1 |
act |
davranmak |
v. |
|
- I have to say that the Council acted irresponsibly when it conferred full powers on the IAS board.
- Konsey'in IAS kuruluna tam yetki verirken sorumsuzca davrandığını söylemek zorundayım.
- Who pays the bill in society when we act inefficiently?
- Verimsiz davrandığımızda toplumda faturayı kim öder?
- We know that it is a very small one, but it acts big.
- Çok küçük olduğunu ama büyük gibi davrandığını biliyoruz.
- The European Union can be Washington's fully-fledged partner only if it acts like one.
- Avrupa Birliği ancak böyle davranırsa Washington'un tam teşekküllü bir ortağı olabilir.
- In my country we choose to act in this way; we take the side of the weakest.
- Benim ülkemde biz bu şekilde davranmayı seçiyoruz; en zayıf olanın tarafını tutuyoruz.
- He acted disloyally in supporting a unilateral, immoral and illegal attack.
- Tek taraflı, ahlaksız ve yasadışı bir saldırıyı destekleyerek sadakatsiz davrandı.
- In this respect, we must make an effort to act as responsibly as possible.
- Bu açıdan, mümkün olduğunca sorumlu davranmak için çaba sarf etmeliyiz.
- Moreover, I believe that it was practically the only group to do so, for his group certainly acted differently.
- Ayrıca bunu yapan neredeyse tek grup olduğuna inanıyorum çünkü onun grubu kesinlikle farklı davranıyordu.
- Second, by giving the Union more respectability, it should encourage us to act more responsibly.
- İkinci olarak, Birliğe daha fazla saygınlık kazandırarak, bizi daha sorumlu davranmaya teşvik etmelidir.
- We ask that these neighbouring states act with discretion.
- Bu komşu devletlerden sağduyulu davranmalarını istiyoruz.
- I have to say that the Council acted irresponsibly when it conferred full powers on the IAS board.
- Konsey'in IAS kuruluna tam yetki vererek sorumsuzca davrandığını söylemek zorundayım.
- In this respect, we must make an effort to act as responsibly as possible.
- Bu bakımdan mümkün olduğunca sorumlu davranmaya gayret etmeliyiz.
- Don't waste time trying to act like an actor.
- Bir aktör gibi davranmaya çalışarak vakit kaybetmeyin.
- Maybe if we keep acting like shoppers, they'll let us check out.
- Belki müşteri gibi davranmaya devam edersek çıkış yapmamıza izin verirler.
- He arrives, he sees what's happened and he acts fast.
- Geliyor, ne olduğunu görüyor ve çabuk davranıyor.
- Kindergarten children act better than Tom and his friends do.
- Anaokulu çocukları Tom ve arkadaşlarından daha iyi davranıyor.
- Don't act like you don't know what I'm talking about.
- Neden bahsettiğimi bilmiyormuş gibi davranma.
- You must act more wisely.
- Daha akıllıca davranmalısın.
- He acted as my guide.
- O benim rehberim olarak davrandı.
- He acts like he doesn't know anything.
- Hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyor.
- Act like adults.
- Yetişkinler gibi davran.
- If you don't act like a good boy, you won't get a birthday present.
- İyi bir erkek çocuğu gibi davranmazsan bir doğum günü hediyesi almazsın.
- A true friend would have acted differently.
- Gerçek bir dost farklı davranırdı.
- I don't understand why Tom acts that way.
- Tom'un neden böyle davrandığını anlamıyorum.
- Isn't there any way to predict how he'll act?
- Nasıl davranacağını tahmin etmenin bir yolu yok mu?
- I've never seen her act like that.
- Onu hiç böyle davranırken görmemiştim.
- If you don't act like a good girl, you won't get a birthday present.
- Eğer iyi bir kız gibi davranmazsan, doğum günü hediyesi alamazsın.
- He acted quickly and put out the fire.
- Çabuk davrandı ve yangını söndürdü.
- A teenager sometimes acts like a baby.
- Bir ergen, bazen bir bebek gibi davranır.
- If you're going to act like that, I'm leaving.
- Öyle davranacaksan ben gidiyorum.
- Act like a man.
- Erkek gibi davran.
- Don't act like you didn't hear the question.
- Soruyu duymamış gibi davranmayın.
- She acted like she didn't know anything.
- O hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyordu.
- Tom tried to act like nothing was wrong.
- Tom hiçbir şey yanlış değilmiş gibi davranmaya çalıştı.
- Tom could've been intoxicated, but he acted sober.
- Tom sarhoş da olabilirdi ama ayık gibi davrandı.
- He knows he acted badly.
- Kötü davrandığını biliyor.
- Tom has never acted that crazy.
- Tom hiç bu kadar çılgınca davranmadı.
- Sami never acted out aggressively.
- Sami asla agresif davranmazdı.
- Sami didn't understand why Layla acted like this.
- Sami, Leyla'nın neden bu şekilde davrandığını anlamıyordu.
- Tom acts like a dog in the manger.
- Tom ahır yemliğindeki köpek gibi davranıyor.
- Tom acts scared.
- Tom korkmuş gibi davrandı.
- They said he had acted shamefully.
- Onun utanç verici bir biçimde davrandıklarını söylediler.
- You shouldn't act selfishly.
- Bencilce davranmamalısın.
- Let's act like we're foreigners.
- Yabancı gibi davranalım.
- Tom never acted like he was ashamed of me.
- Tom asla benden utanmış gibi davranmadı.
- Tom acts like a child.
- Tom bir çocuk gibi davranıyor.
- Tom didn't act like he really wanted to be here.
- Tom gerçekten burada olmak istiyormuş gibi davranmıyordu.
- He often acts like a baby when he can't get his way.
- İstediğini elde edemediğinde sık sık bebek gibi davranır.
- Tom acted out of character.
- Tom karakterinin dışında davrandı.
- No one has the right to tell you how to act.
- Kimsenin size nasıl davranmanız gerektiğini söylemeye hakkı yok.
- Tom acted happy, but deep inside he was sad.
- Tom mutlu gibi davranıyordu fakat derinlerde üzgündü.
- He acted fairly toward me.
- Bana karşı adil davrandı.
- I'm sorry that I acted like a jerk.
- Bir pislik gibi davrandığım için özür dilerim.
- He acted the part of a sailor.
- Bir denizci gibi davrandı.
- Tom hardly ever acts his age.
- Tom neredeyse hiç yaşına göre davranmıyor.
- I want to apologize for the way I acted last night.
- Dün geceki davranma tarzım için özür dilemek istiyorum.
- Tom doesn't understand why Mary acts that way.
- Tom, Mary'nin neden böyle davrandığını anlamıyor.
- Sometimes he acts quite strangely.
- Bazen oldukça garip davranıyor.
- Tom acted like a child.
- Tom bir çocuk gibi davrandı.
- Tom and Mary just got married, but they don't act like newlyweds.
- Tom ve Mary yeni evlendiler ama yeni evli gibi davranmıyorlar.
- He acted foolishly.
- Aptalca davrandı.
- Tom tried to act cool.
- Tom havalı davranmaya çalıştı.
- Jim acted very strangely all day.
- Jim bütün gün çok garip davrandı.
- Try to act normal.
- Normal davranmaya çalış.
- Meg always acts generously.
- Meg her zaman cömert davranır.
- Tom tried to act cool.
- Tom sakin davranmaya çalıştı.
- If you don't act like a good boy, you won't get a birthday present.
- İyi bir çocuk gibi davranmazsan, doğum günü hediyesi alamazsın.
- Tom doesn't act like a teacher.
- Tom bir öğretmen gibi davranmıyor.
- Measureless fear makes always to act clumsily.
- Ölçüsüz korku her zaman beceriksizce davranmaya neden olur.
- You have to act like an adult.
- Bir yetişkin gibi davranmalısın.
- He acts very shy in her presence.
- Onun yanında çok utangaç davranıyor.
- He must be a gentleman to act that way.
- Böyle davrandığına göre bir centilmen olmalı.
- Tom acts like he doesn't want to be seen with us.
- Tom bizimle görünmek istemiyormuş gibi davranıyor.
- Don't act like you don't know how to dance.
- Nasıl dans edileceğini bilmiyormuş gibi davranma.
- Children want to act like grown-ups.
- Çocuklar büyükler gibi davranmak isterler.
- Some people don't act their age.
- Bazı insanlar yaşına uygun davranmazlar.
- He acts like he doesn't know anything.
- O hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranıyor.
- If you act like a child, you'll be treated like a child.
- Çocuk gibi davranırsan, çocuk gibi muamele görürsün.
- Tom acts like he doesn't even know who Mary is.
- Tom, Mary'nin kim olduğunu bile bilmiyormuş gibi davranıyor.
- Tom often acts like a baby when he can't get his way.
- Tom istediğini elde edemediğinde sık sık bebek gibi davranır.
- Sami didn't understand why Layla acted like this.
- Sami, Layla'nın neden böyle davrandığını anlamıyordu.
- Tom acted like a jerk.
- Tom bir pislik gibi davrandı.
- I acted like I didn't know her.
- Onu tanımıyormuş gibi davrandım.
- We shouldn't act surprised, though.
- Yine de şaşırmış davranmamamız gerekir.
- Don't act like you don't know what's happening.
- Neler olduğunu bilmiyormuş gibi davranmayın.
- Tom acted like a madman.
- Tom bir deli gibi davrandı.
- Tom and Mary just got married, but they don't act like newlyweds.
- Tom ve Mary yeni evlendi ama onlar yeni evlenmiş gibi davranmıyorlar.
- Tom acts like nothing else matters.
- Tom başka hiçbir şey önemli değilmiş gibi davranıyor.
- Tom and Mary acted like they'd never met each other before.
- Tom ve Mary birbirlerini daha önce hiç görmemiş gibi davrandılar.
- Tom hardly ever acts his age.
- Tom neredeyse hiç yaşına uygun davranmaz.
- Sami has to act quickly.
- Sami çabuk davranmak zorunda.
- Tom has acted wisely.
- Tom akıllıca davrandı.
- Tom acts like a child.
- Tom çocuk gibi davranıyor.
- Tom acted like a saint.
- Tom bir aziz gibi davrandı.
- People don't always act rationally.
- İnsanlar her zaman mantıklı davranmazlar.
- Don't act like you don't know what's happening.
- Ne olduğunu bilmiyormuş gibi davranma.
- Tom is trying to act casual.
- Tom rahat davranmaya çalışıyor.
- Don't act like a know-it-all.
- Her şeyi biliyormuşsun gibi davranma.
- She acted like she didn't know me.
- O da beni tanımıyormuş gibi davrandı.
- Tom acts like he knows everything.
- Tom her şeyi biliyor gibi davranır.
- I will act on your advice.
- Tavsiyene göre davranacağım.
- Tom doesn't act like a leader.
- Tom bir lider gibi davranmaz.
- Meg always acts generously.
- Meg her zaman cömertçe davranıyor.
- Tom acts like a tough guy.
- Tom sert bir adam gibi davranıyor.
- Act like a man!
- Bir adam gibi davran!
- Try to act your age.
- Yaşınıza uygun davranmaya çalışın.
- She acts like a child.
- Çocuk gibi davranıyor.
- I would act differently in your place.
- Senin yerinde olsam farklı davranırdım.
- Tom acted like a perfect gentleman.
- Tom mükemmel bir beyefendi gibi davrandı.
- A wise person would be ashamed to act like that.
- Bilge bir insan böyle davranmaktan utanır.
- Tom acted like he was afraid.
- Tom korkuyormuş gibi davrandı.
- Tom acts like he's exhausted.
- Tom çok yorgunmuş gibi davranıyor.
- Tom didn't act like he'd even heard about what had happened.
- Tom olanları duymuş gibi bile davranmadı.
- She acted like a real baby.
- O, gerçek bir bebek gibi davrandı.
- Don't act like you don't know what's wrong.
- Sorunun ne olduğunu bilmiyormuş gibi davranma.
- You must act like a man.
- Bir erkek gibi davranmalısın.
- Sometimes he acts quite strangely.
- Bazen o oldukça garip biçimde davranır.
- Tom doesn't understand why Mary acted that way.
- Tom, Mary'nin neden öyle davrandığını anlamadı.
- He acts like a king.
- Bir kral gibi davranıyor.
- He acted like he didn't know me.
- O da beni tanımıyormuş gibi davrandı.
- She always acts politely toward everybody.
- Herkese karşı daima nazik davranır.
- Don't act surprised.
- Şaşırmış gibi davranma.
- He acted like he owned the place.
- Buranın sahibiymiş gibi davrandı.
- Act like a man!
- Erkek gibi davran!
- Sometimes my phone acts like it has a mind of its own.
- Bazen telefonum kendine ait aklı varmış gibi davranıyor.
- How else can he act?
- O, başka nasıl davranabilir?
- He acted with common sense.
- Sağduyulu davrandı.
- Tom acted like a lunatic.
- Tom bir deli gibi davrandı.
- Jiro could not act otherwise.
- Jiro başka türlü davranamazdı.
- Sami hates customers who act like this.
- Sami böyle davranan müşterilerden nefret eder.
- She acts mysterious.
- O gizemli davranır.
- I've never seen my cat act like that.
- Ben de kedimi hiç böyle davranırken görmemiştim.
- Children want to act like grown-ups.
- Çocuklar yetişkinler gibi davranmak isterler.
- Act like adults.
- Yetişkinler gibi davranın.
- You have to act like an adult.
- Bir yetişkin gibi davranman gerekiyor.
- Act like a man.
- Bir erkek gibi davran.
- We acted sincerely.
- Samimi davrandık.
- Tom acted out of character.
- Tom kendisinden beklenmeyecek şekilde davrandı.
- Tom acted foolishly.
- Tom aptalca davrandı.
- Tom acted like he knew everything.
- Tom her şeyi biliyormuş gibi davranıyordu.
- It's just like Meg to act that way.
- Bu şekilde davranmak tam Meg'e göre.
- Try to act natural.
- Doğal davranmaya çalış.
- Tom didn't act like a normal boy.
- Tom normal bir çocuk gibi davranmadı.
- Many people act like that.
- Birçok kişi öyle davranır.
- I've never seen Tom act like that.
- Tom'un böyle davrandığını hiç görmedim.
- Grow up and act your age!
- Büyüyün ve yaşınıza uygun davranın!
- We shouldn't act surprised, though.
- Yine de şaşırmış gibi davranmamalıyız.
- He acts very shy in her presence.
- O varken çok utangaç davranıyor.
- Tom acted like he owned the place.
- Tom buranın sahibiymiş gibi davrandı.
- You should act on the doctor's advice at once.
- Derhal doktorun tavsiyesine göre davranmalısın.
- They acted surprised.
- Şaşırmış gibi davrandılar.
- I know how to act cool.
- Nasıl soğukkanlı davranacağımı biliyorum.
- An Englishman would act in a different way.
- Bir İngiliz farklı bir şekilde davranırdı.
- Don't act like you didn't hear the question.
- Soruyu duymamış gibi davranma.
- If you act in such a childish way, then you will be treated as child.
- Böyle çocukça davranırsanız, çocuk muamelesi görürsünüz.
- Don't act like a bull in a china shop.
- Züccaciye dükkanındaki boğa gibi davranma.
- Tom acts like a rock star.
- Tom bir rock yıldızı gibi davranıyor.
- I don't understand why Tom acted that way.
- Tom'un neden öyle davrandığını anlamıyorum.
- If you act like that, he'll think you hate him.
- Böyle davranırsan, ondan nefret ettiğini düşünecek.
- I'm not proud of how I acted.
- Nasıl davrandığımla gurur duymuyorum.
- I had never seen Tom act like that before.
- Tom'un daha önce öyle davrandığını hiç görmemiştim.
- Tom acted like he was afraid.
- Tom korkuyor gibi davrandı.
- Tom never acted like he was ashamed of me.
- Tom hiçbir zaman benden utanıyormuş gibi davranmadı.
- Mary doesn't like men who act like Tom.
- Mary, Tom gibi davranan erkeklerden hoşlanmaz.
- I've never seen Tom act like that.
- Tom'u hiç böyle davranırken görmemiştim.
- Don't act like you know everything.
- Her şeyi biliyormuşsun gibi davranma.
- A wise man would not act in that way.
- Akıllı bir adam bu şekilde davranmaz.
- You must act like a man.
- Adam gibi davran.
- Tom doesn't understand why Mary acts that way.
- Tom Mary'nin neden bu şekilde davrandığını anlamıyor.
- Act exactly as I said.
- Tam olarak dediğim gibi davran.
- Tom acted out of character.
- Tom bambaşka biri gibi davrandı.
- You shouldn't allow your son to act like a selfish brat.
- Oğlunun bencil bir çocuk gibi davranmasına izin vermemelisin.
- He acted like a saint.
- Bir aziz gibi davrandı.
- You say one thing and then act just the opposite.
- Bir şey söylüyorsun ve sonra tam tersi davranıyorsun.
- Tom tried to act casual.
- Tom rahat davranmaya çalıştı.
- I tried to act cool.
- Havalı davranmaya çalıştım.
- Don't act like you know everything.
- Her şeyi biliyormuş gibi davranma.
- Don't act like that.
- Böyle davranma.
- Tom has never acted that crazy.
- Tom hiç bu kadar çılgınca davranmamıştı.
- Tom acted drunk.
- Tom sarhoş davranıyordu.
- Don't act like a know-it-all.
- Her şeyi biliyormuş gibi davranma.
- I know how to act cool.
- Nasıl havalı davranacağımı biliyorum.
- Tom and Mary acted like they'd never met each other before.
- Tom ve Mary daha önce birbirleriyle hiç karşılaşmamış gibi davrandı.
- You act like I don't exist.
- Ben yokmuşum gibi davranıyorsun.
- He acted like he owned the place.
- Mekanın sahibi gibi davranıyordu.
- You've acted foolishly and you will pay for it.
- Aptalca davrandın ve bunun bedelini ödeyeceksin.
- He acted just as if there were nothing.
- Sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu.
- Isn't there any way to predict how he'll act?
- Onun nasıl davranacağını tahmin etmenin bir yolu yok mu?
- Don't act like you don't know what I mean.
- Ne demek istediğimi bilmiyor gibi davranma.
- Tom acted as an interpreter for Mary.
- Tom Mary için tercüman olarak davrandı.
- Don't act like you don't care.
- Umursamıyormuş gibi davranma.
- I acted foolishly.
- Aptalca davrandım.
- She acts like she knows everything.
- Her şeyi biliyormuş gibi davranıyor.
- Don't act like a child.
- Çocuk gibi davranma.
- He acts like a tough guy.
- Sert bir adam gibi davranıyor.
- Tom acts like he knows everything.
- Tom her şeyi biliyormuş gibi davrandı.
- Sami acted like he was old.
- Sami yaşlıymış gibi davrandı.
- Don't act so innocent.
- Bu kadar masum davranma.
- Cookie's birth assigned species is cat, but he identifies as and acts like a dog.
- Cookie'nin doğuştan atanan türü kedi ama kendini köpek olarak tanımlıyor ve öyle davranıyor.
- Tom acted like he didn't know Mary.
- Tom Mary'yi tanımıyormuş gibi davrandı.
- Don't act like that.
- Öyle davranma.
- Act too forcefully and you'll start a war.
- Çok güçlü davranırsanız savaş başlatırsınız.
- They said he had acted shamefully.
- Utanç verici davrandığını söylediler.
- He acts like a rock star.
- Bir rock yıldızı gibi davranıyor.
- A teenager sometimes acts like a baby.
- Bir genç, bazen bebek gibi davranır.
- If you're going to act like that, I'm leaving.
- Eğer böyle davranacaksan, ben gidiyorum.
- Don't act like you don't know what I mean.
- Ne demek istediğimi bilmiyormuş gibi davranma.
- The British acted too late.
- İngilizler çok geç davrandılar.
- I had never seen Tom act like that before.
- Tom'u daha önce hiç böyle davranırken görmemiştim.
- He acted foolishly.
- O aptalca davrandı.
- Tom acted irrationally.
- Tom mantıksızca davrandı.
- It was hard for me to act pleasantly to others.
- Başkalarına hoş davranmak benim için zordu.
- Tom is trying to act casual.
- Tom sıradan biri gibi davranmaya çalışıyor.
- Sometimes my phone acts like it has a mind of its own.
- Bazen telefonum kendi aklı varmış gibi davranıyor.
- She acts mysterious.
- Gizemli davranıyor.
- Many people act like that.
- Birçok insan böyle davranıyor.
- Don't act like a jerk.
- Pislik gibi davranma.
- He acted like a saint.
- O, bir aziz gibi davrandı.
- You shouldn't allow your son to act like a selfish brat.
- Oğlunun bencil bir velet gibi davranmasına izin vermemelisin.
- You must act in accordance with the rules.
- Kurallara uygun davranmalısın.
- Tom acted drunk.
- Tom sarhoş gibi davrandı.
- Tom acts impressed.
- Tom etkilenmiş gibi davranıyor.
- You've acted foolishly and you will pay for it.
- Aptalca davrandın, bunun hesabını ödeyeceksin.
- How else can he act?
- Başka nasıl davranabilir ki?
- I tried to act natural.
- Doğal davranmaya çalıştım.
- The British acted too late.
- İngilizler çok geç davrandı.
- She acted like she didn't know me.
- Beni tanımıyormuş gibi davrandı.
- He acts like a king.
- Kral gibi davranıyor.
- He has acted wisely.
- O akıllıca davrandı.
- You are old enough to know better than to act like that.
- Öyle davranılmayacağını bilecek yaştasın.
- It's very unlikely that Tom acts that way at home.
- Tom'un evde bu şekilde davranması pek olası değil.
- Don't act like a jerk.
- Bir ahmak gibi davranma.
- She acted like she didn't know anything.
- Hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı.
- You have to act like an adult.
- Bir yetişkin gibi davranmak zorundasın.
- Don't act like you know me.
- Beni tanıyormuş gibi davranma.
- I tried to act impressed.
- Etkilenmiş davranmaya çalıştım.
- Tom and Mary acted like children.
- Tom ve Mary çocuk gibi davrandılar.
- Don't act like a child.
- Bir çocuk gibi davranma.
- Tom acts like he doesn't even know Mary.
- Tom, Mary'yi tanımıyormuş gibi davranıyor.
- If you act like that, he'll think you hate him.
- Eğer böyle davranırsan o senin ondan nefret ettiğini düşünür.
- The soldier acted bravely.
- Asker cesurca davrandı.
- You don't act like you want to be here.
- Burada olmayı istiyormuş gibi davranmıyorsun.
- Tom acted like he didn't know me.
- Tom beni tanımıyormuş gibi davrandı.
- Tom acted interested.
- Tom ilgili davrandı.
- I tried to act impressed.
- Etkilenmiş gibi davranmaya çalıştım.
- I tried to act cool.
- Sakin davranmaya çalıştım.
- She acted like a real baby.
- Gerçek bir bebek gibi davrandı.
- Act exactly as I said.
- Aynen dediğim gibi davran.
- And who would not act the same way?
- Ve kim aynı şekilde davranmaz ki?
- Tom tried to act like nothing was wrong.
- Tom ters giden hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya çalıştı.
- Tom acted like a baby.
- Tom bir bebek gibi davrandı.
- I acted like I didn't know him.
- Onu tanımıyormuş gibi davrandım.
- Tom certainly acted drunk.
- Tom kesinlikle sarhoş gibi davrandı.
- Act like you were from those we can not quickly make a maker of unsuccessful ones.
- Başarısız olanları hemen yapamayacağımız kişilerdenmişsiniz gibi davranın.
- Just act like nothing happened.
- Hiçbir şey olmamış gibi davran.
- A wise person would be ashamed to act like that.
- Akıllı bir kişi öyle davranmaktan mahcup olurdu.
- No one has the right to tell you how to act.
- Hiç kimsenin sana nasıl davranacağını söylemeye hakkı yok.
- We acted too late.
- Çok geç davrandık.
- Tom doesn't understand why Mary acted that way.
- Tom Mary'nin neden bu şekilde davrandığını anlamıyor.
- Tom acted suspiciously when the police came to search his office.
- Polis ofisini aramaya geldiğinde Tom şüpheli davrandı.
- Sami acted like this.
- Sami böyle davrandı.
- Had I gotten this letter sooner, I'd have acted differently.
- Bu mektubu daha önce almış olsaydım, farklı davranırdım.
- He knows he acted badly.
- O kötü davrandığını biliyor.
- A true friend would have acted differently.
- Gerçek bir arkadaş farklı davranırdı.
- He acted on my advice.
- O nasihatime göre davrandı.
- It's just like Meg to act that way.
- Bu tam Meg'in o şekilde davranması gibi.
- Jim acted very strangely all day.
- Jim, tüm gün çok tuhaf davrandı.
- Tom acted like a real baby.
- Tom gerçek bir bebek gibi davrandı.
- Tom doesn't act like a leader.
- Tom bir lider gibi davranmıyor.
- Tom acted like he knew everything.
- Tom her şeyi biliyormuş gibi davrandı.
- If I act weird around you, it means I'm comfortable with you.
- Eğer senin yanında garip davranıyorsam, bu senin yanında rahat olduğum anlamına gelir.
- I'm sorry I acted like a child last night.
- Dün gece bir çocuk gibi davrandığım için özür dilerim.
- He acted like a madman.
- Deli gibi davrandı.
Show More (270)
|
2 |
act |
hareket etmek |
v. |
|
- Should you decide to act on that deplorable idea, you will be freed from your chains, if necessary against your will!
- Bu içler acısı fikre göre hareket etmeye karar verirseniz, gerekirse iradeniz dışında zincirlerinizden kurtulacaksınız!
- If a large number of products contain CMR substances, we should obviously act even faster.
- Eğer çok sayıda ürün CMR maddesi içeriyorsa, tabii ki daha da hızlı hareket etmeliyiz.
- This, too, is a matter for the individual countries to act on.
- Bu da ülkelerin kendi başlarına hareket etmeleri gereken bir konudur.
- Not all the institutions have acted in that way.
- Tüm kurumlar bu şekilde hareket etmemiştir.
- Success demands clear leadership that can act with legitimacy and authority.
- Başarı, meşruiyet ve otorite ile hareket edebilecek açık bir liderlik gerektirir.
- It is an obligation for us to follow these cases very closely and to make sure that we act accordingly.
- Bu davaları çok yakından takip etmek ve buna uygun hareket ettiğimizden emin olmak bizim için bir yükümlülüktür.
- However well intentioned our motives, we must act within the Community's proper competences.
- Gerekçelerimiz ne kadar iyi niyetli olursa olsun, Topluluğun uygun yetkileri dahilinde hareket etmeliyiz.
- This is in the interests of the European Union as a whole and of its capacity to act even with 25 members.
- Bu, bir bütün olarak Avrupa Birliği'nin ve 25 üyesiyle bile hareket edebilme kapasitesinin menfaatinedir.
- I urge them to act together and make greater progress in this area.
- Onları birlikte hareket etmeye ve bu alanda daha fazla ilerleme kaydetmeye çağırıyorum.
- On that occasion, the Commission acted in a draconian manner against Belgium.
- Bu olayda Komisyon, Belçika'ya karşı acımasız bir şekilde hareket etmiştir.
- We must deal with this in a mature fashion; in other words, act independently and responsibly.
- Bu konuyu olgun bir şekilde ele almalıyız; başka bir deyişle bağımsız ve sorumlu bir şekilde hareket etmeliyiz.
- We must act on this.
- Buna göre hareket etmeliyiz.
- The Commission must act as the driving force in this process.
- Komisyon bu süreçte itici güç olarak hareket etmelidir.
- I believe that an industry that acts in this way disgraces itself.
- Bu şekilde hareket eden bir sektörün kendisini küçük düşürdüğüne inanıyorum.
- If Europe cannot decide, the United States will hopefully act alone.
- Avrupa karar veremezse, ABD'nin tek başına hareket edeceği umulmaktadır.
- Please let us act with the sustainability of resources and of industry and with communities in mind.
- Lütfen kaynakların, endüstrinin ve toplumların sürdürülebilirliğini göz önünde bulundurarak hareket edelim.
- The Commission must act very quickly here and negotiate with EU trading partners in order to implement this principle.
- Komisyon burada çok hızlı hareket etmeli ve bu prensibi uygulamak için AB ticaret ortaklarıyla müzakere etmelidir.
- We must act rapidly, to show our solidarity with our Cuban brothers and sisters.
- Kübalı kardeşlerimizle dayanışma içinde olduğumuzu göstermek için hızlı hareket etmeliyiz.
- I therefore ask that we act with decisiveness and commitment in setting the follow-up measures in motion.
- Bu nedenle, takip tedbirlerini harekete geçirme konusunda kararlılık ve bağlılıkla hareket etmemizi rica ediyorum.
- We shall therefore act in accordance with the Rules of Procedure, as usual.
- Bu nedenle her zamanki gibi İç Tüzük uyarınca hareket edeceğiz.
- Those responsible for violations of human rights and war crimes act with complete impunity.
- İnsan hakları ihlalleri ve savaş suçlarından sorumlu olanlar hiçbir cezayla karşılaşmaksızın hareket etmektedir.
- We must act, and act together.
- Harekete geçmeli ve birlikte hareket etmeliyiz.
- One obviously cannot act this way, and all of us here are proof of that.
- Bu şekilde hareket edilemeyeceği açıktır ve burada bulunan hepimiz bunun kanıtıyız.
- We cannot systematically act on an intergovernmental basis.
- Sistematik olarak hükûmetler arası bir temelde hareket edemeyiz.
- I am glad that as a British Conservative she has acted in a European fashion.
- Bir İngiliz Muhafazakâr olarak Avrupa tarzında hareket etmiş olmasından memnuniyet duyuyorum.
- If we want to lean on the WTO, we ourselves must act according to the rules set by the WTO.
- DTÖ'ye yaslanmak istiyorsak kendimiz de DTÖ tarafından belirlenen kurallara göre hareket etmeliyiz.
- That is something on which the Member States can act.
- Üye Devletlerin üzerinde hareket edebileceği bir konudur.
- The Commission will propose a certain number of rules ensuring that the promoter acts in this regard.
- Komisyon, destekleyicinin bu konuda hareket etmesini sağlayacak belirli sayıda kural önerecektir.
- We cannot allow him to act as judge and jury here.
- Burada yargıç ve jüri olarak hareket etmesine izin veremeyiz.
- We wait to see how the Nigerian Government will act after the appeal on 25 March.
- Nijerya Hükûmetinin 25 Mart'taki temyizden sonra nasıl hareket edeceğini görmek için bekliyoruz.
- During the forthcoming year, 2003, the European institutions and Member States will need to act boldly and decisively.
- Önümüzdeki 2003 yılında Avrupa kurumları ve Üye Devletlerin cesur ve kararlı bir şekilde hareket etmeleri gerekecektir.
- I should recall, however, that the Commission is bound to act on the basis of Council Decision 90/424.
- Bununla birlikte, Komisyon'un 90/424 sayılı Konsey Kararı temelinde hareket etmek zorunda olduğunu hatırlatmak isterim.
- It is unbelievable that the United States is seeking to act outside international norms of law.
- Amerika Birleşik Devletleri'nin uluslararası hukuk normlarının dışında hareket etmeye çalışması inanılır gibi değildir.
- People have a right to know how their representatives in government have acted and voted in the Council.
- Halk, hükûmetteki temsilcilerinin Konseyde nasıl hareket ettiğini ve oy kullandığını bilme hakkına sahiptir.
- We need the Council to act more quickly.
- Konseyin daha hızlı hareket etmesine ihtiyacımız var.
- It is unlikely that the Member States, which must act unanimously in this area, will reach an agreement on this issue.
- Bu alanda oy birliği ile hareket etmesi gereken Üye Devletlerin bu konuda bir anlaşmaya varması pek olası değildir.
- Those of us entrusted with the task of ensuring a future for our past must now act with decisiveness.
- Geçmişimiz için bir gelecek sağlama görevini üstlenmiş olan bizler, şimdi kararlılıkla hareket etmeliyiz.
- We need to act as quickly as possible.
- Mümkün olduğunca çabuk hareket etmeliyiz.
- These terrorists have no authority to act on behalf of any people, race or religion.
- Bu teröristlerin herhangi bir halk, ırk ya da din adına hareket etme yetkileri yoktur.
- Nor can you act against the wishes of the players themselves.
- Oyuncuların kendi isteklerine karşı da hareket edemezsiniz.
- We, who share in the wonderment of our creation, must act now in the interests of mankind.
- Yaratılışımızın mucizesini paylaşan bizler, şimdi insanlığın çıkarları doğrultusunda hareket etmeliyiz.
- It is important to act speedily.
- Hızlı hareket etmek önemlidir.
- We will vote on the matter tomorrow and each Member will, as a number of Members have said, act wisely.
- Yarın bu konuyu oylayacağız ve her bir Üye, bazı Üyelerin de söylediği gibi, akıllıca hareket edecektir.
- Similarly, it may act as an intermediary for consumers.
- Benzer şekilde, tüketiciler için bir aracı olarak hareket edebilir.
- When the refugees began streaming in, the EU acted slowly and was completely powerless to act.
- Mülteciler akın etmeye başladığında AB yavaş hareket etti ve harekete geçmek için tamamen güçsüzdü.
- Success demands clear leadership that can act with legitimacy and authority.
- Başarı, meşruiyet ve otorite ile hareket edebilecek net bir liderlik gerektirir.
- In many cases, this would require us to act outside our competence.
- Birçok durumda bu, yetkilerimizin dışında hareket etmemizi gerektirecektir.
- It is, therefore, necessary that we act in solidarity with each other.
- Bu nedenle birbirimizle dayanışma içinde hareket etmemiz gerekmektedir.
- We want a strong Commission, which can act in an independent and neutral manner, but with political sense.
- Bağımsız ve tarafsız bir şekilde ancak siyasi bir anlayışla hareket edebilen güçlü bir Komisyon istiyoruz.
- If there are some cases which appear to show the opposite, we must act accordingly.
- Aksini gösteren bazı vakalar varsa, buna göre hareket etmeliyiz.
- The NGOs in our view act as part of the preventive process.
- Bize göre STK'lar önleyici sürecin bir parçası olarak hareket etmektedir.
- Perhaps we need to refine our act for next time.
- Belki de bir dahaki sefere daha dikkatli hareket etmeliyiz.
- If there are some cases which appear to show the opposite, we must act accordingly.
- Eğer bunun aksini gösteren bazı vakalar varsa, buna göre hareket etmeliyiz.
- We have no wish to act against any other party.
- Başka herhangi bir tarafa karşı hareket etmek istemiyoruz.
- If it does happen again, however, we clearly cannot act as we have done here.
- Ancak bu olay tekrarlanırsa, burada yaptığımız gibi hareket edemeyeceğimiz açıktır.
- We need to act by pushing ahead on so-called non-trade related concerns during WTO negotiations.
- DTÖ müzakereleri sırasında sözde ticaretle ilgili olmayan kaygılar konusunda ilerleme kaydederek hareket etmeliyiz.
- It is precisely for this reason that I believe the Union should reserve its right to act accordingly if necessary.
- İşte tam da bu nedenle, Birliğin gerektiğinde bu doğrultuda hareket etme hakkını saklı tutması gerektiğine inanıyorum.
- He acted with moral authority and international backing when that line was crossed.
- Bu çizgi aşıldığında ahlaki otorite ve uluslararası destekle hareket etti.
- They act as interconnection points, small ones perhaps but important interconnection points.
- Ara bağlantı noktaları olarak hareket ederler, belki küçük ama önemli ara bağlantı noktaları.
- I therefore believe that it is necessary to act in two ways.
- Bu nedenle iki şekilde hareket edilmesi gerektiğine inanıyorum.
- On that occasion, the Commission acted in a draconian manner against Belgium.
- Bu vesileyle Komisyon, Belçika'ya karşı acımasız bir şekilde hareket etmiştir.
- It is high time that Europe acted in a more united manner and more effectively than it has done so far.
- Avrupa'nın bugüne kadar olduğundan daha birlik içinde ve daha etkili bir şekilde hareket etmesinin zamanı gelmiştir.
- It is an obligation for us to follow these cases very closely and to make sure that we act accordingly.
- Bu vakaları çok yakından takip etmek ve buna uygun hareket ettiğimizden emin olmak bizim için bir zorunluluktur.
- Our paramount concern is to ensure that we act quickly and flexibly.
- En önemli kaygımız, hızlı ve esnek bir şekilde hareket etmemizi sağlamaktır.
- If, then, we act from a European protectionist standpoint, the risk is even greater.
- O halde Avrupa'nın korumacı bakış açısıyla hareket edersek, risk daha da büyük olacaktır.
- Mr McMillan-Scott, you may well believe that I have not acted in the proper manner.
- Bay McMillan-Scott, doğru şekilde hareket etmediğime inanıyor olabilirsiniz.
- This must not happen with the aid fund and we shall need to act accordingly.
- Bu yardım fonunda olmamalı ve buna göre hareket etmeliyiz.
- So how quickly is it prepared to act?
- Peki ne kadar hızlı hareket etmeye hazır?
- It is now the umpteenth time that he has acted beyond his remit.
- Bu, yetkisinin ötesinde hareket ettiği kaçıncı seferdir.
- We need capacity to act as a Community.
- Topluluk olarak hareket etmek için kapasiteye ihtiyacımız var.
- I should recall, however, that the Commission is bound to act on the basis of Council Decision 90/424.
- Ancak Komisyon'un 90/424 sayılı Konsey Kararı temelinde hareket etmekle yükümlü olduğunu hatırlatmak isterim.
- We need to act as a community.
- Bir topluluk olarak hareket etmeliyiz.
- Laeken signalled the prospects and terms within which the Convention must act.
- Laeken, Konvansiyon'un hangi beklentiler ve şartlar çerçevesinde hareket etmesi gerektiğinin sinyallerini vermiştir.
- In doing this now, we must act with greater determination than in the past.
- Şimdi bunu yaparken geçmişte olduğundan daha büyük bir kararlılıkla hareket etmeliyiz.
- It is unbelievable that the United States is seeking to act outside international norms of law.
- Amerika Birleşik Devletleri'nin uluslararası hukuk normlarının dışında hareket etmeye çalışması inanılır gibi değil.
- It is not fair to say that we have not tried to act according to the situation.
- Duruma göre hareket etmeye çalışmadığımızı söylemek doğru olmaz.
- And we need to act in two directions.
- Ve iki yönde hareket etmemiz gerekiyor.
- I believe that an industry that acts in this way disgraces itself.
- Bu şekilde hareket eden bir sektörün kendini küçük düşürdüğüne inanıyorum.
- The European Union has acted with impressive unity and decisiveness.
- Avrupa Birliği etkileyici bir birliktelik ve kararlılıkla hareket etmiştir.
- You have all of us behind you and you have the tools to ensure that you can act both legally and effectively.
- Arkanızda hepimiz varız ve hem yasal hem de etkili bir şekilde hareket edebilmenizi sağlayacak araçlara sahipsiniz.
- If that is not forthcoming, then we should act on our own.
- Eğer bu gerçekleşmezse, o zaman kendi başımıza hareket etmeliyiz.
- The main part of the communication describes the way in which we need to act at European level.
- Bildirinin ana bölümü Avrupa düzeyinde nasıl hareket etmemiz gerektiğini açıklamaktadır.
- Whistle-blowers who act in good faith must be protected.
- İyi niyetle hareket eden muhbirler korunmalıdır.
- The UN, NATO and the EU have acted vigorously in this common struggle.
- BM, NATO ve AB bu ortak mücadelede güçlü bir şekilde hareket etmiştir.
- We must therefore act as if enlargement were on our doorstep and congratulate ourselves on our endeavours.
- Bu nedenle genişleme kapımızdaymış gibi hareket etmeli ve çabalarımızdan dolayı kendimizi tebrik etmeliyiz.
- All the Commission's services are obliged to act accordingly.
- Komisyon'un tüm servisleri bu doğrultuda hareket etmekle yükümlüdür.
- We in the European Union will only have any influence if we act jointly.
- Avrupa Birliği'nde bizler ancak ortak hareket edersek bir etkiye sahip olabiliriz.
- We will continue to act upon those fundamentals.
- Bu temeller üzerinde hareket etmeye devam edeceğiz.
- It is important that the US does not act unilaterally in deciding the fate of Iraq.
- ABD'nin Irak'ın kaderine karar verirken tek taraflı hareket etmemesi önemlidir.
- The UK government has acted at all times in accordance with the wishes of the Council.
- Birleşik Krallık hükümeti her zaman Konseyin istekleri doğrultusunda hareket etmiştir.
- The Commission would like to assure Parliament that it will act accordingly.
- Komisyon, Parlamento'yu bu doğrultuda hareket edeceği konusunda temin etmek istemektedir.
- I can assure her, however, that there is no sphere in which the Commission will act irresponsibly.
- Ancak kendisini temin ederim ki Komisyon'un sorumsuzca hareket edeceği hiçbir alan yoktur.
- The challenge is to act on these lessons.
- Asıl zorluk bu dersler ışığında hareket etmektir.
- We in the European Union will only have any influence if we act jointly.
- Avrupa Birliği'nde bizler ancak ortak hareket edersek herhangi bir etkiye sahip olabiliriz.
- Why has the EU acted in a way which means that the concept of family has in fact been changed?
- AB neden aile kavramının aslında değiştiği anlamına gelecek şekilde hareket etmiştir?
- It has not acted forcefully towards those engaged in violence or it has only done so unilaterally.
- Şiddet uygulayanlara karşı güçlü bir şekilde hareket etmemiş veya bunu sadece tek taraflı olarak yapmıştır.
- Fourthly, we in the EU must act in such a way as to avoid strengthening polarisation in Belarus.
- Dördüncü olarak, AB olarak Belarus'ta kutuplaşmanın güçlenmesini önleyecek şekilde hareket etmeliyiz.
- We think the Commission has acted well in this respect.
- Komisyon'un bu konuda iyi hareket ettiğini düşünüyoruz.
- Perhaps the European Union could act as a mediator in this.
- Belki de Avrupa Birliği bu konuda bir arabulucu olarak hareket edebilir.
- I hope that we as co-legislators will act as wisely.
- Umarım eş-yasa koyucular olarak bizler de aynı şekilde akıllıca hareket ederiz.
- Are we, though, prepared to act consistently with what we know?
- Yine de, bildiklerimizle tutarlı bir şekilde hareket etmeye hazır mıyız?
- Nevertheless, I cannot act as if these Berlin rules did not exist.
- Bununla birlikte Berlin kuralları yokmuş gibi hareket edemem.
- We must, therefore, act on the basis of this trust.
- Dolayısıyla bu güven temelinde hareket etmeliyiz.
- I can assure her, however, that there is no sphere in which the Commission will act irresponsibly.
- Ancak Komisyon'un sorumsuzca hareket edeceği hiçbir alan olmadığı konusunda kendisini temin edebilirim.
- I believe he has acted seriously, using his experience, in this process.
- Bu süreçte tecrübesini kullanarak ciddi bir şekilde hareket ettiğine inanıyorum.
- We wait to see how the Nigerian Government will act after the appeal on 25 March.
- Nijerya Hükümetinin 25 Mart'taki temyizden sonra nasıl hareket edeceğini görmek için bekliyoruz.
- Anyone who is the Commission President always acts on behalf of all Europeans.
- Komisyon Başkanı olan herkes her zaman tüm Avrupalılar adına hareket eder.
- Europe cannot in future act in such a spontaneous, opportunistic and superficial way.
- Avrupa gelecekte bu kadar spontane, fırsatçı ve yüzeysel bir şekilde hareket edemez.
- Laeken signalled the prospects and terms within which the Convention must act.
- Laeken, Konvansiyonun hangi perspektifler ve şartlar çerçevesinde hareket etmesi gerektiğinin sinyallerini vermiştir.
- But these authorities are neither independent, as it is claimed, nor free to act.
- Ancak bu makamlar ne iddia edildiği gibi bağımsızdır ne de özgürce hareket edebilirler.
- The Commission has invariably acted in accordance with certain principles, which it has repeatedly emphasised.
- Komisyon her zaman, defalarca vurguladığı belirli ilkeler doğrultusunda hareket etmiştir.
- But it is crucial that they act with integrity.
- Ancak dürüstlükle hareket etmeleri çok önemlidir.
- Those who have acted in this way had better take good note of that.
- Bu şekilde hareket edenler bunu iyi not etseler iyi olur.
- I live in hope that the Commission will listen to Parliament and act accordingly.
- Komisyon'un Parlamento'yu dinleyeceği ve buna göre hareket edeceği umuduyla yaşıyorum.
- I hope that the EU acts as a constructive force in this area.
- AB'nin bu alanda yapıcı bir güç olarak hareket etmesini umuyorum.
- If it functions well, if we are satisfied that the Commission has acted correctly, why the modification?
- Eğer iyi işliyorsa, Komisyonun doğru hareket ettiğinden eminsek, neden değişiklik yapalım?
- Let us act accordingly and give an example.
- Buna göre hareket ederek örnek vermemize izin verin.
- We wish to act within the framework of the European Union.
- Avrupa Birliği çerçevesinde hareket etmek istiyoruz.
- We need the Member States to act quickly and decisively.
- Üye Devletlerin hızlı ve kararlı bir şekilde hareket etmelerine ihtiyacımız var.
- I believe that the Union must act decisively.
- Birliğin kararlı bir şekilde hareket etmesi gerektiğine inanıyorum.
- Thirdly, we note that we lack the capacity to act jointly in a military sense.
- Üçüncü olarak, askeri anlamda ortak hareket etme kapasitesinden yoksun olduğumuzu belirtmek isteriz.
- This is how Parliament must always act, in a very rigorous manner.
- Parlamento her zaman bu şekilde, çok titiz bir şekilde hareket etmelidir.
- If we act decisively, the best is yet to come.
- Kararlılıkla hareket edersek, en iyisi henüz gelmedi.
- Today the European Parliament must act as a spokesperson with regard to this situation which affects millions of women.
- Bugün Avrupa Parlamentosu milyonlarca kadını etkileyen bu durum karşısında bir sözcü olarak hareket etmelidir.
- We celebrate that and we act as a Community to support it.
- Bunu kutluyor ve desteklemek için Topluluk olarak hareket ediyoruz.
- We need the Council to act more quickly.
- Konsey'in daha hızlı hareket etmesine ihtiyacımız var.
- We are elected so that our views can act as a correcting force.
- Biz, görüşlerimizin düzeltici bir güç olarak hareket edebilmesi için seçildik.
- When we act fast we find that we need urgency and urgency frequently leads to bad law.
- Hızlı hareket ettiğimizde aciliyete ihtiyaç duyarız ve aciliyet çoğu zaman kötü hukuka yol açar.
- The issue is where and how the European Union has a legal right to act.
- Mesele, Avrupa Birliği'nin yasal olarak nerede ve nasıl hareket etme hakkına sahip olduğudur.
- With regard to human resources management in the EU the Members of the Commission act as both prosecutors and judges.
- AB'de insan kaynakları yönetimiyle ilgili olarak Komisyon Üyeleri hem savcı hem de yargıç olarak hareket etmektedir.
- If we all act in our own self-interest, we will be unable to reach a European solution.
- Hepimiz kendi çıkarlarımız doğrultusunda hareket edersek Avrupa çapında bir çözüme ulaşmamız mümkün olmayacaktır.
- Within the Convention, the Commission will act as Guardian of the Treaties and promoter of the Community spirit.
- Komisyon, Sözleşme kapsamında Antlaşmaların koruyucusu ve Topluluk ruhunun destekleyicisi olarak hareket edecektir.
- We also assume that the Commission will act responsibly if it becomes necessary to make use of it.
- Ayrıca Komisyonun bunu kullanmasının gerekli olması halinde sorumlu bir şekilde hareket edeceğini varsayıyoruz.
- We cannot act in any other way.
- Başka türlü hareket edemeyiz.
- And all this requires that we Europeans re-establish our unity and act together.
- Ve tüm bunlar biz Avrupalıların birliğimizi yeniden tesis etmemizi ve birlikte hareket etmemizi gerektiriyor.
- It is therefore necessary that we act in solidarity with each other.
- Bu nedenle birbirimizle dayanışma içinde hareket etmemiz gerekmektedir.
- This Parliament has acted with responsibility when given responsibility.
- Bu Parlamento, sorumluluk verildiğinde sorumlulukla hareket etmiştir.
- We now have to act on behalf of our citizens as a matter of urgency.
- Artık acil bir mesele olarak vatandaşlarımız adına hareket etmek zorundayız.
- I would simply say, however, that we must now act intelligently.
- Ancak şunu söylemek isterim ki, artık akıllıca hareket etmeliyiz.
- That is why the top priority is for us to act jointly on the world stage through the European Union.
- Bu nedenle en önemli önceliğimiz Avrupa Birliği aracılığıyla dünya sahnesinde ortak hareket etmektir.
- If your dog eats poisoned bait, you have to act fast.
- Köpeğiniz zehirli yemden yerse, hızlı hareket etmeniz gerekir.
- He arrives, he sees what's happened and he acts fast.
- Gelir, neler olduğunu görür ve hızlıca hareket eder.
- If your dog eats poisoned bait, you have to act fast.
- Köpeğiniz zehirli yemi yutarsa hızlı hareket etmelisiniz.
- He arrives, he sees what's happened and he acts fast.
- O gelir, ne olduğunu görür ve hızlı hareket eder.
- They acted on the information.
- Onlar bilgiye göre hareket ettiler.
- We'll have to act fast.
- Hızlı hareket etmeliyiz.
- You must act more wisely.
- Daha akıllıca hareket etmelisin.
- I will act on your advice.
- Tavsiyenize göre hareket edeceğim.
- Try to act your age.
- Yaşına göre hareket etmeye çalış.
- We should act quickly.
- Çabuk hareket etmemiz gerekiyor.
- I acted on instinct.
- Ben içgüdüsel olarak hareket ettim.
- They can't act.
- Onlar hareket edemezler.
- You should act more calmly.
- Daha sakin hareket etmelisin.
- I acted foolishly.
- Aptalca hareket ettim.
- And who would not act the same way?
- Ve kim aynı şekilde hareket etmezdi?
- He acts according to my advice.
- Benim tavsiyeme göre hareket ediyor.
- We must act.
- Hareket etmeliyiz.
- I prefer to act, instead of crying.
- Ağlamak yerine hareket etmeyi tercih ederim.
- I would act differently in your place.
- Senin yerinde olsam, farklı hareket ederim.
- The president urged employees to act on their initiative.
- Başkan çalışanları kendi inisiyatifiyle hareket etmeye teşvik etti.
- I had to act quickly.
- Çabuk hareket etmek zorunda kaldım.
- He has acted wisely.
- Akıllıca hareket etti.
- He appointed John to act as his deputy.
- O, John'u vekili olarak hareket etmesi için atadı.
- Tom didn't act alone.
- Tom tek başına hareket etmedi.
- We'll have to act fast.
- Hızlı hareket etmek zorunda kalacağız.
- We need to act quickly.
- Çabuk hareket etmeliyiz.
- Act, instead of talking.
- Konuşmak yerine hareket edin.
- She acted without thinking.
- O düşünmeden hareket etti.
- The police established that Dan acted within the bounds of self-defense.
- Polis, Dan'in kendini savunma sınırları içinde hareket ettiğini tespit etti.
- People act without thinking sometimes.
- İnsanlar bazen düşünmeden hareket ederler.
- You must act according to your principles.
- İlkelerine göre hareket etmelisin.
- He acted quickly and put out the fire.
- O hızla hareket etti ve yangını söndürdü.
- The president urged employees to act on their initiative.
- Başkan, çalışanları kendi inisiyatifleriyle hareket etmeye çağırdı.
- You must act according to your principles.
- Prensiplerinize göre hareket etmelisiniz.
- He often acts without thinking.
- Çoğu zaman düşünmeden hareket eder.
- Tom acted alone.
- Tom tek başına hareket etti.
- Think before you act.
- Hareket etmeden önce düşünün.
- Tom tried to act casual.
- Tom rahat hareket etmeye çalıştı.
- We should act quickly.
- Çabuk hareket etmeliyiz.
- We have to act fast.
- Hızlı hareket etmeliyiz.
- I acted alone.
- Tek başıma hareket ettim.
- He acts like a rock star.
- O bir rock yıldızı gibi hareket ediyor.
- He acted like a madman.
- O, bir deli gibi hareket etti.
- Dan claimed that he acted in self-defence.
- Dan kendini savunmak için hareket ettiğini iddia etti.
- Jiro could not act otherwise.
- Jiro başka türlü hareket edemedi.
- The police realized that Dan acted in self-defence.
- Polis, Dan'in kendini savunmak için hareket ettiğini fark etti.
- He acted without thinking.
- O düşünmeden hareket etti.
- Put yourself into a status that allows you not only to act, but also to think.
- Kendinizi sadece hareket etmenize değil, aynı zamanda düşünmenize de izin veren bir duruma getirin.
- He acted as our guide.
- O bizim rehberimiz olarak hareket etti.
- We can't act without thinking.
- Düşünmeden hareket edemeyiz.
- We must act quickly.
- Çabuk hareket etmeliyiz.
- Tom acted as chairman.
- Tom başkan olarak hareket etti.
- We need to act fast.
- Hızlı hareket etmeliyiz.
- The police established that Dan acted within the bounds of self-defense.
- Polis, Dan'in meşru müdafaa sınırları içinde hareket ettiğini tespit etti.
- Time is short, we must act NOW.
- Zaman kısa, ŞİMDİ hareket etmeliyiz.
- Tom didn't act like a normal boy.
- Tom normal bir çocuk gibi hareket etmedi.
- Detectives believe Tom acted alone.
- Dedektifler Tom'un tek başına hareket ettiğine inanıyor.
- You shouldn't act selfishly.
- Bencilce hareket etmemelisin.
- You should have acted on her advice.
- Onun tavsiyesi üzerine hareket etmeliydin.
- Sami acted alone.
- Sami tek başına hareket etti.
- Animals act on instinct.
- Hayvanlar içgüdüsel olarak hareket eder.
- Animals act according to their instincts.
- Hayvanlar içgüdülerine göre hareket ederler.
- He often acts without thinking.
- Sık sık düşünmeden hareket eder.
- He acts according to my advice.
- Tavsiyeme göre hareket eder.
- We have to act quickly.
- Çabuk hareket etmeliyiz.
- People don't always act rationally.
- İnsanlar her zaman mantıklı bir biçimde hareket etmezler.
- You have to act like an adult.
- Bir yetişkin gibi hareket etmen gerekiyor.
- I acted on instinct.
- İçgüdülerimle hareket ettim.
- She acted without thinking.
- Düşünmeden hareket etti.
- I only wish I had the courage to act upon my impulses.
- Keşke dürtülerime göre hareket edecek cesaretim olsaydı.
- Investigators say Tom acted alone.
- Müfettişler Tom'un tek başına hareket ettiğini söylüyor.
- We have to act fast.
- Hızlı hareket etmek zorundayız.
- I only wish I had the courage to act upon my impulses.
- Keşke dürtülerim üzerinde hareket etme cesaretim olsa.
- It is better to act than to wait.
- Hareket etmek beklemekten daha iyidir.
- You must judge the situation and act accordingly.
- Durumu değerlendirmeli ve ona göre hareket etmelisiniz.
- I'll act on your advice.
- Tavsiyeniz üzerine hareket edeceğim.
- He acted on your suggestion.
- Senin önerinle hareket etti.
- You had better act upon his advice.
- Onun tavsiyesine göre hareket etsen iyi olur.
- Tom, however, can't act alone.
- Ancak Tom tek başına hareket edemez.
- I had to act quickly.
- Çabuk hareket etmeliydim.
- You must judge the situation and act accordingly.
- Durumu tartmalı ve ona göre hareket etmelisin.
- They acted according to my advice.
- Benim tavsiyeme göre hareket ettiler.
- The people who live in Japan must act according to the Japanese country constitution.
- Japonya'da yaşayan insanlar Japon ülke anayasasına göre hareket etmelidir.
- He acted on my advice.
- Benim tavsiyemle hareket etti.
- She always acts politely toward everybody.
- O her zaman herkese karşı kibarca hareket eder.
- I acted without thinking.
- Düşünmeden hareket ettim.
- He acted without thinking.
- O, düşünmeden hareket etti.
- A wise man would not act in that way.
- Akıllı bir adam bu şekilde hareket etmezdi.
- Tom acted without thinking.
- Tom düşünmeden hareket etti.
Show More (226)
|
3 |
act |
harekete geçmek |
v. |
|
- The EU clearly has an obligation to act and ask for information on the system.
- AB'nin açıkça harekete geçme ve sistem hakkında bilgi isteme yükümlülüğü vardır.
- If the situation changes we must be ready to act using the instruments available to us.
- Durum değişirse elimizdeki araçları kullanarak harekete geçmeye hazır olmalıyız.
- If we do not act without delay, the credibility of the so-called developed countries will be at stake.
- Gecikmeden harekete geçmezsek, sözde gelişmiş ülkelerin güvenilirliği tehlikeye girecektir.
- I hope this House will act swiftly when this matter comes before it at the next plenary session.
- Umarım bu Meclis, konu bir sonraki genel kurulda önüne geldiğinde hızlı bir şekilde harekete geçer.
- Why do you not act now, before it is too late?
- Çok geç olmadan neden şimdi harekete geçmiyorsunuz?
- So is it not our responsibility to act instead of looking for an escape route?
- O halde kaçış yolu aramak yerine harekete geçmek bizim sorumluluğumuz değil mi?
- Parliament must seize this opportunity too to reaffirm its right and responsibility to act.
- Parlamento da bu fırsatı değerlendirerek harekete geçme hak ve sorumluluğunu yeniden teyit etmelidir.
- In reality, we have sound legal bases on which to act against wage discrimination.
- Gerçekte, ücret ayrımcılığına karşı harekete geçmek için sağlam yasal dayanaklarımız var.
- It is, therefore, necessary and useful that legislators should now act.
- Bu nedenle yasa koyucuların artık harekete geçmesi gerekli ve yararlıdır.
- First he attempts to act against dissent in the name of politicised Islam.
- İlk olarak siyasallaşmış İslam adına muhalefete karşı harekete geçmeye çalışıyor.
- We must first allow it to act and develop before judging its effectiveness.
- Etkinliğini değerlendirmeden önce AB'nin harekete geçmesine ve gelişmesine izin vermeliyiz.
- This is why I say that, if we had acted previously, ETA would today be a thing of the past.
- İşte bu nedenle diyorum ki, eğer daha önce harekete geçmiş olsaydık, ETA bugün geçmişte kalmış olurdu.
- We need to get real; now is the time to act.
- Gerçekçi olmalıyız; şimdi harekete geçme zamanı.
- We have to act and invest today to ensure growth and employment throughout the rest of the decade.
- On yılın geri kalanında büyüme ve istihdam sağlamak için bugün harekete geçmeli ve yatırım yapmalıyız.
- The international community must act on this issue immediately.
- Uluslararası toplum bu konuda derhal harekete geçmelidir.
- The image of Srebrenica symbolises our failure to act.
- Srebrenitsa'nın görüntüsü harekete geçmedeki başarısızlığımızı simgeliyor.
- We must act on that issue.
- Bu konuda harekete geçmeliyiz.
- The Commission must now act swiftly within the WTO to overturn these tariffs.
- Komisyon şimdi DTÖ bünyesinde bu tarifeleri iptal etmek üzere hızla harekete geçmelidir.
- However, if it is going to, then it will have to get its act together very fast.
- Ancak, eğer bunu yapacaksa, o zaman çok hızlı bir şekilde harekete geçmesi gerekecektir.
- We must act now to give ourselves the chance of a future.
- Kendimize bir gelecek şansı vermek için şimdi harekete geçmeliyiz.
- Where is subsidiarity appropriate and where do we need to act?
- Yetki ikamesi nerede uygundur ve nerede harekete geçmemiz gerekir?
- What happens if a Member State does not appeal to it and is not itself able to act?
- Bir Üye Devlet Komisyona başvurmaz ve kendisi de harekete geçemezse ne olur?
- The Union's ability to act on decisive matters has not been improved.
- Birliğin belirleyici konularda harekete geçme kabiliyeti geliştirilmemiştir.
- The report calls on the Commission to act in a number of areas.
- Rapor, Komisyon'u bir dizi alanda harekete geçmeye çağırmaktadır.
- If this is the case, the Commission must act to rectify this situation.
- Eğer durum buysa, Komisyon bu durumu düzeltmek için harekete geçmelidir.
- The Community is called on to act here.
- Topluluk burada harekete geçmeye çağrılmaktadır.
- What happens if a Member State does not appeal to it and is not itself able to act?
- Bir Üye Devlet Komisyon'a başvurmaz ve kendisi de harekete geçemezse ne olur?
- We all know that immigration in one form or another has now taken on such proportions that we are forced to act.
- Hepimiz göçün şu ya da bu şekilde artık harekete geçmemizi gerektirecek boyutlara ulaştığını biliyoruz.
- Faced by such a disaster, the forces of international solidarity and especially European solidarity were swift to act.
- Böyle bir felaket karşısında uluslararası dayanışma güçleri ve özellikle de Avrupa dayanışması hızla harekete geçti.
- And I would invite the President of the Council to act on this straight away.
- Ve Konsey Başkanını bu konuda derhal harekete geçmeye davet ediyorum.
- The Commission acted at an unprecedented speed after the Erika accident.
- Komisyon, Erika kazasından sonra eşi benzeri görülmemiş bir hızla harekete geçti.
- We must therefore act to eliminate this contradiction.
- Dolayısıyla bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için harekete geçmeliyiz.
- We cannot wait for an attack to take place before we act.
- Harekete geçmeden önce bir saldırının gerçekleşmesini bekleyemeyiz.
- We should have acted earlier.
- Daha önce harekete geçmeliydik.
- What if one of the partners fails to act?
- Ortaklardan biri harekete geçmezse ne olacak?
- Today some of them have lost their credibility and all means to act.
- Bugün bazıları güvenilirliklerini ve harekete geçme imkanlarını yitirmiş durumdalar.
- We stand by because the economic factors prevent us from acting.
- Ekonomik faktörler harekete geçmemizi engellediği için beklemedeyiz.
- The Security Council is the organ designated to act in this case.
- Güvenlik Konseyi bu durumda harekete geçmesi gereken organdır.
- I am raising these issues so that we may act before it is too late.
- Bu konuları gündeme getiriyorum ki çok geç olmadan harekete geçebilelim.
- The Security Council is the organ designated to act in this case.
- Bu durumda harekete geçmesi gereken organ Güvenlik Konseyi'dir.
- The European Agency for Maritime Safety is being given the mandate and the resources to act.
- Avrupa Deniz Güvenliği Ajansı'na harekete geçmesi için yetki ve kaynak veriliyor.
- Sometimes we discover a real area that needs legislation and yet we are powerless to act.
- Bazen mevzuat gerektiren gerçek bir alan keşfederiz ama yine de harekete geçecek gücümüz yoktur.
- We can show that we are able to act in Internet time.
- İnternet zamanında harekete geçebileceğimizi gösterebiliriz.
- This, too, is a matter for the individual countries to act on.
- Bu da tek tek ülkelerin harekete geçmesi gereken bir konudur.
- We have got to act and we have got to act now.
- Harekete geçmeliyiz ve şimdi harekete geçmeliyiz.
- There is no point in acting on the issues of barriers of national protectionism if we look backwards.
- Eğer geriye bakarsak, ulusal korumacılığın önündeki engeller konusunda harekete geçmenin bir anlamı kalmaz.
- The employees must have certain opportunities to act in situations such as these.
- Çalışanlar bu gibi durumlarda harekete geçmek için belirli fırsatlara sahip olmalıdır.
- Where is subsidiarity appropriate and where do we need to act?
- İkincillik nerede uygundur ve nerede harekete geçmemiz gerekir?
- The rule of law must never be sacrificed on the altar of our drive to act.
- Hukukun üstünlüğü, harekete geçme dürtümüz uğruna asla feda edilmemelidir.
- The Commission acted at an unprecedented speed after the Erika accident.
- Komisyon, Erika kazasının ardından benzeri görülmemiş bir hızla harekete geçmiştir.
- We are acting on this matter.
- Bu konuda harekete geçiyoruz.
- A further far more intensive debate needs to be initiated here to ensure that we are capable of acting in the future.
- Gelecekte harekete geçebilmemizi sağlamak için burada çok daha yoğun bir tartışma başlatılması gerekmektedir.
- What if one of the partners fails to act?
- Ya ortaklardan biri harekete geçmezse?
- I regret this since we have to act because others have not done their job.
- Buna üzülüyorum çünkü başkaları işlerini yapmadığı için harekete geçmek zorundayız.
- Will it act to stop this criminal occupation?
- Bu suç teşkil eden işgali durdurmak için harekete geçecek misiniz?
- The Commission can, therefore, only act in a very limited set of circumstances.
- Dolayısıyla Komisyon sadece çok sınırlı koşullarda harekete geçebilir.
- NATO has already adopted the necessary measures to enable it to act.
- NATO, harekete geçmesini sağlayacak gerekli tedbirleri çoktan almıştır.
- The end result will be that if the Commission continues to fail to act, bees will be extinct in a few years' time.
- Sonuç olarak, Komisyon harekete geçmemeye devam ederse, arıların nesli birkaç yıl içinde tükenecektir.
- We must be prepared to act swiftly to support the consolidation of peace in the region.
- Bölgede barışın pekiştirilmesini desteklemek üzere hızla harekete geçmeye hazır olmalıyız.
- The Commission can, therefore, only act in a very limited set of circumstances.
- Bu nedenle Komisyon sadece çok sınırlı bir dizi durumda harekete geçebilir.
- There is a causal link and there is a need to act.
- Bir nedensellik bağı vardır ve harekete geçme ihtiyacı vardır.
- We are very much in favour of introducing a European arrest warrant, and now is the time to act.
- Biz bir Avrupa tutuklama emrinin çıkarılmasından yanayız ve şimdi harekete geçme zamanıdır.
- The honourable Member has provided the words in this report; now it is time for the Commission to act.
- Sayın Üye bu raporda gerekli açıklamaları yapmıştır; artık Komisyonun harekete geçme zamanı gelmiştir.
- We call upon the Ministers of the Interior and of Justice to act with speed.
- İçişleri ve Adalet Bakanlarını süratle harekete geçmeye çağırıyoruz.
- There is no point in acting on the issues of barriers of national protectionism if we look backwards.
- Eğer geriye bakarsak ulusal korumacılığın önündeki engeller konusunda harekete geçmenin bir anlamı kalmaz.
- Let there be no misunderstanding; it is now up to Turkey to act.
- Yanlış anlaşılma olmasın; artık harekete geçmek Türkiye'ye kalmıştır.
- That is why I believe that Europe must decide to act now.
- Bu nedenle Avrupa'nın şimdi harekete geçmeye karar vermesi gerektiğine inanıyorum.
- Only the Commission would have the authority to act in this respect.
- Sadece Komisyon bu konuda harekete geçme yetkisine sahip olacaktır.
- The real problem with these leaks is that they limit the Commission’s capacity to act.
- Bu sızıntılarla ilgili asıl sorun, Komisyon'un harekete geçme kapasitesini sınırlamalarıdır.
- Because, basically, at some point, we seem to be unable to act.
- Çünkü, temelde, bir noktada harekete geçemiyoruz gibi görünüyor.
- Without a doubt, Europe must act.
- Şüphesiz, Avrupa harekete geçmelidir.
- The outcome of the Convention in that respect has been very disappointing, so we need to act now.
- Sözleşmenin bu konudaki sonuçları büyük hayal kırıklığı yarattı, bu nedenle şimdi harekete geçmemiz gerekiyor.
- I can promise you that I am determined to act on this with urgency.
- Bu konuda ivedilikle harekete geçmeye kararlı olduğum konusunda size söz verebilirim.
- I urge you to act on them.
- Sizi bu konuda harekete geçmeye çağırıyorum.
- The European Union must act to ensure that there are no safe havens in Europe for cyber paedophiles.
- Avrupa Birliği, Avrupa'da siber pedofiller için güvenli bir sığınak olmamasını sağlamak üzere harekete geçmelidir.
- That is why this Parliament and the Member State parliaments need to act.
- Bu nedenle Parlamento ve Üye Devlet parlamentolarının harekete geçmesi gerekmektedir.
- So is it not our responsibility to act instead of looking for an escape route?
- Dolayısıyla kaçış yolu aramak yerine harekete geçmek bizim sorumluluğumuz değil mi?
- There you made a clear plea to the institutions to seize that moment and act.
- Burada kurumlara o anı yakalamaları ve harekete geçmeleri için açık bir çağrıda bulundunuz.
- That is why we are calling on the Commission to act here.
- Bu nedenle Komisyon'u burada harekete geçmeye çağırıyoruz.
- This will ensure that the Commission is able to act at once.
- Bu, Komisyon'un bir an önce harekete geçebilmesini sağlayacaktır.
- We must act as soon as we get scientific advice for the first time.
- İlk kez bilimsel tavsiye alır almaz harekete geçmeliyiz.
- The EU clearly has an obligation to act and ask for information on the system.
- AB'nin harekete geçme ve sistem hakkında bilgi isteme yükümlülüğü olduğu açıktır.
- We must restate this commitment because there is no more time and we have to act.
- Bu taahhüdü yeniden dile getirmeliyiz çünkü daha fazla zamanımız yok ve harekete geçmeliyiz.
- It is high time for the regime in Rangoon to act.
- Rangoon'daki rejimin harekete geçmesinin tam zamanıdır.
- It is clear from the debate that we need to act because we are all in the same boat.
- Tartışmalardan da anlaşılacağı üzere hepimiz aynı gemide olduğumuz için harekete geçmemiz gerekiyor.
- The stakes, therefore, were very high and the consequences of not acting would have been extremely serious.
- Dolayısıyla riskler çok yüksekti ve harekete geçmemenin sonuçları son derece ciddi olabilirdi.
- The fact remains, if I am right, we must act at once.
- Gerçek şu ki, eğer haklıysam, bir an önce harekete geçmeliyiz.
- All right, do as I say and act fast.
- Tamam, dediğimi yap ve hemen harekete geç.
- The fact remains, if I am right, we must act at once.
- Gerçekler ortada, eğer haklıysam, hemen harekete geçmeliyiz.
- All right, do as I say and act fast.
- Pekâlâ, dediklerimi yap ve hemen harekete geç.
- I have to act now.
- Hemen harekete geçmem gerek.
- We acted too late.
- Çok geç harekete geçmişiz.
- Public pressure forced the army to act.
- Kamuoyu baskısı orduyu harekete geçmeye zorladı.
- It is imperative for you to act at once.
- Bir an önce harekete geçmeniz şarttır.
- We've got to be prepared to act.
- Harekete geçmeye hazır olmalıyız.
- We have to act now.
- Artık harekete geçmeliyiz.
- At last, the day has arrived for us to act.
- Sonunda, harekete geçeceğimiz gün geldi.
- We have to act.
- Harekete geçmeliyiz.
- Now is the time to act.
- Şimdi harekete geçme zamanı.
- Think before acting!
- Harekete geçmeden önce düşünün!
- Either you act now or you get nothing.
- Ya şimdi harekete geçersin ya da hiçbir şey alamazsın.
- Think before you act.
- Harekete geçmeden önce düşün.
- They acted on the information.
- Bilgi üzerine harekete geçtiler.
- We must act.
- Harekete geçmeliyiz.
- Think before you act!
- Harekete geçmeden önce düşün!
- We have to act.
- Harekete geçmek zorundayız.
- At last, the day has arrived for us to act.
- Sonunda harekete geçme günü geldi.
- We must act now.
- Şimdi harekete geçmeliyiz.
- Tom has to act now.
- Tom şimdi harekete geçmeli.
- Layla had to act to save her life.
- Layla hayatını kurtarmak için harekete geçmek zorunda kaldı.
- It is imperative for you to act at once.
- Derhal harekete geçmen şart.
- I acted in self-defense.
- Kendimi savunmak için harekete geçtim.
- You must act now.
- Hemen harekete geçmelisin.
- And so, they decided to act immediately.
- Ve böylece hemen harekete geçmeye karar verdiler.
- He is slow to decide, but he is quick to act.
- Karar vermekte yavaş ama harekete geçmekte hızlı.
- I have to act now.
- Şimdi harekete geçmeliyim.
- To accomplish great things we must not only act, but also dream; not only plan, but also believe.
- Büyük işler başarmak için sadece harekete geçmemeli, aynı zamanda hayal kurmalıyız; sadece plan yapmamalı, aynı zamanda inanmalıyız.
- We must act at once.
- Derhal harekete geçmeliyiz.
- Think before acting!
- Harekete geçmeden önce düşün!
- Fadil decided he had to act.
- Fadıl harekete geçmesi gerektiğine karar verdi.
- He sized up the situation and acted immediately.
- Durumu değerlendirdi ve hemen harekete geçti.
- Tom has to act now.
- Tom artık harekete geçmek zorunda.
- You need to act immediately; later will be too late.
- Hemen harekete geçmeniz gerekiyor; daha sonra çok geç olacak.
- We have to act now.
- Şimdi harekete geçmeliyiz.
- It's now time to act.
- Şimdi harekete geçme zamanı.
- They can't act.
- Harekete geçemezler.
- I had to act at once.
- Hemen harekete geçmeliydim.
- Fadil decided he had to act.
- Fadıl harekete geçmek zorunda olduğuna karar verdi.
- Congress refused to act.
- Kongre harekete geçmeyi reddetti.
- Layla had to act to save her life.
- Leyla hayatını kurtarmak için harekete geçmek zorunda kaldı.
- You need to act.
- Harekete geçmelisin.
- Sami had to act to save his life.
- Sami hayatını kurtarmak için harekete geçmek zorundaydı.
- We must act at once.
- Bir an önce harekete geçmeliyiz.
- Get your act together.
- Harekete geçin.
- It is better to act than to wait.
- Beklemektense harekete geçmek daha iyidir.
- You need to act immediately; later will be too late.
- Hemen harekete geçmelisiniz; daha sonra çok geç olacak.
- You must act now.
- Şimdi harekete geçmelisin.
- Now that you have made your decision, you must act.
- Artık kararınızı verdiğinize göre harekete geçmelisiniz.
- And so, they decided to act immediately.
- Ve böylece, onlar hemen harekete geçmeye karar verdiler.
- Time is short, we must act NOW.
- Zaman kısa, hemen harekete geçmeliyiz.
- I prefer to act, instead of crying.
- Ağlamak yerine harekete geçmeyi tercih ederim.
Show More (138)
|
4 |
act |
eylem |
n. |
|
- A military operation is never an act of retaliation, but must always lead to greater security.
- Askeri bir operasyon asla bir misilleme eylemi değildir, her zaman daha fazla güvenliğe yol açmalıdır.
- There is no moral or political justification for such horrendous acts.
- Böylesine korkunç eylemler için hiçbir ahlaki ya da siyasi gerekçe yoktur.
- On behalf of all of them, thank you very much and congratulations on this act today.
- Hepsi adına çok teşekkür ediyor ve bugünkü bu eylemden dolayı tebrik ediyoruz.
- Every execution is an irreversible act, and that makes it so extraordinary.
- Her infaz geri dönüşü olmayan bir eylemdir ve bu da onu olağanüstü kılar.
- Was this an accident, a malicious act or a terrorist attack?
- Bu bir kaza mı, kötü niyetli bir eylem mi yoksa bir terör saldırısı mı?
- To classify what happened as an act of war is not a mere question of semantics.
- Yaşananları bir savaş eylemi olarak sınıflandırmak yalnızca bir anlambilim sorunu değildir.
- There is neither moral nor political justification for these acts.
- Bu eylemlerin ne ahlaki ne de siyasi bir gerekçesi vardır.
- Penal sanctions against the arsonists and those behind such acts should therefore be strengthened.
- Bu nedenle kundakçılara ve bu tür eylemlerin arkasındaki kişilere yönelik cezai yaptırımlar güçlendirilmelidir.
- Acts of malice and not just accidents are the focus of our concern.
- Sadece kazalar değil, kötü niyetli eylemler de endişelerimizin odak noktasıdır.
- We can no longer turn a blind eye to these acts, which threaten the democratic future of our societies.
- Toplumlarımızın demokratik geleceğini tehdit eden bu eylemleri artık görmezden gelemeyiz.
- That is an important act of solidarity, and an important point of departure.
- Bu önemli bir dayanışma eylemi ve önemli bir çıkış noktasıdır.
- Giving blood is a positive act of citizenship.
- Kan vermek olumlu bir vatandaşlık eylemidir.
- Moreover, it is to be feared that the international situation will lead to a resurgence of such acts.
- Ayrıca uluslararası durumun bu tür eylemlerin yeniden canlanmasına yol açmasından korkulmaktadır.
- The Copenhagen Summit and its decision to enlarge the ?U was a very important act of imperialist expansionism.
- Kopenhag Zirvesi ve Zirve'nin AB'yi genişletme kararı, emperyalist yayılmacılığın çok önemli bir eylemiydi.
- Had I voted in favour of this resolution, I would have given my support to a questionable and arbitrary act.
- Bu karar lehinde oy kullanmış olsaydım, tartışmalı ve keyfi bir eyleme destek vermiş olacaktım.
- It is imperative that the children's act is not hurried.
- Çocukların eyleminin aceleye getirilmemesi zorunludur.
- They should therefore feel involved in the preparatory work on the Union's policies and acts too.
- Bu nedenle, Birliğin politika ve eylemlerine ilişkin hazırlık çalışmalarına da dahil olduklarını hissetmelidirler.
- The forces based in Iraq are sadly contending with daily acts of sabotage and loss of life.
- Irak'ta bulunan güçler ne yazık ki her gün sabotaj eylemleri ve can kayıplarıyla mücadele etmektedir.
- Once again, commercial concerns are being portrayed as acts of generosity.
- Bir kez daha ticari kaygılar cömertlik eylemleri olarak gösteriliyor.
- Acts of such barbarity, terror and cowardice cannot be tolerated.
- Bu tür barbarlık, terör ve korkaklık eylemlerine müsamaha gösterilemez.
- More importantly, however, we must make firm proposals that seek to put an end to these despicable acts.
- Ancak daha da önemlisi, bu alçakça eylemlere son vermeyi amaçlayan kesin önerilerde bulunmalıyız.
- These acts were intolerable for their blind violence and because they affected innocent citizens.
- Bu eylemler, kör şiddetleri ve masum vatandaşları etkilemeleri nedeniyle tahammül edilemezdi.
- It applies to all acts of the Community - all except one.
- Topluluğun tüm eylemleri için geçerlidir - biri hariç hepsi.
- Therefore, a simple reference to national origin may be considered as a racist act or as racial discrimination.
- Bu nedenle, ulusal kökene yapılan basit bir atıf ırkçı bir eylem ya da ırk ayrımcılığı olarak değerlendirilebilir.
- It would be an act of cynicism for Member States to dilute these proposals further.
- Üye Devletlerin bu önerileri daha da sulandırması bir kinizm eylemi olacaktır.
- I believe that today we are witnessing an important act.
- Bugün önemli bir eyleme tanıklık ettiğimize inanıyorum.
- What are Saddam Hussein's genocidal acts?
- Saddam Hüseyin'in soykırım eylemleri nelerdir?
- It is an act of solidarity, of historical awareness, of strategic and economic importance.
- Bu bir dayanışma eylemidir, tarihi bir bilinçtir, stratejik ve ekonomik öneme sahiptir.
- That seems sensible and would make our acts much more comprehensible to the public.
- Bu mantıklı görünüyor ve eylemlerimizi kamuoyu için çok daha anlaşılır kılacaktır.
- Is it an act aiming at dialogue as some seem to think?
- Bazılarının düşündüğü gibi diyaloğu amaçlayan bir eylem mi?
- Can someone tell me what these acts have to do with the fight against terrorism?
- Birisi bana bu eylemlerin terörle mücadele ile ne ilgisi olduğunu söyleyebilir mi?
- Enlargement is, then, not a charitable act or a work of mercy.
- O halde genişleme hayırsever bir eylem ya da bir merhamet işi değildir.
- That seems sensible and would make our acts much more comprehensible to the public.
- Bu mantıklı görünüyor ve eylemlerimizi kamuoyu için çok daha anlaşılır hale getirecektir.
- Today, we are discussing the Bourlanges report that officially addresses the hierarchy of acts.
- Bugün, eylemler hiyerarşisini resmi olarak ele alan Bourlanges raporunu görüşüyoruz.
- This directive amounts to a fine balancing act.
- Bu yönerge ince bir dengeleme eylemi anlamına gelmektedir.
- There will always be those who are ready to carry out absurd acts.
- Her zaman absürd eylemler gerçekleştirmeye hazır olanlar olacaktır.
- Under no circumstances should such acts be justified or condoned.
- Hiçbir koşul altında bu tür eylemler haklı gösterilmemeli ya da göz yumulmamalıdır.
- This initiative addresses acts like hacking, denial-of-service attacks, and the spread of viruses.
- Bu girişim bilgisayar korsanlığı, hizmet reddi saldırıları ve virüslerin yayılması gibi eylemleri ele almaktadır.
- Voluntary and unpaid donation is a question of safety and not just an act of human benevolence.
- Gönüllü ve karşılıksız bağış, sadece bir insani yardımseverlik eylemi değil, bir güvenlik meselesidir.
- They know full well that they should not commit these acts.
- Bu eylemleri yapmamaları gerektiğini çok iyi biliyorlar.
- It is the most cowardly and cruel act one can imagine.
- Bu, hayal edilebilecek en korkakça ve zalimce eylemdir.
- Is it an act aiming at dialogue, as some seem to think?
- Bazılarının düşündüğü gibi diyaloğu amaçlayan bir eylem mi?
- The Union utterly condemns the perpetrators and sponsors of these acts of barbarism.
- Birlik, bu barbarlık eylemlerinin faillerini ve destekçilerini şiddetle kınamaktadır.
- For us, that too is a significant act of politics and not merely a gesture.
- Bizim için bu da sadece bir jest değil, önemli bir siyasi eylemdir.
- This enlargement represents for Europe an extraordinary and unparalleled act of reconciliation, healing and opportunity.
- Bu genişleme Avrupa için olağanüstü ve benzersiz bir uzlaşma, iyileşme ve fırsat eylemini temsil etmektedir.
- Given the magnitude of these acts, I believe that they are acts of war.
- Bu eylemlerin büyüklüğü göz önüne alındığında bunların savaş eylemleri olduğuna inanıyorum.
- Whilst we oppose acts of barbarism perpetuated elsewhere, we must also ensure that our own house is in order.
- Başka yerlerde sürdürülen barbarlık eylemlerine karşı çıkarken, kendi evimizin de düzen içinde olmasını sağlamalıyız.
- It is an act of solidarity, of historical awareness, of strategic and economic importance.
- Bu bir dayanışma, tarihsel farkındalık, stratejik ve ekonomik öneme sahip bir eylemdir.
- Seeking refuge was praised as a freedom-loving act, which presupposed universal solidarity.
- Sığınma arayışı, evrensel dayanışmayı öngören özgürlükçü bir eylem olarak övülmüştür.
- Mr Simpson, I should like to congratulate you on your second European act this morning.
- Bay Simpson, bu sabahki ikinci Avrupa eyleminizden dolayı sizi tebrik etmek isterim.
- It is this concept that the United States is now disregarding, thus opening the door to new acts of barbarism.
- ABD'nin şu anda göz ardı ettiği bu kavram, yeni barbarlık eylemlerine kapı açmaktadır.
- This is a political act and not only the closure of the accounts, important as that is.
- Bu siyasi bir eylemdir ve sadece hesapların kapatılması değildir, bu da önemlidir.
- This only breeds terrorism and results in desperate suicide acts.
- Bu sadece terörizmi besler ve umutsuz intihar eylemleriyle sonuçlanır.
- Such an act would be a clear infringement of subsidiarity.
- Böyle bir eylem, yetki ikamesinin açık bir ihlali olacaktır.
- There was no Community directive, but even so a great Europe was formed through an important political act.
- Topluluk direktifi yoktu ancak yine de önemli bir siyasi eylemle büyük bir Avrupa oluşturuldu.
- The children of Armenia who were exiled to our countries at the beginning of the century expect today an act of justice.
- Yüzyılın başında ülkelerimize sürgün edilen Ermenistan'ın çocukları bugün bir adalet eylemi bekliyor.
- No cause could ever justify such a terrifying act of cold-blooded barbarism.
- Hiçbir neden böylesine korkunç bir soğukkanlı barbarlık eylemini haklı gösteremez.
- By donating blood, citizens are making an act of solidarity.
- Vatandaşlar kan bağışında bulunarak bir dayanışma eylemi gerçekleştiriyor.
- There is a need for really vigorous efforts to combat this abomination, this terrible act, wherever it occurs.
- Bu iğrençlikle bu korkunç eylemle nerede olursa olsun mücadele etmek için gerçekten güçlü çabalara ihtiyaç vardır.
- There is no moral or political justification for such horrendous acts.
- Bu tür korkunç eylemlerin hiçbir ahlaki ya da siyasi gerekçesi olamaz.
- That is excellent, provided women are not used yet again to justify acts of war.
- Kadınların bir kez daha savaş eylemlerini haklı çıkarmak için kullanılmaması koşuluyla bu durum mükemmeldir.
- None of our countries can halt these acts on their own.
- Hiçbir ülke tek başına bu eylemleri durduramaz.
- It must be wrong to penalise one segment directly for the acts or omissions of another.
- Bir kesimi, bir diğerinin eylemleri veya ihmalleri nedeniyle doğrudan cezalandırmak yanlış olmalıdır.
- The verified decommissioning of IRA weapons has been a necessary and required act for a considerable period of time.
- IRA silahlarının doğrulanmış bir şekilde hizmet dışı bırakılması uzunca bir süredir gerekli ve zorunlu bir eylemdir.
- The murderer of my daughter has been let down, because his act of murder and of suicide achieved nothing.
- Kızımın katili hayal kırıklığına uğratıldı, çünkü cinayet ve intihar eylemi hiçbir işe yaramadı.
- We absolutely deplore the dreadful acts carried out by the terrorist groups, and we condemn them most vigorously.
- Terörist gruplar tarafından gerçekleştirilen korkunç eylemleri kesinlikle esefle karşılıyor ve şiddetle kınıyoruz.
- Particularly since 11 September it has been increasingly inevitable that such an act should take place.
- Özellikle 11 Eylül'den bu yana böyle bir eylemin gerçekleşmesi giderek kaçınılmaz hale gelmiştir.
- As for the torturers, they continue their ruthless acts with total impunity.
- İşkenceciler ise acımasız eylemlerini tam bir cezasızlıkla sürdürüyorlar.
- Perhaps the president will make a radical act, by then.
- Belki başkan o zamana kadar radikal bir eylemde bulunacaktır.
- This is a great, powerful and symbolic act.
- Bu güçlü, büyük ve sembolik bir eylemdir.
- This is a great, powerful and symbolic act.
- Bu büyük, güçlü ve sembolik bir eylemdir.
- This is a great, powerful and symbolic act.
- Bu eylem büyük, güçlü ve sembolik bir eylemdir.
- Suicide is a desperate act.
- İntihar umutsuz bir eylemdir.
- It is just an act.
- O, sadece bir eylemdir.
- The suspect committed an act of industrial espionage.
- Şüpheli bir sanayi casusluğu eylemi gerçekleştirdi.
- Suicide is an act of desperation.
- İntihar bir çaresizlik eylemidir.
- Criminal law, also known as penal law, involves prosecution for an act that has been classified as a crime.
- Ceza hukuku olarak da bilinen ceza hukuku, suç olarak sınıflandırılan bir eylemin kovuşturulmasını içerir.
- It was an act of desperation.
- Bu bir çaresizlik eylemiydi.
- He was caught in the act of pickpocketing.
- O, yankesicilik eyleminde yakalandı.
- Some said his raid was an act of war.
- Bazıları onun baskınının bir savaş eylemi olduğunu söyledi.
- Fadil committed senseless acts in the name of love.
- Fadıl aşk adına anlamsız eylemlerde bulundu.
- Murder is a monstrous act.
- Cinayet korkunç bir eylemdir.
- We've got to act fast.
- Hızlı eyleme geçmeliyiz.
- Some said his raid was an act of war.
- Bazıları bu baskının bir savaş eylemi olduğunu söyledi.
- In many religions, masturbation is considered a sin and an impure act.
- Birçok dinde mastürbasyon günah ve kirli bir eylem olarak kabul edilir.
- It was Fadil who did all of those acts.
- Tüm o eylemleri yapan Fadıl'dı.
- Murder is a monstrous act.
- Cinayet korkunç bir eylem.
- Fadil committed senseless acts in the name of love.
- Fadıl aşk adına anlamsız eylemler gerçekleştirdi.
- We strongly condemn such acts.
- Bu tür eylemleri şiddetle kınıyoruz.
- They were acts of war.
- Onlar savaş eylemleriydi.
- Sami was too young to be held criminally responsible for his act.
- Sami eyleminden dolayı cezai olarak sorumlu tutulmak için çok küçüktü.
- Fadil and Layla committed those acts together.
- Fadıl ve Layla bu eylemleri birlikte gerçekleştirdiler.
- He committed an illegal act.
- O, yasa dışı bir eylem yaptı.
- Book banning is an authoritarian act.
- Kitap yasaklama otoriter bir eylemdir.
- Book banning is an authoritarian act.
- Kitap yasaklamak otoriter bir eylemdir.
- It was Fadil who did all of those acts.
- Tüm bu eylemleri yapan Fadıl'dı.
- Sami might have committed this heinous act.
- Sami bu iğrenç eylemi gerçekleştirmiş olabilir.
- Fadil and Layla committed those acts together.
- Fadıl ve Leyla birlikte o eylemleri gerçekleştirdiler.
- He committed an illegal act.
- Yasadışı bir eylemde bulundu.
Show More (96)
|
5 |
act |
hareket |
n. |
|
- Her acts of kindness made her popular among the elderly.
- İyiliksever hareketleri onu yaşlılar arasında çok sevilen biri yapıyordu.
- It is not enough to state that we have to be successful, we must also act.
- Başarılı olmamız gerektiğini söylemek yeterli değil, harekete de geçmeliyiz.
- There is a causal link and there is a need to act.
- Nedensel bir bağlantı vardır ve harekete geçilmesi gerekmektedir.
- Its contents need to be acted on now, not delayed for further studies and reports.
- İçeriğinin daha ileri çalışmalar ve raporlar için ertelenmesi değil, şimdi harekete geçilmesi gerekmektedir.
- President Cox has rightly insisted on the need to act effectively with due haste.
- Başkan Cox haklı olarak, gereken süratle ve etkili bir şekilde harekete geçilmesi gerektiği konusunda ısrar etmiştir.
- It is a very difficult balancing act.
- Bu çok zor bir dengeleme hareketi.
- We have discussed it many, many times, but it has never been acted upon.
- Bunu birçok kez tartıştık, ancak hiçbir zaman harekete geçilmedi.
- It is not enough to state that we have to be successful, we must also act.
- Başarılı olmamız gerektiğini söylemek yeterli değil, aynı zamanda harekete de geçmeliyiz.
- Only then can we ensure that infringements of the law can be acted upon immediately.
- Ancak bu şekilde yasa ihlallerine karşı derhal harekete geçilmesini sağlayabiliriz.
- Your point is well made but has already been fully anticipated and acted on.
- İyi bir noktaya değindiniz ancak bu zaten tamamen öngörülmüş ve harekete geçilmiştir.
- We decided on this in March 2000, but this has not yet been acted upon.
- Bu konuda Mart 2000'de karar almıştık ancak henüz harekete geçilmedi.
- I'll call off the operation at once any word or act that seems suspicious to me.
- Bana şüpheli gelen bir söz ya da hareket olursa operasyonu hemen iptal ederim.
- All right, do as I say and act fast.
- Pekala, dediğimi yap ve hızlı hareket et.
- These are the rules; act accordingly.
- Kurallar bunlar; buna göre hareket et.
- It is a childish act.
- Bu çocukça bir hareket.
- The senators will praise my act.
- Senatörler benim hareketimi övüyorlardı.
- This wasn't an intentional act.
- Bu kasıtlı bir hareket değildi.
- That's a class act.
- Bu çok klas bir hareket.
- It was an act of courage.
- Cesurca bir hareketti.
- Act exactly as I said.
- Tam olarak söylediğim gibi hareket et.
- He does a kind act once a day.
- Günde bir kez nazik bir harekette bulunur.
- It is a childish act.
- O, çocukça bir hareket.
- Act, instead of talking.
- Konuşmak yerine hareket et.
- You're asking in vain for forgiveness; your act can't be forgiven.
- Sen boşuna af diliyorsun; senin hareketin affedilemez.
- Act according to the rules.
- Kurallara göre hareket et.
- Act faster!
- Daha hızlı hareket et!
- Think globally, act locally.
- Küresel düşün, yerel hareket et.
- Tom was accused of performing a lewd act in public.
- Tom toplum içinde müstehcen bir hareket yapmakla suçlandı.
- It's considered an aggressive act.
- Agresif bir hareket olarak kabul edilir.
- Sami did an evil act.
- Sami kötü bir hareket yaptı.
- They saw it as the brave act of a strong man.
- Bunu güçlü bir adamın cesur bir hareketi olarak gördüler.
- Think globally but act locally.
- Küresel düşün ama yerel hareket et.
- His act was dangerous.
- Hareketi tehlikeliydi.
- Think global, act local.
- Küresel düşün, yerel hareket et.
- Think globally, act locally.
- Küresel olarak düşün, yerel olarak hareket et.
- A quiet act is worth more than an impressive speech.
- Sessiz bir hareket, etkileyici bir konuşmadan daha değerlidir.
Show More (33)
|
6 |
act |
yasa |
n. |
|
- The UK Government, for example, recently introduced a human rights act.
- Örneğin Birleşik Krallık Hükümeti kısa bir süre önce bir insan hakları yasası çıkarmıştır.
- Hence my doubts as to whether there is a genuine need for the proposed amendment to Article 7 of the Council Act.
- Bu nedenle Konsey Yasasının 7. Maddesinde önerilen değişikliğe gerçekten ihtiyaç olup olmadığı konusunda şüphelerim var.
- The Data Protection Act should have entered into force in the Member States in October.
- Veri Koruma Yasası'nın Ekim ayında Üye Devletlerde yürürlüğe girmesi gerekiyordu.
- The UK Government, for example, recently introduced a human rights act.
- Örneğin Birleşik Krallık Hükümeti kısa bir süre önce bir insan hakları yasası çıkardı.
- The proposals relate to the whole lifecycle of Community acts.
- Teklifler, Topluluk yasalarının tüm yaşam döngüsüyle ilgilidir.
- The Land Acquisition Act is even now preventing the harvesting of the crops to feed the hungry.
- Arazi Edinme Yasası şu anda bile açları doyurmak için ekinlerin hasat edilmesini engelliyor.
- We are looking into the request to review the Works Councils Act.
- İşçi Konseyleri Yasasının gözden geçirilmesi talebini inceliyoruz.
- We are looking into the request to review the Works Councils Act.
- Çalışma Konseyleri Yasasının gözden geçirilmesi talebini inceliyoruz.
- The same applies to what is known as the 1946 Criminal Indemnity Act.
- Aynı durum 1946 tarihli Ceza Tazminat Yasası olarak bilinen yasa için de geçerlidir.
- We in this House often debate acts that are of fundamental importance to European integration.
- Bu Mecliste sık sık Avrupa entegrasyonu için temel öneme sahip yasalar tartışılmaktadır.
- The Financial Regulation cannot rate higher than a basic act or than this budgetary authority.
- Mali Tüzük, temel bir yasadan ya da bu bütçe yetkisinden daha yüksek bir değere sahip olamaz.
- The repeated use of the Internal Security Act has often been politically motivated and politically selective.
- İç Güvenlik Yasası'nın tekrar tekrar kullanımı genellikle siyasi amaçlı ve siyasi seçici olmuştur.
- In March 1997, it set up a competition authority to be responsible for enforcing the Competition Act.
- Mart 1997'de, bu yasanın uygulanmasından sorumlu bir rekabet kurumu tesis etti.
- In Sweden, TV advertising aimed at children under 12 is totally forbidden under the Swedish Radio and Television Act.
- İsveç'te 12 yaşından küçük çocuklara yönelik TV reklamları İsveç Radyo ve Televizyon Yasası kapsamında tamamen yasaktır.
- The Land Acquisition Act is even now preventing the harvesting of the crops to feed the hungry.
- Arazi Edinme Yasası şu anda bile açları doyurmak için ekinlerin toplanmasını engelliyor.
- We already have the US Oil Pollution Act, which is a step in the right direction.
- Halihazırda doğru yönde atılmış bir adım olan ABD Petrol Kirliliği Yasasına sahibiz.
- This aim is clearly visible in the Commission's preparatory act.
- Bu amaç Komisyon'un hazırlık yasasında açıkça görülmektedir.
- This has now stopped, and in January of this year, the Mandatory Death Penalty Act of 1944 was repealed.
- Bu durum artık sona ermiştir ve bu yılın Ocak ayında 1944 tarihli Zorunlu Ölüm Cezası Yasası yürürlükten kaldırılmıştır.
- The Immunity Act remains part of Czech law.
- Dokunulmazlık Yasası Çek hukukunun bir parçası olmaya devam etmektedir.
- The Turkish VAT Act also contains special schemes for farmers and small enterprises.
- Türk KDV yasası, çiftçiler ve küçük işletmeler için özel düzenlemeler de içermektedir.
- The church protested the government action, they contended that it violated the religious freedom restoration act.
- Kilise hükümetin eylemini protesto etti ve bunun din özgürlüğünün restorasyonu yasasını ihlal ettiğini ileri sürdü.
- The church protested the government action, they contended that it violated the religious freedom restoration act.
- Kilise, hükümetin bu eylemini protesto etti ve bunun dini özgürlük restorasyon yasasını ihlal ettiğini iddia etti.
- SOPA is an acronym for the Stop Online Piracy Act.
- SOPA, Çevrimiçi Korsanlığı Durdurma Yasası'nın kısaltmasıdır.
- What does the work environment act say?
- Çalışma ortamı yasası ne diyor?
- In 1764, the British Parliament approved the Sugar Act.
- 1764 yılında İngiliz Parlamentosu Şeker Yasasını onayladı.
- In 1764, the British Parliament approved the Sugar Act.
- İngiliz Parlamentosu 1764 yılında Şeker Yasasını onayladı.
- In 1862, Congress had passed the Homestead Act.
- 1862'de Kongre Homestead Yasası'nı kabul etmişti.
Show More (24)
|
7 |
act |
kanun |
n. |
|
- In the banking sector a new Banking Act has been adopted in June 1999.
- Bankacılık sektöründe, Haziran 1999'da, yeni bir Bankalar Kanunu kabul edilmiştir.
- All proposed legislation is to be benchmarked against that act.
- Önerilen tüm mevzuat bu kanunla kıyaslanmalıdır.
- The resolution highlights the fact that some 40 political activists have been arrested since 2001 under the Act.
- Kararda, 2001 yılından bu yana 40 kadar siyasi aktivistin Kanun kapsamında tutuklandığı vurgulanmaktadır.
- The necessary acts must be applied uniformly at both national and Agency level.
- Gerekli kanunlar hem ulusal hem de Ajans düzeyinde aynı şekilde uygulanmalıdır.
- The Union is bound by the provisions of the Treaties and the acts signed by its institutions.
- Birlik, Antlaşmaların hükümleri ve kurumları tarafından imzalanan kanunlarla bağlıdır.
- It is this category of implementing act where we delegate the right to adopt certain types of act to the Commission.
- Komisyon'a belirli türde kanunları kabul etme yetkisi verdiğimiz uygulama kanunu kategorisi budur.
- Only 15 Foreign Nationals have so far been detained under this Act.
- Şimdiye kadar sadece 15 Yabancı Uyruklu Kişi bu Kanun kapsamında gözaltına alınmıştır.
- Only 15 Foreign Nationals have so far been detained under this Act.
- Şu ana kadar sadece 15 Yabancı Uyruklu, bu Kanun kapsamında gözaltına alınmıştır.
- It is this category of implementing act where we delegate the right to adopt certain types of act to the Commission.
- Komisyona belirli türde kanunları kabul etme yetkisi verdiğimiz uygulama kanunu kategorisi budur.
- That is why it is time to establish a legislative act in accordance with our objective of building the internal market.
- Bu nedenle iç pazar oluşturma hedefimiz doğrultusunda bir yasama kanunu oluşturmanın zamanı gelmiştir.
- Under the CBT Act, most policy decisions on monetary matters are taken by the government or jointly with the government.
- TCMB kanunu çerçevesinde, parasal konularda politik kararların çoğu hükümet tarafından veya hükümetle birlikte alınır.
- Only 15 Foreign Nationals have so far been detained under this Act.
- Şu ana kadar sadece 15 Yabancı Uyruklu bu Kanun kapsamında gözaltına alınmıştır.
- The Act on the Protection of Competition was passed in 1994.
- Rekabetin Korunması Kanunu 1994 yılında kabul edildi.
- The Act on the public nature of Government is to be evaluated in 2004.
- Hükümetin kamusal niteliğine ilişkin Kanun 2004 yılında değerlendirilecektir.
- In the Netherlands, a ports act is to be tabled, which will improve the situation for Dutch dockers.
- Hollanda'da Hollandalı liman işçilerinin durumunu iyileştirecek bir limanlar kanunu görüşülecek.
- In other words, we clearly decided in the legislative act to adopt the Commission proposal.
- Başka bir deyişle yasama kanununda Komisyon teklifini kabul etmeye açıkça karar verdik.
- In the Netherlands, a ports act is to be tabled, which will improve the situation for Dutch dockers.
- Hollanda'da, Hollandalı liman işçilerinin durumunu iyileştirecek bir limanlar kanunu görüşülecek.
Show More (14)
|
8 |
act |
yapmak |
v. |
|
- The Ombudsman is there, as we all know, to act as the arbiter in a fair and objective way.
- Ombudsman, hepimizin bildiği gibi, adil ve objektif bir şekilde hakemlik yapmak için vardır.
- The rebels are undoubtedly no better, but it is not for the French army to act as arbiter or policeman.
- İsyancılar da şüphesiz daha iyi değiller, ancak hakemlik ya da polislik yapmak Fransız ordusuna düşmez.
- The Ombudsman is there, as we all know, to act as the arbiter in a fair and objective way.
- Ombudsman, hepimizin bildiği gibi, adil ve tarafsız bir şekilde hakemlik yapmak için vardır.
- I acted in self-defense.
- Nefsi müdafaa yaptım.
- You say one thing and then act just the opposite.
- Bir şey söylüyorsun ve sonra tam tersini yapıyorsun.
- Who will act as spokesman?
- Kim sözcülük yapacak?
- He was caught in the act of pickpocketing.
- Yankesicilik yaparken yakalandı.
- He has acted on TV many times.
- Birçok kez televizyonda oyunculuk yaptı.
- Dan claimed that he acted in self-defence.
- Dan nefsi müdafaa yaptığını iddia etti.
- You're asking in vain for forgiveness; your act can't be forgiven.
- Boşuna af diliyorsun; yaptığın şey affedilemez.
- Tom claims that he acted in self-defense.
- Tom nefsi müdafaa yaptığını iddia ediyor.
- The police realized that Dan acted in self-defence.
- Polis Dan'in nefsi müdafaa yaptığını fark etti.
- Who will act as spokesman?
- Sözcülüğü kim yapacak?
- Tom acts like a child.
- Tom çocukça hareketler yapıyor.
- Tom claims he acted in self-defense.
- Tom nefsi müdafaa yaptığını iddia ediyor.
Show More (12)
|
9 |
act |
davranış |
n. |
|
- It would be an act of cynicism for Member States to dilute these proposals further.
- Üye Devletlerin bu önerileri daha da hafifletmesi alaycı bir davranış olacaktır.
- Would that not be an act of good faith with the ACP?
- Bu ACP'ye karşı iyi niyetli bir davranış olmaz mı?
- That was a very kind act.
- Bu çok nazik bir davranıştı.
- This is not a fair act.
- Bu adil bir davranış değil.
- This wasn't an intentional act.
- Bu kasıtlı bir davranış değildi.
- Your innocent act doesn't fool me.
- Masum davranışların beni kandıramaz.
- It's considered an aggressive act.
- Agresif bir davranış olarak kabul edilir.
- His act was dangerous.
- Onun davranışı tehlikeliydi.
- Suicide is an act of desperation.
- İntihar çaresizlik davranışıdır.
- He appears brave, but it's just an act.
- O cesur görünüyor fakat o sadece bir davranış.
- Sami was too young to be held criminally responsible for his act.
- Sami davranışından cezai olarak sorumlu tutulamayacak kadar gençti.
- Your innocent act doesn't fool me.
- Sizin masum davranışınız beni kandırmaz.
- The most instinctive act of nearly every creature is to protect its young, and with humans, this response persists for a lifetime.
- Neredeyse her canlının en içgüdüsel davranışı yavrularını korumaktır ve insanlarda bu tepki ömür boyu devam eder.
Show More (10)
|
10 |
act |
rolünü oynamak |
v. |
|
- Through the system of frontloading, businesses have acted as an incentive for the rapid take-up of the single currency.
- Ön yükleme sistemi sayesinde işletmeler, ortak para biriminin hızla benimsenmesi için teşvik edici bir rol oynamıştır.
- Tom acted the part of a sailor.
- Tom, bir denizci rolü oynadı.
- He acted the part of a sailor.
- Denizci rolünü oynadı.
- She acted the part of a fairy.
- O, bir peri rolünü oynadı.
- He acted the part of King Lear.
- Kral Lear rolünü oynadı.
- He acted the part of a sailor.
- Bir denizci rolünü oynadı.
- Who is the boy acting the part of Peter Pan?
- Peter Pan rolünü oynayan çocuk kim?
- He acted the part of King Lear.
- O, Kral Lear rolünü oynadı.
- She acted the part of a fairy.
- Bir perinin rolünü oynadı.
- Olivier acted the part of Hamlet.
- Olivier, Hamlet rolünü oynadı.
Show More (7)
|
11 |
act |
oynamak |
v. |
|
- Bela Lugosi acted in several films.
- Bela Lugosi birkaç filmde oynadı.
- Sami can't sing or act.
- Sami şarkı söyleyemez veya oynayamaz.
- Do you want to act in a movie?
- Bir filmde oynamak ister misin?
- Don't act innocent with me.
- Bana masumu oynama.
- Who acts Hamlet?
- Hamlet'i kim oynuyor?
- He has acted on TV many times.
- O birçok kez televizyonda oynadı.
- He acted on the stage.
- O, sahnede oynadı.
- Bela Lugosi acted in several films.
- Bela Lugosi birçok filmde oynadı.
- Do you want to act in a movie?
- Filmde oynamak ister misin?
- She acted in a play for the first time.
- O, ilk kez bir oyunda oynadı.
Show More (7)
|
12 |
act |
perde |
n. |
|
- This play has three acts.
- Bu oyunun üç perdesi vardır.
- This is an opera in five acts.
- Bu beş perdelik bir opera.
- This opera has three acts.
- Bu operanın üç perdesi vardır.
- The third act is about to begin.
- Üçüncü perde başlamak üzere.
- This opera has three acts.
- Bu opera üç perdeden oluşuyor.
- This play has three acts.
- Bu oyun üç perdeden oluşuyor.
- The play is in three acts.
- Oyun üç perdeden oluşuyor.
- The play is in three acts.
- Oyun üç perdeliktir.
Show More (5)
|
13 |
act |
rol |
n. |
|
- He appears brave, but it's just an act.
- Cesur görünüyor, ama bu sadece bir rol.
- Her crying was just an act.
- Onun ağlaması sadece bir roldü.
- It's all an act.
- Hepsi rol icabı.
- Jane has been acting in films since she was eleven.
- Jane on bir yaşından beri filmlerde rol alıyor.
- It is just an act.
- Bu, sadece bir rol.
- Jane has been acting in movies since she was eleven.
- Jane on bir yaşından beri filmlerde rol alıyor.
- He acted the part of a sailor.
- Denizci rolündeydi.
- Stop putting on an act.
- Rol kesmeyi bırak.
Show More (5)
|
14 |
act |
görevini yapmak |
v. |
|
- With regard to human resources management in the EU the Members of the Commission act as both prosecutors and judges.
- AB'de insan kaynakları yönetimi ile ilgili olarak Komisyon Üyeleri hem savcı hem de yargıç olarak görev yapmaktadır.
- We already have people in Harare who are being groomed to act as electoral observers.
- Halihazırda Harare'de seçim gözlemcisi olarak görev yapmak üzere yetiştirilen insanlarımız var.
- I acted as a simultaneous interpreter.
- Ben bir simültane tercüman olarak görev yaptım.
- Tom acted as my guide.
- Tom benim rehberim olarak görev yaptı.
- He acted as chairman.
- O, başkan olarak görev yaptı.
- I acted as interpreter at the meeting.
- Ben toplantıda tercüman olarak görev yaptım.
- She acted as a guide.
- O bir rehber olarak görev yapmıştır.
Show More (4)
|
15 |
act |
etki etmek |
v. |
|
- The drug acted quickly.
- İlaç çabucak etki etti.
- The drug acted quickly.
- İlaç hızlı bir şekilde etki etti.
- Does the medicine act quickly?
- İlaç çabuk etki eder mi?
- Does the medicine act quickly?
- İlaç çabuk mu etki ediyor?
- Acids act on metals.
- Asitler metallere etki eder.
- The drug acted quickly.
- İlaç çabuk etki etti.
Show More (3)
|
16 |
act |
numarası yapmak |
v. |
|
- Stop putting on an act.
- Numara yapmayı bırakın.
- He put on a suicide act.
- İntihar numarası yaptı.
- Don't act innocent with me.
- Bana masum numarası yapma.
- Dan didn't even act sick.
- Dan hasta numarası yapmadı bile.
Show More (1)
|
17 |
act |
rol yapmak |
v. |
|
- Let's act like we're foreigners.
- Hadi biz yabancıymışız gibi rol yapalım.
- Sami can't sing or act.
- Sami şarkı söyleyemiyor ya da rol yapamıyor.
- He likes to act.
- Rol yapmayı sever.
- You need to act.
- Rol yapmalısın.
Show More (1)
|
18 |
act |
rol almak |
v. |
|
- He acted on the stage.
- Sahnede rol aldı.
- She acted in the play.
- Oyunda rol aldı.
- She acted in a play for the first time.
- İlk defa bir oyunda rol aldı.
Show More (0)
|
19 |
act |
numara |
n. |
|
- It's all an act.
- Hepsi numara.
- Her crying was just an act.
- Ağlaması sadece bir numaraydı.
- Dan didn't even act sick.
- Dan hasta numarası bile yapmadı.
Show More (0)
|
20 |
act |
faaliyet |
n. |
|
- The Court of Justice is to monitor the legality of the legislative acts.
- Adalet Divanı ise yasama faaliyetlerinin hukuka uygunluğunu denetlemekle görevlidir.
- There is no doubt that we need a legislative act here.
- Burada bir yasama faaliyetine ihtiyacımız olduğuna hiç şüphe yok.
Show More (-1)
|
21 |
act |
senet (devletlerarası ilişkilerde imzalanan bir antlaşma hükmü) |
n. |
|
- This was the case as regards the Single Act and the case at Maastricht and Amsterdam too.
- Tek Senet ile ilgili olarak durum böyleydi ve Maastricht ve Amsterdam'daki durum da böyleydi.
- Declaration 35 annexed to the Final Act of the Treaty of Amsterdam serves a similar purpose.
- Amsterdam Antlaşması Nihai Senedine ekli 35 sayılı Bildiri de benzer bir amaca hizmet etmektedir.
Show More (-1)
|
22 |
act |
rol oynamak |
v. |
|
- We know that it is a very small one, but it acts big.
- Çok küçük olduğunu biliyoruz ama büyük bir rol oynuyor.
- He is acting like Nelson tonight.
- O, bu gece Nelson rolü oynayacak.
Show More (-1)
|
23 |
act |
görevini yerine getirmek |
v. |
|
- Meeting in public when the Council acts in its legislative capacity is one of them.
- Konseyin yasama görevini yerine getirirken halka açık olarak toplanması da bunlardan biridir.
Show More (-2)
|
24 |
act |
faaliyet göstermek |
v. |
|
- At the moment, dealers can only act for one manufacturer.
- Şu anda, bayiler yalnızca bir üretici için faaliyet gösterebilmektedir.
Show More (-2)
|
25 |
act |
iş |
n. |
|
- I caught her in the act.
- Onu iş üstünde yakaladım.
Show More (-2)
|
26 |
act |
davranışta bulunmak |
v. |
|
- He does a kind act once a day.
- Günde bir kez iyi bir davranışta bulunur.
Show More (-2)
|
27 |
act |
rol yapma |
n. |
|
- It's time to act now.
- Şimdi rol yapma zamanı.
Show More (-2)
|
28 |
act |
oyun |
n. |
|
- The next act is worth sticking around for.
- Bir sonraki oyun kalmaya değer.
Show More (-2)
|
29 |
act |
(kafa/idrak vb) çalışmak |
v. |
|
- Tom appointed Mary to act as his assistant.
- Tom Mary'yi onun asistanı olarak çalışması için atadı.
Show More (-2)
|