dull - English Turkish Sentences
English Turkish
dull sıkıcı adj.
  • There is never a dull moment when you're traveling in a foreign country.
  • Yabancı bir ülkede seyahat ederken hiçbir zaman sıkıcı an diye bir şey yoktur.
  • There's never a dull moment.
  • Asla sıkıcı bir an yoktur.
  • If it weren't for music, the world would be a dull place.
  • Eğer müzik olmasaydı, dünya sıkıcı bir yer olurdu.
Show More (28)
dull kör adj.
  • I can't write with this dull pencil.
  • Bu kör kalemle yazamıyorum.
  • The knife was so dull that I couldn't cut the meat with it and I had to use my pocketknife.
  • Bıçak o kadar kördü ki eti onunla kesemedim ve çakımı kullanmak zorunda kaldım.
  • She tried to cut the meat with a dull knife.
  • Eti kör bir bıçakla kesmeye çalıştı.
Show More (6)
dull körelmek v.
  • This knife is dull.
  • Bu bıçak körelmiş.
  • He tried to cut the meat with a dull knife.
  • Eti körelmiş bir bıçakla kesmeyi denedi.
  • He has dull senses.
  • Duyguları körelmiş.
Show More (2)
dull donuk adj.
  • She cast a look at the papers with her dull eyes.
  • Donuk gözleriyle kâğıtlara bir göz attı.
  • It is hard to sell dull facts to the public.
  • Halka donuk gerçekleri satmak zordur.
  • Is your stomach pain dull, sharp, cramping, or something else?
  • Mide ağrınız donuk mu, keskin mi, kramplı mı yoksa başka bir şey mi?
Show More (1)
dull hafif (ağrı) adj.
  • I have had a dull pain in my wrist for quite a while.
  • Bir süredir bileğimde hafif bir ağrı var.
  • I have a dull ache here.
  • Buramda hafif bir ağrı var.
Show More (-1)
dull köreltmek v.
  • Smog from the factories dulled the sunshine.
  • Fabrikalardan gelen duman güneş ışığını köreltiyordu.
  • Television can dull our creative power.
  • Televizyon yaratıcı gücümüzü köreltebilir.
Show More (-1)
dull hafifletmek v.
  • The doctor gave me a pill to dull my back pain.
  • Doktor sırt ağrımı hafifletmek için bana bir hap verdi.
Show More (-2)
dull boğuk adj.
  • She heard a dull thud come from the next room.
  • Yan odadan boğuk bir gümbürtü geldiğini duydu.
Show More (-2)
dull (hava) bulutlu adj.
  • She rather not go out on such a dull day.
  • Böyle bulutlu bir günde dışarı çıkmamayı tercih etti.
Show More (-2)
dull alık adj.
  • He is handsome but a bit dull, isn't he?
  • Yakışıklı ama biraz alık biri değil mi?
Show More (-2)
dull zevksiz adj.
  • Tom's goal livened up an otherwise dull game.
  • Tom'un golü zevksiz geçen maçı canlandırdı.
Show More (-2)