1 |
ease |
rahatlık |
n. |
|
- I like being around her; she has a natural ease.
- Onun yanında olmayı seviyorum, doğal bir rahatlığı var.
- When this House votes tomorrow on this directive, it can do so, I believe, with its mind very much at ease.
- Bu Meclis yarın bu yönergeyi oyladığında, inanıyorum ki bunu gönül rahatlığıyla yapabilir.
- Israel will be relieved and trade with ease in the region.
- İsrail rahatlayacak ve bölgede rahatlıkla ticaret yapabilecek.
- Israel will be relieved and trade with ease in the region.
- İsrail rahatlayacak, bölgede ticaret yapması da kolaylaşacak.
- Israel will be relieved and trade with ease in the region.
- İsrail rahata kavuşacak, bölgede rahatlıkla ticaret yapacak.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
- Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- Sami put Layla at ease.
- Sami, Layla'yı rahatlattı.
- His smile put her at ease.
- Onun tebessümü onu rahatlattı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
- Herkesi rahatlatan mütevazi bir havası vardı.
- Tom tried to put Mary at ease.
- Tom Mary'yi rahatlatmaya çalıştı.
- Tom couldn't seem to put Mary at ease.
- Tom, Mary'yi rahatlatamadı.
- The ease with which he answered the question surprised us.
- Soruya verdiği cevaptaki rahatlık bizi şaşırttı.
- His smile put her at ease.
- Gülümsemesi onu rahatlattı.
- I want to make Tom feel at ease.
- Tom'u rahatlatmak istiyorum.
- Tom tried to put Mary at ease.
- Tom, Mary'yi rahatlatmaya çalıştı.
Show More (12)
|
2 |
ease |
hafifletmek |
v. |
|
- We know the Commission is going to suffer but we are trying to ease the situation slightly.
- Komisyonun zarar göreceğini biliyoruz ancak durumu biraz olsun hafifletmeye çalışıyoruz.
- We in the European Union must try to relieve the misery and ease the suffering.
- Avrupa Birliği'nde bizler sefaleti dindirmeye ve acıları hafifletmeye çalışmalıyız.
- That will obviously ease the problems in 2003.
- Bu da 2003 yılındaki sorunları açıkça hafifletecektir.
- This medicine will ease your cramps.
- Bu ilaç kramplarınızı hafifletecek.
- This medicine will ease the pain.
- Bu ilaç acıyı hafifletecek.
- These pills will ease the pain.
- Bu haplar acıyı hafifletecek.
- I'd like to ease Tom's pain.
- Tom'un acısını hafifletmek isterim.
- The nurse gave Tom something to ease the pain.
- Hemşire Tom'a ağrısını hafifletecek bir şey verdi.
- This medicine will ease the pain.
- Bu ilaç ağrıyı hafifletecek.
- Laughter helps ease the pain.
- Gülmek acıyı hafifletir.
Show More (7)
|
3 |
ease |
dindirmek |
v. |
|
- They gave him morphine to ease his pain.
- Acısını dindirmek için ona morfin verdiler.
- Just give me something to ease the pain.
- Bana acımı dindirecek bir şey ver.
- Tom took some pills to ease the pain.
- Tom acısını dindirmek için birkaç hap aldı.
- I'd like to ease Tom's pain.
- Tom'un acısını dindirmek istiyorum.
- If aspirin will ease my headache, I will take a couple tonight instead of this horrible medicine.
- Aspirin baş ağrımı dindirecekse, bu korkunç ilaç yerine bu gece bir çift alacağım.
Show More (2)
|
4 |
ease |
kolaylık |
n. |
|
- I wish you peace and ease as much as possible, sweetheart.
- Sana da olabildiğince huzur ve kolaylık diliyorum canım.
- The ease with which he answered the question surprised us.
- Soruyu kolaylıkla yanıtlaması bizi şaşırttı.
- A person who never reads anything may be fooled with extraordinary ease.
- Hiçbir şey okumayan bir kişi olağanüstü kolaylıkla kandırılabilir.
Show More (0)
|
5 |
ease |
kolaylaştırmak |
v. |
|
- We also urged Israel to work harder to ease the conditions of the Palestinian people in the territories.
- Ayrıca İsrail'i, Filistin halkının topraklarındaki koşullarını kolaylaştırmak için daha fazla çalışmaya çağırdık.
- On the contrary, it is these very Info-Points that ease the situation.
- Aksine durumu kolaylaştıran tam da bu Bilgilendirme Noktalarıdır.
Show More (-1)
|
6 |
ease |
huzur |
n. |
|
- I wish you peace and ease as much as possible, sweetheart.
- Sana mümkün olduğunca huzur ve esenlik dilerim, tatlım.
- I wish you peace and ease as much as possible, sweetheart.
- Sana mümkün olduğu kadar huzur ve esenlik diliyorum tatlım.
Show More (-1)
|
7 |
ease |
yavaş yavaş geçmek |
v. |
|
- The movie star eased her way through thousands of fans.
- Film yıldızı binlerce hayranının arasından yavaş yavaş geçti.
Show More (-2)
|
8 |
ease |
önünü açmak |
v. |
|
- This law will ease the way for new businesses.
- Bu yasa yeni işletmelerin önünü açacak.
Show More (-2)
|