyi şekilde verir.
Show More (-1)
deal büyük miktar n.
  • The gambler lost a good deal of money.
  • Kumarbaz büyük miktarda para kaybetti.
  • They spent a good deal of money on the project.
  • Proje için büyük miktarda para harcadılar.
Show More (-1)
deal (oyun) kağıt dağıtma n.
  • You miscounted the cards; we need a new deal.
  • Kartları yanlış saymışsın, yeniden dağıtmamız lazım.
Show More (-2)
deal çam kerestesi n.
  • This is my new deal cabinet.
  • Bu benim çam kerestesinden yapılmış yeni dolabım.
Show More (-2)
deal kağıtları dağıtmak v.
  • It's your turn to deal.
  • Kağıtları dağıtmak için sıra sende.
Show More (-2)
deal tedavi n.
  • The new deal will make the farmer's quality of life better.
  • Yeni tedavi çiftçinin yaşam kalitesini daha iyi hale getirecek.
Show More (-2)
deal uyuşturucu satmak v.
  • We should commit thefts and make deals to pass the levels of this video game.
  • Bu bilgisayar oyununda seviyeleri geçmek için hırsızlık yapıp uyuşturucu satmamız gerekiyor.
Show More (-2)
deal muamele n.
  • There is no doubt in my mind that he has been given a raw deal.
  • Kendisine hak etmediği bir muamele yapıldığına dair hiçbir şüphem yok.
Show More (-2)