allow - Inglés Turco Frases
Inglés Turco
allow izin vermek v.
  • I'm not even allowed to leave my room when we have company over.
  • Bize misafir geldiğinde odamdan çıkmama bile izin verilmiyor.
  • Please do not allow the xenophobes and the anti-Europeans to slow us down.
  • Lütfen yabancı düşmanlarının ve Avrupa karşıtlarının bizi yavaşlatmasına izin vermeyin.
  • Allowing the US to exercise a veto on the agreement is another.
  • ABD'nin anlaşmayı veto etmesine izin vermek ise başka bir şey.
Show More (890)
allow izin ver expr.
  • They are nothing more than environmental criminals who allow leaking tankers to be towed into the high seas.
  • Sızıntı yapan tankerlerin açık denizlere çekilmesine izin veren çevre suçlularından başka bir şey değiller.
  • It is not he who allows his militia to rape women who oppose him, but total strangers.
  • Milislerinin kendisine karşı çıkan kadınlara tecavüz etmesine izin veren kendisi değil, tamamen yabancılardır.
  • They are nothing more than environmental criminals who allow leaking tankers to be towed into the high seas.
  • Bunlar, sızıntı yapan tankerlerin açık denizlere çekilmesine izin veren çevre suçlularından başka bir şey değildir.
Show More (37)
allow olanak sağlamak v.
  • It also allows us to hold a kind of joint debate today.
  • Bu aynı zamanda bugün bir tür ortak tartışma yürütmemize de olanak sağlıyor.
  • This approach has proven to be valuable and has allowed legislation to be updated.
  • Bu yaklaşımın değerli olduğu kanıtlanmış ve mevzuatın güncellenmesine olanak sağlamıştır.
  • These policies will allow new jobs to be created that are as close to the ground as possible.
  • Bu politikalar, mümkün olduğunca yere yakın yeni işlerin yaratılmasına olanak sağlayacaktır.
Show More (15)
allow imkan vermek v.
  • Today's debate therefore allows us all to reaffirm our principles.
  • Dolayısıyla bugünkü tartışma hepimize ilkelerimizi bir kez daha teyit etme imkanı veriyor.
  • The broad guidelines for economic policy must also have a dimension which allows Parliament to participate.
  • Ekonomi politikasına ilişkin geniş kılavuz ilkelerin Parlamento'nun da katılımına imkan veren bir boyutu olmalıdır.
  • The economy has not yet reached a sufficient degree of macro-economic stability to allow proper medium-term planning.
  • Ekonomi, düzgün orta vadeli planlamaya imkan verecek yeterli bir makroekonomik istikrar derecesine henüz ulaşmamıştır.
Show More (14)
allow müsaade etmek v.
  • Innovation happens when you build physical and psychological space that allows you to think creatively.
  • İnovasyon, yaratıcı düşünceye müsaade eden fiziksel ve psikolojik bir mekân oluşturduğunuzda gerçekleşir.
  • I don't understand why they allow it in a place like this.
  • Böyle bir yerde buna nasıl müsaade ediyorlar anlamıyorum.
  • She allowed me to leave.
  • Ayrılmama müsaade etti.
Show More (12)
allow bırakmak v.
  • And it is not true that the Stability and Growth Pact did not allow enough leeway for hard times.
  • Ve İstikrar ve Büyüme Paktı'nın zor zamanlar için yeterli hareket alanı bırakmadığı doğru değildir.
  • After taking the cake out of the oven, allow it to cool.
  • Keki fırından çıkardıktan sonra soğumaya bırakın.
  • Allow me to contradict you.
  • Bırakın sizinle çelişeyim.
Show More (1)
allow ayırmak v.
  • You should allow an hour to get to the airport.
  • Havaalanına gitmek için bir saatinizi ayırmalısınız.
  • Tom certainly had a point when he said we should allow more time to complete the project.
  • Projeyi tamamlamak için daha çok zaman ayırmamız gerektiğini söylediğinde Tom'un kesinlikle bir fikri vardı.
  • You should allow an hour to go to the airport.
  • Havaalanına gitmek için bir saat ayırmalısın.
Show More (1)
allow kabul etmek v.
  • Mechanising and destroying the landscape to allow it to be cultivated more easily is not an acceptable alternative.
  • Peyzajın daha kolay işlenebilmesi için makineleştirilmesi ve tahrip edilmesi kabul edilebilir bir alternatif değildir.
  • Allow me to address the amendments with which the Commission cannot agree.
  • İzninizle Komisyon'un kabul edemeyeceği değişikliklere değinmek istiyorum.
  • This will allow the Commission to receive comments from all the interested parties before adopting the final regulation.
  • Bu, Komisyon'un nihai düzenlemeyi kabul etmeden önce tüm ilgili taraflardan yorum almasına olanak tanıyacaktır.
Show More (0)
allow düşünmek v.
  • Let nobody assume that in our eagerness to secure the prize of enlargement, we will allow reform to fall by the wayside.
  • Kimse genişleme ödülünü elde etme hevesimizle reformların bir kenara bırakılmasına izin vereceğimizi düşünmesin.
  • Innovation happens when you build physical and psychological space that allows you to think creatively.
  • Yenilik, yaratıcı düşünmenize olanak tanıyan fiziksel ve psikolojik alan oluşturduğunuzda gerçekleşir.
  • Innovation happens when you build physical and psychological space that allows you to think creatively.
  • İnovasyon, yaratıcı düşünmenizi sağlayan fiziksel ve psikolojik alan inşa ettiğinizde gerçekleşir.
Show More (0)
allow hesaba katmak v.
  • You have to allow for the boy's age.
  • Çocuğun yaşını hesaba katmalısın.
  • We've allowed for that.
  • Bunu hesaba kattık.
  • You must allow for his youth.
  • Onun gençliğini hesaba katmalısın.
Show More (0)
allow olanak vermek v.
  • Three alternative climate systems allow you to control the temperature.
  • Üç alternatif iklim sistemi sıcaklığı kontrol etmenize olanak verir.
  • This music allows you to relax after work.
  • Bu müzik işten sonra dinlenmenize olanak verir.
Show More (-1)
allow zaman vermek v.
  • Allow me more time.
  • Bana daha fazla zaman ver.
  • Allow me more time.
  • Bana biraz daha zaman ver.
Show More (-1)
allow onaylamak v.
  • I hope everything will be in place to allow ratification to go ahead before these six months have elapsed.
  • Umarım bu altı ay dolmadan önce onaylama işleminin gerçekleşmesi için her şey hazır olur.
Show More (-2)
allow tahsis etmek v.
  • The Council has allowed itself 236 new posts in order to prepare for enlargement.
  • Konsey genişlemeye hazırlanmak amacıyla kendisine 236 yeni kadro tahsis etmiştir.
Show More (-2)
allow geçit vermek v.
  • Today a law was enacted which allows abortion.
  • Bugün kürtaja geçit veren bir kanun çıktı.
Show More (-2)